Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27755. Defa

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

“Hadi ama, bugün bende değişik bir şey yok mu? Yok mu?”

Kokone her zamanki göründüğü haliyle bana yaklaştı. Bana bu soruyu geçmişte zaten sormuştu. Cevap neydi ya?

“...Rimel sürmüşsün.”

“Vay! Helal olsun Kazu!”

Anlaşılan doğru bildim.

“...ee, nasıl gözüküyorum?”

“Evet, şirin görünüyorsun,” dedim hiç tereddüt etmeden. Tekrar, doğru cevabı vermiştim. Çok ciddi değildim, ama Kokone ‘şirin’ sözcüğünü duyduktan sonra tatmin olmuştu ve yüzünde bir gülümseme ile kafasını salladı.

“Hım, hımmm... Anladım, gözlerin iyi görüyor. Hey, sen—gıcık olan çocuk! Sen de onu örnek almalısın.”

Memnuniyetle kollarını kavuşturdu ve kafasını Daiya’ya doğru çevirdi.

“Bunu söyleyeceğime o dili kopartmayı tercih ederim.”

“Ah, bütün dünya bir oh çeker. Devam et lütfen.”

“Hayır, benim dilim değil—seninkinden bahsediyorum.”

“Haha! Yani beni etkileyici bir şekilde öpmeyi mi arzuluyorsun? Lütfen bana olan hayranlığını bu işe karıştırma~”

İçinde bulunduğum durumun hiç farkına varmaksızın, her zamanki gibi ikisi birbirini ışık hızında aşağılamaya başlamıştı.

Bundan biraz sonra, Daiya transfer öğrenci konusunu açtı.

Lütfen çabuk gel, Otonaşi.



“Adım Aya Otonaşi. Kazuki Hoşino ve sahip dışında kimseye ilgi duymuyorum.”

Aa, Otonaşi? Sen yeni transfer oldun, elbette ki, daha ilk günden sınıf arkadaşlarınla arana mesafe koyabilirsin. Ama ben neredeyse bir senedir bu sınıftayım, o yüzden benim için işler o şekilde yürümüyor, farkında mısın?

“Onun ‘sahip’ten kastı ne? Sahip de kimmiş? Demeye çalıştığı ‘Hoşino’ya sahip olan kişi’ mi?”

“Bu ‘kız arkadaşı’ anlamına gelmez mi?”

“Yani şu Kazuki'nin bir ‘kız arkadaşı’ var ve transfer öğrenci Otonaşi de o kızı mı arıyor? Neden ki?”

“Sanıyorum ki Otonaşi ile arasında bir şeyler vardı. Belki çıkıyorlardır… o zaman ikisini de mi idare ediyordu?!”

“Aynen! Durum muhakkak böyle! Bu hikaye daha ilginç gibi görünüyor, bununla devam edelim!”

“Hoşino'ya karşı karmaşık bir biçimde aşk ve nefret hissettiğinden, onun peşinden koşup bizim okulumuza transfer oldu. Eminim ki durum böyle.”

“Yani bu Hoşino… böyle bir güzelliği baştan mı çıkarttı?! Kahretsin!!”

Sınıf arkadaşlarımız bize aldırmadan hakkımızda dedikodu yapmaya devam ettiler. Bu fikirler nereden akıllarına geliyor tanrı aşkına?

“Yani Hoşino… aslında sadece benimle oynuyordu...”

“Ne?! Diğeri sen miydin?!”

“Hayır… Ben muhtemelen fazlalıktım… üçüncü, hayır,bundan daha da fazlası olmalı.”

“Nas… piçe bak!”

Kokone ağlama numarası yaptı ve Daiya fırsatı kollayıp her zamankinden daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Off, ikisi niye sırf böyle zamanlarda işbirliği yapıyor ki…

“...Ne kadar rahatsız edici,” diye mırıldandı Otonaşi. “Senin sayende, benden uzaklaşmaktansa, bana karşı daha da çok ilgi duyuyorlar.”

Eee...Bunun neresi benim suçum?



İlk dersten hemen sonra, Otonaşi ile birlikte sınıftan fırladık. Sınıf arkadaşlarımın bir kısmı doğal olarak beni desteklerken, bazı erkeklerin de kana susamış bakışlarını sezdim—ama böyle şeylere endişelenecek zaman yoktu.

Her zamanki yerimize vardık—okul binasının arka tarafı.

Artık sınıfa zahmet vermek zorunda kalmayacaktık.

“Anladım. Seninle birlikte çalışmak otomatikman senin ilişki ağına sürüklenmek anlamına geliyor. Off… bu hiç pratik değil.”

Hayır, gayet eminim ki sorunun kaynağı onlara ne söylediğin.

“Ama bu 27,755 tekrar içerisinde ilk defa onları reddetmenin olumsuz bir etkisi oldu. Bu gerçekten gülünç.”

“Hımm, bilemiyorum yani eğer durumu gülünç buluyorsan...”

“Öyle deme. Benim için bile yeni tecrübeler biraz heyecanlıdır. Ayrıca, sırf birlikte çalışmaya başladığımız için de durumlar epey değişti. Bu hoş bir değişiklik.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Tek başıma olduğumda göremediğim yeni bir ipucu olabilir.”

O açıdan, birlikte çalışmaya kesinlikle değer, ama... yani…

Şaşırtıcı biçimde, o haklı olabilir. Her şeyden sonra, bugünün öncesinde sınıf 1-6’nın nasıl işlediğini bilmiyordu. Bugünü önceki günlerle karşılaştıramaz bile. Örneğin, o Mogi'ye olan sevgimin dünden bugüne dek nasıl geliştiğini bilemez, diğer bir deyişle Reddeden Sınıfın sürecini de.

“Ama şimdi, özellikle, ne yapmalıyız?”

“...bununla ilgili olarak, Kazuki. Çokça düşündüm ve hala daha senin Reddeden Sınıf'ın anahtarı olabileceğinin neticesine vardım.”

“He? Yani benden hala şüpheleniyor musun?”

“Öyle değil. Bir de sana sorayım: anılarını nasıl hatırlayabiliyorsun?”

“Ha… kim bilir?”

“Bu bir gizem, değil mi? Tabi, sen ve diğerleri arasında bir fark olduğunu hissedebiliyorum, ama sırf senin anılarını hatırlayabilmen garip değil mi?”

“Yani... tabi ki...”

“Nitekim, sahibin amaçları yüzünden de senin yeteneğinin sürdürülebileceğini varsayıyorum.”

“E..Ha...?”

“Her zamanki gibi uyuşuksun. Başka bir deyişle, senin anılarını hatırlayabilmen sahibin de yararına olabilir.”

Reddeden Sınıf’ın amaçları benim anılarımı hatırlamamı mı sağlıyor?

“Bu imkansız. Her zaman anılarımı hatırlamıyorum, değil mi? Sen olmasan, muhtemelen kalan herkes gibi bende anılarımı kaybetmeye devam ederdim.”

“Öyle, bunun hipotezimdeki hata olduğu söylenebilir. Fakat, senin anılarını muhafaza edebilme kabiliyetin, bu dünyanın geçmişi tekrarlama kabiliyeti kadar bozuk diyebiliriz. Eğer bu çelişkiyi hesaba katarsan gidişatı açıklayabilirsin: eğer anıların kaybolmuyorsa geçmiş kusursuzca tekrarlanamaz.”

Bu gerçekten de mümkün olabilir. Ama her nedense bana mantıklı gelmedi.

“İlk başta, benim anılarımı hatırlamama izin vermenin ne anlamı var ki?”

“Ben nereden bileyim?” dedi doğrudan. “Ama insanları en çok harekete geçiren duygu nedir biliyorum.”

“Ne?”

Otonaşi gözlerime derin derin baktı ve konuştu.

“Aşk.”

“...’aşk’..?”

Onun suratındaki dehşet ifadesinden dolayı kelimeyi anlamıyla hemen bağdaştıramadım. Ah, aşk?

“Otonaşi, çok tatlı bir şey söyledin öyle.”

Otonaşi bana soğuk gözlerle baktı.

“Tatlı olan ne? Yeteri kadar yoğun aşkın nefretten hiçbir farkı yok.”

“Nefretle aynı mı?” Afalladım. “...t-tamamen farklı şeyler onlar!”

“Aynılar. ...Hayır, kesinlikle farklılar. Aşk nefretten daha kötü bir his, çünkü insanlar onun pisliğinin farkında değiller. Aşk sadece iğrenç bir şey.”

İğrenç, he…

“Bunun şu anda önemi yok. Kazuki, aklına gelen herhangi biri var mı?”

“Bana âşık olan biri demeye çalışıyorsun, değil mi? Öyle birinin olması—”

Öyle birinin olmasının imkansız olduğunu söylemek üzereyken, birden aklıma geliverdi.

Birisi vardı.

Bana telefonun ucundan aşkını ilan ettiğinde şaka yapmadıysa—bir aday var.

“Anlaşılan düşündüğün biri var.”

“.......”

“Ne oldu?”

“...ehm, yani. Bu bana âşık olan kızın illa suçlu olduğu anlamına gelmez, değil mi?”

“Tabi ki de hayır. Bu kanıt birinin suçlu olup olmadığına karar vermek için hiç de yeterli değil. Fakat, bu olasılığı araştırmamak mantıksız değil.”

“Hayır… aslında… onun suçlu olmasının imkanı yok.”

“Sahibin o olmadığına nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

Açıkçası onun suçlu olabileceğini duymak istemiyordum. Bunun farkındayım.

“Reddeden Sınıf içerisinde bulunduğumuz sürece zamanımız sınırsız. Sahibe yaklaşmak için karşımıza çıkan her fırsatı kullanacağız.”

“...ama şimdiye kadar o yöntemi kullanarak başarılı olamadın, değil mi?”

“Bugün oldukça ağır laf ediyorsun ya. Ama haklısın. Fakat, senin anılarını hatırlayabilmenin, sahibin planlarının bir parçası olduğu yönünde yeni bir ipucumuz var. Daha önce bunu düşenerek araştırma yapmamıştım. Bu şekilde yeni bilgiye ulaşabilme ihtimalimiz var.”

“Ama—”

“Kız güvendiğin biri olduğu için onun adını temize çıkartmak istemez misin?”

Doğru. Otonaşi tam üstüne bastı.

O kişiyle ilgili benim de şüphelerim vardı ki bu beni onu araştırmak istememeye itiyor.

“.......anladım. Sana yardım edeceğim.”

“Sırf bana yardım etmekle kalmamalısın; tersine, önderliği sen yapmalısın.”

O haklıydı. Reddeden Sınıf’tan kurtulmak isteyen bendim.

...Yine de… bir süredir beni bayağı rahatsız eden bir şey var. İçime kötü bir his doğdu.

“Peki o zaman, gidelim hadi.”

“B-Bekle bir dakika!”

“Neden tereddüt ediyorsun ki? Sabrım tükenmeye başladı ama!”

Beni rahatsız eden ş— Aa, anladım.

Bu tuhaf hissin kaynağını fark edince, kulaklarım kızarmaya başladı.

“Hm? Neyin var Kazuki? Yüzün kıpkırmızı.”

“Ah, hayır, sadece, sen—”

Neden bana ‘Hoşino’ yerine ‘Kazuki’ diye seslenmeye başladı?

“Ne? Ne diyorsun sen ya? ...Hey, suratın niye daha da çok kızarıyor?”

“...Ö-Özür dilerim. Yok bir şey.”

Ne zaman bana ilk adımla hitap etmeye başlamıştı ki? Anne-babam bile bana o şekilde hitap etmez.* [1]

Sanırım suratım şimdi daha da fazla kızarıyor.

“...? ...Peki o zaman? Her neyse, hadi gidelim.”

‘Otonaşi’ bana arkasını dönüp yürümeye başladı.

“T-Tamam…”

Ona ‘Otonaşi’ dışında bir isimle mi hitap etmeliydim acaba? Mesela ona uyup, ben de ona 'Aya' diye mi seslenseydim?

...Hayırhayırhayır!!! Yapamam! Yapamam! Bu söz konusu bile olamaz!

En azından ‘Aya Hanım’ olsun… hayır, bu bile kabul edilemez. Ama ‘Otonaşi’ fazla yaygın. Söylenişi kolay ve biraz daha göze çarpmayacak bir şey kullanmalıyım.

“Ah…”

Aklıma bir seçenek gelmişti. Onu da söylemek oldukça utandırıcı, ama o ismi zaten birkaç defa kullandığım için, işe yaramalı.

“.......Maria.”

Bu ismi düşük bir tonla mırıldandığımda, ‘Otonaşi’ durup bana döndü. Gözleri faltaşı gibi açıktı.

“Uvah! Ö-Özür dilerim!!” Son derece beklenmedik tepkisine şahit olunca tepkisel olarak özür diledim.

“...Neden özür diliyorsun? Beni biraz şaşırttın sadece.”

“...Kızgın değil misin yani?”

“Neden kızgın olayım ki? Bana istediğin şekilde hitap et.”

“A-Anladım.”

Otona- hayır, ‘Maria’nın’ ağzı gevşedi.

“Ama yine de, her şey arasından Maria’yı seçtin… Hıh.”

“Ah, yani… hoşuna gitmediyse…”

“Bana göre hava hoş. Sadece bir şeyi tekrar doğruladım.”

“Imm… neyi doğruladın?”

Her nedense, Maria usulca gülümsedi.

“Senin, Kazuki, komik bir adam olduğunu.”

Didik didik bir şey aranıyorum.

Sınıfa geri dönmüştük, ve şimdi bana yanıkmış gibi görünen kızın özel eşyalarını karıştırıyorum.

Tabi ki bunu yapmak istediğim için yapmıyorum, ve ayrıca kendimi aşırı adi hissediyorum.

Onun sınıfı şu an beden eğitimi dersinde. Maria, onunla doğrudan konuşmaktansa, bu fırsatı kullanıp ipucu bulmak için eşyalarını aramamız gerektiğine karar verdi.

Fikir belirtmediysem de ben de aynını düşünüyordum, aşağılık hissi de yok değil ama sessizce itaat ettim.

Bu arada, işi ancak ben yaparsam bu araştırma meyve verir gibi görünüyor. Maria zaten birkaç defa herkesin eşyalarını aramıştı. Şu anki duruma bakılırsa, işe yarar herhangi bir şey bulamamış henüz, ki bu gayet doğal. Maria bizleri yalnızca bir gündür tanıdığından olası kayda değer herhangi bir değişikliği tabi ki ayırt edemeyecek.

“Ohh…”

Kız test kitaplarını bir nevi şekillendirmek için temiz ve renkli çizgiler kullanmıştı. Notlar küçük ve yuvarlanmış harflerle düzgünce yazılmıştı. Ve burada da birçok renk kullanmış. Bir sayfanın sol kenarında bir kedi çizimi vardı. Sonraki sayfanın aynı yerinde bir tane daha çizim vardı. Bir sonraki sayfada yine aynı kedi… o anda bunun bir flip-book olduğunu anlamıştım. Sayfaları hızla çevirince, kedi teneke kutudan yaptığı bir roketle uçup gidiyordu. Maria sert bakışlarıyle beni dizginlemeden önce gülmeye başladım.

Neticede, kızlara özgü birçok ıvır-zıvır buldum. Eşyaları çoğunlukla pembe veya beyaz renkteydi. iPod’u J-Pop[2] ile doluydu. Cüzdanı çantasında değildi, öyleyse yanında taşıyordur muhtemelen.

“Hah!”

Özenle süslenmiş bir cep telefonu buldum—tam bir kişisel bilgi hazinesi.

Birkaç ipucu bulmayı umut ediyordum, ama telefon kilitliydi ve ben de daha fazla karıştıramadım. ...diğer yandan ise, bunu yapmadığım için rahatlamıştım.

Pembe el aynasının yanındaki makyaj çantasına baktım. Bu fondöten olmalıydı, bu renkli ruj, bu göz kalemi, bu da kaşlarını düzeltmek için kullandığı makas, ve sonunda oldukça yeni gözüken bir nesne… rimel herhalde.

“—”

Hah?

Tuhaf bir şeyler var.

“Bir şey mi buldun Kazuki?”

“......Daha emin değilim…”

Makyaj çantasının içerisinde bulunanları tekrar yokladım. İçinde özel bir şey olduğunu düşünmüyorum.

“Maria, bu makyaj çantasındaki herhangi bir şey gözüne çarpıyor mu?”

“Hayır? Daha önceden de karıştırmıştım, ama özel bir şey bulama—”

Cümlesinin ortasında suratı donakaldı.

“—bekle, böyle olamaz. O, bu eşyaya sahip olmamalı. Bunu 27,755 tekrardır fark edememiş olmamın imkanı yok. Ama… gerçek şu ki—”

“He? Bir şey mi buldun?”

“...Kazuki. Bunu gördükten sonra, senin bir şey hissetmiş olman gerekir.”

“...he? ...mm, yani, makyaj yapmanın gerçekte ona yakışmayacağını düşündüm.”

“Yok artık!”

Maria yüzünü ekşitti.

Başka ipucu bulmak için çantayı aramaya devam ettim. İçinde, tanıdık bir şey hissettim ve çıkarttım.

“Ah—”

Tetikleniyorlardı…

Bu tanıdık ambalajı görünce, anılarım gün yüzüne çıktı.

“Başka bir yol deneseydim, teklifimi kabul etmiş olabilir miydin?”

“Aa, tamam. Öyleyse başarana kadar itiraf etmeye devam etmem gerekiyor, değil mi?”

Yok artık.

Yok artık.

Yok artık.

Böyle bir saçmalığa inanamayacağım.

Bu sadece bir tesadüf. Salt bir tesadüf olmalıydı, ama hafızamdan gün yüzüne çıkan anılarım beynimin hayal ürünü olmak için fazla gülünç.

“—Maria, en sevdiğin yemek ne?”

“...Şimdi neden öyle bir şeyden konuşuyorsun ki?” Maria bana bakıp kaşlarını çattı. “...Hey, neyin var Kazuki? İyi gözükmüyorsun!”

“...Bilirsin ya, benim en sevdiğim atıştırmalık Umaibō’dur.”

Az önce çantadan çıkarttığım nesneyi gösterdim.

Bir Umaibō paketi.

“Özellike Mısır Çorbası aromasını severim. Ama kimseye söylememiştim zaten kimse umursamaz diye. Sınıfta sık sık Umaibō yerim, oldukça dönek biriyim, yani diyeceğim, söz konusu tada gelince, hep değişik olanlardan yiyorum. Kimse en çok mısır çorbası aromalı Umaibō’yu sevdiğimi bilmemeliydi!”

“Ama Teriyaki Burger tadını o kadar sevmiyorsun, öyle mi?”

“Hangi tadı en çok seviyorsun?”

Yanılmam için dua edip abur cubur paketine tekrar baktım.

Kaç defa bakarsam bakayım, hiçbir şey değişmedi.

Teriyaki Burger tadında değildi. Mısır Çorbası tadındaki Umaibō’ydu.

Az önce hatırladığım anılar bana bağrıyordu.

Çantasında mısır çorbası aromalı Umaibō’nun bulunması sırf bir tesadüf bile olsa—az önce hatırladığım anılardaki görüntüler inkar edilemez.

O—sahip.

“Kazuki.”

Maria sıkıca omuzlarımdan tutuyor. Tırnakları etime batıyor ve beni gerçekliğe geri getiriyor.

“Sahip kesinlikle o. Sonunda amacımıza vardık… yani, pek sayılmaz.”

Maria bu sözleri acıyla söyledikten sonra, “Ne demek istiyorsun?” diye sordum.

“Bu kadar aptalca hata yapan biri beni asla 27,755 ‘Okul Transferi’ boyunca aldatmış olamaz.”

“Ama Maria, sahibin kim olduğunu bilmediğini kabul etmen gerekiyor, öyle değil mi?”

“Bu doğru değil. Muhtemelen kimliğini şimdiden birkaç defa keşfettim, ama sahibin o olduğu bilgisini muhafaza edemedim.”

“He? Niye ki?”

“Kesin bir şey söyleyemem, ama bu Reddeden Sınıf’ın başka bir işlevi olduğunu sanıyorum. Mantıklı. Sahip kendisinin değişmeyen bir döngü içerisinde olduğuna inandığı sürece, Reddeden Sınıf sürmeye devam eder. Ama biri onun sahip olduğunu bilirse, bu ön koşul hemen parçalanır. Dolayısıyla, biri onun sahip olduğunu keşfeder keşfetmez, o anı siliniyor.”

“...Ama bu defa sahibin kim olduğunu biliyoruz.”

“Tabi ki. Ama bu sevinmek için bir sebep hiç değil,” dedi Maria sıkkın bir sesle. “Eğer bu sefer bir şey yapmazsak, bu ipucunu tekrar kaybedeceğiz.”

Anladım. Bu defa sahibi yenmezsek, bu tekrarda öğrendiğimiz her şeyi unutup, suçlu peşindeki arayışımızı tekrar baştan başlatacağız.

Maria’nın rahatsız olduğu belliydi ve dudaklarını ısırıyordu. Bir şeyi başarmak için yalnızca tek bir fırsatının olması biraz sinir bozucu, ne de olsa her şeyi tekrar tekrar baştan yapabilmeye alışmıştı.

“...Ama Maria, hayat tek turda sonucu belli olan bir yarış değil mi? Durum ne kadar önemsiz olursa olsun, son kaydedilmiş noktaya geri dönme düğmesi yoktur.”

Bu sözü oldukça severim, ama Maria bana soğuk gözlerle baktı.

“Bu sapmış cesaretlendirmenle elde edebileceğimiz ne ki?”

O bile iç çekti.

“Ö-Özür dilerim… sadece biraz sinirli gözüküyordun.”

Özürümü duyduktan sonra, Maria azıcık sakinleşti.

“Evet, tabi ki öyleyim. Ama durumumuz sıkıntılı olduğu için değil.”

“...değil ama aksine?”

“Anlamıyor musun? Onun sahip olduğunu tekrar tekrar öğrenmeme rağmen, Reddeden Sınıf henüz sonlanmadı. Bunun ne anlama geldiğini anlayamıyor musun?”

Kafamı yana eğdim.

Bana mı, suçluya mı, kendisine miydi bilmiyordum ama Maria müthiş bir öfkeyle birkaç laf etti:

“Sahibe karşı defalarca kaybettim.”



“Kokone.”

“Ah, aşk ustası, Kazuki Hoşino, sonunda geldi!”

Her zamanki gibi, Kokone şakayla karışık benimle alay ediyor.

Şu anda öğle yemeği arası. Maria ile beraber sabahki tüm dersleri ektik, ve dolayısıyla herkes bize takılmaya başladı. Ama Maria’nın sessizliği sağolsun sınıf arkadaşlarımız çabucak bizimle alay etmekten vazgeçti. Meraklı bakışları hala üzerimizde gerçi ama. Neyse, olacak o kadar.

“Dinle Kokone. Gerçeği söylemek gerekirse—”

Kendimi frenledim. Çünkü Kokone’nin suratı az önceki rahat halinden ciddi bir hale gelmişti, ve gömleğimin kolunu çekiştiriyordu.

Maria’ya bakış attıktan sonra, Kokone beni sınıfın dışına çıkarttı.

“Kazu, lütfen lafı dolandırma ve soracağım soruya dürüstçe cevap ver.”

Tam kapının yanında, Kokone kolumu bıraktı ve konuşmaya devam etti.

“Otonaşi ile nasıl bir ilişkin var?”

“...Neden soruyorsun?”

Dedim, cevabı biliyordum halbuki. Kokone gözlerini devirdi, ve cevap veremedi.

“Maria ile olan ilişkimi o kadar kolay tanımlayamam.”

Kokone sessiz kaldı, hala yere bakıyordu.

“Ama Otonaşi dışında birini seviyorum.”

Kokone sözlerimi duyunca gözlerini fal taşı gibi açtı ve bana baktı.

“Yani—”

Ama Kokone başka bir şey söylemedi. Başka yere baktı-ama bunu hemen fark ettim.

Sınıfa dalıp birini aradı.

Gözleri hareket etmeyi durduruyor.

Ve Kasumi Mogi’ye odaklanıyordu.

Mart'ın 1'ine dek Mogi'ye daha henüz âşık olmamıştım. Ve bu tekrar boyunca, 27,755. olan, onunla hiçbir şekilde iletişimde bulunmadım.

“Kokone, gerçeği söylemek gerekirse yapmanı istediğim bir şey var. O da—”

“Evet. Söylemene gerek yok. Buraya kadarki konuşmamız bana her şeyi açıkladı,” dedi Kokone, gülümseyerek. “Okuldan sonra mutfak sana uyar mı? Sana orada o zaman her şeyi anlatacağım!”

Bir anlığına niye mutfak diye düşündüm—ama doğru ya, Kokone Ev Bilimi[3] kulübünün üyesiydi.

“Muhtemelen bugün bizden başka kimse olmaz.”

Kafamı salladığımda, bana tekrar baktı. Onun bu yüzünün arkasında sakladığı düşünceleri tahmin bile edemiyorum.

“Kazuki.”

Bizi kapının ötesinden izleyen Maria, seslendi bana. Bu muhtemelen geri çekilmem için bir işaret.

Kokone’ye “sonra görüşürüz” dedim, ve ona arkamı dönmek üzereydim.

“Ah, bekle bir dakika!”

Kokone beni durdurdu. Durup ona tekrar baktım.

“Im, sorabilir miyim? Aa, ama tabi ki cevap vermek zorunda değilsin…”

“Ne?”

“Sevdiğin kişi kim, Kazu?”

Hemen cevap verdim.

“Mogi!”

Bunu duyduğu an, Kokone yere bakıp yüzünü sakladı. Ama ben yüzündeki ifadeyi farketmiştim bile.

Kokone gülümsüyordu.



Okul bitmişti.

Ev bilimi odasından birinin çığlıklarını duyduk. Girer girmez, her şeyin ters gittiğinin farkına varmıştık.

Bu olağanüstü fırsatı kaçırdık.

Planlandığı gibi, Kokone Kirino ve Kasumi Mogi ev bilimi odasındaydı. Hayır, daha doğrusu—Kasumi Mogi ve bir zamanlar Kokone Kirino olan şey ordaydı.

Ev bilimi odası kanlar içerisindeydi.

Suçlu elinde kana bulanmış mutfak bıçağını tutuyordu.

“Kazu.”

Beni fark etmiş olmasına rağmen, ifadesi her zamanki gibiydi.

“...N-neden—”

Anlamıyorum. Neden öyle bir şey yaptı?

Üstü başı kan-revan içindeki Mogi, bana bakıyordu. Her zamanki gibi ifadesiz. Ama gözlerinde alevlenen ve beni kınayan bir ışık farkettim.

Ahh, evet. Doğru. Kesinlikle ben de bu durum için suçlanmalıyım.

“Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl”

Mogi ara vermeksizin lanete benzer bir şeyler mırıldanıyor.

Bunu duymak istemiyorum. Sadece kulaklarımı tıkamak istiyorum, Ama bunu bile yapamam. Bir anda Mogi-san'ın kana bulanmış bedenini görünce bedenim üzerindeki hakimiyetimi kaybettim. Sözleri kulaklarımı ele geçirdi. Çaresizce o sözlerin anlamını idrak etmemek için sakınmayı denedim. Ama nafile- sözcükler bir çığ gibi eziyor beni, üzerime çöküp donakalmış bedenimi kaplıyorlar.

Mogi konuşuyor.

Beni kınayan o kelimeleri söylüyor.

“Öl!”


  1. Japon kültüründe kişilere genellikle aile isimleri veya soyisimleri ile hitap edilir. İlk isim ile hitap etmek genellikle iki tarafın da kabul etmesi gereken bir durum ve samimiyetin simgesidir, ayrıca saygı eki kullanmamak da ileri seviye samimiyet gerektirir. Daha fazla bilgi: http://japoncaderslerim.blogspot.com.tr/2014/01/hitap-sekilleri.html
  2. Japon pop müziği
  3. Öğrencilerin bir hocanın gözetimi altında yemek yapmasını öğrendiği ders veya okul sonrası etkinlik. https://en.wikipedia.org/wiki/Home_economics#/media/File:RSWittgensteinLehrk%C3%BCchev1985unbek.jpg


Geri Git - 0. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa