Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27755. Defa(2)

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

“Bunu söylemek için biraz geç olabilir, ama artık sana ihtiyacım kalmadığını fark ettim.”

Başını eğdi. Belki de olan bitenler onun için fazla hızlı ilerliyordu.

“Esasında, çok uzun zaman önce senin sadece bir engel olduğunu fark ettim, anlarsın ya? Ama acımasız olmak istemedim. Ne de olsa, biz sözde ‘arkadaş’tık.”

Ama artık arkadaş değiliz.

Sanırım o beni hala ‘arkadaş’ı olarak görüyor. Düne kadar, birbirimizin aşk hayatındaki sıkıntıları konuşacak kadar yakındık. Ama artık değiştim, o şekilde düşenemem. Hem, bundan böyle artık ‘arkadaş’ değiliz.

Ama burada asıl suçlanması gereken ben değilim: ona nasıl davranırsam davranayim, bana karşı şüphe duymaktan acizdi. Onunla daha önce olduğumdan tamamen farklı bir şekilde konuşsam bile şüphelenmekten acizdi.

—Kimse dönüşümüme engel olamaz.

Bu dünyanın kuralı bu.

Farzedelim ki, normal dünyada, başkaları aynı kalırken ben değişiyorum. O ise beni arkadaşı olarak görüyor. Yani eğer ben değişirsem, o bunu beklenmedik bir şey olarak algılar. Tek başına bu bile kendimi dönüştürme özgürlüğümü kısıtlıyor. Bu insanların yaz tatilinde aniden saçını sarıya boyatan birine gösterecekleri tepkiyle benzer bir durum. Özgürce gelişim gösteremediğim bir yerde seçeneklerim de kısıtlı olacaktır.

Bu şartlarda, biricik ve tek dileğim olan, ‘bugünü hiçbir pişmanlık yaşamadan geçirme’yi, gerçekleştiremezdim.

Böylesine işe yarar bir kural işte bu yüzden var.

Doğru. Bu dünya sırf benim rahatım için yaratıldı. Ama buna rağmen—

Ama buna rağmen… ne? Bunun devamında ne olduğunu düşünemiyordum.

O konu hakkında düşünmemem gerektiği hissine kapıldım.

O yüzden başka bir konudan bahsettim.

“Sence de ‘aşk’ beyaz bir elbiseye nar suyu dökmek gibi değil mi?”

Benzetmemi anlamışa benzemiyordu, ve kafasını tuhaf bir şekilde yana eğdi

“Diyelim ki beyaz bir elbiseye nar suyu döktün, tamam mı? Hadi, silmeye çalış: elbisede yine izi kalacak. O izler ebedi. O yüzden, o izi her gördüğünde ‘aa, ben oraya nar suyu dökmüştüm…’ diyip hatırlayacaksın. İzler sonsuza dek orada kalacağından unutmanın hiçbir yolu yok.”

Dolaptaki bir çekmeceyi açtım.

“Beni ne üzüyor biliyor musun?”

Çekmecenin içindeki mutfak bıçağının sapını sıkıca kavradım.

“Öyle bir izin beni kırmış olması!”

Bıçağı çıkarttım.

Bu bıçağı aynı sebep için birkaç defa kullanmıştım. Bu bıçak en keskiniydi.

O elimde tuttuğum mutfak bıçağını görünce sarardı. “Onunla ne yapacaksın?” diye sordu, ama birazdan olacakları tahmin edebiliyordu muhtemelen. Ama ‘öngördüğü’ şeyi asla yapacağıma inanamıyordu.

“Bununla ne yapacağımı mı bilmek istiyorsun? Hıhıhı…”

Ama bak ne diyeceğim. Bunu söylediğim için çok özür dilerim, ama muhtemelen—

“Seni reddedeceğim!”

—tam da beklediğin şeydi.

Ben ******’yi *****la *****düm.

İçimde oluşmak üzere olan karanlık ve acı verici hissi anlamamaya çalıştım. Direnmenin anlamsız olmasına rağmen, amacım uğruna gerekli olmasına rağmen, direnmeye çalıştım… çünkü bu şekilde hissetmek istemedim; çünkü bu hissi anlamamış gibi davranmaya devam etmek istedim.

Yere yığılmıştı ve kan öksürüyordu.

Izdırap çekiyor olmalıydı. Ne kadar acınası.

Muhtemelen başarısızdım. Onu en acısız şekilde *****meliydim.

“Biliyor musun, bunda başarısız olmak çok korkunç olabiliyor. Erkekler çaresiz olduklarında saçma bir güce sahip oluyorlar. Zayıf bir erkek bile benden çok daha güçlü. Ama bana vurduklarında onların gözlerindeki bakış çok daha korkunç. Bana çöpmüşüm gibi baktılar. Ben niye başarısızdım ya? ...ah, doğru ya. Havalı gözüktüğü için ucuz bir bıçak kullandığımdan dolayı. Böyle bir şeyle insan öldürmek oldukça zor yani. Ve üstelik çok da çirkin. İnsanları bıçaklamak veya kesmek… iğrenç bir şey! Bunun yüzünden kusabilirim bile. Ağladım da, kendime neden böyle çirkin şeyler yaptığımı sordum. Ama biliyor musun? Sonuçta, söz konusu kişi aynı hareketlerde bulunduğu sürece aynı şey tekrar tekrar olacak. Ve bundan dolayı, arzu ettiğim gelecek asla gelmeyecek. O yüzden, o kişiyi silmekten başka bir çarem yok, değil mi? Çaresi yok, değil mi? Bu çok acımasız değil mi? Neden böyle şeyler yapmak zorundayım ki?”

Bana güçsüz gözlerle baktı.

“Ama gerçeği söylemek gerekirse, belki de seni o şekilde bıçaklamama bile gerek yoktu. Neticede, ‘reddetmek’ zihinde biter. Ama biliyor musun? Başka hiç bir yol bulamadım. Kendi ellerimle birini öldürmekten başka ‘reddetmenin’ yolunu bulamadım. Birini tüm kalbimle ‘reddetmek’ o kadar kolay değil. Kalbime bir yük koydum. Ve bu suçluluk duygularını yaratarak, kendimi o kişiden kaçmaya mecbur ettim. Bunun sayesinde, bir insanla gerçekten görüşmek istemediğimi hissedebiliyorum—onu ‘reddettim’. Ne olursa olsun, artık kimse o kişiyi hatırlayamayacaktır.”

Boynunu büktü. Sanki kendini daha fazla dik tutamıyordu.

“Biliyorum! Benim suçum, değil mi? Hepsi benim suçum, değil mi? Ama söyle madem, ne yapmalıyım? ...Özür dilerim. Senin hiçbir fikrin yok, değil mi? Aa, neden bu kadar çok konuşuyorum ki? Nedenini biliyorum. Çok endişeliyim, çok endişeliyim, çok endişeliyim, sessiz duramıyorum. İçten içe eğer kendimi anlatırsam beni affedeceğini umuyorum. Ama beni affetmenin imkanı yok, değil mi? Özür dilerim. Gerçekten, özür dilerim. Özür dilerim, özür dilerim. Bu kadar bencil olduğum için özür dilerim. Ama biliyor musun? En çok ızdırap çeken benim, ne de olsa. Suçu dürüstçe kabul ediyorum. Kötü bir şey yaptığımı biliyorum. O yüzden, dürüst olmak gerekirse, benim hakkımda ne düşündüğün zerre umurumda değil.”

Acaba kimle konuşuyordum?

Ama bunun hiç önemi olmadığı içime doğdu. Özellikle birine hiç konuşmadım zaten. Yere yığılmış olan kişiyi hiçbir zaman ‘arkadaş’ olarak görmedim.

Yalnızdım zaten.

“H-Hayır—”

Ama buna rağmen, bunu kabul etmek istemedim.

Böylesine bir yerde ne kadar yalnız kaldığımı hatırlatsa da, haykırmaktan kendimi alıkoyamıyordum:

Lütfen gel!

Çabuk gel!

Kazu!

Acaba ne zamandan beri… ona bu kadar samimi bir şekilde hitap etmeye başladım? Bu tekrarlar içerisinde defalarca ona bu şekilde hitap etmek için izin almama rağmen, asla hatırlamıyordu.

Tam şimdi, kapı açıldı.

O buradaydı.

Hasretle beklediğim kişi, Kazuki Hoşino, buradaydı.

Bu berbat durumu görünce sesi kesildi. Onun yanında ise, o sinir bozucu kız, kutumda asalak gibi yaşayan, Aya Otonaşi vardı.

“...demek sonunda gelebildin, Kazu.”

Kendi sözlerime şaşırdım.

Ben ne kadar da aptaldım?

Kazu kaç defa beklentilerimi yüzüstü bırakmıştı? Sayılamayacak sayıdaki ihanetlerden sonra defalarca ondan vazgeçmemişmiydim?

Burada bulunması bile tesadüf değildi. Onu buraya davet etmeye ben karar vermiştim, ona bu sahneyi göstermek için.

Ama buna rağmen o geldiği için, uzun zaman önce bir defasındaki gibi, ondan bir mucize beklemekten kendimi alıkoyamıyordum. Beni gerçek dünyaya geri götüreceğini beklemeye başlamıştım.

Ama—bunun olmasının imkanı yoktu.

Kazu'nun gözleri sonuna kadar açıktı.

“Kazuki. Nasıl hissettiğini tahmin edebiliyorum. Ama bilmeliydin.”

Gereksiz kız bir şeyler söyledi.

“Sahip—Kasumi Mogi’ydi.”

Kazu gözlerini yere yığılmış olan ******’ye çevirdi.

İsmi neydi onun ya? Neyse artık. Unutmuştum. Neden unuttuğumu bile unutmuştum.

“...n-neden—”

Neden yaptığımı mı bilmek istiyordun?

Kazuki’nin yavaşlığına olan sinirimi saklayamadım.

Gözlerimle ona sitem ederek, düşüncelerimi ona bağırarak söyledim.

“Öl!”

Yeterli değildi.

“Öl, öl”

Hala yeterli değildi.

“Öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl, öl”

Kendim yaşamak istemediğim şey—

“—öl(mek)!!”[1]


  1. Kasumi burada esasında イタイdiyor. Bu ya “痛い”(Acıyor) veya”居たい”(Var olmayı/yaşamayı istemek) anlamına gelir. İçeriğe bakınca, öncekini tahmin etmek doğal. Ama daha sonra Kanji’yi kullanıyor, bu da hangi anlamda kullanıldığını açıklıyor.


Geri Git - 27,755. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa