Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 0. Defa

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

Ancak on-altı yaşıma geldiğimde ‘aşk dünyayı değiştirebilir’ sözünü kelimesi kelimesine anlayabilmiştim. Kaç defa hayatın sadece aşırı usandırıcı olduğunu düşünmüştüm, sonu gelmeyen alışkanlıkların, alışkanlıkların, alışkanlıkların tekrarıyla? Defalarca kendi hayatımı sonlandırmayı cidden düşündüm—iki elimdeki parmakları, hatta ayağımdaki parmakları kullansam bile sayamam.

Fena halde sıkılmıştım.

Ama hiçbir zaman hislerimi dile getirmedim, ve hep neşeli davrandım. Ne de olsa, açıkça olumsuz tavırlara bürünerek davranmanın sana hiçbir yararı dokunmaz. Herkesle aramı iyi tutmaya çalıştım, ki bu çok da zor değildi. Eksi ve artının ya da sevip sevmediğin şeylerin üstünde aşırı durmazsan, herkesle geçinebilirsin.

Etrafımda birçok sayıda insan birikti, ve hepsi bana aynı şeyi söyledi.

“Sen hep çok neşelisin. Amma kaygısızsın, değil mi?”

Aa, evet. Tamamen oyuna geldiğinizden dolayı herkese çok teşekkür ederim. Çirkinliğimden bihaber olduğunuz için çok teşekkür ederim. Sayenizde, her şeyi bir kenara fırlatıp atmak istedim.

Sanırım bu sıkıntının ne zaman başladığını biliyorum.

İnsanların her biri ve hepsi fazla ben-merkezci.

Bir çocukla karşılıklı olarak e-posta adreslerimizi birbirimize verdiğimizde, e-mail’lerine düzenli cevap verince, benden karşılık almamasına rağmen heyecanlanıp bana aşkını ilan etti. Diğer kızlar tarafından hor görülen bir çocuğu görmemezlikten gelmemeye başlayınca, bunun ona karşı ilgi duyduğum anlamına geldiğini düşünüp bana aşkını ilan etti. Birisi beni bir film izlemeye çağırdığında, ve reddetmek ayıp olacağı için kabul ettiğimde, bana aşkını ilan etti. Evimiz aynı yönde olduğu için biriyle birkaç defa birlikte eve döndüğüm için bana aşkını ilan etti.

Sonrasında, hepsi onlara ihanet ediyormuşum gibi surat yaptı, oysa suçlanacak kişi sadece kendileriydi, ve sonunda bana içerlendiler. O erkekleri seven kızlar tarafından da içerlendim. Bencil. Egoist. Her defasında incitildim ve yara bere içinde kaldım. Zamanla incindiğimde oluşan yeni izleri fark etmemeye başlamıştım. O zaman sonunda anlamıştım—

Her bir insanla sadece gönülsüzce, fazla bağlanmadan ilişki kurmam gerekiyordu. Sadece ortama ayak uydurup üstünkörü konuşmam gerekiyordu. Onlara gerçek kendimi göstermeyecektim. Hassas tarafımı korumak adına sadece kabuğuma çekilmem gerekiyordu.

Ve ardından sıkılmıştım.

Onlara sadece dış kabuğumu gösterdiğimde bile, kimse değişikliği fark etmemişti.

Hepsi bana aynı şeyi söyledi.

“Sen hep çok neşelisin. Amma kaygısızsın, değil mi?”

Ne kadar da harika bir başarıydı.

Hepiniz kaybolmalısınız.

Okuldan sonra sıradan bir gündü. Her zamanki gibi, gülümseyerek etrafımda arkadaşımmış gibi davranan yabancılarla muhabbet ediyordum. Ardından, birden bire, özel bir dürtü olmaksızın—

Birden şekil alan bir kavram oluştu zihnimde, ve bana belli bir kelimeyi düşündürdü.

‘Issızlık’

Ah, ben—yapayalnızdım.

Yalnız. Anlıyorum, demek yalnızım. Etrafım insanlarla çevrili olmasına rağmen yapayalnızdım. Garip bir şekilde keyiflendim.Bu kelime cuk oturuyor.

Ama bu kelime hemen dişlerini gösterip bana saldırdı. Mutlak yalnızlığın eşliğinde ızdırabın da olduğunu ilk defa fark etmiştim. Göğsüm ağrıdı, nefes alamadım. Ve sonunda nefes alabildiğimde bile, sanki hava iğneler ile doluydu. Acı ciğerimi delip geçti. Gözlerim bir anlığına karardı, ve hayatımın sona ereceğini sandım. Ama görüşüm hemen yerine geldi ve hayat o kadar kolay sona ermedi. Ne yapacağımı bilemedim. Bilmiyorum. Yardım edin. Biri, bana yardım etsin.

“Ne oldu?”

Biri zorlandığımın farkına varmıştı ve bana dedi ki:

“Öyle gülümseyince çok mutlu gözüküyorsun.”

He?

Gülümsüyor muydum—?

Onun sözlerini anlayamadığım için ellerimi yanaklarıma getirdim.

Dudaklarımın kenarları gerçekten de kalkmıştı.

“Sen hep çok neşelisin. Amma kaygısızsın, değil mi?”

Kahkaha attım. “Evet, mutluyum!” Güldüm. Nedenini bilmeden gülmeye devam ettim.

O anda etrafımdaki insanlar yavaş yavaş şeffaflaştı. Bir bir şeffaf oldular. Şeffaf olup kayboldular, artık onları göremiyordum. Bazı sesler hala benimle konuşmaya devam ediyordu, ama artık onları duyamıyordum. Ama her nasılsa düzgünce yanıt verebiliyordum. Anlayamamıştım.

Ne olduğunu anlayana kadar, sınıf bomboştu. Geriye tek kalan bendim.

Ama eminim ki sınıfı boş yapan kişi de bendim.

Herkesi reddettim.

“Bir randevum var, ben artık gideyim.”

Kimseyi göremememe rağmen, yüzümde bir gülümseme ile konuşup çantamı toparladım. Galiba herkes ile olan ilişkim herhangi birine özel olarak hitap etmemi gerektirmiyordu. Durum böyleyse eğer baştan beri duvarlarla konuşsaymışım ya.

Ama buna rağmen, neden?

“...Afedersin, iyi misin?”

Orada kimseciklerin olmaması gerekiyordu, ama her nedense bu sözleri gayet net duyabiliyorum.

Tam okulun kapısından çıktım ki bir anda geri getirilmiştim, ve her şey tekrar gözükmeye başlamıştı.

Arkamı döndüğümde, orada sınıfımdan bir çocuğu gördüm, nefes nefese kalmıştı. Görünen o ki peşimden koşuyordu.

Adı kesinlikle Kazuki Hoşino’ydu. Ne samimiydik, ne de o herhangi bir şekilde özel biri falan değildi - onun hakkında tek bildiğim şey ismi.

“Ne demek istiyorsun?”

O soruyu sorarken, tuhaf bir beklenti içinde olduğumu fark ettim.

Ne de olsa, bir şeylerin ters olduğunu fark etmese, ‘iyi misin’ gibi bir şey sormazdı. Bu demek oluyor ki değişikliğimi fark etmişti—bana yakın olan ve benimle iletişimde olan kişiler için imkansız olan bir şeyi.

“Ehm… nasıl desem? Çok ‘uzak’ görünüyorsun... veya emin değilim, ama sanki gündelik hayatın bir parçası değilmişsin gibi…”

Çok zorlanarak konuşuyordu ve bir türlü sadede gelemiyordu.

“Ehm… olan bitene farklı anlam yüklüyorsam boşver. Garip şeyler söylediğim için özür dilerim.”

Kendini garip hissetmişti galiba, ve ayrılmak üzereydi.

“...bir dakika bekle.”

Ayrılmasına izin vermedim. O başını biraz yana eğdi ve bana baktı.

“E-Ehm…”

Onu durdurmuş olabilirim, ama şimdi ne demeliyim ki?

Ama yani—o beni ‘uzak’ olarak betimledi, o ıssız sınıfta gülüyor olmama rağmen.

“...ben hep neşeli mi gözüküyorum?”

Herkes gibi yanıt verirse, o da sadece herkes gibidir.

Ah, onun hakkında büyük beklentilerim vardı. Sözümü reddedip beni gerçekten anlayacağına dair muazzam bir umudum vardı.

“Evet. Yani… öyle gözüküyorsun,” tereddüt ile yanıt verdi.

Bu sözleri duyar duymaz, tamamen gözümden düşmüştü, ona karşı olan bütün ilgimi kaybettim ve ondan birdenbire nefret etmeye başladım. Duygularımın ani ve güçlü değişikliğine şaşırmıştım, ama galiba beklentimi fazla yüksek tutmuşum.

Ama şu anda nefret ettiğim o çocuk şu sözleri ekledi:

“Çok çabalıyorsun, değil mi?”

Duygularım tekrar değişti ve nefretim hemen tersine döndü. Suratım bu ani değişikliklere ayak uyduramadı—ama kalbimi tuhaf bir sıcaklık kaplamıştı.

Çok çabalamak. Neşeli gözükmek için çok çabalamak.

Bu doğruydu. Neşeli gözüktüğümü inkar etmekten daha doğruydu.

Ve böylece—âşık oldum.


Uygun bir varsayımda bulunduğumun farkındayım. Sırf "Çok mu çabalıyorsun" demesi, beni gerçekten anladığı anlamına gelmezdi. Bunun farkındaydım. Ama buna rağmen - o varsayım sürekli aklımda.

İlk başta, bunun sadece geçici bir his olacağını düşünmüştüm. Ama geri dönüşü olmayan bir hale gelmesi çok uzun sürmedi. Ona olan hislerim artıyordu, asla erimeyen bir kar yığını gibi, kalbimi tamamen kaplayana dek. İşler bu yönde ilerlerse onun benim herşeyim olacağının farkında olmama rağmen, nedense umursamadım.

Ne de olsa, Kazuki Hoşino beni o ıssız sınıftan kurtardı ve can sıkıntımı yok etti.

Eğer o kalbimden silinseydi, eminim ki o ıssızlığa geri dönerdim.

Yapayalnız olduğum o ıssız sınıfa geri dönerdim.

Dünyam çok kolayca değişiverdi. Sıkkınlığım sanki bir yalandı. Duygularım sanki güçlü bir adaptöre takılmıştı. Artık onunla selamlaşmak bile beni mutlu ediyor. Aynı zamanda, onunla selamlaşmaktan fazlasını yapamadığım için üzülüyorum. Onunla Konuşunca mutlu oluyorum. Ama onunla azıcık konuşabildiğim için de üzülüyorum. Kalbim biraz uyuz ve kırık gibiydi—ama yine de buna razıydım.

Evet! Mutlaka onunla iyi anlaşacağım!

İlk önce, birbirimize ilk isimlerimizle hitap ederek başlamak isterim. [1]


—————-......


“Bir dileğin var mı?”

O sanki her yerdeydi, ama hiçbir yerde değildi. O sanki herkesi andırıyordu, ama kimseyi andırmıyordu. Benimle konuşan kişinin erkek veya bayan olduğunu bile çıkartamıyorum.

Bir dilek mi?

Tabi ki de var.

“Bu herhangi bir dileği gerçekleştiren bir ‘kutu’.”

Kanlı ellerimle kutuyu kabul ettim.

Bunun gerçek olduğunu hemen anladım. O yüzden, bu kutudan vazgeçmemeye kararlıyım.

Benim yerimde her kim olsa aynı şeyi yapardı, değil mi? Böyle bir hazineden vazgeçecek kimse olduğunu düşünmüyorum.

O yüzden bir dilekte bulundum.

İmkansız olduğunu bile bile, bütün kalbimle bir dilekte bulundum.

“—Ben hiçbir pişmanlık yaşamak—istemiyorum.”



  1. Japon kültüründe, birisine genellikle soy ismi ile hitap edilir.


Geri Git - 27,754. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa