Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27754. Defa(2)

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

Otonaşi ile olan ilişkimin tamamen bitmesi üzerine birden Kokone’den arama gelince hiç halim kalmadı muhtemelen. ...Esasında sadece mazeret uyduruyorum.

Tamamen unutmuştum.

Bu kavşakta kesinlikle bir kaza olacak.

Ben güvendeyim. Kavşağa yaklaşınca içgüdüsel olarak bir defasında orada ölürken o yaşadığım muazzam şoku hatırladım. O yüzden kendi emniyetimi sağlamakta sıkıntı yaşamam.

Ama bu kabul edilebilir bir durum değil. Sonuçta, bu demek oluyor ki başka biri bu kaçınılmaz kazada ezilecek.

Unutmuştum. Ve bu yüzden, o kişiyi kurtarmak için çok geç kalmıştım. Birinin ezileceğini bilmeme rağmen, durdurmadım. ‘Çünkü unutmuştum’ demek bir mazeret olarak sayılamazdı.

Berbat biriyim. Sanki o kişiyi kendim öldürmüştüm.

Kasumi Mogi orada.

Sevdiğim kız orada.

Her zamanki gibi, kamyon aşırı bir hızla ona doğru ilerlemekte.

Şuan durduğum yerden onu kurtaramam. Ne kadar hiç düşünmeden onu kurtarmaya çalışsam da, bu kadar uzaktayken başarabilmemin imkanı yok.

O kanlar içinde kalacak. Sevdiğim kız kanlar içinde kalacak. Sevdiğim kız benim yüzümden kanlar içinde kalacak. Sevdiğim kız kanlar içinde kalmaya devam edecekti, tekrar ve tekrar, ve benim yüzümden, tekrar ve tekrar, çünkü ben de buna göz yumuyorum, tekrar ve de tekrar.

“U-UAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAH!!”

Kamyona doğru koştum. Mogi'yi kurtarmak için mi koşuyorum? Hayır. Kesinlikle hayır. Suçluluk duymayı sürdüremem ve bir şeyler yapma hissini tatmak istiyorum ben. Bu sadece kendimi tatmin etmek için.

Berbat. Ben ne kadar berbat biriyim böyle?

Ve ardından gördüm.

“He…?”

Kurtarılma şansı olmadığını düşündüğüm kız itilerek kurtulmuştu.

Ben yapmamıştım.

Ona zamanında yetişmek için fazla uzaktaydım.

Öyleyse, onu kurtarabilecek tek bir kişi vardı.

Anılarımı terk edip onu unutmuşum gibi davrandığım zaman bile savaşmaya devam eden kız.

Kendini kurtarmaya zamanı kalmamasına rağmen.

Ama yine de, o—

—Aya Otonaşi ortaya atıldı.

Ah, doğru. Hatırladım.

Bu sahneye sayısız defa şahit olmuştum.

Bunların hepsi zaten tekrarlanacak. Birini kurtarmış olduğu gerçeği bile. Geriye tek kalacak şey, ölürken çektiği azabın anısı. Ölümle karşılaşmanın korkusu. Bu tecrübeyi tekrardan yaşayacağını bilmekten kaynaklanan keder.

Ama buna rağmen, Aya Otonaşi kamyonun önüne atıldı. Başka birini ezilmekten kurtarmak için.

Tekrar tekrar. Binlerce defa.

Doğru ya.

Nasıl unutmuş olabilirdim?

Şiddetli bir çarpma sesi vardı, ama kamyon duvarı içerden devasa bir gürültüyle kırarak geçti. Sesten hala kulaklarım çınlarken bir şekilde Otonaşi'ye yaklaştım. Mogi yanında uzanıyordu, tamamen donuk bir vaziyette. Anlaşılan çok büyük bir şok yaşamıştı.

Otonaşi'ye baktım.

Sol bacağı ters yönde bükülmüştü.

Kan ter ile kaplıydı, ama öyle bir kararlılıkla konuşuyordu ki sanki hiç yaralanmamıştı.

“Geçen sefer, seni öldürdüm.”

Onun için konuşmak ızdıraplı olmalıydı, ama sesi çok netti.

“Her şeyin sahibini öldürünce biteceğini düşünmüştüm. Yapmak istemedim. Ama zamanında Reddeden Sınıf’tan kurtulmanın tek yolun o olduğuna inanıyordum. İnsanlığımdan vazgeçmeye hazırdım. Kabul etmek istemiyorum ama o dönemde benim için bir mahsuru yoktu. Reddeden Sınıf’tan kurtulduğumda utancımın da sıfırlanıp yok olacağını düşünmüştüm.”

Otonaşi'nin bu tekrarın başında niye her şeyi unutmuş numarası yaptığını sonunda anlamıştım.

Kendini affedememişti.

O kazada öldüğümde ölümüme kayıtsız kaldığı için.

Öyleysine pişmandı ki Reddeden Sınıf’ı ve o kadardır peşinde olduğu kutuyu yüz üstü bırakıp gitmekten.

‘O zaman neden beni öldürdün?!!’

Bu sözlere itiraz edemediği için çok pişmandı.

Ben ne kadar acımasızdım?

Ve o sözler doğru bile değildi.

Geçen sefer, Mogi'yi kurtarmak için ortaya atılmıştım ve kazada ölmüştüm. Bunun Otonaşi'nin suçu olduğunu zannetmiştim, Mogi'nin ölüm sebebinin hep Otonaşi'nin yüzünden olduğunu zannettiğim gibi.

Önyargılı görüşlerim yüzünden, ‘Beni öldürdün’ gibi bir şey çıtlattım. Bu yanlış anlaşılmayı cinayet fikrini reddettiği an fark etmeliydim. İşin aslı, kutaramadığı yalnız ben olsam da.. Her nedense, bu kaza hep meydana geliyordu. Biri kesinlikle eziliyordu. O sefer benim ölmem sadece tesadüftü.

“Hıh, kendi aptallığıma sadece gülebiliyorum. Suçluluk sırf kayıtsız kalınarak kaybolmaz ki. Bu da yetmezmiş gibi, Reddeden Sınıf sonlanmadı ve ben eski benliğimin gölgesine dönüşme sorunuyla başa çıkmak zorundayım. ‘İlahi adalet’ sözünün daha uygun olabileceği bir durum hayal edemiyorum.”

“Bunları söylerken, Otonaşi kan öksürmeye başladı.”

“Otonaşi, canın yanıyorsa konuşma…”

“Konuşmak için bir daha ne zaman fırsatımız olacak? Bu kadar acıya alışmıştım çoktan. Bu hiçbir şey değil. Bu sadece anlık bir acı, o yüzden yavaş yavaş seni içten çökerten bir hastalığa kapılmaktan çok daha iyi.”

Öyle bir duruma “çoktan alışmak” gibi bir şey söz konusu olamaz!

“Ne anılarımı kaybettim, ne de Reddeden Sınıf’tan kurtulabildim. Haha... Muhtemelen bilincimin derinliklerinde bunu biliyordum... Reddeden Sınıf’tan ayrılamayacağımı.”

“...neden?”

“Çok basit. Azmim beni o kadar kolay serbest bırakmaz.”

Otonaşi ileri geri sallanırken ayağa kalktı. Uzanık halde kalabilirdi, ama sanırım ona tepeden bakmamı kaldıramıyor.

Sol bacağı mahvolmuştu. Otonaşi şiddetle öksürdü ve ağzından kanlar fışkırdı. Ama buna rağmen duvardan destek alarak kalktı ve bana baktı.

Muhtemelen Otonaşi ayağa kalktığından dolayı, Mogi ifadesizce donakalmış halinden kurtuldu ve hareket etmeye başladı. Ardından bana ürkek ürkek baktı.

“İyi misin, Mogi?”

“.......!!” ağzından geciken bir çığlık kaçtı.

“S-Siz ne hakkında konuşuyordunuz… az önce..? Mmm, sırf az önce de değil, dünden beri.. siz ikiniz neyin nesisiniz?”

...ne? Kime o gözlerle bakıyordun öyle? O korku dolu gözlerle kime bakıyordun sen?

...biliyordum. Bana doğru bakıyordu.

Her nedense, onu yalnız bırakamadım. Düşünmeden, Mogi'nin yanağına dokunmaya uzandım.

“D-Dokunma bana!”

Aah.. haklısın. Ben ne yapıyordum? Onu ürküten kişi ben olduğum halde, niye ona doğru uzanayım ki? Bunun onu sakinleştireceğini mi düşünmüştüm? Bir anlığına bile olsa, nasıl onu sakinleştirebileceğimi düşünmüş olabilirim ki?.. Bunu yapabilmemin imkanı yoktu.

“...Sen… neyin nesisin..?”

Dişimi sıktım. Ona hiçbir şey anlatamazdım. O yüzden, onun bakışına dayanmaktan başka çarem yoktu.

Bütün durumu şu an burada anlatmayı çok isterdim. Belki anlayabilirdi de.

Ama—öyle yapmamalıyım.

Ne de olsa savaşmam lazımdı. Reddeden Sınıf’la savaşmam lazımdı.

Ve bu savaş uğruna Reddeden Sınıf’ın yarattığı sahte günlük hayatı reddetmem gerekiyordu.

O zaman da, Otonaşi'nin elini tuttuğumda bu karara varmıştım. O yüzden reddediyordum. Mogi'nin bana gösterdiği gülümsemeyi, kızaran yüzünü, kucağında uyumama izin vermesini—hepsini reddettim.

Mogi, ben sessiz kalmakta direnince olan biteni anlamaya çalışmaktan vazgeçti, ve ürkekçe ayağa kalktı.

Titreyen bacaklarla geriye doğru sendeledi, gözleriyle onun peşinden gitmememiz için yalvardı, ve kaçtı.

Mogi kaçarken onu izledim.

Ve gözlerimin başka yere bakmadığına emin oldum.

Çünkü bunun arzu ettiğim sonuç olması gerekiyordu.

“—Artık ne kadar kararlı olduğunu anlıyorum,” dedi Otonaşi, Mogi ile olan etkileşimimden sonra. Hala duvara yaslanıyordu. “O yüzden, ben de karar verdim. Kutuyu elde etmeye çalışmaktan vazgeçeceğim.”

“...he?”

Bu beni rahatsız etmişti. Bu beni kesinlikle rahatsız etmişti. Otonaşi'nin gücüne ihtiyacım vardı. Düşünmeden, onu durdurmak için ağzımı açmıştım.

Tam da bunu yapmak üzereyken…

“—Bu yüzden, sana yardımda bulunacağım.”

“...he?”

Bunu beklemiyordum.

Bana yardımda bulunmak mı? Aya Otonaşi mi bana yardımda bulunacaktı?

“Neden gerizekalı gibi bana aval aval bakıyorsun? Az önce sana yardımda bulunacağımı söyledim. Sağır mısın?”

Ama bu, güneşin batı’dan doğup doğuda batması kadar imkansızdı.

“Yolumu kaybettim. Eleştirilerin tam isabet—seni öldürerek, ben insan-altı bi varlık oldum. Hayır, daha da kötüsü. Kendi korkaklığını kabul etmek istemediği için amacından vazgeçip kaçan biriyim. Diğer bir deyişle, Reddeden Sınıf’a teslim oldum. Ve sadece bir kutu tarafından mağlup edilen birisinin yapabileceği bir şey olmadığına kendi kendimi inandırıp kaçmaya devam ettim.”

Kendini aşağılıyor olmasına rağmen, gözlerinde hala bir ateş vardı. Esasında biraz rahatlamıştım.

“Ama tereddüt etmek için hiçbir sebep yok. Kesinlikle utanılacak bir şey yaptım, ama bu yelkenleri suya indirmem için bir sebep değil. İçi boş pişmanlıktan bir şey gelmez. Bundan dolayı artık kaçmayacağım. O yüzden—”

Ağzını kapatmıştı, cümlesini bitirmeye isteksizdi.

Ama ona sert sert baktığım için, ağzını açtı ve şunu söyledi.

“O yüzden lütfen—beni affet.”

Haa, anladım. Demek istediği buydu.

Bu garip konuşma bana bir özür olmalı.

Onun yalvarışı tamamen anlamsız.

“Seni affedemem.”

Bu açık sözlü kelimelerimi duyduktan sonra, Otonaşi bir anlığına şaşırmıştı, ama ciddi suratı hemen geri döndü.

“Anladım… öldürülmek kesinlikle affedemeyeceğin bir şey. Anlıyorum.”

“Öyle değil.”

Otonaşi kaşlarını çattı, kelimelerimin ne anlama geldiğini anlayamamıştı.

“Demeye çalıştığım şey… zaten affedilecek ne var ki?

Doğru. Onu affetmek istemiyor değildim. Sadece onu affedemem. Çünkü affedilecek hiçbir şey yoktu.

“...Hoşino, sen ne diyorsun? Ben…”

“Sen beni öldürdün mü?”

“...Evet.”

“Benimle dalga mı geçiyorsun?”

Birden gülmeye başladım.

Ben buradayım!

Doğru ya. Bu açık ve netti.

“Ben tam buradayım, Otonaşi.”

Ne kadar sorumluluk hissetse de, geri alınamayacak bir şey yapmamıştı.

Neden bu kadar sorumluluk hissettiğini anlamıyordum zaten. Ne de olsa Reddeden Sınıf’ın yaratıcısı değildi. Otonaşi sadece işin içine karışmıştı—

—hayır, bu doğru değil.

Otonaşi sadece bir kurban değil. Hepimizin kişiliğini çözen ve davranışlarımıza bağlı olarak nasıl hareketlerde bulunacağımızı bilen bir lider. Belirli bir yerine taş atınca suyun nasıl dalgalanacağını bilen biri. En az Reddeden Sınıf’ın yaratıcısına eş değer güce sahip bir lider o.

Ama bu güç yüzünden, olan bitenden kendini sorumlu tutuyor. Çünkü düzgün davranırsa kötü şeylerin önleneceğini düşünüyor.

O yüzden birisinin ölümüne mani olmadığı, yani olamadığı için, kendini katil gibi hissediyordu.

Ama Otonaşi kendisi demişti. Reddeden Sınıf içerisinde ölümler sadece bir gösteriydi diye.

“Gerçekten benim umurumda değil. Ama ısrar ediyorsan, sihirli bir kelime kullanmaya ne dersin?”

Otonaşi kaşları çatık donakaldı. Birkaç saniyeden sonra tekrar hareket etmeye başladı ve aşağı baktı.

“Hıh…”

Omuzları titredi. He? Ne? Bu ne demekti? Endişelendim ve ona gözümün ucuyla baktım.

“Hıhı… Haha… HAHAHAHAHAHAHA!!”

—Gülüyordu! Hatta kahkaha atıyordu!!

“H-hey! Neden gülüyorsun? Özür dilerim, ama anlayamıyorum!?”

İtirazlarıma rağmen, Otonaşi bir süre kahkaha atmaya devam etti.

Off… bu da neyin nesiydi böyle? ‘Havalı’ bir şey dediğimden emindim, ama anlaşılan işin sonunda sözlerim sadece gülünecek bir şeydi…

Otonaşi sonunda gülmemeye başlamıştı, her zamanki cesur ifadesi geri gelmişti ve dudağını bükerek benimle konuştu.

“Ben 27,754 okul transferi yaşadım.”

“...bunu iyi biliyorum.”

“Şimdiye kadar bütün davranış kalıplarını çözdüğümden emindim. Ama şu anki ifadeni hiç öngöremedim. Sonsuz can sıkıntısına alışık birisi için bunun ne kadar komik olduğunu hayal edebilir misin?” dedi, oldukça memnun gözüküyordu.

Hala onun niyetini anlayamamıştım ve başımı yana eğdim.

“Hoşino. Sen gerçekten çok komiksin. Daha önceden senin gibi biriyle asla tanışmamıştım. İlk bakışta hiçbir özel inancı olmayan sıradan bir insana benziyorsun, ama esasında günlük hayatına senden daha bağımlı kimse yok. Tam da bu sebepten dolayı bu sahte günlük hayatı gerçeğinden ayırt etmeyi benden bile daha iyi başarıyorsun.”

Otonaşi'den bile daha iyi mi?

“Bu doğru değil. Hiç de ayırt edemiyorum. Ne de olsa, geri alınacağını bilmeme rağmen, kaza olduğunda kalbim sıkışıyor…”

“Tabi ki de. Onun özelliğinle hiçbir alakası yok. Örneğin, bir film izlediğinde veya kitap okuduğunda, karakterler talihsizlik yaşadığında, sen de rahatsız oluyorsun, değil mi? Burada da aynı.”

Gerçekten öyle mi acaba?

“—Hoşino.”

“Ne?”

“Özür dilerim.”

Çok aniydi, ne için özür dilediğini anlayamamıştım. Ne olduğunu anlamadan, yüzündeki memnuniyetin izi kalmamıştı.

“Hakikaten, kendi güçsüzlüğümden utanıyorum. Özür dilerim.”

“Ö-Önemli değil…”

Benden üstün olduğu belli olan birinin benden samimi bir şekilde özür dilemesi beni rahatsız eder. Sanki beni eleştiriyormuş gibi bocaladım. Gerçekten acınası biriyim.

“Bu sadece basit bir özürdü, ama bu senin için yeterli, değil mi? Sadece seni ve niyetini anlayıp, seni yönlendirmeye devam etmem gerekiyor. Benden arzu ettiğin şey bu, değil mi?

“E-Evet…”

“Özür dilemek, he? Kesinlikle şart, ama sanki bunu senelerdir yapmıyormuşum gibi hissediyorum.”

...eminim gerçekten de yapmamıştır.

“Pekâlâ, vakit geldi.”

“Vakit?”

“27,754. okul transferin sonu için. Ve 27,755. başlangıcı.”

“Ha, anladım.”

Bu garip fenomeni şaşırtıcı bir sakinlikle kabullendim.

Etrafa baktığımda insanların kazadan dolayı toplaştığını gördüm. Aralarında bir çoğunun üstünde tanıdık üniformalar vardı. Kokone de bulunuyordu kalabalıkta ve bizi izliyordu. Otonaşi ile herkesi görmezden gelip konuşuyordum. Yani, Mogi'nin niye o kadar korktuğunu anlayabiliyordum. Kanlar içersinde kalmış bir Otonaşi ile sıradan bir muhabbet etmem oldukça rahatsız edici olmalıydı.

Otonaşi'ye elimi uzattım.

Hiç tereddüt etmeden, bu eli tuttu; başka birinin reddettiği bu eli.

Kalbim karşı konulmaz bir güçle sıkışmaya başladı, sanki bir yığın altında eziliyordu. Gökyüzü kitap gibi kapanmaya başladı. Kapanmasına rağmen, dünyanın büründüğü renk—beyazdı. Beyaz. Beyaz. Zemin sarsılmaya başlamıştı, tadı nedense şekerli geliyordu—tadını ise dilimle değilde, derim ile alıyordum. Kötü bir his değil, ama tiksindirici. Sonunda, anladım ki bu olay 27,754. tekrarın sonunu işaretliyor.

Dört bir yanımız yumuşak, tatlı, ve bembeyaz keder ile sarılı.



Geri Git - 3,087. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 0. Defa