Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27755. Defa

From Baka-Tsuki
Revision as of 18:26, 27 December 2016 by Yorozuya Yon-chan (talk | contribs)
Jump to navigation Jump to search

“Hadi ama, bugün bende değişik bir şey yok mu? Yok mu?”

Kokone her zamanki göründüğü haliyle bana yaklaştı. Bana bu soruyu geçmişte zaten sormuştu. Cevap neydi ya?

“...Rimel sürmüşsün.”

“Vay! Helal olsun Kazu!”

Anlaşılan doğru bildim.

“...ee, nasıl gözüküyorum?”

“Evet, şirin görünüyorsun,” dedim hiç tereddüt etmeden. Tekrar, doğru cevabı vermiştim. Çok ciddi değildim, ama Kokone ‘şirin’ sözünü duyduktan sonra tatmin olmuştu ve yüzünde bir gülümseme ile kafasını salladı.

“Hım, hımmm... Anladım, gözlerin iyi görüyor. Hey, sen—gıcık olan çocuk! Sen de onu örnek almalısın.”

Memnuniyetle kollarını kavuşturdu ve kafasını Daiya’ya doğru çevirdi.

“Bunu söyleyeceğime o dili kopartmayı tercih ederim.”

“Ah, bütün dünya bir oh çeker. Devam et lütfen.”

“Hayır, benim dilim değil—seninkinden bahsediyorum.”

“Haha! Yani beni etkileyici bir şekilde öpmeyi mi arzuluyorsun? Lütfen bana olan hayranlığını bu işe karıştırma~”

İçinde bulunduğum durumun hiç farkına varmaksızın, her zamanki gibi ikisi birbirini ışık hızında aşağılamaya başlamıştı.

Bundan biraz sonra, Daiya transfer öğrenci konusunu açtı.

Lütfen çabuk gel, Otonaşi.



“Adım Aya Otonaşi. Kazuki Hoşino ve sahip dışında kimseye ilgi duymuyorum.”

Aa, Otonaşi? Sen yeni transfer oldun, elbette ki, daha ilk günden sınıf arkadaşlarınla arana mesafe koyabilirsin. Ama ben neredeyse bir senedir bu sınıftayım, o yüzden benim için işler o şekilde yürümüyor, farkında mısın?

“Onun ‘sahip’ten kastı ne? Sahipte kimmiş? Demeye çalıştığı ‘Hoşino’ya sahip olan kişi’ mi?”

“Bu ‘kız arkadaşı’ anlamına gelmez mi?”

“Yani şu Kazuki'nin bir ‘kız arkadaşı’ var ve transfer öğrenci Otonaşi de o kızı mı arıyor? Neden ki?”

“Sanıyorum ki Otonaşi ile arasında bir şeyler vardı. Belki çıkıyorlardır… o zaman ikisini de mi idare ediyordu?!”

“Aynen! Durum muhakkak böyle! Bu hikaye daha ilginç gibi görünüyor, bununla devam edelim!”

“Hoşino'ya karşı karmaşık bir biçimde aşk ve nefret hissettiğinden, onun peşinden koşup bizim okulumuza transfer oldu. Eminim ki durum böyle.”

“Yani bu Hoşino… böyle bir güzelliği baştan mı çıkarttı?! Kahretsin!!”

Sınıf arkadaşlarımız bize aldırmadan hakkımızda dedikodu yapmaya devam ettiler. Bu fikirler nereden akıllarına geliyor tanrı aşkına?

“Yani Hoşino… aslında sadece benimle oynuyordu...”

“Ne?! Diğeri sen miydin?!”

“Hayır… Ben muhtemelen fazlalıktım… üçüncü, hayır,bundan daha da fazlası olmalı.”

“Nas… piçe bak!”

Kokone ağlama numarası yaptı ve Daiya fırsatı kollayıp her zamankinden daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Off, ikisi niye sırf böyle zamanlarda işbirliği yapıyor ki…

“...Ne kadar rahatsız edici,” diye mırıldandı Otonaşi. “Senin sayende, benden uzaklaşmaktansa, bana karşı daha da çok ilgi duyuyorlar.”

Eee...Bunun neresi benim suçum?



İlk dersten hemen sonra, Otonaşi ile birlikte sınıftan fırladık. Sınıf arkadaşlarımın bir kısmı doğal olarak beni desteklerken, bazı erkeklerin de kanasusamış bakışlarını sezdim—ama böyle şeylere endişelenecek zaman yoktu.

Her zamanki yerimize vardık—okul binasının arka tarafı.

Artık sınıfa zahmet vermek zorunda kalmayacaktık.

“Anladım. Seninle birlikte çalışmak otomatikman senin ilişki ağına sürüklenmek anlamına geliyor. Off… bu hiç pratik değil.”

Hayır, gayet eminim ki sorunun kaynağı onlara ne söylediğin.

“Ama bu 27,755 tekrar içerisinde ilk defa onları reddetmenin olumsuz bir etkisi oldu. Bu gerçekten gülünç.”

“Hımm, bilemiyorum yani eğer durumu gülünç buluyorsan...”

“Öyle deme. Benim için bile yeni tecrübeler biraz heyecanlıdır. Ayrıca, sırf birlikte çalışmaya başladığımız için de durumlar epey değişti. Bu hoş bir değişiklik.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Tek başıma olduğumda göremediğim yeni bir ipucu olabilir.”

O açıdan, birlikte çalışmaya kesinlikle değer, ama... yani…

Şaşırtıcı biçimde, o haklı olabilir. Herşeyden sonra, bugünün öncesinde sınıf 1-6’nın nasıl işlediğini bilmiyordu. Bugünü önceki günlerle karşılaştıramaz bile. Örneğin, o Mogi'ye olan sevgimin dünden bugüne dek nasıl geliştiğini bilemez, diğer bir deyişle Reddeden Sınıfın sürecini de.

“Ama şimdi, özellikle, ne yapmalıyız?”

“...bununla ilgili olarak, Kazuki. Çokça düşündüm ve hala daha senin Reddeden Sınıfın anahtarı olabileceğinin neticesine vardım.”

“He? Yani benden hala şüpheleniyor musun?”

“Öyle değil. Bir de sana sorayım: anılarını nasıl hatırlayabiliyorsun?”

“Ha… kim bilir?”

“Bu bir gizem, değil mi? Tabi, sen ve diğerleri arasında bir fark olduğunu hissedebiliyorum, ama sırf senin anılarını hatırlayabilmen garip değil mi?”

“Yani... tabi ki...”

“Nitekim, sahibin amaçları yüzünden de senin yeteneğinin sürdürülebileceğini varsayıyorum.”

“E..Ha...?”

“Her zamanki gibi uyuşuksun. Başka bir deyişle, senin anılarını hatırlayabilmen sahibin de yararına olabilir.”

Reddeden Sınıf’ın amaçları benim anılarımı hatırlamamı mı sağlıyor?

“Bu imkansız. Her zaman anılarımı hatırlamıyorum, değil mi? Sen olmasan, muhtemelen kalan herkes gibi bende anılarımı kaybetmeye devam ederdim.”

“Öyle, bunun hipotezimdeki hata olduğu söylenebilir. Fakat, senin anılarını muhafaza edebilme kabiliyetin, bu dünyanın geçmişi tekrarlama kabiliyeti kadar bozuk diyebiliriz. Eğer bu çelişkiyi hesaba katarsan gidişatı açıklayabilirsin: eğer anıların kaybolmuyorsa geçmiş kusursuzca tekrarlanamaz.”

Bu gerçekten de mümkün olabilir. Ama her nedense bana mantıklı gelmedi.

“İlk başta, benim anılarımı hatırlamama izin vermenin ne anlamı var ki?”

“Ben nereden bileyim?” dedi doğrudan. “Ama insanları en çok harekete geçiren duygu nedir biliyorum.”

“Ne?”

Otonaşi gözlerime derin derin baktı ve konuştu.

“Aşk.”

“...’aşk’..?”

Onun suratındaki dehşet ifadesinden dolayı kelimeyi anlamıyla hemen bağdaştıramadım. Ah, aşk?

“Otonaşi, çok tatlı bir şey söyledin öyle.”

Otonaşi bana soğuk gözlerle baktı.

“Tatlı olan ne? Yeteri kadar yoğun aşkın nefretten hiçbir farkı yok.”

“Nefretle aynı mı?” Afalladım. “...t-tamamen farklı şeyler onlar!”

“Aynılar. ...Hayır, kesinlikle farklılar. Aşk nefretten daha kötü bir his, çünkü insanlar onun pisliğinin farkında değiller. Aşk sadece iğrenç bir şey.”

İğrenç, he…

“Bunun şu anda önemi yok. Kazuki, aklına gelen herhangi biri var mı?”

“Bana âşık olan biri demeye çalışıyorsun, değil mi? Öyle birinin olması—”

Öyle birinin olmasının imkansız olduğunu söylemek üzereyken, birden aklıma geliverdi.

Birisi vardı.

Bana telefonun ucundan aşkını ilan ettiğinde şaka yapmadıysa—bir aday var.

“Anlaşılan düşündüğün biri var.”

“.......”

“Ne oldu?”

“...ehm, yani. Bu bana âşık olan kızın illa suçlu olduğu anlamına gelmez, değil mi?”

“Tabi ki de hayır. Bu kanıt birinin suçlu olup olmadığına karar vermek için hiç de yeterli değil. Fakat, bu olasılığı araştırmamak mantıksız değil.”

“Hayır… aslında… onun suçlu olmasının imkanı yok.”

“Sahibin o olmadığına nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

Açıkçası onun suçlu olabileceğini duymak istemiyordum. Bunun farkındayım.

“Reddeden Sınıf içerisinde bulunduğumuz sürece zamanımız sınırsız. Sahibe yaklaşmak için karşımıza çıkan her fırsatı kullanacağız.”

“...ama şimdiye kadar o yöntemi kullanarak başarılı olamadın, değil mi?”

“Bugün oldukça ağır laf ediyorsun ya. Ama haklısın. Fakat, senin anılarını hatırlayabilmenin, sahibin planlarının bir parçası olduğu yönünde yeni bir ipucumuz var. Daha önce bunu düşenerek araştırma yapmamıştım. Bu şekilde yeni bilgiye ulaşabilme ihtimalimiz var.”

“Ama—”

“Kız güvendiğin biri olduğu için onun adını temize çıkartmak istemez misin?”

Doğru. Otonaşi tam üstüne bastı.

O kişiyle ilgili benim de şüphelerim vardı ki bu beni onu araştırmak istememeye itiyor.

“.......anladım. Sana yardım edeceğim.”

“Sırf bana yardım etmekle kalmamalısın; tersine, önderliği sen yapmalısın.”

O haklıydı. Reddeden Sınıf’tan kurtulmak isteyen bendim.

...Yine de… bir süredir beni baya rahatsız eden bir şey var. İçime kötü bir his doğdu.

“Peki o zaman, gidelim hadi.”

“B-Bekle bir dakika!”

“Neden tereddüt ediyorsun ki? Sabrım tükenmeye başladı ama!”

Beni rahatsız eden ş— Aa, anladım.

Bu tuhaf hissin kaynağını fark edince, kulaklarım kızarmaya başladı.

“Hm? Neyin var Kazuki? Yüzün kıpkırmızı.”

“Ah, hayır, sadece, sen—”

Neden bana ‘Hoşino’ yerine ‘Kazuki’ diye seslenmeye başladı?

“Ne? Ne diyorsun sen ya? ...Hey, suratın niye daha da çok kızarıyor?”

“...Ö-Özür dilerim. Yok bir şey.”

Ne zaman bana ilk adımla hitap etmeye başlamıştı ki? Anne-babam bile bana o şekilde hitap etmez.* [1]

Sanırım suratım şimdi daha da fazla kızarıyor.

“...? ...Peki o zaman? Her neyse, hadi gidelim.”

‘Otonaşi’ bana arkasını dönüp yürümeye başladı.

“T-Tamam…”

Ona ‘Otonaşi’ dışında bir isimle mi hitap etmeliydim acaba? Mesela ona uyup, ben de ona 'Aya' diye mi seslenseydim?

...Hayırhayırhayır!!! Yapamam! Yapamam! Bu söz konusu bile olamaz!

En azından ‘Aya Hanım’ olsun… hayır, bu bile kabul edilemez. Ama ‘Otonaşi’ fazla yaygın. Söylenişi kolay ve biraz daha göze çarpmayacak bişey kullanmalıyım. (Ama ‘Otonaşi-san’ fazla yaygın aslı.reserved derken zaten herkesin kullandığı bi deyiş olduğunu belirtiyor, sınıftakilerin vb. tutulmuş anlamında reserved.ondan yaygın dedim.kazuki daha özel olsun istiyor anladığım kadarıyla. san-sama vb. ekleri attığın için çeviride biraz sıkıntı oldu gibi.)

“Ah…”

Aklıma bir seçenek gelmişti. Onu da söylemek oldukça utandırıcı, ama o ismi zaten birkaç defa kullandığım için, işe yaramalı.

“.......Maria.”

Bu ismi düşük bir tonla mırıldandığımda, ‘Otonaşi’ durup bana döndü. Gözleri faltaşı gibi açıktı.

“Uvah! Ö-Özür dilerim!!” Son derece beklenmedik tepkisine şahit olunca tepkisel olarak özür diledim.

“...Neden özür diliyorsun? Beni biraz şaşırttın sadece.”

“...Kızgın değil misin yani?”

“Neden kızgın olayım ki? Bana istediğin şekilde hitap et.”

“A-Anladım.”

Otona- hayır, ‘Maria’nın’ ağzı gevşedi.

“Ama yine de, her şey arasından Maria’yı seçtin… Hıh.”

“Ah, yani… hoşuna gitmediyse…”

“Bana göre hava hoş. Sadece bir şeyi tekrar doğruladım.”

“Imm… neyi doğruladın?”

Her nedense, Maria usulca gülümsedi.

“Senin, Kazuki, komik bir adam olduğunu.”

Didik didik bir şey aranıyorum.

Sınıfa geri dönmüştük, ve şimdi bana yanık gibi duran bir kızın özel eşyalarını karıştırıyorum.

Tabi ki bunu yapmak istediğim için yapmıyorum, ve ayrıca kendimi aşırı adi hissediyorum.

Onun sınıfı şu an beden eğitimi dersinde. Maria, onunla doğrudan konuşmaktansa, bu fırsatı kullanıp ipucu bulmak için eşyalarını aramamız gerektiğine karar verdi.

Sessizce hem fikir olduğumdan beri, xxx buraya bakıcam xxx

kendimi adi hissediyor olmama rağmen ona itaat ettim.

Bu arada, işi ancak ben yaparsam meyve verir gibi görünüyor bu araştırma. Maria zaten birkaç defa herkesin eşyalarını aramıştı. Şu anki duruma bakılırsa, işe yarar herhangi bir şey bulamamış henüz, ki bu gayet doğal. Maria bizleri yalnızca bir gündür tanıdığından olası kayda değer herhangi bir değişikliği tabi ki ayırt edemeyecek.

“Ohh…”

Kız test kitaplarını biraz düzenlemek XXX için temiz ve renkli çizgiler kullanmıştı. Notları küçük ve yuvarlanmış harflerle düzgünce yazılmıştı. Ve burada da birçok renk kullanmıştı. Bir sayfanın sol kenarında kedi çizimi vardı. Sonraki sayfanın aynı yerinde bir tane daha çizim vardı. Bir sonraki sayfada yine aynı kedi… o anda bunun bir flip-book olduğunu anlamıştım. Sayfaları hızla çevirince, kedi teneke kutudan yaptığı roket ile uçup gidiyordu. Maria sert bakışlarıyle beni dizginlemeden önce gülmeye başladım.

Neticede, kızlara özgü birçok ıvır-zıvır buldum. Eşyaları çoğunlukla pembe veya beyaz renkteydi. iPod’u J-Pop[2] ile doluydu. Cüzdanı çantasında değildi, öyleyse yanında taşıyor muhtemelen.

“Hah!”

Özenle süslenmiş bir cep telefonu buldum—özel bilgiden ibaret bir hazine.

Birkaç ipucu bulma umudum vardı, ama telefonu kilitliydi ve daha fazla karıştıramadım. ...diğer yandan ise, karaştıramadığım için rahatlamıştım.

Pembe el aynasının yanındaki makyaj çantasına baktım. Bu fondöten olmalıydı, bu renkli rujdu, bu göz kalemiydi, bu kirpiklerini kırpmak için kullandığı makastı, ve sonunda oldukça yeni gözüken bir nesne… rimel herhalde.

“—”

Hah?

Tuhaf bir şeyler vardı.

“Bir şey mi buldun Kazuki?”

“......Daha emin değilim…”

Makyaj çantasının içerisinde bulunanları tekrar karıştırdım. İçerisinde özel bir şey olduğunu düşünmüyorum.

“Maria, bu makyaj çantasındaki herhangi bir şey gözüne çarpıyor mu?”

“Hayır? Daha önceden de karıştırdım, ve içinde özel bir şey bulama—”

Cümlesinin ortasında suratı donakalmıştı.

“—bekle, böyle olamaz. O, bu eşyaya sahip olmamalı. Bunu 27,755 tekrar üzerinde fark edemememin imkanı yok. Ama… gerçek şu ki—”

“He? Bir şey mi buldun?”

“...Kazuki. Bunu gördükten sonra, senin bir şey hissetmiş olman gerekir.”

“...he? ...mm, yani, makyaj yapmasının ona yakışmayacağını düşündüm.”

“Yok artık!”

Maria sanki limon yemiş gibi suratını buruşturdu.

Çantayı başka ipucu bulmak için karıştırmaya devam ettim. İçerisinde, tanıdık bir şey hissettim ve çıkarttım.

“Ah—”

Tetikleniyorlardı…

Bu tanıdık ambalajı görünce, anılarım zihnimin yüzeyine çıkmaya başladı.

“Başka bir yaklaşım deneseydim, itirafımı kabul etmiş olabilir miydin?”

“Aa, tamam. Öyleyse başarana kadar itiraf etmeye devam etmem gerekiyor, değil mi?”

Yok artık.

Yok artık.

Yok artık.

Böyle bir saçmalığa inanamayacaktım.

Bu sadece bir tesadüftü. Bu sadece tesadüf olmalıydı, ama zihnimin yüzeyinde çıkan anılar hayal ürünü olmak için fazla saçmaydı—

“—Maria, en sevdiğin yemek ne?”

“...Şimdi neden öyle bir şeyden konuşuyorsun ki?” Maria bana bakıp kaşlarını çattı. “...Hey, neyin var Kazuki? İyi gözükmüyorsun!”

“...Bilirsin ya, benim en sevdiğim atıştırmalık Umaibō’dur.”

Az önce çantadan çıkarttığım nesneyi gösterdim.

Bir Umaibō ambalajıydı.

“Özellike Mısır Çorbası tadındakini seviyorum. Ama kimsenin umrunda olmadığı için kimseye söylememiştim. Sınıf içerisinde sık sık Umaibō yerim, ama söz konusu tada gelince, oldukça sadakatsiz olduğum söylenebilir, ve hep farklı tattakileri de yerim. En çok Mısır Çorbası tadındaki Umaibō’yu sevdiğimi kimse bilmemeliydi!”

“Ama Teriyaki Burger tadını o kadar sevmiyorsun, öyle mi?”

“Hangi tadı en çok seviyorsun?”

Yanılmam için dua edip tekrar atıştırmalığın ambalajına baktım.

Kaç defa bakarsam bakayım, hiçbir şey değişmedi.

Teriyaki Burger tadında değildi. Mısır Çorbası tadında Umaibō’ydu.

Az önce hatırladığım anılar bana bağrıyordu.

Mısır Çorbası tadında bir Umaibō’nun çantasında bulunması sırf bir tesadüf olsa bile—az önce hatırladığım anılardaki görüntüler inkar edilemezdi.

O—sahipti.

“Kazuki.”

Maria sıkı sıkı omuzlarımı tuttu. Tırnakları cildime batıyordu ve beni gerçekliğe geri getirdi.

“Sahip kesinlikle o. Sonunda amacımıza vardık… yani, pek sayılmaz.”

Maria bu sözleri hoşnutsuzlukla söyledikten sonra, “Ne demek istiyorsun?” diye sordum.

“Bu kadar aptal bir hata yapan biri beni asla 27,755 ‘Okul Transferi’ boyunca aldatmış olamaz.”

“Ama Maria, sahibin kim olduğunu bilmediğini kabul etmen gerekiyor, öyle değil mi?”

“Bu doğru değil. Muhtemelen kimliğini birkaç defa keşfettim, ama onun sahip olduğu bilgisini muhafaza edemedim.”

“He? Niye ki?”

“Kesin bir şey söyleyemem, ama bu Reddeden Sınıf’ın başka bir işlevi olduğunu tahmin ediyorum. Mantıklı olurdu. Sahip kendisinin değişmeyen bir döngü içerisinde olduğuna inandığı sürece, Reddeden Sınıf devam eder. Ama biri onun sahip olduğunu bilse, bu ön koşul hemen parçalanır. Dolayısıyla, biri onun sahip olduğunu keşfeder etmez, o anı siliniyor.”

“...Ama bu defa sahibin kim olduğunu biliyoruz.”

“Tabi ki. Ama bu sevinmek için bir sebep hiç değil,” sıkkın bir sesle dedi Maria. “Bu defa bunun hakkında bir şey yapmazsak, bu ipucunu tekrar kaybedeceğiz.”

Anladım. Bu defa sahibi yenmezsek, bu tekrarda öğrendiğimiz her şeyi unutup, suçlu peşindeki arayışımızı tekrar baştan başlatacaktık.

Maria’nın sinirli olduğu belliydi ve dudaklarını ısırıyordu. Bir şeyi başarmak için tek bir fırsatın olması biraz sinir bozucu olmalıydı, ne de olsa her şeyi tekrar tekrar yapabilmeye alışmıştı.

“...Ama Maria, hayat tek turda sonucu belli olan bir yarış değil mi? Durum ne kadar önemsiz olursa olsun, son kaydedilmiş noktaya geri dönme düğmesi yoktur.”

O lafı oldukça severim, ama Maria bana soğuk gözlerle baktı.

“Bu verilmesi gereksiz yüreklendirmenin ne anlamı var ?”

O bile iç çekti.

“Ö-Özür dilerim… sadece biraz sinirli gözüküyordun.”

Özürümü duyduktan sonra, Maria azıcık sakinleşti.

“Evet, tabi ki de öyleyim. Ama durumumuz sıkıntılı olduğu için değil.”

“...ama ondan çok?”

“Anlamıyor musun? Onun sahip olduğunu tekrar tekrar öğrenmeme rağmen, Reddeden Sınıf henüz sonlanmadı. Bunun ne anlama geldiğini anlamıyor musun?”

Kafamı yana eğdim.

Bana mı, suçluya mı, kendisine miydi bilmiyordum, ama Maria sinirli bir şekilde birkaç söz etti:

“Sahibe karşı defalarca kaybettim.”



“Kokone.”

“Ah, aşk ustası, Kazuki Hoşino, sonunda geldi!”

Her zamanki gibi, Kokone benimle şakayla karışık alay ediyordu.

Şu an öğlen arasındaydık. Maria ile bütün sabah derslerimizi ektik, ve dolayısıyla herkes bizimle alay etmeye başlamıştı. Ama Maria’nın sessizliği sayesinde herkes bizimle alay etmekten oldukça çabuk vazgeçti. Meraklı bakışları hala bizim üzerimizdeydi ama. Neyse, o kadarı olacaktı.

“Dinle Kokone. Gerçeği söylemek gerekirse—”

Kendimi durdurdum. Çünkü Kokone’nin suratı az önceki rahat halinden ciddi bir hale gelmişti, ve gömleğimin kolunu çekiştiriyordu.

Maria’ya gözümün kenarından baktıktan sonra, Kokone beni sınıftan dışarı çıkarttı.

“Kazu, lütfen lafı dolandırma ve soracağım soruya dürüstce cevap ver.”

Tam kapının yanında, Kokone kolumu bıraktı ve konuşmaya devam etti.

“Otonaşi ile nasıl bir ilişkin var?”

“...Neden soruyorsun?”

Dedim, cevabı bilmeme rağmen. Kokone yere baktı, ve cevap veremedi.

“Maria ile olan ilişkimi o kadar kolay tanımlayamam.”

Kokone sessiz kaldı, hala yere bakıyordu.

“Ama Otonaşi dışında birini seviyorum.”

Kokone sözlerimi duyunca gözlerini sonuna kadar açtı ve bana baktı.

“Yani—”

Ama Kokone başka bir şey söylemedi. Başka yere baktı ama—bunu hemen fark ettim.

Sınıfın içine bakıp gözleriyle birini aradı.

Gözlerinin hareketleri durdu.

Ve üstünde durdukları kişi—Kasumi Mogi’ydi.

Mart'tan sonraki zaman içerisinde henüz Mogi'ye âşık olmamıştım. Ve bu tekrar boyunca, 27,755. tekrarda, onunla hiçbir iletişimde bulunmadım.

“Kokone, gerçeği söylemek gerekirse yapmanı istediğim bir şey var. O da—”

“Evet. Söylemene gerek yok. Buraya kadar konuşmamız benim için her şeyi açıkladı,” dedi Kokone, gülümseyerek. “Okuldan sonra kulüp odası diye düşündüm—ama doğru ya, Kokone Ev Ekonomi kulüpünün bir üyesiydi.

“Muhtemelen bugün bizden başka kimse olmaz.”

Kafamı salladığımda, bana tekrar baktı. Onun ifadesinin arkasındaki düşünceleri tahmin bile edemiyordum.

“Kazuki.”

Bizi kapının ötesinden izleyen Maria, bana seslendi. Bu muhtemelen geri çekilmem için bir işaretti.

Kokone’ye “görüşürüz” dedim, ve ona arkamı dönmek üzereydim.

“Ah, bekle bir dakika!”

Kokone beni durdurdu. Durup ona tekrar baktım.

“Em, sorabilir miyim? Aa, ama tabi ki cevap vermek zorunda değilsin…”

“Ne?”

“Sevdiğin kişi kim, Kazu?”

Hemen cevap verdim.

“Mogi!”

Bunu duyduğu an, Kokone yere bakıp yüzünü sakladı. Ama yüzündeki ifadeyi görmüştüm bile.

Kokone gülümsüyordu.



Okul bitti.

Kulüp odasından birinin çığlıklarını duyduk. Girer girmez, her şeyin ters gittiğini fark ettik.

Bu olağanüstü fırsatı kaçırmıştık.

Planladığımız gibi, Kokone Kirino ve Kasumi Mogi kulüp odasındaydı. Hayır, daha doğrusu—Kasumi Mogi ve bir zamanlar Kokone Kirino olan şey mevcuttu.

Kulüp odası kanlar içerisindeydi.

Suçlu elinde kanlı mutfak bıçağını tutuyordu.

“Kazu.”

Beni fark etmiş olmasına rağmen, ifadesi her zamanki gibiydi.

“...N-neden—”

Anlayamıyordum. Neden öyle bir şey yapmıştı?

Üstü başı kan içinde olan Mogi, bana baktı. Her zamanki gibi ifadesizdi. Ama gözlerinde suçlunun ben olduğunu söyleyen bir ışığın titrediğini fark ettim.

Ahh, evet. Doğru. Bu durum için ben de suçlanmalıydım.

“Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl, Öl”

Mogi ara vermeksizin lanete benzeyen bir şeyler mırıldandı.

Bunu duymak istemiyordum. Sadece kulaklarımı kapamak istedim, Ama onu bile yapamadım. Mogi- san’ı kanlar içinde görünce vücudum üzerindeki hakimiyetimi kaybetmiştim. Sözleri kulaklarıma hücum etti. Onun sözlerinin anlamını idrak edememek için çırpındım. Ama faydasızdı—sözleri üzerime çığ gibi düştü, üzerime yağıp donakalmış vücudumu kapladılar.

Mogi konuşuyordu.

Beni kınadığı sözlerini söylüyordu.

“Öl!”



  1. Japon kültüründe kişilere genellikle aile isimleri veya soyisimleri ile hitap edilir. İlk isim ile hitap etmek genellikle iki tarafın da kabul etmesi gereken bir durum ve samimiyetin simgesidir, ayrıca saygı eki kullanmamak da ileri seviye samimiyet gerektirir. Daha fazla bilgi: http://japoncaderslerim.blogspot.com.tr/2014/01/hitap-sekilleri.html
  2. Japon pop müziği


Geri Git - 0. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa