Difference between revisions of "Utsuro no Hako - Türkçe: 4. Cilt 1. Bölüm"

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search
m
m
Line 1,778: Line 1,778:
   
 
===▶İkinci Gün <F> [Kazuki Hoşino]'nun Odası===
 
===▶İkinci Gün <F> [Kazuki Hoşino]'nun Odası===
  +
  +
[Gizli Buluşma]’dan beri Maria’nın tavrı pek değişmemişti.
  +
  +
O soruyu sadece ağzından kaçırdığından emindim. Bunun kanıtı kimseye ‘kutu’lardan söz etmemesiydi.
  +
  +
Kimse durumu kışkırtmadığı için her şey aynı şekilde devam etti.
  +
  +
Ama o sadece bugünlüktü.
  +
  +
İroha üçüncü günde onun «grubuna» katılıp katılmayacağımız konusunda cevap vermemizi istiyordu.
  +
  +
Ama her neyse ki bugün bitti.
  +
  +
Yatağıma yığıldım.
  +
  +
İkinci gün, kurban yok.
  +
  +
===▶Üçüncü Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası===
   
 
ÇN: Bölümün kalanı henüz çevrilmedi.
 
ÇN: Bölümün kalanı henüz çevrilmedi.

Revision as of 15:09, 16 September 2016

HakoMari4-OyunB.jpg


▶Birinci Gün [Kazuki Hoşino]’nun Odası

---*Çatırt*

Şeffaf eller vücudumun derinliklerine uzandı ve organlarımı ezdi. Bu oyuna sığmak için eziliyordum, parçalanıyordum, küçülüyordum. Bütün vücudumun baş döndürücü şekilde döndüğünü hissettim, giysiler ile birlikte bir çamaşır makinesinin içine atılmış gibi.

Böyle bir tecrübenin psikolojik rahatsızlığını yaşarken o eller kadar şeffaf oldum. Bütün vücudumu kaybetmiş gibi haffifleştim, ve farkında olmadan kapattığım gözlerimi yavaşça açtım.

Gördüğüm ilk şey boş bir tavan ve oradan sarkan yalnız bir ampul.

Kalbimin atışları hızlandı.

Bu hapis gibi odaya bir kez daha konulmuştum.

...hayır, bu tam olarak doğru değildi. Doğrusu bu benim buraya ilk gerçek gelişimdi. Tek bir hata bile yapamayacağım bir savaşta yer alacaktım.

Daiya ile yaptığım anlaşma aklıma geldi.


«Eğer o sekiz gün boyunca kimse kimseyi öldürmezse hayatta kalabilirsin.»

«Ve---eğer oyunun öyle sonlanmasını sağlayabilirsen, ben de ‘Asılsızlık Oyunu’nu yok ederim. Senin sözünü ettiğin ‘adillik’ bu olsa gerek, değil mi?»


Benim hedefim ‘kutu’yu yok etmek, Maria’yı kurtarmak, ve gerçek dünyaya geri dönmekti.

‘Reddeden Sınıf’ı ve ‘Balçıkta Yedi Gece’nin sahiplerini bulup onlara ‘kutu’larını teslim etmeye ikna ederek çözebilmiştik. Ama bu sefer işe yarayacak bir yöntem değildi. ‘Asılsızlık Oyunu’nun sahibi Daiya ikna edilemez biriydi.

O yüzden onu ikna edemezdim; onu yenmem gerekiyordu.

Gruba önderlik yapıp kimsenin kimseyi öldürmesine izin vermemem gerekiyordu. Kimsenin ölmediği bir son oluşturmam gerekiyordu.

Etrafa bakındım. Geçen seferki gibi küçük odada tuvalet ve lavabo gördüm. Ayrıca yaklaşık 20 inç bir ekran, bir masa, ve masanın üzerinde hintkeneviri torbacık vardı.


Torbacığın içerikleri de aynıydı. Bir tükenmez kalem, bir not defteri, bir mavi saat, yedi adet katı yemek, taşınabilir bir cihaz ve bir bıçak.

Fakat---

«TanışTığımıZa - memNun oldum»

Noitan adlı tiksinç yeşil ayı beni bu sefer böyle karşıladı.

---’Tanıştığımıza memnun oldum’, he?

Biraz garip geldi, ama esas karşılama buydu. Onunla daha önceden birkaç defa tanışmış olma hissine kapılsam da bu bizim ilk gerçek tanışmamızdı. Şimdiye kadar sadece NPC’lerim, benim kopyalarım onunla tanışmıştı. Bu tanışmayı sadece [temsili tecrübe] şeklinde yaşamıştım.

«Gufufu - TanışTığımıZa - memNun oldum - Kazuki - Peki - o zaMan - şimDi - kenDi [Sınıf]’ını - seçecekSin»

“...? Kendi [Sınıf]’ımı seçebiliyor muyum?”

«Evet - [Asil Krallık] oyunCunun - NPC’lere göRe daha - aVantajlı olacak şeKilde - taSarlandı - BöyLece diğErlerinin - NPC olDuğu bilgiSi - ve [temsili tecrübe]’ler ile - davRanışlaRı ve kiŞilikLeri - haKkında bilGin - Seni onlAra göre - daHa - psikolojik olarak üstün - kıLar»

“Ve kişinin kendi [Sınıf]’ını seçmesi de bu üstünlüklerden biri…”

«AyNen öyLe»

Noitan’ın görüntüsü ortadan kalktı ve ekranda [Sınıf]’lar görüntülendi.

[Kral]

[Prens]

[Dublör]

[Büyücü]

[Şövalye]

[Devrimci]

“...hım?”

[Kral], [Büyücü] ve [Devrimci] seçeneklerinin üzerinden çizgi çekildiğini fark ettim.

«Üzeri çizili [Sınıf]’lar - seçmeye iznin olmayan [Sınıf]’lar! - Bunun sebebi - daha önceden - diğer oyuncular - tarafından seçilmiş olmaları»

Noitan bir yandan sorumun cevabını vererek durumu açıkladı.

Daha önceden seçilen [Sınıf]’lar he? [Devrimci] Daiya, [Kral] Yuri ve [Büyücü] de… öğrenme fırsatım olmamıştı, ama İroha olmalıydı.

“Ama böyle bir kuralın var olma sebebi ne ki?”

«ÇünKü - bu kuRal olmaDan - sıraLarı daHa önce - olan oyunCular - fazLa dezaVantajDa - olurlaRdı! - [Temsili tecrübe]’lerden - daHa az - bilgi eDindiler - ne de olSa - Bu sebepTen - eşitLiği sağlaMak için - onlara [Sınıf] seçimi - konuSunda daHa Çok - seÇenek suNulur»

Anladım. ...gerçi, ilk oyuncunun buna rağmen büyük bir dezavantajda olduğunu düşünüyordum…

Her neyse, bunun anlamı [Prens], [Dublör] veya [Şövalye] vardı seçebileceğim [Sınıf]’lar arasında. ...geriye kalan [Sınıf]’lar oyunun gidişatını kontrol etmek için pek uygun değildi.

“Aa…”

Bir şeyin farkına vardım.

Sadece o üç [Sınıf]’tan birini seçebilirdim. Bu ayrıca tehlikeli [Sınıf]’ların; [Kral], [Büyücü] ve [Devrimci]’nin başkalarına verileceği anlamına geliyordu.

Yuri'nin oyuncu olduğu ikinci oyun aklıma geldi. O oyunda ben [Devrimci]’ydim. Buna rağmen oyunun sonu felaketti ama… Koudai Kamiuchi [Devrimci] olsaydı ne olurdu?

Daha da kötü sonuçlanırdı. Bundan emindim. Muhtemelen Maria’yı bile kurtaramazdım.

Eğer Daiya veya Koudai Kamiuchi bu defa [Devrimci] olursa---

“---ah…”

Tüylerim ürperdi. Eğer öyle olursa oyunu hadisesiz ve barışçıl bir şekilde bitirmenin imkanı olmazdı.

...hayır, korkak olmak gibi bir seçeneğim yoktu. Halen sekizinci günün <E> vaktine kadar hiçbir ölümün gerçekleşmesine izin vermeden onlara önderlik yapmam gerekiyordu.

«Seç - arTık»

Noitan beni sözleri ile dürtünce dikkatimi ekrana verdim.

[Prens], [Dublör] ve [Şövalye] - hangisi gruptan kimsenin ölmesine fırsat vermeden önderlik yapabilmem için en iyi seçenekti? Sonuç olarak en iyi seçeneğin [Devrimci]’yi engellemek olduğunu düşünüyordum. Öyleyse---

Karar verdiğim seçeneğe basmak için elimi uzattım.

«Emin - miSin?»

Önce beni aceleyle seçmeye zorluyor sonra da böyle bir soru mu soruyordu?!

“......Eminim!”

Kazanma koşulları benzer olduğu için [Devrimci]’yi kendi tarafına getirmeye en uygun [Sınıf]. Ve üstelik engelleme kabiliyetleri de bulunan [Sınıf]. Seçtiğim [Sınıf]---

[Şövalye] olmak için düğmeye bastım.

Ekran anında değişti ve Noitan’ın görüntüsü tekrar belirdi.

«Peki - Kazuki [Şövalye] oldu - Umarım - kaRakter hikaYesinde - yazılDığı giBi - diğerlerine karşı hissettiğin intikamı - son aNa kadAr - gizLeYip - onLara ihaNet edip - onları kıLıcınla - kesip biçersin»

“...intikam he. Saçmalama.”

Bunu mırıldayarak söylediğimde, yeşil ayı sırıtmaya başladı ve görüntüsü de buna ayak uydurup değişti.

«Hayır, seni kandırıp seni vahşice öldüren o hayvanlara karşı kin tutuyorsun, öyle değil mi? Seni kendi hayatları uğruna öldürdüler! Hehehe»

Kekelemesi kesildi ve o çirkef sözleri hiç çarpıtmadan söyledi. Şimdi hatırladım. Bu çirkin yeşil ayı istediğinde akıcı olarak konuşabiliyordu.

“...Daha yanlış düşünemezsin! Ben onlara karşı hiç de kin hissetmiyorum!”

«Hadi be oradan seni velet, aziz gibi davranmaktan vazgeç! Yoksa tam ölümün eşiğindeyken gerizekalı gibi gülerek herhangi birini affeder misin yoksa? Zaten senin değil onların ölmesi gerektiğini düşünüyorsun, öyle değil mi? Ya, tabi ki de öyle düşünüyorsun. Ne de olsa diğerleri de seni katlettiklerinde aynı şekilde düşündüler.»

“Benim öyle bir şey düşünmem imka---”

Ama orada kendimi durdurdum.

Onlardan elbette nefret etmiyordum. Onlardan intikam almak da istemiyordum. Öyle bir şey yapmayı hiç de istemiyordum.

Ama --- Yuri'nin öldürdüğü kişi gerçekten de «bendim». Gerçi benim bir kopyamdı sadece.

Hayatımı tehlikeye atmadan amacıma ulaşamazdım. O yüzden diğerlerini korumak uğruna hayatımı tehlikeye atmaya hazırdım. Onlar için kalkan gibi davranıp olan her şeyin suçunu kendi üzerime almam da gerekebilirdi.

---beni birkaç defa öldüren insanları korumanın uğruna.

Bunu tereddüt etmeden yapabilir miydim? Kuşkulanmadan? Açıkçası… yapabileceğimden pek emin değildim. O halde küçücük bir kuşku yüzünden amacımdan vazgeçecek miydim?

Başımı iki yana salladım.

O şekilde düşünmenin bir anlamı yoktu.

Var olan gücüm ile herkesin birbirine güvenebileceği bir ortam oluşturmam gerekiyordu. Eğer bunu başarabilirsem, kimse öldürmeye başlamayacaktı.

“------Hayır.”

Belki de bu tam olarak doğru değildi. ...hayır, doğru değildi.

Bu yetersizdi.

Karşılıklı güvenden oluşan ilişki kurmak tabi ki de şarttı. Ama sırf bununla kalmak yeterli değildi. Koudai Kamiuchi yine istediği gibi hareket edecekti. Yuri hayatta kalmak uğruna yine başkalarına ihanet edecekti. İroha sadece kendisinin doğru olduğunu düşündüğü şeyleri yapacaktı. Daiya zaten işbirliği yapmayacaktı.

O halde ne yapmam gerekiyordu?

«Beni dinlemeyecek misin! Hepsini kanlı vahşet ve çılgınlıkla öldür yeter! Seni sinsi katil!»

“Kapa çeneni!”

«Aralarında bir katilin olduğunu bilmene rağmen hepsiyle güzel güzel geçinebileceğini mi düşünüyorsun? Bırak öyle düşünceleri! Hepsi aşağılık köleymiş gibi onları hükmetmen gerekiyor!»

“...sus artık. Köleymiş! Öyle bir şeyi asla---”

...Hayır, haklı mıydı yoksa? Gerçekten başka seçeneğim yok muydu?

Oyunun tek çözümü birbirimizi öldürmek olduğunu düşünmüyorum. Düşündüğüm şey sırf birbirimize güvenerek sorunun çözülmeyeceği idi.

Doğru, yani kısacası kazanmak için---

---onları hükmetmek gerekiyordu.

“.......Haha…”

Bu ne ya? Oyundan kurtulmak için, tıpkı oyunun ismi ima ettiği gibi: [Asil Krallık], birinin onları «Kral» gibi hükmetmesi mı gerekiyordu?


Öyleyse «Kral» olursam kazanabilir miydim?


Bunu başarabilir miydim? Bu hiç de gerçekçi değildi; bunun üstesinden gelmemin imkanı yoktu.

Ama bir yandan da şunu fark ettim:

Kimsenin kimseyi öldürmemesini sağlamanın tek yolu buydu.

Eğer durum öyleyse---

«Ben bu [Asil Krallık]’ta sadece güçsüz bir kızım.»

«---ama yine de, kendi hayatım pahasına bile seni korumak istiyorum.»

---Bunu yapacağım. Bu ‘kutu’nun içinde güçsüz bir prenses gibi olan Maria’yı korumak uğruna, bunu yapacağım.

«Hadi baKalım - seNi öldüRen - kiŞileRe - seLam verMe - zamaNı gelDi»

Noitan bu sözü ardından kayboldu ve kapı açıldı.

Karanlığın içinde çirkin bir arzu yer alıyordu. Savaşmam gereken kötülük o karanlığın ötesindeydi.

Yumruğumu sıktım.

Evet… anladım!

“Ben---”

«Kral» olacağım.

▶Birinci Gün <B> Büyük Oda

Hepimiz o hastane odasına benzer yerde çoktan toplanmıştık.

İkinci raund'da olduğu gibi İroha'nın bıçak tehdidini Daiya engellemişti, o yüzden bu sefer boynuma bıçak dayanmamıştı.

Bunun sayesinde gerginlik pek yoktu ve olaylar ikinci raund'da olduğu gibi gelişiyordu. Ve o raund'daki gibi Koudai Kamiuchi'nin önerisi üzerine kendimizi tanıtmaya karar verdik.

Tanıtımları dinlerken her birini nasıl hükmedebilirim diye düşündüm.

"Adım İroha Shindou. Hobilerim ise---"

Öğrenci konsey başkanı İroha. Turuncu renkte saati vardı. Son derece yetenekli biriydi. Kendisine göre onu süper insan yapan şey olağanüstü odaklanma yeteneğidir. Son derece açık sözlüdür ve neredeyse hiç yalan söylemez. Belki de başkalarına göre daha yüksek konumda olduğu için kendisinin ve başkalarının duyguları konusunda düşüncesiz biridir. Eğer kafasına koyarsa kendi duygularını tamamı ile bastırıp katil bile olabilirdi.

Yuri'yi sever ama bence o aşk sorunun ardından oluşan durumla baş edebilmek için duygularını bu şekilde somutlaştırmıştı.

Diğer bir hitap ile söylemek gerekirse, Yuri ile olan ilişkisinde bir tehlike gizliydi.

Eğer onun güvenini elde edebilirsem bana ihanet edeceğini düşünmüyorum. Ortamı kontrol edebilmek gibi bir yeteneğe sahip olduğu için çok iyi bir müttefik olurdu.

"B-Benim adım Yuri Yanagi."

Sınıf 3-1'in birincisi Yuri. Bej renginde saati vardı. Iroha'nın aksine başkaların duygularına oldukça hassastır ve kendisine olan izlenimleri kontrol edebiliyordu. Dahası o kadar kararlı biri ki onu seven insanlardan faydalanabiliyordu. Açıkça gösterdiği duygular çoğunlukla sahte olduğu için bunu fark etmek çok zor.

Ama esasında o sadece bir korkak ve iyi niyetli biriydi. O yüzden eğer gerek yoksa günah katiyen işlemezdi.

Anlaşılan İroha'yı sadece yakın bir arkadaş olarak görmüyordu.

Diğer bir hitapla söylemek gerekirse İroha ile olan ilişkisi onun tarafından da sıkıntılıydı.

Bize güven duymaktansa bizimle iş birliği yaparak neler elde edebileceğini gösterip onu sakinleştirmek daha önemliydi.

"Adım Koudai Kamiuchi, tanıştığımıza memnun oldum."

Birinci sınıf Koudai Kamiuchi. Yeşil renkli saati vardı. Öldürmekten çekinmeyen biri, hatta bulunduğumuz durumdan zevk bile alıyordu. Eylemlerini neyi «ilginç» bulduğuna göre değiştiği ve kendi hayatını umursamadığı için nasıl hareket edeceğini kestirmek zordu. Her nedense şiddete alışkındı. Teke tek dövüşte Maria veya Daiya bile ona karşı kazanamazdı.

Yuri'den hoşlanıyor ama hoşlanmasına rağmen ona düşünceli davranmıyordu.

Ona güvenmenin anlamı yoktu, o yüzden beni kandırmasına kesinlikle izin vermeyecektim. Onun üstesinden gelebilmek için cinayet işleyemeyeceği bir ortam oluşturmam gerekiyordu.

"Adım Daiya Oomine."

Siyah renkli saati vardı.

'Asılsızlık Oyunu'nun 'Sahibi'ydi, ama [Asil Krallık]'taki hedefi hala belirsizdi.

Onunla nasıl baş edeceğimi elbette bilmiyordum.

"Ben birinci sınıftan Maria Otonaşi."

Kırmızı renkli saati vardı. Kendisi prensesti.

"---he? Ah!"

Afalladım. Anlaşılan o kadar odaklanmıştım ki Maria'nın tanıtımı bitince farkında olmadan rahatlamıştım.

"Ne yapıyorsun öyle Kazuki? Şapşal biri gibi davranmaya mı çalışıyorsun?"

Maria bana yarı kapalı gözlerle bakıyordu ve Yuri kıkırdamaya başladı.

Fakat --- yapacak bir şey yoktu tabi ama bir oyun kazanmaya çalışırmış gibi diğerlerini incelemek konusunda pek iyi hissetmiyordum... gerçi işin aslı hepsi birer NPC'ydi...

Ama bunun bir önemi olduğunu düşünmüyordum. Geçen üç raundu hatırlamasalar bile, burada ölüm kalım gerçek hayatta onları etkilemese bile - bu NPC'ler gerçek halleri ile tıpatıp aynıydı.

"Sıra sende."

Maria beni birden dürttü.

"He? Ne sırası?"

"'Ne' değil. Kendini tanıtma sırası sende."

"Aa, anladım."

Diğerlerinin bakışları benim üzerimde toplandı.

Ağzımı açmak üzereydim --- ama bocaladım.

...Doğru ya. Kendimi rahatlıkla tanıtamazdım. Eğer hiçbir şey bilmiyormuşum gibi onlara uyarsam daha sonra onlardan neden sır tuttum gibi sorular sonraki aşamalarda güvensizlik yaratabilirdi.

Diğer yandan onlara bildiğim her şeyi söylemek de tehlikeliydi. Eğer söylememem gereken bir şey söylersem benden şüphe duyacaklardı.

"...Kazuki, neden hiçbir şey demiyorsun?"

"Ah, hayır---"

Ama Noitan henüz kuralları açıklamadığı için onlara 'Asılsızlık Oyunu'nu anlatmanın en iyi zamanıydı. Bir şeyler belirtmem gerekiyordu.

Sorun onlara belirteceğim bilgiyi nasıl seçmem gerekiyordu?

Karar verip ağzımı açtım.

"Ben ikinci sınıftan Kazuki Hoşino. Daiya'nın sınıf arkadaşıyım ve Maria okula katılmadan önce daha önce tanışıyorduk. Dahası---"

Yutkunup devam ettim.

"---Ben [Şövalye]'yim."

Hepsinin surat ifadeleri adeta soru işaretine dönüşmüştü.

"...Kazuki. «Şövalye» dediğin bir tür orta çağ «Şövalye» mi?"

Diye sordu Iroha.

"Sanırım öyle."

"Aah, beni korkuttun. Bir an bir kraliçe tarafından şövalye ilan edildiğini düşünmüştüm. Öyleyse «Şövalye» bir tür mecaz mı yoksa---"

Iroha'nın sözü bölündü.

«Yah yah yah, biri utanmadan bir şeyler ifşa ettiğine göre size [Asil Krallık] hakkında hemen bilgi vereceğim!»


«PeKi o zamAn - hepiNize baŞarıLar - dilErim! - SadeCe oyuNu - herKesin mumYa’ya döNüşmesi - gibi sıKıcı bir - şekilDe sOnlandırmayın - taMam mı?»

Bize [Asil Krallık]'ı anlatmış olmakla birlikte Noitan kayboldu.

"Şimdi bir açıklama yapabilir misin Hoşino?"

Diye sordu İroha. Noitan'ın konuşması esnasında bana birkaç defa gözünün kenarından şüpheyle bakmıştı.

"Neden bir tek sen [Asil Krallık] hakkında bir şeyler biliyordun o vakitte? Ve kimsenin bilmemesi gerekirken sen [Sınıf]'ını nereden biliyorsun?"

Doğru ya, [Sınıf]'ımı açıklamamın sonucu buydu. Kimsenin bilmemesi gerekenleri bilmem beni en şüpheli kişi haline getirmişti.

İroha'nın her raund bıçağı ile bizi tehdit ederken aradığı şüpheli kişi bendim.

"......Ama..."

Onun sorusuna yanıt veren ben değil, Yuri'ydi.

"Kendi [Sınıf]'ını açıklaması onun için hiçbir şekilde yararlı değil, öyle değil mi? Eğer oyunda kazanmak isteseydi sessiz kalıp bizi aldatması çok daha iyi olurdu..."

"Hakikaten de öyle."

"O yüzden bence Hoşino'nun bilerek kendisini dezavantaja sokan bir şey yapmasının sebebi, bu oyunun oluşturan kişiyi şaşırtmak içindi."

Sevinmiştim. [Şövalye] olduğumu belirtmemin sebebini biri gerçekten anlamıştı.

"...bilerek kendisini dezavantaja koydu he... Evet, belki de öyle."

İroha oldukça kaba surat ifadesini yumuşattı.

"Ama o zaman sormamız gereken şey, bunu neden yaptın?"

İroha bunu diyerek gözlerini bana dikti.

Bu bakışa sessizce başımı salladım ve konuşmaya başladım,

"İnanmanızı istediğim bir şey var."

Demek istediğim şey kazanma koşulları.

«Eğer o sekiz gün boyunca kimse kimseyi öldürmezse hayatta kalabilirsin.»

Bunlar Daiya'nın sözleriydi.

"Kazanma koşullarını karşılamadan [Asil Krallık]'tan kaçmanın yolu var."

Hepsinin nefesi kesildiğini fark ettim.

"Herkesin mumya olduğu bir son bulunmuyor. Diğer bir hitap ile, eğer hepimiz sekizinci günün <E> kısmına kadar hayatta kalırsak, oyun iptal edilecek."

Bu hem benim hedefim hem de herkesin dilediği çözüm olmalıydı.

Hiçbiri gerçekten de [Asil Krallık]'ta cinayet işlemek istemiyordu. Sadece hayatta kalmak veya diğerlerini korumak için cinayet işlemek dışında bir çareleri yoktu. Yuri ve İroha oyuncu olduklarında başka bir çözüm olmadığına inandıkları için cinayet işlemişlerdi.

Birbirini öldürmek dışında bir çözüm olduğunu göstermek cinayeti engellemenin en iyi çözümdü. O yüzden bunu onlara katiyen söylemem gerekiyordu.

"Şimdi sen sözünü edince... Noitan da öyle bir şeyler dememiş miydi? Mumyaya dönüşmek gibi sıkıcı bir şey yapmamalıyız gibi. Eğer bu cümleyi biraz incelersek... belki de... Hoşino'nun söylediklerini destekliyor."

Diye mırıldandı Yuri. Bu bilgi onun için daha yararlı olduğu için sözlerimi doğrulamaya çalışıyordu.

İşine gelen bilgiyi kolaylıkla kabul etmek tabii bir şeydi. O yüzden tek yapmam gereken şey en sonunda 'kutu'lar hakkında detay ve Daiya'nın bu 'kutu'nun 'sahibi' olduğunu söyleme fırsatı gelene kadar onlara gerçeği azar azar söylemekti.

Evet, doğru şekilde ilerliyordum.

Eğer hepimiz aynı amaç uğruna uğraşırsak, cinayet işlenmesinin imkanı yoktu.

Tabi---


"Söylediklerini henüz onaylayamam."


---bu baş belası insan olmasaydı eğer.

Koudai Kamiuçi buradaydı. [Asil Krallık]'tan zevk almak istediği için cinayet işlenmediği zaman rahatsız oluyordu.

"Bir şikayetin filan mı var?"

İroha ona bu şekilde sorunca, ciddi olmayan bir surat ifadesi gösterip ardından başını kaşıyarak yanıt verdi.

"Yani, elbette Hoşino'nun [Asil Krallık] ile alakadar olduğuna inanıyorum! Ama sırf bununla verdiği çözüme hemen inanabilir miyiz ki?"

Yuri'nin ifadesinden endişesini rahatlıkla görebiliyordum.

"Bu çözüm sadece bir yalan da olabilir, öyle değil mi? Belki de buna inanırsak Hoşino bu durumdan bir şekilde faydalanabilir, değil mi?"

"Hayır... bu doğru değil!"

"O zaman söylediklerinin dayanağını anlat da sadece boş laf yapmadığını düşünelim."

Duraksadım. Nasıl anlatmalıydım? Onun beni anlaması için ne kadar anlatmam gerekiyordu? Oysa onlara gerçeği söylesem bana inanacaklarına bile emin değildim.

"Neden kendi ifadeni açıklayamıyorsun? Gerçekten iyi niyetle bize önderlik yapmak istiyorsan bizden hiçbir şey saklamadan her şeyi anlatabiliyor olmalısın ama değil mi?"

İtiraz edemeyince üstüme daha da çok gelmeye başladı.

"Demek açıklayamıyorsun he... Anladım, aklıma makul bir açıklama geldi!"

"...he?"

"Sen casussun. Eğer Hoşino bizi kandırmaya çalışan bir casus ise her şey cuk diye yerine oturuyor."

O tek kelimede çok büyük bir güç vardı.

O tek kelime sözlerimi tersine döndürüp onların benden şüphelenmesine sebep oldu.

Yuri'nin gözlerinden tedbirli hale geldiği anlaşılıyordu.

İroha kaşlarını çattı.

Biten raundları hatırlayamadıkları için ikisinin bana mı yoksa Koudai Kamiuçi'ye mi güvenmesi gerektiğini bilemezlerdi.

"......ehm..."

Bu çok kötüydü. Eğer böyle devam ederse bana baştan inanmadıkları için «Kral» olma ihtimalim kalmazdı. Daha da kötüsü beni düşman olarak görebilirlerdi.

Sert bakışların üstümde toplanmasından dolayı gözlerimi doğal olarak yere doğru çevirdim.

Bu durumu çözmek için aklıma söyleyebileceğim herhangi bir şey gelmiyordu.

Artık bunun için çok mu geçti?

Şimdiden kaybetmiş miydim?

'Asılsızlık Oyunu'nda gerçekten kazanamaz mıydım?

Koudai Kamiuçi kesin galibiyet elde etmiş gibi sırıttı ama---


"Kes artık Kamiuçi."


Tehdit edici sırıtışı onun sesi ile yok olmuştu.

Maria.

Sadece sesini yükseltmesi bile beni sakinleştirmişti. Gülümsemeye başladım.

Doğru ya, o bana her zaman yardım ederdi. Artık endişelenmeme gerek yoktu. Artık güve---

"------ah"

......Bu hiç de iyi değildi. Ben neden sakinleştim ki?

Böyle bağımlılıklar hep kötü sonlara yol verirdi. Geçen raundlarda bunu kendim yaşamamış mıydım?

Ama... bunun farkında olmama rağmen - Maria'nın beni değil, benim onu kurtarmam gerekiyorken - tekrar ondan yardım kabul etmiştim.

"Kazuki'yi kötü birisiymiş gibi göstermeye çalışma."

Koudai Kamiuçi gözlerini sonuna kadar açtı ve kollarını abartılı bir şekilde kaldırdı.

"Hop, lütfen garip şeyler söyleme. Hoşino'nun hepimizi kandırmaya çalıştığı belli değil mi?"

"O zaman bana neden kargaşa oluşturmaya çalıştığını söyle."

"...ne demek istiyorsun?"

"Anlamıyor musun? Bu senin düzgün bir karakterin olmadığının kanıtı işte."

"Bir dakika, bir dakika... neden ki?"

"Sana anlatayım: sıradan bir insan gibi düşünsen inanıp inanmadığını bir kenara koyarak Kazuki'nin önerisine uymak isterdin. Ayrıca sunduğu önerisinin şüpheli olduğunu göstermen. Normalde insan bunu farklı bir şekilde yapar."

"Gerçekten mi? Kendisi şüpheliyken Hoşino'ya soru sormak doğal değil mi?"

"Bunu o şekilde yapmazsın. Bunun sebebi Kazuki önerisi ile katliamın gerçekleşmemesi için uğraşıyor. Kazuki'nin asıl niyetini bilmeden bile bu önerinin doğru olduğunu düşünmek istemelisin. Buna rağmen Kazuki'yi belirgin bir şekilde reddediyorsun. Katliamın gerçekleşmemesi için öneride bulunan bir insanı belirgin bir şekilde reddediyorsun."

Koudai Kamiuçi ağzını kapattı.

"Şu an yaptığının ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın sen? Bir bakıma yaptığın şey cinayete sebep olan kıvılcım olabilir. Eğer başkalarının daha çok dikkat etmesini istediysen, bunu daha temkinli bir şekilde yapman gerekirdi... Gerçi oyunda rollerimizi gerçekleştirmemizi istiyorsan eğer işte o zaman durum değişir."

Susturulduktan sonra alaycı bir şekilde gülümseyerek tekrar itiraz etmeye başladı.

"...tabi, biraz ileri gitmiş olabilirim. Ama o halde Hoşino neden hiçbir şey açıklayamıyor?"

"Sen bile burada bir anormallik olduğunu anlayabiliyorsun değil mi?"

Koudai Kamiuçi Maria'nın birden söylediği sözlere karşılık dudaklarını büktü.

"Yani, evet... Ne olmuş?"

"Bu alan biz dünyalıların hayat tarzlarını incelemek uğruna Sirius yıldızından gelen uzaylılar tarafından oluşturuldu."

"............Haa?"

Eminim ki Maria'nın istediği tepki tam da buydu. Ağzının kenarını kaldırdı.

"Bana inanıyor musun?"

"...imkanı yok inanmam!"

"O halde bulunduğumuz durum için nasıl bir sebebi kabul edersin?"

Koudai Kamiuçi Maria'nın sorusunu duyunca yüzünü astı.

"Yalan ya da kurgu olsun bana fark etmez - yeter ki anlayabileceğimiz ve kabul edebileceğimiz bir şekilde burada olmamızın sebebini anlat."

Yanıt vermeden önce Koudai Kamiuçi kısa bir süreliğine düşündü, "...yok, yapamam."

"O halde Kazuki'nin gerçeği bildiğini, ama bu gerçeğin benim Sirius yıldızından gelen uzaylılar kadar uçuk bir hikaye olduğunu varsayalım - şu an burada bize bu gerçeği açıklayabileceğini gerçekten düşünüyor musun? Şüphesiz dezavantajda olacağını bile bile bunu bize açıklayabilir mi sence?"

"......"

Bu şekilde susturulunca Koudai Kamiuçi bana gözünün kenarından bakış attı.

Her zamanki gibi gülümsüyordu ama gözlerinde---

"......ehm..."

---gizlenmesi mümkün olmayan bir parıltı vardı. Çılgınlığın parıltısı.

Ben bile sadece bir anlığına görmüştüm, o yüzden bu çılgınlığı muhtemelen bir tek ben fark etmiştim. Ardından kaygısızca gülümsedi ve etkilenmiş gibi kollarını kaldırdı.

"Tamam, tamam, kaybettim. Kendi kuşkularımı su yüzüne çıkarmaya fazla odaklanmıştım ve diğerlerini yeterince düşünmedim. Gerçekten çok özür dilerim!"

Yuri ve İroha onun bu gülümsemesini görünce biraz rahatladıklarını fark ettim.

Ama bu gülümsemenin ardındaki tehlikeyi biliyordum. Bu gülümseme içindeki çılgınlığı gizlemek için vardı. Daha önce bu gülümsemeye kanıp kaybettiğim için bunu biliyordum.

Ama şu an için en kötü olasılığı, hepimizin birbirimize düşme olasılığını engellenmiştik.

Fakat---

«Merak etme Kazuki. Seni koruyacağım.»

Yumruğumu sıktım.

---Böylesi iyi değildi. Hiç değildi!

Eğer Koudai Kamiuçi tarafından bu kadar kolay yenilecek kadar güçsüz olursam bu 'kutu'ya kesinlikle teslim olacağım.

Ve Maria 'Asılsızlık Oyunu' tarafından öldürülecekti.

▶Birinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası

«[Sınıf]’ınız [Şövalye]»

Bunu zaten bilmeme rağmen ekranda bu bildirim çıktı.

Diğerleri de kendi odalarındaki ekranları fark etmiş olmalıydı. Var gücümle [Sınıf]’ların işime gelecek şekilde dağıtılmasını diledim.

«Lan şerefsiz! Sen kim oluyorsun da gelişi güzel her boku açıklıyorsun, he?! Oyunun eğlencesi çıkmazsa ne yapacağını düşündün mü seni iki yüzlü köpek?! Var ya öyle olursa burnundan fitil fitil getireceğim!»

Noitan gelir gelmez küfür saymaya başladı ama her zamanki gibi karşılık bulamadım.

«Hadi [Gizli Buluşma] için bir eş seç sefil herif.»

Kanlı gözleri olan Noitan ekrandan kaybolup yerini altı kişinin fotoğrafları aldı.

[Gizli Buluşma] he. Kimi seçeceğimi zaten biliyordum. Elim kendiliğinden Maria’nın fotoğrafına doğru uzandı ama dokunmadım.

Maria’yı seçmek doğru karar mıydı?

Maria’yı seçmekte bir hata görmüyordum. Maria’yı kurtarmak için onun yardımına ihtiyacım olacaktı.

Ama… elim ona kendiliğinden uzandı. Hiç üzerinde düşünmeden.

Ama bunun sebebi onu seçmenin doğru karar olduğunu düşünmem miydi?

...hayır tabi ki de. Dışarıda olan bitene rağmen farkında olmadan yine Maria’dan destek almaya çalışıyordum.

Öyleyse doğru karar da olsa yanlış karar da olsa onu seçmemeliydim.

Ondan daha fazla destek alamam.

“Tek başıma mücadele edeceğim.”

O sebepten dolayı ilk olarak alt edeceğim kişiyi seçtim.

Havada asılı duran elimi uzattım. Seçtiğim kişi…

«OoOo - bak buNu - hiç bekLemiYordum»

...«Iroha Şindou».

«Kral» olmam gerekiyordu.

«Kral» olmanın uğruna öncelikle Iroha’yı buyruğum altına almam gerekiyordu.

[Iroha Shindou] -> [Yuri Yanagi] 15:00~16:00
[Yuri Yanagi] -> [İroha Şindou] 15:00~16:00
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:00~15:30
[Kazuki Hoşino] -> [İroha Şindou] 16:20~16:50
[Koudai Kamiuçi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 15:40~16:10

▶Birinci Gün [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası

İroha ile olan [Gizli Buluşma] için kendimi hazırlamıştım ama Daiya ile olan [Gizli Buluşma] daha önce. Demek ki Daiya beni ben İroha’yı seçtikten önce seçmişti.

İroha ile konuşmaya hazır olduğum için biraz hayal kırıklığı yaşadım ama kendimi hemen toparladım.

Dikkatli davranmam gerekiyordu.

[Gizli Buluşma] vakti geldiği an Daiya odama girdi. Daha masaya oturmadan önce bana kaşlarını çattı.

“...Sen gerçekten Kazuki Hoşino musun?”

“Ha?”

Beklemediğim bir soru.

Esasında benim haricimdeki kimseye gerçek denilemezdi ama o bunu bilmiyordu.

Ama böyle bir soru sorduğuna göre ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahibi’ olduğunun farkında değil. Daiya’nın NPC’si diğerleri ile aynı koşullara tabi tutuluyordu.

...Bir dakika. O zaman bunun anlamı…

“...Daiya, bu ‘kutu’ hakkında ne düşünüyorsun?”

“Benim sorumu duymazlıktan gelip kendi sorunu soruyorsun. Ayıp. ...Neyse, en azından aramızdan birisi sorulanlara cevap versin.”

Ne kadar rahatsız olduğunu belli ederek devam etti.

Bu ‘kutu’ dandik.”

Tam da düşündüğüm gibi.

“Birbirimizi öldürmeye zorlayan bir oyunu oynatmak uğruna var olan saçma bir ‘kutu’nun varlığı anlamsız.”

Bu Daiya ikinci raunddaki Daiya ile aynı şekilde düşünüyor.

Hatta söyledikleri ikinci raunddakilerle neredeyse aynıydı. Daiya’nın NPC’si gerçek Daiya’nın anılarına sahip değil. İkisinde de aynı bilgiler olduğu için aynı şekilde davranması gayet normal.

Ve eğer yanılmıyorsam Daiya ikinci raundda…

“[Asil Krallık] kadar sefil bir oyun oynayacak aptal biri var mıdır acaba?”

...[Asil Krallık]’ı sonlandırmaya çalışmıştı.

Yani Daiya’nın NPC’si ile [Asil Krallık]’ı durdurmak ikimizin de ortak hedefiydi. Öyleyse ona «müttefik» denilebilirdi.

Hayır. Daiya sahip olduğum tek «müttefik» değildi. Koudai Kamiuçi haricindeki NPC’ler de kimseyi öldürmek istemiyordu. Esasında düşününce NPC’ler değil sadece oyuncular başkalarını öldürmüştü çünkü oyundan canlı olarak çıkmanın başka bir yolu olmadığına inanmışlardı.

...gözümün önünde kazanmanın bir ihtimali oluştu.

“Daiya sana söylemek istediğim bir şey var.”

“Ne var?”

“Senin tutumun çok tehlikeli.”

Daiya kaşlarını çattı.

“...Nasıl yani? Başkaların gözüne tehlikeli biri gibi gözükebilirim tabi. Ne de olsa duruma bağlı olarak birini öldürme ihtimalim var ama... Ne olmuş yani? Neden öyle bir şey dedin şimdi? Tehlikeli olduğum için beni ikna etmek mi istiyorsun?”

“...Hayır. Senin tehlikeli olduğunu söylemiyorum. Demek istediğim şey en çok sen tehlikedesin. Yani öldürülme ihtimalin var.”

“Bana saçmasalak konu--”

Ama sözünü bitiremedi.

“Yok, haksız sayılmazsın ama değil mi? ‘En çok’ kısmına bir şey diyemem ama kişiliğimden dolayı hedef haline gelmem olası. Sırf onların gözünde tehlikeli biri olduğum için!”

“Tek sebebi o değil.”

Bunu söylediğimde Daiya bana bir şey demeden baktı.

“Bu ‘kutu’nun ‘sahibi’ olmandan da kaynaklanıyor.”

“Ha? Saçmalama! Ben de bir ‘sahip’ olabilirim ama böyle bir ‘kutu’nun ‘sahibi’ kesinlikle değilim.”

Şimdi aklıma geldi de ikinci raundda bu ‘kutu’ya saçma ya da anlamsız gibi kelimelerle aşağılamıştı. Can sıkıntısını geçici bile olsa da unutmak için ‘kutu’sunu bu şekilde kullanan biri olarak bunu söyleyebilmesine şaşırdım…

Yoksa bu bir yalan mıydı? Benim bilmemem gereken gizli bir amacı mı var? Kendi NPC’sinin bile bilmemesi gerekecek kadar önemli bir amaç?

…...Bilmiyorum ama kafa karıştıracak bilgileri anlatmasam daha iyi olur.

“...belki değilsin ama Maria senin [Asil Krallık]’ın ‘sahibi’ olduğunu düşünüyor. Bu sebepten dolayı diğerleri senin ‘sahip’ olduğunu düşündüklerinde ‘kutu’yu yok ederek - yani seni öldürerek - oyundan kurtulacaklarını düşünmesi olası.”

Hatta ikinci raundda sırf bu yüzden ilk ölen kişi Daiya’ydı.

“...Yani, olabilir. Ama bana ‘kimseyi öldürme’ yerine ‘kimse tarafından öldürülme’ denilmesi de komik.”

Bunu bana dik dik bakarak söyledi.

“Sende gerçekten bir gariplik var. Benim iyi niyetli Kazuki Hoşino’m olsa öyle bir şey hayal bile edemezdi. Bu bilgiyi bir yerde elde etsen bile bana bu şekilde söylemezsin. Bu tavrın da neyin nesi? Sanki daha önceden de...”

Lafının ortasında durdu.

“...Anladım. İşte şimdi her şey oturdu. Demek Şindou ve diğerlerine olan tavrında gerçekten de bir gariplik vardı. Söylesene… bu senin [Asil Krallık]’ı ilk oynayışın değil, öyle değil mi?”

İşte benim tanıdığım Daiya.

Bu kadarcık bilgiyle gerçeği keşfetti. Oysa daha bir sürü ihtimal vardı. Gerçekten de hafife alınmayacak biriydi.

“...surat ifadenden doğru olduğumu görebiliyorum. İşin gerçeği beni pek ilgilendirmiyor. Tek bilmem gereken şey sorularına cevap verdikten sonra ne yapmamı istediğin. Hadi bana planını anlat.”

Daiya kibirli bir şekilde konuşuyordu.

Ama benim tarafımdan kullanılmaya hazır ol.”

Farkında olmadan ağzımı kapadım.

Bu [Gizli Buluşma]’nın başında onun nasıl davranacağını öğrenmek istemiştim. Başka bir hitapla onunla ne yapmak istediğim ile ilgili planım yoktu.

Fakat ortak hedeflerimiz olduğunu öğrendim.

Bu harika bir fırsat değil miydi? Daiya ile iş birliği yapabilecektim.

Başka bir durumda söyleyeceklerime bu kadar aldırmazdı. Eğer bana güvenirse onun öldürülme ihtimalini çözebilirdik. Ama en önemlisi onun zekâsına sahip olacaktım. Bunun hedefimi elde etmemde büyük bir yardımı dokunacaktı.

Tabi hâlâ tehlikeleri vardı. Eğer isterse beni uyardığı gibi beni kullanabilirdi. Bunu korktuğum için değil, birinci raund sırasında tecrübe ettiğim için düşünüyordum.

Ama…

“‘Asılsızlık Oyunu’nun nasıl çalıştığını çok iyi biliyorum.”

Artık sessiz kalmak gibi bir seçeneğim yoktu. [Şövalye] olduğumu açıkladığımda böyle olacağı belliydi esasında.

“Sana söylemek istediğim çok şey var ama öncelikle [Asil Krallık]’ın ilk raundlarında olanları anlatacağım! İlk raundda…”

Böylelikle ona her şeyi açıkladım.

Daiya beni neredeyse hiç bölmeden sessizce dinledi.

Kalan süre zarfında ona her şeyi açıklayamadım ve bu [Gizli Buluşma] biterek bir sonraki başladı.

▶Birinci Gün [İroha Şindou] ile [Gizli Buluşma], [İroha Şindou]'nun Odası

Daiya benimle iş birliği yapacak mıydı bilmiyordum. Şimdilik düşünmem gereken bir başka sorun vardı.

Sıradaki [Gizli Buluşma]’da görüşeceğim ve onayını almam gereken… Hayır, hükmüm altına almam gereken ilk kişi İroha Şindou’ydu. Bunu başarmak uğruna ona ne söylemem gerektiğine çoktan karar verdim.

Önce İroha’yı hükmüm altına almak istemememin sebebi diğerlerine göre başkaları üzerinde daha fazla hakimiyete sahip.

O yüzden benim aleyhime bir davranışta bulunmadan önce davranmam gerekiyordu.

Bunu yapabilirim.

Kendi kendimi rahatlattıktan sonra İroha’nın odasına girdim.

“......”

Ama karşılaştığım durumun sebebi neydi acaba? İroha bir düşmanın gelmesini bekliyormuş gibi kollarını bağlayıp bir şey demeden dikiliyordu.

“Sebebin ne diye sorabilir miyim? Beni neden [Gizli Buluşma] için tercih ettin?”

Şimdiye kadar büyük odada belli etmediği bir ürkeklik sergiliyordu.

Ben de bir miktar endişeyle ona yanıt verdim.

“Çünkü birlikte çalışmak istediğim ilk kişi sensin İroha!”

Bu bir yalan değildi.

“...«İroha» mı?”

İroha kuşkuyla kaşlarını çattı.

“Aa, ne demek istediğini anlamadım ama?..”

“...Benimle ilk defa tanışmalarında insanlar bana genellikle «Başkan» diye hitap eder. O yüzden birden bire ismimle hitap edilmek biraz garip bir his. Anladığım kadarıyla yaklaşması biraz zor bir insanmışım.”

Şimdi sözünü ettiğinde aklıma geldi ama o bana dur diyene kadar ben de ona «Başkan» diye hitap ediyordum…

“Her neyse… neden herkesten önce benimle çalışmak istiyorsun? ...dur, söyleme sakın. Konuşmanın akışını kontrol ettiğimi fark ettin demek he?”

“......ha?”

Durumu bu kadar çabuk anlayabilmesinden dolayı ağzım açık kaldı.

“Benim pat diye seni zor duruma sokan sözler etmemden rahatsızlık duyduğun için bir an önce beni yanına almak istiyorsun, öyle değil mi?”

“Yani, evet…”

Ne oluyor ya? Diyeceklerimi ben demeden önce biliyordu sanki.

“Mesela diyelim ki biri bir başkasının her sözünü harfi harfine yerine getiriyor ve bunun sonucunda da mutlu son oluyor. Şans eseri her şey yolunda gitse bile böyle insanlara saygı duymuyorum. Böyle bir davranışta bulunmak kendin düşünmeyip canını bir başkasına emanet etmek anlamına gelir. Katılmıyor musun?”

“Aa…”

“Benim yapabileceğim bir şey değil. Bir başkasının her dediğini yerine getirmek, emrine itaat etmek… Nesi güzel bunun? ...Neyse, ne diyordum ben? Aa, evet. Sen şimdi bana benimle birlikte çalışma bahanesiyle beni adeta hükmün altına almak istiyorsun, değil mi?”

Tam da beklediğim gibi oldu.

Tam da beklediğim gibi asıl niyetimin ne olduğunu anlamıştı zaten.

“Ama dediğim gibi senin önderliğinle davranmamayı tercih ediyorum. «Kendi» düşüncelerimize göre davranmaya karar verdik.”

“...verdik derken?”

Neden çoğul eki ile tercihini belirttiğini yanıtlamamayı karar verdi çünkü cevap zaten ortadaydı.

Oyunun şu anki durumunda İroha ile birlikte çalışacak tek bir kişi vardı.

Yuri Yanagi.

Şu anki durumda sadece Yuri vardı. Bir zamanlar İroha’yı [Büyü] ile öldürmeye çalışan Yuri.

...bunun sonu iyi olmayacağını biliyordum.

“Doğrusunu söylemek gerekirse büyük odada söylediklerine inanmak istemiştim!”

“...Ha?”

“Ama [Gizli Buluşma]’da Yuri senin hakkında bir şey bilmiyor olmamıza rağmen sen bizim hakkımızda oldukça bilgili olduğunu belirtti. Tabi bizim hakkımızda bir şeyler bilmenin sebebi kendimizle ilgili söylentilerden de olabilir ama Yuri söylentilerle öğrenilecek şeylerden daha fazlasını bildiğini söyledi.”

“Bunun sebe--”

Ama lafını bölmeme fırsat vermedi.

“Bizim hakkımızda ne bilip bilmediğin umurumda değil. Çünkü üstün bir mevkide olduğunu biliyorum. Ama sorunumuz bunu bizden gizlemendi. Bu oyunda seni üstün kılan bilgiye sahip olduğunu bize hemen söylememekle hata yaptın.”

“G-Gizlemek istememiştim! Hayır. Daha doğrusu söylemedim çünkü bu hemen söylenebilecek bir şey değil!”

“Tabi, öyle de olabilir. Ama bunu kanıtlayamazsın. Bu oyunu destekleyen biri veya oyuna sebep olan kişi ya da belki de oyunun düşmanı olabilirsin. Bu oyuna karşı olduğunu düşünmeyi tercih etsem de hayatlarımız tehlikede. Dediklerine öylece itaat etmemiz tehlikeli olmaz mı?”

Ve bu sebeplerle onu hükmedemedim.

Ah, lanet olsun... böyle olacağı belliydi.

“Merak etme, söylediklerini değerlendireceğim Hoşino. Hatta söylediklerini sonuna kadar dinleyeceğim! Ama söylediklerine inanıp inanmadığımıza «biz» karar vereceğiz. Söz konusu canımız olduğu için sana körü körüne inanamayız. O yüzden seninle birlikte çalışmayacağım. Özür dilerim.”

Haklı olduğunu ve bu durumda onlar için en uygun kararı verdiğine inanıyordum.

Bu durumda yapmam gerekenleri hâlâ yapabilecekmişim gibi hissediyordum.

Ama bu sadece bir histi --- artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Daha şimdiden çıkmaza girmiştim.

“İroha...”

“Ne oldu? Beni ikna etmeye mi çalışacaksın? Pekala, dinliyorum!”

“......”

Açıkçası Daiya ile olduğu gibi ona her şeyi açıklayabileceğimi düşünmüştüm. Sakin bir şekilde durumu inceleyebilmesi anlatacaklarımı kabul etmesiyle bağdaştırmıştım. En azından kimsenin ölmeden oyunu sonlandırma isteğimde bana destek çıkacağını düşündüm.

“...Vazgeçtim.”

---Ama artık öyle olması imkansızdı.

“Anladım.”

Ne de olsa İroha her şeyi Yuri’ye anlatacaktı ve Yuri’nin düşünceleri de araya girince işler değişecekti.

Bunun sebebi nesnel olarak düşünebilen İroha’nın tersine Yuri kendi işine gelmeyen şeylere inanamıyordu. Örneğin şu anki kendisinin bir NPC olduğunu ya da başkalarını öldürmek gibi bir günahta bulunduğunu inanacağını pek düşünmüyordum açıkçası.

Yuri işine gelmeyen bu sözleri duyduktan sonra ne yapacaktı?

Gözümün önünde canlandırabiliyordum.

Dediklerimi reddedecekti.

Beni kendi zihninde bir düşman olarak belirleyecekti.

Ve ardından İroha’nın yardımı ile [Asil Krallık]’ta zafer elde etmeye çalışacaktı.

Yani başka bir hitapla --- cinayet işleyecekti.

O yüzden bulunduğum durumda çıkmaza girmiştim.

“......”

[Gizli Buluşma]’nın bitmesine daha bir süre vardı.

Ama aklıma konuşacak başka konu gelmedi.

▶Birinci Gün <D> Büyük Oda

Ve başarısızlığımın sonucunda olanlar olabilecek ihtimaller arasında en kötüsüydü.

“Bence gruplara ihtiyacımız var.”

İroha bunu söylemek için herkesin yerine geçtiği zamanı bekledi.

İlk başta niyetini hemen anlayamadım. Ne de olsa İroha ve Yuri zaten iş birliği yapıyorlardı. Öyleyse bunu herkese söylemesindeki amacı neydi?

Ama bana bakıp gülümsemesiyle beraber anladım.

Bu bir tür kısıtlamaydı.

Bana ve İroha’nın varlığına inandığı ‘[Asil Krallık]’ın sebebini bilen kişi’ye yapılan bir kısıtlamaydı.

[Gizli Buluşma]’da iki tarafın da hiçbir şey elde etmemesinden dolayı İroha beni zihninde düşman olarak belirlemişti.

“Anlaşılan durumu açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Öncelikle amacımızı doğrulamak istiyorum. Bu tabi ki de kimsenin ölmeden oyundan kurtulmamız. Haksız mıyım?”

Kimse itiraz etmedi.

“Peki o zaman. Hoşino bunu elde etmenin bir yöntemini belirtti. Onun söylediklerine göre kadar hiçbirimiz ölmezsek oyundan otomatikman kurtulacağız. Kulağa oldukça güzel gelen bir yöntem değil mi! Ama onun asıl niyetini bilmeden ona körü körüne inanıp her dediğine itaat etmek de tehlikeli olmaz mı?”

Herkesin dikkatle dinlediğini doğruladıktan sonra devam etti.

“Ama akla gelen başka hiçbir şey de yok. Hoşino’nun doğruyu söyleyip söylemediğinden bile emin değiliz. Fakat bunun anlamı aynı zamanda hiçbir cinayet işlenmeyecek. Neden mi diye soruyorsunuz? Çünkü bu kadar güzel bir ihtimali varken cinayet işleyerek oyunu kazanmanın anlamı yok.”

“Yani, herhalde öyle olur.”

Koudai Kamiuçi’nin bu sözlere katıldığını duyunca avazım çıktığı kadar ‘Aramızda her şeye rağmen cinayet işleyecek biri varsa o da sensin!’ diye bağırmak istedim.

“Yani sonuç itibarıyla Hoşino’nun istediğini yerine getirmiş oluruz. Ona tamamen inanmadan sekiz gün hiçbir şey yapmadan geçirmiş olacağız.”

“Belki de öyle olur. Ama sonuç olarak dediği gibi kurtulabiliriz ve birbirimizi bu oyunda öldürmekten çok daha iyi bir seçenek değil mi?”

Maria başını sallarken İroha ona yanıt verdi.

“Tabi, evet ama bunu istemeyen biri yok mu?”

“Kim?”

Ardından İroha yüz ifadesini değiştirmeden,

“Oyuna sebep olan kişi.”

Düşmanı olarak algıladığı kişi.

Kimi düşman olarak düşünmesi gerektiği konusunda hata yapmadı ama onu alt etmek mümkün değildi çünkü İroha’nın karşısındaki sadece bir NPC’ydi.

Ve böylelikle İroha doğru yoldan çıktı.

“Niyeti ne olduğunu bilmesem de bu oyuna sebep olan kişinin istediği şey şüphesiz bizim aramızda kavga etmemiz gibi çirkin bir sahneye tanık olmak istiyor. Böyle anlamsız bir oyuna sebep olan kişiden başka ne beklenilebilir ki?”

Kimse İroha’nın söylediklerine karşı çıkmadı. Elinde kanıt olmamasına rağmen herkes onun dediklerine katılıyordu.

Ve gerçekten de haksız olmadığını biliyordum. Daiya’nın can sıkıntısından kurtulmak için kullandığı bu ‘kutu’nun ardındaki dilek gerçekten de oyunun hiçbir şey olmadan ilerlemesini istememesiydi.

Ama bunu tekrar söylemem gerekiyor: Daiya burada değil.

“O yüzden biri --- yani oyuna sebep olan kişiye destek veren biri --- oyunun akışını değiştirerek birilerinin ölmesine yol açacaktır.”

İroha bana doğru bakarak bu sözlerini belirgin bir şekilde söyledi.

Asıl düşmanı kim olduğunu anlamamıştı.

“...Kazuki’nin bunu yapacağını mı demeye çalışıyorsun?”

“Hayır, öyle bir şey söylemedim. Tek söylemek istediğim şey aramızda akışı bozmak isteyen birinin olma ihtimali var ve akışı bozduğu taktirde hepimiz tehlikede olacağız. O yüzden «gruplar» şeklinde ayrılmalıyız.”

“«Biz» ve «elebaşı» şeklinde.”

Anladım. «Elebaşı» yani oyuna sebep olan kişilerin var olduğunu düşünmesi İroha’nın tek hatası değildi.

“Aynen, neden olmasın?”

“Ben de… öyle yapmamızın doğru karar olduğunu düşünüyorum.”

İroha’nın en büyük hatası oyuna sebep olan kişilerin haricinde kimsenin oyunu başlatmayacağını düşünmesiydi.

Gerçi ben de bir NPC’yken Koudai Kamiuçi gibi bu ölüme dayalı oyunu oynamak isteyen insanların var olduğunu düşünmek istememiştim. Yuri’nin cinayet işleyecek potansiyele sahip olduğunu da düşünmemiştim. İkisini de ikinci raund sırasında yaşadığım olaylar olmasaydı bilmemin imkanı yoktu.

Önceki raundları hatırlamadan anlayabileceği bir şey değildi.

Ama İroha bunlardan habersiz açıklamasına devam etti.

“Şu anda en büyük sıkıntımız oyuna sebep olan kişinin bizim için hazırladığı tuzak. Ama onun istediği gibi davranmadığımız sürece bunu dert etmemiz gerekmiyor. Hayır, daha doğrusu onun niyetini anlayıp ona karşı kullanarak kimsenin birbirini öldürmediği bir son elde etmeliyiz.”

Maria kaşlarını çatarak,

“Bizi bu yüzden mi «gruplar» şeklinde ayırmak istiyorsun?”

“Aynen öyle. Eğer hepimiz tek başına davranırsa biri onun tuzağına yakalanabilir. Ayrıca hepimizin kendi düşünceleri var. Aklıma gelen en kötü olasılıkta fiziksel olarak güçsüz olan kişiler diğerlerinden şüphelenerek cinayet işlemek gibi bir hatada bulunmaları.

“Ama ya hepimiz bir olursak? Ne olursa olsun hiçbir şeyin bozamayacağı bir birlik oluşturursak ne olur? Oyuna sebep olan kişinin ve ona destek veren kişilerin bize hazırladığı tuzağın anlamı kalmaz! Bu sebeplerden dolayı tek bir iradesi olan «gruplar» oluşturmamız gerektiğini söylüyorum. Ve elbette bizi kandırmak isteyen ve oyuna sebep olan kişiler da grupların bir parçası olamaz.”

“Hımf.” Daiya İroha’nın verdiği açıklamaya somurttu. “Mantığını anladım ama bu «grupları» neye göre oluşturmayı düşünüyorsun? Oyuna sebep olan ve olmayan kişileri nasıl ayıracaksın?”

“Onları ayırt edebilmemin ihtimali olduğunu mu düşünüyordun?”

İroha bunu olağan bir durummuş gibi söyledi.

“Nasıl yani? O zaman---”

“O halde ben de onların özgür kalmalarına izin vermem.”

İroha bunu söyleyerek Daiya’nın lafın arasına girmesine fırsat vermedi.

“...Dediklerini bir türlü anlayamıyorum. Seninle anlaşamayan herkesi tehdit felan mı edeceksin?”

“Tam aksine!”

Daiya bir kaşını kaldırarak kuşkusunu belirtti.

“Tam aksine mi?”

“Evet, tam aksine. Bana katılmayan insanların özgürlüklerine karışamam. Benimle hemfikir olan kişilerin özgürlüğünü ellerinden alacağım.”

Bu sözlerin karşısında gözleri şaşkınlıktan açılan bir tek Daiya değildi. Masadaki diğer herkes de Daiya’ya bu davranışında katıldı.

“Benim «grubuma» ait birinin bana karşı sesini çıkarmasına katiyen izin vermem. Bana her daim itaat edeceklerine yemin ettirip… bana ihanet eden herkesi öldüreceğim.”

“Ö-Öldürmek mi… yani…”

Bunu lafımla bana doğru bakarak İroha açıklama yaptı.

“Bunu nasıl başaracağımı anlatlayım. Öncelikle benimle hemfikir olan ve bana katılan kişilerin bana yemeklerini vermelerini sağlayacağım. Eğer o BetYogi’nin dediklerine gerçekten inanabilirsek <E> kısmının sonunda bir şey yemezsek mumyaya dönüşerek ölürüz, değil mi? Öyleyse birinin bana ihanet etmesinin en ufak belirtisini bile gördüğüm anda yemeklerin hepsini tuvalete atıp sifonu çekerim. Eğer bana itaat ederlerse her <D> kısmında bir yemek porsiyonu veririm. Yani yemekleri idare ederek [Devrimci]’nin [Suikast] yeteneği ile oluşturduğu etkiyi yaratabilirsin.”

“Dur bir dakika.”

Daiya onun açıklamasını böldü.

“Senin «grubuna» katılıp neler yaşayacağını bile bile kim katılmak ister ki?”

İroha bu soruya tepki olarak gülümsedi.

“Benim «grubumdaki» herkes bana itaat edeceğine yemin edecek. Tabi ki de hiçbir şey yapamazlar. Bir ölüm oyunun başlamasına da sebep olamazlar. Bu sebepten dolayı benim «grubumdaki» her kişiyi ya bu oyununun bir mağduru ya da bana karşı koymaktan vazgeçen ve mağlup edildiğini kabul eden biri olarak yargılayacağım. Bunun yanı sıra benim «grubuma» ait olmayan her kişiyi cinayet işlemek niyetinde olan bir düşman olarak yargılayacağım.”

İroha durup nefes aldı.

Ardından hafifçe sırıtarak ilanda bulundu.


Eğer düşman olmadığını kanıtlamak istiyorsan en azından bana yağ çekmeye hazır ol!”

İroha’nın kaba sözleri karşısında Daiya bile dilini yutmuştu.

Kısacası İroha onun «grubuna» katılmanın bir seçenek değil şart olduğunu ve ona itaat etmeyen herkesin ortadan kaldırılacağını söylüyordu.

Dili bağlı bizlere baktı ve yüz ifadesini değiştirmeden devam etti.

“Bu oyunu kazanmanın bir yolunu rast geldim. Güçlü iradesi olan biri diğerlerini hükmü altına almak zorunda. Yani buna geçici olarak «Kral» olmak da denilebilir.”

«Kral» olmak.

Bu benim de vardığım sonuçtu.

“Az önce son derece bencil bir şey söylediğimi biliyorum. Benim de yanlış kararlarda bulunmam da mümkün tabi. Benim hatalarım yüzünden birinin ölmesi de mümkün. Bu ihtimalinin var olduğunu kabul ediyorum! Ama hepimizin kafasına göre davranıp kargaşa olması ve sonuç olarak birbirimize güvenemememizden daha iyi bir seçenek olduğunu sizler de düşünüyorsunuz, öyle değil mi?”

“Bunu senin yapmanın ne gereği vardı?”

“Gereği yok.”

Daiya’nın yorumuna dürüstçe yanıt verdi.

“Ama aramızda bunu benden daha iyi yapabilecek birinin olduğunu düşünmüyorum.”

Bunu kendinden emin bir şekilde söyledi. Bu sözlerin ardından Daiya küpeleriyle uğraşıp devam etti.

“Tek sıkıntı o değil. Bizim açımızdan da senin oyuna sebep olan kişi olduğun ihtimalini göz ardı edemeyiz. Sana itaat etmeden önce sana güvenebileceğimizi kanıtlaman gerekiyor.”

“Anladım. Oyuna sebep olan kişilerden biri olmadığım için bu durum gözümden kaçtı… Ama tabi olmadığımı söyleyip bana inanmanızı bekleyemem değil mi? Peki o zaman, bu durumda yapabileceğim başka bir şey olmadığına göre size gösteririm.”

Bunu söyleyerek gömleğini kaldırdı.

“Size «Kral» olma konusundaki kararlılığımı göstereceğim!”

Üzerinde bir bıçak vardı.

“N-Ne yapmayı---”

Beni duymazlıktan gelip bıçağı masaya sapladı. Yuri bıçağın çıkardığı yüksek sesli tınıdan taş kesildi.

“İşte buraya bakın! İşte buna kararlılık denilir!”

Üniformasındaki kravatı çıkartıp serçe parmağının etrafına o kadar sıkıca sardı ki parmağındaki kan dolaşımına engel oluyordu.

Onun amacını bir türlü---

Onun yaptıklarıyla elde etmeye çalıştığı şeyi bir türlü anlayamıyordum. Ama İroha onun ne yaptığını anlamadığımı aldırmadan sağ eliyle bıçağı gözlerinin önüne getirdi.

Son derece kararlı gözleri vardı. Ağzının kenarlarını kaldırarak şiddetli bir şekilde nefes almaya başladı. Boynundan soğuk ter akmaya başladı.

“İ-İroha?”

Tek bir bakışı ile Yuri’nin geri çekilmesine sebep oldu. Ve ardından.

“Ha---AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAH!!!”

İroha avazı çıktığı kadar bağırdı ve…

“Ha! Ahaha… ahahahahahahaha!!”

Kendi serçe parmağını kesti.

“Aha… aah…”

İroha sapsarı kesilip dilini yutan Yuri’yi aldırmadan gülmeye devam etti.

“N-Ne yapıyorsun sen?!...”

Olayların ani gelişmelerinden dolayı tepki gösteremeyen Maria hemen İroha’nın yanına koşup gömleğinin kenarını yırtarak kanamaya engel oldu. İroha bu ilkyardımı reddetmedi ama ağzını buruşturup şiddetli bir şekilde nefes almaya devam etti.

Ardından büyüleyici olduğu kadar dehşet verici gözlerini bana doğru çevirdi.

Ben de böyle bir şey yüzünden dehşete kapılırım tabi ki!

“Nasılmış? Böyle acınası bir oyundan zevk alabilecek birinin bu kadar kararlı biri olacağını düşünüyor musunuz? Sadece kendi kararlılığıyla parmağımı kesmeme rağmen gerçekten bu oyundan zevk alabilecek birine mi benziyorum?”

“A-Aaa…”

“Yok artık! Haha! Ben! Bu! Oyundan! Kesinlikle zevk almıyorum! Güçlü ve asla teslim olmayacak biriyim!... Ben doğuştan liderim! Anladınız mı?!”

Nutkumuz tutulmuştu.

Onun böyle davranışlar sergilediğini gördükten sonra ona itaat etmekten başka seçeneğimiz yoktu.

Doğru ya.

Bu İroha Şindou’ydu.

Bu İroha Şindou’nun «Kral» olma konusundaki kararlılığıydı.

“Bana emanet edin! Hayatınızı ve ruhunuzu bu oyun içinde kaldığımız sürece bana emanet edin! Sizin uğrunuza her şeye katlanacağım! Daha fazla katlanamaz hale gelene kadar bütün sorumluluğu alacağım!”

Kendi serçe parmağını alıp kenara attı.

Öyle şeylere hiçbir bağısı kalmadığını bize sergilemek uğruna bunu yaptı.

“Bana itaat edin dostlar! Ve benden korkun düşmanlarım! Bu oyunun sizin istediğiniz şekilde ilerlemesine izin vereceğimi mi düşünmüştünüz sizi aptallar!? Burayı hükmedeceğim! Çünkü ben…”

Ve ardından belirgin bir şekilde şunu söyledi:


«Kral» olacağım!


Bu güç.

Bu gücün karşısında cesaretimin kırılmaması elde değildi. Ancak tek bir «Kral» olabilirdi. Aynı anda iki tane olması söz konusu değildi. Yani kısacası şüphesiz insanüstü olan İroha’ya karşısına çıkmaktan başka bir seçeneğim yoktu.

Ama bu haksızlık! Onu yenebilmemin imkanı yoktu.

İçimdeki akıl almaz korku ve endişe şu düşünceye yol açtı:

«Kral» görevini onun yerine getirmesine izin veremez miydim?...

«Kral»’ın kim olduğunun bir önemi yoktu. Oyunu ve oyundakileri hükmeden biri olması ve sonuç itibarı ile kimse kimseyi öldürmediği sürece başarıyla Maria’yı korumuş olurdum. Öyleyse her şeyi ona emanet etmem mümkün değil miydi?

“......”

Biliyorum. Bu mümkün değil.

Yani İroha kendi düşmanına karşı bile koyamıyordu. O sadece bir NPC’ydi ve gerçek kendisi hayatta kalmayı başarmıştı.

Etrafımdakilere baktım.

Yuri titriyordu ve gözlerini bir duygusuzluk kaplamaya başlamıştı.

Koudai Kamiuçi sakinmiş gibi gözükse de gözlerindeki eğlenceyi gizleyemiyordu.

Ama İroha Şindou bunu fark etmedi. Üstün doğasından dolayı insanların his ve düşüncelerindeki küçük değişikliklerin belirtilerini fark edemiyordu.

Eğer o «Kral» olursa eninde sonunda [Asil Krallık]’ın hikayesindeki [Kral] gibi ihanete uğrayıp öldürülecekti.

Doğru, o yüzden bunu benim yapmam gerekiyordu.

İroha’ya güvenemezdim. Maria’ya güvenemezdim. [Asil Krallık]’ın bu dördüncü raundunda kimseye güvenemezdim.

Ne de olsa burada bir tek ben vardım.

Şu anda o karanlık odanın içindeki Daiya’ya karşı koyan bir tek ben vardım.


İroha’nın kenara attığı parmağa baktım.

İroha, ne kadar kararlı biri olduğunu anlıyorum.

Ne kadar harika biri olduğunu da biliyorum.

Ama buna rağmen… sen başından büyük işlere kalkışıyorsun.

Sen «Kral» olamazsın. Sen sadece bu oyunda küçük bir rol oynayan ama buna rağmen «Kral» olmaya çalışan utanç verici bir çocuksun. Kaybol.

Burada «Kral» olmayı hakkeden tek bir kişi var --- o da benim!

▶Birinci Gün <F> [Kazuki Hoşino]'nun Odası

Ardından Yuri ve Koudai Kamiuçi onun «grubuna» katıldı. Yuri bir kenara, Koudai Kamiuçi’nin öylece katılmasını beklemiyordum. Gerçi, muhtemelen bu kararı üstünde çok durmamıştı.

Maria ve Daiya şimdilik karar vermemeyi tercih ettiler. İroha da sadakatın kolay kolay gösterildiği bir şey olduğunu düşünmediği için üçüncü güne kadar --- ya da daha doğrusu üçüncü günün <D> kısmına, hepimizin toplandığı zamana kadar karar vermeleri için zaman tanıdı.

Ama daha şimdiden oyuna sebep olan kişi veya onun destekçileri olarak zan altında kalmıştık.

Sadece İroha değil, Yuri’nin surat ifadesinden bize karşı tedbirli davrandığı anlaşılıyordu. Kutuplaşma oldu bile. Ve başka bir tarafa ait birinin lafına inanmak da söz konusu değildi.

Ama yani elbette bir şey yapmam gerekiyordu. İroha’nın «Kral» olma vesveselerine son vermem gerekiyordu.

Bu oyunun bir «grup» oluşturma sistemi ile alt edilmesi daha baştan imkansızdı. Koudai Kamiuçi’nin korkunçluğu bu şekilde bastırılabilecek bir şey değildi ve İroha’nın Yuri’ye söz geçirebileceğine inanmıyordum. İkisi İroha’nın «grubuna» katılmış olsa da kendilerini teslim etmediler. İroha daha önceki raundlar sırasında olanları bilmeden bu durumun gerçek yüzünü asla anlayamazdı.

Bu sebepten dolayı «grup» sisteminin kendisini ortadan kaldırmam gerekiyordu.

Ama İroha’nın bu kadar kararlıyken ona doğrudan saldırmanın işe yarayacağını düşünmüyordum. «Kral» olmayı çoktan hedefi olarak belirtmişti.

Hedef koyduktan sonra ne kadar azimli olduğunu benden iyi bilen biri yok. Üçüncü raund sırasında gelişen olaylar ve az önceki parmak kesme olayından sonra onun ne kadar azimli olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm.

Eğer öyleyse başka birine saldırmaktan başka çarem yok.

“O kişi de…”

Hedef almam gereken kişi zihnimde canlandı.

Yuri Yanagi.

Onu ikna etmek kolay olmayacaktı. Ama «grubu» sistemini alt etmemin tek yolu Yuri’den geçiyordu.

Evet, aynen öyle. Yarın Yuri’ye saldıracağım.


O anda düşünce zincirime son verip yatağın üzerine uzandım.

Durum çok iyi sonlanmadığını düşünüyordum. Fazla güçsüz olduğumu düşünüyordum. Daha kararlı olup daha emin adımlarla ilerlemem gerekiyordu. Ama şimdilik---

Birinci gün, ölen olmadı.

▶İkinci Gün <B> Büyük Oda

“Pekala, verin bakalım.”

İroha’nın emri üzere Yuri ve Koudai Kamiuçi yemeklerini, bıçaklarını ve her nedense saatlerini masanın üzerine koydular.

İroha başını sallayarak parmağı eksik olan koluna saatleri taktı. Nedenini bilmesem de bu eylemin onların üzerindeki hakimiyeti belirttiğini anladım.

Ama doğuştan dokuz parmağı varmış gibi bu kadar doğal davranabilmesi bana biraz garip gelmişti… Canı yanmıyor muydu?

“Aa, onlarla konuşmaya bile kalkışmayın. Onların ne kadar konuşabileceklerini ve ne söylediklerini sınırladım.”

Şimdi sözünü edince fark ettim ama ikisi bize selam vermek dışında ağızlarını açmamışlardı.

Duruma bakılırsa ikisi de İroha’ya [Sınıf]’larını söylediklerinden emindim.

“Peki o zaman, «bizim» sizinle konuşmamız gereken başka bir şey yok. Eğer söylemek istediğiniz bir şey olursa bana seslenirsiniz.”

Maria bana gözünün kenarından baktı ama ağzını açmadı. Maria bu oyunun bir ‘kutu’ sonucunda ortaya çıktığını biliyordu. Eğer diğerlerine bu bilgiyi düzgün bir şekilde anlatabilirsek üstesinden gelmek için bir çözüm bulabileceğimizi biliyordu.

Ama anlatamıyordu.

İroha artık «grup» oluşturmasıyla söylediklerinin doğru ya da yanlış olmasının bir önemi kalmamıştı. Önemli olan İroha’nın söylenenlere inanıp inanmamasıydı. Ve eğer inanamıyorsa tekrar güvenini kazanmak çok zor olacaktı.

En azından Maria benim ‘Asılsızlık Oyunu’nu neden bildiğimi öğrenmeden önce hiçbir şey yapamazdı.

Bu yüzden İroha’nın bize hiçbir şey olmamış gibi sakin sakin konuşması ve bizim bir şey diyemememiz de kaçınılmaz bir sonuçtu. Günlük hayatlarımıza ilgi duyuyordu ve hobilerimizin neler olduğu ve tatil günlerinde neler yaptığımızı neşeyle ele aldı. Ama söylediklerimizin yanlış anlaşılıp bize karşı kullanılma tehlikesinin farkındaydık. Sanki savcı ve sanık altın günü için mahkeme salonunda buluşmuşlardı.

İroha’ya özenle yanıt verdiğim süre boyunca Yuri’ye baktım.

Başını neredeyse hiç kaldırmamıştı.

Eğer kıpırdamaya başlarsa…

İkinci raund aklıma geldi. Yaptıklarını herkesin önünde sergileyen İroha’nın tersine Yuri sinsice hareket ederdi. Gizliden yaptıkları ortaya çıktığında iş işten geçmiş olacaktı.

Yuri gerçekten hareket edecek miydi ama? Eğer onun kadar dikkatli biri İroha’nın planının hayatta kalmanın en iyi yolu olduğu sonucuna vardıysa düşüncesiz hareketlerde bulunacağını düşünmüyordum…

Yuri birden ona baktığımı fark etti ve başını kaldırdı.

Biraz tedirgin olmasına rağmen benim nasıl hissettiğimi anladığını belirtmek için gülümsedi. Savunmasız gülümseyişi şimdi bile küçük bir hayvanı andırdığı için onun tatlı olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamadım.

Tatlı mı?

Bana kendisini tatlı olduğunu düşündürmeye mi çalışıyordu?

Bu durumda beni dışlamak yerine beni arkadaş edinmeye mi çalışıyordu?

“...”

Hayır, olayı sadece kafamda büyütüyordum. O bile her zaman yüzünün ifadelerini kontrol edemezdi. Bunu biliyordum.

Bunu biliyordum ama… başka bir şey fark ettim.


Onun hareket edip etmediğini mi sorgulamıştım ben?

Nasıl böyle sorular soracak kadar vurdumduymaz olabilirdim ki? İşler o aşamayı artık geçti.

İkinci raundta buraya geldikten hemen sonra hareket etmeye başlamıştı --- gerçi onun oyuncu olması onu teşvik etmiş olabilirdi. Ama her hareketini hızlı yapıyordu. Öyleyse bu raundta da bir işler çeviriyordu.

Yuri Yanagi uzun zaman önce hareket etmeye başlamıştı.

▶İkinci Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası

[Iroha Şindou] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Yuri Yanagi] -> [Iroha Şindou] 15:40~16:10
[Daiya Oomine] -> [Koudai Kamiuçi] 15:00~15:30
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuçi] -> [Iroha Şindou] 16:20~16:50
[Maria Otonaşi] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10

Olan bitenler yüzünden derhal Yuri ile [Gizli Buluşma] düzenlemem gerekiyordu.

Dolayısıyla Daiya ile buluşma sözümde duramadım ama başka seçeneğim yoktu.

Yuri’nin odasına girdim.

Beni fark ettiği anda ayağa kalkıp tekrar tekrar başını ileriye doğru eğdi.

“Özür dilerim Hoşino ama seninle [Gizli Buluşma]’da da konuşmama izin verilmiyor. Bu sebepten dolayı benimle konuşmak istesen bile sana yanıt vermem…”

Böyle bir tavır.

Yuri benim oyuna sebep olan ya da destek olan kişilerden biri olduğumu düşünmesi gerekirdi. Böyle düşünmesinin sonucunda bana karşı tetikte olması normal olurdu tabii.

Ama buna rağmen sadece İroha’nın sözünü dinlediğini ve benden rahatsız olmadığını belirtmeye çalışıyordu.

Sırf zor durumda kaldığı taktirde beni kendi yanına çekebilmesi için.

...Ama o kadar kurnazsa bile onun oyununa son vermem gerekiyordu.

“...İroha burada değil! Buna rağmen yine onun sözünü dinleyecek misin?”

“Şey… İroha’ya cihazımı da göstermem gerekiyor.”

İroha’nın gözünden gerçekten de hiçbir şey kaçmıyordu. Ama bunu da hesaba katmıştım.

Bu sayede bu durum için bir planım vardı.

“Açıkça soruyorum: bu durum seni rahatsız etmiyor mu?”

“A-Aaa… dediğim gibi… sana yanıt veremem. Gerçekten.”

“İroha’nın planı gerçekten işe yarayacağını mı düşünüyorsun?”

“A-Aaa…”

Yuri gözleri endişeyle odayı turlarken masayı fark ettiğinde kalakaldı.

Çünkü benim masanın üzerine koyduğum defterde bir şeyin yazılı olduğunu fark etti.


《Birbirimize yazarsak ne konuştuğumuzu kimse göremez.》


Deftere yazılanlar taşınabilir cihazda kaydedilmiyordu. Koudai Kamiuçi bana ikinci raundda yazılı not verdiğinde bu durumu fark etmiştim.

Yuri’nin gözleri büyüdü ve bana doğru baktı. Anlaşılan ne demek istediğimi anladı.

Ona kalem uzattım ama ne yapması gerektiğine hemen karar veremedi. Ellerini göğsünün önünde kavuşturmak dışında hareket etmedi.

“Tamam ya! Bana hiçbir şey söyleyemezsin değil mi? Öyleyse ben de hiçbir şey demem. Of of, kötü oldu ya. Demek boşuna bir [Gizli Buluşma] harcamışım…”

İroha’yı kandırmak için yapmacık sözler söyledim ve elimle konuşmaya devam ettim.

《Sen aslında ne yapmak istiyorsun? İroha’nın her dediğini öylece dinleyecek misin?》

Bunları yazdıktan sonra kalemi bir kez daha Yuri’ye uzattım.

Ama Yuri bunu yapamayacağını belirtmek için başını iki yana salladı.

《Ne olursa olsun?》

Bunu yazmayı denedim ama bana tekrar olumsuz tepki verdi.

...yani, pek de şaşırılacak bir şey değildi. Kim güvenmediği birinin sözünü dinler ki?

Öyleyse onu aklını çelerim.

Öyle bir aklını çelerim ki daha fazla sakin kalamayacaktı.

Bunu sebep olacak cümleyi yazdım.

《Onu sevmemiştin bile.》

Bu ansızın ve üstü kapalı cümleden şaşkın kalmıştı. Şaşkın gözlerini bana doğru çevirdi. Ama bu kadarıyla kalmayacaktım. Onu daha da şaşırtıp altüst edecektim ve ardından bana cevap vermek zorunda kalacaktı.

Devam ettim.


《İroha’nın aşık olduğu çocukla çıktın, öyle değil mi?》


“...!!!”

Sonuç olağanüstüydü.

Yuri sanki bir depreme yakalanmış gibi titremeye başladı ve yüzü sapsarı olmuştu.

Sakinliğimi bozmadan kalemi bir kez daha uzattım. Yuri ne yapacağını bilmediği için ileri geri bir kaleme bir bana baktı ve nihayetinde teklifimi daha fazla reddedemeyeceğini anladığında gözleri yaşla dolu, kalemi eline aldı.

Ama anlaşılan o ki hala aptal numarası yapmak istiyordu; titrek eliyle 《Neden söz ediyorsun sen?》 yazdı. Hiç tepki göstermeyip sessizliğimi bozmadığımda defter kağıdını yırtıp kenara attı.

Yuri yazmaya başladığında yanağından bir göz yaşı akıyordu.

《sen nereden biliyorsun?》

《kimsenin bunu anlayabilmesinin imkanı olmamalıydı》

《iroha bile fark etmemiş olmalı》

İşi bittikten sonra defteri kalemle beraber bana uzattı. Göz yaşlarını silip bana alttan baktı.

...Ha, öyle bir ifadeyle beni yoldan çıkaramazsın!

《Bunu bana sen anlattın.》

Daha doğrusu bunu bana İroha anlatmıştı ama şimdi onu açıklamak fazla zor olacaktı.

Yuri adeta korkuyla elini salladı.

《ne anlatıyorsun sen! sana daha önce öyle bir şey söylemedim. neden bahsediyorsun sen?》

Tam da beklediğim gibiydi. Ona o ‘neden’ kelimesini sormasını istiyordum.

O kelimenin sayesinde nihayet asıl yazmak istediklerimi yazabilirdim.

《[Asil Krallık]’ı ilk defa oynamıyorum.》

Yuri bana endişeli gözlerle baktı; anlaşılan sırf o cümleyle demek istediğimi anlamadı.

Ama o şekilde yazdığım taktirde onun zekasıyla ne demek istediğimi tahmin edebilmesi gerekirdi.

《Bu oyunu birkaç defa aynı kişilerle oynadım. Bu dördüncü defa.》

Yuri şaşkınlığını gözlerini sonuna kadar açarak belirtti. Ardından yavaş yavaş söylediklerimi anladığında korkudan titremeye başladı.

《Dolayısıyla senin hakkında da çok şey biliyorum.》

Yuri yazdıklarımı inkar etmeye çalışıyormuş gibi başını iki yana delice salladı. Ardından elini uzatarak kalemi istediğini belirtti.

《tabi! eski sevgilimden kimseye söz etmem!》

《Normal şartlar altında öyle. Ama böyle sıra dışı bir durumda gerçekten kimseye söylemeyeceğinden emin misin?》

Yuri bir an kendini tutamayarak ağzından ses çıkarttı.

《Seninle üç oyundur birlikteyim. Dolayısıyla seni gayet iyi tanıdığıma inanıyorum.》

《O yüzden de bir şeyin farkına vardım.》

Sıra benim ve İroha’nın [Gizli Buluşma]’sına geldiğinde İroha neden birdenbire o kadar soğuk davranmaya başlamıştı?

İroha’nın bir önceki [Gizli Buluşma] eşinin ismini gördüğüm anda anlamıştım.


《Grup kurma fikrini İroha’ya aşılayan sendin, değil mi?》


“N---”

Ağzından daha fazla kaçırmadan sol eliyle ağzını kapattı. Elini ağzından ayırmadan deftere tedirgin bir şekilde yazmaya başladı.

《ne anlatıyorsun sen yine? bu durumda olmamızın benim suçum olduğunu mu söylüyorsun? her şeyin mi? benim öyle bir şey yapabilmemin imkanı yok!》

《Benim tanıdığım Yuri yapabilir.》

Tabi her şeyi öngördüğünü söyleyemezdim. İroha kendi parmağını keseceğini kesinlikle öngöremezdi.

Ama İroha’nın kişiliğini o kadar iyi bilen biri olarak en azından şu kadarının olacağını tahmin edebilirdi:

《İroha bizi hükmü altına almaya çalışacağını biliyordun en azından.》

Yuri gözlerini yere çevirdi ve ağzını kapattı.

《Benim tanıdığım Yuri hayatta kalmak uğruna başkalarını kullanır.》

《İroha’yı bile.》

Hayatta kalmak için başka seçeneği kalmadı zamanlarda.

Bunun sebebi İroha’nın aksine Yuri «Kral» olamazdı. Onun kişiliğiyle başkalarını hükmetmek ve hükmü altındaki tüm kişilerin iradelerini bir etmek imkansızdı.

Fakat o «Kral» olan kişiyi kontrol edebilirdi.

Bu sebepten dolayı İroha’yı «Kral» yapmıştı. Bizi dolaylı olarak kontrol etmek istemişti. Kendi emniyetini sağlama almak için uğraşmıştı.

Başı hala eğikti ve sessiz kalmaya devam etti.

Ardından bir süreliğine hareket etmedi. Ama hemen kendini toparlayıp düzgün nefes almaya başladı.

“...”

Rahat bir şekilde kolunu hareket ettirip tek bir kelime etmeden deftere bir şeyler yazdı.

《bu oyunu üç defa oynadığını varsayacağım. ayrıca beni çok iyi tanıdığını varsayacağım.》

Sakin bir şekilde kağıdı yırtıp yeni bir kağıda yazmaya başladı.


《Ne olmuş yani?》


Başını kaldırdı.

“Aa…”

Donakaldım.

Çünkü onun gözleri daha önce bir kez gördüğüm boş gözlerdi.

《eğer özür dileyip “istediğini yaparım” dersem mutlu olur musun? eğer öyleyse bunu istediğin kadar yapabilirim!》

Ve ardından gerçekten de gözlerinde yaşlar oluşmaya başladı. Hakikaten acınası bir surat ifadesi yaptıktan sonra deftere şunu yazdı:

《çocuk oyuncağı》

“...”

Vay be.

Kaybetmişim bile.

《Bak, demek istediğim》

Yuri artık yazdıklarıma bakmıyordu. Oda sessizliğe büründükten sonra Yuri gönülsüzce gülümseyip yatağına uzandı.

“Aa…”

Onun bana teslim olmasını… Hayır, o kadarını bile istememiştim. Tek isteğim onun gerçeğin farkına varıp benim tarafıma geçmesiydi. Ardından bu başarının etkisiyle İroha hakkında bir şeyler yapmak istemiştim.

Ama yanlış yöntemle girişmiştim.

Ona doğrudan gerçeği anlatsaydım tabi bana inanmazdı. Ama gerçekten başka yolu yok muydu? Bütün seçeneklerim arasından bu korkak kıza neden saldırmayı seçmiştim?

«Hayır, seni kandırıp seni vahşice öldüren o hayvanlara karşı kin tutuyorsun, değil mi? Seni kendi canları uğruna öldürdüler! Hehehe»

Noitan’ın bana söylediklerini hatırladım.

Acaba haklı mıydı? Acaba farkında olmadan kurtarılması gereken arkadaş olarak değil de yenmem gereken düşman olarak mı düşünmüştüm? Bu da Yuri’ye saldırmama mı sebep olmuştu?

Eğer öyleyse… Bu lanet ‘Asılsızlık Oyunu’nun tuzağına farkında olmadan yakalanmıştım galiba.

▶İkinci Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası

Maria odama kolları kavuşmuş ve huysuz bir şekilde girdi.

“...Nihayet. Nihayet seninle doğru düzgün konuşma fırsatım oldu. Of… aklından ne geçiyor senin? Önce bana gelip durumu konuşmamız gerekirdi ama hayır, sen gidip---”

Maria lafını kesip kaşlarını çattı.

“O kasvetli surat da neyin nesi?”

Demek keyifsizliğim yüzüme vurmuştu he?

Başarısızlığımın bende yarattığı şaşkınlık o kadar güçlüydü ki yatağıma oturup başımı eğmiştim.

“Ha… kendi kendini yiyip bitirmişsin. Ee, ne oldu? Yanagi seni ret mi etti?”

“Reddetmek he… yani, evet onun gibi bir şey olduğu söylenebilir.”

Bunu şaka niyetine söylediğinden verdiğim yanıta şaşırdı. Derin bir iç çekti.

“Demek ona asıldın bile öyle mi?... Doğanda çapkınlık varsa sonu böyle demek ki. Sırf savunmasız gözüktüğü için başaracağını mı düşündün? Ne kadar da utanç verici bir yanlış anlaşılma. Onun güzelliğiyle bir sürü erkek hayrana sahip olmalı. Senin gibi kız elbiseleri giyinen birinin onunla birlikte olmasına imkan yok.”

...Hayır, bana o elbiseyi zorla giydiren sendin.

Ama tepki verecek gücüm kalmamıştı ve suratım asık, sessiz kaldım.

“...ve her şeyden önce daha dün tanıştığın bir kızla ne cüretle aşık olursun? Hadi mogi olsa yine…”

“Ha?...”

Maria sessizleşince farkında olmadan başımı kaldırdım. Maria yanağını kaşıyıp bana doğru dik dik baktıktan sonra yanıma aşırı kuvvetle oturdu.

Tek kelime etmeden kolumu yumrukladı.

“Kazuki, bana çilekli turta al.”

Ve her nedense benden otlakçılık yapmaya çalıştı.

“...”

“Bakma bana öyle. O kadar utanç verici bir şekilde kaybettiğinden dolayı sana arkadaşlık edeceğimi söylüyorum. Reddedilen eziklerin hep kullandığı saçma sapan mazeretleri kullanmana izin veriyorum, hatta onları dinleyecek kadar nazik biriyim. Mesela onu esasında umursamadığını ya da onun hiç de güzel olmadığını düşündüğünü. Nahoş ruh haline katlanma bedeli olarak düşünürsen tek bir çilekli turta oldukça ucuz.”

“...hayır, yani---”

“Yanagi’yi bilmiyorum ama ben senin için buradayım. Demeye çalıştığım şey bu.”

Maria bunu sakin bir ifadeyle söyledi.

Bunun özel bir anlamı yokmuş gibi açıkça söylemesinden dolayı onun söylediği güzel sözlere şaşırmaktan kendimi alıkoyamadım. Ama o kadar umursadığı için gülümsedim.

Doğru ya. Moralim bozulacağı bir durumda değildim. Kaybettiğim bir gerçek ama henüz çok geç değildi. Hala kullanabileceğim yöntemler ve vasıtalarım vardı - ama bu sefer hata yapmadan kullanacaktım.

Maria’yı korumak uğruna.

“Özür dilerim Maria. Ona açılıp reddedilmedim.”

“...Biliyorum. Öyle bir şey yapacak kadar cesaretin yok zaten. Sadece keyfini yerine getirmek için yaptığım bir espriydi.”

O az önce afallamamış mıydı?...

“Ee, Yanagi’yle aranda ne oldu?”

“Onu ikna etmekte başarısızdım.”

Maria kuşkuyla bir kaşını kaldırdı.

“Yanagi mi? Şindou değil?”

Başımı salladım. Bu şekilde yanıt verdiğimde Maria elini çenesine getirip bir süre düşündü.

“Neden? Sahip olduğun mevcut bilgiyle bu gerekli bir adım olduğu sonucuna mı vardın? ...Ah, doğru ya. Ondan önce ne bilip bilmediğini sormak istemiştim.”

“Aa, evet…”

“Anlat bakalım.”

Maria’nın yüz ifadesinden ona güvenip her şeyi anlatacağım konusunda son derece emin olduğu anlaşılıyordu.

Kuşkusuz öyleydi. Benimle beraber koca bir ömür geçirdikten sonra içimi görebiliyordu.

Ama…

“...Özür dilerim ama sana anlatmak istemiyorum.”

Onun bilmediği birkaç trajediye tanık oldum.

Defalarca onu korumam gerektiğini görmüştüm.

“Ne… diyorsun sen?... Bana anlatmayacak mısın? Niye?”

“Sana her defasında güvenmemem gerektiğini düşünüyorum.”

“Nedenmiş o?... Buradaki sorun güvenip güvenmemek değil ki ama. Beraber bir çözüm üretmek tek başına uğraşmaktan daha iyi olacağı apaçık ortada!”

Gayet makul bir nokta. Benim zekamla tekrar hata yapma ihtimalim vardı. Kendi kabiliyetlerime her zaman güven olmadığını biliyordum.

Ama Maria’ya bulunduğumuz durumu anlatsam ne olurdu? Örneğin onun sadece bir NPC olduğunu söylemenin sonucu ne olurdu? Kendini önemsiz olarak düşünüp kendini her zamankinden daha da fazla umursamayacaktı!

Öyle yapmasına izin veremezdim. Herkesin hayatta kalması gerekiyordu.

Maria’nın fedakar eylemleri benim hedefime ulaşmaktan alıkoyuyordu.

O yüzden her ne olursa olsun ona anlatamazdım.

Maria olabildiğince az eylemde bulunması lazımdı.

“...”

Maria üzgün bir ifadeyle ağzını açtı.

“...sana sürekli yardım ederek gururunu mu incittim? Seni küçümsediğimi mi düşünüyorsun? Eğer o şekilde düşünmene sebep olacak bir harekette bulunduysam özür dilerim.”

“Hiçbir zaman öyle düşünmedim!”

“O zaman!...”

Muhtemelen bağırmak istememişti. Maria hantal bir şekilde gözlerini kaçırıp cümlesine daha sakin bir şekilde devam etti.

“O zaman… bana güven!”

“...Maria.”

Belki geçmişte söyleseydi, onun bu sözlerini güçlü ve güvenilir olarak düşünürdüm…

Ama artık o şekilde düşünemiyordum. Hatta bana tam tersi gibi gözüküyordu.

Ne de olsa gerçeği biliyordum.

Maria söylediklerinin sadece bencil sözler olduğunun farkındaydı, bunu biliyordum.

O yüzden onun bir önceki beyanı...

“Seni kurtaracağım!”

...sadece hüzünlü bir haykırıştı.

Yani, benim gözümde öyleydi ama bu yapmam gerekeni değiştirmiyordu.

“...Maria, ‘kutu’ hakkında şimdilik söz etmesen olur mu? İroha’ya ‘kutu’dan bahsetmenin tehlikeli olduğunu düşünüyorum.”

“Beni aydınlatmayı düşünmüyor musun?...”

“...Hayır.”

Bu sözümden sonra Maria gözlerini yere çevirdi ve kollarını kavuşturdu.

“...Anladım. Bu konuda düşünmüşsündür sen, öyleyse yapacak bir şey yok herhalde.”

Kendi duygularını bastırarak kabullenmeye çalıştı.

Fakat hissettiği kırgınlığını tamamen bastıramamıştı: yüz ifadesinden nasıl hissettiği anlaşılıyordu.

Maria hiçbir duygusunu belli etmemeye çalışarak bana baktı. Onun gözlerindeki üzüntüyü göremeyeceğim kadar değersiz bir ilişki değildi bizimkisi.

Ve ardından,


“Sen… Kazuki’sin, değil mi?”


Aklımdan geçenleri görebiliyormuş gibi içimi gören, bana ‘Balçıkta Yedigece’ esnasında beni kullandığım yüz kaslarından ayırt edebildiğini söyleyen Maria bunu söyledi.

“...Ha?”

O yüzden şaşırdım… öyle bir şey dediği için şaşkınlıktan donakalmıştım.

Maria gözlerini kaçırdı.

Bana bakmadan güçsüz bir sesle fısıldadı:

“...Yok bir şey. Beni aldırma.”

▶İkinci Gün <F> [Kazuki Hoşino]'nun Odası

[Gizli Buluşma]’dan beri Maria’nın tavrı pek değişmemişti.

O soruyu sadece ağzından kaçırdığından emindim. Bunun kanıtı kimseye ‘kutu’lardan söz etmemesiydi.

Kimse durumu kışkırtmadığı için her şey aynı şekilde devam etti.

Ama o sadece bugünlüktü.

İroha üçüncü günde onun «grubuna» katılıp katılmayacağımız konusunda cevap vermemizi istiyordu.

Ama her neyse ki bugün bitti.

Yatağıma yığıldım.

İkinci gün, kurban yok.

▶Üçüncü Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası

ÇN: Bölümün kalanı henüz çevrilmedi.





Geri Git - Açılış Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page)