Utsuro no Hako - Türkçe: 4. Cilt 1. Bölüm

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

HakoMari4-OyunB.jpg


▶Birinci Gün [Kazuki Hoşino]’nun Odası[edit]

---*Çatırt*

Şeffaf eller vücudumun derinliklerine uzandı ve organlarımı ezdi. Bu oyuna sığmak için eziliyordum, parçalanıyordum, küçülüyordum. Bütün vücudumun baş döndürücü şekilde döndüğünü hissettim, giysiler ile birlikte bir çamaşır makinesinin içine atılmış gibi.

Böyle bir tecrübenin psikolojik rahatsızlığını yaşarken o eller kadar şeffaf oldum. Bütün vücudumu kaybetmiş gibi haffifleştim, ve farkında olmadan kapattığım gözlerimi yavaşça açtım.

Gördüğüm ilk şey boş bir tavan ve oradan sarkan yalnız bir ampul.

Kalbimin atışları hızlandı.

Bu hapis gibi odaya bir kez daha konulmuştum.

...hayır, bu tam olarak doğru değildi. Doğrusu bu benim buraya ilk gerçek gelişimdi. Tek bir hata bile yapamayacağım bir savaşta yer alacaktım.

Daiya ile yaptığım anlaşma aklıma geldi.


«Eğer o sekiz gün boyunca kimse kimseyi öldürmezse hayatta kalabilirsin.»

«Ve---eğer oyunun öyle sonlanmasını sağlayabilirsen, ben de ‘Asılsızlık Oyunu’nu yok ederim. Senin sözünü ettiğin ‘adillik’ bu olsa gerek, değil mi?»


Benim hedefim ‘kutu’yu yok etmek, Maria’yı kurtarmak, ve gerçek dünyaya geri dönmekti.

‘Reddeden Sınıf’ı ve ‘Balçıkta Yedi Gece’nin sahiplerini bulup onlara ‘kutu’larını teslim etmeye ikna ederek çözebilmiştik. Ama bu sefer işe yarayacak bir yöntem değildi. ‘Asılsızlık Oyunu’nun sahibi Daiya ikna edilemez biriydi.

O yüzden onu ikna edemezdim; onu yenmem gerekiyordu.

Gruba önderlik yapıp kimsenin kimseyi öldürmesine izin vermemem gerekiyordu. Kimsenin ölmediği bir son oluşturmam gerekiyordu.

Etrafa bakındım. Geçen seferki gibi küçük odada tuvalet ve lavabo gördüm. Ayrıca yaklaşık 20 inç bir ekran, bir masa, ve masanın üzerinde hintkeneviri torbacık vardı.


Torbacığın içerikleri de aynıydı. Bir tükenmez kalem, bir not defteri, bir mavi saat, yedi adet katı yemek, taşınabilir bir cihaz ve bir bıçak.

Fakat---

«TanışTığımıZa - memNun oldum»

Noitan adlı tiksinç yeşil ayı beni bu sefer böyle karşıladı.

---’Tanıştığımıza memnun oldum’, he?

Biraz garip geldi, ama esas karşılama buydu. Onunla daha önceden birkaç defa tanışmış olma hissine kapılsam da bu bizim ilk gerçek tanışmamızdı. Şimdiye kadar sadece NPC’lerim, benim kopyalarım onunla tanışmıştı. Bu tanışmayı sadece [temsili tecrübe] şeklinde yaşamıştım.

«Gufufu - TanışTığımıZa - memNun oldum - Kazuki - Peki - o zaMan - şimDi - kenDi [Sınıf]’ını - seçecekSin»

“...? Kendi [Sınıf]’ımı seçebiliyor muyum?”

«Evet - [Asil Krallık] oyunCunun - NPC’lere göRe daha - aVantajlı olacak şeKilde - taSarlandı - BöyLece diğErlerinin - NPC olDuğu bilgiSi - ve [temsili tecrübe]’ler ile - davRanışlaRı ve kiŞilikLeri - haKkında bilGin - Seni onlAra göre - daHa - psikolojik olarak üstün - kıLar»

“Ve kişinin kendi [Sınıf]’ını seçmesi de bu üstünlüklerden biri…”

«AyNen öyLe»

Noitan’ın görüntüsü ortadan kalktı ve ekranda [Sınıf]’lar görüntülendi.

[Kral]

[Prens]

[Dublör]

[Büyücü]

[Şövalye]

[Devrimci]

“...hım?”

[Kral], [Büyücü] ve [Devrimci] seçeneklerinin üzerinden çizgi çekildiğini fark ettim.

«Üzeri çizili [Sınıf]’lar - seçmeye iznin olmayan [Sınıf]’lar! - Bunun sebebi - daha önceden - diğer oyuncular - tarafından seçilmiş olmaları»

Noitan bir yandan sorumun cevabını vererek durumu açıkladı.

Daha önceden seçilen [Sınıf]’lar he? [Devrimci] Daiya, [Kral] Yuri ve [Büyücü] de… öğrenme fırsatım olmamıştı, ama İroha olmalıydı.

“Ama böyle bir kuralın var olma sebebi ne ki?”

«ÇünKü - bu kuRal olmaDan - sıraLarı daHa önce - olan oyunCular - fazLa dezaVantajDa - olurlaRdı! - [Temsili tecrübe]’lerden - daHa az - bilgi eDindiler - ne de olSa - Bu sebepTen - eşitLiği sağlaMak için - onlara [Sınıf] seçimi - konuSunda daHa Çok - seÇenek suNulur»

Anladım. ...gerçi, ilk oyuncunun buna rağmen büyük bir dezavantajda olduğunu düşünüyordum…

Her neyse, bunun anlamı [Prens], [Dublör] veya [Şövalye] vardı seçebileceğim [Sınıf]’lar arasında. ...geriye kalan [Sınıf]’lar oyunun gidişatını kontrol etmek için pek uygun değildi.

“Aa…”

Bir şeyin farkına vardım.

Sadece o üç [Sınıf]’tan birini seçebilirdim. Bu ayrıca tehlikeli [Sınıf]’ların; [Kral], [Büyücü] ve [Devrimci]’nin başkalarına verileceği anlamına geliyordu.

Yuri'nin oyuncu olduğu ikinci oyun aklıma geldi. O oyunda ben [Devrimci]’ydim. Buna rağmen oyunun sonu felaketti ama… Koudai Kamiuchi [Devrimci] olsaydı ne olurdu?

Daha da kötü sonuçlanırdı. Bundan emindim. Muhtemelen Maria’yı bile kurtaramazdım.

Eğer Daiya veya Koudai Kamiuchi bu defa [Devrimci] olursa---

“---ah…”

Tüylerim ürperdi. Eğer öyle olursa oyunu hadisesiz ve barışçıl bir şekilde bitirmenin imkanı olmazdı.

...hayır, korkak olmak gibi bir seçeneğim yoktu. Halen sekizinci günün <E> vaktine kadar hiçbir ölümün gerçekleşmesine izin vermeden onlara önderlik yapmam gerekiyordu.

«Seç - arTık»

Noitan beni sözleri ile dürtünce dikkatimi ekrana verdim.

[Prens], [Dublör] ve [Şövalye] - hangisi gruptan kimsenin ölmesine fırsat vermeden önderlik yapabilmem için en iyi seçenekti? Sonuç olarak en iyi seçeneğin [Devrimci]’yi engellemek olduğunu düşünüyordum. Öyleyse---

Karar verdiğim seçeneğe basmak için elimi uzattım.

«Emin - miSin?»

Önce beni aceleyle seçmeye zorluyor sonra da böyle bir soru mu soruyordu?!

“......Eminim!”

Kazanma koşulları benzer olduğu için [Devrimci]’yi kendi tarafına getirmeye en uygun [Sınıf]. Ve üstelik engelleme kabiliyetleri de bulunan [Sınıf]. Seçtiğim [Sınıf]---

[Şövalye] olmak için düğmeye bastım.

Ekran anında değişti ve Noitan’ın görüntüsü tekrar belirdi.

«Peki - Kazuki [Şövalye] oldu - Umarım - kaRakter hikaYesinde - yazılDığı giBi - diğerlerine karşı hissettiğin intikamı - son aNa kadAr - gizLeYip - onLara ihaNet edip - onları kıLıcınla - kesip biçersin»

“...intikam he. Saçmalama.”

Bunu mırıldayarak söylediğimde, yeşil ayı sırıtmaya başladı ve görüntüsü de buna ayak uydurup değişti.

«Hayır, seni kandırıp seni vahşice öldüren o hayvanlara karşı kin tutuyorsun, öyle değil mi? Seni kendi hayatları uğruna öldürdüler! Hehehe»

Kekelemesi kesildi ve o çirkef sözleri hiç çarpıtmadan söyledi. Şimdi hatırladım. Bu çirkin yeşil ayı istediğinde akıcı olarak konuşabiliyordu.

“...Daha yanlış düşünemezsin! Ben onlara karşı hiç de kin hissetmiyorum!”

«Hadi be oradan seni velet, aziz gibi davranmaktan vazgeç! Yoksa tam ölümün eşiğindeyken gerizekalı gibi gülerek herhangi birini affeder misin yoksa? Zaten senin değil onların ölmesi gerektiğini düşünüyorsun, öyle değil mi? Ya, tabi ki de öyle düşünüyorsun. Ne de olsa diğerleri de seni katlettiklerinde aynı şekilde düşündüler.»

“Benim öyle bir şey düşünmem imka---”

Ama orada kendimi durdurdum.

Onlardan elbette nefret etmiyordum. Onlardan intikam almak da istemiyordum. Öyle bir şey yapmayı hiç de istemiyordum.

Ama --- Yuri'nin öldürdüğü kişi gerçekten de «bendim». Gerçi benim bir kopyamdı sadece.

Hayatımı tehlikeye atmadan amacıma ulaşamazdım. O yüzden diğerlerini korumak uğruna hayatımı tehlikeye atmaya hazırdım. Onlar için kalkan gibi davranıp olan her şeyin suçunu kendi üzerime almam da gerekebilirdi.

---beni birkaç defa öldüren insanları korumanın uğruna.

Bunu tereddüt etmeden yapabilir miydim? Kuşkulanmadan? Açıkçası… yapabileceğimden pek emin değildim. O halde küçücük bir kuşku yüzünden amacımdan vazgeçecek miydim?

Başımı iki yana salladım.

O şekilde düşünmenin bir anlamı yoktu.

Var olan gücüm ile herkesin birbirine güvenebileceği bir ortam oluşturmam gerekiyordu. Eğer bunu başarabilirsem, kimse öldürmeye başlamayacaktı.

“------Hayır.”

Belki de bu tam olarak doğru değildi. ...hayır, doğru değildi.

Bu yetersizdi.

Karşılıklı güvenden oluşan ilişki kurmak tabi ki de şarttı. Ama sırf bununla kalmak yeterli değildi. Koudai Kamiuchi yine istediği gibi hareket edecekti. Yuri hayatta kalmak uğruna yine başkalarına ihanet edecekti. İroha sadece kendisinin doğru olduğunu düşündüğü şeyleri yapacaktı. Daiya zaten işbirliği yapmayacaktı.

O halde ne yapmam gerekiyordu?

«Beni dinlemeyecek misin! Hepsini kanlı vahşet ve çılgınlıkla öldür yeter! Seni sinsi katil!»

“Kapa çeneni!”

«Aralarında bir katilin olduğunu bilmene rağmen hepsiyle güzel güzel geçinebileceğini mi düşünüyorsun? Bırak öyle düşünceleri! Hepsi aşağılık köleymiş gibi onları hükmetmen gerekiyor!»

“...sus artık. Köleymiş! Öyle bir şeyi asla---”

...Hayır, haklı mıydı yoksa? Gerçekten başka seçeneğim yok muydu?

Oyunun tek çözümü birbirimizi öldürmek olduğunu düşünmüyorum. Düşündüğüm şey sırf birbirimize güvenerek sorunun çözülmeyeceği idi.

Doğru, yani kısacası kazanmak için---

---onları hükmetmek gerekiyordu.

“.......Haha…”

Bu ne ya? Oyundan kurtulmak için, tıpkı oyunun ismi ima ettiği gibi: [Asil Krallık], birinin onları «Kral» gibi hükmetmesi mı gerekiyordu?


Öyleyse «Kral» olursam kazanabilir miydim?


Bunu başarabilir miydim? Bu hiç de gerçekçi değildi; bunun üstesinden gelmemin imkanı yoktu.

Ama bir yandan da şunu fark ettim:

Kimsenin kimseyi öldürmemesini sağlamanın tek yolu buydu.

Eğer durum öyleyse---

«Ben bu [Asil Krallık]’ta sadece güçsüz bir kızım.»

«---ama yine de, kendi hayatım pahasına bile seni korumak istiyorum.»

---Bunu yapacağım. Bu ‘kutu’nun içinde güçsüz bir prenses gibi olan Maria’yı korumak uğruna, bunu yapacağım.

«Hadi baKalım - seNi öldüRen - kiŞileRe - seLam verMe - zamaNı gelDi»

Noitan bu sözü ardından kayboldu ve kapı açıldı.

Karanlığın içinde çirkin bir arzu yer alıyordu. Savaşmam gereken kötülük o karanlığın ötesindeydi.

Yumruğumu sıktım.

Evet… anladım!

“Ben---”

«Kral» olacağım.

▶Birinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Hepimiz o hastane odasına benzer yerde çoktan toplanmıştık.

İkinci raund'da olduğu gibi İroha'nın bıçak tehdidini Daiya engellemişti, o yüzden bu sefer boynuma bıçak dayanmamıştı.

Bunun sayesinde gerginlik pek yoktu ve olaylar ikinci raund'da olduğu gibi gelişiyordu. Ve o raund'daki gibi Koudai Kamiuchi'nin önerisi üzerine kendimizi tanıtmaya karar verdik.

Tanıtımları dinlerken her birini nasıl hükmedebilirim diye düşündüm.

"Adım İroha Shindou. Hobilerim ise---"

Öğrenci konsey başkanı İroha. Turuncu renkte saati vardı. Son derece yetenekli biriydi. Kendisine göre onu süper insan yapan şey olağanüstü odaklanma yeteneğidir. Son derece açık sözlüdür ve neredeyse hiç yalan söylemez. Belki de başkalarına göre daha yüksek konumda olduğu için kendisinin ve başkalarının duyguları konusunda düşüncesiz biridir. Eğer kafasına koyarsa kendi duygularını tamamı ile bastırıp katil bile olabilirdi.

Yuri'yi sever ama bence o aşk sorunun ardından oluşan durumla baş edebilmek için duygularını bu şekilde somutlaştırmıştı.

Diğer bir hitap ile söylemek gerekirse, Yuri ile olan ilişkisinde bir tehlike gizliydi.

Eğer onun güvenini elde edebilirsem bana ihanet edeceğini düşünmüyorum. Ortamı kontrol edebilmek gibi bir yeteneğe sahip olduğu için çok iyi bir müttefik olurdu.

"B-Benim adım Yuri Yanagi."

Sınıf 3-1'in birincisi Yuri. Bej renginde saati vardı. Iroha'nın aksine başkaların duygularına oldukça hassastır ve kendisine olan izlenimleri kontrol edebiliyordu. Dahası o kadar kararlı biri ki onu seven insanlardan faydalanabiliyordu. Açıkça gösterdiği duygular çoğunlukla sahte olduğu için bunu fark etmek çok zor.

Ama esasında o sadece bir korkak ve iyi niyetli biriydi. O yüzden eğer gerek yoksa günah katiyen işlemezdi.

Anlaşılan İroha'yı sadece yakın bir arkadaş olarak görmüyordu.

Diğer bir hitapla söylemek gerekirse İroha ile olan ilişkisi onun tarafından da sıkıntılıydı.

Bize güven duymaktansa bizimle iş birliği yaparak neler elde edebileceğini gösterip onu sakinleştirmek daha önemliydi.

"Adım Koudai Kamiuchi, tanıştığımıza memnun oldum."

Birinci sınıf Koudai Kamiuchi. Yeşil renkli saati vardı. Öldürmekten çekinmeyen biri, hatta bulunduğumuz durumdan zevk bile alıyordu. Eylemlerini neyi «ilginç» bulduğuna göre değiştiği ve kendi hayatını umursamadığı için nasıl hareket edeceğini kestirmek zordu. Her nedense şiddete alışkındı. Teke tek dövüşte Maria veya Daiya bile ona karşı kazanamazdı.

Yuri'den hoşlanıyor ama hoşlanmasına rağmen ona düşünceli davranmıyordu.

Ona güvenmenin anlamı yoktu, o yüzden beni kandırmasına kesinlikle izin vermeyecektim. Onun üstesinden gelebilmek için cinayet işleyemeyeceği bir ortam oluşturmam gerekiyordu.

"Adım Daiya Oomine."

Siyah renkli saati vardı.

'Asılsızlık Oyunu'nun 'Sahibi'ydi, ama [Asil Krallık]'taki hedefi hala belirsizdi.

Onunla nasıl baş edeceğimi elbette bilmiyordum.

"Ben birinci sınıftan Maria Otonaşi."

Kırmızı renkli saati vardı. Kendisi prensesti.

"---he? Ah!"

Afalladım. Anlaşılan o kadar odaklanmıştım ki Maria'nın tanıtımı bitince farkında olmadan rahatlamıştım.

"Ne yapıyorsun öyle Kazuki? Şapşal biri gibi davranmaya mı çalışıyorsun?"

Maria bana yarı kapalı gözlerle bakıyordu ve Yuri kıkırdamaya başladı.

Fakat --- yapacak bir şey yoktu tabi ama bir oyun kazanmaya çalışırmış gibi diğerlerini incelemek konusunda pek iyi hissetmiyordum... gerçi işin aslı hepsi birer NPC'ydi...

Ama bunun bir önemi olduğunu düşünmüyordum. Geçen üç raundu hatırlamasalar bile, burada ölüm kalım gerçek hayatta onları etkilemese bile - bu NPC'ler gerçek halleri ile tıpatıp aynıydı.

"Sıra sende."

Maria beni birden dürttü.

"He? Ne sırası?"

"'Ne' değil. Kendini tanıtma sırası sende."

"Aa, anladım."

Diğerlerinin bakışları benim üzerimde toplandı.

Ağzımı açmak üzereydim --- ama bocaladım.

...Doğru ya. Kendimi rahatlıkla tanıtamazdım. Eğer hiçbir şey bilmiyormuşum gibi onlara uyarsam daha sonra onlardan neden sır tuttum gibi sorular sonraki aşamalarda güvensizlik yaratabilirdi.

Diğer yandan onlara bildiğim her şeyi söylemek de tehlikeliydi. Eğer söylememem gereken bir şey söylersem benden şüphe duyacaklardı.

"...Kazuki, neden hiçbir şey demiyorsun?"

"Ah, hayır---"

Ama Noitan henüz kuralları açıklamadığı için onlara 'Asılsızlık Oyunu'nu anlatmanın en iyi zamanıydı. Bir şeyler belirtmem gerekiyordu.

Sorun onlara belirteceğim bilgiyi nasıl seçmem gerekiyordu?

Karar verip ağzımı açtım.

"Ben ikinci sınıftan Kazuki Hoşino. Daiya'nın sınıf arkadaşıyım ve Maria okula katılmadan önce daha önce tanışıyorduk. Dahası---"

Yutkunup devam ettim.

"---Ben [Şövalye]'yim."

Hepsinin surat ifadeleri adeta soru işaretine dönüşmüştü.

"...Kazuki. «Şövalye» dediğin bir tür orta çağ «Şövalye» mi?"

Diye sordu Iroha.

"Sanırım öyle."

"Aah, beni korkuttun. Bir an bir kraliçe tarafından şövalye ilan edildiğini düşünmüştüm. Öyleyse «Şövalye» bir tür mecaz mı yoksa---"

Iroha'nın sözü bölündü.

«Yah yah yah, biri utanmadan bir şeyler ifşa ettiğine göre size [Asil Krallık] hakkında hemen bilgi vereceğim!»


«PeKi o zamAn - hepiNize baŞarıLar - dilErim! - SadeCe oyuNu - herKesin mumYa’ya döNüşmesi - gibi sıKıcı bir - şekilDe sOnlandırmayın - taMam mı?»

Bize [Asil Krallık]'ı anlatmış olmakla birlikte Noitan kayboldu.

"Şimdi bir açıklama yapabilir misin Hoşino?"

Diye sordu İroha. Noitan'ın konuşması esnasında bana birkaç defa gözünün kenarından şüpheyle bakmıştı.

"Neden bir tek sen [Asil Krallık] hakkında bir şeyler biliyordun o vakitte? Ve kimsenin bilmemesi gerekirken sen [Sınıf]'ını nereden biliyorsun?"

Doğru ya, [Sınıf]'ımı açıklamamın sonucu buydu. Kimsenin bilmemesi gerekenleri bilmem beni en şüpheli kişi haline getirmişti.

İroha'nın her raund bıçağı ile bizi tehdit ederken aradığı şüpheli kişi bendim.

"......Ama..."

Onun sorusuna yanıt veren ben değil, Yuri'ydi.

"Kendi [Sınıf]'ını açıklaması onun için hiçbir şekilde yararlı değil, öyle değil mi? Eğer oyunda kazanmak isteseydi sessiz kalıp bizi aldatması çok daha iyi olurdu..."

"Hakikaten de öyle."

"O yüzden bence Hoşino'nun bilerek kendisini dezavantaja sokan bir şey yapmasının sebebi, bu oyunun oluşturan kişiyi şaşırtmak içindi."

Sevinmiştim. [Şövalye] olduğumu belirtmemin sebebini biri gerçekten anlamıştı.

"...bilerek kendisini dezavantaja koydu he... Evet, belki de öyle."

İroha oldukça kaba surat ifadesini yumuşattı.

"Ama o zaman sormamız gereken şey, bunu neden yaptın?"

İroha bunu diyerek gözlerini bana dikti.

Bu bakışa sessizce başımı salladım ve konuşmaya başladım,

"İnanmanızı istediğim bir şey var."

Demek istediğim şey kazanma koşulları.

«Eğer o sekiz gün boyunca kimse kimseyi öldürmezse hayatta kalabilirsin.»

Bunlar Daiya'nın sözleriydi.

"Kazanma koşullarını karşılamadan [Asil Krallık]'tan kaçmanın yolu var."

Hepsinin nefesi kesildiğini fark ettim.

"Herkesin mumya olduğu bir son bulunmuyor. Diğer bir hitap ile, eğer hepimiz sekizinci günün <E> kısmına kadar hayatta kalırsak, oyun iptal edilecek."

Bu hem benim hedefim hem de herkesin dilediği çözüm olmalıydı.

Hiçbiri gerçekten de [Asil Krallık]'ta cinayet işlemek istemiyordu. Sadece hayatta kalmak veya diğerlerini korumak için cinayet işlemek dışında bir çareleri yoktu. Yuri ve İroha oyuncu olduklarında başka bir çözüm olmadığına inandıkları için cinayet işlemişlerdi.

Birbirini öldürmek dışında bir çözüm olduğunu göstermek cinayeti engellemenin en iyi çözümdü. O yüzden bunu onlara katiyen söylemem gerekiyordu.

"Şimdi sen sözünü edince... Noitan da öyle bir şeyler dememiş miydi? Mumyaya dönüşmek gibi sıkıcı bir şey yapmamalıyız gibi. Eğer bu cümleyi biraz incelersek... belki de... Hoşino'nun söylediklerini destekliyor."

Diye mırıldandı Yuri. Bu bilgi onun için daha yararlı olduğu için sözlerimi doğrulamaya çalışıyordu.

İşine gelen bilgiyi kolaylıkla kabul etmek tabii bir şeydi. O yüzden tek yapmam gereken şey en sonunda 'kutu'lar hakkında detay ve Daiya'nın bu 'kutu'nun 'sahibi' olduğunu söyleme fırsatı gelene kadar onlara gerçeği azar azar söylemekti.

Evet, doğru şekilde ilerliyordum.

Eğer hepimiz aynı amaç uğruna uğraşırsak, cinayet işlenmesinin imkanı yoktu.

Tabi---


"Söylediklerini henüz onaylayamam."


---bu baş belası insan olmasaydı eğer.

Koudai Kamiuçi buradaydı. [Asil Krallık]'tan zevk almak istediği için cinayet işlenmediği zaman rahatsız oluyordu.

"Bir şikayetin filan mı var?"

İroha ona bu şekilde sorunca, ciddi olmayan bir surat ifadesi gösterip ardından başını kaşıyarak yanıt verdi.

"Yani, elbette Hoşino'nun [Asil Krallık] ile alakadar olduğuna inanıyorum! Ama sırf bununla verdiği çözüme hemen inanabilir miyiz ki?"

Yuri'nin ifadesinden endişesini rahatlıkla görebiliyordum.

"Bu çözüm sadece bir yalan da olabilir, öyle değil mi? Belki de buna inanırsak Hoşino bu durumdan bir şekilde faydalanabilir, değil mi?"

"Hayır... bu doğru değil!"

"O zaman söylediklerinin dayanağını anlat da sadece boş laf yapmadığını düşünelim."

Duraksadım. Nasıl anlatmalıydım? Onun beni anlaması için ne kadar anlatmam gerekiyordu? Oysa onlara gerçeği söylesem bana inanacaklarına bile emin değildim.

"Neden kendi ifadeni açıklayamıyorsun? Gerçekten iyi niyetle bize önderlik yapmak istiyorsan bizden hiçbir şey saklamadan her şeyi anlatabiliyor olmalısın ama değil mi?"

İtiraz edemeyince üstüme daha da çok gelmeye başladı.

"Demek açıklayamıyorsun he... Anladım, aklıma makul bir açıklama geldi!"

"...he?"

"Sen casussun. Eğer Hoşino bizi kandırmaya çalışan bir casus ise her şey cuk diye yerine oturuyor."

O tek kelimede çok büyük bir güç vardı.

O tek kelime sözlerimi tersine döndürüp onların benden şüphelenmesine sebep oldu.

Yuri'nin gözlerinden tedbirli hale geldiği anlaşılıyordu.

İroha kaşlarını çattı.

Biten raundları hatırlayamadıkları için ikisinin bana mı yoksa Koudai Kamiuçi'ye mi güvenmesi gerektiğini bilemezlerdi.

"......ehm..."

Bu çok kötüydü. Eğer böyle devam ederse bana baştan inanmadıkları için «Kral» olma ihtimalim kalmazdı. Daha da kötüsü beni düşman olarak görebilirlerdi.

Sert bakışların üstümde toplanmasından dolayı gözlerimi doğal olarak yere doğru çevirdim.

Bu durumu çözmek için aklıma söyleyebileceğim herhangi bir şey gelmiyordu.

Artık bunun için çok mu geçti?

Şimdiden kaybetmiş miydim?

'Asılsızlık Oyunu'nda gerçekten kazanamaz mıydım?

Koudai Kamiuçi kesin galibiyet elde etmiş gibi sırıttı ama---


"Kes artık Kamiuçi."


Tehdit edici sırıtışı onun sesi ile yok olmuştu.

Maria.

Sadece sesini yükseltmesi bile beni sakinleştirmişti. Gülümsemeye başladım.

Doğru ya, o bana her zaman yardım ederdi. Artık endişelenmeme gerek yoktu. Artık güve---

"------ah"

......Bu hiç de iyi değildi. Ben neden sakinleştim ki?

Böyle bağımlılıklar hep kötü sonlara yol verirdi. Geçen raundlarda bunu kendim yaşamamış mıydım?

Ama... bunun farkında olmama rağmen - Maria'nın beni değil, benim onu kurtarmam gerekiyorken - tekrar ondan yardım kabul etmiştim.

"Kazuki'yi kötü birisiymiş gibi göstermeye çalışma."

Koudai Kamiuçi gözlerini sonuna kadar açtı ve kollarını abartılı bir şekilde kaldırdı.

"Hop, lütfen garip şeyler söyleme. Hoşino'nun hepimizi kandırmaya çalıştığı belli değil mi?"

"O zaman bana neden kargaşa oluşturmaya çalıştığını söyle."

"...ne demek istiyorsun?"

"Anlamıyor musun? Bu senin düzgün bir karakterin olmadığının kanıtı işte."

"Bir dakika, bir dakika... neden ki?"

"Sana anlatayım: sıradan bir insan gibi düşünsen inanıp inanmadığını bir kenara koyarak Kazuki'nin önerisine uymak isterdin. Ayrıca sunduğu önerisinin şüpheli olduğunu göstermen. Normalde insan bunu farklı bir şekilde yapar."

"Gerçekten mi? Kendisi şüpheliyken Hoşino'ya soru sormak doğal değil mi?"

"Bunu o şekilde yapmazsın. Bunun sebebi Kazuki önerisi ile katliamın gerçekleşmemesi için uğraşıyor. Kazuki'nin asıl niyetini bilmeden bile bu önerinin doğru olduğunu düşünmek istemelisin. Buna rağmen Kazuki'yi belirgin bir şekilde reddediyorsun. Katliamın gerçekleşmemesi için öneride bulunan bir insanı belirgin bir şekilde reddediyorsun."

Koudai Kamiuçi ağzını kapattı.

"Şu an yaptığının ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın sen? Bir bakıma yaptığın şey cinayete sebep olan kıvılcım olabilir. Eğer başkalarının daha çok dikkat etmesini istediysen, bunu daha temkinli bir şekilde yapman gerekirdi... Gerçi oyunda rollerimizi gerçekleştirmemizi istiyorsan eğer işte o zaman durum değişir."

Susturulduktan sonra alaycı bir şekilde gülümseyerek tekrar itiraz etmeye başladı.

"...tabi, biraz ileri gitmiş olabilirim. Ama o halde Hoşino neden hiçbir şey açıklayamıyor?"

"Sen bile burada bir anormallik olduğunu anlayabiliyorsun değil mi?"

Koudai Kamiuçi Maria'nın birden söylediği sözlere karşılık dudaklarını büktü.

"Yani, evet... Ne olmuş?"

"Bu alan biz dünyalıların hayat tarzlarını incelemek uğruna Sirius yıldızından gelen uzaylılar tarafından oluşturuldu."

"............Haa?"

Eminim ki Maria'nın istediği tepki tam da buydu. Ağzının kenarını kaldırdı.

"Bana inanıyor musun?"

"...imkanı yok inanmam!"

"O halde bulunduğumuz durum için nasıl bir sebebi kabul edersin?"

Koudai Kamiuçi Maria'nın sorusunu duyunca yüzünü astı.

"Yalan ya da kurgu olsun bana fark etmez - yeter ki anlayabileceğimiz ve kabul edebileceğimiz bir şekilde burada olmamızın sebebini anlat."

Yanıt vermeden önce Koudai Kamiuçi kısa bir süreliğine düşündü, "...yok, yapamam."

"O halde Kazuki'nin gerçeği bildiğini, ama bu gerçeğin benim Sirius yıldızından gelen uzaylılar kadar uçuk bir hikaye olduğunu varsayalım - şu an burada bize bu gerçeği açıklayabileceğini gerçekten düşünüyor musun? Şüphesiz dezavantajda olacağını bile bile bunu bize açıklayabilir mi sence?"

"......"

Bu şekilde susturulunca Koudai Kamiuçi bana gözünün kenarından bakış attı.

Her zamanki gibi gülümsüyordu ama gözlerinde---

"......ehm..."

---gizlenmesi mümkün olmayan bir parıltı vardı. Çılgınlığın parıltısı.

Ben bile sadece bir anlığına görmüştüm, o yüzden bu çılgınlığı muhtemelen bir tek ben fark etmiştim. Ardından kaygısızca gülümsedi ve etkilenmiş gibi kollarını kaldırdı.

"Tamam, tamam, kaybettim. Kendi kuşkularımı su yüzüne çıkarmaya fazla odaklanmıştım ve diğerlerini yeterince düşünmedim. Gerçekten çok özür dilerim!"

Yuri ve İroha onun bu gülümsemesini görünce biraz rahatladıklarını fark ettim.

Ama bu gülümsemenin ardındaki tehlikeyi biliyordum. Bu gülümseme içindeki çılgınlığı gizlemek için vardı. Daha önce bu gülümsemeye kanıp kaybettiğim için bunu biliyordum.

Ama şu an için en kötü olasılığı, hepimizin birbirimize düşme olasılığını engellenmiştik.

Fakat---

«Merak etme Kazuki. Seni koruyacağım.»

Yumruğumu sıktım.

---Böylesi iyi değildi. Hiç değildi!

Eğer Koudai Kamiuçi tarafından bu kadar kolay yenilecek kadar güçsüz olursam bu 'kutu'ya kesinlikle teslim olacağım.

Ve Maria 'Asılsızlık Oyunu' tarafından öldürülecekti.

▶Birinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«[Sınıf]’ınız [Şövalye]»

Bunu zaten bilmeme rağmen ekranda bu bildirim çıktı.

Diğerleri de kendi odalarındaki ekranları fark etmiş olmalıydı. Var gücümle [Sınıf]’ların işime gelecek şekilde dağıtılmasını diledim.

«Lan şerefsiz! Sen kim oluyorsun da gelişi güzel her boku açıklıyorsun, he?! Oyunun eğlencesi çıkmazsa ne yapacağını düşündün mü seni iki yüzlü köpek?! Var ya öyle olursa burnundan fitil fitil getireceğim!»

Noitan gelir gelmez küfür saymaya başladı ama her zamanki gibi karşılık bulamadım.

«Hadi [Gizli Buluşma] için bir eş seç sefil herif.»

Kanlı gözleri olan Noitan ekrandan kaybolup yerini altı kişinin fotoğrafları aldı.

[Gizli Buluşma] he. Kimi seçeceğimi zaten biliyordum. Elim kendiliğinden Maria’nın fotoğrafına doğru uzandı ama dokunmadım.

Maria’yı seçmek doğru karar mıydı?

Maria’yı seçmekte bir hata görmüyordum. Maria’yı kurtarmak için onun yardımına ihtiyacım olacaktı.

Ama… elim ona kendiliğinden uzandı. Hiç üzerinde düşünmeden.

Ama bunun sebebi onu seçmenin doğru karar olduğunu düşünmem miydi?

...hayır tabi ki de. Dışarıda olan bitene rağmen farkında olmadan yine Maria’dan destek almaya çalışıyordum.

Öyleyse doğru karar da olsa yanlış karar da olsa onu seçmemeliydim.

Ondan daha fazla destek alamam.

“Tek başıma mücadele edeceğim.”

O sebepten dolayı ilk olarak alt edeceğim kişiyi seçtim.

Havada asılı duran elimi uzattım. Seçtiğim kişi…

«OoOo - bak buNu - hiç bekLemiYordum»

...«Iroha Şindou».

«Kral» olmam gerekiyordu.

«Kral» olmanın uğruna öncelikle Iroha’yı buyruğum altına almam gerekiyordu.

[Iroha Shindou] -> [Yuri Yanagi] 15:00~16:00
[Yuri Yanagi] -> [İroha Şindou] 15:00~16:00
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:00~15:30
[Kazuki Hoşino] -> [İroha Şindou] 16:20~16:50
[Koudai Kamiuçi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 15:40~16:10

▶Birinci Gün [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

İroha ile olan [Gizli Buluşma] için kendimi hazırlamıştım ama Daiya ile olan [Gizli Buluşma] daha önce. Demek ki Daiya beni ben İroha’yı seçtikten önce seçmişti.

İroha ile konuşmaya hazır olduğum için biraz hayal kırıklığı yaşadım ama kendimi hemen toparladım.

Dikkatli davranmam gerekiyordu.

[Gizli Buluşma] vakti geldiği an Daiya odama girdi. Daha masaya oturmadan önce bana kaşlarını çattı.

“...Sen gerçekten Kazuki Hoşino musun?”

“Ha?”

Beklemediğim bir soru.

Esasında benim haricimdeki kimseye gerçek denilemezdi ama o bunu bilmiyordu.

Ama böyle bir soru sorduğuna göre ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahibi’ olduğunun farkında değil. Daiya’nın NPC’si diğerleri ile aynı koşullara tabi tutuluyordu.

...Bir dakika. O zaman bunun anlamı…

“...Daiya, bu ‘kutu’ hakkında ne düşünüyorsun?”

“Benim sorumu duymazlıktan gelip kendi sorunu soruyorsun. Ayıp. ...Neyse, en azından aramızdan birisi sorulanlara cevap versin.”

Ne kadar rahatsız olduğunu belli ederek devam etti.

Bu ‘kutu’ dandik.”

Tam da düşündüğüm gibi.

“Birbirimizi öldürmeye zorlayan bir oyunu oynatmak uğruna var olan saçma bir ‘kutu’nun varlığı anlamsız.”

Bu Daiya ikinci raunddaki Daiya ile aynı şekilde düşünüyor.

Hatta söyledikleri ikinci raunddakilerle neredeyse aynıydı. Daiya’nın NPC’si gerçek Daiya’nın anılarına sahip değil. İkisinde de aynı bilgiler olduğu için aynı şekilde davranması gayet normal.

Ve eğer yanılmıyorsam Daiya ikinci raundda…

“[Asil Krallık] kadar sefil bir oyun oynayacak aptal biri var mıdır acaba?”

...[Asil Krallık]’ı sonlandırmaya çalışmıştı.

Yani Daiya’nın NPC’si ile [Asil Krallık]’ı durdurmak ikimizin de ortak hedefiydi. Öyleyse ona «müttefik» denilebilirdi.

Hayır. Daiya sahip olduğum tek «müttefik» değildi. Koudai Kamiuçi haricindeki NPC’ler de kimseyi öldürmek istemiyordu. Esasında düşününce NPC’ler değil sadece oyuncular başkalarını öldürmüştü çünkü oyundan canlı olarak çıkmanın başka bir yolu olmadığına inanmışlardı.

...gözümün önünde kazanmanın bir ihtimali oluştu.

“Daiya sana söylemek istediğim bir şey var.”

“Ne var?”

“Senin tutumun çok tehlikeli.”

Daiya kaşlarını çattı.

“...Nasıl yani? Başkaların gözüne tehlikeli biri gibi gözükebilirim tabi. Ne de olsa duruma bağlı olarak birini öldürme ihtimalim var ama... Ne olmuş yani? Neden öyle bir şey dedin şimdi? Tehlikeli olduğum için beni ikna etmek mi istiyorsun?”

“...Hayır. Senin tehlikeli olduğunu söylemiyorum. Demek istediğim şey en çok sen tehlikedesin. Yani öldürülme ihtimalin var.”

“Bana saçmasalak konu--”

Ama sözünü bitiremedi.

“Yok, haksız sayılmazsın ama değil mi? ‘En çok’ kısmına bir şey diyemem ama kişiliğimden dolayı hedef haline gelmem olası. Sırf onların gözünde tehlikeli biri olduğum için!”

“Tek sebebi o değil.”

Bunu söylediğimde Daiya bana bir şey demeden baktı.

“Bu ‘kutu’nun ‘sahibi’ olmandan da kaynaklanıyor.”

“Ha? Saçmalama! Ben de bir ‘sahip’ olabilirim ama böyle bir ‘kutu’nun ‘sahibi’ kesinlikle değilim.”

Şimdi aklıma geldi de ikinci raundda bu ‘kutu’ya saçma ya da anlamsız gibi kelimelerle aşağılamıştı. Can sıkıntısını geçici bile olsa da unutmak için ‘kutu’sunu bu şekilde kullanan biri olarak bunu söyleyebilmesine şaşırdım…

Yoksa bu bir yalan mıydı? Benim bilmemem gereken gizli bir amacı mı var? Kendi NPC’sinin bile bilmemesi gerekecek kadar önemli bir amaç?

…...Bilmiyorum ama kafa karıştıracak bilgileri anlatmasam daha iyi olur.

“...belki değilsin ama Maria senin [Asil Krallık]’ın ‘sahibi’ olduğunu düşünüyor. Bu sebepten dolayı diğerleri senin ‘sahip’ olduğunu düşündüklerinde ‘kutu’yu yok ederek - yani seni öldürerek - oyundan kurtulacaklarını düşünmesi olası.”

Hatta ikinci raundda sırf bu yüzden ilk ölen kişi Daiya’ydı.

“...Yani, olabilir. Ama bana ‘kimseyi öldürme’ yerine ‘kimse tarafından öldürülme’ denilmesi de komik.”

Bunu bana dik dik bakarak söyledi.

“Sende gerçekten bir gariplik var. Benim iyi niyetli Kazuki Hoşino’m olsa öyle bir şey hayal bile edemezdi. Bu bilgiyi bir yerde elde etsen bile bana bu şekilde söylemezsin. Bu tavrın da neyin nesi? Sanki daha önceden de...”

Lafının ortasında durdu.

“...Anladım. İşte şimdi her şey oturdu. Demek Şindou ve diğerlerine olan tavrında gerçekten de bir gariplik vardı. Söylesene… bu senin [Asil Krallık]’ı ilk oynayışın değil, öyle değil mi?”

İşte benim tanıdığım Daiya.

Bu kadarcık bilgiyle gerçeği keşfetti. Oysa daha bir sürü ihtimal vardı. Gerçekten de hafife alınmayacak biriydi.

“...surat ifadenden doğru olduğumu görebiliyorum. İşin gerçeği beni pek ilgilendirmiyor. Tek bilmem gereken şey sorularına cevap verdikten sonra ne yapmamı istediğin. Hadi bana planını anlat.”

Daiya kibirli bir şekilde konuşuyordu.

Ama benim tarafımdan kullanılmaya hazır ol.”

Farkında olmadan ağzımı kapadım.

Bu [Gizli Buluşma]’nın başında onun nasıl davranacağını öğrenmek istemiştim. Başka bir hitapla onunla ne yapmak istediğim ile ilgili planım yoktu.

Fakat ortak hedeflerimiz olduğunu öğrendim.

Bu harika bir fırsat değil miydi? Daiya ile iş birliği yapabilecektim.

Başka bir durumda söyleyeceklerime bu kadar aldırmazdı. Eğer bana güvenirse onun öldürülme ihtimalini çözebilirdik. Ama en önemlisi onun zekâsına sahip olacaktım. Bunun hedefimi elde etmemde büyük bir yardımı dokunacaktı.

Tabi hâlâ tehlikeleri vardı. Eğer isterse beni uyardığı gibi beni kullanabilirdi. Bunu korktuğum için değil, birinci raund sırasında tecrübe ettiğim için düşünüyordum.

Ama…

“‘Asılsızlık Oyunu’nun nasıl çalıştığını çok iyi biliyorum.”

Artık sessiz kalmak gibi bir seçeneğim yoktu. [Şövalye] olduğumu açıkladığımda böyle olacağı belliydi esasında.

“Sana söylemek istediğim çok şey var ama öncelikle [Asil Krallık]’ın ilk raundlarında olanları anlatacağım! İlk raundda…”

Böylelikle ona her şeyi açıkladım.

Daiya beni neredeyse hiç bölmeden sessizce dinledi.

Kalan süre zarfında ona her şeyi açıklayamadım ve bu [Gizli Buluşma] biterek bir sonraki başladı.

▶Birinci Gün [İroha Şindou] ile [Gizli Buluşma], [İroha Şindou]'nun Odası[edit]

Daiya benimle iş birliği yapacak mıydı bilmiyordum. Şimdilik düşünmem gereken bir başka sorun vardı.

Sıradaki [Gizli Buluşma]’da görüşeceğim ve onayını almam gereken… Hayır, hükmüm altına almam gereken ilk kişi İroha Şindou’ydu. Bunu başarmak uğruna ona ne söylemem gerektiğine çoktan karar verdim.

Önce İroha’yı hükmüm altına almak istemememin sebebi diğerlerine göre başkaları üzerinde daha fazla hakimiyete sahip.

O yüzden benim aleyhime bir davranışta bulunmadan önce davranmam gerekiyordu.

Bunu yapabilirim.

Kendi kendimi rahatlattıktan sonra İroha’nın odasına girdim.

“......”

Ama karşılaştığım durumun sebebi neydi acaba? İroha bir düşmanın gelmesini bekliyormuş gibi kollarını bağlayıp bir şey demeden dikiliyordu.

“Sebebin ne diye sorabilir miyim? Beni neden [Gizli Buluşma] için tercih ettin?”

Şimdiye kadar büyük odada belli etmediği bir ürkeklik sergiliyordu.

Ben de bir miktar endişeyle ona yanıt verdim.

“Çünkü birlikte çalışmak istediğim ilk kişi sensin İroha!”

Bu bir yalan değildi.

“...«İroha» mı?”

İroha kuşkuyla kaşlarını çattı.

“Aa, ne demek istediğini anlamadım ama?..”

“...Benimle ilk defa tanışmalarında insanlar bana genellikle «Başkan» diye hitap eder. O yüzden birden bire ismimle hitap edilmek biraz garip bir his. Anladığım kadarıyla yaklaşması biraz zor bir insanmışım.”

Şimdi sözünü ettiğinde aklıma geldi ama o bana dur diyene kadar ben de ona «Başkan» diye hitap ediyordum…

“Her neyse… neden herkesten önce benimle çalışmak istiyorsun? ...dur, söyleme sakın. Konuşmanın akışını kontrol ettiğimi fark ettin demek he?”

“......ha?”

Durumu bu kadar çabuk anlayabilmesinden dolayı ağzım açık kaldı.

“Benim pat diye seni zor duruma sokan sözler etmemden rahatsızlık duyduğun için bir an önce beni yanına almak istiyorsun, öyle değil mi?”

“Yani, evet…”

Ne oluyor ya? Diyeceklerimi ben demeden önce biliyordu sanki.

“Mesela diyelim ki biri bir başkasının her sözünü harfi harfine yerine getiriyor ve bunun sonucunda da mutlu son oluyor. Şans eseri her şey yolunda gitse bile böyle insanlara saygı duymuyorum. Böyle bir davranışta bulunmak kendin düşünmeyip canını bir başkasına emanet etmek anlamına gelir. Katılmıyor musun?”

“Aa…”

“Benim yapabileceğim bir şey değil. Bir başkasının her dediğini yerine getirmek, emrine itaat etmek… Nesi güzel bunun? ...Neyse, ne diyordum ben? Aa, evet. Sen şimdi bana benimle birlikte çalışma bahanesiyle beni adeta hükmün altına almak istiyorsun, değil mi?”

Tam da beklediğim gibi oldu.

Tam da beklediğim gibi asıl niyetimin ne olduğunu anlamıştı zaten.

“Ama dediğim gibi senin önderliğinle davranmamayı tercih ediyorum. «Kendi» düşüncelerimize göre davranmaya karar verdik.”

“...verdik derken?”

Neden çoğul eki ile tercihini belirttiğini yanıtlamamayı karar verdi çünkü cevap zaten ortadaydı.

Oyunun şu anki durumunda İroha ile birlikte çalışacak tek bir kişi vardı.

Yuri Yanagi.

Şu anki durumda sadece Yuri vardı. Bir zamanlar İroha’yı [Büyü] ile öldürmeye çalışan Yuri.

...bunun sonu iyi olmayacağını biliyordum.

“Doğrusunu söylemek gerekirse büyük odada söylediklerine inanmak istemiştim!”

“...Ha?”

“Ama [Gizli Buluşma]’da Yuri senin hakkında bir şey bilmiyor olmamıza rağmen sen bizim hakkımızda oldukça bilgili olduğunu belirtti. Tabi bizim hakkımızda bir şeyler bilmenin sebebi kendimizle ilgili söylentilerden de olabilir ama Yuri söylentilerle öğrenilecek şeylerden daha fazlasını bildiğini söyledi.”

“Bunun sebe--”

Ama lafını bölmeme fırsat vermedi.

“Bizim hakkımızda ne bilip bilmediğin umurumda değil. Çünkü üstün bir mevkide olduğunu biliyorum. Ama sorunumuz bunu bizden gizlemendi. Bu oyunda seni üstün kılan bilgiye sahip olduğunu bize hemen söylememekle hata yaptın.”

“G-Gizlemek istememiştim! Hayır. Daha doğrusu söylemedim çünkü bu hemen söylenebilecek bir şey değil!”

“Tabi, öyle de olabilir. Ama bunu kanıtlayamazsın. Bu oyunu destekleyen biri veya oyuna sebep olan kişi ya da belki de oyunun düşmanı olabilirsin. Bu oyuna karşı olduğunu düşünmeyi tercih etsem de hayatlarımız tehlikede. Dediklerine öylece itaat etmemiz tehlikeli olmaz mı?”

Ve bu sebeplerle onu hükmedemedim.

Ah, lanet olsun... böyle olacağı belliydi.

“Merak etme, söylediklerini değerlendireceğim Hoşino. Hatta söylediklerini sonuna kadar dinleyeceğim! Ama söylediklerine inanıp inanmadığımıza «biz» karar vereceğiz. Söz konusu canımız olduğu için sana körü körüne inanamayız. O yüzden seninle birlikte çalışmayacağım. Özür dilerim.”

Haklı olduğunu ve bu durumda onlar için en uygun kararı verdiğine inanıyordum.

Bu durumda yapmam gerekenleri hâlâ yapabilecekmişim gibi hissediyordum.

Ama bu sadece bir histi --- artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Daha şimdiden çıkmaza girmiştim.

“İroha...”

“Ne oldu? Beni ikna etmeye mi çalışacaksın? Pekala, dinliyorum!”

“......”

Açıkçası Daiya ile olduğu gibi ona her şeyi açıklayabileceğimi düşünmüştüm. Sakin bir şekilde durumu inceleyebilmesi anlatacaklarımı kabul etmesiyle bağdaştırmıştım. En azından kimsenin ölmeden oyunu sonlandırma isteğimde bana destek çıkacağını düşündüm.

“...Vazgeçtim.”

---Ama artık öyle olması imkansızdı.

“Anladım.”

Ne de olsa İroha her şeyi Yuri’ye anlatacaktı ve Yuri’nin düşünceleri de araya girince işler değişecekti.

Bunun sebebi nesnel olarak düşünebilen İroha’nın tersine Yuri kendi işine gelmeyen şeylere inanamıyordu. Örneğin şu anki kendisinin bir NPC olduğunu ya da başkalarını öldürmek gibi bir günahta bulunduğunu inanacağını pek düşünmüyordum açıkçası.

Yuri işine gelmeyen bu sözleri duyduktan sonra ne yapacaktı?

Gözümün önünde canlandırabiliyordum.

Dediklerimi reddedecekti.

Beni kendi zihninde bir düşman olarak belirleyecekti.

Ve ardından İroha’nın yardımı ile [Asil Krallık]’ta zafer elde etmeye çalışacaktı.

Yani başka bir hitapla --- cinayet işleyecekti.

O yüzden bulunduğum durumda çıkmaza girmiştim.

“......”

[Gizli Buluşma]’nın bitmesine daha bir süre vardı.

Ama aklıma konuşacak başka konu gelmedi.

▶Birinci Gün <D> Büyük Oda[edit]

Ve başarısızlığımın sonucunda olanlar olabilecek ihtimaller arasında en kötüsüydü.

“Bence gruplara ihtiyacımız var.”

İroha bunu söylemek için herkesin yerine geçtiği zamanı bekledi.

İlk başta niyetini hemen anlayamadım. Ne de olsa İroha ve Yuri zaten iş birliği yapıyorlardı. Öyleyse bunu herkese söylemesindeki amacı neydi?

Ama bana bakıp gülümsemesiyle beraber anladım.

Bu bir tür kısıtlamaydı.

Bana ve İroha’nın varlığına inandığı ‘[Asil Krallık]’ın sebebini bilen kişi’ye yapılan bir kısıtlamaydı.

[Gizli Buluşma]’da iki tarafın da hiçbir şey elde etmemesinden dolayı İroha beni zihninde düşman olarak belirlemişti.

“Anlaşılan durumu açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Öncelikle amacımızı doğrulamak istiyorum. Bu tabi ki de kimsenin ölmeden oyundan kurtulmamız. Haksız mıyım?”

Kimse itiraz etmedi.

“Peki o zaman. Hoşino bunu elde etmenin bir yöntemini belirtti. Onun söylediklerine göre kadar hiçbirimiz ölmezsek oyundan otomatikman kurtulacağız. Kulağa oldukça güzel gelen bir yöntem değil mi! Ama onun asıl niyetini bilmeden ona körü körüne inanıp her dediğine itaat etmek de tehlikeli olmaz mı?”

Herkesin dikkatle dinlediğini doğruladıktan sonra devam etti.

“Ama akla gelen başka hiçbir şey de yok. Hoşino’nun doğruyu söyleyip söylemediğinden bile emin değiliz. Fakat bunun anlamı aynı zamanda hiçbir cinayet işlenmeyecek. Neden mi diye soruyorsunuz? Çünkü bu kadar güzel bir ihtimali varken cinayet işleyerek oyunu kazanmanın anlamı yok.”

“Yani, herhalde öyle olur.”

Koudai Kamiuçi’nin bu sözlere katıldığını duyunca avazım çıktığı kadar ‘Aramızda her şeye rağmen cinayet işleyecek biri varsa o da sensin!’ diye bağırmak istedim.

“Yani sonuç itibarıyla Hoşino’nun istediğini yerine getirmiş oluruz. Ona tamamen inanmadan sekiz gün hiçbir şey yapmadan geçirmiş olacağız.”

“Belki de öyle olur. Ama sonuç olarak dediği gibi kurtulabiliriz ve birbirimizi bu oyunda öldürmekten çok daha iyi bir seçenek değil mi?”

Maria başını sallarken İroha ona yanıt verdi.

“Tabi, evet ama bunu istemeyen biri yok mu?”

“Kim?”

Ardından İroha yüz ifadesini değiştirmeden,

“Oyuna sebep olan kişi.”

Düşmanı olarak algıladığı kişi.

Kimi düşman olarak düşünmesi gerektiği konusunda hata yapmadı ama onu alt etmek mümkün değildi çünkü İroha’nın karşısındaki sadece bir NPC’ydi.

Ve böylelikle İroha doğru yoldan çıktı.

“Niyeti ne olduğunu bilmesem de bu oyuna sebep olan kişinin istediği şey şüphesiz bizim aramızda kavga etmemiz gibi çirkin bir sahneye tanık olmak istiyor. Böyle anlamsız bir oyuna sebep olan kişiden başka ne beklenilebilir ki?”

Kimse İroha’nın söylediklerine karşı çıkmadı. Elinde kanıt olmamasına rağmen herkes onun dediklerine katılıyordu.

Ve gerçekten de haksız olmadığını biliyordum. Daiya’nın can sıkıntısından kurtulmak için kullandığı bu ‘kutu’nun ardındaki dilek gerçekten de oyunun hiçbir şey olmadan ilerlemesini istememesiydi.

Ama bunu tekrar söylemem gerekiyor: Daiya burada değil.

“O yüzden biri --- yani oyuna sebep olan kişiye destek veren biri --- oyunun akışını değiştirerek birilerinin ölmesine yol açacaktır.”

İroha bana doğru bakarak bu sözlerini belirgin bir şekilde söyledi.

Asıl düşmanı kim olduğunu anlamamıştı.

“...Kazuki’nin bunu yapacağını mı demeye çalışıyorsun?”

“Hayır, öyle bir şey söylemedim. Tek söylemek istediğim şey aramızda akışı bozmak isteyen birinin olma ihtimali var ve akışı bozduğu taktirde hepimiz tehlikede olacağız. O yüzden «gruplar» şeklinde ayrılmalıyız.”

“«Biz» ve «elebaşı» şeklinde.”

Anladım. «Elebaşı» yani oyuna sebep olan kişilerin var olduğunu düşünmesi İroha’nın tek hatası değildi.

“Aynen, neden olmasın?”

“Ben de… öyle yapmamızın doğru karar olduğunu düşünüyorum.”

İroha’nın en büyük hatası oyuna sebep olan kişilerin haricinde kimsenin oyunu başlatmayacağını düşünmesiydi.

Gerçi ben de bir NPC’yken Koudai Kamiuçi gibi bu ölüme dayalı oyunu oynamak isteyen insanların var olduğunu düşünmek istememiştim. Yuri’nin cinayet işleyecek potansiyele sahip olduğunu da düşünmemiştim. İkisini de ikinci raund sırasında yaşadığım olaylar olmasaydı bilmemin imkanı yoktu.

Önceki raundları hatırlamadan anlayabileceği bir şey değildi.

Ama İroha bunlardan habersiz açıklamasına devam etti.

“Şu anda en büyük sıkıntımız oyuna sebep olan kişinin bizim için hazırladığı tuzak. Ama onun istediği gibi davranmadığımız sürece bunu dert etmemiz gerekmiyor. Hayır, daha doğrusu onun niyetini anlayıp ona karşı kullanarak kimsenin birbirini öldürmediği bir son elde etmeliyiz.”

Maria kaşlarını çatarak,

“Bizi bu yüzden mi «gruplar» şeklinde ayırmak istiyorsun?”

“Aynen öyle. Eğer hepimiz tek başına davranırsa biri onun tuzağına yakalanabilir. Ayrıca hepimizin kendi düşünceleri var. Aklıma gelen en kötü olasılıkta fiziksel olarak güçsüz olan kişiler diğerlerinden şüphelenerek cinayet işlemek gibi bir hatada bulunmaları.

“Ama ya hepimiz bir olursak? Ne olursa olsun hiçbir şeyin bozamayacağı bir birlik oluşturursak ne olur? Oyuna sebep olan kişinin ve ona destek veren kişilerin bize hazırladığı tuzağın anlamı kalmaz! Bu sebeplerden dolayı tek bir iradesi olan «gruplar» oluşturmamız gerektiğini söylüyorum. Ve elbette bizi kandırmak isteyen ve oyuna sebep olan kişiler da grupların bir parçası olamaz.”

“Hımf.” Daiya İroha’nın verdiği açıklamaya somurttu. “Mantığını anladım ama bu «grupları» neye göre oluşturmayı düşünüyorsun? Oyuna sebep olan ve olmayan kişileri nasıl ayıracaksın?”

“Onları ayırt edebilmemin ihtimali olduğunu mu düşünüyordun?”

İroha bunu olağan bir durummuş gibi söyledi.

“Nasıl yani? O zaman---”

“O halde ben de onların özgür kalmalarına izin vermem.”

İroha bunu söyleyerek Daiya’nın lafın arasına girmesine fırsat vermedi.

“...Dediklerini bir türlü anlayamıyorum. Seninle anlaşamayan herkesi tehdit felan mı edeceksin?”

“Tam aksine!”

Daiya bir kaşını kaldırarak kuşkusunu belirtti.

“Tam aksine mi?”

“Evet, tam aksine. Bana katılmayan insanların özgürlüklerine karışamam. Benimle hemfikir olan kişilerin özgürlüğünü ellerinden alacağım.”

Bu sözlerin karşısında gözleri şaşkınlıktan açılan bir tek Daiya değildi. Masadaki diğer herkes de Daiya’ya bu davranışında katıldı.

“Benim «grubuma» ait birinin bana karşı sesini çıkarmasına katiyen izin vermem. Bana her daim itaat edeceklerine yemin ettirip… bana ihanet eden herkesi öldüreceğim.”

“Ö-Öldürmek mi… yani…”

Bunu lafımla bana doğru bakarak İroha açıklama yaptı.

“Bunu nasıl başaracağımı anlatlayım. Öncelikle benimle hemfikir olan ve bana katılan kişilerin bana yemeklerini vermelerini sağlayacağım. Eğer o BetYogi’nin dediklerine gerçekten inanabilirsek <E> kısmının sonunda bir şey yemezsek mumyaya dönüşerek ölürüz, değil mi? Öyleyse birinin bana ihanet etmesinin en ufak belirtisini bile gördüğüm anda yemeklerin hepsini tuvalete atıp sifonu çekerim. Eğer bana itaat ederlerse her <D> kısmında bir yemek porsiyonu veririm. Yani yemekleri idare ederek [Devrimci]’nin [Suikast] yeteneği ile oluşturduğu etkiyi yaratabilirsin.”

“Dur bir dakika.”

Daiya onun açıklamasını böldü.

“Senin «grubuna» katılıp neler yaşayacağını bile bile kim katılmak ister ki?”

İroha bu soruya tepki olarak gülümsedi.

“Benim «grubumdaki» herkes bana itaat edeceğine yemin edecek. Tabi ki de hiçbir şey yapamazlar. Bir ölüm oyunun başlamasına da sebep olamazlar. Bu sebepten dolayı benim «grubumdaki» her kişiyi ya bu oyununun bir mağduru ya da bana karşı koymaktan vazgeçen ve mağlup edildiğini kabul eden biri olarak yargılayacağım. Bunun yanı sıra benim «grubuma» ait olmayan her kişiyi cinayet işlemek niyetinde olan bir düşman olarak yargılayacağım.”

İroha durup nefes aldı.

Ardından hafifçe sırıtarak ilanda bulundu.


Eğer düşman olmadığını kanıtlamak istiyorsan en azından bana yağ çekmeye hazır ol!”

İroha’nın kaba sözleri karşısında Daiya bile dilini yutmuştu.

Kısacası İroha onun «grubuna» katılmanın bir seçenek değil şart olduğunu ve ona itaat etmeyen herkesin ortadan kaldırılacağını söylüyordu.

Dili bağlı bizlere baktı ve yüz ifadesini değiştirmeden devam etti.

“Bu oyunu kazanmanın bir yolunu rast geldim. Güçlü iradesi olan biri diğerlerini hükmü altına almak zorunda. Yani buna geçici olarak «Kral» olmak da denilebilir.”

«Kral» olmak.

Bu benim de vardığım sonuçtu.

“Az önce son derece bencil bir şey söylediğimi biliyorum. Benim de yanlış kararlarda bulunmam da mümkün tabi. Benim hatalarım yüzünden birinin ölmesi de mümkün. Bu ihtimalinin var olduğunu kabul ediyorum! Ama hepimizin kafasına göre davranıp kargaşa olması ve sonuç olarak birbirimize güvenemememizden daha iyi bir seçenek olduğunu sizler de düşünüyorsunuz, öyle değil mi?”

“Bunu senin yapmanın ne gereği vardı?”

“Gereği yok.”

Daiya’nın yorumuna dürüstçe yanıt verdi.

“Ama aramızda bunu benden daha iyi yapabilecek birinin olduğunu düşünmüyorum.”

Bunu kendinden emin bir şekilde söyledi. Bu sözlerin ardından Daiya küpeleriyle uğraşıp devam etti.

“Tek sıkıntı o değil. Bizim açımızdan da senin oyuna sebep olan kişi olduğun ihtimalini göz ardı edemeyiz. Sana itaat etmeden önce sana güvenebileceğimizi kanıtlaman gerekiyor.”

“Anladım. Oyuna sebep olan kişilerden biri olmadığım için bu durum gözümden kaçtı… Ama tabi olmadığımı söyleyip bana inanmanızı bekleyemem değil mi? Peki o zaman, bu durumda yapabileceğim başka bir şey olmadığına göre size gösteririm.”

Bunu söyleyerek gömleğini kaldırdı.

“Size «Kral» olma konusundaki kararlılığımı göstereceğim!”

Üzerinde bir bıçak vardı.

“N-Ne yapmayı---”

Beni duymazlıktan gelip bıçağı masaya sapladı. Yuri bıçağın çıkardığı yüksek sesli tınıdan taş kesildi.

“İşte buraya bakın! İşte buna kararlılık denilir!”

Üniformasındaki kravatı çıkartıp serçe parmağının etrafına o kadar sıkıca sardı ki parmağındaki kan dolaşımına engel oluyordu.

Onun amacını bir türlü---

Onun yaptıklarıyla elde etmeye çalıştığı şeyi bir türlü anlayamıyordum. Ama İroha onun ne yaptığını anlamadığımı aldırmadan sağ eliyle bıçağı gözlerinin önüne getirdi.

Son derece kararlı gözleri vardı. Ağzının kenarlarını kaldırarak şiddetli bir şekilde nefes almaya başladı. Boynundan soğuk ter akmaya başladı.

“İ-İroha?”

Tek bir bakışı ile Yuri’nin geri çekilmesine sebep oldu. Ve ardından.

“Ha---AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAH!!!”

İroha avazı çıktığı kadar bağırdı ve…

“Ha! Ahaha… ahahahahahahaha!!”

Kendi serçe parmağını kesti.

“Aha… aah…”

İroha sapsarı kesilip dilini yutan Yuri’yi aldırmadan gülmeye devam etti.

“N-Ne yapıyorsun sen?!...”

Olayların ani gelişmelerinden dolayı tepki gösteremeyen Maria hemen İroha’nın yanına koşup gömleğinin kenarını yırtarak kanamaya engel oldu. İroha bu ilkyardımı reddetmedi ama ağzını buruşturup şiddetli bir şekilde nefes almaya devam etti.

Ardından büyüleyici olduğu kadar dehşet verici gözlerini bana doğru çevirdi.

Ben de böyle bir şey yüzünden dehşete kapılırım tabi ki!

“Nasılmış? Böyle acınası bir oyundan zevk alabilecek birinin bu kadar kararlı biri olacağını düşünüyor musunuz? Sadece kendi kararlılığıyla parmağımı kesmeme rağmen gerçekten bu oyundan zevk alabilecek birine mi benziyorum?”

“A-Aaa…”

“Yok artık! Haha! Ben! Bu! Oyundan! Kesinlikle zevk almıyorum! Güçlü ve asla teslim olmayacak biriyim!... Ben doğuştan liderim! Anladınız mı?!”

Nutkumuz tutulmuştu.

Onun böyle davranışlar sergilediğini gördükten sonra ona itaat etmekten başka seçeneğimiz yoktu.

Doğru ya.

Bu İroha Şindou’ydu.

Bu İroha Şindou’nun «Kral» olma konusundaki kararlılığıydı.

“Bana emanet edin! Hayatınızı ve ruhunuzu bu oyun içinde kaldığımız sürece bana emanet edin! Sizin uğrunuza her şeye katlanacağım! Daha fazla katlanamaz hale gelene kadar bütün sorumluluğu alacağım!”

Kendi serçe parmağını alıp kenara attı.

Öyle şeylere hiçbir bağısı kalmadığını bize sergilemek uğruna bunu yaptı.

“Bana itaat edin dostlar! Ve benden korkun düşmanlarım! Bu oyunun sizin istediğiniz şekilde ilerlemesine izin vereceğimi mi düşünmüştünüz sizi aptallar!? Burayı hükmedeceğim! Çünkü ben…”

Ve ardından belirgin bir şekilde şunu söyledi:


«Kral» olacağım!


Bu güç.

Bu gücün karşısında cesaretimin kırılmaması elde değildi. Ancak tek bir «Kral» olabilirdi. Aynı anda iki tane olması söz konusu değildi. Yani kısacası şüphesiz insanüstü olan İroha’ya karşısına çıkmaktan başka bir seçeneğim yoktu.

Ama bu haksızlık! Onu yenebilmemin imkanı yoktu.

İçimdeki akıl almaz korku ve endişe şu düşünceye yol açtı:

«Kral» görevini onun yerine getirmesine izin veremez miydim?...

«Kral»’ın kim olduğunun bir önemi yoktu. Oyunu ve oyundakileri hükmeden biri olması ve sonuç itibarı ile kimse kimseyi öldürmediği sürece başarıyla Maria’yı korumuş olurdum. Öyleyse her şeyi ona emanet etmem mümkün değil miydi?

“......”

Biliyorum. Bu mümkün değil.

Yani İroha kendi düşmanına karşı bile koyamıyordu. O sadece bir NPC’ydi ve gerçek kendisi hayatta kalmayı başarmıştı.

Etrafımdakilere baktım.

Yuri titriyordu ve gözlerini bir duygusuzluk kaplamaya başlamıştı.

Koudai Kamiuçi sakinmiş gibi gözükse de gözlerindeki eğlenceyi gizleyemiyordu.

Ama İroha Şindou bunu fark etmedi. Üstün doğasından dolayı insanların his ve düşüncelerindeki küçük değişikliklerin belirtilerini fark edemiyordu.

Eğer o «Kral» olursa eninde sonunda [Asil Krallık]’ın hikayesindeki [Kral] gibi ihanete uğrayıp öldürülecekti.

Doğru, o yüzden bunu benim yapmam gerekiyordu.

İroha’ya güvenemezdim. Maria’ya güvenemezdim. [Asil Krallık]’ın bu dördüncü raundunda kimseye güvenemezdim.

Ne de olsa burada bir tek ben vardım.

Şu anda o karanlık odanın içindeki Daiya’ya karşı koyan bir tek ben vardım.


İroha’nın kenara attığı parmağa baktım.

İroha, ne kadar kararlı biri olduğunu anlıyorum.

Ne kadar harika biri olduğunu da biliyorum.

Ama buna rağmen… sen başından büyük işlere kalkışıyorsun.

Sen «Kral» olamazsın. Sen sadece bu oyunda küçük bir rol oynayan ama buna rağmen «Kral» olmaya çalışan utanç verici bir çocuksun. Kaybol.

Burada «Kral» olmayı hakkeden tek bir kişi var --- o da benim!

▶Birinci Gün <F> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Ardından Yuri ve Koudai Kamiuçi onun «grubuna» katıldı. Yuri bir kenara, Koudai Kamiuçi’nin öylece katılmasını beklemiyordum. Gerçi, muhtemelen bu kararı üstünde çok durmamıştı.

Maria ve Daiya şimdilik karar vermemeyi tercih ettiler. İroha da sadakatın kolay kolay gösterildiği bir şey olduğunu düşünmediği için üçüncü güne kadar --- ya da daha doğrusu üçüncü günün <D> kısmına, hepimizin toplandığı zamana kadar karar vermeleri için zaman tanıdı.

Ama daha şimdiden oyuna sebep olan kişi veya onun destekçileri olarak zan altında kalmıştık.

Sadece İroha değil, Yuri’nin surat ifadesinden bize karşı tedbirli davrandığı anlaşılıyordu. Kutuplaşma oldu bile. Ve başka bir tarafa ait birinin lafına inanmak da söz konusu değildi.

Ama yani elbette bir şey yapmam gerekiyordu. İroha’nın «Kral» olma vesveselerine son vermem gerekiyordu.

Bu oyunun bir «grup» oluşturma sistemi ile alt edilmesi daha baştan imkansızdı. Koudai Kamiuçi’nin korkunçluğu bu şekilde bastırılabilecek bir şey değildi ve İroha’nın Yuri’ye söz geçirebileceğine inanmıyordum. İkisi İroha’nın «grubuna» katılmış olsa da kendilerini teslim etmediler. İroha daha önceki raundlar sırasında olanları bilmeden bu durumun gerçek yüzünü asla anlayamazdı.

Bu sebepten dolayı «grup» sisteminin kendisini ortadan kaldırmam gerekiyordu.

Ama İroha’nın bu kadar kararlıyken ona doğrudan saldırmanın işe yarayacağını düşünmüyordum. «Kral» olmayı çoktan hedefi olarak belirtmişti.

Hedef koyduktan sonra ne kadar azimli olduğunu benden iyi bilen biri yok. Üçüncü raund sırasında gelişen olaylar ve az önceki parmak kesme olayından sonra onun ne kadar azimli olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm.

Eğer öyleyse başka birine saldırmaktan başka çarem yok.

“O kişi de…”

Hedef almam gereken kişi zihnimde canlandı.

Yuri Yanagi.

Onu ikna etmek kolay olmayacaktı. Ama «grubu» sistemini alt etmemin tek yolu Yuri’den geçiyordu.

Evet, aynen öyle. Yarın Yuri’ye saldıracağım.


O anda düşünce zincirime son verip yatağın üzerine uzandım.

Durum çok iyi sonlanmadığını düşünüyordum. Fazla güçsüz olduğumu düşünüyordum. Daha kararlı olup daha emin adımlarla ilerlemem gerekiyordu. Ama şimdilik---

Birinci gün, ölen olmadı.

▶İkinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

“Pekala, verin bakalım.”

İroha’nın emri üzere Yuri ve Koudai Kamiuçi yemeklerini, bıçaklarını ve her nedense saatlerini masanın üzerine koydular.

İroha başını sallayarak parmağı eksik olan koluna saatleri taktı. Nedenini bilmesem de bu eylemin onların üzerindeki hakimiyeti belirttiğini anladım.

Ama doğuştan dokuz parmağı varmış gibi bu kadar doğal davranabilmesi bana biraz garip gelmişti… Canı yanmıyor muydu?

“Aa, onlarla konuşmaya bile kalkışmayın. Onların ne kadar konuşabileceklerini ve ne söylediklerini sınırladım.”

Şimdi sözünü edince fark ettim ama ikisi bize selam vermek dışında ağızlarını açmamışlardı.

Duruma bakılırsa ikisi de İroha’ya [Sınıf]’larını söylediklerinden emindim.

“Peki o zaman, «bizim» sizinle konuşmamız gereken başka bir şey yok. Eğer söylemek istediğiniz bir şey olursa bana seslenirsiniz.”

Maria bana gözünün kenarından baktı ama ağzını açmadı. Maria bu oyunun bir ‘kutu’ sonucunda ortaya çıktığını biliyordu. Eğer diğerlerine bu bilgiyi düzgün bir şekilde anlatabilirsek üstesinden gelmek için bir çözüm bulabileceğimizi biliyordu.

Ama anlatamıyordu.

İroha artık «grup» oluşturmasıyla söylediklerinin doğru ya da yanlış olmasının bir önemi kalmamıştı. Önemli olan İroha’nın söylenenlere inanıp inanmamasıydı. Ve eğer inanamıyorsa tekrar güvenini kazanmak çok zor olacaktı.

En azından Maria benim ‘Asılsızlık Oyunu’nu neden bildiğimi öğrenmeden önce hiçbir şey yapamazdı.

Bu yüzden İroha’nın bize hiçbir şey olmamış gibi sakin sakin konuşması ve bizim bir şey diyemememiz de kaçınılmaz bir sonuçtu. Günlük hayatlarımıza ilgi duyuyordu ve hobilerimizin neler olduğu ve tatil günlerinde neler yaptığımızı neşeyle ele aldı. Ama söylediklerimizin yanlış anlaşılıp bize karşı kullanılma tehlikesinin farkındaydık. Sanki savcı ve sanık altın günü için mahkeme salonunda buluşmuşlardı.

İroha’ya özenle yanıt verdiğim süre boyunca Yuri’ye baktım.

Başını neredeyse hiç kaldırmamıştı.

Eğer kıpırdamaya başlarsa…

İkinci raund aklıma geldi. Yaptıklarını herkesin önünde sergileyen İroha’nın tersine Yuri sinsice hareket ederdi. Gizliden yaptıkları ortaya çıktığında iş işten geçmiş olacaktı.

Yuri gerçekten hareket edecek miydi ama? Eğer onun kadar dikkatli biri İroha’nın planının hayatta kalmanın en iyi yolu olduğu sonucuna vardıysa düşüncesiz hareketlerde bulunacağını düşünmüyordum…

Yuri birden ona baktığımı fark etti ve başını kaldırdı.

Biraz tedirgin olmasına rağmen benim nasıl hissettiğimi anladığını belirtmek için gülümsedi. Savunmasız gülümseyişi şimdi bile küçük bir hayvanı andırdığı için onun tatlı olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamadım.

Tatlı mı?

Bana kendisini tatlı olduğunu düşündürmeye mi çalışıyordu?

Bu durumda beni dışlamak yerine beni arkadaş edinmeye mi çalışıyordu?

“...”

Hayır, olayı sadece kafamda büyütüyordum. O bile her zaman yüzünün ifadelerini kontrol edemezdi. Bunu biliyordum.

Bunu biliyordum ama… başka bir şey fark ettim.


Onun hareket edip etmediğini mi sorgulamıştım ben?

Nasıl böyle sorular soracak kadar vurdumduymaz olabilirdim ki? İşler o aşamayı artık geçti.

İkinci raundta buraya geldikten hemen sonra hareket etmeye başlamıştı --- gerçi onun oyuncu olması onu teşvik etmiş olabilirdi. Ama her hareketini hızlı yapıyordu. Öyleyse bu raundta da bir işler çeviriyordu.

Yuri Yanagi uzun zaman önce hareket etmeye başlamıştı.

▶İkinci Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası[edit]

[Iroha Şindou] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Yuri Yanagi] -> [Iroha Şindou] 15:40~16:10
[Daiya Oomine] -> [Koudai Kamiuçi] 15:00~15:30
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuçi] -> [Iroha Şindou] 16:20~16:50
[Maria Otonaşi] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10

Olan bitenler yüzünden derhal Yuri ile [Gizli Buluşma] düzenlemem gerekiyordu.

Dolayısıyla Daiya ile buluşma sözümde duramadım ama başka seçeneğim yoktu.

Yuri’nin odasına girdim.

Beni fark ettiği anda ayağa kalkıp tekrar tekrar başını ileriye doğru eğdi.

“Özür dilerim Hoşino ama seninle [Gizli Buluşma]’da da konuşmama izin verilmiyor. Bu sebepten dolayı benimle konuşmak istesen bile sana yanıt vermem…”

Böyle bir tavır.

Yuri benim oyuna sebep olan ya da destek olan kişilerden biri olduğumu düşünmesi gerekirdi. Böyle düşünmesinin sonucunda bana karşı tetikte olması normal olurdu tabii.

Ama buna rağmen sadece İroha’nın sözünü dinlediğini ve benden rahatsız olmadığını belirtmeye çalışıyordu.

Sırf zor durumda kaldığı taktirde beni kendi yanına çekebilmesi için.

...Ama o kadar kurnazsa bile onun oyununa son vermem gerekiyordu.

“...İroha burada değil! Buna rağmen yine onun sözünü dinleyecek misin?”

“Şey… İroha’ya cihazımı da göstermem gerekiyor.”

İroha’nın gözünden gerçekten de hiçbir şey kaçmıyordu. Ama bunu da hesaba katmıştım.

Bu sayede bu durum için bir planım vardı.

“Açıkça soruyorum: bu durum seni rahatsız etmiyor mu?”

“A-Aaa… dediğim gibi… sana yanıt veremem. Gerçekten.”

“İroha’nın planı gerçekten işe yarayacağını mı düşünüyorsun?”

“A-Aaa…”

Yuri gözleri endişeyle odayı turlarken masayı fark ettiğinde kalakaldı.

Çünkü benim masanın üzerine koyduğum defterde bir şeyin yazılı olduğunu fark etti.


《Birbirimize yazarsak ne konuştuğumuzu kimse göremez.》


Deftere yazılanlar taşınabilir cihazda kaydedilmiyordu. Koudai Kamiuçi bana ikinci raundda yazılı not verdiğinde bu durumu fark etmiştim.

Yuri’nin gözleri büyüdü ve bana doğru baktı. Anlaşılan ne demek istediğimi anladı.

Ona kalem uzattım ama ne yapması gerektiğine hemen karar veremedi. Ellerini göğsünün önünde kavuşturmak dışında hareket etmedi.

“Tamam ya! Bana hiçbir şey söyleyemezsin değil mi? Öyleyse ben de hiçbir şey demem. Of of, kötü oldu ya. Demek boşuna bir [Gizli Buluşma] harcamışım…”

İroha’yı kandırmak için yapmacık sözler söyledim ve elimle konuşmaya devam ettim.

《Sen aslında ne yapmak istiyorsun? İroha’nın her dediğini öylece dinleyecek misin?》

Bunları yazdıktan sonra kalemi bir kez daha Yuri’ye uzattım.

Ama Yuri bunu yapamayacağını belirtmek için başını iki yana salladı.

《Ne olursa olsun?》

Bunu yazmayı denedim ama bana tekrar olumsuz tepki verdi.

...yani, pek de şaşırılacak bir şey değildi. Kim güvenmediği birinin sözünü dinler ki?

Öyleyse onu aklını çelerim.

Öyle bir aklını çelerim ki daha fazla sakin kalamayacaktı.

Bunu sebep olacak cümleyi yazdım.

《Onu sevmemiştin bile.》

Bu ansızın ve üstü kapalı cümleden şaşkın kalmıştı. Şaşkın gözlerini bana doğru çevirdi. Ama bu kadarıyla kalmayacaktım. Onu daha da şaşırtıp altüst edecektim ve ardından bana cevap vermek zorunda kalacaktı.

Devam ettim.


《İroha’nın aşık olduğu çocukla çıktın, öyle değil mi?》


“...!!!”

Sonuç olağanüstüydü.

Yuri sanki bir depreme yakalanmış gibi titremeye başladı ve yüzü sapsarı olmuştu.

Sakinliğimi bozmadan kalemi bir kez daha uzattım. Yuri ne yapacağını bilmediği için ileri geri bir kaleme bir bana baktı ve nihayetinde teklifimi daha fazla reddedemeyeceğini anladığında gözleri yaşla dolu, kalemi eline aldı.

Ama anlaşılan o ki hala aptal numarası yapmak istiyordu; titrek eliyle 《Neden söz ediyorsun sen?》 yazdı. Hiç tepki göstermeyip sessizliğimi bozmadığımda defter kağıdını yırtıp kenara attı.

Yuri yazmaya başladığında yanağından bir göz yaşı akıyordu.

《sen nereden biliyorsun?》

《kimsenin bunu anlayabilmesinin imkanı olmamalıydı》

《iroha bile fark etmemiş olmalı》

İşi bittikten sonra defteri kalemle beraber bana uzattı. Göz yaşlarını silip bana alttan baktı.

...Ha, öyle bir ifadeyle beni yoldan çıkaramazsın!

《Bunu bana sen anlattın.》

Daha doğrusu bunu bana İroha anlatmıştı ama şimdi onu açıklamak fazla zor olacaktı.

Yuri adeta korkuyla elini salladı.

《ne anlatıyorsun sen! sana daha önce öyle bir şey söylemedim. neden bahsediyorsun sen?》

Tam da beklediğim gibiydi. Ona o ‘neden’ kelimesini sormasını istiyordum.

O kelimenin sayesinde nihayet asıl yazmak istediklerimi yazabilirdim.

《[Asil Krallık]’ı ilk defa oynamıyorum.》

Yuri bana endişeli gözlerle baktı; anlaşılan sırf o cümleyle demek istediğimi anlamadı.

Ama o şekilde yazdığım taktirde onun zekasıyla ne demek istediğimi tahmin edebilmesi gerekirdi.

《Bu oyunu birkaç defa aynı kişilerle oynadım. Bu dördüncü defa.》

Yuri şaşkınlığını gözlerini sonuna kadar açarak belirtti. Ardından yavaş yavaş söylediklerimi anladığında korkudan titremeye başladı.

《Dolayısıyla senin hakkında da çok şey biliyorum.》

Yuri yazdıklarımı inkar etmeye çalışıyormuş gibi başını iki yana delice salladı. Ardından elini uzatarak kalemi istediğini belirtti.

《tabi! eski sevgilimden kimseye söz etmem!》

《Normal şartlar altında öyle. Ama böyle sıra dışı bir durumda gerçekten kimseye söylemeyeceğinden emin misin?》

Yuri bir an kendini tutamayarak ağzından ses çıkarttı.

《Seninle üç oyundur birlikteyim. Dolayısıyla seni gayet iyi tanıdığıma inanıyorum.》

《O yüzden de bir şeyin farkına vardım.》

Sıra benim ve İroha’nın [Gizli Buluşma]’sına geldiğinde İroha neden birdenbire o kadar soğuk davranmaya başlamıştı?

İroha’nın bir önceki [Gizli Buluşma] eşinin ismini gördüğüm anda anlamıştım.


《Grup kurma fikrini İroha’ya aşılayan sendin, değil mi?》


“N---”

Ağzından daha fazla kaçırmadan sol eliyle ağzını kapattı. Elini ağzından ayırmadan deftere tedirgin bir şekilde yazmaya başladı.

《ne anlatıyorsun sen yine? bu durumda olmamızın benim suçum olduğunu mu söylüyorsun? her şeyin mi? benim öyle bir şey yapabilmemin imkanı yok!》

《Benim tanıdığım Yuri yapabilir.》

Tabi her şeyi öngördüğünü söyleyemezdim. İroha kendi parmağını keseceğini kesinlikle öngöremezdi.

Ama İroha’nın kişiliğini o kadar iyi bilen biri olarak en azından şu kadarının olacağını tahmin edebilirdi:

《İroha bizi hükmü altına almaya çalışacağını biliyordun en azından.》

Yuri gözlerini yere çevirdi ve ağzını kapattı.

《Benim tanıdığım Yuri hayatta kalmak uğruna başkalarını kullanır.》

《İroha’yı bile.》

Hayatta kalmak için başka seçeneği kalmadı zamanlarda.

Bunun sebebi İroha’nın aksine Yuri «Kral» olamazdı. Onun kişiliğiyle başkalarını hükmetmek ve hükmü altındaki tüm kişilerin iradelerini bir etmek imkansızdı.

Fakat o «Kral» olan kişiyi kontrol edebilirdi.

Bu sebepten dolayı İroha’yı «Kral» yapmıştı. Bizi dolaylı olarak kontrol etmek istemişti. Kendi emniyetini sağlama almak için uğraşmıştı.

Başı hala eğikti ve sessiz kalmaya devam etti.

Ardından bir süreliğine hareket etmedi. Ama hemen kendini toparlayıp düzgün nefes almaya başladı.

“...”

Rahat bir şekilde kolunu hareket ettirip tek bir kelime etmeden deftere bir şeyler yazdı.

《bu oyunu üç defa oynadığını varsayacağım. ayrıca beni çok iyi tanıdığını varsayacağım.》

Sakin bir şekilde kağıdı yırtıp yeni bir kağıda yazmaya başladı.


《Ne olmuş yani?》


Başını kaldırdı.

“Aa…”

Donakaldım.

Çünkü onun gözleri daha önce bir kez gördüğüm boş gözlerdi.

《eğer özür dileyip “istediğini yaparım” dersem mutlu olur musun? eğer öyleyse bunu istediğin kadar yapabilirim!》

Ve ardından gerçekten de gözlerinde yaşlar oluşmaya başladı. Hakikaten acınası bir surat ifadesi yaptıktan sonra deftere şunu yazdı:

《çocuk oyuncağı》

“...”

Vay be.

Kaybetmişim bile.

《Bak, demek istediğim》

Yuri artık yazdıklarıma bakmıyordu. Oda sessizliğe büründükten sonra Yuri gönülsüzce gülümseyip yatağına uzandı.

“Aa…”

Onun bana teslim olmasını… Hayır, o kadarını bile istememiştim. Tek isteğim onun gerçeğin farkına varıp benim tarafıma geçmesiydi. Ardından bu başarının etkisiyle İroha hakkında bir şeyler yapmak istemiştim.

Ama yanlış yöntemle girişmiştim.

Ona doğrudan gerçeği anlatsaydım tabi bana inanmazdı. Ama gerçekten başka yolu yok muydu? Bütün seçeneklerim arasından bu korkak kıza neden saldırmayı seçmiştim?

«Hayır, seni kandırıp seni vahşice öldüren o hayvanlara karşı kin tutuyorsun, değil mi? Seni kendi canları uğruna öldürdüler! Hehehe»

Noitan’ın bana söylediklerini hatırladım.

Acaba haklı mıydı? Acaba farkında olmadan kurtarılması gereken arkadaş olarak değil de yenmem gereken düşman olarak mı düşünmüştüm? Bu da Yuri’ye saldırmama mı sebep olmuştu?

Eğer öyleyse… Bu lanet ‘Asılsızlık Oyunu’nun tuzağına farkında olmadan yakalanmıştım galiba.

▶İkinci Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Maria odama kolları kavuşmuş ve huysuz bir şekilde girdi.

“...Nihayet. Nihayet seninle doğru düzgün konuşma fırsatım oldu. Of… aklından ne geçiyor senin? Önce bana gelip durumu konuşmamız gerekirdi ama hayır, sen gidip---”

Maria lafını kesip kaşlarını çattı.

“O kasvetli surat da neyin nesi?”

Demek keyifsizliğim yüzüme vurmuştu he?

Başarısızlığımın bende yarattığı şaşkınlık o kadar güçlüydü ki yatağıma oturup başımı eğmiştim.

“Ha… kendi kendini yiyip bitirmişsin. Ee, ne oldu? Yanagi seni ret mi etti?”

“Reddetmek he… yani, evet onun gibi bir şey olduğu söylenebilir.”

Bunu şaka niyetine söylediğinden verdiğim yanıta şaşırdı. Derin bir iç çekti.

“Demek ona asıldın bile öyle mi?... Doğanda çapkınlık varsa sonu böyle demek ki. Sırf savunmasız gözüktüğü için başaracağını mı düşündün? Ne kadar da utanç verici bir yanlış anlaşılma. Onun güzelliğiyle bir sürü erkek hayrana sahip olmalı. Senin gibi kız elbiseleri giyinen birinin onunla birlikte olmasına imkan yok.”

...Hayır, bana o elbiseyi zorla giydiren sendin.

Ama tepki verecek gücüm kalmamıştı ve suratım asık, sessiz kaldım.

“...ve her şeyden önce daha dün tanıştığın bir kızla ne cüretle aşık olursun? Hadi mogi olsa yine…”

“Ha?...”

Maria sessizleşince farkında olmadan başımı kaldırdım. Maria yanağını kaşıyıp bana doğru dik dik baktıktan sonra yanıma aşırı kuvvetle oturdu.

Tek kelime etmeden kolumu yumrukladı.

“Kazuki, bana çilekli turta al.”

Ve her nedense benden otlakçılık yapmaya çalıştı.

“...”

“Bakma bana öyle. O kadar utanç verici bir şekilde kaybettiğinden dolayı sana arkadaşlık edeceğimi söylüyorum. Reddedilen eziklerin hep kullandığı saçma sapan mazeretleri kullanmana izin veriyorum, hatta onları dinleyecek kadar nazik biriyim. Mesela onu esasında umursamadığını ya da onun hiç de güzel olmadığını düşündüğünü. Nahoş ruh haline katlanma bedeli olarak düşünürsen tek bir çilekli turta oldukça ucuz.”

“...hayır, yani---”

“Yanagi’yi bilmiyorum ama ben senin için buradayım. Demeye çalıştığım şey bu.”

Maria bunu sakin bir ifadeyle söyledi.

Bunun özel bir anlamı yokmuş gibi açıkça söylemesinden dolayı onun söylediği güzel sözlere şaşırmaktan kendimi alıkoyamadım. Ama o kadar umursadığı için gülümsedim.

Doğru ya. Moralim bozulacağı bir durumda değildim. Kaybettiğim bir gerçek ama henüz çok geç değildi. Hala kullanabileceğim yöntemler ve vasıtalarım vardı - ama bu sefer hata yapmadan kullanacaktım.

Maria’yı korumak uğruna.

“Özür dilerim Maria. Ona açılıp reddedilmedim.”

“...Biliyorum. Öyle bir şey yapacak kadar cesaretin yok zaten. Sadece keyfini yerine getirmek için yaptığım bir espriydi.”

O az önce afallamamış mıydı?...

“Ee, Yanagi’yle aranda ne oldu?”

“Onu ikna etmekte başarısızdım.”

Maria kuşkuyla bir kaşını kaldırdı.

“Yanagi mi? Şindou değil?”

Başımı salladım. Bu şekilde yanıt verdiğimde Maria elini çenesine getirip bir süre düşündü.

“Neden? Sahip olduğun mevcut bilgiyle bu gerekli bir adım olduğu sonucuna mı vardın? ...Ah, doğru ya. Ondan önce ne bilip bilmediğini sormak istemiştim.”

“Aa, evet…”

“Anlat bakalım.”

Maria’nın yüz ifadesinden ona güvenip her şeyi anlatacağım konusunda son derece emin olduğu anlaşılıyordu.

Kuşkusuz öyleydi. Benimle beraber koca bir ömür geçirdikten sonra içimi görebiliyordu.

Ama…

“...Özür dilerim ama sana anlatmak istemiyorum.”

Onun bilmediği birkaç trajediye tanık oldum.

Defalarca onu korumam gerektiğini görmüştüm.

“Ne… diyorsun sen?... Bana anlatmayacak mısın? Niye?”

“Sana her defasında güvenmemem gerektiğini düşünüyorum.”

“Nedenmiş o?... Buradaki sorun güvenip güvenmemek değil ki ama. Beraber bir çözüm üretmek tek başına uğraşmaktan daha iyi olacağı apaçık ortada!”

Gayet makul bir nokta. Benim zekamla tekrar hata yapma ihtimalim vardı. Kendi kabiliyetlerime her zaman güven olmadığını biliyordum.

Ama Maria’ya bulunduğumuz durumu anlatsam ne olurdu? Örneğin onun sadece bir NPC olduğunu söylemenin sonucu ne olurdu? Kendini önemsiz olarak düşünüp kendini her zamankinden daha da fazla umursamayacaktı!

Öyle yapmasına izin veremezdim. Herkesin hayatta kalması gerekiyordu.

Maria’nın fedakar eylemleri benim hedefime ulaşmaktan alıkoyuyordu.

O yüzden her ne olursa olsun ona anlatamazdım.

Maria olabildiğince az eylemde bulunması lazımdı.

“...”

Maria üzgün bir ifadeyle ağzını açtı.

“...sana sürekli yardım ederek gururunu mu incittim? Seni küçümsediğimi mi düşünüyorsun? Eğer o şekilde düşünmene sebep olacak bir harekette bulunduysam özür dilerim.”

“Hiçbir zaman öyle düşünmedim!”

“O zaman!...”

Muhtemelen bağırmak istememişti. Maria hantal bir şekilde gözlerini kaçırıp cümlesine daha sakin bir şekilde devam etti.

“O zaman… bana güven!”

“...Maria.”

Belki geçmişte söyleseydi, onun bu sözlerini güçlü ve güvenilir olarak düşünürdüm…

Ama artık o şekilde düşünemiyordum. Hatta bana tam tersi gibi gözüküyordu.

Ne de olsa gerçeği biliyordum.

Maria söylediklerinin sadece bencil sözler olduğunun farkındaydı, bunu biliyordum.

O yüzden onun bir önceki beyanı...

“Seni kurtaracağım!”

...sadece hüzünlü bir haykırıştı.

Yani, benim gözümde öyleydi ama bu yapmam gerekeni değiştirmiyordu.

“...Maria, ‘kutu’ hakkında şimdilik söz etmesen olur mu? İroha’ya ‘kutu’dan bahsetmenin tehlikeli olduğunu düşünüyorum.”

“Beni aydınlatmayı düşünmüyor musun?...”

“...Hayır.”

Bu sözümden sonra Maria gözlerini yere çevirdi ve kollarını kavuşturdu.

“...Anladım. Bu konuda düşünmüşsündür sen, öyleyse yapacak bir şey yok herhalde.”

Kendi duygularını bastırarak kabullenmeye çalıştı.

Fakat hissettiği kırgınlığını tamamen bastıramamıştı: yüz ifadesinden nasıl hissettiği anlaşılıyordu.

Maria hiçbir duygusunu belli etmemeye çalışarak bana baktı. Onun gözlerindeki üzüntüyü göremeyeceğim kadar değersiz bir ilişki değildi bizimkisi.

Ve ardından,


“Sen… Kazuki’sin, değil mi?”


Aklımdan geçenleri görebiliyormuş gibi içimi gören, bana ‘Balçıkta Yedigece’ esnasında beni kullandığım yüz kaslarından ayırt edebildiğini söyleyen Maria bunu söyledi.

“...Ha?”

O yüzden şaşırdım… öyle bir şey dediği için şaşkınlıktan donakalmıştım.

Maria gözlerini kaçırdı.

Bana bakmadan güçsüz bir sesle fısıldadı:

“...Yok bir şey. Beni aldırma.”

▶İkinci Gün <F> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

[Gizli Buluşma]’dan beri Maria’nın tavrı pek değişmemişti.

O soruyu sadece ağzından kaçırdığından emindim. Bunun kanıtı kimseye ‘kutu’lardan söz etmemesiydi.

Kimse durumu kışkırtmadığı için her şey aynı şekilde devam etti.

Ama o sadece bugünlüktü.

İroha üçüncü günde onun «grubuna» katılıp katılmayacağımız konusunda cevap vermemizi istiyordu.

Ama her neyse ki bugün bitti.

Yatağıma yığıldım.

İkinci gün, kurban yok.

▶Üçüncü Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

[İroha Şindou] -> [Daiya Oomine] 15:40~16:10
[Yuri Yanagi] -> [İroha Şindou] 16:20~16:50
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:00~15:30
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 15:40~16:10
[Koudai Kamiuçi] -> [İroha Şindou] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50

“...Gerçekten sekizinci günün <E> kısmına kadar kimse ölmediği taktirde kendi ‘kutu’mu yok edeceğimi mi söyledim?”

“Evet.”

Başımı salladığımda Daiya sessizce düşünmeye başladı.

Bu sefer ‘Asılsızlık Oyunu’ hakkındaki her şeyi anlatabildim. İlk başta Daiya’ya onun bir NPC olduğunu söylemek istememiştim ama Daiya ondan bir şey gizlediğimi hemen fark ettiğinde ona söylemekten başka seçeneğim kalmamıştı.

Ama Daiya o detayı pek aldırmamıştı. Aksine ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahibi’ olmaktan rahatsız olmuşa benziyordu.

“...Kazu. Seni oyuna gönderdiğimde sana ne söylemiştim?”

“Neden soruyorsun?”

“Soruma soruyla yanıt verme de söyle işte Kuzu Kazu.”

Ne? Şimdi bana kafiyeli bir şekilde mi hakaret etmeye başladı?

“...aaa, sana kazanacağımı söylediğimde bana «imkanı yok» diye yanıt vermiştin. Seninle son konuşmamız böyleydi sanırım.”

“Neyse artık, senin beni yenmen dünyanın şimdiki hızından on kat daha hızlı dönmesi kadar imkansız zaten.”

Beni biraz fazla aşağılamıyor muydu bu?

“Bu da demek oluyor ki benim aslım [Asil Krallık]’ta kimsenin cinayet işlememesinin imkansız olduğuna inanıyor herhalde.”

“...Öyle gözüküyor.”

Hala durumu tamamen anlayamayınca Daiya kollarını kavuşturdu. Bana inanıp inanmaması gerektiğini düşünüyormuş gibi gözüktüğü için isteksizce,

“...bana inanır mısın?”

Daiya başını kaldırdı ama yüzündeki gerginliği dinmedi.

“Sen eğer gerçekten Kazuki Hoşino’ysan başka seçeneğim yok galiba. Ne de olsa benim tanıdığım Kazuki Hoşino yalan söyleyecek ya da ha deyince öyle bir hikaye uyduracak kadar zeki değil.”

Yani kısacası bana inanıyordu?...

“Ama eğer sen Kazuki Hoşino’ysan… gerçekten çok değiştin.”

Beklenmedik bir söz.

“Evet, hala başkaların dileklerini reddeden bir varlıksın ama bunu yapma sebebinde küçük bir değişiklik varmış gibi hissediyorum. Sana daha önce süzüldüğünü söylemiştim değil mi? O hissi eskisi kadar vermiyorsun.”

“Nedenmiş o?...”

“Ben nereden bileyim! Bu ‘kutu’daki bir olay senin değişmene sebep oldu belki?”

“Bu ‘kutu’daki bir olay mı?...”

Aklıma gelen ilk şey Nana Yanagi’ydi.

Gözlerimi kaçırıp onu unuttuğumu düşünmeme rağmen bunca zamandır ona, ilk aşkıma esir olmuştum.

Sanırım şu anda bile ondan tamamen kurtulmuş sayılmazdım. Onu bir kez daha unutarak kurtulmayı deneyecektim.

Ama tabi ondan kaçış olmadığının farkına vardım. Bu gerçeği görmezden gelemezdim.

Bu kadar küçük bir değişiklik yüzünden diğerlerine farkı mı gözüküyordum?

“Benim gözüme bir hedef… değil. Hayır, bir arzu doğdu içine. Eğer öyleyse ‘kutu’ üzerinde hakimiyetini sağlayamaya---”

Daiya lafının ortasında durdu.

“...Ne oldu?”

Ama söylediklerimin hiçbirini duymuyormuş gibi gözleri sonuna kadar açık, öylece duruyordu.

“...’kutu’ üzerinde hakimiyet sağlamak mı?... Anladım… demek öyle…”

“...Daiya?”

Ama Daiya beni görmezden gelerek elini ağzına koydu ve derin derin düşündü. Ondan bir yanıt almaktan vazgeçip bekledim. Daiya birden gülümsedi.

“He… hehe…”

O kıkırdamanın ne anlama geldiğine dair en ufak fikrim yoktu.

“Sağ ol Kazu!”

“Ha?”

“İnsanın kendi düşüncelerini anlaması gerçekten çok kolay. Bunun sayesinde asıl Daiya’nın ne düşündüğünü anladım.”

Daiya zafer elde etmiş gibi sırıttı.

O ifadeyi görünce endişe duymaya başladım.

...Nasıl yani? Daiya bir iş mi çeviriyordu?

Ama NPC olan Daiya’nın ve benim hedefimin aynı olması gerekirdi. Bana kimsenin 8. güne kadar ölmediği sürece kazanacağımız konusunda inanması gerekiyordu.

Öyleyse neden acaba?

Daiya’nın artık benden yana olmayacağı hissine neden kapıldım acaba?

▶Üçüncü Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası[edit]

Oyuncu yalnızdır.

Oyunda onu daha avantajlı kılan bilgiye sahiptir fakat bu bilgiyi NPCler ile paylaşamaz. Bu sebebin sonucunda elinde olan bilgi ile tek seçeneği onları kandırmaktır.

O halde tek başına mücadele etmesi de doğaldır belki de.

Suçluluk hissinden yerin dibine girse de hayatta kalmak uğruna NPCleri öldürmek. Bu oyunda mücadele vermenin doğru yolu bu olduğundan emindim.

Ama ben buna son vermek için buradaydım. Çünkü buna son vermek Maria’yı kurtarmanın tek yolu olduğunu düşünüyordum. Çünkü aksi taktirde ‘kutu’ya teslim olduğumu, yenildiğimi hissederdim.

Ama… Bunu yapabilmek gerçekten mümkün müydü?

Kimsenin dost olmadığı bu [Asil Krallık]’ta mümkün müydü?

Yuri Yanagi’nin odasına keyifsizce adım attım. Odanın sahibi bana yüzünü bile çevirmedi. Yararsız olacağını bilmeme rağmen defterin sayfasına bir ileti yazdım.

“...”

Yuri Yanagi yazdıklarımı okumadan kağıdı defterden yırttı, buruşturdu ve kenara attı.

Artık bana yanıt vermeye niyeti yoktu.

Dudaklarımı ısırdım.

Onunla iletişim kuramadan onu nasıl hükmüm altına alacaktım?

Onu sadece kurtarmak istediğimi belirterek beni dinlemesini mi sağlamalıydım?.. Hayır, öyle yapmanın anlamı yoktu. Onu kurtarmak istediğimden bile emin değilken onun bana inanmasın imkanı yoktu.

“...”

Yumruğumu sıkıp yere baktım. Yuri cesaretimin kırıldığını fark etmesine rağmen bana bakmadı.

Hiçbir yolu kalmamış mıydı?

Daha şimdiden kaybetmiş miydim?

Bir dahaki <D> kısmında İroha bizi kendi «grubuna» katılmamız için bizi zorlayacaktı. Eğer durum o şekilde ilerlerse ben asla «Kral» olamazdım.

Birden masanın üzerinde bulunan ve muhtemelen Yuri’ye ait olan defteri fark ettim. Üzerinde şu yazılıydı:


《irohanın sınıfı [Devrimci]》


Bununla kast etmek istediğini hemen anladım.

Kısacası Yuri bana şunu söylemek istemişti:

Eğer müdahale edersen seni öldürürüm.

Gerçeği söylüyordu herhalde. İroha öldürülmeyeceğinden emin olduğu için --- yani kendisi [Devrimci] olduğu için hükmünü öne sürebilmişti. Ayrıca Yuri de ya [Kral] ya da [Büyücü]’ydü. O [Sınıf]’ların kimlere ait olduğunu öğrendikten sonra İroha elbet öldürülmeyeceği sonucuna varmıştı.

Ve kendi parmağını kesecek bir kız gerek olursa beni de öldürebilirdi.

Bulunduğum durumu gözden geçirdim. Buradaki hemen hemen herkesi kendime düşman ettim. Yuri’nin benim hakkındaki ne düşündüğü apaçık ortadaydı ama onun dışında İroha ve Koudai Kamiuçi de benim düşmanlarımdı. Ve her zamanki gibi Daiya’nın ne düşündüğüne dair en ufak fikrim yoktu. Bunun üstüne sözde benden yana olan tek kişiye, Maria’ya güvenemezdim.

Böyle bir durumda yaptığım her şey geri tepecekti.

Öyleyse artık «Kral» olamaz mıydım?

“Of…”

Kendime pes etmemem gerektiğini söylememe rağmen durumu istediğim şekilde değiştirmenin hiçbir yolunu göremiyordum.

Fazla ümitsiz bir durumdu.

En sonunda dizlerimin üstüne çöktüm.

Artık imkanı kalmadı. Tahtı İroha’ya bırakacaktım artık. Bunun sonu iyi olacağını düşünmesem de benim doğrudan bulunabileceğim hareketlerden iyiydi. İroha’ya teslim olup Daiya ve Koudai Kamiuçi’nin kötü bir şey yapmamaları için dua etmeliydim.

Ağaç gibi orada bulunup hiçbir şey yapmadan durmalıydım.

Daha şimdiden… kaybetmiştim.

Af dilemek için başımı kaldırdım.

Ardından onlar önümde belirdi. Yuri’nin bana üstten bakan gözleri önümde belirdi...


içi boş, ölü gözler önümde belirdi.


“Ah…”

Bunun sayesinde sonunda anladım.

«Hayır, seni kandırıp seni vahşice öldüren o hayvanlara karşı kin besliyorsun, değil mi? Seni kendi canları uğruna öldürdüler! Hehehe»


O sözün karşılığını sonunda, aniden anladım.


...Hayır. Onlara kin beslemiyorum. Ama onlar bana teslim olana dek onları mahvedecektim.


Dün Yuri’ye işkence etmemin sebebini ‘kutu’ya teslim olmuş olmamdan kaynaklandığını, onu alt etmeye hazır olduğumu düşünmüştüm.

Ama bu doğru değildi.

Bunu baştan beri bilmiyor muydum? Benim amacım sadece NPC olan bu insanlarla geçinmek değildi.

Benim amacım gerçek olanları kurtarmaktı.

«Lütfen öldür beni.»

İkinci raundda bunu bana asıl Yuri söylemişti. ‘Asılsızlık Oyunu’ onu öylesine köşeye sıkıştırmıştı ki bunu rica etme gereği duymuştu.

Ama Yuri’nin ıstırabının tek sebebi ‘Asılsızlık Oyunu’ muydu?

Değildi. Yuri’yi gerçek dünyada da sıkıntı veren bir şey vardı. Bunu artık biliyordum. Çünkü bu amaçsız, değersiz ‘kutu’da tek bir şey öğrendim.

Atılan ok geri dönmez. Yuri’nin İroha’yı ve diğerlerini öldürdüğü asla değişmeyecek bir gerçekti.

Ama gerçek dünyadan yanına getirdiği sorunu inceleyip çözmek mümkün değil miydi?

Böylelikle ıstırabı biraz da olsa azaltmış olmaz mıydı?

Bunun uğruna kazanacaktım.

NPCleri mahvedip altüst etmeye hazırdım.

Bu gerçek hayatı, günlük hayatımı göz önünde bulundurduğumun kanıtı olacaktı. Bu ‘Asılsızlık Oyunu’ gibi bir şeye teslim olmadığımın kanıtı olacaktı.

Bunun anlamıysa…

“...Hehe.”

Hiç de kaybetmedim.

Ayağa kalktım.

Bu oyunun oyuncuları gerçekten de yapayalnızdı. Ama umurumda bile değildi.

Durum ne kadar ümitsiz veya çaresiz olursa olsun burada ‘Asılsızlık Oyunu’nu alt edebilecek tek kişi bendim. Benim haricimde diğerlerini kimse kurtaramazdı.

Öyleyse… başaracağım.

Herkesi kurtaracaktım ve Yuri’nin teslim olmasını sağlamak ilk adımım olacaktı.

“...Neden birden gülümsemeye başladın?”

Yuri bana duygusuz gözlerle bakmaya devam etti.

Teşekkür ederim. Bunu fark edebilmemin tek sebebi o gözlerdi. Gerçek kendini sürekli gizlediği için ıstırap çektiğini fark ettim. Bu konuda bir şeyler yapmak istediğimi anlayabildim.

Gülümsemeye devam ederek 《irohanın sınıfı [Devrimci]》yazılı olduğu kağıdı defterden kopararak Yuri’nin gözleri önünde mümkün olduğunca belirgin bir şekilde yırttım.

Yuri’nin gözlerindeki az önceki duygusuzluğun yerini şaşkınlık doldurdu.

Evet, aynen öyle olmalı.

Bir daha öyle duygusuz gözlerle bakmasına izin vermeyeceğim!

“Yuri Yanagi.”

Ona bütün ismiyle hitap ettiğimde gözlerini sonuna kadar açıp bana baktı.

Sen asıl Yuri için besin olacaksın.”

Onu çok iyi tanıdığım için nasıl tepki vereceğini biliyordum.

“Ah…”

Ah, ah. Tam da beklediğim gibi suratını sararttın seni korkak.

Artık beni görmezden gelebilecek kadar sakin değilsin ama, öyle değil mi Yuri?

“Bunun için öncelikle İroha’nın «grup» sistemini yok edeceğim. Önce seni gruptan terk ettirmek için yapmam gerekenlere başlayacağım. ”

Birkaç saniye diyecek laf bulamamasına rağmen nihayet itiraz edebildi.

“N-Ne diyorsun… G-Grubu terk etmeyeceğim ben! Dahası edemem de!”

“Seni gruptan ‘terk ettireceğimi’ söyledim.”

“Eğer ona bunu söylersem… İ-İroha seni öldürecek, farkında mısın?... O bunu yapabilecek… hayır, kesinlikle yapacak biri, farkında mısın?”

Bu konuşmayı İroha’nın zaten göreceğini düşünecek kadar sakin değildi anlaşılan.

“Biliyorum!”

“Ö-Öyleyse neden öyle bir şey dedin ki?! Buna intihar denir!”

“Çünkü onu da alt edeceğim tabi. O halde öldürülmem.”

Yuri gözlerini sonuna kadar açtı.

Ve başını şiddetli bir şekilde iki yana salladı.

“Mümkün değil… bu tamamen imkansız. Bir bilsen… bunu şimdiye kadar kaç defa yaşadığımı bir bilsen…”

Doğru ya…

Tam da buydu.

Onun ıstırabının asıl sebebinin onun üzerindeki bu lekeydi.

“Öyleyse İroha’yı alt edersem…”

O ifadesiz, duygusuz, boş ve ölü gözlerin asıl sebebi…

Eğer İroha’yı alt edersem ona olan kıskançlığını yenebilecek misin?”


...İroha’ya duyduğu aşağılık duygusuydu.


Maria ve Daiya’yla yakın biri olarak çok iyi anlayabildiğim bir histi. Sürekli onlara yetişemeyeceğimizin farkına varıp onların yanında küçük gözükmenin endişesiyle baş etmemiz gerekiyordu.

Daha da kötüsü benim aksime o ikinci sıradaydı. Devamlı olarak onun bir adım gerisinde olmaya katlanmak bir o kadar daha zor olmuştur.

İroha Şindou’ya olan mesafesi - yakınında olmak ama yetişebildiğin yerin hemen ötesinde olması.

Bunu sürekli hissetmesi ne kadar sinir bozucu bir histi acaba?

«Doğru, benim gibi bir aptal sessiz kalırsa iyi olur… herkesi üzdüğüm için özür dilerim.»

İlk raundda kendisine aptal demişti. Bana göre en zeki ve övülmeye değer kişi olmasına rağmen sürekli kararsız gözüküyordu.

Çünkü o kendisini sürekli yetişemediği biriyle kıyaslıyordu.

“Ah…”

Öyleyse başından beri bunun farkında mıydı?

Yuri üzüntüsünden dolayı o kadar titriyordu ki neredeyse acınası haldeydi.

“Ne olursa olsun bir konuda İroha’yı yenmek istedin, öyle değil mi?”

Bunu dediğimde Yuri omuzlarını silkti.

“İroha’yı yenmek istedin. Hep yenmek istemiştin. O sebeple bu oyunda da aynısını yapmak istedin. Kendi kendine eğer İroha’yı kontrol edebilirsen kazanacağını düşündün. Sen de bu düşünceye göre hareket ettin.”

Oyuncu olma sırası Yuri’deyken İroha’yı kandırmasının ve İroha’ya eski sevgilisi hakkında konuşarak işkence etmişti. Hepsinin sebebi bu olduğundan emindim.

“H-Her şeyi biliyormuş gibi konuşma…”

Tedirgin bir şekilde söylediklerimi reddetse de her zamanki rol yapma kabiliyeti ortadan kalkmıştı. Yüz ifadesinden onu anlamak çok kolaydı.

“Ama her şeyin planladığın gibi gerçekleşmesine rağmen hiç yenmiş gibi durmuyorsun.”

“...!!”

“İroha’ya kendi parmağını kesecek inanılmaz azmin karşısında planlarının ne kadar önemsiz olduğunu ister istemez anlayınca duygularına yenik düştün.”

“...Dur.”

“Ve onun ne kadar olağanüstü olduğuna tanık olduğunda aklından geçen tek şey ona güvenip hayatta kalmaktı. Çünkü o, sana senin ne kadar önemsiz ve iradesiz olduğunu hatırlattı.”

“Dur.”

“Sen kazanamayacağını daha baştan anlamıştın. Ne de olsa onun sevdiğini çalmana rağmen kaybolmayan aşağılık hissinin böyle bir şeyle gitmeyeceğini zaten biliyordun.”

“Dur demedim mi sana!?”

Çığlıkla beraber yanağımda bir acı hissettim.

...bana az önce tokat mı attı?

Bir an olanlara inanamadım. Hayır yani, Yuri bana tokat mı attı? Diğer herkese göre kendini daha çok sahip çıkabilen Yuri?

Ve o da yaptığına inanamayarak gözlerini sonuna kadar açtı. Eline bakıp yavaşça kapatıp açıyordu.

“Ah…”

Ardından omuzları titremeye başladı.

“Ö-Özür dilerim…”

Cümlesini bitiremeden gözlerinde yaşlar dolmaya başladı.

“Özür… dilerim… ama yalvarırım… dur artık… ne olur öyle acımasız sözler söyleme artık… ne olur duygularımı hor görme… lütfen… lütfen…”

Zordur elbet.

Nahoş duygularıyla yüzleşmek zor olmalıydı.

Ne de olsa ikinci raundda bana sahtekarlığını itiraf ettiğinde bile bana anlatamadığı bir şeydi.

Ama…

“Hayır.”

Ama buna neden aldırayım ki?

Bana yalvardığı için bunu devam ettirmem gerekiyordu zaten.

“Ah… Aaa…”

Onu ricasını reddettiğimi duyunca Yuri yere çöküp ağlayan suratını gizledi.

“Eğer seni şimdi serbest bırakırsam asıl Yuri için hiçbir şey yapamam. O yüzden yüzünü gizlemene bir şey demiyorum ama kulaklarını tıkama, tamam mı?”

“Üü… üüü…”

Onun böyle acı çektiğini görmek üzücüydü tabi ama şu anda benim duygularımın bile önemi yoktu.

“İkinci raundda, sen benim durumumdayken ne yaptığını bilmek ister misin?”

Ona son darbeyi verdim.

“İroha’yı öldürdün.”

Hüngürtüleri sona erdiği gibi başını kaldırıp bana kıpkırmızı gözlerle baktı.

“...N-Ne dedin sen?...”

Bilerek sessiz kaldım.

“...Onu ö-öldürmek mi?... O kadarını yapmam! Yani… ben bir korkağım tabi ama.. öyle bir şey yapmış olamam!”

Buna hiç şüphesiz, gerçekten inanıyordu. Ve gerçeği söylediğinden emindim. Bunu yapabilmesinin tek sebebi kendisinin oyuncu ve diğerlerinin de sadece NPC olmasıydı.

Ama yine de onu öldürmüştü.

İroha Yuri’yi kendisini kandıran ve öldüren sinsi bir kız olarak tanıyabilmişti.

Bu gerçek artık değişmeyecekti.

Başkaların yüz ifadelerini çok iyi anlayabildiği için benim yüzüme bakıp gerçeği söylediğimi anladı sanırım: Sessizleşip dalgın bir şekilde ağlamaya devam etti.

Ama ona anlatmaya devam ettim.

“Yuri. Sana daha sonra detayları anlatırım ama sen de İroha da oyuncuyken kazandınız o yüzden hayatta kalmayı başardınız bile.”

Yuri söylediklerime ufak bir tepki verdi. Dediklerimi anladığını düşünerek devam ettim.

“Ama eğer hiçbir şey yapmazsak İroha onu öldürdüğün için seni affetmez. Sen de kendini affedemezsin. Dolap çeviriyormuşum gibi gelebilir bu söylediğim ama sana bu konuda yardımcı olmak istiyorum!”

Ardından da şunu söyledim:

“O konuda ne yapılması gerektiği hakkında düşündüm!”

Yuri’nin gözlerinden hala yaşlar akıyordu ama anlaşılan iradesine kavuştu. Bana doğru baktı.

“Tek yapman gereken doğru sonu seçmek. Bu devirde birbirinizle açık açık konuşun ama ardından birbirinize destek olmanız gerecek. Sadece bu sonuca elde etmek gerekiyor! Eğer bu oyunda birbirinize güvenmeyi başarırsanız gelecekte de sorun yaşamazsınız. İroha seni affedebilmeli Yuri.”

Bunu sakin bir tavırla söyledim.

“O yüzden ona her şeyi anlatman lazım. İroha’ya olan bütün hislerini kelimelere dök.”

Yuri’nin yanıt vermesini bekledim.

Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra nihayet ağzını açtı.

“...Anlamadım.”

Bunu monoton bir şekilde söyledi.

“Zaten hayatta kalmayı başarmak olsun ya da birbirimize güvenmek olsun, hiçbiri bana mantıklı gelmiyor.”

“...Anladım.”

Doğru. Olan bitenler hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu; anlayabilmesinin imkanı yoktu.

“Ama…”

Bu kelimeyi duyunca başımı kaldırdım.

Yuri bitkin bir şekilde gülümsüyordu.

“Artık anlamamaya razıyım. Sırf hayatta kalma uğruna daha fazla acımasız, zalim şeyler düşünmek istemiyorum… yeter artık.”

Bu sözüyle bana birden sarıldı.

“O halde… sana güvenebilir miyim?”

Anlaşılan gücüne hakim olmakta zorluk çekiyordu çünkü bana sarılışı can yakıcıydı.

Gücüne hakim olamaması bana üzücü geldiği kadar yalnızlık hissini iletiyordu.

Ve bu da beni şaşırttı.

Ne kadar zor olursa olsun o her daim tek başına, kendi yöntemleriyle mücadele etti. Hep telaşlı olmasına rağmen üstündeki ağırlığa dayanmıştı. Oyuncuyken bile bütün NPCleri kandırdı, köşeye sıkıştırıp öldürdü ve suçluluk hissine yenildiğinde bile mücadele edecek azmi bulup sonunda kazanmayı başarmıştı.

Yuri Yanagi bu kadar güçlü biriydi.

“Kurtar… beni.”

Ama buna rağmen artık bana güvenmekten başka hiçbir şey yapamazdı.

Kimseyi kontrol etmeden, kendi gözlerinin önündeki ümide inanmak dışında hiçbir şey yapamazdı.

Onun durumu bana başka birini anımsattırdı.

Bana «Nana Yanagi»’yi hatırlattı.

Ama «Yuri»’yi ve «Yanagi»’yi artık karıştırmayacaktım.

Sadece «Yuri»’yi kurtarmak uğruna ona sarıldım ve şunu söyledim:

“Herkesi mutlaka kurtaracağım!”

▶Üçüncü Gün <D> Büyük Oda[edit]

İnanması zor olsa da orta okula kadar kendimden son derece emin biriydim. Okul birincisi ve yetenekli bir piyanist olduğum için çeşit çeşit yarışmalardan ödül bile kazandım! Üflemeli enstrüman kulübü ve ayrıca öğrenci konsey başkanıydım. Etrafımda sürekli bana bayılan, hayran olan bir sürü insan vardı.


Belki de bu yüzden kendimi özel biri olarak düşündüğümü fark etmedim. Liseye geçtiğimde de her şeyin aynı şekilde devam edeceğini düşünmüştüm. Ama o rolümü lisede yerine getiremedim. Çünkü o rolü İroha Şindou açılış töreninde verdiği konuşmadan beri üstlenmişti.


Ama tabi ki de hemen vazgeçmedim. Rolümü tekrar üstlenebileceğimden emindim. Hatta o anda bir rakibim olmasına sevindiğimi bile söyleyebilirdim.


Kısa sürede rolümü tekrar üstlenip birinciliğe geri döneceğimi düşünerek daha da fazla çalışmaya başladım. Her şeyden önce ders çalışmaya ayırdığım vakti arttırdım. Tabi sadece uzun süre boyunca ders çalışmadım; etkili bir şekilde ya da çalışırken daha iyi odaklanabilmek için türlü türlü yöntemler denedim.


Ama ona yetişemedim.


İşte o zaman endişelenmeye başladım. Sırf derslerde ondan daha iyi sonuçlar alabilmek için ilkokuldan beri çaldığım piyanoyu bıraktım, katıldığım edebiyat kulübüne gitmemeye başladım, arkadaşlarımla birlikte geçirdiğim vakti azalttım, daha az uyudum ve arkadaşlarımın bana inek deme ihtimali göze alarak ders aralarında bile çalıştım.


Ama bütün bunlara rağmen İroha’ya yetişemedim.


Kulüp etkinliklerine katılsa da, öğrenci konseyiyle meşgul olsa da, derslerde yatsa da, benim kadar büyük bir çaba sarf etmiyormuş gibi gözükse de… ona hiçbir şekilde yetişemedim.


Ama esasında o kadar da garip değildi. Bütün çabalarıma rağmen deneme sınavlarında benden daha iyi sonuç alan yaklaşık 100 kişi oluyordu genellikle. Benden kat kat daha iyi piyanistler vardı ve televizyonu açıp benden çok daha güzel kadınları biri ardından diğeri görebiliyordum. Yetişemediğim bir tek İroha değildi. Bu şekilde meydana gelmesi hiç de garip değildi.


İroha bana sadece sıradan bir insan olduğumu gösterdi. Bana özel olmadığımı öğretti.


İroha sayesinde sonunda utanç verici derecede olan kibirliğimi geride bırakabildim. İroha olmasaydı bile eninde sonunda bunu fark edecektim muhtemelen.


Ama yine de bu üzücü bir şeydi.


Bu son derece üzücü bir şeydi.


Ben neden özel biri değilim ki?


Fark etmem bu kadar uzun sürdüğünden dolayı her şeyimi kaybetmiştim. Arkadaşlarımı, hobilerimi, yeteneklerimin hepsini kaybedip geriye sıkıcı ama nispeten zeki bir kız dışında bir şey değildim.


O sıralarda İroha’nın birine aşık olduğunu fark ettim. Gizlemeye çalıştı ama benim için apaçık ortadaydı. İroha’nın nasıl hissettiğini anladığım anda hoşlandığı çocuk bana son derece cazip gözüktü. Çünkü İroha’nın kalbini çalabilecek biriyse gerçekten harika biri olmalıydı diye düşündüm.


İroha ve benim aramda birisini seçmesi gerekseydi kimi seçerdi acaba?..


Bunu düşündüğümde aklımdan çok fena bir fikir aklıma geldi.



Eğer o çocuk beni seçerse…



Bu benim İroha’dan daha çekici olduğum anlamına gelmez mi?



Ne kadar kötü dolaplar çevirmek üzere olduğumun farkındaydım. Farkındaydım ama buna rağmen kendimi o dolapları çevirmekten alıkoyamadım.


Çünkü görmek istiyordum!


Hiçbir zaman yetişemediğim İroha’nın bir defa olsun yenilip benden kıskandığını görmek istedim.


Onun bir şeyin farkına varmasını istiyordum.


Onun etrafında ne yaparlarsa yapsınlar ona yetişemediği için üzülen insanların olduğunun farkına varmasını istiyordum.



Sonunda o çocukla beraber olmayı başardım.


Sevinçten dört köşe olmuş gibi rol yaparak, İroha’nın nasıl hissettiğini bilmemezlikten gelerek masum bir ifadeyle başarımı anlattım.


‘Hadi bakalım İroha, çatla! Kıskan beni! Nefret et benden!’


Her şey güzeldi. O bana kötü duygular beslediği sürece her şey güzeldi. Fakat İroha’nın tepkisi bütün beklentilerimi yerle bir etti.



“Gözün aydın!”



Başımı okşayıp bana narince gülümseyerek bunu söyledi.


Diyebileceği, yapabileceği onca şey arasında İroha… gözün aydın dedi.


Gözün aydın dedi.


Bana!


Onun kötülüğüne dolaplar çevirmeme rağmen.


Buna inanamadığım, inanmak istemediğim için uğraşmaya devam ettim. Ona olan sevgimin sadece bir yanlış anlaşılma olduğunu görmezden gelerek çocuğu kullanmaya devam ettim. Ama ondan ne tür tavsiye istesem de, ayrıldığımızı söylesem de bizi sadece destekledi.


Ve bize her destek gösterdiğinde
onunla karşılaştım.


Göz ardı ettiğim şeyler; çirkinliğim, adiliğim, sefaletim. İroha’nın iyiliği karşısında bunları daha da net, daha da güçlü bir şekilde hissettim.


Aa, biliyorum, biliyorum. Benim için ne kadar içler acısı olsa da ben mağdur değil aşağılık bir suçluyum.


Ama bundan vazgeçemem.


Geri dönemem.


Çünkü bu kadar kötülük yaptıktan sonra sıradan bir insandan umudu olmayan bir korkağa dönüştüğümü kabul etmek istemiyorum.


İroha’yı yendiğim takdirde tüm kötülüklerim affedilip daha fazla korkak olmayacağımı biliyorum.


Ama artık geriye başka bir seçeneğim kalmadı. Geri dönüşü yok.


Yani, öyle değil mi?


Özür dilerim.


Özür dilerim.


Yaptığım kötülükler sırf bu sözlerle affedilecek kadar küçük şeyler değil.



“Ve bu da seni affetmemi mi gerekiyor?”


İroha herkesin toplandığı büyük odada soğuk bir şekilde güldü.


Yuri’nin taşınabilir cihazında kayıtlı olan itirafını dinledi herhalde.


“Sırf ne kadar mutsuz olduğunu gösterip yaptığın her şeyi affedeceğimi mi düşünüyorsun?”


Maria, Daiya ve Koudai Kamiuçi durumdan bihaber oldukları için sadece olayın nasıl geliştiğini izleyebildi.


“Affetmem, seni kaltak!”


Diyip zorla beyaz iç çamaşırıyla dizleri üstünde oturtturulan Yuri’nin üstüne tükürdü.


Yuri hiçbir yanıt vermedi. Sadece yere bakıp titredi. Sol yanağı şişmişti. İroha herhalde kendi odasında ona tokat atmıştı.


Olanları izlemek içler acısıydı. Ne de olsa bunun olabileceğini biliyordum. Bu sebepten dolayı bu olanlar benim de sorumluluğumdu.


Ama bu kadarına bile katlanamıyorsam İroha’ya karşı gelemezdim.


“...Şindou, ne oldu allah aşkına?”


Maria olanlara daha fazla katlanamadığı için ağzını açtı.


“Yok bir şey canım. Benim «grubuma» katılıp bana itaat etmeye söz vermene rağmen emrime karşı gelince sonucu bu oluyor sadece.”


“Ama bu kadarı biraz aşırı değil mi?..”


İroha Maria’nın sözlerini hiçe sayarak ayakkabısıyla Yuri’nin başını ayağının altına aldı.


Yuri’nin vücudu bu baskıya katlanamayınca ses çıkardı ve buna tepki olarak İroha diliyle çık sesi yaparak ayağını daha da fazla bastırdı. Yuri’nin alnı yere basılıydı.


Yuri İroha’nın önünde adeta diz çöküyordu.


“Sana ağzını açabileceğini kim söyledi? Çıtını çıkartmadan başını asılı tutsana. İlla anlayana kadar zorla yaptırmam mı gerekiyor?”


“Y-Yapma Şindou!”


“Yapacağım… Neyse, zaten biliyorsun, öyle değil mi? Vaktiniz bitti. Şimdi hepiniz bana itaat etmeye başlayacaksınız. Benim aklıma gelen en iyi çözüm bu. Öyleyse değiştirmeye gerek yok, bu adi kaşar ne derse desin!”


İroha bunu ilan ederken ayağı hala Yuri’nin başı üzerindeydi.


“Ardından da «Kral» olarak sizler için bu oyuna son vereceğim.”


Doğru ya, İroha böyle biri.


Az önceye kadar dostu olarak sevdiği birine sırf amacını elde etmek için bu şekilde davranacak biri.


Tabi bunu yapsa da umursamaz biri değildi. Bir yandan son derece incinmiş, diğer yandan son derece pişman. Ama bu duyguları bastırıp görmezden geliyordu. İroha amacını elde etmek için duygularına bile hakim olabilecek biri.


Bu üçüncü raundın ilk günü herkesi öldürdüğünde farkına vardığım bir şeydi.


Aynen öyle olduğu için tahmin edebildim.


Böyle bir eylemde bulunacağını tahmin ettim.


Öyleyse onu…


İmkansız!


...inşa ettiği yapmacık tahtından deviririm.


İroha ayağını yavaşça Yuri’nin başından çekerek bana sert bir bakış attı. Hiç şüphesiz gözlerindeki ateşte öldürme niyeti gizliydi.


“...Acaba bunun anlamı benim «grubuma» katılmamayı düşündüğün anlamına mı geliyor? Bu olmadı işte. Şimdi öleceksin!”


“Hayır, demek istediğim o değildi. Ben sadece gerçeği söyledim! Yani senin kadar yumuşak biri başkaları üzerinde hüküm süremez ki!”


“Yumuşak mı? Ne demeye çalışıyorsun sen?”


İroha’nın bakışı tüylerimi diken diken yapmıştı ama mümkün olduğunca sakin gözükmek için ağzımı rahatlattım.


“Yuri’nin ihanetine olan tepkinden söz ediyorum! Üstünü başını yırttın, ona vurdun, tükürdün ve ayağının altına mı aldın sadece? İşte buna yumuşak derler!”


İroha da ne kadar sakin olduğunu göstermek için gülümsedi.


“O halde ona ne yapmamı isterdin?”


Ardından İroha’nın suratındaki gülümsemeyi ortadan kaldırmak için şunu söyledim:


“Onu öldür!”


Tam da beklediğim gibi İroha’nın gülümsemesi yok oldu ve şaşkınlıkla gözlerini kapatıp açtı.


“Başta dememiş miydin? Biri sana ihanet edecekmiş gibi durduğu anda herkesin yemeğini tuvalete atıp sifonu çekeceğini söylemedin mi? Ama yapmadın, değil mi? Yuri’nin üstünü başını yırtıp bu kadar olay çıkarttıysan yapmamışsındır, öyle değil mi?”


İroha gülümsedi.


“...Haha. Yemeği atıp onu öldürmediğim zaman olay çıkartmış mı oluyorum? Düşünce şeklinde hakikaten bir sıkıntı var. Yemeği tuvalete atıp sifonu çekmenin bir “abartı” olduğunu anlamadın mı? Gerçekten yapmayı düşünmüş olmasam da o anda söylemem gereken bir şey olduğunu anlamıyor musun?”


“Öyle olsa bile Yuri’ye bu şekilde muamele göstererek bize «grubunun» bağlayıcı bir gücü olmadığını ifşa etmiyor musun?”


“...Nasıl yani? Yuri’yi öldürmemi mi istiyorsun?”


“Yok daha neler. Tek demek istediğim şey…”


Durumun barizliğini açıkladım.


“...böyle bir «grup» sisteminin temelinde hata var.”


“...”


İroha kollarını kavuşturdu. Kıvrak zekasıyla dediklerime karşın bir şey söylemediği taktirde yenileceğini fark etmiş olmalıydı.


Ama istediği kadar düşünüp dursun, artık durumun ilerleyişini engellemenin yolu kalmadı!


Çünkü dediklerimin hepsi %100 doğru.


“...Tam olarak nerede hata var?”


Sesi az öncekiyle kıyasla daha güçsüzdü.


“«Grup» sana olan güvenimize dayalı. Ama biz sana hiçbir zaman güvemedik ki. Bu sistemi var olmayan bir olgunun üzerine kurduğundan dolayı hatalı. Haksız mıyım?”


“...”


Birazcık daha.


Birazcık daha ve diğerlerini ikna etmek için kendi parmağını bile kesebilecek olan İroha’yı yapmacık tahtından indirebilecektim.


Ama buna rağmen…


Ama buna rağmen İroha’nın ağzının bir kenarını kaldırarak gülümsedi. Bana hiç de endişe duymadığını sergilemek için gülümsedi.


“Evet, «grup» sistemini devam ettirmek zor olabilir. Bunu kabul ediyorum! Ama ne olmuş yani? O «grupları» devam ettiremiyorsam bu fikrin peşini bırakıp yeni bir fikir düşünürüm. Yoksa bunu yapamayacağımı mı düşünüyorsun?”


“...”


Bu beklemediğim bir tepkiydi.


Onu sadece bu kadar sıkıştırmak pes etmesine sebep olmadı.


“Her neyse, sana teslim olmam için hiçbir sebep yok.”


Sanırım öyle…


Sadece bu kadarıyla bana teslim olmasının imkanı yoktu. Çünkü İroha ilk yenilmesi gereken kişi ve en güçlü düşmanım.


Bu düşmanı alt edebildiğim sürece hedefimi elde edebilirim. Daiya’nın hedefi ile benim hedefim benziyordu ne de olsa. İroha ve Yuri’nin yardımıyla Koudai Kamiuçi’nin heveslerini geçiştirip onun birini öldürmesine engel olabilirdik.


İşleri rayına oturtmak ilk ve en zor adımdı ama oturttuktan sonra gerisi geliyordu.


Ve işleri rayına oturtmak için üstesinden gelmem gereken ilk engel İroha’ydı.


Eğer bunu yapabilirsem hedefimi elde edebilirim.


Öyleyse katiyen geri çekilemem. Onu hiç şüphesiz kenara sıkıştırdım, öyleyse katiyen geri çekilmeyeceğim.


“...”


Başı yerde olup titreyen Yuri’ye baktım.


...Ah, anladım.


İroha ne kadar inat etse de hiçbir önemi yoktu.


“...o halde Yuri’yi terk mi edeceksin? Kendini ve diğerlerini kurtarmak uğruna?”



Ne de olsa yenildiğinin farkındaydı zaten.



İroha tereddüt etmeden yanıt verdi.


“Evet.”


Bu benim tam da beklediğim yanıttı.


Ve bu yanıtın yalan olduğu apaçık ortadaydı.


Yalan olduğunu anlamam için adeta yalvardığı bir yalan.


“Beni o şekilde kandıramazsın.”


Madem öyle ben de şimdi buna son veririm.


“Sana dememiş miydim? Yuri’yi öldür.”


“...”


“Eğer Yuri’yi gerçekten terk etmek istiyorsan bize hemen şimdi göster kendini. Gücünle bizi dizlerimize çökertmen gerekiyor… ve bunu yapmak için sadece parmağını kestiğin gibi onu öldürmen gerekiyor.”


İroha.


İroha kendisini aramızda «Kral» olmaya en uygun kişi olduğunu düşünüyor olmalıydı. Aynen o şekilde düşündüğü için önderlik yapıyordu. Hedefini elde etmesi için en muhtemel yöntem olduğunu düşündüğü için böyle yapıyordu.


Ama ya başkasını «Kral» olmaya layik görse, o zaman ne olurdu?


Tahtını o kişiye teslim edeceğinden eminim.


O yüzden beni deniyordu.


Taht için uygun olup olmadığımı, bu kadar bariz bir yalanın gerçek olmadığını tespit edip edemediğimi deniyordu.


“Haha…”


İroha gülmeye başladı.


“...yani evet, yapamam! O halde artık «Kral» da olamam.”



Ve bu şekilde...

İroha tahttaki yerini bana sundu.



İroha boş bir sandalyeye tek başına oturup dudaklarını büktü. “Of of…” diye yapmacık bir şekilde oflandıktan sonra alaycı bir gülümseme takındı.


“İroha… yenildi mi?..”


Yuri pes edip yerine geçen İroha’ya bakınca gözleri sonuna kadar açıldı. Üstünde sadece iç çamaşır olan kız İroha’nın yanına yürüyüp ona tepeden baktı.


“...Neden? Beni neden öldürmüyorsun? Bunu bile yaparsın sen, öyle değil mi?.. Eğer hedefini elde etmek içinse bunu bile yaparsın, öyle değil mi?”


Bunu duyunca İroha alaycı bir şekilde gülümsedi.


“Yuri, benim hedefim ne?”


Bunu sorarken dirseğini masaya dayayıp gözlerini kaçırdı.


“Ha? «Kral» olmak… değil miydi?”


“Tabi ki de değil! «Kral» olmak sadece hedefimi elde etmenin bir adımıydı.”


“A-Anladım. Ama o zaman da…”


Ardından İroha çocuğuna sabırla bir şey öğretmeye çalışan bir anne gibi kafası karışık olan Yuri’ye narin bir gülümsemeyle,



“Benim hedefim seni korumak Yuri.”



Yuri’nin kafası bir o kadar daha karıştı.


Çünkü bu onun için fazla beklenmedikti.


Ama ben biliyordum.


İlk raundda ölmeden önceki son anında İroha bana ‘...seni kurtaramadığım için özür dilerim…’ demişti. Oysa bunu kendi hayatının son anında söylemişti.


Bu sözü bana hedefinin Yuri’yi korumak olduğunu göstermişti.


Elbette kendi hayatını da bizim hayatlarımızı da kurtarmaya çalışmıştı ama hayat tarzına bakılırsa İroha hiç şüphesiz başkalarına öncelik veren biriydi. Ve daha o gün tanıştığı kişilerden ziyade Yuri’yi daha fazla kurtarmak istemesi de tabi bir durumdu.


O halde «grup» sistemini sürdürememesi anlamına gelse de Yuri’yi asla öldüremezdi.


Yuri buna inanamadığı için başını iki yana salladı.


“Y-Yalan söylüyorsun! S-Sana ihanet ettiğimin farkındasın, değil mi? O yüzden de sinirlenip beni soyup, tokup atıp bana…”


“Yuri, benimle alay mı ediyorsun?”


“Ne?”


“Sırf keyfimden dolayı hedefimi değiştireceğimi mi düşünüyorsun? Beni bu kadar ahmak, bu kadar acemi biri olarak mı görüyorsun? «Grup» sistemini sürdürmek için Hoşino ile işbirliği yaptığından dolayı seni etkileyici bir şekilde cezalandırmam gerekiyordu. Seni üstün başından etmek iyi fikir değil miydi, belirgin bir etki yarattı ne de olsa.”


“...”


“Gerçi boşuna debelenmişim. Biliyor musun, yaptıklarımı hiç sorgulamadan bana itaat edeceğini düşünmüştüm. Hele Hoşino’nun avucuna düşeceğini hayal bile edemezdim. O yüzden daha baştan yenildim.”


Yuri bütün bunları söyleyen İroha’ya baktı… ama hala anlayamadığı için başını salladı.


“...Anlamıyorum! Hedefin beni korumak mı? Başta öyle düşünmüş olsan da sana ihanetimden sonra hala öyle düşünebilmenin imkanı yok. Benim gibi zalim birini kurtarmazsın sen.”


“Yuri bak ne diyeceğim: Sen bir gerizekalısın.”


İroha iç çekti.


Yuri bu yanıta karşın garip bir ses çıkarttı.


“O kadar basit bir şey ki düşünmen bile gerekmemeli.”


Ama Yuri hala ne demek istediğini anlamayınca İroha kendi saçını karıştırdı.


“Ya of!.. Söylesene, hiç benim açımdan bakmadın mı?”


“Senin bakış açın mı?..”


“Aynen öyle. Yuri, notlarının hep okulun en iyisi olduğunu söyledin. Benim için de öyleydi! Ben de her daim bir numaraydım!”


Yuri İroha’nın bunları söylemesinin ardındaki niyeti anlayamadığı için yüzünde hala karışık bir ifade vardı.


“Ben de bir numara olmaya devam etmek istedim! Ama peşinden son sürat hızla gelen biri olduğunu hayal etsene. O durumda elinden geleni ardına koymamaktan başka bir seçeneğin olmaz ama değil mi? Ondan sonra da kaybetmek istemezsin. Mevkimden düşmemek için gizliden gizliye çılgınlar gibi çalışmama ne dersin peki?”


Yuri’nin yüz ifadesi bu sefer şaşkınlıkla doldu.


“Sırf özel biri olduğum için elinden geleni yapmana rağmen bana yetişemediğini mi düşünüyorsun? Alakası yok! Bana sorarsan kendine düzgün bir hedef belirlemedin Yuri! Sana ne olmak istediğini ve ders çalışarak ne elde etmek istediğini sordukları anda yanıt verebilir misin? Veremezsin tabi! Çünkü sırf beni yenmek dışında hiçbir şey düşünmedin.”


“Ben…”


“Öyle küçük hedeflerle beni yenebilmenin imkanı yok. Elinden geleni mi yaptın? Bunu demeye hakkın yok! Bunu diyecek kadar uğraşmadın bile! Gerçekten emek sarf edip kendini hedefini elde etmeye adayan insanlar yaptıklarının bir boka yaramadığını söylemez!”


“...O zaman ben de daha fazla çaba sarf edersem senin gibi olabilir miyim?”


“Of ya, inanamıyorum sana! Dediklerimi dinliyor musun sen? Benim gibi olamazsın sen, öyle değil mi? Ben benim. Sen de sensin. Herkesin kendi nitelikleri ve yetenekleri varsa bir başkasını ne kadar kıskansan da, gıpta etsen de onlarla birebir aynı olmak imkansız. Ne kadar özenilecek biri olsam da sen ben olamazsın!”


“Haklısın. Benim gibi biri senin gibi birine-”


İroha bu sözleri duyunca kaşları çatık bir şekilde yerinden kalktı. Ardından suratında tüyler ürpertici bir ifadeyle Yuri’nin titreyen omuzlarını tuttu.


“C-Canım yanıyor!”


“Doğru! Ne kadar özenilecek biri olsan da…”


Haykırmaya başladı.



“Senin gibi biri olamam!”



Yuri anında hissettiği acıyı unutarak İroha’ya bakarak gözlerini sonuna kadar açtı.


“Onunla çıkmaya başladığında sakin mi gözüktüm sana? Sadece senin için mutlu olduğumu mu düşündün? Eğer öyleyse yapmak istediğimi başarmışım. Ne de olsa dostumun mutluluğu benim mutluluğum olması gerekir.”


“İ-İroha?..”


İroha’nın katı yüz ifadesi paramparça olmaya başladı. «Grup» sistemi suya düştüğünde bile sakin gözükmeyi başaran İroha’nın sinirleri bu sefer gerçekten bozulmuştu.


“Sevdiği çocuk başkasıyla beraber olduğunda üzülmeyecek, canı yanmayacak biri var mıdır sence? Tabi ki ben bile üzüldüm! Tabi ki de sana özendim! Ama ne yapabilirdim ki? Seni seçti ne de olsa! Haberi aldığımda gayet doğal bir sonuç olduğunu düşünmüştüm. O andaki zihniyetimi hayal edebiliyor musun? Seni seçmesine şaşırmayıp bunun doğal olduğunu düşünecek zihniyetimi anlayabiliyor musun? Yoksa kendimi o şekilde görmekten de üzülmediğimi mi düşünüyorsun? Ama ben sen değilim Yuri, ondan vazgeçmekten başka seçeneğim yoktu!


“Ne oldu Yuri?! Başkaların nasıl hissettiğini çok iyi anlıyordun hani? Neden bunu anlayamadın? Seni kıskanmamı mı istiyordun? Aptal mısın kızım sen? Ben… Ben! Açılış töreninden beri, seni gördüğüm ilk andan beri ben…”


Yuri’nin omuzlarını daha sıkı kavrayarak,



“Ben seni kıskanmıştım!”



Yuri hala olan biteni anlayamıyordu ve İroha’ya boş boş bakıyordu.


İroha’nın söyledikleri Yuri için inanılmazdı herhalde. Hiçbir zaman ulaşamayacağını ve insanüstü olduğunu düşündüğü birinin başından beri ona özendiğine, onu kıskandığına inanmak kolay olamazdı.


Özür dilerim Yuri ama ben biliyordum!


‘İlk saygı duyduğum ve gıpta edilir olarak düşündüğüm… ve belki de kendisini kıskandığım kişi Yuri’ydi.’


İlk raunddan beri bunu biliyordum.


Bu sebepten dolayı da onları mahvetmelerinin sebebi birbirlerini yanlış anlamaları olduğunu biliyordum.


“Ben bile birinden destek almak istiyorum! Ama her nedense bunu yapamıyorum. Ve bunu her düşündüğümde… aklıma senin yüzün geliyor!”


İroha bunu dedikten sonra Yuri’nin omuzlarını bıraktı.


Yuri’nin şimdiye kadar İroha’ya dönük olan yüzü birden hayret içinde kaldı.


“İroha… neden ağlıyor---”


“Haha, saçmalamasana. Benim ağlamamın ihtimali---”


Muhtemelen espri olduğunu düşündüğü sözün devamını getirmek için İroha parmaklarını yanağına götürdü.


Ve İroha da hayrete düştü.


Çünkü o da gerçekten ağladığını fark etti.


“Yok artık… Ben ağlıyor… muyum? Yani, şimdiye kadar hiç ağladığımı hatırlamıyorum. Ben ağlamam, hele ki başkaları önünde hiç ağlamam ama…”


Ama ağlıyordu.


Gözlerinden gerçekten yaşlar dökülüyordu.


İroha’nın gözlerinden yaşlar aktığı şüphesiz doğruydu.


İroha kendine daha fazla hakim olamadı.


“Üü…”


Her daim gergin olan suratı bir çocuğun suratı gibi oldu.


“Uah... uaaaaaaaaaaaah! Aaaaaaaaaaaaaaaaaaah!”


Hüngür hüngür ağladı.


İroha hüngür hüngür ağladı.


Hedefini elde etmek uğruna kendi parmağını bile kesecek olan İroha.


Duygularına daha fazla hakim olamayınca küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladı.


“İ-İroha?..”


““Uaaaaaaaaaaaaah! Yuri seni aptal, aptal, aptal! Sana güvenmiştim! Aptal gibi… bir tek senin bana ihanet etmeyeceğini düşünmüştüm!”


İroha’nın gözleri ve burnu sular seller gibi akıyordu.


“Ama sen yine de, yine de!.. Süperinsanmış! O da kim?! Alay mı ediyorsun benimleeee?! Beni neden anlamıyorsun?! «Kral» filan da olmak istemiyorum! Bu ölüm oyunundan korkuyorum! Parmağımı kestiğimde çok acıdı! Keşke beni koruyan biri olsaydı! Ama istemesem de yapmam gerekiyordu öyle değil mi?! Aramızda «Kral» olmaya en uygun kişi ben olduğumu düşündüğüm için sorumluluğu üstlenmek bana düşmüyor muydu?! Birine dayandığım için herkesin ölmesini istemediğim için başka bir seçeneğim yoktu, değil mi Yuri?!”


Çocuk gibi zırlayan halinde her zamanki İroha’nın inanılmazlığına dair hiçbir iz kalmamıştı.


Yuri hala hayret içinde,


“İroha… neden benim gibi birini korumak istiyorsun ki?..”


Bu her nedense garip olan soruyu duyunca İroha Yuri’ye kıpkırmızı gözlerini çevirip kaşlarını çattı.


“Hala anlamadın mı?!”



Birden İroha’nın ilk raundda söylediği bir şey aklıma geldi.



‘Söylesene Hoşino, sen ne düşünüyorsun? Ben gerçekten --- Yuri’yi seviyor muydum?’


O sorunun cevabını şimdiye kadar bilmiyordum. Üçüncü raunddaki tecrübelerim İroha’nın asıl niyetini saptayacak kadar yeterli değildi. Ne de olsa İroha duygularını tamamen bastırabilecek kadar kendine hakim biriydi.


Ama cevabı nihayet öğrendim.


Açığa vurduğu duygularını görünce, en sonunda öğrendim.


İroha…


Benim için o kadar değerlisin ki seni her daim korumak istiyorum tabi ki de!”


...Yuri’ye seviyordu.


“Çünkü benim için o kadar değerlisin ki seni koruyamadığımda sırf sana yaptıklarıma katlanmak için kendime senden nefret ettiğime inandırmam gerekiyor!”


Yuri’nin şimdiye kadar sadece şaşkınlık ve hayret dışında ifade göstermeyen suratına sonunda duygular belirmeye başladı.


“Ah…”


Ardından Yuri’nin gözlerinde yaşlar dolup taştı. Tıpkı İroha gibi Yuri’nin göz yaşları da sular seller gibi akmaya başlayıp bütün suratını kapladı.


İkisi de…


...birbirlerine o kadar uzun zaman boyunca hayrandı ki birbirlerini kıskanmaya başlamışlardı.


Bu ‘kutu’da meydana gelen birkaç başarısızlıktan kaynaklanıyor da olabilir ama hiç şüphesiz ikisinin de hissettiği güçlü duygular onların bu kadar güçlü bir şekilde hissetmelerine sebep oldu.


“İroha… İrohaaa…”


Yuri İroha’ya sarıldı.


Ağlayan iki kız birbirine sımsıkı sarıldı.


“Özür dilerim… çok özür dilerim…”


“B-Bunu deme iştee! Özür dilemeni istemiyorum! Seni sırf bir özürle affetmeyeceğim! Duymak istediğim başka bir şey var.”


Yuri bir an İroha’nın kast ettiğini anlamadı ama göz yaşları ve sümükle kaplı yüzü anladığı anda parladı. Bu durumda kimsenin tatlı olarak düşünemeyeceği bir gülümsemeyle kalbinin derinliklerini iç çekercesine fısıldadı:


“Ben de seni çok ama çok seviyorum. Bütün kalbimle.”


İkinci raundda Yuri’nin İroha’nın saatini takmasının ardındaki anlamı ve İroha’nın sevdiği kişiyi ondan çaldığını itiraf etmesinin sebebi.


‘...lütfen öldür beni.’


Hepsi İroha’nın Yuri’yi daha kolay öldürebilmesi içindi.


Sanırım İroha’yı yenmek de bunun bir parçasıydı. Ama İroha’nın işini kolaylaştırmak yani Yuri’nin NPC’sini öldürme eylemini kolaylaştırmak istediği için ve kendisi ardından İroha’nın oyuncu olacağının farkında olarak bunları yaptı. İroha tarafından nefret edilme ihtimali olduğunu bile bile onu kurtarmaya çalışmıştı.


Bunu yapmak hiç de kolay bir şey değildi. Bunu yapabilmesinin tek sebebi…


“Bunca zamandır ben seni… hep ama hep… sevdim!”


...İroha’yı sevmesiydi.


Ha.


Artık birbirini affetme meselesi değildi. Ne de olsa birbirlerini sevdikleri sürece affedilecek bir şey yoktu.


Tabi gerçek hayattaki ilişkileri sırf bununla değişmeyecekti. Gerçekten ıstırap çeken kızlar değil, şu anda o ikisi birer NPC’ydi.


Ama inanıyorum.


İkisinin de tekrar barışıp bütün kederlerini unutabileceklerinden en ufak şüphem yok.



Ve böylelikle aklımdan geçenler bunlardı.


En güçlü düşmanımı alt etmiş olmakla beraber hedefime doğru emin bir adım attım. Artık inanıyorum:


Başardım. Her şeyi rayına oturttum ve artık hedefimi elde edebilirim. Artık kaybedebilmemin imkanı yok.


Aynen öyle…


Daiya’yı yendim.



Geri Git - Açılış Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 2. Bölüm