Utsuro no Hako - Türkçe: 3. Cilt Kapanış

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

Mest edici sallanma durdu ve beni içeri çeken şeffaf eller kaybolmuştu.

Gözlerimin önünde, üzerinde [Asil Krallık] yazan bir atari oyunu vardı.

Kara odaya geri dönmüştüm. Bütün vücuduma yapışan kara havaya iğrenme hisettim --- ve hatırladım.

Doğru. O görünmez eller atarinin içinden çıkıp beni kapmıştı, ve---

O anlamsız ölüm oyunundan tekrar hoş geldin.”

Daiya Oomine, ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i, gözlerimin önünde duruyordu.

“O [temsili tecrübe] nasıldı?”

Daiya öyle bir şey dedi.

“Bu [temsili tecrübe] miydi…?”

“Evet, [Asil Krallık] içerisinde olanları şimdiye kadar kendin gerçekten yaşamadın. Nasıl anlatsam… tamam, başka bir oyuncunun anılarını veya kayıtlarını tecrübe etmek gibi düşün.”

O neyden bahsediyordu? Başka oyuncuların anıları mı? Ama o zaman o anıları neden kendi bakış açımdan gördüm?

Bunlar kendi öz anılarımdı!

“Gördüğüm kadarıyla anlamıyorsun.”

“...yani, demeye çalıştığım, oradaki benim olduğum açık ve---”

“O bir NPC’di.”

Daiya lafımı kesti.

“...Ha?”

“O kadar basit oyun terimleri bile bilmiyor musun? Dinle, senin kendin olduğunu düşündüğün o herif, esasında [Asil Krallık]’ın bilgisayarı tarafından kontrol edilen bir düşman karakterdi. Eğer gerçek sen olsaydı burada olamazdın, değil mi? Ne de olsa iki defa öldün.”

...anlamıyordum. Bir NPC benim hissettiğim bütün o endişelere sahipti ve o şekilde ızdırap mı çekmişti?

“...Yalan! Düşüncelerim ve eylemlerim o kadar isabetli olarak taklit edilebilmesinin imkanı yok.”

“Böyle bir şey yapabildiği için bunun bir ‘kutu’ olduğunu ıspatlamaz mı?”

“...yani, öyle de olabilir, ama…”

Şimdi düşününce, Maria ‘kutu’suna sahip değildi. Bu da onun bir NPC olmasıyla açıklanabilir miydi?

“...ama ne sebepten dolayı onlar dahil ettin?”

“Sana daha önce de söylediğim gibi, bu ‘Asılsızlık Oyunu’ sadece can sıkıntısını savmak için insanlara [Asil Krallık]’ı zorla oynattıran bir ‘kutu’. Ama [Asil Krallık] biri öldürmeye başlayana kadar başlamaz. Ve başlamazsa nasıl can sıkıntısını savabilir? Öyleyse sana bir soru sorayım: bir kişiye nasıl kesin olarak başkasını öldürtebiliriz?”

Onu bölmeme fırsat vermeden,

“Sadece seni öldürmeye zorlayan bir sistem yap.”

“NPC’lerin varlığı nasıl birisinin kesin öldürmesine sebep oluyor?”

“[Asil Krallık]’ta tam anlamıyla savaşan sadece tek bir oyuncu var. Eğer kaybeder ise ölecek kişi. Diğerleri NPC. Dediklerimi anlayabiliyor musun?”

Kaşlarım çatık, başımı salladım.

“O kişi diğerlerinin sadece NPC olduklarını biliyor. Kendisini bunu yapmaya ikna etmek yine de kolay değil, ama yerini tutan NPC’i öldürse de gerçek kişinin ölmeyeceğini biliyor. Tersine, temelli olarak ölecek tek kişi o olduğunu biliyor. O yüzden merak ediyorum: o durumda bir oyuncu kendini başkalarını öldürmekten geri tutabilir mi?”

Yuuri'nin bana ikinci raund sırasında söylediğini hatırladım.

«Ölmek istemiyorum!»

O raund’un oyuncusu muhtemelen oydu. Eğer durum hakkında bihaber olsaydı, o kadar ileri gidebilir miydi? Sanmıyorum. Diğerlerinin NPC olmasının olgusu elbet ona o son adımı atmasına izin vermişti.

Hayır, İroha'nin vakasında daha da belliydi. Çünkü bizim fırsatımızı çalmayacağını bildiği için duygularını bastırdı ve oyunu hızla sonlandırdı.

O üç raund sırf oyuncunun değişmesi ile tamamen farklı yönlerde gelişmişti. Bu oyuncunun devasa etkisini gösteriyordu ve oyuncunun varlığı [Asil Krallık]’ın başlamasının temel etkeninin oyuncunun varlığı olduğunu belirtiyordu.

“...öyleyse Yuuri neden bizi öldürmek konusunda o kadar gönülsüzdü ve o kadar ızdırap çekti? Bizim sadece NPC olduğumuzu bilmiyor muydu?”

“Sen hayal gücü olmayan pisliğin tekisin, öyle değil mi? O NPC’nin senin kusursuz bir kopyan olduğunun farkındasın, değil mi? Tabi, eğer öldürülürse sen kendin ölmezsin. ...ama o kadar.”

“......?”

“Senin NPC’nin senden hiçbir farkı yok. Kişilik ve kalan her şey seninle aynı. Seninle benzer olan bir varlığı öldüren birini rahatlıkla affedebilir misin? Ya da tam tersi: diğerleri ile tıpatıp aynı olan NPC’leri öldürebilir misin?”

Ağzımı kapattım.

“Cevabını biliyorsun çünkü bunu [temsili olarak tecrübe] ettin, değil mi? NPC’i öldürmek adamın kendisini öldürmek gibi.”

...aynen öyle. Benim gerçek kendimin canı NPC’min canı ile hiçbir alakası yoktu. Benimle tıpatıp aynıydılar ve gerçekten de Yuuri ve İroha tarafından öldürülmüşlerdi.

NPC’lerim ve ben tıpatıp aynı olan, ama ayrı olarak var olağan kişilerdik.

“...Daiya, [temsili tecrübe]’den birkaç defa bahsettin. Demeye çalıştığın şey olanları dolaylı olarak NPC’min gözlerinden mi tecrübe ettim?”

“Evet, öyle.”

O durumda [Asil Krallık]’ta bu noktaya kadar ne kazanmıştım ne de kaybetmiştim.

Buna şimdi karar verilecekti.

Önümde duran atari oyununa baktım.

Bu sefer [Asil Krallık]’ı gerçek anlamda başlayacaktım. Ölümden geri dönmeyeceğim bir oyuna başlayacaktım.

“Sıra sende.”

“...şimdiye kadar oynama sırası sen, Yuuri ve İroha'ydı, değil mi?”

“Evet, ne olmuş?”

“Yuuri ve İroha şimdi nerede?”

“Onlar bu karanlık odada. Uyuyorlar… ya da daha doğrusu, durdurulmuş vaziyetteler. Onları burada bulabilirsin, ama onlar için hiçbir şey yapamayacağın için anlamı olmaz zaten. Altı oyuncu da oyunu bitirdiğinde bırakılacaklar.”

“Şimdiye kadar herkes hayatta kaldı, değil mi?”

“Evet. Çünkü onlar oyuncuyken kazandılar.”

“...[Asil Krallık] içerisindeki anılar kaybolmayacak sanırım?”

“Evet, kaybolmayacak.”

Hatırladım. Kendim tecrübe etmediğim için bu doğru ifade olmayabilirdi ama… her neyse, hatırladım.

Yuuri Yanagi’nin boş gözleri.

İroha Shindou’nun ağlayışları.

O ikisi ızdırap çekmiş ve artık telafi edemeyecekleri günahlar ile yüklenmişlerdi. Kendi sıramda ne yapsam da, onları kurtarmaktan acizdim.

Artık o ikisini kurtaramazdım.

Onların yaptığı gibi, sadece kendimi kurtarabilirdim.

...hayır, bu tam olarak doğru değildi.

“Daiya.”

“Ne?”

Maria’nın sırası ne zaman?”

Daiya beni cevapladı,

Senden sonra.”

Anladım, öyleyse---

---Maria’yı kurtarabilirdim.

Onun vücudunu bulmak için kara odanın etrafına baktım. Ama her şey o hoş olmayan karanlık tarafından gizleniyordu, o yüzden sadece atari oyununun hemen etrafını görebiliyordum.

Yuuri ve İroha bana kazanmak için birkaç ipucu vermişlerdi. Onları nasıl yenebileceğimi öğretmişlerdi.

Ama bu benim işime yaramıyordu.

Sorun Maria’nın bu oyun içerisinde ne olursa olsun kazanamamasıydı. Bu oyunda oyuncunun diğerlerini kandırıp öldürmesi gerekiyordu, ama o ikisini de yapamazdı.

O ‘Asılsızlık Oyunu’ içerisinde güçsüzdü.

Onu kurtarmam gerekiyordu. Eğer kurtaramazsam, benim için o bir tane daha «Nana Yanagi» olacaktı.

Ama o zaman ne yapmalıydım? [Asil Krallık]’ı kazansam bile, bu sadece benim hayatta kaldığım anlamına gelirdi, Maria’yı kurtardığım değil.


Doğru---amacım [Asil Krallık]’ı kazanmak değildi.

Amacım bu aptal ‘kutu’yu yok etmekti; ‘Asılsızlık Oyunu’nu yok etmekti.

“...o kendini beğenmiş tip de neyin nesi Kazu?”

Daiya bana kaşlarını çattı ve bende ona dik dik baktım.

“Sen adil değilsin, öyle değil mi Daiya?”

“Ne?”

“Adil değilsin diyorum.”

Daiya bu sözden gücenmişti, tam da istediğim gibi.

“Nasıl yani? [Asil Krallık]’ı ilk oynayan bendim. Ben hiçbir [temsili tecrübe]’ye başvuramadığım için bir dezavantajda olduğum gayet açıktı, ve kendi yolumu kendim bulmam gerekti. Ve bana hala adil olmadığımı mı söylüyorsun?”

“Amaçlarımız farklı.”

“Ne?”

“Benim için [Asil Krallık]’ta kazanmak ile amacıma ulaşmak aynı şey değil. Bunun anlamı sadece hayatta kalabilmem olur. Benim amacımın günlük hayatıma geri dönmek olduğunu biliyorsun, değil mi?”

“......”

“Oyunda birisini öldürerek amacımı elde edemez hale gelirim. Eğer [Asil Krallık] gerçekten sadece birini öldürerek kazanılan bir oyunsa, o zaman amacıma kesinlikle ulaşamam. Başka bir deyişle, kazanamam. Ve sende beni öylece o kafesin içine tıkıp kaçınılmaz ölümümü seyredeceksin. Buna nasıl adil diyebilirsin?”

Bunu ilan ettiğimde Daiya bana sadece dik dik baktı. İçimdeki telaşı gizledim ve ben de ona dik dik baktım.

Bu durum bir süre devam etti---ama ardından Daiya gülmeye başladı.

“K-Komik olan ne?”

“Ne diyorsun sen? Bu bakış yarışını beni güldürmek için başlatmadın mı? Aah, evet evet, kaybettim. Suratın amma da komik!”

“...bana neyin komik olduğunu söyle artık!”

“Belli değil mi? Yani, bu kışkırtma ile benden işine gelen koşullar elde etmeye çalışıyorsun.”

“......Ah.”

Ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.

“Lütfen Yanagi kadar yetenekli olduğunda bunu yap. O kadar boktan bir performansa kanmamın imkanı yok. Sen amma da gülünç ve aptal bir herifsin.”

“Ehm---”

Başarısız mıydım---?

Eğer Daiya benim için kuralları değiştirmezse, amacımı elde edemezdim. Öyleyse çıkmaz mı girdik?

Ben---Maria’yı kurtaramayacak mıydım?

“Ama bu kulağa ilginç geliyor.”

Dedi Daiya.

“......he?”

Senin meydan okuyuşunu kabul edeceğim. Dediğim şey bu.”

Ama anlayamamıştım ve ağzım bir karış açık kalmıştı.

“Kimseyi öldürmeden [Asil Krallık]’ı sonlandırmanın gizli bir yöntemi var.”

Daiya beni aldırmadan devam etti. Ağzımı kapatıp Daiya ile olan konuşmaya odaklanmayı başardım.

“Yeşil ayının herkesin mumyaya dönüşmesinin sıkıcı olacağını söylediğini hatırlıyor musun?”

Anılarımı karıştırdım.

«Peki aLa - hepiNize iyi savaş - diLerim! - SadeCe - oyuNu herkeSin - mumYa olması giBi - sıkıCı bir şEkilde - bitirmeYin - taMam mı?»

Evet, o öyle demişti.

“Tekrar diyorum, bu can sıkıntısını savan bir ‘kutu’. Hiçbir şey olmadan huzurlu bir şekilde biten bir raund istenilmeyen bir şey. Kimsenin kimseyi öldürmediği bir sonu düşünmedim, ve ayrıca öyle bir son ile hiçbir şekilde ilgilenmiyorum. O yüzden, kimsenin öldürmeyeceği kesin ise, oyun mecbur sonlandırılır. O yüzden, eğer herkesin yemek porsiyonları ve zaman biter ise, oyuncular öylece bırakılacaktır.”

“Başka bir hitapla---”

“O sekiz gün boyunca kimse öldürmezse hayatta kalabilirsin.”

Aa, işte buydu.

Bu ‘kutu’ya karşı kazandığım ve günlük hayatımı sürdürdüğümün kanıtı olabilirdi.

“Ve---eğer öyle bir sona sebep olursan, ben ‘Asılsızlık Oyunu’nu yok edeceğim. Senin bahsettiğin o ‘adillik’ buydu, değil mi?”

“...gerçekten mi?”

“Sana hiç yalan söyledim mi?”

…...sıklıkla esasında.

Daiya olduğu için sözünü tutacaktı. Onun kadar gururlu olan birinin galibiyet veya kayıp hakkında bir sözü bozmasının imkanı yoktu.

Benim kazanmam mümkün olmuştu.

Tabi, en zor olan şey Daiya, Koudai Kamiuchi ve diğerlerinin birisini öldürmelerini engellemek olacaktı. Zaman sınırı yaklaştığında ve onları ölümün korkusu sardığında biri hata yapabilirdi. Hiçbir şeyin olmadığı bir sona ulaşmak zor bir görevdi.

Ama yine de denemem gerekiyordu.

“...Daiya.”

İşaret parmağımı ona doğru kaldırdım.

Daiya şimdiye kadar olan [Asil Krallık]’ına «anlamsız bir ölüm oyunu» demişti.

Ama ben bunu reddettim.

Bir anlamı vardı. Yuuri, İroha ve herkesin çabaları bana Daiya’ya karşı kazanmanın yolunu öğretmişti.

Elbet herkesin çektiği ızdırabın anlamsız olmasına izin vermeyecektim.

Sana karşı kazanacağım Daiya!”

Daiya kendinden emin bir şekilde sırıttı ve ilan etti,

Tamamen imkansız.”



Geri Git - 2. Raund Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam et - Yazarın Notları