Utsuro no Hako - Türkçe: 3. Cilt 2. Raund

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

HakoMariOyun3-C.jpeg


▶Birinci Gün <A> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Görüşüme ilk giren şey boş beton tavan ve oradan asılı duran çıplak bir ampuldü. Ayağa hızla kalktım, bu tanımadık yerden dolayı şaşkındım.

“...Bu hangi oda?”

Ben neden birden bire böyle bir yerdeydim?

Artan şaşkınlığımı bastırarak buraya nasıl geldiğimi hatırlamak için anılarımı düşündüm.

Her zamanki gibi alt ranzada yatıyor olmalıydım. Ondan sonra hareket ettiğimi hatırlayamıyordum. Ne yeri değiştirdiğimi, ne de başkasıyla buluştuğumu hatırlamıyordum.


Odayı kontrol ettim, hintkeneviri torbacığın içeriklerini kontrol ettim ve bana birden «Günaydın» diyip beliren yeşil bir ayı --- Noitan --- tarafından bunun bir ölüm oyunu olduğu söylenildi.

Bu bir ‘kutu’nun işiydi.

Öyleyse, Maria buradaydı.


▶Birinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Birden etrafımdakiler değişti.

Öncelikle her şey beyaz oldu. Bana neredeyse yeni inşa edilmiş ve içerisinde hiç doktor, hemşire veya hastası olmayan bir hastanenin içerisinde olduğumu hissettiren tuhaf bir beyazdı.

Bana en yakın duran kişiye baktım.

“...Daiya

“Görüşmeyeli çok oldu Kazu.”

Kayıp olan Daiya sanki yaz tatilinden sonra okulda karşılaşmışız gibi tamamen rahat bir şekilde selam verdi.

Kafamın tamamı ile karıştığını aldırmadan konuşmaya devam etti,

“Şükret Kazu! Çünkü seni az önce kurtardım.”

“Beni kurtardın mı?”

Daiya başparmağını kısmen uzun saçlı bir bayana doğru çevirdi.

“O kız seni yere itip bıçakla tehdit etmek üzereydi!”

“Aa…!”

Gözlerimi sonuna kadar açtım ve kıza baktım. Yeşil ayı birbirimizle ölümüne savaşacağımızı söylemişti, ama şimdiden başlamış mıydı…?

“Hey, Oomine. Eğer öyle söylersen yanlış anlaşılmaya sebep olur!

O itiraz etti. Daha önce duyduğum bir sesti.

“Yanlış anlaşılma mı? Ama ben tek bir yanlış şey demedim?”

“Kapa çeneni. Senin art niyetli olduğun belli. Ben sadece bunun gerekli bir önlem olduğu sonucuna vardım.”

Bu sesi okulun yayın sistemi üzerinden sık sık duyduğumu hatırladım. Öyleyse o okul konsey başkanı olmalıydı.

“Ah, gerekli bir önlem mi? Pek umurumda değil, ama eğer bunun devamını getirirsen diğerlerinin sana güvenmemesine sebep olursun ve kendini kötü bir pozisyona koyarsın. Eğer korkuyorsan kendinle dürüst ol ve titre!”

Kaichou Daiya’nın sözlerinden biraz şaşırmışa benziyordu.

“...neyse artık. Güçlü gibi davranmak benim kötü huyum anlaşılan.”

Bu kadar sakin gözükmesine rağmen korkuyor muydu…? Ehm, bu bir şakaydı, değil mi?

“Eğer doğal bir şekilde korku ifade etmek için örneğe ihtiyacın varsa, bir göz at, sana tutunan kız iyi bir örnek!”

Bunu duyunca, Kaichou’nun yanındaki siyah saçlı kız o kadar kötü ürkmüştü ki neredeyse acınası haldeydi. Kaichou onun başını okşuyarak “Merak etme” dedi.

...o gerçekten sapsarıydı. Daha hiçbir şeyin olmaması söz konusu iken biraz fazla korkmamış mıydı?

Ama---bu oldukça tatlı olabilirdi.

Böye düşünmenin kendisi ihtiyatsız olduğunu ve belki de bir tehdit hissimin eksik olma ihtimalinin olduğunu fark ettim, ama adeta küçük bir hayvan izliyormuş gibi içimde bir koruma hissi doldu.

Bu Maria’da eksik olan bir cazibe’ydi…

“Kazuki.”

“---öf!”

D-Doğru ya. Maria’nın orada olduğunu bilmem gerekirdi; düşüncesiz hareket etmiştim.

“Bu garip ses de ne anlama geliyor?”

“H-Hiçbir şey Maria.”

Maria’nın kuşkucu bakışından kaçmak için yüzümü çevirdim.

“Hım, neyse… bulunduğumuz durumun farkında mısın? Bu kadar rahat olabildiğine hayret ediyorum…”

“Ö-Özür dilerim.”

“Kızlara vurulma zamanı değil.”

“......”

Demek gerçekten de siyah saçlı kızdan biraz büyülendiğimi fark etmişti.

Yüzüm hala çevrili bir halde sessiz kaldığımda, Maria ayakkabılarından birini çıkarttı ve tabanını ayağıma bastırdı. Ehm, tümüyle acıyordu ve oldukça tatsızdı.

Ayağın tabanı suratıma bastırılırken, Maria kulağıma fısıldadı,

“Bu bir ‘kutu’nun işi olduğunun farkındasın, değil mi…?”

...ah, doğru.

Bu durum sadece bir ‘kutu’ ile mümkündü. Bu da Daiya’nın işi olduğu anlamına geliyordu.

Ve buna rağmen bu ‘kutu’yu bilmiyormuş gibi davranıyordu.

“Günaydın. ...Ah, tam üç fıstık var! Ne ballıyım!”

Altıncı kişinin gelmesi ile sandalye ve kişi sayısı eşitlendi.

Böylece, Noitan’ın söylediği gibi «birbirini öldürecek» oyuncular toplanmıştı.

Konuşmayı takip etmekte sıkıntı yaşıyordum, ama en son gelen kahverengi saçlı erkek öğrencinin önerisi ile öncelikle kendimizi tanıtmaya karar verdik.

Kahverengi saçlı adam Koudai Kamiuchi’ydi. Boğazıma bıçağını dayamak üzere olan kız okul konsey başkanı İroha Shindou’ydu. Ve son olarak, siyah saçlı kız da---


“---Adım Yuri Yanagi.”


Sırf bu ismi duyarak beynim durdu.

“......He? Ehm, g-garip bir şey mi söyledim yoksa?”

“B-Boşver! Sadece aynı soy isime sahip birini tanıyorum.”

Çılgın gibi ellerini sallayan bana hayret ile baktı.

“Eğer müsaade edersen bu tanıdık kim?”

“E-Ehm…”

O kişiyi hatırlamaya çalıştım---”

“------Ah”

Aniden Daiya’nın okul kantinindeki sözleri tekrar aklıma geldi.

«Çünkü sen sürekli olarak bir şey arzulamak istiyorsun. Hımf, o iddiayı kabul etsem bile, başka bir soru daha kalır. Neden bu hale geldin

Anladım. O zamanda sis ile gizlenmiş kişi---

“......Orta okuldan bir sınıf arkadaşı.”

«Nana Yanagi»

Onun ismini hatırlayınca, çaresizce başımı salladım. Onu hatırlamak istemiyordum. O unutulmuş olarak kalmalıydı.

İlk aşkım olan «Nana Yanagi».

“Ah, bir sınıf arkadaş mı? O zaman benim için biraz yakınlık gösterebilir misin?”

Yuri---Yanagi kullanmak fazla karışıklığa sebep olurdu---bunu sorarken başını yana eğmişti.

“He? Ah, ehm, evet… umarım iyi geçiniriz.”

“Bende.”

Yuri büyüleyici bir şekilde gülümsedi. Tekrar kendimi onun ne kadar tatlı olduğunu fark etmekten alıkoyamadım.

“O neşeli surat da neyin nesi Kazuki?”

Acele ile döndüm; Maria bana yarı kapalı gözlerle bakıyordu.

“Ö-Özellike neşeli bir surat yapmıyorum-”

“Evet yapıyorsun. Suratın bana bir güzel ile konuşmaktan zevk aldığını söylüyor. Ne kadar da aptal bir yüz…”

“A-Ama sen kendin de bir güzelsin, öyle değil mi?”

“......bu yağcılık da neyin nesi? Buna kanacağımı düşünme!”

Bu noktada Yuri alış verişimizin arasına girdi,

“E-Ehm… ben güzel değilim, gerçekten…”

“Bu doğru değil. Biliyor musun, senin çok güzel olduğunu düşünüyorum.”

“B-Ben…”

Yuri şakayık gibi kızardı. Bu tepkinin ne anlama geldiğini anlamadığım için onu izlediğimde, birden kafamın arkasına bir darbe hissettim.

“A-Ah!”

Döndüğümde yumruğuna bakan bir Kamiuchi vardı.

“???”

“Hayır, şuursuzca olmuş olabilir, ama her nedense birden çok sinirim bozuldu. Affedersin!”

Kafamın tamamen karışık olduğu bir şekilde başımı tuttuğumda, Maria iç çekti.

“Bak şimdi, sersem çapkın nasıl da gerginliği kaldırıyor.”

“...ne kadar acımasız.”

“Her neyse. Şimdi konuşmak daha kolay. Asıl konuya gireceğim.”

Maria bunu diyip Daiya’ya dik dik baktı.


Bunların hepsi neyin nesi Daiya Oomine?”


Bu kelimlerle, sakin ortam dağıldı.

Herkesin gözleri hemen hitap edilen Daiya’ya döndü. İtham edilmekten hiç şaşkınlık göstermedi; hayır, aksine cüretkar bir gülücük attı.

“......he?”

Bizi takip etmekte zorluk yaşıyormuş gibi gözüken Yuri farkında olmadan mırıldandı.

“Oomine mı… buna sebep oldu…?”

“Demek üzere olduğum şey kulağa gülünç gelebilir, ama bana inanır mısınız?”

Bu sefer Yuri Maria’nın sözlerine sadece hayret içerisinde gözlerini kırptı. Onun yerine Kaichou ağzını açtı:

“Aa… Otonaşi, özür dilerim ama sana inanıp inanmayacağımıza kendimiz karar vereceğiz! Sırf bize «bana inan!» diyerek buna zorlayamazsın.”

“Haklısın. Ama bunu sormam gerekiyordu. Bana daha önceden inanmanız için sizleri teşvik etmem gereken bir konu.”

Kaichou dudaklarını büktü ve başını salladı, “Anladım.”

“Düşüneyim, tamam, ‘kutu’nun ne olduğunun açıklaması ile başlarım. Peki ala, ‘kutu’lar---”


Bu önsöz ile Maria ‘kutu’ları açıklamaya başladı.

Bir ‘kutu’nun ‘dilek’ gerçekleştiren bir şey olduğunu. Bunun yüzünden bu duruma bulaştıklarını. Üçümüzün bu ‘kutu’ları bildiğimizi. Son olarak, bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’inin Daiya Oomine olduğunu.

Hepsi bize ciddiyet ile dinledi.


“...bu amma da saçma geliyor kulağa.”

Kaichou Maria’ya dinlediği zaman boyunca yaptığı gibi kaşlarını çattı.

“Yani, bu ‘kutu’-şey saçma olabilir, ama ona bakarsan bulunduğumuz durum da fazlasıyla saçma. Böyle bir şeyin belki de gerçekten var olduğunu bir yere kadar inanıyorum doğrusu.”

“Öyleyse bize inanıyor musun?”

Bunu sorduğumda Kaichou, anlaşılan alışkanlıktan, dudaklarını tekrar büktü ve,

“...hayır, sadece ‘belki var’. Yani, eğer saçma sebepler sırf saçma bir durum yüzünden uygun ise, istediğimi iddia edebilirim, değil mi?”

“Anladım…”

Başımı öne eğdim, bunun üzerine de Kaichou kafasını kaşıdı ve devam etti,

“...yani, ama eğer bizi gerçekten kandırmaya çalışsaydınız, daha inanılır bir yalan söylerdiniz. Dahası hiç tereddüt etmeden bütün sorularımıza cevap verdiniz ve kendiniz bile şüpheli yönlerden bahsettiniz. Yani bence… hımmm, elli-elli. ...ne düşünüyorsun Kamiuchi?”

“Onlara inanmakta biraz zorluk çekiyorum.”

Kamiuchi hemen reddetti.

“Dediklerinden çok, bana nasıl işbirliği yaptıkları daha kuşkulu geliyor. Yani, onlar ayrıca zaten baştan tanışmıyorlar mıydı?”

“A-Ama daha önceden ayarlamak için zamanımız yoktu…?”

Tepkisel olarak itiraz ettim.

“Belki. Ama zaten birbirinizi daha önceden tanıdığınız için Maricchi ile aynı ağızdan konuşmanız mümkün değil mi? Ayrıca, en kötü ihtimalde her şeyin arkasında siz üçünüz varsınız, öyle değil mi?”

“Yok artık!”

“Hoşino-senpai, lütfen kızma. Tek demek istediğim şey daha baştan birlikte iş yaptığınız için hikayenize o kadar da kolaylıkla inanamayacağımız.”

Anlaşılan Kaichou da buna katılıyordu, “Haklısın.” dedi.

“Peki ya sen Yuri?”

“......ehm, özür dilerim ama… öyle ‘kutu’ların var olduğunu kendime inandıramıyorum. Özür dilerim.”

Onun tereddütünün fikri hakkında bir özgüven eksikliğinden değil de, katılmadığını belirten düşünceleri söylemeye alışkın olmadığını tahmin ettim.

“Ah, Yuricim, benimle eşleşmenin sebebi bana hoş görünmek istemen, değil mi?!”

“He…? H-Hayır…”

“Ühihi, sırf bir şaka ile kıpkırmızı olmak, çok tatlı!”

Kaichou daha da kızaran Yuri'yi korumak istermiş gibi araya girdi.

“Tamam, tamam, Yuri’ye asılma.”

“Kaichou, kendin asılmadığın için Yuri'yi mı kıskanıyorsun?”

“Senin gibi biri tarafından yapılıyorsa eğer ‘asılmak’ olarak saymıyorum.”

“Oha! Ne kadar acımasız! Esasında, benim oldukça yüksek sayıda hayranım var!”

Kaichou bundan usandığını belirten bir iç çekti ve konuya geri döndü.

“Şimdilik ‘kutu’lar konusunu bir kenara koyalım olur mu? Yuri ve Kamiuchi, lütfen bu hikayeyi saçma diye başınızdan savmaktansa, aklınızın bir kenarında tutun. Böylece, daha sonraki bir zamanda buna inanıp inanmadığımıza tarafsızca karar verebiliriz.”

İkisi uysal bir şekilde başını salladı.

Maria, “Yani, sağlam bir sonuç,” dedi ama sözünün tersine tatminsiz bir şekilde yüzünü buruşturdu.

...yani, benim için de öyleydi. Bir yandan bize inanmadıklarına memnun değildim, ama diğer yandan da kuşkularını anlayabiliyordum.

“...Kaichou, bize inanmanız için ne yapabiliriz…?”

Bunu endişeli bir şekilde sorduğumda Kaichou hemen yanıt verdi,

“Bize eylemlerinle güvenilir olduğunu göster. Size hala şu ‘kutu’lar hakkında inanıyor olmayabiliriz, ama eğer öyle yaparsanız, en azından bu durumu çözebileceğimize dair önerilerinizi dinleriz.”

Ama bu söylemesi kolay yapması çok zordu.

“Ehm, özellikle nasıl---”

Lafım bölünmüştü.

«Yah yah yah - anlaŞılan - biraz sıkınTılı bir - şeyden koNuşuyorsunuz. - AmA size - öyle merhaMetsiz - bir gerÇekten bahsedeCeğim ki - sizi uZaklaşTıracak!»


«Peki aLa - hepiNize iyi savaş - diLerim! - SadeCe - oyuNu herkeSin - mumYa olması giBi - sıkıCı bir şEkilde - bitirmeYin - taMam mı?»

Noitan [Asil Krallık]’ın kurallarını anlattıktan sonra kayboldu.

“Hey, Otonaşi,”

Kaichou’nun tavrı bu sarsıcı hikayeden dolayı biraz değişime uğramıştı.

“Eğer gerçeği söylüyorsan, [Asil Krallık]’i bitirmek dışında bir şekilde buradan kurtulabiliriz, değil mi?”

“Evet.”

Kaichou Maria’nın güç dolu ilanını ciddiye aldı.

---Belki de bize düşündüğümüzden daha çabuk inanacaktı.

Yani, Kaichou ---hayır, diğerleri de--- böyle bir ölüm oyununa katılmak istemiyordu. Eğer tereddüt etmeye devam ederlerse, zaman sınırı yaklaşacaktı ve birisinin hatada bulunacaktı. Bu da oyunun başlangıcının işareti olacaktı. Bu olmadan önce önlem almak istiyorlardı.

Öyleyse, kendilerine başka bir seçenek gösterilirse, kullanmak isteyeceklerdi.

“Sana ayrıntıları anlatayım mı?”

Ve Maria onlara bu diğer seçeneği gösterebiliyordu.

“...tamam, bir deneyip dinleyeceğim. Ne yapmalıyız?”

“Eğer ‘kutu’yu Oomine’den çıkartabilirsek, serbest bırakılırız.”

Bununla, birden herkesin bakışı Daiya’nın üzerine kilitlendi. Daiya bizim tavırlarımıza fark edilir bir şekilde cık dedi.

“Hey, Oomine, Otonaşi'nin bu iddialarına karşı itiraz etmeyecek misin?”

Onu sanki uzaklaştırmaya çalışırmış gibi Daiya başını başka yöne döndü ve sessiz kaldı.

“...Doğrusu sadece Oomine-senpai’ın şüpheli olduğuna katılabiliyorum.”

Kamiuchi bunu biraz soğuk bir ses ile söyledi; anlaşılan sinirlenmişti. Ardından döndü ve Yuri- san’a gülümsedi.

“Sen de tabi ki katılıyorsun, değil mi Yuricim?”

“He?!”

Durup dururken kendisi hitap edilince Yuri gözlerini sonuna kadar açtı.

“E-Ehm… yani…”

Belirsiz bir şekilde mırıldadı, ama Daiya’ya gözünün kenarından bakışlarından anlaşılan Kamiuchi ile aynı fikre sahipti.

Odadaki ortam tamamen Daiya’ya karşı olmuştu.

“Of…”

Daiya bu duruma derin bir of çekti.

“Sadece kolaylıkla sakalı ele veren aptallar var burada…”

Ama bu hakaret bile ortamı değiştirmedi.

“Başkalarına aptal demeden önce itiraz etmeye ne dersin?”

Kaichou sakin bir şekilde cevap verdi. Daiya tamamen hayrete düşmüşe benziyordu ve alaylı bir şekilde gülmeye başladı.

“...Ne? Neden gülüyorsun?”

“Başkalarına kolaylıkla inandığınıza benzediği için hepinizi yok etmenin ne kadar kolay olacağını düşünüyordum. Siz gerçekten en iyi öğrenciler misiniz? Bu doğru değil, değil mi?”

“Bilmece gibi konuşmaktansa itiraz et artık!”

“Özür dilerim ama bunu yapmak için [Gizli Buluşma]’ların bitmesine kadar bekleyeceğim.”

“Ha? Ne diyorsun ya? Öyleyse iyi bir mazeret uydurabilmek için sana zaman tanımamızı istiyorsun, değil mi?”

“Henüz ne duruş alacağımı bilmiyorum! Bu konuda danışmak istediğim biri var.”

“Bana hava hoş, ama bu şekilde çok şüphe çekiyorsun, tamam mı?”

Daiya yanıt vermedi.


▶Birinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«Senin [Sınıf]’ın [Devrimci].»

Bu harflere bakarken bir süre donakalmıştım.

“......he?”

Ben [Devrimci] miydim? Kesinlikle en tehlikeli [Sınıf] olan [Devrimci] mi…?

Eğer [Asil Krallık] başlarsa, şüphesiz ilk hedeflenecek olan kişi bendim. Çünkü tek başıma öldürebilme kabiliyeti olan benim tehlikeli olduğum belliydi.

...Hayır, diğer yönden düşünelim.

[Devrimci] olmam [Suikast] edilmeyeceğim anlamına geliyordu. Böyle düşününce, belki de şaşırtıcı derecede güvendeydim.

Ve bu kadarıyla bitmiyordu. [Asil Krallık]’ı başlatacak en muhtemel [Sınıf], [Devrimci] olduğum için, oyunun başlangıcını engelleyebilirdim.

Öyleyse durum tersine daha da güvenli oldu. Evet.

Kendime bu şekilde moral verdim ve hızla çarpan kalbimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım.

«Yah yah yah - Kazuki - [Gizli Buluşma] - vakti gelDi!»

“Hİİ!”

Bu maskot hep berbat zamanlama ile ortaya çıkıyordu. Bunu bilerek yaptığı hissini üzerimden atamadım.

Noitan’dan [Gizli Buluşma] hakkındaki açıklamayı duyduktan sonra, doğal olarak Maria’yı seçtim.


[İroha Shindou] -> [Koudai Kamiuchi] 15:40~16:10
[Yuri Yanagi] -> [İroha Shindou] 16:20~16:50
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10
[Kazuki Hoşino] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuri Yanagi] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50


“...Daiya beni mi seçti?”

Bunun anlamı da Daiya’nın danışmak istediği kişi ben miydim?

…...neyse, Maria ile olan buluşmam daha erkendi.


▶Birinci Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]'nin Odası[edit]

“Düşündüğümüzden de şanslı olabiliriz.”

Dedi Maria birden.

“...ne şekilde?”

“Çünkü onlara ‘kutu’yu anlatabildik.”

“...he? Anlatmayacağımız bir durum var mı ki?”

“Var. Eğer onlara oyunun açıklamasından sonra söyleseydik, sırf kazanmak uğruna onları kandırmaya çalıştığımızı düşünürlerdi. Onlara sadece hala düzgün bir şekilde düşünebildikleri için söyleyebildik.”

Bu elbette mümkündü.

“Bunun sayesinde, bir kazanma ihtimali yaratıldı. Zaman sınırı yaklaştığında, diğerlerinin bize inanmaktan başka bir çaresi kalmayacak, çünkü bir tek biz buradan kaçmanın bir yolunu biliyoruz. Oomine muhtemelen şimdiki gibi karşı koyacak, ama onun kişiliğine baksana. Kimse ona inanmayacak.”

Bunun doğru olduğunu düşündüm. Eğer Daiya ile kendimiz arasında kimin haklı olduğuna karar vermem gerekseydi, o zaman özür dilerim ama Daiya’yı seçmezdim.

“...Maria.”

“Ne?”

“Daiya gerçekten bu ‘kutu’nun ‘sahip’i mi?”

Maria bir kaşını kaldırdı.

“Durum düşünülürse bir tek o olabilir, yoksa katılmıyor musun?”

“Ama Daiya Kaichou’yu durdurarak durumun daha da zorlaşmasını engellemedi mi? Öylece onlara ‘kutu’ hakkında ciddi bir şekilde konuşma fırsatı verdi bize. Eğer [Asil Krallık]’ı başlatmayı planlıyor olsaydı bunu gerçekten yapar mıydı?”

“...yani, doğru. Ama o kadar ileri düşündüğünü sanmıyorum. Yoksa bu bizi hazırlıksız yakalamak için bir taktik olabilir miydi?”

“Hımmm.”

“Yani, tuhaf olmasına rağmen, Oomine ‘sahip’ olduğunu bizzat kendisi söyledi bize. Bundan daha iyi kanıt var mı?”

“...Sanırım haklısın.”

“Bana katıldığına göre, düşüncelerimizi düzene sokalım. Görevimiz Oomine’den ‘kutu’yu çıkartmak. Bu amaç uğruna onu ikna etmemiz gerekiyor. Ama bunu kolaylıkla kabul etmesinin imkanı yok.”

Sessizce başımı salladım. Doğru, şimdi asıl soruna geldik.

“Oomine’yi ikna etmek için zamana ihtiyacımız var. Ve bunu kesin elde etmek için [Asil Krallık]’ın başlamasına izin veremeyiz, ne olursa olsun.”

“Öyleyse ne yapmalıyız?”

“Shindou’nun dediği gibi, birbirimize karşılıklı güven oluşturmamız gerekiyor. O yüzden öldürme kabiliyetine sahip oyuncular kendilerini ortaya atsa iyi olur, özellikle [Devrimci]...”

“Ah, bu ben oluyorum.”

“GERÇEKTEN Mİ?!”

“E-Evet.”

Maria’nın söylemi biraz irkilmeme sebep oldu.

“Bu harika. Çünkü bunun anlamı [Devrimci]’nin birini güvensizlikten öldürmek gibi bir hatada bulunma ihtimali yok. Dahası, doğru zamanlama ile [Sınıf]’larımızı ortaya atarsak, onların güvenlerini kazanmış oluruz."

...öyleyse benim [Devrimci] olmam gerçekten çok avantajlıydı.

“Bu arada, senin [Sınıf]’ın ne?”

“Ben [Dublör]’üm.”

“...Anladım.”

Oyun içerisinde düşman olurduk…

“Çok iyi bir kazanma ihtimalimiz var. O zaman… doğru, beni endişelendiren şey Oomine’nin biri ile müttefik olup ona [Büyü] kullandırma ihtimali…”

“Bundan sonra Daiya ile [Gizli Buluşma]’m var, o yüzden ona birçok şey sorarım o zaman! ...Ehm, tek yapmam gereken şey ona mümkünse [Asil Krallık]’ı başlatmamasını hatırlatmak, değil mi?”

“...Evet. Ama dikkat et! Onun [Devrimci] olduğunu fark etmesine izin vermemen gerekiyor.”


▶Birinci Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma],[Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Bu acınası [Asil Krallık]’ı oynamaya hiç niyetim yok.”

Bu, Daiya’nın odama girdikten sonra söylediği ilk sözdü.

“O sonuna kadar açılmış gözler de neyin nesi?”

“H-Hayır, yani---”

‘Sahip’ olması gereken Daiya’nın kendisi [Asil Krallık]’ı başlatmak istemiyordu - bu mantıksız değil miydi?

“Suratın bana bunun imkansız olduğunu düşündüğünü söylüyor.”

Doğru tahmin ettiği için sessiz kaldım.

“Senin şüphenin cevabı basit. Bunun anlamı ben böyle lanet bir ‘kutu’nun ‘sahip’i değilim. Sırf başkalarına ölüm oyunu oynatmak için bir ‘kutu’ mu? Kuku… bu ne kadar da saçma böyle? Varlığının hiçbir anlamı yok.”

“...ben de öyle düşünüyorum, ama…”

“Öyleyse bu ‘kutu’ya neden olduğumu söyleyerek bana dolaylı olarak hakaret ediyorsun, değil mi?”

“Hayır, bu…”

Yani kısacası, Daiya’nın demek istediği:

O kesinlikle bir ‘sahip’ti. Ama başkalarına [Asil Krallık]’ı oynatan ‘kutu’ onun değildi.

Bu ‘kutu’nun başka bir ‘sahip’i vardı.

“Ama yine de, bu ‘kutu’ neyin nesi ya? Hiçbir müdahaleye izin vermiyor sanki. Hiçbir aralık bulamıyorum, öyleyse ‘sahip’ üstesinden gelmiş anlaşılan.”

“He…?”

Daiya neden bu kadar Maria-ımsı bir yorum yapmıştı…?

“Hop hop, neden bu kadar şaşırdın ki? Bunu bir düşünsene! Otonaşi ‘kutu’ları hissedebiliyor, onlara müdahale edebiliyor ve ‘O’yu biliyor çünkü o bir ‘sahip’, değil mi? Ben de zaten bir ‘sahip’ olduğum için, aynı yeteneklere sahip olmam garip olmaz.”

“Doğru…”

“Bu surat da neyin nesi? Bana göre hafızandan tamamen silinmesi gerekirken ‘O’yu hatırlayabilen sen çok daha garipsin yani.”


“...Bu---”

“---doğru değilmiş, hadi oradan. Biz ‘sahip’ olduğumuz ve bilerek bunun eşsizliğinden yararlandığımız için böyle şeyler yapabiliyoruz. Ama sen bir ‘sahip’ değilsin, öyle değil mi?”

Karşılık veremedim.

“...her şeyden önce bu ‘eşşsizlik’ de ne?”

Daiya kollarını kavuşturdu ve düşünürken yanıt verdi.

“...bana böyle gibi geliyor, ama kişi ‘kutu’ elde ettiği an, o insan değildir artık. Bunun sebebi kişi ‘kutu’ elde ettiği an onun sayesinde insanoğlunun sınırlarını aşar. Ve sınırların ortadan kaldırılmasıyla, ‘sahip’ de herkesin günlük hayatından ortadan kalkar. Bu ‘sahip’ olmanın eşsiz doğası.”

Asık suratımın karışıklığını fark ettikten sonra Daiya ayrıca,

“Kişi ilk bakış açısından yükseldiği için, daha önceden «göremediği» şeyleri görebilmeye başlar! ‘Kutu’ları veya ‘O’nun varlığını görsel olarak görebilmekten bahsetmiyorum, sadece onları fark edebilmeye başlıyorsun. Her gün yanından geçmene rağmen saçını kestirmek istediğin zamana kadar öğrenmediğin yakınlardaki bir kuaför salonu gibi.”

...Daiya gerçekten bu şekilde düşüncelerini iletebileceğini mi düşünüyordu?

“Öyleyse, sen neden ‘O’yu «görebiliyorsun»?”

“Ben nereden bileyim!”

Cesaretim biraz kırık, cevap verdim.

“...Kazu, geri vermene rağmen, anlaşılan bir zamanlar bir ‘kutu’ya dokunmuşsun, değil mi?”

Düzgün bir şekilde cevap vermek zahmetli olacağı için başımı sadece hafifçe salladım.

“Bununla ‘herhangi bir dileği gerçekleştiren bir kutu’ gibi saçma bir şeyin gerçekten var olduğunu öğrendin. Hiçbir sınırın olmadığını öğrendin. Peki ya o anda birazcık uzak olduğun tezi?

Daiya bana odaklandı.

“Ama sen üstesinden gelebilirdin. O yüzden sen sırf bir ‘kutu’ya dokunarak bu hale geldin.”

“Yapamazdım! Ben… sıradanım.”

“Ah, hayır, değilsin. Daha önce dediğim gibi, sen uçuyorsun. Kendi halinde bu günlük hayatta.”

“Değilim.”

“Öylesin. Daha da kötüsü, senin bu anormalliğin ‘kutu’ya dokunmadan önce de vardı. Senin doğan baştan biz ‘sahip’lerinkine benziyordu! Hayır… biz ‘sahip’leri benzemektense, sen belki de ‘O’ya benziyorsun.”

“---Kes artık!!”

Haykırdım. Öylesine tiksinç bir varlığa benzediğime kesinlikle kabul edemezdim.

Daiya bana baktı ve bir süreden sonra iç çekti.

“Neyse, bu konu şu an önemli değil gerçekten. Doğru, benim sana bu ‘kutu’nun ‘sahip’i olmadığıma inandırmam gerekiyordu.”

“...artık sana inanabileceğimi düşünmüyorum.”

“Hadi ama, öyle anlamadan yargıda bulunma. Hım… eğer [Asil Krallık]’ın çalışmasını kendim engellersem bana inanır mısın?”

“...Ne demek istiyorsun?”

“Eğer [Asil Krallık] gerçekten birbirimizi «öldürmek» ve «kandırmak»’tan ibaret bir oyun ise, benim tek yapmam gereken bunun olabilmesinin imkan vermemek! O zaman oyun artık çalışamaz.”

...Biz [Asil Krallık]’ı başlatmak istemiyorduk, öyleyse hedeflerimiz onun hedefleriyle örtüşüyordu… sanırım?

“Sence bu ‘kutu’nun sahibi işlevinin kaybolmasını ister mi?”

“İsteyeceğini düşünmüyorum… Ehm, dur bir dakika! O zaman demek istediğin şey [Asil Krallık]’ı durdurmak için özel bir fikrin mi var?”

“Evet.”

Ardından, Daiya ilan etti,


[Devrimci]’yi bulmak.


“------”

Farkında olmadan nefesimi tuttum.

Bir şekilde hissettiğim rahatsızlığın yüzüme yansımasını engelleyebilmiştim. Bu çok tehlikeliydi. Küçücük bir hata ve benim [Devrimci] olduğumu fark etmişti.

“Neden [Devrimci]’yi bularak durdurabilirsin?”

Bir şekilde ona doğal bir şekilde sorabilmiştim. Daiya tavrımdan şüphe duymuyormuş gibi cevap verdi,

“Çünkü onun [Suikast] kullanmasını engelleyebilirsem, oyun başlamaz. Öyleyse tek yapmam gereken şey [Devrimci]’yi bulup [Suikast] kullanmaması için onu tehdit etmek. O zaman amaç zaten elde edilmiş olur.”

«Tehdit etmek» sözünü duyduğumda yüreğim hoplamıştı, ama sakin numarası yaptım ve sordum,

“‘Kullanamaması’ diyorsun - ama nasıl…?”

“Çeşitli yollar var, öyle değil mi? Örneğin ona eğer birini öldürürse onun [Devrimci] olduğunu su yüzüne vuracağımı söylemek. Eğer [Sınıf]’ı meydana çıkarsa kazanma ihtimali kalmaz artık. Ve hiçbir aptal hiçbir şey için öldürmez.”

“Ama diyelim ki, [Devrimci]’yi bulursan ve [Suikast] kullanmasını engellersen eğer, [Büyü] ne olacak…? Birinin o yüzden ölmesi ve bunun da oyunun başlamasına sebep olması mümkün değil mi?”

“O konuda endişelenmene gerek yok.”

Daiya belirgin bir şekilde ilan etti.

“Neden?”

Çünkü [Büyücü] benim.”

...he? Bana bu kadar kolaylıkla [Sınıf]’ını söylemesinde gerçekten bir sakınca yok muydu?

“G-Gerçekten mi…? Yoksa beni sadece aldatmaya mı çalışıyorsun?”

“Sana yalan söyleyerek oyunda fayda elde edeceğimi mi düşünüyorsun?”

“Yani---”

Kısa süreliğine düşündüm ama akla bir şey gelmedi.

“Bu değersiz ‘kutu’dan kurtulmak istiyorum. Bunun uğruna, sen ve Otonaşi ile işbirliği yapmaktan başka bir seçeneğim yok! O yüzden senden [Sınıf]’ımı gizlemiyorum.”

“...Pişman olmayacağından emin misin? [Sınıf]’larımız seninkine karşı olabilir ne de olsa…”

“Bu durumun ‘kutu’yu yok ederek çözülebileceğini biliyorsunuz, öyleyse sizin için bu oyunun [Sınıf]’larının bir önemi var mı?”

...bu gerçekten de böyle olabilirdi.

“Bu ‘kutu’nun ‘sahip’i olmadığımı anladığınız sürece ben iyiyim! ...Bundan yola çıkarak, şunu sorayım---”

Bana açıkça sordu,


“---Sen [Devrimci]’sin, değil mi?”


Tam o andaki tepkimden dolayı, Daiya [Sınıf]’ım hakkındaki onayı alabilmişti. Ama daha önceki sözlerine gösterdiğim tepkiden buna neredeyse emin olduğuna benziyordu.

Öyleyse şimdi ben Daiya Oomine’nin kontrolü altındaydım.

Yani… çaresi yoktu herhalde. Kimse o heriften [Sınıf]’ını gizli tutamazdı.

▶İlk Gün <D> Büyük Oda[edit]

Daiya [Asil Krallık]’ı çalışmasını engellemek istediğini söylediğinde dürüst olmuş olabilirdi.

“Eğer ölümcül bir kan davasının başlamasını istemiyorsanız, herkes [Sınıf]’ını su yüzüne çıkarmalı.”

Öneriyi o yapmıştı ne de olsa. Eğer [Sınıf]’ları ortaya çıkartma olayını şimdi yaparsak, yalan söyleyemezdi. Dahası onun açıklayacağı [Sınıf] öldürme kabiliyetine sahip olan [Büyücü]’ydü.

“...Bu Hoşino'ya danıştıktan sonra vardığın sonuç mu?”

Devam eden sessizliği bozan kişi Kaichou’ydu.

“Doğru. Bu oyuna itaat etmeyi düşünmüyorum.”

“Bunu duymak güzel, ama biliyor musun, bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü, örneğin---”

“Haberin olsun: eğer biri önerime uymaz ise, onun [Asil Krallık]’a katılma isteği olduğu kanısına varacağım.”

“Öyle keyfi şeyler söyleme!”

“Keyfi mi? Ama sanırım bunu bir tek ben kendim yargılayabilirim?”

Kaichou onun sözlerine kaşlarını çattı.

“A-Ama, İroha. Biliyor musun, doğrusu ben de aynı fikri önermeyi düşünüyordum.”

“...yani, [Gizli Buluşma]’mızda yapacağın izlenimine kapılmıştım.”

Kaichou bize bir defa baktı ve sordu,

“Bu sizin için de uygun mu? Eğer itirazınız varsa, sadece söyleyin.”

Kimse sesini yükseltmedi. Daiya’nın önerisi olduğu için Kamiuchi'nin itiraz etmesini beklemiştim, ama anlaşılan Yuri katıldığı için sessiz kalmıştı.

“Ha… gerçekten mi? Yani, sanırım bir tek buna karşı ben olamam, ne de olsa bu düzeni…”

“Öyleyse [Sınıf]’larımızı ilan edeceğiz, değil mi?”

“Evet, evet.”

Kaichou pes ettiğinde, Daiya bize daha önce hintkeneviri torbacığında olan günlüğünden sayfalar verdi, hepimize birer tane.

“Üzerine [Sınıf]’larınızı yazın. Sadece tek bir kalem var, o yüzden sıra ile yaparız. Başkalarının göremeyeceği şekilde yazdığınızdan emin olun ki kimse hile yapmasın. Bitirdiysen, sayfayı çevir. Benim işaretimde hepsini aynı anda çeviririz.”

Önce Daiya yazdı, ardından Maria, ben, Kaichou, Yuri ve Kamiuchi da onun talimatlarına uydu ve yazdı. Masanın üzerinde altı ters yatan sayfa vardı.

“Tamam, çevirin!”

Herkes sayfasını çevirdi. Herbiri üzerindeki [Sınıf]’ı okudum.

Maria «Dublör»’dü.

Kaichou «Kral»’dı.

Yuri «Prens»’ti.

Kamiuchi «Şövalye»’ydi.

Ve Daiya da--- bir tür hile yapacağını bekliyordum, ama bana beyan ettiği gibi «Büyücü» yazmıştı.

“...Hoşino [Devrimci] he. ...Ha, şimdi içim rahatladı. Eğer Kamiuchi ise ne yapacağım konusunda endişelenmiştim.”

“Kaichou, o da ne demek oluyor ya!”

“Aa, yani, anlamı tam da söylediğim gibi?”

Kamiuchi acı bir şekilde gülümsedi, “Ühee…”

“Nasılmış Kaichou efendi? Bu sonuç senin için oldukça güven verici, değil mi?”

“...Yani, evet. Hoşino gizliden gizliye son derece kötü olması gibi bir sürpriz olmadığı sürece bu oldukça güven verici.”

“...bu da neyin nesi…”

Dudaklarımı büktüm, ama yorum Daiya tarafından tamamen görmezden gelindi,

“Dahası, bir tane daha teklifim var. Her birinize dağıtılan bıçakları toplayacağım. Bu şiddeti tamamıyla engellemeyecek, ama yapmamaktan çok daha iyi.”

“Bütün bıçakları kendin için istediğini söyleme sakın? Eğer öyleyse, buna karşıyım. Bizim gücümüzü alırken bir tek senin gücün olması fazla tehlikeli Senpai.”

“Hımf, benim dışımda birinin odasında tutmamız gerekiyor o zaman.”

Kaichou onu lafını kesti,

“Yuri’nin veya Hoşino'nun odaları en uygun yerler olmaz mı? Gerçi, hangisi olursa olsun bana hava hoş, o yüzden ikiniz kendiniz karar verin.”

““He?””

Aynı anda seslerimizi yükselttik ve isimlerimiz söylendiğinde birbirimize baktık.

“Ah, lütfen buyur Hoşino.” “Ah, hayır, lütfen, sen buyur Yuri.” “Ben pek istemiyorum…” “Ben de istemiyorum.” “Bizim için bıçakları düzgün bir şekilde saklayacağını düşünüyorum…” “Eğer sen yaparsan içim rahat eder Yuri.” “Ama…” “Tek yapman onların sende kalması, gerçekten.” “Ama bu senin için de---”

“Tamam, tamam, Yuri olacak.”

Kaichou bizi ellerini çarpıp karar vererek böldü.

“İ-İrohaa~”

“Sessiz ol, karar verildi! Millet, bıçaklarınızı yarınki <B> kısmı için getirin. Yuri onları toplayacak. Tamam mı? Öyleyse mutlu musun artık?”

“Daha değil.”

Kaichou onun tavrına bir iç çıktı.

“Tamam, tamam, sırada ne var efendim?”

Daiya Kaichou’nun alaylı sözlerini tamamen duymamazlıktan geldi ve devam etti,

“Bununla, [Asil Krallık] şimdilik çalışmıyor. Fakat amacımız sadece durdurmak değil, ama ayrıca kaçmak. Neticede bu sadece geçici bir anlaşma. Eğer durumlar değişir ise, artık geçerli olmaz.”

“Yani, sanırım öyle. Öyleyse ne teklif ediyorsun? Bir tür önemli bilgin mi var?”

Bu oyundan nasıl kaçılacağını biliyorum.”

Sadece Kaichou değil, hepimiz gerildik.

...Daiya, sakın söyleme---

Tek yapmamız gereken ‘kutu’yu yok etmek.”

Tam da korktuğum gibi, Daiya başkalarının önünde ‘kutu’ların varlığını kabul etmişti.

Onun en şüpheli olduğu bir durumda.

“Maria Otonaşi’nin bahsettiği ‘kutu’lar kesinlikle varlar. Eğer inanamıyorsanız, ‘kutu’yu sadece mecaz olarak bizi bu duruma sokan şey olarak düşünün. Her neyse, hedefimizi elde etmek için, tek yapmamız gereken şey bu ‘kutu’yu yok etmek. Bunu ‘sahip’ini öldürerek yapabiliriz.”

“Ama Otonaşi senin ‘sahip’ olman ile ilgili bir şeyler dememiş miydi?”

“......şimdilik o iddiayı geri alıyorum.”

Maria çatık kaşlar ile konuşmayı böldü.

“Oomine en büyük şüpheli - bu değişmiyor. Ama başka olasılıkları elemek için daha çok erken olduğu kanısına vardım. Öncelikle, [Gizli Buluşma]’da böyle hissettim, ve ikinci olarak, Oomine’nin önerileri şüphesiz herhangi birinin ölümünü engelliyor. ...O yüzden, onun ‘sahip’ olup olmadığını kesin olarak söyleyemem.”

Kaichou Maria’nın olumlu yanıtından dolayı hissettiği hayreti gizlemeden başını tuttu.

Ne ben ne de Maria Daiya’nın doğruyu söyleyip söylemediğini bilmiyorduk. Daiya’nın bizim hakkımızda ne yapmayı düşündüğünü bilmiyorduk.

Ama [Asil Krallık]’ın bir ‘kutu’nun işi olduğu kesindi.

Eğer ki sadece buna inansalar, [Asil Krallık]’ın başlamayacağından emindim. O zaman birlik olup bir çöz---


Hadi be!”


İyimser düşüncelerim birden kesildi.

Herkesin bakışı konuşan Kamiuchi’nin üzerine odaklandı.

“Neden bunu ciddi ciddi düşünüyorsun Kaichou? Buna hiç gerek yok, gerçekten!”

“...neden?”

Sorusu Kamiuchi'nin bir gülücük atmasına sebep oldu ve ilan etti,

“Yani --- o üçü tamamıyla birlikte komplo kuruyorlar, öyle değil mi?”

Ve ardından ben --- gerildim.

Onun suratındaki her zamanki rahatlık kaybolmuştu. Yerine, acımasızlık yayan ifade eksikliği vardı.

“Bu… bir tuzak. Evet, bir tuzak. Tabi ki de bizlerin ‘sahip’lerin ne tür insan olduğuna dair en ufak fikri yok, değil mi? Bunun anlamı da, eğer ‘sahip’i ararsak onların dediklerin hepsini dinlemekten başka bir çaremiz olmaz, ve arayışımızı da ona göre yaparız. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”

Kamiuchi hafif bir gülücük attı ve,

“Onlar --- birini öldürmemiz gereken ‘sahip’ olarak gözükmesini sağlayabilirler.”

Ne---

Ne diyordu o öyle…?

“‘Sahip’i öldürmek gibi hiçbir düşüncemiz yok---”

“---Kapa çeneni!

Tek bir haykırış.

Sırf bunun aşırı bir etkisi oldu.

O an fark ettim; o insan --- farklıydı. Benim yaşadığım dünyadan farklı bir dünyada yaşıyordu. Ve onun dünyasında --- şiddet vardı.

Kimse konuşamıyordu.

Devam eden sessizliği bozan ses Kamiuchi'nin derin ve uzun iç çekmesiydi. Birkaç defa nefes alıp verdikten sonra, ifadesi her zamanki rahat ifadesine geri döndü.

Ama öncesi gibi artık o ifadeden sakinleşmedim.

Sen de öyle ‘kutu’ların var olduğuna inanamıyorsun, değil mi Yuricim?”

Yuri'nin soluk alma sesini duydum.

Ona bunu zorla kabul ettirmeye çalışıyordu. Bir reddetme kabul edilmeyecekti.

“.......Ben…”

Yuri'nin başını sallaması ile sahte bir geçerlilik kazanmak ve bizden kurtulmak.

Bu Kamiuchi'nin amacıydı.

O yüzden, Yuri başını salladığı an bitecekti.

Ama bu onun için imkansızdı. Onun gibi ürkek bir kızın Kamiuchi'ye şimdiki hali ile baş tutması imkansızdı.

“......evet, inanamıyorum.”

Aah, işte bu kadar…

Diye düşündüm, ama---

“......Ama,”

Devam etti,

“En azından Hoşino'ya güvenebileceğimizi düşünüyorum. O yüzden… bizi bir tuzağa düşürmek istediğini kabul edemem.”

Kabul edememişti.

Bunu açık açık söyledi. Bunu titrerken, ondan korkarken yaptı, ama yine de Kamiuchi'nin fikrine direnebilmişti. Beni savunmuştu.

Elleri göğüsünün önünde, nefesi düzensiz, çömeldi - anlaşılan bu bütün cesaretini toparlamasından doğan bir tepkiydi.

Kamiuchi onun reddiyesinden hayrete düşmüşe benziyordu ve gözlerini sonuna kadar açıp Yuri'ye baktı. Ardından bana delici bir bakış attı. Yargılanmak üzere bir suçluymuşum gibi yutkundum.

“Yani, ben de Hoşino-senpai’ın bana iyi niyetli gözüktüğünü kabul etmeliyim.”

Ve ardından yüzündeki düşmanlık sonunda kayboldu.

...başarmış mıydık…?

Yuri başını kaldırdı ve bana baktı. Gergin suratını yumuşattı ve bana gülümsedi.

Böylece Yuri'nin cesareti sayesinde barışçıl bir çözümün umudunu koruyabilmiştik.

Daiya, Kaichou, Kamiuchi ve Maria kendi odalarına geri döndüler. Ben de kapıdan geçmek üzereyken Yuri elimi tuttu.

“Ne oldu?”

Bunu ona sorduğum an fark etmiştim---onun elleri titriyordu.

“...Korkmuştum.”

Fısıldadı başını kaldırmadan.

“O… çok korkunçtu.”

“Evet… Ehm… Bizi bir şekilde kurtardın Yuri. Teşekkür ederim.”

Onu bir gülümseme ile rahatlatmaya çalıştım, ama korku ifadesinden gitmedi.

“[Gizli Buluşma].”

“...he?”

“Korkuyorum… onunla olan sıradaki [Gizli Buluşma]’dan korkuyorum.”

Yuri ilk tanıştığımızdaki gibi bembeyazdı.

“T-Telaş etmene gerek yok! Yani, anlaşılan Kamiuchi senden hoşlanıyor, o yüzden---”

“---o yüzden korkuyorum!!”

Neredeyse başını kaldırdığı gibi indirmeden önce bunu neredeyse haykırdı. Anlaşılan kendi gürültüsünden rahatsız hissetmişti.

“Ö-Özür dilerim, seni tedirgin etmek istemedim.”

“I-Imhım…”

Bunun anlamı da neydi?

[Gizli Buluşma] - o hapis gibi odada biri ile baş başa kalmaktan ibaretti. Kamiuchi ondan hoşlandığı için, onu öldüreceğini düşünmüyor---

“Aa…”

Ardından fark ettim.

Yuri'nin neyden korktuğunu fark ettim.

Anlaşılan bunu fark ettiğimi düşünerek elimi sıkıca kavradı.

“......Ciddiyim, biliyor musun?”

“He?”

“Sana cidden inanabileceğimize inanıyorum, bunu sırf Kamiuchi'yi sakinleştirmek için söylemedim.”

Titremesi daha da kötüleşti. Onun hakkında endişelendim ve kederli suratına baktım.

“Korkuyorum… Korkuyorum…!”

Ağlıyordu.

Lanet olsun, ne yapmalıydım?

Bunun hakkında düşünmenin bir işe yaramayacağına karar verince bu sefer onun titreyen elini ben sıkıca kavradım. Yuri ayrıca sol elini de benimkinin üzerine koydu ve beni sıkıca tuttu.

“Ah---”

Yine.

Bir kez daha.

Yine hatırlamıştım.

Yuri'nin soy adını duyduğum zamandan daha belirgin bir şekilde «Nana Yanagi»’yi hatırladım.

Oysa bana çok garip gelmişti; onu nasıl tamamen unutabilmiştim? O zamandan beri daha iki sene bile geçmemesine rağmen, son zamanlarda onun hakkında düşünmemiştim. O olaylar sanki hiç olmamışlar gibi onu unutmuştum.

Sakın ona ihanet ettiğimden beri dilediğim şey, «Nana Yanagi’yi unutmak istiyorum», gerçekleştiğini söyleme?

Doğru --- onun üzerini günlük hayatım ile geçerek.

«Daha da kötüsü, senin bu anormalliğin bir ‘kutu’ya dokunmadan önce de vardı.»

---Bunun onunla hiçbir alakası yoktu. Kesinlikle yoktu.

“...Özür dilerim Hoşino, gerçekten özür dilerim… Şimdi bencil olacağım ama lütfen beni affet. Sana utanmadan güveniyorum. O yüzden---”

O konuştu. Yanagi konuştu,

“O yüzden, lütfen--- bana ihanet etme.”

Onun yaşlı yüzü… her nedense bana ilk aşkımı hatırlatmıştı.

Ve ardından, onların benzediğini düşündüğüm anda, ağzımdan çıkmıştı.

“Sana ihanet etmeyeceğim. Sana artık ihanet etmeyeceğim «Yanagi»!”

▶İlk Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Odama döndüğümde uzun süreden sonra ilk defa onun hakkında düşündüm.

Nana Yanagi. O benim sınıf arkadaşım, ilk aşkım ve --- en iyi arkadaşımın kız arkadaşıydı.

Aynı soy isme sahip olmalarına rağmen, o Yuri'den tamamen farklı biriydi. Onu tek bir kelime ile anlatmam gerekse, belalıydı. Örneğin bir tenefüs birden kaşlarını ciletle aldı, veya yangın tüpüyle sınıfı pembeye boyamıştı - böyle soytarılıkları sayısız defalarca yapmıştı. Kızlar ona gizliden «ucube» diyorlardı.

Yanagi doğal olarak benim için korkunçtu ve doğrusu, onunla pek alakadar olmak istememiştim.Sanırım saçını sarıya boyatan, diğer belalı çocukları bile itecek kadar uygunsuz uzunlukta olan bir etek giyinen, ve gizliden gizliye sigara içen biriyle alakadar olmak isteyecek neredeyse kimse yoktur.

Ama o ‘neredeyse kimse’ olan kişilerden biri bana yakındı.

«Touji Kijima», benim en iyi arkadaşım.

Touji her zaman bilinmedik bir şey keşfettiği zaman gözleri parlayan meraklı bir insandı. O Yanagi- san’ın acayip girişimlerini sürekli ışık saçan gözlerle izlerdi. Belki de Touji’nin ondan hoşlanması doğaldı.

Yanagi'ye ilk yaklaştığı zamanlar o Touji’yi reddediyordu. Ama muhtemelen işin gerçeği şuydu; o, uzun süredir onunla ilgilenecek birisini arıyordu. Sonunda Touji’yi kabul etti ve sevgili oldular.

Ve tam sevgili olduklarında gerçek doğasını gösterdi.

Bu da --- yalnız bir insan olmanın doğasıydı.

O Touji’nin eline bakıyordu. Ama bu miktardaki ihtiyaç açıkça sıradışıydı. Touji’nin yanını hiç bırakmazdı ve Touji’ye yaklaşan kızları def etmek için gözdağı verirdi. Touji’nin isteği üzerine saçını doğal siyah rengine geri boyadı, sıradan bir etek giyinmeye başladı ve sigaralarını mezara gömdü.

Touji Yanagi’nin her şeyiydi.

O yüzden onun için her şey olan adam beklentilerini karşılamayınca, sadece hoşuna gitmeyen söz veya davranış bişe olsa da, çoktan dayanamaz hale gelmişti, En küçük hayal kırıklıklarından aşırı üzülürdü. Bazen o kadar kötü ki kendi bileğini keserdi.

Onun ağlayışlarını dinleyebilecek tek kişi bendim.

Onun aramaları her zaman ağlayan sesiyle başlardı. Beni sık sık kimselerin olmadığı yerlere götürüp ağlardı.

İlk başta sadece onun dediklerini dinledim. Ama yavaş yavaş benden daha çok teselli istemişti. Bana onun başını okşamamı, ona sarılmamı, onun yanında uyumamı ve gözyaşlarını içmemi zorladı. Bana, onun yanaklarını yaladığımda sakinleştiği gibi saçma bir şey söylediğini hatırladım, ama o zamanlarda Touji hakkında çok suçlu hissederdi.

Doğru, onun bana da ihtiyacı vardı.

Doğrusu, yorucuydu. Rahatsız edici olduğu için aramalarını açmadığım zamanlar vardı.

Ben bile öyle olduğumu düşününce, Touji de onu hızla yorucu bulmuştu.

Ayrılık hakkında birkaç konuşmadan sonra, sonunda kesin olarak ayrıldılar.

O günden sonra herbir ve her gün etrafımda dolandı. Elbet hayatları boyunca başkasının göz yaşlarını tatmayan bir sürü insan olmasına rağmen, ben o tuzluluğu bıkma noktasına kadar tatmıştım. Ama bir tek bana güvenebileceğini bildiğim için buna katlandım.

Ama ben bile bıkmıştım. Sürekli öfkemden dolayı miğdem ağrıyordu. İştahımı kaybettim. Beni hasta etmişti - kız arkadaşım olmayan bir kızı neden teselli etmem gerekiyordu ki?

O yüzden, bir gün ona dedim ki,

“Artık sana katlanamıyorum.”

Beni anlamamıştı.

Yavaş yavaş niyetimi belli etmek için daha sert kelimeler kullanmaya başladım.

Artık sana katlanamıyorum, sen bir baş belasısın! Sadece kendini düşünüyorsun! Yeter artık! Başkalarını umursamadığın için Touji seni terk etti! Artık istemiyorum, etrafımda dolanıp durma artık seni ucube---

Ve ona bu şekilde hakaret ettiğim gün----Yanagi ve Touji kayboldu.


Onları sadece sevgili olarak bilen diğer sınıf arkadaşlarımız bunun adını aşıkların evden kaçması olarak koydu, ama durumun öyle olmadığını biliyordum.

Öyleyse o ikisi neden aynı anda kayboldu?

Bu belliydi. Benim ihanetimden umudunu kaybeden Yanagi Touji’yi aldı götürdü. Ve --- onun bir daha dönememesini sağladı.

Kendimi suçladım. Bu benim hatamdı. Çünkü ona destek veremedim. Çünkü bir tek bana güvenebilmesine rağmen onu reddetmiştim. Ama kalbimi dolduran his suçluluktan çok bir boşluk hissiydi.

Hayatımdaki her şey adeta sönük olmuştu. Üç gün boyunca çiğnenen bir sakız kadar tatsızdı. Eksikti. Dünyanın tadı eksikti.

O kuvvetli tuzluluk eksikti.

Bu çok zalimceydi! Sırf o sözler yüzünden gözümden kaybolacağını düşünemezdim! Bana ihtiyaç duymaya devam edeceğini düşünmüştüm! Bana böyle… bana böyle bir tadı tattırıp kaybolmak fazla sorumsuzdu!

Neden---Touji?

Ben olsaydım, sana her şeyi verirdim. Gerçi sana neredeyse her şeyi vermiştim zaten.

Kalbimdeki boşluğu hissettikten sonra, sonunda… gerçekten, sonunda fark etmiştim.

---Aah… tam da buydu.

Ben --- Nana Yanagi’ye aşık olmuştum

Ama o artık burada değildi. O Touji’yi, kalbimdeki neredeyse her şeyi aldı ve bir yere çekip gitmişti.

Ama sevdiğime ihanet ettikten, incittikten, köşeye sıkıştırıp öldürdükten sonra bile günlük hayatım devam etti. Çünkü yaşıyordum, yaşamaya devam etmem gerekiyordu. Onun olmadığı bir dünyada yaşamaya devam etmem gerekiyordu.

Bu sebepten dolayı onu unutmaya karar verdim.

Nana Yanagi’yi unutmaya karar verdim. O daha baştan alakadar olmamam gereken biriydi. Acayipliği yüzünden neredeyse sıradışılığın simgesi olan onu gizlemek istedim.

Ve ardından onu gerçekten de şaşırtıcı bir derecede unutmuştum.


Şimdi düşününce, ben günlük hayatıma ne zaman öncelik vermeye başladım?


«Lütfen [Suikast] hedefi seçin»

Bu ileti ve benim de bulunduğum altı kişinin fotoğrafları ekranda gösteriliyordu.

Öyle bir şey yapabilmemin imkanı yoktu.

Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nu anlayamıyordum. Bunun hiçbir anlamı olmamasının düşüncesi bile aklımdan geçti.

Kendimi yatağa attım. Ama bu ‘kutu’nun hiçbir anlamı olmasa bile - ne olmuş yani? Döneceğim günlük hayatının bir anlamı var mıydı?

Tek sebebi onu unutmak olan bu günlük hayatın?

“------”

Yuri aklıma geldi.

Kimsenin söylemesine gerek duymadan «Yuri Yanagi»’yi «Nana Yanagi» ile örtüştürdüğümün farkındaydım.

Yuri'ye ihanet etmeden onu kurtarmayı başarırsam, o zaman «Nana»’nın lanetinden kurtulabilecek miydim?

Bilmiyordum. Bilmiyordum, ama---

Yuri'nin yüzünü hayal ettiğim an,

---Kuru ağzımın içinde birinin göz yaşlarını tattım.

▶Altıncı Gün <B> Büyük Oda[edit]

Hiç kayde değer bir ilerleme elde edemeden altıncı gün olmuştu.

Daiya’dan beklenileceği gibi, [Sınıf]’larımız ortaya çıktığında ve bıçaklar toplandığında [Asil Krallık] durmuştu. Ama ne kadar anlatırsak anlatalım, o üçü bize ‘kutu’lar hakkında hala tam inanmıyordu, ve ‘sahip’i hala bulamamıştık. Ve zaman sınırı git gide yaklaşıyordu.

Kendi odamdan büyük odaya geçtim. O ışınlanma gibi hisse zaten alışmıştım, o yüzden artık sıkıntı değildi.

Rengi doğal olmayan beyaz bir oda.

---Ama endişelenecek bir şey yok sanırım. Ben [Devrimci] ve Daiya [Büyücü] olduğuna göre, [Asil Krallık] başlamayacaktı.

Kazuki.”

Yuri beni fark etti ve büyük bir gülümseme ile bana hızla yaklaştı.

“Hım? Güzel bir şey mi oldu?”

Anlaşılan gülümsediğinin farkında olmayan Yuri başını yana eğdi ve küçük bir “He?” çıkarttı. Onu gözünün kenarından izleyen İroha ona sataşmaya başladı:

“Yuri seni gördüğüne sevindi Kazuki! O sana amma da yaklaştı, öyle değil mi?”

Ses tonundan onun ciddi olup olmadığı anlaşılmıyordu. Yuri'nin suratı kıpkırmızı kesildi.

“I-İroha~! Lütfen ben bir yavru köpekmişim gibi konuşma~”

Yuri'nin bana doğru hızla koşarak köpek kuyruğunu salladığını hayal ettim.

“Pıft!!”

Aman tanrım, bu ona çok yakışırdı!

“Az önce n-niye güldün Kazuki?!”

Yanaklarını şişirdi. Şimdilik ona gülümseyerek bunu atlatmaya karar verdim.

Ama yine de --- geçen günler süresinde birbirimizle konuşmaya hayli alışmıştık.

İkinci günden sonra aramızdaki güveni pekiştirmek için diğerleri ile etkin olarak konuşmaya gayret ettik. Ayrıca her oyuncuyla [Gizli Buluşma] da yapmıştık. Daiya’nın bile katıldığına göre bunun oldukça başarılı olduğunu düşündüm.

En azından herhangi birimizin başkasını öldüreceğine inanamıyordum artık.

“...Kazuki, güldüğün için ceza olarak, lütfen… ehm, bugünkü [Gizli Buluşma] için eşin olarak beni seç.”

Nedense Yuri bunu söylediğinde hala şiş olan yanakları biraz kızarıktı.

“Bana hava hoş, ama bu nasıl ceza oluyor?”

“...he? ...aaa, n-neyse, bu bir ceza! ...muhtemelen!”

Bunu var gücüyle, kollarını yukarı aşağı sallayarak söyledi. Bu nedense bana komik gelmişti.

“Hım?”

Ona gözünün kenarından bakan Maria başını huysuz bir şekilde kaşıyarak bize doğru geldi.

“...he? Ne oldu Maria?”

İlk başta Maria bir sebepten dolayı sessiz kaldı.

“......yani, demek istediğim şey şu… sen zaten Yanagi ile birlikte dört [Gizli Buluşma] yaptın, öyle değil mi?”

“He?”

“Eğer bugün de gidersen beşinci olacak. O yüzden diğerlerinin bir kişiyi tercih ettiğini düşünme ihtimali var. Eğer belli biri ile beş defa [Gizli Buluşma] yaparsan sonunda altımız arasında oluşan işbirliği tehlikede olabilir.”

“...ehm? Kısacası Yuri ile [Gizli Buluşma] yapmamı istemiyor musun?”

“Hayır, özellikle Yanagi’den bahsetmiyorum. Sadece diğerlerinin belli birini tercih ettiğini düşündükleri bir durum tehlikeli olduğunu söylüyorum.”

“...boş işlerle uğraşmıyor musun?”

“Benimle sadece üç [Gizli Buluşma] yaptın!”

Anlatmak istediği şey başka bir şey değil miydi…?

“Otonaşi kıskandı. Ne kadar da tatlı!”

Dedi İroha Maria’ya zevk alıyormuş gibi bakarak.

“...bu garip hatalı varsayımlar da neyin nesi. Ben sadece Kazuki’nin tavrını belirttim.”

“Otonaşi çaresiz.”

“...anlaşılan söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyor.”

“Maria, kıskandın mı?”

---Pat!

“A-Ah!”

O az önce bütün gücüyle bacağıma tekme attı!

“Ha…”

Taşınabilir cihazı ile oynarken bizi izleyen Kamiuchi şaşkın bir ifade ile bizi böldü.

“Off, esasında son derece kıskandım, o yüzden lütfen ölür müsün Hoşino-senpai?”

“He? Neyden kıskanıyorsun…? Bana az önce tekme atılmadı mı?”

“...o neyden bahsettiğimi anlamamış surat ifadesi de neyin nesi öyle? Bu galip sakinliği mi?”

Bu sözlere başımı yana eğdiğimde Kamiuchi iç çekti ve dikkatini cihazına döndürdü.

Hala öyle davranıyor olabilirdi ama onunla oldukça iyi anlaştığımı düşünüyordum. Onun o şiddetli yanını gördüğümde endişelenmiştim ama onunla konuştuktan sonra oldukça arkadaş canlısı olduğunu fark ettim.

“Hım? Ah, anladım.”

Cihazı masanın üzerine koydu ve ayağa kalktı.

“Ne oldu?”

“Ah, önceki konuşmaları tekrar okudum ve bir sonuca vardım!”

Sandalyede oturan Daiya’ya doğru yürüdü ve yüzünde bir gülümseme ile onun omzunu hafifçe vurdu. Daiya bu aşırı samimi davranışa yüzünü astı. Son zamanlarda birbirlerini genellikle bu şekilde idare ediyorlardı.

“Oomine-senpai. Sana bu ‘kutu’ şeyi hakkında inanacağım!”

Hayret etmitşim ve tepki olarak sordum,

“He? Gerçekten mi Kamiuchi?”

“Neden yalan söyleyim ki? ...aa yani, açıkçası artık inanıp inanmamak gibi bir durum değil. Zaman sınırı yaklaştığı için bir sonuca varmamız gerekiyor. Ve ‘kutu’ dışında hiçbir açıklamamız olmadığı için başka bir çaremiz yok.”

Şimdi düşününce, Maria zaman sınırı yaklaştığında bize inanacaklarını söylemişti.

“Tamam, şimdi ne yapmamız gerekiyordu tam olarak? Eğer doğru hatırlıyorsam, bu durum ‘kutu’yu yok ederek hallolacağını söylemiştin, değil mi? Öyleyse şuna ne dersin:”

Kamiuchi beyaz gömleğinin kollarını sıvadı.


Oomine-Senpai’yı öldürelim.”


“---------He?”

Ama hiç zaman yoktu.

Bu kelimelerin ne anlama geldiğini fark etmek için hiç zamanım yoktu.

Fark etmemize fırsat vermeden aşağı indirdi ve---


Daiya’yı öldürdü.


“------aa…”

…...He? Nasıl yani…?

Olanları betimleyebilmeme rağmen, bilincim takip edememişti.

Kamiuchi Daiya’nın boğazını kesmişti. Yaradan kan fışkırmıştı. Daiya açık gözlerle hareketsizleşmişti. Ve ardından o --- ölmüştü. Bunu doğrulayabilmiştim. Ama bunu sadece bir oldu olarak algılayabilmiştim, anlamını fark edememiştim.

O yüzden, şaşkına dönmüş öyle ayakta kaldım.

Kamiuchi'nin gömleği koyu bir kırmızıya dönüşmüştü ve suratı Daiya’nın kanı ile doluydu. Elinde de orada olmaması gereken bıçağı tutuyordu. Topladığımız savaş bıçağı.

“Garip, öyle değil mi?”

Kemerinde sakladığı bıçakla oynarken, Kamiuchi bunu fısıldadı.

“Eğer ‘sahip’ ölürse her şeyin hallolacağını söylememiş miydin? Ve ‘sahip’ Oomine-senpai’ydı, öyle değil mi?”

Maria’ya baktı.

“Hey, öyle değil miydi Mariççi?”

Maria gözlerini açık tutmuştu ve tamamen affalamıştı.

Anlaşılan baştan beri bir cevap beklemiyordu ve konuşmaya devam etti,

“O zaman bunun anlamı Oomine-senpai’ın hala ölmediği mi? Tamam o zaman öyle yaparım.”

Bunu dedi ve---

---bıçağı Daiya’nın boyununa ikinci defa sapladı.

Etrafa daha da çok kan fışkırdı.

Daiya’nın vücudu darbeden yere düştü ve kafası da masanın üzerine büyük bir ‘küt’ sesi ile düştü. Masanın üzerinde kırmızı bir sıvı yayılmaya başladı.

“He---”

Yuri sesini yükseltti ve sırtına düştü.

“İİAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!”

Kamiuchi Yuri'ye baktı ve gülümsedi.

“Çığlığın amma da tatlıymış… hım, ama o kesinlikle ölü, öyle değil mi? Bunun anlamı da ya Mariççi’nin ilk yargısı yanlıştı ya da ‘kutu’ yalandı hım. Ah, ama ben bu ‘kutu’ hikayesine inanmaya karar verdim, değil mi? Öyleyse Oomine-senpai’yı «yanlış kişi» olarak düşünmeliyim.” «Yanlış kişi» dedi.

Bunun anlamı derhal anladım --- maalesef anladım.

“Mariççi.”

Katil sordu.

Kim ile devam etmeliyim?”

Kimin «doğru kişi» olduğunu sordu.

Birden, onun bıçağı tutan elinin titrediğini fark ettim.

İlk başta bunun kendi eylemlerinden hissettiği korkudan olduğunu düşünmüştüm. Ama ifadesini gördükten sonra, gerçek sebebi anladım.

Eli heyecandan titriyordu.

Aah --- onu neden yanlış anlamıştım ki? Neden o katille iyi anlaştığımı düşünmüştüm ki?

O sadece gizlediği şiddetli doğayı ortaya çıkartmak için doğru vakti bekliyordu.

[Asil Krallık] aldatmaktan ibaret bir oyundu. Öldürmekten ibaretti.

Hiçbir zaman bunu durdurabilmenin imkanı olmamıştı. Daiya’nın girişimi başarısızdı ve bunun karşılığında ölmüştü.

Daha ilk günden… [Asil Krallık] çoktan başlamıştı.

“Neden sende hala… o bıçak var?” Diye sordum ona üzerinden Daiya’nın kanı akan bıçağa bakarak.

“İlk sorulan soru bu mu? Yani, çocuk oyuncağıydı. Sadece Yuricim ile yaptığım bir [Gizli Buluşma] sırasında çaldım. Bu kadar.”

“...He? Öyleyse bu benim suçum mu…?”

Yuri başını kaldırdı ve ona sonuna kadar açık gözlerle baktı. Katil ona gülümsedi ve,

“Lütfen daha dikkatli ol!”

“Ah---”

Yuri'nin dili düğümlenmişti ve gözyaşlarına boğuldu.

“Ee, sırada kim var Mariççi? ...hey, hala donuk musun? Abartmıyor musun? Gerçi, doğruyu söylemek gerekirse saf karakterlerin baya tatlı olduğunu düşünüyorum.”

Bu ilgisiz lafları pat diye söylerken kanlı bıçağı inceledi.

“...Karar verdim.” Dedi ve bana doğru yaklaştı.


“Sanırım Hoşino-senpai’ı seçeceğim, ondan kıskandığım için --- ne de olsa onun ölmesini istiyorum zaten.”

Yemek siparişi veriyormuş gibi beni belirtmişti.

Ama onun gözlerinde öldürme niyeti vardı.

Kanlı bıçağı gördüm ve gerildim. Ne de olsa bu Daiya’nın canını gerçekten alan bıçaktı.

Katil bana doğru yaklaştı.

Kaçmamın gerekmesine rağmen hareket edemiyordum.

“Dur.”

Kamiuchi Maria’nın sözleri üzerine itaatkar biçimde durdu.

“Ne oldu Mariççi?”

Maria ona, gözlerinde öldürme niyeti gizleyen kişiye,

“‘Sahip’ benim,” dedi.

Kamiuchi kaşını kaldırdı.

“Beni öldürmen gerekiyor, Kazuki’yi değil.”

Onun ne dediğini anlayınca acı bir şekilde güldü.

“Haha, demek onu o kadar çok kurtarmak istiyorsun ki kendini mi feda edeceksin? Harika!”

“Ben sadece gerçeği söylüyorum.”

Kamiuchi ona dik dik bakan Maria’ya yaklaştı. Maria direnmeye niyeti olmadığını vurgulamak için kollarını kaldırdı.

“M-Maria…”

Onun ismini söylediğimde bana bir gülücük attı. O hassas gülümsemeyi gördüğümde ikna olmuştum:

Bunu hiçbir taktiği olmadan söylemişti. O gerçekten sırf benim için kendini feda edecekti.

“Etkilendim Mariççi. Asla gerçekten başkasının canını kendi canından daha çok değer veren birinin var olduğunu düşünmemiştim. Sadece ağzından boş laf kaçırdığına da benzemiyor. Bu aşk! Gerçekten aşk!”

Maria alaylı bir şekilde güldü.

“Anladım. Etkilenmen ne kadar güzel.”

“Gerçekten Hoşino-senpai’yı kurtarmak uğruna ölmeye razı mısın?”

“Evet.”

Maria hiç tereddüt etmeden bunu ilan ettiğinde Kamiuchi homurdandı.

“Bu sıkıntılı. Bu aşk fazla güzel değil mi? Aah, öff, tamam ya! Kötü adam olmak istiyor değilim, sadece bu meseleyi bir an önce halletmek istiyorum. Sana saldırıp «Öl o zaman!» diyecek bir 3. sınıf düşman rolü yapmak gerçekten içimden gelmiyor. O yüzden ikiniz de yaşayabilirsiniz.”

Aşırı samimi bir şekilde Maria’nın başını okşayarak Koudai Kamiuchi devam etti,

“Eğer seni yapmama izin verirsen Mariççi.”

Bıçağı onun boğazına dayadı.

“------”

Maria’nın suratı tiksinti içerisinde buruştu. Ona sert sert baktı ve kendisine bıçak tutulduğunu görmezden gelerek onu okşayan eli itti.

“......dalga geçme benimle. Sana vücudumu teslim etmektense ölürüm daha iyi.”

“Ne kadar da zalimce! Benimle istekli olarak yapacak birçok kişi var ama. Öyleyse kabul etmeyecek misin?”

“Tabi ki de hayır!!”

“Boşver o zaman.”

Kolaylıkla pes etti --- fazla kolaylıkla.

Öyleyse senin yerine Yuricim'i yaparım.”

Bunun peşini bırakmasına imkan yoktu.

Yuri onun sözlerinin bir yalan olmadığını kavrayınca anında sarardı, ona gösterdiği soğukkanlı gülümseme ve gözlerindeki arzudan isteksiz olarak anlamıştı.

“H-Hayır---!!”

“Hayır, ama Yuricim, yapacak bir şey yok, öyle değil mi? Mariççi beni reddetti ne de olsa… Aa, ama seni tercih ediyorum zaten, o yüzden bana hava hoş!”

“Öyle bir şey, benim için i-imkansız…”

“Öyleyse Mariççi ve Hoşino-senpai’yı öldürürüm.”

Yuri'nin suratı bu insafsız sözleri duyduktan sonra daha da sarardı.

“Lütfen beni reddettiğin için o ikisinin ölmesini istemiyorsan kendini bana teslim et artık.”

Yuri yavaşça döndü ve bana baktı. O gözler göz yaşları ile doluydu.

Bana o göz yaşları ile bir mesaj iletti.

«---bana ihanet etme.»

---Aa, doğru. Yuri daha ilk günden böyle bir durumdan korkmuştu. Ve ben ona söz vermiştim. Artık «Yanagi»’ye ihanet etmemeye söz vermiştim.

Ama eğer Yuri'yi kurtarmaya çalışırsam, Maria---

“...Dur.”

Bunu kısık sesle diyen ben değil, Maria’ydı.

Koudai Kamiuchi mutlu bir şekilde ağzını açtı.

“Hım? Yani, eğer beni şimdi tatmin etmek istiyorsan lütfen devam et.”

Bunu söyleyeceğini elbet tahmin etmişti.

Maria dudaklarını ısırdı, o kadar sert ısırdı ki ağzından kan akmaya başladı. Ardından bakışını benden kaçırdı ve---açık ve net bir şekilde söyledi,

“......Tamam, o zaman sadece benimle kendini tatmin et.”

---ne…

---ne diyorsun sen Maria?

“He? Gerçekten mi?”

Koudai Kamiuchi gözlerini sonuna kadar açtı.

“......kıh, kıhkıh, ahahahaha!”

Bu kararlılık---

Ölmeyi tercih etmesine rağmen, Yuri'yi kurtarmak uğruna teslim olmak üzereydi --- Maria bu kadar kararlıydı --- ve Koudai Kamiuchi ona doğru parmağını kaldırdı ve güldü.

“Ahahahaha! Gerçekten mi? Eğer sevgili Hoşino-senpai’ını kurtarmak uğruna olsaydı anlardım! Ama böyle bir şeyi sadece bir kaç gün birlikte olduğun Yuri için mi yapıyorsun? Ahaha, bu çok saçma!!”

“......o kadar komik olan ne?”

“Bu benim için bir kültür şoku! Senin ahlaki değerlerin garip! Kendinden önce başkalarına öncelik verecek şeklinde saptırılmış! Bir dakika, bunun gerçekten güzel olduğunu mu düşünüyorsun?!”

Doğru, ben de Maria’nın tavrını takdir edemiyordum. Ara sıra onun fedakarlığı benim hislerimi bile incitirdi. Onun tavrı her zaman başkaların uğruna yaşamak olarak hitap edilemezdi.

Ama.

Onun tavrı yanlış olsa bile---

Böyle bir herifin bununla dalga geçebileceği anlamına gelmezdi.

“Öyleyse başkalarının azabı kendi acından daha mı kötü? Aa, o zaman sözümü geri alıyorum. Sen onun yerini almayacaksın. Ne yaparsan yap Yuricim'e tecavüz edeceğim.”

“...ne… diyorsun sen şerefsiz?! Bunu yapmanın hiçbir anlamı yok ki, var mı!?!”

Bu şekilde daha komik değil mi?”

Maria’nın bile dili düğümlendi. Koudai Kamiuchi onun hayret ettiğini görünce ona alay ile güldü.

Bunu komik olarak düşünüyordu. Onun büyüleyici doğasını acınası olarak düşünüyordu ve onu elinde evirip çevirerek kendini eğlendiriyordu.

Buna izin veremezdim. Onun Maria’nın gururuna hakaret etmesine kesinlikle izin veremezdim. ...İzin verememe rağmen--- İzin verememe rağmen, neden---

“Üü, üü, üüüüüüü…”

Yuri'nin ağlayan sesi yankılandı. Maria’nın boğazına bıçak dayalıydı.

---neden hiçbir şey yapamıyorum!

“Henüz ölmek istemiyorsunuz, öyle değil mi Senpailar?”

Kimse ona karşı çıkamazdı, o yüzden ilan etti,

“Tamam, öyleyse bundan böyle hepiniz benim kölelerimsiniz.”

- [Daiya Oomine], şah damarı [Koudai Kamiuchi] tarafından kesildi, ölüm

▶Sixth Day <C> [Kazuki Hoşino]'s room[edit]

«[Gizli Buluşma] - iÇin bir - Eş - sEç»

Noitan’ın teşviğine rağmen hareket edemiyordum, tamamen çaresiz hissediyordum.

Hiçbir şey yapamadım. Yuri ile Maria’nın ızdırap çekmelerine rağmen, onları kurtarmak için hiçbir şey yapamazdım.

Yuri [Gizli Buluşma] eşi olarak zorla «Koudai Kamiuchi»’yi seçti.

Onu ne neyin beklediğini bilmesine rağmen, «Koudai Kamiuchi»’yi seçmekten başka bir çaresi yoktu. Bu ne kadar da acımasızdı ya…

“------kıh!”

Dudaklarımı ısırdım.

Ben… ben daha iyisini yapabilmeliydim. Artık mümkün olmasa bile, Koudai Kamiuchi’nin arz ettiği tehlikeyi daha ciddiye alsaydım, bunu engelleyebilirdim.

Doğru, Yuri onun korkunç olduğunu ağlayarak söylediğinde tedbir alsaydım, bunlar olmazdı. Bu [Asil Krallık]’ı hafife almamızın ve zamanımızı boşa harcamamızın sonucuydu.

...Ama henüz her şey bitmiş değildi ya.

«Yuri Yanagi»’nin düğmesine basmak üzereydim---

«Benimle sadece üç [Gizli Buluşma] yaptın!»

Her nedense Maria’nın söylediğini hatırladım.

...neden onu şimdi birden hatırladım? Şu anda onun bir önemi yoktu, öyle değil mi? Şu an yapabileceğim en iyi şey canı yanan Yuri'yi rahatlatmaktı.

Tabi, Maria da tehlikedeydi. Yuri gibi o da Koudai Kamiuchi’yi seçmeye zorlatılmıştı.

Ama Yuri ile aynı sebepten dolayı değildi. O sadece Maria’nın bizimle danışma fırsatını vermek istemediği içindi. Onun en önemli hedefi hayatta kalmak olduğu için, bizim ona karşı komplo kurmamız ve bir plan yapmamızın her ihtimalini ezip geçmeye çalışıyordu.

Muhtemelen ‘sahip’ onun umurunda bile değildi artık. Varlığı bile şüpheli olan ‘sahip’i bulup öldürmektense, [Asil Krallık]’ı kazanmayı düşünüyordu.

Koudai Kamiuchi [Şövalye]’ydi. Kazanmak için [Kral] ve [Prens]’i öldürmesi gerekiyordu.

Ve o hedefler [Kral] olan İroha, ve [Prens] olan Yuri'di.

Öyleyse Maria hala o ikisinden daha güvendeydi. Tabi o da hala tehlikedeydi, ama onun tehlikenin boyutu farklıydı.


O yüzden---

O yüzden, ben --- «Yuri Yanagi»’yi seçtim.


[İroha Shindou] -> [Yuri Yanagi] 17:00~17:30
[Yuri Yanagi] -> [Koudai Kamiuchi] 15:00~16:00
[Daiya Oomine] ölü
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 16:20~16:50
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuri Yanagi] 15:00~16:00
[Maria Otonaşi] -> [Koudai Kamiuchi] 16:20~16:50

▶Altıncı Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası[edit]

Yuri'nin odasına vardığım gibi kucaklandım.

Hemen suratını göğsüme yapıştırdı, bu da muhtemelen ifadesini gizlemek istediğinden kaynaklanıyordu. Bana hızla gelmeden önce kısacık bir anlığına gördüğüm o boş ifade.

“......ölmek istemedim.”

Dedi gergin bir sesle, suratı hala göğüsümde.

“Ne olursa olsun ölmek istemedim. O yüzden, o yüzden ben---”

Onun konuşmaması için elimi sırtına koydum.

“Üü… üüüüüüü……”

Ağlıyordu.

«Yanagi» ağlıyordu.

Aah---ben ne kadar da bencildim. Böyle bir zamanda bile, Yuri'yi destekliyor olmam gerekmesine rağmen, tek düşünebildiğim şey «Yanagi»’di.

Ama bir kızı kucaklarken ağlayışlarını dinlemek - o zamanlar isteğime karşı olarak defalarca böyle durumlarla karşılaşmıştım.

Bana o hisleri hatırlattığı için bir vesveseye kapılmıştım---

---Bir zamanlar hissettiğim duyguları tekrar hissettiğimin vesvesesi. «Nana Yanagi»’ye hissettiğim duygular.


Aah, göz yaşları üniformamın ıslattı. Ne kadar yazık…

Onları içmek istedim.

“------”

Böyle düşüncelere sahip olduğum için kendimden nefret ettim.

Ben ne düşünüyordum? Öyle bir şeyi tekrarlamamaya karar vermemiş miydim?

Kendime öyle bir şeyi başka bir insana yapmaya izin veremezdim. Başarısız aşkım ile aynı bararısızlığı tekrarlamamalıydım.

Artık --- bana aşık bile olmayan birisinin bana dayanmasına izin vermeyecektim.

Ama buna rağmen,

“Seni… seviyorum.”

Bunu suratı hala göğüsümdeyken söyledi.

“Seni seviyorum. Seni seviyorum Kazuki. O yüzden bana öyle şeyler yapmasını kesinlikle istemedim.”

“------ah”

«Nana Yanagi» kaybolduktan sonra, her gün tekrar tekrar üzerinde düşündüğüm bir soru vardı:

Eğer beni sevdiğini söyleseydi,

sonuç farklı mı olurdu?

Bunun sadece günahımı haklı çıkartmak için bir kuruntu olduğunun farkındaydım. Ama bunun farkında olmama rağmen, bilmek istiyordum.

Bu varsayımın cevabını bilmek istemiştim.

“......seni seviyorum……”

«Yanagi» beni sevdiğini söyledi.

Ona şu an ihanet etmediğim sürece, o elbet beni kabul edecekti. Eğer bu mutluluk ile sonuçlanırsa---

O geçmişten kurtulacak mıydım?

“...Özür dilerim o kadar apansız söylediğim için.”

Sonunda başını kaldırdı. Gözleri artık boş değildi, ama göz yaşlarından kızarmıştı. İradesi gözlerinden çok açık gözükülüyordu.

Benden uzaklaştı ve yatağın üzerine oturdu. Bende onun yanına oturdum.

Bu yatağın üzerinde Yuri'ye---

Daha fazlasını düşünemeden önce, Yuri elini benim sağ elimin üzerine koymuştu. Ben onun bu elini aldım ve sıkıca kavradım.

“ne olursa olsun…...bunu tekrar yaşamak istemiyorum…”

“...Imhım.”

Acısı fazlasıyla anlaşılıyordu.

“......ben şimdi berbat bir şey diyeceğim. Ama lütfen… benden nefret etme.”

“Senden nefret etmeyeceğim!”

Ondan nefret etmeye başlar mıyım diye endişelenmiş bir vaziyette mırıldadı.


“Kurtar. Beni.”


“---bu berbat mı…?”

Başını hafifçe salladı.

“Beni en yüksek öncelikle kurtarmanı istiyorum. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun?”

Hala hayretteydim, o yüzden kederli bir bakış ile,

Sen [Devrimci]’sin, öyle değil mi Kazuki?”

Aa, demek varmaya çalıştığı şey buydu.

Benim Koudai Kamiuchi’yi öldürmemi mi istiyorsun?”

Bunu açıkça söylediğimde sessiz kaldı.

“Ama bildiğin gibi öldürmek---”

“---ben bile!”

Beni bir haykırışla böldü. Bundan affallamıştım ve o hantalca yere doğru baktı.

“Ben bile… başka bir vasıtayı kullanmak isterdim. Birini öldürmemiz gereken bir çözüm istemiyorum. Ama başka var mı ki? Bunu ikinci defa yaşamak zorunda olmadığım veya hayatta kalabileceğimiz başka bir yol var mı? Yoksa… bana gerçekten onu ikna etmenin mümkün olduğunu mu söylemek istiyorsun?”

“Yani---”

Söyleyemedim. Ben bile onu artık ikna etmenin imkanının olmadığının farkındaydım.

Ama bu onu kendi yargılarım ile ölmeye mahkum etmem için yeterli sebep miydi?

...hiçbir şekilde değildi. Ne kadar affedilemez olsa da, onun ölümünü hak verecek ne kadar çok sebep olsa da, her şey bunun doğru olduğunu gösterse de, katil olduğum an hayatım tepetaklak olacaktı.

Ve ondan sonra günlük hayatıma geri dönemeyecektim.

Öyleyse yapamazdım.

Ve yapamama rağmen---

Bana ihanet etme.”


Ben,

Ben tüm bu zamandır böyle bir fırsatı bekliyordum. O geçmişi tekrarlamak için bir fırsat bekliyordum.

Doğrusu fark etmiştim.

Nana Yanagi’nin tavrının sebebi sırf onu Touji hakkında rahatlatmamı istediğinden dolayı olmadığını fark etmiştim.

Yardım edilemeyecek vaziyetteydi, ama o bile Touji’ye olan sevgisinin çarpık olduğunu fark etmişti. Başkasını düzgün bir şekilde sevmek istemişti.

Touji’ye olan duygularıyla baş edemeyince, bana göz yaşlarını yallattırdı. Bana onun tadını hatırlatmıştı. Ve o şekilde kalbim çalınmıştı, tam da istediği gibi.

Ben de kullandığı yöntemin yanlış olduğunu düşünüyordum.

Ama o hisler sahte filan değildi.

Onun ne istediğini fark etmiştim. Fark etmiştim, ama fark etmemiş gibi davranmıştım.

Ne de olsa ben Touji’nin en yakın arkadaşıydım, ve Yanagi da onun kız arkadaşıydı. O yüzden ona olan sevgimi itiraf etmeye bile hakkım yoktu.

Yanagi'nin benden istediğini yapabilmemin imkanı yoktu.

Ama bu onun hislerini fark ettiğimin gerçeğini değiştirmiyordu. Fark ettiğim ve bilerek görmezden geldiğim gerçeği değişmiyordu. Onu terk ettiğim gerçeği değişmiyordu.

O yüzden, sonuç olarak benim günahımdı.


«Yanagi» şiş gözlerini kapattı ve dudaklarını bana doğru çevirdi.

İfadesi «Nana Yanagi»’ninkine gerçekten de benziyordu.

Artık fark etmeme numarası yapamıyordum.

«Yanagi»'nin duygularına yanıt vermem gerekiyordu.

Onu omuzlarından tuttum, bu da biraz sıçramasına sebep oldu. Gözlerimi kapattım ve onun dudaklarına yaklaştım---


---bu yanlıştı.


Onun dudaklarına daha fazla yaklaşmadım ve gözlerimi açtım

O ani sözler nereden çıktığını bilmiyordum. Ne de o şekilde düşündüğümü biliyordum.

Sadece, o birkaç kelime ona benziyordu.

Maria.

…...ne kadar da sorumsuzsun Maria! Sen olsan ne yapardın?

Ama zihnimden ona lanet etsem de sonuç değişmeyecekti. Artık «Yanagi»'nin benden istediğini yapamazdım.

«Yanagi» onu öpmemi bekliyordu. Biraz tereddüt ettikten sonra, onu yanağından öptüm. O gözlerini açtığında, yine de mutlu bir şekilde gülümsedi.

Öpüşmenin tadı göz yaşları gibiydi.

Ama biraz garipti.

Susuzluğum bununla giderilmemişti.

▶Altıncı Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Ne yapmam gerektiğini düşünürken bile gelişmeler oluyordu.

«[İroha Shindou] zaman çizelgesine itaat etmediği için infaz edildi»


- [İroha Shindou], odasına saat 17:40’a kadar geri dönmediği için infaz edildi. Başı kesilerek ölüm.

▶Altıncı Gün <D> Büyük Oda[edit]

Büyük odanın üzerinde iki hintkeneviri torbacık vardı. İçerikleri benimki ile aynıydı, ama saatlerin renkleri farklıydı. Renkler siyah ve turuncuydu. Daiya’nın ve İroha'nın taktığı renkler.

Kalan iki günlük yemekler, toplam dört günlük, tabi ki de Koudai Kamiuchi tarafından alındı.

Ama bunu görürken bile İroha'nın ölümü bana yalan gibi gelmişti.

Her şeyden önce, zaman çizelgesine itaat etmediği için mi ölmüştü? Bu mümkün müydü, yani, Noitan bile gelip saati söylüyordu.

“Açık bir intihar vakası.”

Dedi Koudai Kamiuchi.

“Bu duruma dayanamadı ve hareket etmeyerek istekli olarak kendini idam ettirdi. Herhalde benim tarafımdan yenilmektense ölmeyi tercih ettiğinden filandır. Oha, Mariççi’den hemen sonra tekrar reddediliyorum, kızlar amma da kaba…”

İroha intihar mı etti? O İroha mı?

Bu çok yanlış gelmişti. Onunla sadece birkaç gün geçirmiştim, ama öyle bir seçenekte bulunacağına inanamazdım.

Yuri da onun ölümünü fark etmekle sorun yaşıyordu anlaşılan. Eline turuncu saati almış donuk bir şekilde ona bakıyordu. Maria kuşkuyla onu izledi.

“Yanagi.”

Yuri hala dalgın bir şekilde Maria’nın çağrışına tepki verdi.

“Üzgün değil misin?”

Ancak bu ona söylendiği zaman ifadesinde duygular dolmaya başladı. Göz yaşları gözlerini ıslatmaya başlandığında çömeldi ve yere baktı.

“......”

Anlaşılan Maria onu o şekilde daha fazla izlemeye dayanamadı ve başını iki yana salladıktan sonra gözlerini kaçırdı.

“Ona ne zaman ağlaması gerektiğini öğretmen ne kadar da güzel Mariççi.”

“...hımf.”

Maria hoşnutsuzluğunu belli ettiğinde Koudai Kamiuchi dudağını büktü,

“Ne kadar da soooğuk. ...bu arada, Hoşino-senpai.”

Gözlerini bana doğru çevirdi.

“Sen [Devrimci]’sin, değil mi? Öyleyse beni sıradaki zaman diliminde öldürebilirsin. Bunun da anlamı benim seni bu dilim içerisinde öldürmem gerektiği---”

---Dan.

Bıçağını masanın içine sapladı.

“Direnmeye çalışmak ister misin? Hayhay, devam et! Gerçi, senin sadece çıplak ellerin varken ben bıçağı kullanacağım ama. Aa, bari hepsiyle bana saldırabilirsin istiyorsan?”

“......üçe bir mi?”

“Eğer kazanabileceğini düşünüyorsan, lütfen devam et.”

...imkansız. Maria dövüş sanatlarını ne kadar iyi bilse de güçsüzdü. Bir tür anlaşmamız olmadan silahlı olan Koudai Kamiuchi’ye karşı kazanabileceğimizi düşünmüyordum. Ve o zaman bile…

“Yani diğer bir diyişle, senin öleceğine çoktan karar verildi Senpai.”

Koudai Kamiuchi bıçağı masadan çıkarttı. Ardından bana doğrulttu ve ağzının kenarlarını kaldrdı.

“---en azından sen öyle düşündün.”

Onun davranışını algılayamayınca affallamıştım.

Ardından anlaşılan komik olduğu için yüz ifademe kahkaha attı.

“Merak ettim: benim bu şekilde ezici galibiyetimin olması sıkıcı değil mi? Bari biraz daha heyecanlı yapabiliriz, katılmıyor musun?”

Bu herifin ne dediğine dair hiçbir fikrim yoktu. Galibiyet veya kayıp, eğlenceli veya sıkıcı, umurumda değildi.

“İddiaya girelim.”

Benim asık suratımı tamamen görmezden gelerek devam etti,

“Bunu tekrar bir doğrulayım: sen sıradaki <E> diliminde [Suikast] komutasını kullanabilirsin, değil mi? Bana [Suikast] yapmayacağın sonucuna vardım. O yüzden, bunun iddiasını yapalım.”

“......?”

“Di-yor-um-ki, bana [Suikast] yaparsan doğal olarak ölürüm, öyle değil mi? Eğer öyle olursa, tabi ki de kaybederim. O yüzden buna karşılık sen bunu yapmadan zamanın geçmesine izin verirsen benim galibiyetim olsun. Bu kadar.”

“...seni anlamıyorum! Böyle bir iddia da neyin nesi? Hiçbir şekilde yararını görmüyorsun ki, öyle değil mi? Benim tarafımdan [Suikast] edilmek mi istiyorsun yoksa ne?”

“Tabi ki de hayır. Demedim mi? Eğer galibiyetim bu kadar eziciyse komik değil!”

“Ben de işte tam da bunu anlamıyorum!”

“Aa… ehm, bakalım. Bir risk almanın kendisi heyecan verici - anlıyor musun?”

Sadece suratımı asabildim.

“Örneğin, diyelim ki dünya turnavasına girdim, bu da imkansız tabi ki de, ama her neyse: gol atmayı başardım. Takımım kazandı. O durumda ne tür bir beceriksiz olursam olayım, süperstar olurum. Fakat, aksine rakibin bir gol atmasına izin verirsem ve Japonya bu sebepten kaybederse, birçok insan tarafından nefret edilirim ve düşman olurum.”

Doğru, bu çok karlı ama çok da tehlikeli olurdu. Neredeyse kumar gibi.

“Sen öyle bir maçtan kaçınmak isteyecek tiplerdensin, değil mi Senpai? Çünkü sen o kadar insan tarafından nefret edilmekten korkuyorsun. Ama ben tam tersiyim! Tam adrenalin olur. Bunu yapmaya bayılırdım.”

...anladım, sanırım anladım. Ama---

“...garip olan… kendi hayatını iddia etmek!”

“Yani, gerçekten de fazla abartmak olabilir.”

“Her şeyden önce hayatını iddia etmekten ne elde ediyorsun?”

“Bir «ödül» var, yok mu?”

“He?”

Öyle bir şeyden hiç haberim yoktu.

“Ben baştan beri bir «ödül»’ü hedefliyorum! Sanırım o zaman da bahsetmiştim.”

Onun ilk sözlerini hala hatırlıyordum. Taşınılabilir cihazımda birkaç defa okuduğumu hatırlıyordum. Bu elbet---

«Günaydın. ...Ah, tam üç fıstık var! Ne ballıyım!»

“......dur…”

“Bir tane aldım bile!☆”

Kimsenin [Asil Krallık]’ın başlamasını istemesinin imkanın olmayacağını düşünmüştüm. Bu konuda doğru olduğumdan tamamen emindim.

Ama yanılmıştım. Koudai Kamiuchi daha baştan beri bu durumdan zevk alıyordu.

“Seni anlayamıyorum. Eylemlerinde hiç tutarlılık yok. Gerçekten ne istiyorsun sen ya?”

“Benim hakkımda bunu sık sık söylerler!”

Maria’ya büyük bir gülümseme ile yanıtladı.

“‘Ne yapmak istiyorsun’, ‘kendine bir hedef bul’, ‘ciddi ol’ - kendi işine bak! Bunların hepsi ilgisiz değil mi? Ben o öğüt veren aptallardan daha iyiyim. Onların kıskaçlıklarıyla uğraştırma beni!”

“Anladım. Sen tam aptalsın.”

“Ağzından çıkana dikkat et!”

Maria soğuk bir ton ile azarlandığında uysalca sessiz kaldı.

“Peki ala, iddiamıza geri dönelim Hoşino-senpai. Hayatlarımızı iddia ediyoruz - anladın değil mi? Öyleyse bedelini konuşalım. Aslında benim kazanacağıma rağmen bunu yapacak kadar bonkör olduğum için bir tek benim olacak, tamam mı?”

Reddetmeme izin vermezdi zaten.

“Tek yapman gereken bana güzel bir performans göstermek!”

Düzgün bir şey olamayacağını biliyordum. Ama---

Bana sadece Yuricim tarafından nasıl öldürüldüğünü göster.”

Ama onun talebi bütün beklentilerimi geçti.

“......ne demek istiyorsun?”

“Tam da dediğim gibi. Eğer kazanırsam, hepimiz doğal olarak yarınki <C> dilimine zarar görmeden gelmiş olacağız. O zaman tekrar Yuricim ile [Gizli Buluşma]’mız sırasında eğlenebilirim. Yani, Yuricim ile birlikte çalışacağım ve ardından sana [Cinayet] komutunu kullanacağım Senpai.”

“Ne diyorsun sen? Yuri [Prens] değil mi?”

“O [Kral]!”

İlan etti Koudai Kamiuchi serinkanlılıkla.

“He? Bu ola---”

Cümlenin ortasında duraksadım. Yuri bana sararmış bir surat ile bana alttan bakıyordu.

“...Yuri…?”

“Ö-Öyle değil… beni yanlış anlama Kazuki!”

Neden? Neden daha hiçbir şey dememe rağmen kendi için mazeret veriyordu?

“Kıscası şöyle: Yuricim [Sınıf]’ı hakkında yalan söyledi. Kaichou ile [Sınıf] değiştirdi.”

“...ne için?”

“Hayatta kalmak için elbette!”

Yuri'nin sararmış ifadesi bana bunun gerçek olduğunu söylüyordu.

“Yuricim'in tehditime karşı koyabilmesinin imkanı yok, ne de olsa böyle aldatmacalar kullanacak kadar hayatta kalmak istiyor! Sana kolaylıkla [Cinayet] işleyebileceğim.”

“......yapmayacağım.”

Yuri fısıldadı.

Koudai Kamiuchi ona dudak büktü, hayret etme numarası yaparak.

“[Cinayet] kullanmayacak mısın? Hehe, kullanacaksın!”

“...B-Benimle dalga geçme. Kazuki'ye asla öyle bir şey yapmam, ve de yapamam. Öyleyse bunu nasıl bu kadar özgüven ile ilan edebiliyorsun…?”

“Hayır, yani, sen hayatta kalmak için kendi vücudunu teslim eden kız değil misin? Yuricim?”

Yuri yanıt vermedi ve gerildi.

Yuricim hayatta kalmak için kesinlikle öldürecek!”

“Yapma---”

“Aa, onlara benden canını nasıl yalvardığını anlatayım mı?”

Yuri gözlerini sonuna kadar açtı.

“Saf yürekli çocuk bana söylediklerini duyarsa senden artık hoşlanmayabiliir.”

“...dur.”

“Gerçekten inanılmaz. Hiç gururun yok, değil mi? Ben sadece kızlar hakkında saf bir hayali olan bir genç olduğum için, benim için oldukça büyük bir hayretti~”

“D….ur, dur dur…!! Söyleme!!”

Yuri oracıkta göz yaşlarına boğuldu.

“Amma da çabuk ağlıyorsun sen… Merak etme! Sadece şaka yapıyordum!”

Tabi ki de ağlamaları durmadı. Koudai Kamiuchi kollarını kaldırdı, “Aman, aman.”

“Yani, ona inanıp inanmaman senin kararın. İnanmamanı öneririm.”

Yuri ağlarken gözünün kenarından bana baktı.

Yuri için üzülmüştüm ama bana [Cinayet] işlemesinin ihtimalinin var olduğunu düşünüyordum. Ne de olsa, kendi [Sınıf]’ı hakkında bile yalan söylemişti. Eğer ölüm ile tehdit edilirse, karşı koyabileceğinden şüphe duyuyordum.

Yuri işte bu kadar hayatta kalmak istiyordu.

“Yani, iddiamızı ilgilendirenler bu kadar. Kabul etmekten başka bir seçeneğin yok. Ama elbette itirazın yok, değil mi? Ne de olsa, sen bununla hiçbir şey kaybetmiyorsun.”

Konuyu kendisi sonlandırdıktan sonra, Koudai Kamiuchi birden aşırı samimi bir şekilde kolunu omzuma attı ve yaklaştı, neredeyse cinayeti işlemeden önceki gibi.

---Ha?

Bunu düşündüğüm an o pantolonumun cebine bir şey soktu. Ona baktığımda, işaret parmağını dudaklarına dayadı. Omzuma sarıldığı için Yuri ve Maria olanları görememişti.

Amacını elde ettikten sonra beni tekrar bıraktı.

Elimi cebin içine soktum ve ince bir şey hissettim.

Kağıt mı…? Diğerlerinin görmesini istemediği bir mesaj mı vermişti bana…?

“Kazuki.”

Elimi anında cebimden çıkarttım. Maria davranışlarımın üstünde durmadan devam etti,

“Bunun bir sorun olduğunu düşünmüyorum, ama bunu tekrar söylememe izin ver:”

Maria gözlerini benim üzerimde odakladı ve,

“Öldürme,” dedi.

...Yani, evet. Bunu söyleyeceğini beklemiştim.

Durum ne olursa olsun, kim hakkında olura olsun, Maria asla birinin ölmesi gereken bir durumu dilemezdi.

“......bende yapmamayı yeğlemek. Ama o zaman ne yapmalıyız? Ben hala iyiyim ama sen ve Yuri…”

“Kendini bunun uğruna feda etmek mi istiyorsun? Bilmiyor musun? Eğer birini öldürürsen, [Suikast]’la olsa bile, hayatın boyunca sana mani olacak.”

Bunun farkındaydım.

Koudai Kamiuchi’yi öldürdüğüm an, günlük hayatıma geri dönemezdim artık.

Ama---

«Bana ihanet etme

Yuri hala ağlıyordu.

Onu o şekilde gördüğümde, bir zamanlar söylediğim sözler tekrar aklıma geldi.

«Artık sana katlanamıyorum.»

Bir daha öyle bir şey yapmayacaktım.

O hatayı ikinci bir defa yapmayacaktım. O yüzden, yapmam gereken şey---

“Bizi kurtarmayı düşünmen gerekmiyor Kazuki.”

Yakalandığımı hissettiğim için gözlerimi kaçırdım.

“Kendini böyle bir şey için feda etmen gerekmiyor. Sen sadece kendi hayatını korumayı düşün.”

“...ama bahisi kaybedersem öldürüleceğim?”

“Merak etme.”

Maria bunu tabii bir şeymiş gibi söyledi,

Seni koruyacağım Kazuki.”

▶Altıncı Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Nota bakmadan bile iyi bir şey içermermeyeceğini biliyordum.

«Her şeyin çözülmesini istiyorsan tek yapman gereken şey Yuri'yi öldürmek!»

Ama bu kadar aptalca bir mesaj beklememiştim.

Tabi, Yuri'nin [Sınıf]’ı benimkine karşıydı, çünkü ben [Devrimci]’ydim. [Şövalye] olan Koudai Kamiuchi için aynıydı. Bununla birlikte [Devrimci] ve [Şövalye] birlikte kalabilridi. Oyun bakımından onu öldürmenin anlamı yoktu.

Ne olmuş yani?

Benimle bu bahise girmesinin sebebi bana bu notu vermesiyle Yuri'ye [Suikast] yapacağımı filan mı düşünmesiydi?

Beni öyle küçümsemekten vazgeç.

Notu buruşturdum ve masanın üzerine attım. Ardından ekrana baktım.

«Lütfen [Suikast] için bir hedef seç»

İlk günde böyle bir şeyi nasıl asla seçmeyeceğimi düşündüğümü hatırladım.

Ama---

Artık bilmiyordum. Ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.

Ama bir şey yapmadığım sürece kimsenin kurtulmayacağı belliydi.

...Öyleyse gerçekten de Koudai Kamiuchi’yi öldürmem mi gerekiyordu?

Bunun anlamı ‘kutu’ya teslim olmaktı. Kaybetmekti. Ve---günlük hayatıma ikinci bir defa geri dönememekti.

Ama bunun artık bir anlamı var mıydı? Ne de olsa «Yanagi»’yi kurtarabilirsem, vazgeçemediğim günlük hayat alakasız olabilirdi.

Doğru ya! Eğer o hatayı geri alabilirsem, eğer «Yanagi» ile baştan başlayabilirsem, ben---

---Günlük hayatımdan vazgeçmeyi aldırmam.

Elimi ekrana doğru uzattım.

Yazık oldu Koudai Kamiuchi, ama bahisi ben kazandım! «Yanagi»’yi kurtaracaktım. Bu bana uygundu. Bu benim için adaletti.

Öyleyse, sorun yok, değil mi Maria? Bu sonuçla sorunun yok, değil mi?

İçimdeki Maria’nın benim lehimde cevap vereceği beklentisiyle sordum.

Ama dediği şey---

«Seni koruyacağım Kazuki

---daha önceden söyledi sözlerdi.

“........ah.”

Elimi durdurdum çünkü o sözler hakkında bir şeyin garip bir his verdiğini fark ettim.

Doğru, neden öyle bir şey demişti…? Ben acaba bir şeyi gözden mi kaçırmıştım?

---Aa, doğru. Şimdi durup düşününce, İroha'nın ölümünün sebebi neydi?

İroha asla hayatını o kadar kolaylıkla pes etmezdi. Bununla ilgili bir yanlışlık vardı…

Ama ya idam edildiği zaman zaten ölümün eşiğindeyse? Ya da, ya onun ölümü o zamanda çoktan karar verildiyse?

Taşınabilir cihazımı çıkarttım ve kurallara baktım.

Biri [Öldürücü Darbe]’nin hedefi olarak seçilse bile, 17:55’e kadar gerçekleşmez. İroha 17:40’ta ölmüştü. Eğer o vakitte [Öldürücü Darbe] tarafından öldürüleceğini bilseydi...

Bize bir mesaj göndermez miydi?

…...Hayır, bu gerçekten de olamazdı. İroha [Kral]’dı. Kendisini [Cinayet] hedefi olarak seçmesinin imkanı yoktu---

---Bir dakika, bu yanlıştı. Bu farklıydı. İroha [Prens]’ti.

[Cinayet] hedefini seçebilen [Kral] ise---


---Yuri Yanagi


Hayır, hayır, bu imkansızdı. Düşünmeden karara varma. Bunun İroha'dan bir mesaj olduğu sadece şimdiki bakış açımdan kaynaklanan bir düşünce.

Ama,

Taşınabilir cihazı kontrol ettim.

Şüphesizdi. Ölüm anına kadar---İroha Yuri ile [Gizli Buluşma]’daydı.

İroha çizelgeye itaat etmemişti ve idam edilmişti. Çünkü 17:40’a kadar odasına geri dönmemişti. Çünkü Yuri'nin odasından kendi odasına geri dönmemişti.

Kısacası---

Yuri İroha’nın ölümünü gözü önünde şahit olmuştu.

«Üzgün değil misin?»

Bu Maria’nın turuncu saate bakan Yuri'ye sorduğu soruydu. Ardından Yuri bardak taşmışcasına ağlamaya başlamıştı.

Ağlaması gerektiğini hatırlamış gibi.

«Ne olursa olsun ölmek istemedim. O yüzden, o yüzden ben---»

Ölmek istemediği için mi?

Ölmek istemediği için.

«Seni seviyorum. Seni seviyorum Kazuki.»

“......”

Elimi masaya uzattım. Buruşturduğum notu açtım.

«Her şeyin çözülmesini istiyorsan tek yapman gereken şey Yuri'yi öldürmek!»

...Koudai Kamiuchi’yi öldürdüğümü varsayalım. Oyun elbet devam ederdi çünkü ben [Devrimci]’ydim, Maria [Dublör]’dü ve Yuri [Kral]’dı.

Öyleyse o zaman ne yapacaktı? Yuri ne olursa olsun ölmek istemediğine göre ne yapacaktı?

Koudai Kamiuchi söylemişti.

«Yuri hayatta kalmak için kesinlikle öldürür

Gümbür gümbür atan göğüsümü bastırdım.

«Öldürme.»

Maria neden o cümlenin sonuna «Koudai Kamiuchi» eklememişti?

İsteksiz olarak taşınılabilir cihazımı çıkarttım. Ardından Maria’nın sözlerini tekrar oynattım.

«Seni koruyacağım Kazuki

Kayıta ne kadar dinlesem de, sözler değişmedi. Maria biliyordu. O yüzden Yuri'nin ağlıyor olmasına rağmen, herkesi kurtarmak istediğine rağmen, şunu dememişti:

«Hepinizi koruyacağım.»

Bunu neden demediğini anladım.


Ve ardından ben---

▶Yedinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

“Ben kazandım.”

Koudai Kamiuchi ile girdiğim bahisi kaybettim.

▶Yedinci Gün <C> [Koudai Kamiuchi] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

[İroha Shindou] ölü
[Yuri Yanagi] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:40
[Daiya Oomine] ölü
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 15:40~16:40
[Koudai Kamiuchi] -> [Kazuki Hoşino] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Kazuki Hoşino] 16:50~17:20


Beni [Gizli Buluşma] için seçeceğini hiç düşünmemiştim.

“Ha, suratına bakılırsa bana [Suikast] uygulamamanın sebebi gerçeği fark ettiğin içindi, değil mi?”

Hayatını önceden tehlikede olmasına rağmen, Koudai Kamiuchi her zamanki gibi benimle rahatça konuştu.

“...inanıyor muydun?”

Hafifçe gülümsedi.

“Yok be! Sana söylemedim mi? Tehlikeden zevk alırım!”

Zihin yapısı benim için gerçekten de muammaydı.

“Öyleyse şimdi de sana Yuri'yi öldürmem konusunda yardımcı olmamı mı istiyorsun? ...imkanı yok, değil mi. Eğer öyle bir niyetin olsaydın dün zaten yapardın. Ühihi, seni öldürmeye hazır olduğunu belirttiğimde Yuricik amma da telaşlıydı, öyle değil mi Senpai? ...bu amma da tatlıydı.”

“...Neden?”

“Hım?”

“Neden o şekilde yazdın? Neden onun yaptıklarını bir bir söylemedin?”

Koudai Kamiuchi soğukkanlı bir şekilde cevap verdi,

“Bunu yapamam.”

“Ama neden?!”

“Yani, çünkü ona aşık oldum.”

İlk başta bunun başka bir şaka olduğunu düşünmüştüm. Ama onun gözleri yalan söylemiyordu.

“...ama kullanıldığını fark ettin he? Seni de öldüreceğini fark ettin, değil mi?”

“Yani, evet.”

“Ve ona hala aşık mısın?”

“Bunca zamandır bunu söylüyorum ya.”

Bu çok garipti. Bu şekilde düşünmek normal değildi.

“O surat da neyin nesi? Sana da benzer bir şey yapmadı mı? Öyleyse benim hislerimi de anlayabiliyor olman gerekir.”

“Anlayabilmemin imkanı y---”

“Ee Senpai, bir an bile onu öldürmeyi düşündün mü?”

“...Ben,”

Farkında olmadan ağzımı kapattım. Hayır, o yanılıyor olmalıydı. Hedef kim olursa olsun ben öldüremezdim.

Ama daha önceden Yuri'yi öldürmeyi aklımın ucundan bile geçirmeden onu öldürme eşiğinde olmam doğruydu. Ve şimdi buna dikkat çektiğinde bile yapmak istemiyordum.

“Aldatılırken bile insan yine Yuri tarafından büyüleniyor. Bu ikimiz için de geçerli, değil mi? Onun o kadar hayatta kalmasını anlayabilidiğimiz için, onu affetmek istiyoruz. ...yani, kısacası fark etmemize rağmen aldatılmaya devam ediyoruz. Ha… üf ya, Yuri bu oyun içerisinde fazla güce sahip.”

...biz aldatılmaya devam ediyorduk.

...sanırım öyleydi. Ben hala Koudai Kamiuchi’nin bunu beni kandırmak için uydurduğunu düşünüyordum. Yapmasını istiyordum.

O yüzden, kendimi bu toy düşünceden kurtarmak için ona sordum,

“...Yuri ile ne zamandan beri işbirliği yapıyorsun?”

“İlk günkü [Gizli Buluşma]’dan beri! O zaman kötü adam rolünü yapmak da Yuri tarafından bir istekti.”

Öyleyse gerçekten de tam başından beri öyleydi. Yuri tam baştan beri, sarılaştığı zaman bile hayatta kalmanın yolunu arıyordu.

“...Daiya’yı öldürmek de mi Yuri'nin talimatı mıydı?”

“Yani, evet. Anlaşılan Yuri o ‘kutu’lar hakkındaki hikayeyi hemen hemen inanmış ve Oomine- senpaı’ın ölümüyle gerçekten sonlanacağını düşünmüştü.”

“‘Kutu’lar hakkındaki hikayeye inanmış mıydı…?”

Bunca zamandır varlıklarını reddetmesine rağmen mi…? Aa, anladım. Bu kalanımız tarafından kuşku duyulmamak için de ayrıca yapılan bir performanstı.

“Hatırlıyor musun, o zaman onu gerçekten yapmadan önce taşınılabilir cihazıma bakıyordum ya? Esasında ben Yuri'nin talimatlarını tekrar okuyordum!”

“...sana ne kadar detaylı talimat verdi?”

“Nasıl davranacağımı aşağı yukarı belirtti. Kısacası kendisinden şüphe edilmeyeceğinden emin olmak istedi, anladın mı? Gerçi, onun bana verdiği sebep bu değildi ama.”

Kamiuchi o olaya sebep olana kadar Yuri mutlulukla gülümsüyordu.


Olacakları bilmesine rağmen.

“......Maria…”

“Hım?”

“Maria neden Yuri'nin bu işin içinde olduğunu bilmesine rağmen sessiz kaldı?”

“Ah, onu bile fark ettin mi?”

Maria ondan önce Koudai Kamiuchi ile [Gizli Buluşma] yapmıştı. Öyleyse o Maria’nın sessiz kalması için onu bir şekilde zorlamış mıydı?

“Doğrusu Mariççi dün çoktan fark etmişti. Ama ikna olmamıştı ve sadece ondan şüphe duyuyordu. Ardından [Gizli Buluşma]’da Yuri'nin durumla olan alakası hakkında beni sorguladı.”

Birden Maria’nın ifadesini hatırladım.

«......demek istediğim şey şu… Yanagi ile birlikte dört tane [Gizli Buluşma] yaptın zaten, değil mi?»

“......sakın söyleme,”

Maria o zamanda Yuri’den çoktan şüpheleniyor muydu? Benim kendisiyle bir [Gizli Buluşma] yapmamı sinsice teşvik ettiğinde mi Yuri'nin tavrından şüphelenmişti?

Ama Maria’nın uyarısını fark edememiştim ve yine de Yuri ile [Gizli Buluşma] yapmıştım. Çünkü «Yanagi» ile olan geçmişime takılmıştım.

Ve bu da bizi olabilecek en kötü duruma sokmuştu.

“Ama Mariççi’nin fazla açık olduğunu düşünmüyor musun? Bana Yuri hakkında soru sorduğunda kendini hiç düşünmedi mi?”

Ona tamamen katılıyordum, ama bu Maria ancak bu şekilde saldırabilirdi.

“Gerçi, bunu daha fazla sır tutamayacağımı düşündüğüm için ona neredeyse bütün gerçeği anlattım. Ah, tam da tahmin ettiğin gibi, onun bu konuda sessiz kalmasını sağladım.”

“...Nasıl? Maria o kadar kolaylıkla tehdit edilemez! Kendi hayatı tehlikede olsa bile öyle bir tehdite uymaz!”

“Sanırım öyle. Onu ne ile tehdit edersen et dinlemiyor. ---o yüzden ona, sana bir şey yapmakla tehdit ettim Hoşino-senpai.”

“......he?”

“Hayır, bunu yapmayı düşünmüyordum, gerçekten. Sadece ona sırada seni öldüreceğimi ilan ettim Hoşino- senpai. Ardından bu teklifi kendi yaptı: «İsteğin üzere gerçek hakkında çıtımı çıkartmayacağım, o yüzden Kazuki’ye zarar verme. Onun yerine beni öldürebilirsin.» Gerçekten, ne kadar da cesur.”

---Aa, şimdi anladım.

«Seni koruyacağım Kazuki

O sözlerin anlamı buydu.

“Bende kabul ettim. Yani, buna bağlı kalmayı düşünmüyorum ama. Yoksa sen bunda bir anlam görüyor musun? Demeye calıştığım, Yuri ona karşı olan [Devrimci]’yi hayatta bırakamaz zaten.”

...Maria bunun fazlasıyla farkındaydı. Kendi fedanın hiçbir şeyi çözmeyeceğini elbet biliyordu.

Ama yine de Maria beni terk edemiyordu.

Çünkü bu onun gurur duyduğu şeydi.

Ama---

“Onun esasında bir aptal olup olmadığını merak ediyorum… Mariççi yani.”

---Koudai Kamiuchi bunu anlamaktan acizdi.

Çünkü o öyle bir gururdan uzak bir yerde yaşıyordu.

“......Kamiuchi.”

“Ne oldu?”

“Yuri sana Daiya’yı öldürme talimatını vermeseydi, yaşamasına izin verir miydin?”

Tereddüt etmeden yanıt verdi.

İmkanı yok.”

Bu muhtemelen onun için zor bir soru değildi.

“Yuri sadece bardağı taşıran son damlaydı. Bana bir bıçak vermese bile benzer bir şeyler yapardım herhalde. Yani zamanın bitmesine kadar beklemek aptallık olurdu.”

Memnuniyetle devam etti,

Onun yerine böyle güzel eğlencenin tadını çıkartabiliriz!

Aa, anladım.

Yuri'nin gizliden yaptığı şeyler bu konuda önemsizdi. Ne olursa olsun Kamiuchi Koudai’yı affetmemeliydim. Ne olursa olsun.

Ben sessizce yumruğumu sıkarken, Koudai Kamiuchi yanımda hintkenevir torbacığını karıştırdı.

“Sana acıdığım için sana bunu vereceğim!”

Bana o bıçağı uzattı.

“......ne dolap çeviriyorsun sen?”

“Şimdilik bunu kendini koruyabilmek için al. Anlaşılan Yuri seninle olan [Gizli Buluşma]’sına kadar sana [Cinayet] işlemeyi düşünmüyor. Eğer Yuri'yi çabuk öldürürsen, belki hayatta kalabilirsin.”

“...ciddi misin sen?”

“...hım? Sana yardım etmem garip mi? Dediğim gibi bunu halinden anladığım için yapıyorum, gerçekten. Bunu ‘Yuri Yanagi’nin Kurbanları Kulübü’ üyesinden bir elveda hediyesi olarak düşün!”

“Öyle değil! Demeye çalıştığım şey… Yuri'ye aşık değil misin?”

Sanki beni anlamamış gibi bana şaşkın bir şekilde baktı.

Aa, anladım.

Onun koruyacak hiçbir şeyi yoktu. Sanki onun kalbinde bir öz göremiyordum. O yüzden onun eylemlerinde bir tutarlılık göremiyorduk. Maria’yı susturmak ve bana Yuri'nin gizli eylemleri ile ilgili bana ipuçları vermek onu hiç rahatsız etmiyordu.”

Bu kadarı yeterdi. Onunla daha fazla konuşmak istemiyordum.

“......ona ihtiyacım yok.”

“Neyse artık.”

Daha derin duygu göstermeden bıçağı masanın üzerine attı.

Konuşma böylece bitti. Yatağın üzerine oturdu ve canı sıkkın bir şekilde taşınılır cihazıyla oynadı. Yere oturdum ve başımı dizlerime dayadım.

Onunla artık konuşmak istemiyordum, ama doğrulamam gereken bir şey vardı.

“Kamiuchi.”

Başımı kaldırmadan ona sordum.

“Ben öldükten sonra Yuri'yi öldürecek misin?”

Yuri ve Koudai Kamiuchi [Kral] ve [Şövalye] oldukları için, bir arada hayatta kalamazlardı. Eğer o oyunu kazanmak istiyorsa, Yuri'yi öldürmesi gerekiyordu.

Cevap verdi,

“Dürüst olmak gerekirse, emin değilim.”

Her zamanki rahat ses tonuyla. Gönülsüzce.

“Bunu başka bir kumar olarak düşünemez miyiz?”

Başımı kaldırdım ve onun suratına baktım.

Her zamanki gibi orada gevşek bir ifade vardı. Koudai Kamiuchi hiç değişmemişti. Daiya ve İroha'yı öldürdüğü için hiç üzülmemişti.

“...hey, Kamiuchi. Böyle bir şeyi ilk defa söylüyorum, ama içimdeki atmam lazım.”

“Çıkar şu ağzındaki baklayı.”

Derin bir nefes aldım ve mümkün olduğu kadar kötü niyetle güç aldım,

Umarım Yuri seni gebertir.”


▶Yedinci Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası[edit]

Benim tanıdığım Yuri Yanagi artık yoktu. Onun suratında her zamanki sevimlililiğinin izi kalmamıştı ve ardından kalan sadece yorgunluktu.

Ve gözlerinde o boşluk vardı.

O gözler bana dün sarılmadan önce gösterdiği gözlerdi. Onun kaynağı yaşadığı zihinsel yara olduğunu düşünmüştüm.

Ama bu yanlıştı.

O boşluk bizim önümüzde rol yapmak için duygularını uzun süreliğine bastırmaktan kaynaklanmıştı.

Ve---o haldeyken onu artık «Nana Yanagi» ile karıştıramıyordum.

...hayır, sadece ifadesinden dolayı değildi.

Muhtemelen onu yanağından öptüğümde çoktan fark etmiştim.

Muhtemelen onun göz yaşlarının «Nana Yanagi»’ninkilerinden farklı olduğunu, susuzluğumu gidermediğini düşündüğümde çoktan fark etmiştim.

Önümde duran kıza öylece baktım.

Ona öylece bakmaya devam ettim, gözlerimi kaçırmadan, ama ayrıca hiçbir duygu göstermeden.

Sararmış kız ellerini göğüsüne bastırıyordu. Düzensiz bir şekilde soluk alıyordu.

Bakışımda herhangi bir duygu ifade etmemeye çalışmama rağmen o bunun ne anlama geldiğini fark etmişti. Ve ızdırap çekmeye başlamıştı.

---günahını fark ettiğinden dolayı.

Biraz bocaladıı ve hızla ağzını elleri ile kapadı. Ama direnişi nafileydi; parmaklarının aralarından kusmuk aktı.

“Üü, güh…”

Ama onunla ilgilenmedim ve onu sadece öylece seyrettim.

Nefret.

Nefret.

Ondan nefret etmeliydim, bizi aldatan, bizi köşeye sıkıştıran, bizi bu duruma sokan kişi. Ondan nefret etmem benim işimi kolaylatırdı. Ayrıca onu düşman olarak algılarsam hala bir fırsat olabilirdi. Ondan nefret etmem gerekiyordu.

Ama buna rağmen, acınası bir halde bana ağladı.

---Acıyordu.

Ağladı.

---Acıyordu, acıyordu, acıyordu, acıyordu acıyordu acıyordu acıyordu acıyordu acıyordu acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor.

“------”

Ne olmuş yani? Yuri da başkalarını köşeye sıkıştırmış ve onlara azap çektirmişti. Şimdi o da böyle acı çekmeyi hakkediyordu. Öyle acınası gözükmek onun başka numaralarından biri olabilirdi. Ona anlayış göstermek düpedüz aptallık olmaz mıydı?

Ve buna rağmen---


“......İyi misin?”


Şimdi durup düşününce, o sürekli olarak özür dilemişti.

“Özür dilerim.”

Klasik özür dileyişi ardından devam etti,

Ama seni yine de öldüreceğim Kazuki.”

Bunu biliyordum!

Tabi ki de canını kurtarmak için kendini o kadar incittikten sonra öylece bırakmayacaktın.

“......Yuri, uzansan iyi olur.”

Bunu önerdiğimde, üstelik ona şefkat duyarak, uysal bir şekilde beni dinledi ve yatağı üzerine uzandı. Ama başını bana doğru döndürmedi.

O şekilde bana sordu,

“......direnmeyecek misin?”

“Direnmeyeceğim.”

Ben bile kendi belirgin sözlerime hayret etmiştim. Ona karşı çıkıp çıkmayacağım konusunda emin olmamama rağmen, anında onun sorusuna cevap vermeyi başarmıştım.

Ama böyle herhalde iyidi. Bu içgüdüsel sözler benim elbet son cevabım olacaktı.


“...öyleyse neden benimle [Gizli Buluşma] yapmak istedin?”

“Çünkü bir dileğim var.”

Ardından ona neden [Gizli Buluşma] eşim olarak Maria’yı değil onu seçtiğimi söyledim,

Maria’yı öldürme.”

Yuri'nin hayret içerisinde nefes aldığını fark ettim.

“...Neden Otonaşi'yi öldüreceğimi düşünüyorsun? Yani, ben [Kral]’ım ve Otonaşi da [Dublör].

Oyun bakımından onda benim hayatta kalmam için öldürmemin gerekmediği bir [Sınıf] var.” “Bana Koudai Kamiuchi’yi öldürmeye çalıştırdın, değil mi?”


“......evet.”

“Onu öldürseydim bile oyun sonlanmayacaktı. Fakat sen beni öldüremeyecek vaziyete düşerdin. O yüzden öldürmek için kimi kullanırsan kullan, neticede son kalan kişiyi kendi ellerinle öldürmen gerekiyor. O yüzden merak ettim: neden özellikle benim onu öldürmemi istedin?”

Yuri sessiz kaldı, ama ben kendi başıma doğru cevabı bulmuştum,

Çünkü benim gibi birini öldürmek kolay, öyle değil mi?”

Başı hafifçe seğirdi.

“Koudai Kamiuchi’yi son olarak bırakmak fazla tehlikeli olurdu, çünkü bıçağa sahip olan son kişiyi öldürmen gerekirdi. Ama söz konusu ben olunca, senin için neredeyse hiç tehlike yok. O yüzden beni kurtarmak istedin. Yoksa yanılıyor muyum?”

Yuri bir süreliğine sessiz kaldı, ama sonunda düzgün bir şekilde cevap verdi,

“......haklısın.”

Bunu kabul etmesi beni sarsmıştı. Ama o hisleri gizledim ve devam ettim,


“Ama şimdi Koudai Kamiuchi’yi kendin öldürmen gerekecek. Bunun üzerine kendi başına bıçakla doğrudan yapman gerekiyor, yoksa onunla doğrudan yüzleşirsen kazanma ihtimalin yok. Öyleyse ne yapacaksın acaba? Hayatta kalma ihtimalini nasıl yükseltirdin?”

“......”

“...sanırım ne demek istediğimi zaten biliyorsun, değil mi? Hayatta kalma olasılıklarını yükseltmek

için---Maria Otonaşi’yi kullanacaksın.”

Yuri dertop oldu.

“Yani, onu tam olarak nasıl kullanmayı düşündüğünü bilmiyorum! Sadece yaptığın her şeyden sonra kendini sınırlamaya başlaman saçmalık. Yuri, en kötü ihtimal hayatta kalmak için Maria’yı öldürürdün.”

Onun yüzüne yaklaştım ve gözlerinin içine baktım.

“O yüzden, lütfen.”

Sözümü tekrarladım.

Maria’yı öldürme.”

Onun gözlerini kaçırmasına izin vermeyecektim. Ona bu konuda söz vermesini sağlamam gerekiyordu.

Boş bakışı olan kız biraz korkmuş bir tavırla cevap verdi,

“...bunun sözünü vermek kolay. Sadece söylemem gerekiyor, yalan olsa bile.”

“......hım?”

“Demeye calıştığım, buna uyup uymayacağımı doğrulayabilecek hiçbir yolun yok, çünkü Otonaşi'yi kullandığımda ölü olacaksın. Öyleyse şimdi öyle bir şeyin sözünü yapmak saçma değil mi? Şimdiye kadar eğer gerek varsa yalan söyleyeceğimin farkında olman gerekir.”

Oysa sadece söz vermesi gerekmesine rağmen bana bilerek tavsiye vermişti.

“...sen Koudai Kamiuchi’den farklısın.”

“He?”

“Sen düzgün bir şekilde günahını fark edebiliyorsun. O yüzden, benim tehditime boyun eğeceksin.”

Tehdit. Öyle bir kelime kullandığım için gözlerini sonuna kadar açtı.

“Eğer Maria’yı öldürürsen---senin hayatını mahvedeceğim.”


Yuri sözümüzü bozduğunda artık hayatta olmayacaktım. Ama bu onu tehdit edemeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Tek yapmam gereken şey o sözü bozduğunda yürürlüğe girecek bir şey hazırlamaktı.

“Eğer Maria’yı öldürürsen, ömrünün sonuna kadar seni lanet edeceğim ve sana zulmedeceğim. Sana bütün gün boyunca lanet eden bir ruh olacağım. Bir anlığına bile olsun senin bir katil olduğunu

unutturmayacağım. Böylelikle sana hayatın anlamını kaybettireceğim ve seni sileceğim.”

Sesimdeki kararlılığı duyduktan sonra Yuri yüzünü gülümsemek veya ağlamak üzere olacak bir şekle büründürdü… tam çıkartamamıştım.

“O senin için değerli he.”

Diye fısıldadı.

“Otonaşi senin için çok değerli, öyle değil mi?”

O niyetimi anladığına sevinmiştim.

“Evet… o yüzden eğer onu öldürürsen seni affetmem.”


Bu tehdit sadece Yuri günahlarının farkında olduğu için işe yarayabilirdi.

O yüzden Maria’yı öldüreceği an suçluluk hislerinin tutsağı olacaktı.

O yüzden o artık Maria’yı öldürmeyecekti.

Yataktan geri adım attım ve masaya oturdum.

“...Ee, sen neden benimle [Gizli Buluşma] yapmak istedin Yuri?”

“......”

“Sen beni [Gizli Buluşma] eşin olarak seçtin, öyle değil mi?”

Onu masadan izledim.

“Evet. ...seçtim.”

Gözlerini tavana çevirdi.

“Sana söylemek istediğim son bir şey var. Dinlemesi zor olabilir, ama sana kötülüklerimden bahsedebilir miyim? ...gerçi, çoğunu zaten biliyorsun anlaşılan.”

“...İtiraf olarak mı?”

“Hayır. Gizlemek benim için daha kolay olurdu ne de olsa.”

“O zaman neden?”

Çünkü sana yardım edecek.”

Kaşlarımı çattım.

“Bana yardım mı edecek? Ne edecek?”

“Bu durumu nasıl oluşturduğumun detayları sana yardım edecek.”

Anlamamıştım. Onun biraz sonrasında ölmeyecek miydim? Bana belki yardım edebilecek veya etmeyecek şeylerin önemi yoktu artık.

Ama Yuri mantığını açıklamadı ve konuşmasına başladı,

“[Asil Krallık]’a vardığımdan beri hayatta kalmanın yollarını düşündüm.”

Sesi titriyordu. Anlaşılan gerçekten de bu konu hakkında konuşmak istemiyordu.

“Bir yandan hayatım için endişelenirken, diğer yandan hayatta kalma ihtimalimi nasıl yükseltebileceğimi düşündüm. Başka bir hitapla, o sırada bu ölüm oyunun galibi olmayı planladım. Vardığım sonuç öncelikle o süre boyunca diğerlerini kendime dost etmekti.

Özellike [Devrimci] ve [Büyücü]’nün benden yana olmasını istiyordum. O yüzden kimlerin o [Sınıf]’lara sahip olduğunu öğrenmek istedim. Bunun uğruna [Sınıf]’larımızı ortaya atmayı teklif ettim. Ama benim hayretime Daiya benim yerime teklif etti.”

“[Devrimci] ve [Büyücü]’nün senden yana olmasını istedin---”

“---öldürmek için.”

Bunu hiç tereddüt etmeden ilan etti. ...belki de yaptığı şeyler hakkında biraz fazla açık olmuştu.

“Ama [Büyücü] Oomine'ydi ve benden yana olmak istememişti. Herhalde gözlerimden vana gibi su akmasını sağlayan rol yapışımı fark etmişti. Ve [Devrimci] de sendin Kazuki- san. Ama sen istesem de kimseyi öldüremezdin.”

“O yüzden sen de [Şövalye] olan Kamiuchi'yi mi kendi yanına getirdin…? Ama hızlı karar verdin, öyle değil mi? O bana kendisine ilk günden talimat verdiğini söyledi.”

“Benden… doğrusu, hoşlandığı belliydi. Böyle şeylere çok hassasımdır. O yüzden onu hızla dostum yaptım ve ortamın gerilmesi için ona öfke krizine girmesini söyledim.”

“Bunu yapmaya ne gerek vardı?”

“Kalanınızda hızla bir şey yapma isteği yaratmak için. Eğer tehdit altında hissederlerse, insanlar buna karşı bir plan yapmak ister. Böylece sizde olanları ortaya atma isteği yarattım.”

Anladım… doğru, eğer herkes bir ölüm oyunun olmayacağı sonucuna varsaydı, yeni bir şey yapma gereği kalmazdı.

“‘Kutu’lar ile ilgili hikayenin gerçek olduğu sonucuna vardım. O yüzden, Oomine'den kurtulmam gerekiyordu.”

“O yüzden mi Koudai Kamiuchi’ye onu öldürttün?”

“Evet. Ama Oomine öldüğünde [Asil Krallık] sona ermedi. O yüzden amacımı ‘sahip’i öldürmekten oyunu kazanmaya değiştirdim. ---kalanını genel olarak biliyorsun, değil mi?”

Başımı salladım. Genel olarak durumu anladığımdan emindim. ...Ama yine de bir tane daha sorum vardı.

“Öyleyse ya İroha…? Onun öldüğü vaziyetin bir tür mesaj olduğunu varsaydım, ama tam olarak ne oldu?”

Yuri'nin yüzü gerildiğini belirgin bir şekilde gördüm.

Onun ifadesinden İroha'nın ölümü onun için özel bir şey olduğunu algıladım. Kendi eylemlerinden bu kadar cesur bir şekilde konuşmasına rağmen, anlaşılan bu durum onda biraz gönülsüzlük yaratmıştı.

Yuri dudağını ısırdı, ama ardından konuştu,

“...sanırım farz ettiğin gibiydi. İroha’yı [Cinayet] hedefi olarak seçtik. Ve İroha bunu öğrendiğinde, sana ve Maria’ya gizliden gizliye yaptığım eylemler hakkında mesaj bırakmak için öyle öldü.”

Kendi isteği ile duygularını bastırdı ve sakin bir ses ile konuştu.

Birden, belli bir şey fark ettim. Onun sağ bileğinde taktığı saat. Onun esas saati bej rengindeydi. Ama---şu anki saati turuncuydu.

“Bu oyunda bile… yine kazanamıyorum… İroha’ya karşı…”

Ve o ardından sessizliğe büründü.

İroha hakkında başka soruya cevap vermeyeceği hissine kapıldım.

O yüzden, o konu hakkında ona daha fazla baskı uygulamaktan vazgeçtim.

“Tamam, gizliden ne yaptığını anladım… ama bunun bana nasıl yardım edeceğini hala anlamadım?”

Yuri bu soru ile kendini yataktan kaldırdı ve bana o boş gözlerle baktı.

“......Sence neden ‘kutu’ hakkındaki o hikayeyi inandım?”

“He?”

“Şimdi söylemek üzere olduğum şeye lütfen inanır mısın? ...hayır, özür dilerim. Sana o şekilde ihanet ettikten sonra bana hala inanmanı beklemek aptallık, öyle değil mi?”

Tereddüt ederek vevam etti,

“Ama sen bana sorduğundan dolayı, sana söyleyeceğim. Buradaki herkesin tersine, ben buraya vardığımızdan önce olanları hatırlayabiliyorum.”

“-------!!”

Bu beklenmedik söz karşısında gözlerimi sonuna kadar açtım.

“Orada, ‘sahip’ tarafından bir açıklama aldım. Bana [Asil Krallık] adında bir ölüm oyunu oynayacağımı söyledi.”

‘Sahip’ mi…? Öyleyse o ‘sahip’i, [Asil Krallık]’ın yöneticisini baştan beri biliyor muydu?

“...o ‘sahip’ kim…?”

Yuri beni yanıtladı,

“Oomine.”

‘Sahip’ Daiya miydi…?

Nefesim kesildi. Açıkçası beklenmedik değildi. Esasında onun olması doğaldı. Yuri muhtemelen Daiya’nın sahip olduğunu bildiği için Maria’ya inanmıştı. Ama---

“Ama---’kutu’ Daiya’nın ölümüne rağmen yok olmadı.”

Doğru, Daiya bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i olsaydı çoktan bitmiş olurdu.

“Sana daha önceden söylediğim gibi, ben de bu şekilde biteceğini düşünmüştüm. Ama gördüğün gibi bitmedi. O yüzden hemen cevaba rastladım.”

Burada olan Oomine --- «Daiya Oomine» değildi,” dedi.

“......neyden bahsediyorsun sen? O Daiya da neyin nesiydi o halde?”

“Yani---”

Ama Yuri tereddüt etti.

“...özür dilerim, ama sana söylememeyi tercih ederim. Eğer şimdi söylersem bana inanmazsın zaten. Ama bir kereliğine düşün: kanıt denilemez, ama buradaki Oomine bu ‘kutu’nun ‘sahip’i olduğuna dair hiçbir farkındalığı yoktu, değil mi?”

“Yani, muhtemelen…”

Eğer farkında olsaydı kendisinin o şekilde öldürülmesine izin vermezdi.

Ama bu doğru olsa bile bu Yuri'nin doğruyu söylediği anlamına gelmez. Onun sözlerinin ne kadarı doğru olduğunu yargılayamazdım.

“Yuri, ben yakında öleceğim, değil mi?”

“Evet.”

“Öyleyse sana şimdi tamamen inanamadığımda, ne zaman inanabileceğim ya?”

Cevabı olmayan bu soru belki de biraz acımasızdı.

Ama anında cevap verdi.


Senin sıran olduğu anda.”


“Benim sıram mı…? Ne sırası…?”

Ama artık cevap vermiyordu. O da muhtemelen «şu an inanamayacağım» başka bir durumdu.

Belki de---ben öldükten ve o kazandıktan sonra bile [Asil Krallık] bitmeyecekti? Tekrar baştan mı başlayacaktı? Ama nereye kadardı?

Sakın bana ‘sahip’ tatmin olana kadar deme…?

“Tekrar birbirimizle bu şekilde savaşmamız gerekecek mi…?”

Yuri bunu söylediğimde gözlerini kaçırdı.

Cevap yerine bana,

“...Kazuki, bir dileğim var. Dinler misin?”

Ağlamak üzere olan bir surat ile.

“Evet, dinlerim.”

Cansız bir gülücük attı ve,

“Çok teşekkür ederim. Öyleyse söz ver. Bir dahaki sefer, veya ondan sonraki, veya son sefer, her neyse, şüphesiz senin sıran da gelecek. O zaman gelince, elbet birbirimizle tekrar karşılaşacağız. O zaman gelince---”

Ayağa kalktı ve sendeleyerek bana doğru yürüdü.

“O zaman gelince---”

Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

“---lütfen öldür beni.”

Ardından bana yapıştı. Fakat bana sarılmaktansa, bana sadece dayandı.

“Kesinlikle, kesinlikle öldür beni, lütfen. Yapmazsan kendimi affedemem. Hayır… kendimi zaten affedemiyorum, ama o durumda hiç edemem. O yüzden lütfen öldür beni. Ve ardından seninle tekrar görüşmeme izin ver. Lütfen. Lütfen, lütfen lütfen---”

“---Bana ihanet etme.”


O zaman farkına vardım.

Belki tekrar baştan başlayabilirdim. Belki de hayatta kalmanın ihtimali hala vardı.

Fakat---«Yanagi»’yi kurtaramamıştım.

Ona bakınca, bir defa daha «Nana Yanagi»’yi hatırladım.

«Nana Yanagi» ve «Yuri Yanagi»’yi karıştırmıştım. Belki Yuri'ye bağlanarak ve onu kurtararak geçimşimi değiştirebileceğimi düşünmüştüm.

Ama bu tamamıyla saçmalıktı.

Onlar farklı bireylerdi, o yüzden birini kurtarmanın diğerini kurtarmak anlamına gelebilmesinin imkanı yoktu. Belirgin olan bu durumu fark etmemiştim çünkü fark etmek istememiştim.

Çünkü teselli arıyordum.

Ama şimdi biliyordum. Biri tarafından vakit öldürmek için kullanılan bir ‘kutu’ içerisinde teselli elde edebilmenin imkanı yoktu.


Özür dilerim, ama sana ihanet edeceğim.”

Ona açık açık söyledim.

Ne de olsa ben «Yanagi»’yi---elbet tekrar unutacaktım.

“Benim sıram olsa bile, seni öldürmeyeceğim.”

Belki Yuri bundan dolayı [Asil Krallık] sona erdikten sonra bile ızdırap çekecekti.

Ama ben karar vermiştim.

Böyle bir kutuya teslim olmadan, ve «Nana Yanagi» ile olan geçmişime teslim olmadan, koruyacaktım.

Kendimi,

Maria’yı,

ve günlük hayatımı---koruyacaktım.

...ha, her zamanki sonuç.

“Anladım…….”

Böylece fısıldayarak, yatağına geri çekildi, suratı kederli. Yüzünü benden gizlemek için sırtını bana çevirdi. O sırta bir soru sordum.

“...Sana bir tane daha soru sorabilir miyim?”

“...ne?”

“Koudai Kamiuchi’yi yenebileceğini düşünüyor musun?”

Sonra son düşmanı, Koudai Kamiuchi, ile savaşacaktı. Onu doğrudan bıçak ile öldürmesi gerekiyordu, ama düzgün bir kavgada kazanma ihtimali neredeyse yoktu.

“...Tabi ki de!”

Bunu söyledikten sonra döndü.

“......ah.”

Şaşırmıştım.

O gözler artık boş değildi. Onun suratına o büyüleyici gülümseyiş geri dönmüştü.

Tabi ki de yürekten bir ifade değildi. Ama beni şaşırtan tam da buydu.

Öyle berbat ızdırabı bile kusursuzca gizleyebildiğine hayret etmiştim.

“İroha ya da Otonaşi olsaydı, kuşkunu anlardım, ama öyle küçücük bir böceğe kaybetmemin imkanı yok, değil mi?”

O, bana dayanmadan beni kullanan kişi, «Nana Yanagi»’nin aksine, bunu hızla söyledi.

Onu sonuna kadar aldatacağım ve öldüreceğim.”

“...anladım.”

Bende fazlasıyla aldatılmama rağmen, gülüşümü bastıramadım. Böyle yapınca, hatırladım:

«Korkuyorum… Korkuyorum…!»

«Ne olursa olsun ölmek istemedim. O yüzden, o yüzden, ben---»

«Kurtar… beni.»

O beni gerçekten de kandırmıştı. Ama şaşırtıcı derecede az yalan söylemişti. Ne de olsa, gerçekten korkmuş, gerçekten ızdırap çekmiş, ve gerçekten de yardım aramıştı.

Ve---

“Kazuki.”

Yuri Yanagi onu yanağından öptüğümdeki gibi bir gülücük attı ve,

“Seni gerçekten sevmiştim Kazuki.”


▶Seventh Day <C> [Secret Meeting] with [Maria Otonaşi], [Kazuki Hoşino]'s room[edit]

Maria’ya öğrendiğim her şeyi anlattım.

Onun için bu sonucu kabul etmek ne kadar zor olsa da, hiçbir şey yapamazdı.

Yuri beni [Cinayet] hedefi olarak çoktan seçmişti. Maria buna karşın hiçbir şeyin yapılamayacağını biliyordu.

O yüzden, ellerimiz bağlı, yatağın üzerinde öylece oturuyorduk. Sanki birbirimizin ellerinin şeklini zihnimize kazımaya çalışıyormuş gibi, parmaklarımızı sarmıştık, tekrar tekrar kavrayışımızı düzeltiyorduk, sadece birbirimizi hissediyorduk.

Son defa birbirimizi hissediyorduk.

“Kazuki.”

Maria benim ismimi söyledi.

“Doğrusu sana bilerek söylemediğim bir şey var.”

“...ha?”

“Şu anda ‘Kusurlu Mutluluk’a sahip değilim.”

Onun neyden bahsettiğini anlamadığım için ona öylece baktım.

“Sanırım gücümü kısa süreliğine kaybettim, ama kesin bir şey söyleyemem. Böyle bir ‘kutu’ya şimdiye kadar hiç rastlamamıştım, ama bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun özelliklerinden biri olabilir.”

...bu oldukça önemli değil miydi?

“Bana neden söylemedin?”

Maria gözlerini biraz aşağı doğru çevirdi ve parmaklarımızı sararken,

“Ben insan değil, bir ‘kutu’yum. Başkaların uğruna yaşayan bir varlığım. Sana hep bu şekilde anlatmıştım. Maria Otonaşi… hayır, Aya Otonaşi böyle bir varlık olmak zorunda. Ve beni ayakta tutan şey, öyle olmamı sağlayan şey ‘Kusurlu Mutluluk’. Fakat şu anda kullanamıyorum. Öyleyse ben neyim?”

“Maria Maria işte!”

“......ve vardığımız yer burası he.”

Maria elimi o kadar sıkı kavradı ki neredeyse canımı yaktı.

“Sadece Kazuki’yi bile koruyamıyor muyum…?”

“...Maria.”

“Ha! [Dublör] mü? O zaman keşke senin yerine ölebilsem.”

Maria’nın kötü huyu tekrar belirmişti.

Kendini doğrudan hor görme şeklindeki kötü huyu.

“...Lütfen dur. Öyle bir şey olmasını istemem.”

“Biliyorum! Bu arzunun kendi bencilliğime hitap ettiğini biliyorum!”

Maria bana birden bardığında gözlerimi sonuna kadar açtım.

“...he?”

Maria farkında mıydı? Başkalarına yararı dokunacağına gerçekten inanmıyor muydu?

“Ne de olsa «o hafta» bana bunun kendi kibirimden başka bir şey olmadığını merhametsizce gösterdin…”

Dedi ve bana sert sert baktı.

“Ama yine de! Ama yine de ben bir ‘kutu’yum!”

Onun sözlerinin şiddetinden gark olmuştum ve sessiz kaldım.

Bunu fark etmişti, ama değiştiremiyordu. Çünkü onun için sarsılmaz olan bir inancı vardı. Eğer onu değiştirseydi, olduğu kişi olarak kalamazdı.

“.......Sana bağırdığım için özür dilerim.”

Maria hantal bir şekilde gözlerini kaçırdı.

“Ama bu çok küçük düşürücü. Bu sonucu resmen kabul edemiyorum.”

“...Merak etme Maria. Eğer Yuri doğruyu söylüyorsa tekrar görüşebiliriz.”

“Onun bir önemi yok. Benden kısa süreliğine ayrılacağın olgusu değişmiyor. Seni şimdi kesin kaybedeceğim Kazuki.”

“......Maria.”

Doğru, ben de inanamıyordum tekrar canlanacağımı.

“...Kazuki, az önce dediğim gibi, bana şu an ‘kutu’ diyemezsin. O yüzden kimseyi koruyamıyorum. Bundan sonra bile hiçbir şey yapamadan Yanagi’nin ızdırap çektiğini izlemem gerekebilir. [Asil Krallık] içerisinde ben sadece güçsüz bir kızım.”

Bunu söyledikten sonra Maria başıma sarıldı.

“O yüzden Maria Otonaşi’nin zayıflığının bir kısmını göstermenin sakıncası yok sanırım.”

Kulağıma yakın fısıldadı.

“Ben üzgünüm!”

Dudakları kulağıma biraz değiyordu.

“Senin ölümüne katlanamıyorum. Kalbimi parçalıyor. Bunu istemiyorum. Seninle olmak istiyorum.”

Birden Reddeden Sınıf içerisinde onun önünde dizimin üzerine çöküp ona elimi uzattığım sahneyi hatırladım.

“Güçsüz olabilirim. Belki şu an sadece Maria Otonaşi olabilirim. Ama---”

O zaman da o kesinlikle güçsüz bir kızdı, bir anlığına olsa da.

Ve benzer olarak ‘Asılsızlık Oyunu’ içerisinde o güçsüz bir kızdı.

“---yine de, kendi canımın pahasına bile olsa da seni korumak istiyorum.”

Bunu söylediğinde onun yüzü nasıl gözüktüğünü bilmiyordum.

Ama vermem gereken cevabı biliyordum.

“Özür dilerim.”

Ne de olsa «Yanagi»’yi değil Maria’yı seçtiğim zaman karar vermiştim.

“Bu senin için ne kadar zor olursa olsun, bu sefer senin görevin korumak değil.”

Beni ben yapan onu seçtiğimde, karar vermiştim.

“Benim görevim sen ‘kutu’nu kaybettiğinde seni korumak.”

Maria’yı korumaya karar vermiştim.

Ve böylece, günlük hayatımı korumak.

Maria’nın arzulamadığı günlük hayatı korumak.


▶Yedinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Ve ardından görünmez bir kılıç ile delip geçilmiştim.


- [Kazuki Hoşino], [Öldürücü Darbe] ile ölüm


*********** OYUN SONU ***********

Kazananlar

[Yuri Yanagi] (Oyuncu)
[Kral], Yedinci gün Kazuki Hoşino’yu [Cinayet] hedefi olarak seçerek öldürdü. Koudai Kamiuchi’yi aynı gün doğrudan öldürdü. Hayatta.
* İroha Shindou, Kazuki Hoşino ve Koudai Kamiuchi'nun ölümleri ile kazanma koşulları yerine getirildi.

[Maria Otonaşi]
[Dublör], hayatta.
* İroha Shindou, Kazuki Hoşino'nun ölümleri ile kazanma koşulları yerine getirildi.

Kaybedenler

[İroha Shindou]
[Prens], altıncı gün zaman çizelgesine uymadığı için infaz edildi.

[Daiya Oomine]
[Büyücü], Altıncı gün Koudai Kamiuchi tarafından şah damarı kesildi, kan kayıbından ölüm.

[Kazuki Hoşino]
[Devrimci], Yedinci gün Yuri Yanagi ve Koudai Kamiuchi'nin [Öldürücü Darbe]’sinden öldürüldü.

[Koudai Kamiuchi]
[Şövalye], Altıncı gün Daiya Oomine’yi doğrudan öldürdü. Yedinci gün Kazuki Hoşino üzerinde [Öldürücü Darbe] kullanarak öldürdü. Aynı gün Yuri Yanagi tarafından miğdeden bıçaklandı, hemorajik şoktan ölüm..




Geri Git - 1. Raund Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 3. Raund