Utsuro no Hako - Türkçe: 3. Cilt 1. Raund

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

HakoMari3-OyunB.jpg


▶Birinci Gün <A> [Kazuki Hoşino]’nun Odası[edit]

İlk gördüğüm şey sade çimento bir tavandan sarkan çıplak bir ampuldü. Nerede olduğuma dair en ufak fikrim yoktu, ve şaşkınlık içerisinde zıpladım.

“...Hangi odadayım ben?”

Artan şaşkınlığımı engellemeye çalışırken bile, buraya nasıl vardığımı hatırlamaya çalışıyordum.

Her zamanki gibi alt ranzada uyudum. Ondan sonra herhangi bir yere gittiğimi hatırlamıyordum. Ne yeri değiştirdiğimi, ne de birisiyle buluştuğumu hatırlamıyordum.

Altı tatami boyutundaki odanın etrafına baktım. Bir tuvalet ve bir lavabo gördüm. Odanın ortasında bir masa vardı, ve masanın üzerinde de hintkenevirinden yapılmış bir torbacık vardı.

Ama en çok göze çarpan şey duvara gömülü olan 20 inçlik modern ekrandı. Bu hapis gibi odada tamamen abes kaçmıştı.

Dikkatimi kendime odakladım. Üzerimde okul üniformam vardı ve tüm ceplerim boştu.

Hintkenevir torbacığına uzandım ve biri ardından diğerine nesneler çıkarttım.

Bir tükenmez kalem.

Bir günlük.

Bir mavi dijital saat.

Yedi porsiyon katı yemek.

Ayrıca tıpatıp «iPod touch»’a benzeyen bir taşınabilir cihaz vardı.

Sonunda da---

“------”

Bir ağır iş bıçak.

Dikkatli bir şekilde kılıfını çıkarttım. Dişli bir kenarı olan sağlam bir bıçaktı. Bir filmdeki askerin ellerinde bulunabilecek bir savaş bıçağı gibiydi.

“...Bu da neyin nesi…? Neden ihtiyacım…”

Bunun bir silah olduğu belliydi. Öldürmek için üretilmiş bir aletti.

Biri beni dövüştürmeye mi çalışıyordu? Tek seçeneğim dövüşmek miydi?

Başımı iki yana salladım ve bıçağı torbacığın içine geri attım. Titriyordum, o yüzden derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

Odanın etrafına tekrar baktım. Cam yoktu, ve hiçbir havalık görmüyordum. Tek bir kapı vardı, ve oldukca ağır gözüküyordu. Açmayı düşündüm, ama ardından tokmağı olmadığını fark ettim. Ne olur ne olmaz, kapıyı hafifçe ittim, ama hiç kıpraşmadı.

Yatağıma doğru sendelendim ve üzerine küt diye oturdum.

“Burada neler oluyor…?”

Anlamıyordum. Anlamıyordum… ama bu anormal bir durumdu.

---Anormal - günlük hayatımın sınırlarının tamamen dışındaydı.

Aa, belki de bu---


«Günay - dın»


Tamamen beklenmedik bir ses duymak neredeyse kalbimi durdurmuştu.

Başımı döndürdüm. ---Neler oluyordu?--- Az önce boş ekranda tuhaf gözüken bir yaratık çıkmıştı.

«HaHaHa - Günay - dın - Kazuki»

Samimi hitap edilişimin aksine, ses son derece makine gibiydi ve tonlamadan tamamen yoksundu. Ekrandaki cafcaflı bir şekilde yeşil olan şey ayı temsil ediyor olmalıydı… herhalde. Muhtemelen. Kısık gözleri ve bozuk yapılı vücudundan dolayı, hiç tatlı gözükmüyordu. Açık söylemek gerekirse, tiksinç gözüküyordu.

«YaaYaaYaa - İyi - His - sediyor - musun? Adım - Noitan - maskotum! TanıŞtığı - mıza memnun - oldum»

Ayının ---Noitan’ın?--- ağzı yukarı aşağı oynuyordu. Çok kötü bir şekilde canlandırılmıştı, sırf çenenin yukarı aşağı hareket etmesiyle, aynı hissi vurguluyordu: tamamen tiksinç.

“...Ne berbat bir maskot. Çocukları ağlatır bu…”

«Kim berbat, seni lanet domuz! Hayalarını ezerek seni sakatlayım mi? Hak ettiğini bulursun!»

“......Oha!”

O d-dediklerime karşılık vermişti! Bununla kalmayıp, son derece bozuk bir ağıza sahipti! Ve neden birden bire bu kadar doğal konuşuyordu!? Ayrıca, o kanlı gözleri gösteren grafikler fazla korkunç!

“...E-ehm… benimle konuşabiliyor musun?”

«Evet - konuşa - biliyorum!»

Asıl ses tonu geri dönmüştü.

Anlaşılan sadece kızdığında doğal konuşmaya ayarlanmıştı.

“Noitan,”

«Seni aşırı samimi şerefsiz, isimime niye “san” eklemiyorsun!? Ayrıca, daha fazla saygıyla konuş!»

“.......Noitan. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, o yüzden nerede olduğumu merak ediyorum?”

«Sen - [Asil Krallık] - aDında - bir oyunun - içindesin! Daha sonRa - herkeSin gittiği yerde - açıklayacağım, ama ---»

“Herkes mi…? Öyleyse buradaki tek kişi ben değil miyim?!”

«Ben konuşurken kapa şu lanet çeneni yoksa dilini koparmamı mı istiyorsun?!»

“.......Özür dilerim.”

«Kapı şimdi - açılacak! Sen - bu oyuNun - katılımcılarının - toplandığı yere gideceksin! Sana orada - aÇıklayacağım - o yüzden lütfen - bir saniye bekle»


Noitan’ın konuşması bittikten sonra, ağır kapı yavaş yavaş açılmaya başladı.

“...Çıkabilir miyim?”

«Eğer kenDini - hazırladıysan - lütfen»

“Kendimi hazırladıysam mı…?”

«Bu kapıNın ötesinde - büyük oda var - Seninle aynı durumda - olan inSanlarla - tanışmaYa hazır mısın?»

“Ne yapacağız?”

Noitan ürkütücü suratını buruşturdu ve,

«Ölümüne savaşmak!»

“........He? Bunun an---”

Cümlemi bitiremeden ekran kapandı. Aynı zamanda da, kapı tamamen açılmıştı.

---Bu da neyin nesiydi?

Kapı boşluğunun diğer tarafında ne varsa karanlık örtüyordu.

Oralarda gerçekten bir oda var mıydı? ...İnanamıyordum.

Ama gitmeyi reddedemeyeceğimden emindim.

Masada olan mavi kol saatini taktım ve kapı boşluğunun önünde durdum. Zihnime hücum eden kuşkulara rağmen, doğru kararı verdiğim konusunda kendimi rahatlattım:

...Sorun yoktu. Sorun olmamalıydı.

Oralarda beni iyi olan hiçbir şey beklemiyordu. Ama, ben bir ‘kutunun’ içerisindeydim, öyleyse o da burada olmalıydı.

---Maria buradaydı.

Öyleyse sorun yoktu.

Karanlığa atıldığımda bunu düşünüyordum.

▶Birinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Anında etrafımdaki her şey değişti.

Tek görebildiğim şey beyazdı; yeni inşa edilmiş, doktor, hemşire veya hastası olmayan bir hastanedeymişim gibi bir his veren tuhaf bir beyaz.

Sonunda bu kadarını fark edebildiğimde---

“Uee…?”

---Yere devrildim.

Merak etmeye veya sırtımın sert zemine çarpmasının acısını hissetmeye zaman olmadan, bir bıçağın ucu gözlerimin önüne itildi.

“Adın?”

Önümde omuzlarına kadar uzanan saçları ve elinde bıçak tutan kızı görünce, sonunda bana ne olduğunu fark ettim.

“H-Hİİ…!!”

“Adın «Hİİ» mi? Bu doğru değil, değil mi? Sana adını sormadım mı?”

B-Bu da kimdi?

“K-Kazuki Hoşino.”

Okulumuzun üniformasını giyindiğini ve sol elinde de turuncu bir dijital saat taktığını fark ettim. Doğal olarak renk benimkinden farklıydı.

Öyleyse bu oyunun bir katılımcısı mıydı? ...he? Belki de bu ölüm kalım savaşı çoktan başlamıştı ve ben az önce mat olmuştum? D-Dur bir dakika! Bu fazla acımasız değil mi?!

Durumum umutsuz gibi gözükmesine rağmen---

“Kazuki!”

---Aa, sırf bu sesi duyarak sakinleşebildim.

“Hm, Otonaşi, bu senin bir tanıdığın mı?”

“Evet, öyle.”

Bakışını bana geri döndürerek, omuzlarına kadar uzanan saçları olan kız bana gözlemleyen gözlerle baktı.

“...Haa.”

Bunu demekle birlikte, ifadesini değiştirmeden kalktı ve geri adım attı. Pek anlamamıştım, ama anlaşılan serbest bırakılmıştım.

“İyi misin Kazuki?”

“E-Evet…”

Maria bana hızla geldi ve onun elini tutarak kalkarken cevap verdim.

“A-Ama o neden öyle bir şey---”

“---Oha!”

Başka bir ses yayıldığında sözümü kestim, ve merak içinde döndüm. Az önceki kız dik duran kahverengi saçlı bir çocuğa bıçak tutuyordu.

“...ehm, ne oluyor, birden bire?”

Sadece gözleriyle etrafa bakınırken bunu sordu. Ödü kopmuştu, ama bizi inceleyecek kadar sakindi anlaşılan.

“...Sen amma da rahatsın, değil mi?”

O da bunun farkına varınca, kahverengi saçlı çocuğa böyle dedi.

“Hiç de bile… yani, ama şunu fark ettim, ‘Aa, ciddi değilsin,’ o yüzden bir şekilde sakin kalabildim.

Çocuğun sözlerine o anlamlı bir “Hıhmm” ile yanıt verdi, bıçağı uzaklaştırdı ve onu serbest bıraktı.

“...Ah, beni şimdiden serbest mi bırakıyorsun?”

“İstediğini yap.”

...O kahverengi saçlı çocuğu da kolaylıkla bıraktı demek, he. Bunu neden yaptığını gerçekten merak ettim.

Serbest bırakılan kahverengi saçlı çocuk bir gülümseme attı ona az önce olanları unutmuş gibi ve,

“Ah, tam üç tane güzellik var! Ne mutlu bana!”

Üç mü…? Ehm, Maria, bana bıçakla saldıran kız, ve---

Bu odadaki büyük ekranın yanında tortop olmuş bir kızın farkına vardım. Beyaz cildi ve bununla çelişen simsiyah saçlarıyla, kız bende düzgün bir izlenim bıraktı.

Ayrıca, sol bileğinde bej rengi bir dijital saat takıyordu.

“Merak etme Yuri!”

Bıçaklı kız siyah saçlı kızın kafasını okşadı, bize göstermediği bir şefkat sergiledi. Siyah saçlı kızın korkudan buruşan suratı hafifçe rahatladı, ama bu sadece kısa bir an için sürdü.

“...Bize ne olacak…?”

“İyi olacağız!”

...Anlaşılan ikisi birbirlerini tanıyorlardı.

“Sen Hoşino-Üst sınıfsenpai’sın, değil mi?”

Hitap edilince, gözlerimi o ikisinden ayırdım. Önceki kahverengi saçlı çocuktu.

“Beni tanıyor musun?”

“Tabi ki de! Senpai, sen ünlü değil misin, oradaki Maricchi ile birlikte? Bana o efsanevi giriş törenini unuttuğunu söyleme sakın!”

Üzerinde kırışık bir üniforma, gümüş bir kolye ve bileğinde de yeşil bir dijital saat vardı. ...Şimdi durup düşününce, buradaki herkes bizim okul üniformasını giyinmişti.

“Ehm, senin adın ne?”

“Adım --- ah! Kaichou, hepimizin burada olduğuna göre, bir tanışmaya ne dersin?”

Dedi bıçaklı kıza.

«Konsey BaşkanıKaichou» mu? Bu onun öğrenci konsey başkanı olduğu anlamına mı geliyordu? Kokone’nin bana bahsettiği üç süpermen’den biri mi?

“Mm, doğru. Fena olmayabilir.”

Şimdi o sözünü edince, bu kendinden emin sesi sık sık mikrofon üzerinden yapılan duyurularda duymuştum. Bu kendinden emin bir şekilde gülen kız… doğru, şüphesiz okul konsey başkanıydı.

Öyleyse---

Bu ölüm kalım savaşında o süpermen’lere karşı savaşmam mı gerekecekti?

“Bu herkesin olduğunu mu düşünüyorsun?”

Okul konsey başkanı bunu ona sordu.

“Yani, evet.”

...he? Altı mı?

“Dur bir dakika! Biz sadece beş---”


“Kazu, gözlerin cam mı senin?”


O sözleri duyunca nefesim kesildi.

Odanın ortasında oblong bir masa, ve etrafında da eşit aralıklarla yerleşitirilmiş altı sandalye vardı. Benden en uzak sandalyede, o vardı.

“...Daiya.” Üniformalı Daiya ağzını hafifçe buruşturdu, ve siyah bir dijital saati olan elini kaldırdı, bana

ufak bir selam verirmiş gibi.

Bunun neredeyse iki ay boyunca ilk buluşmamız olmasına rağmen, böyle bir yerde olmasına rağmen,

selamı sanki yakın geçmişte buluşmuş gibi ufaktı.

“Ne? Birbirinizi tanıyor musunuz? …...Anladım.”

“Kaichou. Bunu sana karşı birlik olabilmemizin tehlikesi hakkındaki değerlendirmen olarak kabul edebilir miyim?”

Başkan bir anlığına sakinliğini kaybetti, ama ardından burnundan soludu. O devam etti,

“Bunu senin kendi yargılarına bırakıyorum.”

Bu sefer onun sözlerine sırıtan Daiya’ydı.

O ikisi nasıl bir alış verişte bulunuyorlardı öyle…? Onlar çoktan savaş için hazırlık yapıyorlarmış gibiydi.

...Hayır, yoksa çoktan başlamış mıydı? Bana bıçak tutmasının sebebi bu muydu?

“Tanıdığı olmayan bir tek ben miyim o zaman? Çok yalnız hissediyorum~”

Kahverengi saçlı olan kişi ikisinin arasındaki gerginliği hiç fark etmemiş gibi abartılı bir şekilde başını tuttu. ...Acaba o çocuk bulunduğu durumun farkında mıydı…?

“Peki, kendimizi tanıtacaktık. Başlayalım mı o zaman? Şimdilik oturalım, ne de olsa sandalyeler var.”

Daiya’nın önündeki yere oturdum ve Maria da benim yanımdaki yere geçti. Maria da bileğine bir cep saati takmıştı. Rengi kırmızıydı.

“Tamam, çoğunuz beni zaten biliyor olmalısınız, ama kendi tanıtımımla başlayacağım. Adım---”

“Ondan önce, bir soru sorabilir miyim?”

Maria önünde duran başkana dik dik baktı ve sordu.

“Ne?”

“Kimseye zarar verme arzusu hissetmediğim için müdahale etmedim… ama o bıçakla olan tehdit de neyin nesiydi?”

“Aa, o mu?”

Maria’nın bakışlarını aldırmıyormuş gibi gözüken başkan açıklamaya başladı.

“O saçma ayıdan aynı açıklamayı sende aldıysan, burada bir «kan davası» meydana geleceğini sende biliyor olmalısın, değil mi? O yüzden, herkes halihazırda şaşkınken birinin bir girişimde bulunabileceğini düşündüm. Bundan dolayı böyle yaparak bunu engelleyebileceğimi düşündüm. Kısacası; kriz yönetimi.”

“Ha!”

Daiya bu açıklamaya tepki olarak burnundan soludu. Başkan buna açık açık alınmışa benziyordu.

“Eehmm… Daiya Oomine'ydi, değil mi? Seni söylentilerden duymuşluğum var. Ee, o alaycı gülüş de ne demek oluyor?”

“Sadece bunun acınası bir yalan olduğunu düşündüm. Kriz yönetimi mi? Sırf o ayının açıklamasıyla bir katliama sebep olacak bir militanın olduğuna gerçekten inanıyor musun? Sen yalnızca psikolojik üstünlüğe sahip olmak uğruna ilk hamlede bulunmaya çalıştın, yoksa haksız mıyım? İçin rahat olsun, böyle bir şeyi ancak sen, bu düşünceye varan kişi, yapabilirsin!”

“Psikolojik üstünlüğe sahip olmak için bir strateji, he. Beni yanlış anlıyorsun, tamamen yanlış. Bu şekilde zararın yarardan fazla olduğu yöntemler kullanmazdım. Eğer acemice davranıp birinin düşmanlığına sebep olsam, tehlikede olan ben olurdum, değil mi?”

“Öyleyse ipleri tutan kişi için bir tuzaktı? Şüpheli insanları tepkilerinden mi bulmaya çalıştın?”

“O kadar ileri düşünmedim. Ne ayıp.”

Onun yanıtları rahattı. Fakat, havadaki gerginlik onunla gizlenemezdi.

“Oha, sakinleşin Senpai’lar! Çok korkunçsunuz!”

Kahverengi saçlı çocuk onların arasına girdi.

“...Tamam. Ama sen amma da sakinsin, değil mi? Sen oldukca garip bir adamsın.”

“Uzatma artık lütfen! Sırf sakin olamadığım için böyleyim. Genellikle daha olgun davranırım ama, nasıl desem, şu an havada tuhaf bir gerginlik var… Yani, ama sanırım oradaki arkadaşın kadar gergin değilim Kaichou.”

Muhabbet ona doğru yönelince, uysal gözüken kız omuzlarını çekti.

“Ö-Özür dilerim…”

“Hayır Yuri. Özür dilemek için hiçbir sebebin yok.”

“Ö-Özür dilerim İroha.”

Başkan onun hemen nasıl özür dilediğini görünce güldü ve omuzlarını silkti.

“Aa~ ...nasıl olduysa gerginliğimi kaybettim.”

“Helal olsun Yuricim!”

Kahverengi saçlı çocuk ona doğru baş parmağını kaldırdı.

“He? He? Bir şey mi yaptım…?”

Kafası karışık şekilde gözlerini kırpıştırdı, bu da başkanın tekrar kıkırdamasına sebep oldu.

“Esas konumuza dönüp tanıtımlara başlamaya ne dersiniz? Ben üçüncü sınıf İroha Shinou’yum ve, sizlerin de belki bildiğiniz gibi, öğrenci konseyinin başkanıyım. Özel yeteneğim herhangi bir yerde uyuyabilmemdir. Hobim ise atletizm.”

“Vatanın herbir yerinde yarışmalara katılabilmene rağmen, atletizm senin için sadece bir hobi he? Pek tutulmadığından eminim, öyle değil mi?”

Daiya lafa girdi.

“Senin sivri bir dilin var he? Ama benim için bir hobi olduğu basit bir gerçek. Ne de olsa atletizm için uygun değilim. O yarışmalarda fiziksel doğana güvenmekten başka bir çaren yok. Ve o konuda da pek yetenekli değilim. Bu yüzden, uymuyorum. Bu sadece bir hobi.”

“‘Dokunaklı alay’ deniliyor buna!”

“‘-Dedi genç alayvari bir biçimde.”

Diye yanıt verdi başkan sakin bir şekilde. Daiya ile ayak uydurabilmek, o gerçekten de insanüstüydü.

Yanındaki kızı dirseği ile dürterek onun devam etmesi için teşvik etti.

“Ah, a-adım, ehm, üçüncü sınıf ve, ehm, İroha ile ilk senemizde aynı sınıftayken aramız iyidi… ehm, özel yetenekler filan da mı İroha? Eeehmmm… herhangi bir özel yeteneğimi bilmiyorum… ama hobim okumak. Adım Yuri --- Yuri Yanagi.”

“He?”

Farkında olmadan mırıldandım.

O az önce «Yanagi» mi demişti?

“......He? Ehm, g-garip bir şey mi dedim?”

Kendisini «Yuri Yanagi» diye tanıtan kızın kafası davranışlarımdan dolayı karışmıştı.

“Ah”

Aklımı başıma toparladım ve çılgın bir şekilde ellerimi salladım.

“B-Boşver! Sadece aynı soy isime sahip birini tanıyorum da.”

“A-Anladım…”

Yanagi---karışık olurdu, öyleyse Yuri kullanmaya karar verdim---bana hala merak içinde bakıyordu, ama ardından,

“Yuri, bitti mi?”

“Ah, ehm…”

Başkan tarafından bu soru geldi ve o gözlerini benden ayırdı.

“T-Tanıştığımıza memnun oldum.”

...Eyvah, belki de benim hakkımda garip bir izlenime kapılmıştı.

Bana sırıtan kahvrerengi saçlı çocuk ağzını açtı.

“Yuricik çok tatlı. Tam benim sevdiğim tip.”

“Fhüe!”

“Hey, birinci sınıf, Yuri’ye asılma! Ayrıca, ‘chan’ ekleyerek fazla samimi davranıyorsun.”

“Bu arada, sen fazla iradelisin, o yüzden benim tipim değilsin Kaichou.”

“Umurumda değil. Hadi tanıtımına başla artık.”

“Tama~m. Ben birinci sınıf Koudai Kamiuchi’yim, tanıştığımıza memnun oldum. Ah, özellike seninle tanıştığıma memnun oldum, Yuricim. Ondan sonra da, hobim slot makinesinde oynamak. ...ah, yanlış anlaşılma olmasın, oyun merkezlerindekilerden bahsediyorum.”

Şaşırtıcı bir şekilde, kahverengi saçlı çocuğun, Koudai Kamiuchi’nin tanıtımını Daiya böldü.

“Aa, demek o Kamiuchi sensin he. Senin hakkında sık sık söylentiler duyuyorum. Söylenenlere göre Pachinko makinesinde[1] hiç kaybetmemişsin?”

“Bu doğru değil ama. Yani, ama genel olarak kesinlikle kazanıyorum. Kısacası, iyi gözlerim var.”

“Haruaki Usui adlı herif senin beyzbol kulübüne girmen için seni keşfetmişti, değil mi? Çünkü sen orta okulda spor turnavalarında fırtına gibi esmekle ünlüydün.”

“Keşfetmek mi? Pek hatırlayamıyorum… ama hayır, hayır, lise beyzbolu benim için cidden imkansız! Ve benim gibi narin birisinin o merhametsiz antrenmanlara ayak uydurabilmesinin imkanı yok, değil mi? Bana en iyi eve gitme kulübü yakışıyor.”[2]

Yoksa Kamiuchi, «Üç Süpermen»’in seviyesinde olmamasına rağmen, harika bir insan mıydı...?

“...ehm, Yuri.”

“E-Evet?”

“Sen de acaba, bir ihtimal, aşırı zeki misin?”

“He? B-Ben, ehm… pek değilim.”

“Yuri her zaman 1. sınıfın birincisi.”

Dedi başkan açıkca.

Üçüncü sene, birinci sınıf mı? O Tokyo ve Kyoto üniversitelerini hedefleyen seçkin bir sosyal bilimler sınıfıydı. Orada birinci miydi…?

“O-Onun sebebi senin fen sınıfında olman İroha. Sosyal bilimler sınıfında olsaydın, şüphesiz sana kaybederdim…”

“Aa, bu arada, anlaşılan giriş sınavındaki sonucum ikinciydi. Yuricim, ikimiz de aşırı yetenekli birincilerimize rakip olamayan ikincileriz, öyle değil mi?

“H-Haa…”

Demek Kamiuchi da sıradan bir insan değildi.

“Hımm. Sanırım hepimizin ortak noktasını çözdüm. Üst düzey öğrenciler… yani, fen ve sosyal bilimler oldukca farklı olduğu için kesin bir şey diyemem, ama anlaşılan hepimiz her senenin birinci ve ikincilerinden oluşan bir topluluğuz. Kişi sayısı da tam uyar.”

“Ah, ama benim sonuçlarım ortanın kıtı kıtına üzerinde? Son sınavlardaki sonuçlarım nispeten iyidi, ama ben yine daha dü---”

Başladığım sözümü yuttum.

Çünkü başkan, Yuri ve Kamiuchi bana dik dik bakıyorlardı.

...Niye ki? Garip bir şey mi dedim az önce?

“Sadece doğruluyorum: Otonaşi ve Oomine da üst düzey öğrenciler, değil mi?”

Dedi başkan bakışını bana sabitleyerek. Sessizce başımı salladım.

“Anladım.”

Ardından sadece gözlerin gülümsemediği bir gülümseme ile sordu:

Öyleyse tek istisna niye sensin acaba?”

Gizlemeye bile uğraşmadığı baskıdan dolayı irkildim.

Bu da neydi böyle? Bana neden o şekilde bakıyorlardı?

“Düşüncesizliğin de bir sınırı var.”

Bu sözleri duyunca, başkan gözlerini benden ayırdı. Benden --- Maria’ya.

“Bunun ne tür bir oyun olduğunu bilmememize rağmen niye bu kadar gerginsin? Bu «kan davasını» desteklediğin ve katılmaya hevesli olduğun anlamına mı geliyor? Eğer öyleyse, tedbirli olmamız gereken kişi sensin.”

“K-Katılıyorum. Ne de olsa henüz bir şey başlamadı…”

Maria’yı sonuna kadar dinledikten sonra, Yuri başkana gözünün kenarından bakarak bunu söyledi.

Başkana gelince, bir süreliğine dudaklarını büktü. Surat filan asmıyordu - bu sadece onun düşünürken yaptığı bir alışkanlıktı.

Ağzını ince bir çizgi haline getirdi ve iç çekerek,

“O da doğru. Bir grup üst düzey öğrenci olmamız sadece bir hipotez olduğundan dolayı, sırf biri uymuyor diye ona karşı tedbirli davranmak garip olur, değil mi. Ayrıca, hiçbir temel olmadan herkesten şüphe duyarsam birinin yalanına yakalanırım herhalde.”

“Yani, birde benim durduğum yerden eylemlerinin aşırı hızlı olmasıyla aramızda en şüpheli sensin Kaichou.”

“Hahaha, ben mi şüpheliyim? Bir ara bir aynaya bak.”

Daiya onun bu sözlerini duyduktan sonra memnun bir gülücük attı.

“...Ehm, ne yapıyorsun? Daha şimdiden suçluyu mu arıyorsun?”

Onların muhabbetini takip edemediğimden sorduğum bu soruya tepki olarak başkanın ağzının kenarları hafifçe kalktı.

“Suçluyu aramaktansa, ben sadece dikkatli olmam gereken insanları arıyorum. Bu oyunu düzenleyen ve ipleri elinde tutan kişi burada olabilir veya onun bir destekleyicisi bu «kan davasını» başlamasına sebep olabilir. Bir şey keşfedersem bir an önce bunu açığa vurmak istiyorum - çok geç olmadan.

İpleri elinde tutan kişi he.

İpleri elinde tutan kişiymiş --- buna sebep olanın kim olduğunu biliyordum.

---Daiya Oomine. Suçlu bir tek o olabilirdi.

...Ama onları bu gerçeği gidip söyleyemeyeceğimi fark ettim.

Burada dikkatsiz ifadelere izin verilmiyordu. Sırf üst düzey öğrenci olmadığım için kuşkulanıyordum. Diğerlerinin akışına ters giden eylemler anında şüpheye yer veriyordu.

«Bu Daiya’nın kullandığı bir ‘kutu’nun’ işi» desem ne olurdu?

Onlara şu an olduğundan daha da saçma gelecekti. En çok Daiya’yı düşman belirlemeye çalıştığımı düşünürlerdi.

O yüzden, ne kadar doğru olursa olsun, onlara ‘kutu’ hakkında söz edemezdim.

Bu da muhtemelen Maria’nın sert bir ifadeyle sessiz kalmasının sebebiydi.


«HıM, hım, hım - anlaŞılan - birbiriniZden kuşkulan - ma eğLencesine - uMut edildiği gibi - başlamıŞsınız - Çok güZel»

Hepimiz aynı anda odanın ortasındaki büyük ekrana baktık.

Ekranda önceki kesinlikle tatlı olmayan ayı vardı. İticiliği büyük ekranda daha da göze batıyordu.

Başkan ekrana bakarken alaycı bir gülücük attı.

“BetYogi çıktı yine.”

«Doğru konuş ve bana “Noitan” diye hitap et! Sırf bir okulun lanet konsey başkanı olduğu için kendinden gurur duyma!»

“Hop, Kaichou efendi! Lütfen susar mısın? Bu şekilde hiçbir yere varamayız.”

“Hayhay.”

Başkan Daiya’nın alaylı sözlerine sadece omuzlarını silkti ve uysalca ağzını kapattı. Biraz sessizlikten sonra Noitan tekrar neşelendi, görüntüsü normal görüntüsüne geri döndü ve garip sesiyle konuşmaya başladı.

«ŞimDi - [Asil Krallık]’ın - ne hakKında - olduğUnu - açıklayacağım!»

Ekranı sessizce izledim.

«Bu teMel olarak - bir ölDürme oyunu - ama tam oLarak - söyleMek gerekirse - herkeSin kraL’ın tahTını - çalmaYa çalıştığı - bir oyun Bu!»

Noitan’ın açıklamasını duyduğumuzda birbirimize baktık.

«Siz kaTılımcıLarın - herbiRine bir [sınıf] - veRildi - [Sınıf]’lar [Kral], [Prens], [Dublör], [Büyücü], [Şövalye] ve [Devrimci] olaBilir! HepSinin - kenDine özGü - özelLikleri var»


“Kendi [sınıf]’ımızı nasıl öğrenebiliriz?”

«[Sınıf]’laRınızı - odaNızdaki ekranlarDan - kontrol eDebilirsiniz! Bu araDa - doKunmatiKler ve - [sınıf]’ınıZa göre - kOntrol edilebiLirler»

Başkan kaşlarını çattı ve devam etmesini bekledi.

«Tamam, siZe [sınıf]’ları - aÇıklamadan önCe - bu [Asil Krallık]’ın sahNesi - hakkında biRaz - bilGi vereceğim! BiliyOr musun - bu ülKe - birÇok diğer ülKe - işGal eden - bir dikTatörlük - ve---»

“Noitan.”

Eğer oyun olsaydı muhtemelen birçok oyuncunun atlayacağı bir konuşma yapmak üzere olan Noitan’nın sözünü Maria böldü.

«Ne - olDu - Maria - ?»

“Buna ihtiyacımız yok. Sadece bu oyun hakkında bilmemiz gerekenleri söyle artık.”

«Sana her şeyi güzel güzel anlatmak üzereyken böyle bir tavır alacak kadar yüzsüzsün demek! Çok kibirlisin seni lanet velet!»

Görüntü tekrar alışıldık kanlı gözlere değişti.

“Shindou için zaten az önce ‘lanet’ kullanmamış mıydın? Ne kadar zavallı bir kelime hazinesi.”

«Hata bulmak için vaktin varsa hayatta kalmanın bir yolunu bulsan iyi edersin seni zavallı kafes kuşu!»

Memnun, görüntüsü normale döndü.

«YapaCak bir - şEy yok - size sadeCe - öNemli kısımLardan - bahSedeceğim! ÖnceLikle - zaMan çizelGesine - iTaat etmeniz - geRekiyor yokSa - oTomatikMan [kaybedersiniz] - o yüzDen - dikKatli olun»

“...[kaybettiğimizde] ne oluyor?”

«İdam»

Hava dondu.

«KelleSini vurDurmak - doğruSu! GAyet makul - değil Mi? - ZamaNa bile - aYak uydurAmayan - biriNin ölMesi - daHa iyi - ne De olSa»

Yuri gözlerini bile kırpmadı. Ve «İdam»’ın ciddiye alınması gerektiğini fark ettiği an, suratı daha da sarardı.

Noitan onun tepkisini tamamen görmezden geldi ve devam etti.

«Ayrıca, - evRensel bir - zamAn sınıRı var! BeSininiz - yeDi porsiyon - kaTı yemektEn - oluŞuyor - Bu tAm - bir hafTa için - yeterLi - Her güN - bu siHirli porSiyonlarDan - bir taNe - yerseNiz - acıkMazsınız! FaKat - hEr gün - bir taNe - yiYemezsiniz - açLıktan - mumYa olurSunuz!»

“Mumya… he.”

Başkan bükülü dudaklarla başını kaşıdı.

“Öyleyse bu oyunu nasıl kazanabilirim? Doğrusu, ne yapmam gerektiğine dair en ufak fikrim yok.”

«Peki - kazanma koşulları - [sınıf]’ınıza göre - değişiyor - Örneğin - eğer siz - [Kral]’sanız - tahtı hedefleyen - bütün oyuncuları - eleyerek kazanabilirsin! ŞimDi - her biRi için - deTaylaRı - göRünteleYeceğim»

Noitan ekrandan kayboldu, onun yerini harfler aldı.


[Kral]
O önceki hükümdara suikast yaparak tahta geçen kral ve birçok istilada yürüttü. Şüpheci bir kişiliğe sahip olmaklar birlikte, onun tahtını tehdit eden kişileri öldürmeyi planlıyor. Şüphesinin başkalarının ona olan sadıklığını kaybetmelerine sebep olduğunu fark etmiyor.
Kendi emrinin altındakilere [cinayet işlemelerini] isteyebilir, ama onları buna zorlayamaz çünkü o durumda onların düşmanlığının kendisine yöneleceğinden korkar.
Başkalarına güvenemeyen bir adam tarafından yönetilen bir vatanın geleceğinin iyi olması olası değildir.
[Kral]’ın Yetenekleri
  • [Cinayet]
    Öldürmek istediği bir oyuncuyu seçebilir ve ya [Büyücü]’den ya da [Şövalye]’den bu eylemi yapmalarını rica edebilir. Seçmesine gerek yoktur.
  • [İkame]
    Tek bir günlüğüne [Dublör] ile yer değiştirerek [Suikast]’ın hedefi olmaktan kurtulabilir. Eğer o günde hedef olarak seçildiyse, [Kral]’ın yerine [Dublör] ölür.
[Kral] için Kazanma Koşulları Tahtını korumak. (Kralın tahtını tehdit edenleri Elemek - [Prens] [Devrimci])
[Prens]
Hırslı bir insan. O aslında kral’ın konumunun varisi için üçüncü sıradaydı. Ama kralın şüpheciliğinden yararlanarak, diğer prensleri öldürttü ve birinci sıraya çıktı. Bu güvensizliğe karşı korunmak için karşı-büyü elde etti.
Eğer tahta çıkarsa, bu vatan muhtemelen öncekinden daha kötü bir diktatörlüğe dönüşecek.
[Prens]’in Yetenekleri
  • [Taht Varisi]
    [Kral] ve [Dublör] öldüğünde [Cinayet] yeteneğini kullanabilir.
  • [Karşı Büyü]
    [Büyü] tarafından öldürülemez.
[Prens] için Kazanma Koşulları Kral olmak. ([Kral], [Dublör] ve [Devrimci]’nin Elenmeleri)
[Dublör]
[Kral] ile tıpatıp aynı gözüken eski bir çiftçi. O pek hırslı değildir, ama [Prens]’in kazanmasına kesinlikle izin veremez, çünkü onun tarafından hep rezil edilmişti.
Eğer hiçbir ideale sahip olmayan o, kral olursa, bu vatan kaşla göz arasında haraplaşır.
[Dublör]’ün Yetenekleri
  • [Miras]
    Eğer [Kral] ölürse veya [İkame] kullanılırsa, [Cinayet]’i kullanabilir.
[Dublör] için Kazanma Koşulları Onu öldürmeye çalışanların ölümü. ([Prens] ve [Devrimci]’nin Ölümü)
[Büyücü]
[Kral]’ın bir astı. [Prens]’in büyü öğretmeni ve [Prens] ile iyi anlaşır. Büyü araştırmalarını sürdürebildiği sürece memnundur ve kralın tahtına hiçbir ilgisi yoktur.
Büyü yeteneklerini ne kadar geliştirirse geliştirsin, kimse kendi kabuğuna çekilen bir kişiye değer vermez..
[Büyücü]’nün Yetenekleri
  • [Büyücülük]
    [Cinayet] ile seçilen kişiyi başarıyla öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Hedeflenen karakter yanık bir ceset olur.
[Büyücü] için Kazanma Koşulları Hayatta kalmak.
[Şövalye]
[Kral]’ın bir astı. Ast olmakla birlikte, kendi topraklarını harabe ettikleri için kraliyet hanedanına karşı intikam almayı planlıyor. Sırf kraliyet hanedanını öldürerek mutlu olabileceğine gerçekten inanır.
Elbette ki, kendi hislerine boğulmuş bir adam sadece talihsizliğin karanlığına kapılır.
[Şövalye]’nin Yetenekleri
  • [Ölümcül Darbe]
    [Cinayet] ile hedeflenen kişiyi öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Sadece [Büyücü] öldüğünde kullanılabilir. Hedeflenen karakter kafasının kesilmesinden ölür.
[Şövalye] için Kazanma Koşulları İntikam almak. ([Kral] ve [Prens]’in Ölümü)
[Devrimci]
O [Kral]’ın sağ koludur. Kabiliyetliğinden dolayı, eğer bu vatan böyle devam ederse harap olacağını fark etti. O yüzden, kendisini vatanı ele geçirmek için hazırladı.
Suikastlardan dolayı karamsarlık duyguları yoğunlaşmış bir hükümdar bir krallığı yönetmekten acizdir. En çok kendisine suikast düzenlenecektir.
[Devrimci]’nin Yetenekleri
  • [Suikast]
    Hedeflenen bir karaktere suikast yapabilir. Seçmesi gerekmez. Hedeflenen karakter boğazı sıkılmış bir ceset olur.
[Devrimci] için Kazanma Koşulları Kral olmak. ([Kral], [Prens] ve [Dublör]’ün Cinayeti)
* Oyun kalan oyuncular için kazanma koşulları yerine getirildiğinde biter.

Herkes sessizce metini okuyor ve anlamını çıkarmaya çalışıyordu.

Ben de bütün gücümle ekrana bakıyordum, fakat ne yapacağımı şaşırmıştım. Sadece [Cinayet] ve [Suikast] gibi kelimelerin [Asil Krallık]’ın bir ölüm oyunu olduğuna dair kanıt olduğunu anlamıştım.

“Hey, BetYogi.O [Büyü] ve [Suikast] eylemlerinde nasıl bulunabiliriz?”

Diye sordu başkan.

«KoMuta ilgili - oYuncunun odasının - ekRanında çıkar - GerÇekleştirmek için - saDece ekrandaki - düğmeYe basman geRek! O yüZden - biLet almak kadar - koLay birini öldürmek»

Benim haricimde herkes bunu duyduktan sonra sarılaştı. Herkesin neden böyle bir tepki verdiğini pek anlamadım ve Maria’ya baktım.

“...Maria, ehm.”

“Bu durumdaki tehlikeyi anlamıyor musun?”

Başımı yavaş bir şekilde iki yana salladım. Bunu görünce, Daiya hayretle güldü. ...Bilmiyorum, o yüzden yapacak bir şey yok, değil mi!

“Tamam, kendini tehdit altında hissettiğini varsayalım. ...hayır, bu yine yetersiz kalır. Diyelim ki kesinlikle öleceğini fark ettin. Bu açmazdan kurtulmak için belirli birini öldürmen gerekiyor. Bu kişiyi bıçakla öldürebilir misin Kazuki?”

“Ö-Öldürebilmemin imkanı yok!”

“Öyleyse sadece bir düğmeye basman gerekse?”

“He…?”

Tek bir düğmeye basarak kendi hayatımı güvenceye alabilirdim. Başkasının canını alarak.

“.......Y-Yine de yapamazdım! Öldürmek gibi bir şey…”

“Yani, senin için sanırım öyledir. Fakat, buradaki diğer kişilerin aynı sonuca vardığını düşünüyor musun?”

Anında etrafa baktım.

Etkin öğrenci konsey başkanı. Endişeli gibi gözüken Yuri. Garip bir kaygısızlığa sahip olan Kamiuchi. Sonunda da, ‘sahip’ - Daiya.

“Sen dahil buradaki altı katılımcının hayatı tehlike altında olduğu durumda başkasının canına kıymayacağına dair kesin kanıtın var mı? ...Açık açık söylemek gerekirse, bende yok.”

Diğerleri için de muhtemelen aynı şekildeydi.

“Buradaki herkes muhtemelen başkasının onları öldürebileceğini göz önünde tutuyor. Ve bu kuşkunun durumumuzu daha da kötü yapacağını söylememe gerek bile yok, değil mi?”

“A-Ama sırf başkasını bir düğmeye basarak öldürebilmek bunu rahatlıkla yapabilmek anlamına gelmez!”

“Ama ya süre sınırı yaklaşırsa?”

“...Süre sınırı mı?”

“Yeşil ayı dememiş miydi? Evrensel bir süre sınırı var; başka bir diyişle, mevcut yemeğimiz biter bitmez ölürüz. Bunun anlamı da hiçbir galip olmadan herkes kaybeder… başka bir hitapla, hepimiz ölürüz.”

Nefesim kesildi.

“Amacımız galip olmak değil. Amacımız bu oyundan kurtulmak. Ama süre dolunca, bu amaç sarsılacak. Bu amacı elde etmekten vazgeçen kişiler olacak. Hayatta kalmaya öncelik verebilirler. Herkesle birlikte ölmektense, kendi kazanma koşullarını yerine getirmenin daha iyi olacağını düşünmeye başlayabilirler. Ve ilk ceset ortaya çıktığında---biter.”

“.......Niye?”

“Ceset vardı. Diğer oyuncular bu oyunu etkin olarak oynayan biri olduğunu keşfetti. Hiçbir şey yapmazlarsa, onlar da ölürler. O yüzden, diğer oyuncuların da oyuna katılmaktan başka çareleri olmaz. O durumda da, bir galip olana kadar oyun devam eder.”

Maria açıkca açıkladı - kimse itiraz etmedi. Diğerleri muhtemelen ona katılıyorlardı.

“İlk ceset ortaya çıktığında, biter…”

Kısacası, biri o hatayı yapmadan önce bu oyundan bir kaçış yolu bulmamız gerekiyordu.

«Peki peki PeKi - bu oyuNun - nasıl işLediğini - anlaDınız mı? Şimdi ben - zaman çizelgeSini görünTüleyeceğim! - Bu zaman çiZelgesine - saDık kalın ve - 5 dakiKalık müsamaHa - ile haReket edin - taMam mı?»

Ekrandakiler temizlendi ve yerine bir zaman çizelgesi gösterildi.

~12 <A>
- Ara, kendi odanızda hazırda bekle
12~14 <B>
- Büyük odada toplanma
14~18 <C>
- 14:40’a kadar [Gizli Buluşma] eşinin seçimi. Seçilen karakterin odasında 30 dakika geçir.
- [Kral], [Cinayet] cinayet için bir hedef seçebilir.
- [Büyücü] [Büyü] kullanabilir ([Şövalye] [Ölümcül Darbe] kullanabilir).
([Büyü] veya [Ölümcül Darbe] ile hedeflenen karakter saat 17:55’te ölür)
18~20 <D>
- Büyük odada toplanma.
20~22 <E>
- Kendi odanızda yemek.
(Eğer yemek yok ise mumya’ya dönüşerek ölüm)
- [Devrimci] [Suikast] kullanabilir.
([Suikast] ile hedeflenen karakter anında ölür)
22~ <F>
- Ara, uyu

«Not alManıza - geRek yok! SınıfLar ve - zamAn çizelgesi - hakKında detayLı bilgi - taŞınabilir ciHazlarınızın - içinde var - KoNuşmaLar da bu - cihazDa bulunur - o yüzDen - uMarım işiniZe yarar»

“Ühe, bunda şu anki konuşmamız mı kaydediliyor?”

“Kayıt edilmemesi gereken bir şey filan mı söyledin?”

Başkan Kamiuchi'nin nidasının hemen ardından ona baskı yaptı.

“Doğrusu, hayır. Ne ima etmeye çalışıyorsun…?”

“Başkalarına senin [sınıf]’ını belli edecek şeyler söylememeye dikkat etmen gerekeceğini düşünmedin mi? Oyuna katılmaya da ne kadar sabırsızsın öyle!”

Kamiuchi alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Haha, yani, bu gidişatta kendi zaafını belli etmek isteyecek kimse yoktur.”

Kamiuchi'nin tetikte olması anlaşılır bir durumdu. Bu oyuna katılmayı düşünmememe rağmen, diğerlerinin [sınıf]’larını ben bile öğrenmek istiyordum. Özellike bana ve tehlikeli olan [Devrimci]’ye karşı gelenleri.

Bu sebep uğruna biz büyük bir ihtimal kayıtları okuyacaktık.

Ama bu eylemin kendi içerisinde tehlikesi olabilirdi. Eğer endişelenip kuşkudan deliye dönmüş bir şekilde kayıtları incelersek, ıvır zıvırın bile gözümüze takılıp şüphemizi daha da kötü yapacağı içime doğmuştu.

Sonunda da, bu şüpheye dayanamayıp, birisi düğmeye basacaktı ve---

...Doğru. Bu kayıtın da oyuna katılmamız için bir vesile olduğundan emindim.

«TaMam o zaMan - hePinize iyi bir - saVaş dilerim! - SadeCe oyuNu - herKesin mumYa’ya döNüşmesi - gibi sıKıcı bir - şekilDe sOnlandırmayın - taMam mı?»

Ondan sonra, Noitan ekrandan kayboldu.

“O lanet BetYogi…”

Başkan küfretti.

Can yakıcı mekanik ses kayboldu ve oda sessizliğe büründü. Herkes sessiz kaldı ve kimse ağzını açmadı. Belki de bunun sebebi ayrıca konuşmalarımızın kayıt olduğunu bildiğindendi, bu da konuşmayı sinir bozucu derecede zor yapıyordu.

Sessizliği bozan kişi başkandı.

“Otonaşi.”

“Ne?”

“Daha önceden laf arasında amacımızın «bu oyundan kaçmak olduğunu» söyledin. Ama bunun mümkün olduğunu düşünüyor musun?”

“Tabi ki de düşünüyorum. Sen öyle düşünmüyor musun?”

“Ben… doğrusu, çok zor olabileceğini düşünüyorum. Ne de olsa ben mantık ile idrak ederim, ve buradaki ortamın «anormal» olduğunu hissediyorum. Bunun sadece benim değil, ama herkesin fikri olarak varsayıyorum, haksız mıyım?”

Yuri ve Kamiuchi başlarını salladılar. Ben de aceleyle başımı salladım.

“Böylesine [saçma] bir yerde bizim için bir kaçış yolu olduğunu mu düşünüyorsun? Eğer öyle düşünüyorsan, lütfen bana bunun sebebini söyle.”

Hafif tonuna rağmen, sesi bir sorguya çekmiş gibi katıydı.

Diğerleri bile Maria’ya jüri üyeleri gibi bakıyorlardı.

...Maria’nın iddiasının bir sebebi vardı. Maria bir insanın ne kadar saçma bir yer olursa olsun, bu ‘kutu’dan kurtulabileceğini biliyordu.

Bana sadece bir anlığına gözünün kenarından baktı ve,

“...gerçekten de zor olabilir. Ama tek sahip olduğumuz amaç bu. O yüzden ne kadar ümitsiz gözükse de, ona inanmaktan başka bir çaremiz yok… yoksa haksız mıyım?”

Beklenildiği gibi, ‘kutu’nun niteliğini gizledi.

“Sanırım öyle. Dediğin gibi.”

Anlaşılan başkan Maria’nın tereddütsüz gerekçesini kabul etmişti.

“Kaichou. Senin şu az önceki «bu oyundan kaçmak zor» şeklindeki ifaden bu ölüm oyununa katılımının ilanıydı, değil mi?”

Sordu Daiya alaycı bir şekilde, yüzünde tekrar kazanmışcasına bir ifadeyle.

“Tekrar hata mı bulmaya çalışıyorsun? Yanılıyorsun! Ben asla kimseyi öldürmem. Diyelim ki burada cinayet günah olmasa ve tek bir tuşa basarak cinayet işlenebilse bile, kişinin cinayet işlediği gerçeği değişmez. Eninde sonunda bu günahı daha fazla kaldıramayıp hayatımı yok ederim. Bu kadarını hayal edebildiğim için, asla yapmam.”

Daiya bu mükemmel gibi gözüken cevaba karşılık cık sesi çıkarttı.

“Benim için de… aynı şekilde.”

“Hepimiz senin yapamayacağını biliyoruz Yuricim~! Ah, bu arada, ben de bu cevabı vereceğim.”

“Bak bak nasıl da sürüye uyuyor… Yuri bir yana, senin ifadene hiç güvenemiyorum Kamiuchi.”

“Ühe… böyle olma ama Kaichou!”

“Gerçi, en az güvenebileceğim kişi Daiya ama.”

Daiya onun az önceki alaylarına tepki veren başkana müstehzi bir gülümseme ile yanıt verdi.

Ardından da,

“Evet. Çünkü kendi iyiliğim için öldürürüm.”

Soğukkanlılıkla herkesi kendine düşman eden bir ifadede bulundu.

▶İlk Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«Senin [sınıf]’ın [Büyücü].»

Odama döner dönmez ekrandaki bu iletiyi fark ettim.

Öyle ya, altı [sınıf] arasında düşmanı olmayan bir tek [Büyücü] vardı.

“...aah”

İçimin rahatlamasıyla birlikte nefes verdim.

Amacımız [Asil Krallık]’ın başlamasını engellemekti. Ama gerçek bir düşmanımın olmamasını bilmek yine de çok rahatlatıcıydı.

“...hım?”

Ekranın en alt tarafında bir ileti bulunuyordu.

«[Cinayet] için henüz hiçbir hedef seçilmedi.»

---[Cinayet]. [Kral] bu komuta ile öldürmek istediği kişiyi seçebilir.

Sanırım [Kral] [Cinayet] için bir hedef seçerse, [Büyü] kullanma komutası---başka bir hitapla birini öldürme komutası---orada bulunacaktı.

Bunu düşünmek istemiyordum. Ne birinin başkasını öldürmeyi isteyeceği bir durum hakkında, ne de bu düğmeye basmamı gerektirecek bir durum hakkında düşünmek istemiyordum.

“......İyiyim, her şey yolunda olacak.”

Bu şekilde mırıldanarak kendimi rahatlattım. Birbirimizi öldürmeye başlayacak değildik ya. Çünkü diğerleri de bunun olmasını dilemiyor olmalıydı.

En azından zaman sınırı ile sorunumuz olmadığı erken aşamalarda, bir şeyin meydana gelmesinin imkanı yoktu.

“......”

Gerçekten mi?

Altımız arasında Daiya’nın da bulunduğunu unutmamalıydım.

«Yah yah yah - Kazuki - [Gizli Buluşma] - vakTi geldi!»

Noitan her zamanki gibi çatkapı ortaya çıktı.

Buna alıştığım için, o kadar korkmamıştım ve ekrana bakmak için başımı kaldırdım. Her zamanki gibi, ağzını açıp kapatan çirkin yeşil bir ayıydı.

«Lütfen - konuşMak isteDiğin - bir oYuncu seç - ArdınDan bu - oyunCunun odasıNa - sadece yaRım saatliğiNe - giDebilirsin! Eğer ki - birDen çok - kiŞi belirli - bir oyuncuYu - seÇerse buLuşmalar - en hızLıdan - en yavaŞa - şeklinDe yer aLır!»

Noitan ekrandan kayboldu ve ortaya altı tane isim ve bu isimlerle uyan resimler çıktı.

“...Seçtiğim kişi beni de seçerse ne olur?”

«Hiç! SadeCE - konuşMak için - iki kat daHa - çok zaManınız oLur»

Noitan cevabıma sadece sesi ile cevap verdi.

Masadaki taşınabilir cihaza bakarken, sordum,

“...ehm, diğerleri de [Gizli Buluşma]’daki konuşmamızın kayıtını görebilirler mi?”

«GöRemezLer! - SadeCe - taŞınabilir cihaZın - sahiBinin kenDi - duyDuğu şeyler - kayıt ediLir - Örneğin - biRi seninLe - ayNı yerde - olSa bile - duyMazsa konuşMa - oNun için - kayDolmaz - Ama [Gizli Buluşma]’da - kiminLe görüşTüğünün bilgisi - diğerleRinin kayıtLarında - bulunAcak - o yüzDen - dikKatli ol»

Kimi seçmeliydim… yani, tek bir kişi vardı.

Tabi ki de, «Maria Otonaşi»’nin düğmesine bastım.

«TaMam - Lütfen herKes - bir eş - seÇene kadar - bekLe»

Acaba diğerleri kimi seçeceklerdi…?

...bu sadece bir önseziydi, ama bence Maria beni seçmeyecekti. O, benim onu seçeceğimi tahmin ettiğinden emindim.

O yüzden, onun seçeceği kişi---Daiya’ydı.


«TaMam - anlaŞılan herkes - kaRar verdi - ŞimDi kimin - kiMi seçTiğini - gösTereceğim»

Noitan tekrar kayboldu ve ekranda isimler ortaya çıktı.

[İroha Shindou] -> [Koudai Kamiuchi] 16:20~16:50
[Yuri Yanagi] -> [İroha Shindou] 15:40~16:10
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10
[Kazuki Hoşino] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuri Yanagi] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50

Beklediğim gibiydi, Maria Daiya’yı seçmişti. Ve Daiya da---

“...Ah!”

Daiya… beni mi seçmişti?

“Neden…?”

Onun amacını algılayamıyordum. ...Öncelikle ne işler karıştırdığını bilmiyordum, o yüzden bunun sebebini bilebilmemin imkanı yoktu.

Ama neyse ki Maria ile buluşmam daha önceydi.

Diğer türlü olmadığını sevinmiştim. Eğer Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’m Maria ile olan [Gizli Buluşma]’dan önce olsaydı, tam da onun istediği gibi davranmış olurdum. Ama şimdi Maria ile birlikte bir strateji düşünebilirdim.

Diğerlerinin kimi seçtiğini doğruladım. Yuri'nin ve Kamiuchi'nin seçtiği oyuncular makul, ama Kaichou’nun Kamiuchi'yi seçmesi biraz şaşırtıcıydı.

«ZaMan gelinCe - kaPı açılacak! Eğer kapıDan - girerSen - otomaTikman doğru - kiŞinin odasına - vaRacaksın - o yüzden lütFen - iÇiniz rahat olSun»

▶İlk Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]'nin Odası[edit]

Karanlığın içine adım attığımda hiçliğin içine düşmekten korkuyordum, ama kendimi benimkine benzer bir odada buldum. O kadar benzerdi ki odamın sadece tersine döndüğünü hissetmiştim.

“Geldin mi?”

Maria yatağın üzerinde oturuyordu, gözleri benim üzeremdeydi ve yatağa hafifce vurarak onun yanında oturmam için beni teşvik etti.

“Gevezelik etmek için yeterince zamanımız yok, o yüzden doğrudan ana konuya gireceğim.”

“...ehm, ana konumuz neydi…?”

“Oomine’den ‘kutu’yu nasıl çalabiliriz tabi ki de. [Asil Krallık]’ta yer almayı düşündüğünü söyleme sakın?”

Onun yanında otururken başımı iki yana şiddetle salladım.

“Amacımız her zamanki ile aynı: ‘Asılsızlık Oyunu’nu sonlandırmak. Gerçi, bu sefer sahibin kim olduğunu bildiğimiz için kolay olduğu söylenebilir.”

“...Ama acaba Daiya kendi özgür iradesiyle bize ‘kutu’sunu verir mi acaba…”

Maria benim söylediklerimi duyduktan sonra kaşlarını çattı.

“...doğru. Onu ikna etmekten başka bir çaremiz yok, ama…”

“...bu kolay bir görev olmayacak mı?”

“Kolay olduğunu mu düşünüyorsun?”

Tekrar başımı iki yana salladım.

Onu ikna etmekte başarısız olmak aynı zamanda onun ‘kutu’suna erişemediğimiz ve alamadığımız anlamına gelirdi.

Eğer o durum meydana gelirse, onun ‘kutu’sunu ezmemiz gerekecekti---Daiya ile birlikte.

“...Hey, Maria. Eğer Daiya [Asil Krallık]’ta kaybederse, bunun otomatikman ‘Asılsızlık Oyunu’nun sonu da olacağını düşünüyor musun?”

“Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun doğasına bağlı, o yüzden henüz kesin bir şey söyleyemem… ama ‘Reddeden Sınıf’ sayesinde Oomine’nin kişiliği hakkında bilgi edinmek için birçok fırsatım oldu. Onu orada uzun bir süre izlemiş olmakla, bence, herkes için kaybetmenin anlamı ölüm olduğuna göre, Oomine’nin kendi oyununda kaybedişi de aynı sonucu verir. Sen de öyle düşünmüyor musun?”

Başımı salladım. Onun amacı ne olduğunu bilmiyorken kesin bir şey söyleyemezdik… ama Daiya kadar gururlu birisinin kurallara uymaması da hiç de akla yatkın değildi.

“......Hey,”

Ben düşüncelerime kapılmışken Maria gözlerimin içine baktı.

“Sen… Daiya’nın ölümünü istiyor musun?”

“Ha?”

Maria bana her zamanki gibi sakin bir ifadeyle baktı, ama içerisine hafif bir endişe karışmıştı.

...Tabi, az önceki sorum Daiya’yı öldürme teklifi gibi gelmiş olabilirdi.

“Ben istemiyorum! Ben asla Daiya’nın ölümünü istemem!”

“...Anladım.”

Bu kelimelere eşlik eden gülümsemenin kaynağının rahatlama olduğu belliydi.

...doğru. Maria’nın öyle bir yöntemi kullanmayı istemesinin imkanı yoktu.

“Daiya’nın ölümü ile buradan kurtulmak; bu bir çare değil ki!”

“Doğru. Tam da söylediğin gibi.”

“Yani, öyle söylüyor olabilirim, ama ne yapacağımı hala bilmiyorum…”

Bunu mırıldadığımda, Maria asık suratla konuşmaya başladı.

“......Bunu teklif etmekten çekiniyorum, ama dinle. Oomine hariç, diğerlerinden... yardım istememiz gerekebilir, özellikle Shindou. Eğer hepimiz aynı düşünceye varabilirsek, [Asil Krallık]’tan korkacak hiçbir şey kalmaz.”

“...Nasıl yani?”

“Eğer onların ‘kutu’ları kavrayabilmelerini ve Oomine’nin ‘sahip’ olduğu gerçeğine inandırabilirsek, herkesin düşmanının kim olduğunu belirtebiliriz. Kimin kimi öldürüceği belli olmayan en kötü durumu da engelleyebiliriz. [Asil Krallık] birbirimizden kuşkulanmadığımız sürece başlamayan bir oyun.”

“...Ama onlara ‘kutu’ hakkında bilgilendirmek zor, öyle değil mi?”

“Evet, aynen öyle. Herhangi bir göze çarpan eylemin doğrudan tehlike ile eş olduğu şu anki durumda onlara sırf ‘kutu’dan bahsetmek bile son derece zor.”

“Evet… neden tereddütlü olduğunu çok iyi anlayabiliyorum!”

“...Uygulaması zor olduğu için tereddütlü değilim.”

“He?”

“Anlamıyor musun? Onlara ‘sahip’in kim olduğumu söyle; Onlara düşmanlarının Daiya Oomine olduğunu söyle. Ama eğer öyle yaparsan, herkes Oomine öldüğünde kurtulacaklarını öğreniş olur. Ve unutma ki burada başkalarını sadece bir düğmeye basarak öldürebiliriz.

Nefesim kesildi.

“Oomine kolay kolay ikna edilebilecek biri değil. Shindou ve diğerleri gerçeği öğrense bile ‘Asılsızlık Oyunu’nu durduracağını düşünmüyorum. Ama diğerleri bu tavıra nasıl tepki verir? Herkes sınırlı bir zamanı olan, ve her an ölebilecekleri bir ortamda sabırlıkla onun fikrini değiştirmesini bekleyecek midirler? Bence beklemezler. Eğer duraklarsak---”

Maria keyifsizce tısladı.

“---Shindou muhtemelen Oomine’yi öldürür.”

“Yok ar---”

Derin bir nefes aldım ve devam ettim.

“Yok artık… K-Kaichou kendisi demedi mi? Birini öldüremeyeceğini.”

“Bu ifade içini rahatlattı mı?”

“...Bunun bir yalan olduğunu mu düşünüyorsun Maria?”

“Yalan mı değil mi bilmiyorum. Fakat, Shindou gerçeği söylüyorsa eğer, o kadar daha fazla tehlikeli olur.”

“N-Niye ki…?”

Maria sessizce ayağa kalktı, masadaki taşınabilir cihazı aldı ve kurcalamaya başladı. Ardından kayıtlı bir ses dosyasını oynattı.

«Eninde sonunda bu günahı daha fazla kaldıramayıp hayatımı yok ederim. Bu kadarını hayal edebildiğim için, asla yapmam.»

“Bu ifadedeki tehlikeyi görüyor musun?”

Başımı iki yana salladım.

“Shindou diyor ki---kendi hayatını mahvetmeye hazır ise öldürebilir.”

Bu biraz abartılı bir yorum gibi gelmişti, ama… bu şekilde algılamak gerçekten de mümkündü sanırım?

“A-Ama çok iyi bir sebep olamdan kendi hayatını kolaylıkla mahvetmeye hazır olamazsın ki!”

“Gerçekten öyle bir sebep olmadığını mı düşünüyorsun? Kafadan bir kaç tane sayabilirim. Düşüneyim… örneğin, onun için Yanagi’yi kurtarmak çok iyi bir sebep olmaz mı?”

Dedi sakince, beni de bununla susturarak. Bu hakikaten de Kaichou’ya o son sınırı aşması için iyi bir sebepti.

Doğru, ne de olsa bu günlük hayat değildi. Bu ‘kutu’ tarafından bükülen bir olağandışılıktı. Herhangi bir miktarda çok iyi sebep olabilirdi.

“Kazuki, bunu zaten biliyor olman gerekir, ama ne sebep olursa olsun, ben kimseyi öldüremem.”

“Evet, biliyorum.”

“Senin için de aynı şekilde olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebini Shindou gibi anında söyleyebilir misin?”

Böyle sorduğunda düşünmeye başladım.

Neden öldüremezdim?

---Başkalarını öldürmekte sorun olmadığını düşünmenin mağrur olduğu için miydi?

---Diğer kişiye acıdığımdan dolayı mıydı?

---Ahlakım izin vermediği için miydi?

Birkaç tane düşünebildim, ama hiçbiri tam doğru gelmemişti. Hiçbirinin yanlış olduğunu düşünmüyordum, ama doğru gibi de gelmemişlerdi. Bunların hepsi öldüremediğimin gerçeğinden sonra gelen sebepler.

“Aklına hiçbir şey gelmiyor mu...?”

“...evet.”

Yere bakarken cevap verdim.

“Öyle olması gerekir.”

“He?”

“Shindou’nun hayal gücü filan ile hakkında söyledikleri doğru değildi. Başkalarını gerçekten öldüremeyecek birinin hiçbir sebebi yoktur. Sen ve ben---biz sadece öldüremeyiz.

...Doğru. Aynen öyleydi. En doğal gelen de buydu.

“Öldürememek için bir sebep düşünebilmek ve bunu başkalarına rahatça söyleyebilmek doğal değil. Shindou sadece bize kendisinin tehlikeli olmadığını inandırmaya çalıştı. Yani, bu yine de Oomine’nin düşmanlığını sergilemesinden daha faziletli.”

“Acaba Daiya’nın tehlikeli bir konumda bulunmasına rağmen, bu şekilde davranmasının sebebi ne…”

“Yani, her zamanki tavrını göz önünde bulundurursak, Shindou ve diğerleri gibi «Ben karıncayı bile incitmem» pek de inandırıcı olmaz. Böyle bir açıdan bakılmasyıla, kişiliği [Asil Krallık] için şaşırtıcı derecede aleyhine olabilir.”

...doğru, şu an bakılırsa, hayatı en çok tehlikede olan oydu.

Diğer bir yandan, Yuri şaşırtıcı bir şekilde en güvenli konumda olabilir.

“Ah, doğru. Merak ediyordum da: bu ‘Asılsızlık Oyunu’ iç kutu mu dış ‘kutu’ mu?”

Maria’nın bakışı bu soruyu duyduktan sonra daha da delici oldu.

“Ö-Özür dilerim. Düşünmüyordum. D-Doğru ya, böylesine çılgın bir ‘kutu’ mutlaka iç---”

“Bu bir dış ‘kutu’.”

“...Ha?”

“‘Asılsızlık Oyunu’ bir dış ‘kutu’dur. Seviyesi de 5 civarında olmalı.”

Yanlış hatırlamıyorsam eğer ‘Balçıkta Yedi Gece’nin iç değer seviyesi 4’dü. Sırf rol değiştirmekten ibaret bu ‘kutu’dan çok daha yüksek.

Ama eğer dış ‘kutu’ ise---

“Bu demek olur ki bu duruma belirli bir noktaya kadar inanıyor. ...belki de, ‘sahip’ ‘kutu’ya hakim olabildi.”

Nefesim kesildi. Bu… oldukça muazzam olurdu, değil mi?

“Bu durumdan dolayı onu ikna etmek zor. Şimdiye kadarki ‘sahip’lerin hepsi ‘kutu’larını kullanırken az çok mantıklıydılar. Bu hataları kullanarak onlara ‘kutu’larını bize vermelerini sağlayabildik.”

“...ama bu sefer hiç yok.”

Açık konuşmak gerekirse, Daiya’nın ‘kutu’ya hakim olabildiğine inanamıyordum. Ne de olsa Daiya ihtimamlı bir gerçekçiydi. ‘Dilek’leri kendileriyle birlikte gelen kuşkularla gerçekleştiren bir ‘kutu’ya uygun değildi.

“Her neyse, bunun anlamı gerçekliği etkilemesi kaçınılmaz. O yüzden bu [Asil Krallık]’ta yaşadıklarımızın anıları büyük bir olasılıkla kalacak ve sonucu da gerçekliği de etkileyecektir.”

“Dolayısıyla, oyun içerisinde ölürsek, gerçek hayatta da mı ölüyoruz…?”

“Evet, bu şekilde düşün. ...haberin olsun; sırf dış değil, ama iç ‘kutu’larda da «ölüm»’ün etkisi büyük bir şey! ‘Reddeden Sınıf’ içerisinde defalarca ölmeme rağmen burada sağ salim durabilmemin tek sebebi sadece «ölüm»’ün kendisini geçersiz kılan o ‘kutu’nun kendine özgü bir özellikten dolayıydı. Eğer son ‘Okul Transfer’inde, 27,756. defa’da ölseydim, ya gerçekten ölürdüm ya da en azından ölüme eşdeğer olan gecikmiş etkiler yaşardım.”

“...Anladım.”

Her neyse, kısacası:

Burada «ölüm» gerçek hayatta «ölüm»’e eşitti.

“O yüzden, [Asil Krallık]’ın başlamasına kesinlikle izin veremeyiz.”

Açık konuşmak gerekirse, belki de yeterince tehlike hissine sahip değildim. ‘Oyun’ kelimesinin hafif sesi ve tek bir düğmeye basmak ile gelen «ölüm»---sonuç olarak bu gerçekdışı gibi gözüken ‘kutu’yu bir tür oyun olarak düşünmüştüm.

Ama bu yanlıştı.

Birinin tek bir düğmeye basmasıyla ölürsem veya birini öldürürsem; bu «ölüm» bir oyundaki gibi geri alınamazdı.

“...çok zamanımız yok. İlk önce Oomine ile olan [Gizli Buluşma]’da ne yapman gerektiğini düşünelim.”

“Tamam.”

Şu anki durumda bir çözümün belirtisini bile göremiyorken, ilk önce şimdi elimizden geleni yapmalıydık.

“Ehm, sanırım Daiya ilk önce [Sınıf]’ımı soracak. Sen ne düşünüyorsun?”

“Sanırım öyle. ...aah, ne olur ne olmaz, iyi bir sebebin olmadan kimseye [Sınıf]’ını söylememelisin.”

“Tamam.”

Şimdiye bunu yapmaktaki tehlikenin ben de farkına varmıştım. Ama---

“Ama sana söyleyeceğim Maria. Ben [Büyücü]’yüm.”

“...Benim [Sınıf]’ım seninkine karşı olsaydı ne yapardın?”

“Hiç. Yine de söylerdim.”

“...Anladım. Haklısın. Böylesine önemsiz bir meseleyi birbirimizden saklayacağımız bir şey değil.”

Dedi Maria ve gülümsedi. Bu gülümsemeyi görünce yanaklarım farkında olmadan rahatladı.

Maria az önce, eğer diğerleri tarafından bilinir ise hayati tehlikeye yol açacak bu meseleye ‘önemsiz’ demişti.

“Bu arada, benim [Sınıf]’ım [Prens]. [Devrimci]’yi tercih ederdim ama.”

Gayet makul. Tek başına öldürebildiği için birini öldürme ihtimali en yüksek olan [Devrimci]’ydi. Ama zaman sınırı yaklaşsa bile Maria bu hatayı asla yapmazdı.

Maria kesinlikle kimseyi öldürmeyecekti.

“.......Ah”

Bunu düşünürken bir şeyin farkına vardım.

“Ne oldu?”

“E-Ehm……”

Bana kuşkuyla bakan Maria’ya yan yan bakarak düşündüm:

---Maria bu ‘kutu’ içerisinde acizdi.

Ne de olsa, bu [Asil Krallık] aldatmak ve öldürmekten ibaret bir oyundu. Bu ikisini başaramayan Maria’nın kazanma ihtimali hiç yoktu.

Şimdiye kadar ‘kutu’lar ile ilgili tüm savaşlarda Maria’ya dayanmıştım. Ve bu sefer de muhtemelen ona tekrar dayanacaktım.

Fakat---kendi gücüm ile bir şey yapmak zorunda olacağım zaman kesinlikle gelecekti.

“......Yok bir şey!”

Bu yanıttan sonra Maria bana asık suratla bakmaya devam etti.

O benim kimseyi asla öldürmeyeceğime güveniyordu. Ama eğer Maria’nın öleceğini fark edersem, ve bunu birisini öldürerek önleyebileceğimi biliyorsam,---

---O zaman ne yapmalıydım?


▶İlk Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Daiya’ya karşı koymak için ne yapmalıydım; Nihayetinde, sadece sessiz kalmam gerektiğimin sonucuna varmıştık.

Daiya kuşkusuz kafamı karıştırmaya çalışacaktı, o yüzden ona tepki bile göstermek tehlikeliydi. Onun planından kaçınma konusunda kendime hiç güvenmediğim için, kulaklarımı tıkamaktan başka bir çarem yoktu.

Yatakta oturarak, Daiya odaya adım attığında ona bir elimi kaldırarak selam verdim. Daiya etrafa hızla baktı ve masaya oturdu.

“Kazu, sana bir şey sor---”

“Daiya,”

Onun lafıın hemen kestim.

“Senin ‘kutu’n içerisinde olduğumuzu biliyorum. Tek varabildiğim sonuç senin beni kolay elde edilebilecek bir dost olarak görmen, ve bundan dolayı da beni kandırma amacıyla bana yaklaşman. O yüzden, şu andan itibaren, seninle artık konuşmayacağım.”

Daiya ağzım ile ince bir çizgi oluşturduğuma gördüğüne şaşırmış gibiydi, ama ifadesi hemen bir sırıtışa dönüştü.

“Ne hakkında konuşuyorsun sen Kazu?”

“.......”

“Sessiz kalmanın anlamı ne? Bana ‘kutu’ hakkında soru sormaya hevesli değil misin? Bu ‘kutu’ hakkında bir şey yapman gerekiyor, değil mi!”

“.......”

Bir kelime daha etmeyecektim. Buna karar vermiştik. Ona kendi yargımla, ‘bu kadarı sorun olmamalı’ şeklinde yanıt versem, bu açıktan faydalanacaktı. Kurnazca ‘konuşmakta sorun olmadığını’ ima eder ve eninde sonunda konuşmamı sağlayacaktı.

O yüzden konuşmayacaktım.

“...aah, demek bütün yükü Otonaşi’ye veriyorsun he. Zaten sana sessiz kalmanı söyleyen de oydu, değil mi? Kuşlar için bile uygun değilsin. Sadece sessiz kalıyorsan, böcekler bile senden üstün olur çünkü onlar asla konuşamaz.”

Ellerimle kulaklarımı kapattım.

“Beni zaten duyabiliyorsun. Hımf, sana güzel bir şey söyleyeceğim Kazu!”

Daiya ayağa kalktı, bana yaklaştı ve kulağıma fısıldadı.

Bu ‘kutu’nun kaynağı benim ‘dilek’im değil.

Bunu duyduktan sonra içgüdüsel olarak gözlerimi sonuna kadar açtım ve Daiya’ya baktım.

Daiya içten bir kahkaha attı.

“Bak işte! Böceklere kaybettin.”

“Aa…”

Şaşırmaktan alıkoy kendini ben! Yoksa sessiz kalamayacaktım.

Bir süreden sonra kahkahaları sonlanınca, Daiya masaya geri döndü. Ardından bana odaklandı ve ilan etti:

“Ama az önce söylediğim şey gerçekti.”

...Aldanmayacaktım. Ona inanmamın imkanı yoktu. Ben bile bu kadar yufka yürekli değildim.

“Tabi, zorla bana inanmanı sağlamak imkansız herhalde. Kafanın içi çiçek böcek olabilir, ama sen her şeye aptal gibi inanan biri olmanın imkanı yok. Ama neden özellikle bunu iddia ettiğimi düşünüyorsun?”

Daiya’nın ağzının kenarı kalktı.

“Çünkü gerçek bu.”

...Sana inanmayacağım. Sana kesinlikle inanmayacağım.

“‘Kutu’yu elde ettikten sonra bir süre hiçbir şey yapmadığımı biliyor olmalısın. Yani, kullanmadım, sadece ‘kutu’ya sahiptim. Bir söyler misin bana Kazu, şu an bile öyle olmaya devam etmediğimden nasıl emin olabiliyorsun?”

...olmazdı. ...olamayacağından emindim.

“Bana inanmak zorunda değilsin. Ne de olsa daha baştan beri bana inanmak imkansızdı. Ama yine de Kazu, az önce aynen o şekilde düşünmedin mi? Muhtemelen yalan söylüyorum, ama ya gerçeği söylüyorsam? Eğer öyleyse, gerçeği söylüyor olsam da olmasam da, başka bir ‘sahip’in varlığını ihtimalini düşünmek gerekmez mi? ...hö, bunu bana söylemek düşmez, değil mi.”

...Lanet olsun. Tam da söylediği gibiydi.

Tamamen zırvalık olarak düşünemiyordum. Hatta, Daiya’nın bir ‘kutu’ya hakim olması bana garip gelmişti. Eğer o ‘sahip’ değil ise, bu kuşku da ortadan kalkmış olurdu.

Eğer Daiya dışında başka bir ‘sahip’ varsa, o zaman hepimizi kolaylıkla öldürebilirdi.

Daiya hiç çaba sarf etmeden beni böylece sarsabildi.

Tabi, o içimdeki bu kargaşayı gözünden kaçırmamıştı, kalbimdeki bu hafif açığı.


“Kazu, sen [Büyücü]’sün, değil mi?”


“.......He?”

Sesim kendiliğinden çıktı.

“S-Sen n-nasıl---?”

O bunu nasıl keşfetmişti? Açık verecek hiçbir hata yapma---

Buraya kadar düşününce, bir şey fark ettim.

Hata yapmıştım---az önce.

Daiya memnuniyetle güldü, muhtemelen yüzümü şaşkınlıktan buruşturduğumdan dolayıydı.

“Hahaha! Baştan beri biliyordum, ama sen bu oyunda gerçekten fazla önemsizsin, değil mi!”

Onun gülüşlerini dinlerken, dudaklarımı ısırdım.

Maria bana o kadar nazikce öğüt vermesine rağmen, hepsini boşa çıkartmıştım. Ben tamamıyla Daiya’nın köpeğidim.

“......Şanslısın, öyle değil mi Daiya.”

Daiya sadece şans eseri [Büyücü] demişti. İhtimal 1:6---hayır, kendi [Sınıf]’ını bildiği için 1:5’ti. O sadece kafasından [Büyücü]’yü atmıştı ve bu da bir şans eseri benim gerçek [Sınıf]’ımdı. ...Keşke başka bir [Sınıf] olsaydım, o zaman sadece [Büyücü] olmadığım gerçeği ortaya çıkardı…

“Şanslı mıyım? Sana özellike [Büyücü] olup olmadığını sormamın sebebini anlamadın mı?”

“...Ne demek istiyorsun?”

Daiya bir süre sessiz kaldı ve kafasını kaşıdı, ardından.

“Yani, şimdilik bu ‘kutu’nun ‘sahip’i benim olmadığımı varsayalım.”

“Sanmıyorum.”

“Kapa çeneni ve dinle. Eğer benim değilse, o zaman bu ayrıca bu «ölüm oyunu»’nu dilemediğim anlamına gelir. Ayrıca, senin, benim tanıdığımın, ölmesini de istemem.”

“...Evet.”

“O sebepten dolayı, senin [Sınıf]’ın [Büyücü] olup olmadığını sormak istedim.”

“.......O iki ifade biraz alakasız değil mi?”

Daiya bana son derece aşağılayıcı gözlerle baktı.

“[Büyücü]’nün hiçbir düşmanı olmadığı için en güvende olan kişinin kendin olduğunu düşündüğünü söyleme sakın? Eğer gerçekten öyle düşünüyorsan, senin şu kafanın içinde beyin değil, bok var.”

Doğru tahmin ettiği için sesim çıkmadı.

“Sana o kadar kibar anlatacağım ki maymun bile anlar! Öncelikle, hayatta kalması en zor olan kesinlikle [Büyücü]’dür.”

“...Neden? [Büyücü]’nün ölüm kalımı diğer [Sınıf]’ların kazanım koşullarıyla alakasız.”

“Sen bile [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu anlıyorsun, değil mi?”

Başımı salladım. Tek başına öldürme kabiliyeti olan [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu bahsetmeye gerek bile yoktu.

“[Devrimci]’nin en çok ortadan kaldırmak istediği kişi [Büyücü]’dür. Anlıyor musun? [Büyücü] dışında sadece [Şövalye] gerçekten öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Fakat, [Şövalye] ve [Devrimci]’nin kazanma koşulları oldukca benzer, o yüzden ikisinin birlik olması muhtemel. Eğer [Büyücü] ölürse, [Devrimci]’ye olan tehlike önemli ölçüde azalır.”

Masadaki taşınabilir cihazı aldım ve [Sınıf]’ların açıklamalarını tekrar okudum.

...Doğru. [Devrimci] ona doğrudan karşı gelen [Kral]’ı öldürse bile, [Prens] ve [Dublör] sadece onun yerini alırlar; Öyleyse durumu pek değişmez. Fakat, [Büyücü] ortadan kalkarsa, [Devrimci] anında üstün bir konum elde eder.

“Hey, ama bu… bunun anlamı [Büyücü] ölürse [Devrimci]’nin neredeyse kesinlikle kazanacağı olmaz mi…?”

“O kadar da basit değil. Öncelikle, bazıları diğerlerinin [Sınıf]’larını yanlış tahmin eder, ve kimse rahatlıkla [Devrimci] ile birlik olmaz. Ve ayrıca,---”

Daiya hintkeneviri torbacığımı karıştırdı ve o kaba bıçağı çıkarttı.

“Bu oyun içerisinde ne kadar üstün veya sakıncalı bir konumda olsan da, en kötü ihtimal bu var. Ha, [Asil Krallık]’tan her an sağ salim çıkabilirsin, sadece başkalarını doğrudan öldürmeye cesaretin olması gerekiyor!”

Nefesim kesildi.

...Şimdi ikna olmuştum. ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i çılgındı.

“...Kazu, şu kadarını söylememe izin ver.”

Dedi Daiya bıçağı saklayarak.

“‘Sahip’i ölümler başlamadan önce ikna edemezsin. Zararı en az bırakmak istiyorsan eğer, ‘sahip’i öldürmek zorundasın. O yüzden---”

Daiya bana baktı. Hiçbir sahtelik olmayan dürüst bir surat ile ilan etti:

“Ne kadar çabalarsan çabala, bu ‘kutu’ yüzünden en az bir kişinin öleceğine çoktan karar verildi.”

Başımı hafifçe yandan yana salladım ve mırıldadım,

“Bu doğru, değil---”

Daiya hiçbir şey demedi.

Doğrusu, ben bile uzun zaman önce fark etmiştim.

Bunun gerçek olduğunu. Çok uzun zaman önce.


▶İlk Gün <D> Büyük Oda[edit]

Büyük odaya vardığımda henüz kimse yoktu.

Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’yı düşündüm. Nihayetinde, ona [Büyücü] olduğumu belirtmiştim, ve onun ‘sahip’ olduğuna olan güvenimi bile kaybetmiştim.

Maria ile birlikte buna göre nasıl ilerlememiz gerektiğini düşünmeye ihtiyaç vardı. Esasında onunla en kısa zamanda görüşmek için acele ettim, ama---tam da böyle düşündüğümde, kapısından çıktı.

“Maria!”

Ona seslendiğimde bana ciddi bir surat ifadesiyle baktı ve önüme oturdu.

Benimle olan [Gizli Buluşma]’dan sonra, Daiya’nın Maria ile bir [Gizli Buluşma]’sı vardı. Onun surat ifadesine bakılınca, anlaşılan o da benim gibi sarsılmıştı galiba.

“...Daiya ile bir şey mi oldu?”

“......Muhtemelen seninle aynı şey. Daiya’yı esas olarak ‘sahip’ olarak düşünüyorum, ama şimdi başka birinin ‘sahip’ olabilme ihtimalini, hafif de olsa, göz önünde bulundurmaya başladım. O yüzden diğerlerine rahatlıkla ‘kutu’dan bahsetmek daha da az makul oldu.”

“Hiç zamanımızın olmamasına rağmen…”

“Evet, beni rahatsız eden şey tam da bu. Bu zamanı onların kişiliklerini algılamak amacıyla kendileri hakkında konuşmak için kullanmak isterdim, ama… ben kendim hakkında konuşamam. Ne de olsa ‘kutu’lardan bahsetmeden çevremden bahsedemem.”

Maria’nın çevresi he.

Ben bile hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Kendisinden hiç bahsetmiyor ve onun ‘Kusurlu Mutluluk’unu gördükten sonra ona sorabilmeye uzaktan yakından ihtimalim yoktu.

“Maria, söylesene bana---”

“Merhabalar!”

Kamiuchi büyük odaya girdi ve bize doğru elini kaldırdı. Hantal bir gülücük attım ve elimi ona geri salladım.

Sıradaki sözlerimi duymaması için Maria’nın kulağını elimle örttüm.

“Kazuki, fısıldamamalısın. Şu anki vaziyette onlardan sır sakladığımızı belirtmek onlarda güvensizlik duygusu uyandırır.”

“Ah, anladım…”

“Bununla kafanı çok yorma Maricchi. Sevgilisiniz ne de olsa, birkaç sırra sahip olmanız doğal, öyle değil mi?”

“Sen öyle diyor olabilirsin, ama bu diğerlerinin de aynı şekilde düşündüğünün anlamına gelmez.”

“Öyle mi diyorsun? Şimdi sözünü edince, onlar oldukca korkunç değiller mi? Özellikle Kaichou ve Oomine-senpai.”

“...Maria, sen acaba daha önceden Kamiuchi ile tanışıyor muydun?”

“Hayır, hiç de bile.”

“Hop, ‘hiç de bile’ biraz ağır değil mi? Bundan önce birkaç defa konuşmuşluğumuz yok mu?”

“Sen bana birkaç defa gelişigüzel konuştun evet, ama hiçbir zaman sohbetimiz olmadı.”

Kamiuchi şaşkın bir ifade ile omuzlarını silkti.

“Aşırı güzel bir kız ile konuşarak iyileşmek istiyordum sadece, o yüzden tetikte olmaya gerek yoktu ama… Seni Hoşino-senpai’dan çalmaya çalışıyorum gibi bir niyetim yok, gerçekten!”

“...Dinle, Kamiuchi. Sırf bilgin olsun diye söylüyorum, Maria ile birlikte değiliz yani.”

“Hayır, artık çekingenlik veya ağırbaşlılık ya da her neyse için artık çok geç.”

Beklenildiği gibi, bana inanmamıştı.

Biz bu konuşmayı yaparken, herkes büyük odada toplanmıştı. Kaichou’nun talimatları üzerine yerlerimize oturduk.

“Peki ala, biri [Asil Krallık]’tan kaçmak için bir yol düşündü mü?”

Bunu başta dedikten sonra, Kaichou kollarını kavuşturdu ve yüzünde bir gülümseme ile bir fikir bekledi.

Gözümün kenarından Daiya’ya baktım; Muhabbetimizi dinlemiyormuş gibi başka bir yöne doğru bakıyordu.

‘Kutu’ hakkında bilgisi olan üç kişi hiçbir şey demez ise, kimse bir şey söylemeyecekti. ---bundan emindim, ama beklenmedik biri çekinerek elini kaldırdı.

“Ah, Yuri, herhangi bir şey biliyor musun?”

“Ehm, kaçma yolu değil, ama kısıtlama yolu… eğer, sıkıntı olmazsa?”

“Ooo, güzel! Hiç çekinmeden söyle bize fikrini!”

Kaichou tarafından teşvik edildikten sonra, Yuri başını hafifçe salladı.

“Ehmmm… Sanırım hepimiz şüphenin durumumuzu daha da kötü kılacağını kabul ediyor. Böyle tahmin etmem yanlış değil sanırım?”

Başımızı salladığımızı onayladıktan sonra, Yuri devam etti.

“Kimin hangi [Sınıf]’a sahip olduğunu bilmiyoruz. Oyundaki düşmanlarımızın kim olduğunu bilmiyoruz. Endişeye yol açan şeyin bunun olduğuna inanıyorum. Kimse oyunun devam etmesine izin vermek istemiyor, siz de öyle düşünmüyor musunuz? Öyleyse, neden üçe kadar sayıp hepimizin [Sınıf]’larını ortaya atmıyoruz?”

Herkes onun ses tonunda bulunan korkaklığın tam zıttı olan bu cesur tekliften dolayı oldukça şaşkın kalmıştı.

Yuri bizim bu tepkimizi gördükten sonra biraz bocalandı, ama ağzını tekrar cesaret ile açtı.

“Eğer öyle yaparsak, kimse artık aceleci davranamaz. Bence herkese güvenebileceğiz. Hepimiz aynı anda söyleyeceğimiz için yalan söylemek de imkansız olacak. O yüzden iki kişi aynı [Sınıf]’ı söylerse, ikisinden birinin yalan söylediğini anlarız. Ne… düşünüyorsunuz?”

“Aah, Yuricim harikasın! Kesinlikle bu şekilde ilerlemeliyiz!”

Kamiuchi tarafından övüldükten sonra, Yuri utangaç bir şekilde gülümsedi ve kızardı.

“Dahası, bunu sadece altı kişinin hepsi de mevcut olduğunda yapabiliriz. Çünkü eğer sadece bir kişi bile kayıp ise yalan söylemek mümkün olur. ...ah, ‘kayıp’ kulağa biraz uğursuz geliyor, değil mi, özür dilerim.”

Evet, denemeye değer… diye düşünüyordum. Ama düşünmeden onaylayamazdım. Gözümden kaçırdığım bir şey olabilirdi.

Maria da aynı şekilde düşünüyor olmalıydı. Bir süre kolları kavuşmuş bir şekilde düşündükten sonra, ağzını açtı ve,

“Ben varım.”

Maria bile mi bir bityeniği bulamamıştı? Öyleyse sorun yoktu.

Hemen kabul etmek üzereydim ki---

“Hımf”

Daiya küçümseyici bir tavırla homurdandı.

Yuri onun bu tepkisini görünce rahatsızlık ve korku ile karışık bir ifade gösterdi.

“...hoşuna gitmedi mi Daiya?”

“Hiç hoşuma gitmedi.”

“Eğer yeterince kadar düşünmediysem beni lütfen bağışla… ama, sebebini sorabilir miyim?”

“Senin şu iyi kız rolü yapman hoşuma gitmiyor.”

Yuri bu beklenmedik sözlere karşılık gözlerini sonuna kadar açtı ve gerildi.

“O ekşimiş surat da neyin nesi? Kulakların sadece işine gelenleri duymak için mi ne? Az önce senden nefret ettiğim için emirlerine itaat etmeyeceğimi söyledim, seni orospu.”

Yuri'nin gözleri sulanmaya başladı.

“Oomine-senpai. Biraz aşırıya kaçmıyor musun? Lütfen Yurime özür dile.”

“Ha? Özür mi dilemeliyim? Diğerlerinin bana teşekkür etmesini beklerdim oysa! Millet, size onun bir korkak olduğunu ifşa ediyorum. Değil mi Yanagi?”

Yuri'nin omuzları seğirdi; çoktan ağlamak üzereydi.

“K-Korkak mı? Ben mi? Neden…?”

“Öyleyse sana sorayım: sen [Devrimci] veya [Büyücü]’den biri misin?”

Yuri bir anda sarardı.

“Hayır, değilsin, öyle değil mi?”

“...N-Nereden, biliyorsun---”

“Esasında biliyorsun. Bir kargaşanın çıkmasının tehlikesi her bir [Sınıf] arasında büyük değişiklikler gösterdiğini biliyorsun. Öyleyse, sen kıyasla tehlikede olan [Sınıf]’lardan biri değilsin. Senin oldukca güvende olan bir [Sınıf] olduğun kararına vardım. Nasıl?”

O zaten acınası gözüküyordu, ama suratı daha da sararmaya devam ediyordu.

“Senin gibi aşağılık bir kız durumu düzeltmekten ziyade kendi uğrun için böyle bir şey teklif ettin zaten değil mi?”

Bu kötü niyetliliği duyduktan sonra sonunda göz yaşlarını dökmeye başladı.

“Hop hop, ağladığında üçkağıtçılığını affedeceğimizi mi düşünüyorsun? Vay be, kızların göz yaşları gerçekten çok kullanışkı değil mi? Öylesine bir orospu olunca, çeşme gibi göz yaşı dökebiliyorsun zaten, öyle değil mi?”

“Acımasız… bu yaptığın çok acımasızca…”

“Sen sadece hızla tehlikeli [Sınıf]’ların kim olduğunu öğrenmek istedin - hayatta kalmak uğruna.”

“Hayır… bu… Ben sadece öldürmelerin başlamasını istemedim, o yüzden, üüüüü…”

Yuri sürekli akan göz yaşlarını durduramadı ve gözlerini yere doğru çevirdi.

...doğru, Yuri ürkek gözüküyordu, o yüzden [Devrimci] veya [Büyücü] olsaydı böyle tehlikeli bir teklifte bulunmazdı muhtemelen.

Ama yine de, durumu düzeltmek için o bütün gücüyle düşündükten sonra bu teklifte bulunmuştu. O yorumlar gerçekten de fazla acımasızdı. Anlaşılan Kamiuchi da benzer düşüncelere sahipti; Daiya’ya öyle bir güç ile bakıyordu ki ona hemen saldırması şaşırtıcı olmazdı.

“Sırf sen [Devrimci] olduğun için söylemek istemediğinden değil mi? Özür dilerim Senpai, ama eğer sen gerçekten de [Devrimci] isen, açıkcası istediğin gibi davranmana izin vermeyi düşünmüyorum yani.”

“Anladım, demek ben [Devrimci]’yim he. Sana sıradaki <E> kısmında [suikast] düzenleyeceğim öyleyse.”

Kamiuchi kendisinden daha kötü niyetli sözler eden Daiya tarafından gark olmuşa benziyordu, ve sadece sessiz kalabildi. Karşı gelme iradesini kaybetti ve sadece ağzını buruşturdu.

“Her şeyden önce, itiraz etmeye ihtiyacım olmaz zaten! Değil mi Kaichou?”

Yuri Kaichou’ya bakmak için yaşlı yüzünü kaldırdı. Kaichou eğri bir şekilde gülümsedi ve belirtti,

“...Yani, evet. Özür dilerim Yuri, ama kısacası bende buna karşıyım.”

“Ne…den…?”

“Elbette, senin bahsettiğin gibi kazanç var. Fakat, tehlikesi daha çok. Örneğin, şimdiye kadar hıyar gibi davranan Oomine'nin [Devrimci] olduğunu öğrensek sakin kalabilir miyiz? En kötü ihtimalde, şüphelerimiz daha da artmaz mı?”

“Yani…”

“Ayrıca o durumda Oomine'nin da harekete geçeceğinden eminim. Kendi gücünü vurgulayarak bizi kontrolü altına almaya çalışabilir… Aklıma gelen birkaç tane daha dezavantaj var. O yüzden, buna ahlak olarak karşıyım.”

“......anladım.”

Yuri teklifi arkadaşı tarafından bile reddedildiğinde hüzünlü oldu.

“Doğru, benim gibi bir aptal sessiz kalırsa iyi olur… herkesi üzdüğüm için özür dilerim.”

Onun gözünden bir göz yaşı daha aktı.

“Y-Yuri, lütfen öyle deme! Biliyor musun, bence harika bir fikir. Baksana; Maria bile bunu onaylamadı mı?”

“...Hoşino.”

Bunun oldukca hantal bir teşvik olduğunu kabul etmeliydim, ama Yuri yine de bana hafifçe gülümsedi.

“Şimdi durup düşününce, sen neden bu teklifi kabul ettin Otonaşi?”

Sordu Kaichou Maria’ya.

“Çünkü karşılıklı anlayışın her şeyden daha önemli olduğuna inanıyorum. Kendi [Sınıf]’larımızı birbirimize açıklayamadığımız sürece kimse kimse ile dürüst olmayacak, haksız mıyım? Bir kere ben bu boyutta bir şeyin birbirimize saldırmaya sebep olacağını düşünmüyorum. Bunun hakkındaki düşüncen ne?”

“Bunun sebebi sende korku duygusunun olmaması değil mi? Biliyor musun, hepimiz senin kadar güçlü değiliz. Açıkcası ben korkuyorum.”

“Hiç de öyle gözükmüyor.”

“Çünkü öyle gözükmemesini sağlıyorum. Çünkü herkes gösterdiğim herhangi bir zayıf noktamdan yararlanacaktır… ah, bunları ağzımdan kaçırıverirsem havalı davranmanın anlamı kalmaz, değil mi?”

Dedi sakince. ...evet, ben de onun korktuğunun bir yalan olduğuna inanıyordum.

“Birbirimizi anlamak için [Sınıf]’larımızı açığa vurmamız gerektiğini iddia etme konusunda haklısın. Ama durum şu anda fazla belirsiz olduğu için bunun fazla erken olduğu da belli.”

“Ama ilk ceset ortaya çıktığında artık çok geç olacak.”

“Doğru. Meseleyi bir an önce aydınlığa kavuşturmalıyız…”

Diye mırıldandı ve dudaklarını büktü. Kaichou’nun düşünürken yaptığı huy.

“Yani, en azından bugünlük bundan geri duralım. Ne de olsa ilk gün kimsenin ölmez diye düşünüyorum.”


Nihayetinde kimsede Yuri’den daha iyi bir teklif yoktu.

Tabi daha iyi karşılıklı anlayış için birbirimizle muhabbet etmeye devam ettik, ama durumu geliştirecek bir şey bulamadan zaman geçti.

«Zaman - gelDi! - EğEr - oDalarıNıza geri - dönMezseNiz - öleCeksiniz!»

Noitan’ın duyurusunu duyup saatime baktığımda saat tam «20:00»’dı. <D> kısmının sonu.

Daiya odasına hızla geri dönmüştü, ve Kaichou ve Kamiuchi kendi kapılarına geri dönme aşamalarındaydılar.

Peki o zaman, bende hızla geri dönsem iyi olurdu.

Kapıdan geçmek üzereyken, biri giysimin kolunu tuttu.

“Ne oldu, Maria?”

Geri döndüm.

Maria değil, ama orada duran ve gözleri sonuna kadar açık olan kişi Yuri'di. Bulunduğum hatayı fark ettim ve kızardım. Beni böyle görünce, o gözlerini kıstı ve hassas bir şekilde gülümsedi.

“E-Ehm… hayrola, Yuri?”

“Mm. Sana teşekkür etmek istedim.”

“...? Ne için teşekkür…?”

Başımı meraklar içerisinde yana doğru eğdiğimde Yuri daha da memnun gözüktü.

“Hemen anlamadın, bu da demek oluyor ki… benimle birlik kurmak için bana bilerek iyi davranmıyordun…”

“...He?”

“Ah, hayır, yok bir şey. ...gerçekten anlamıyor musun? Bak, ben ağladığımda beni teselli etmedin mi?”

“...He… o.”

“O yüzden tekrar, teşekkür ederim.”

Yuri derince başını eğdi, bunun üzerine de ben hızla,

“Y-Yapma… büyük bir şey yapmadım ne de olsa.”

“Ama biliyor musun, bana çok yardımı dokundu.”

“Ö-Öyleyse… ne güzel…”

Böyle resmi bir şekilde teşekkür edilmek oldukca utandırıcıydı.

Yuri her nedense kızarık suratıma gülümsüyordu.

“...Bu oyunda bile sana inanmanın sorun olmayacağı hissine kapılıyorum.”

“He?”

Biraz tereddüt ediyormuş gibi gözüktü, ama nihayetinde kendi hazırladı ve gözlerimin içine baktı.

“Eğer birbirimize güvenirsek, kimse kimseyi öldürmez. Ben buna inanıyorum. ...Hoşino. Çok saf davrandığımı düşünüyor musun?”

Onun ısrarcı bakışına cevap vermek için başımı güçlü bir şekilde iki yana salladım.

“Hiç de bile! Ben de buna inanıyorum.”

“Gerçekten mi?”

O farkında olmadan ve aşırı bir neşe ile sağ elimi iki eliyle tuttu, ya da en azından bana öyle gelmişti. Bu sıcak, yumuşak histen dolayı suratım daha da kızardı.

“Hepimiz el ele verip birbirimize güvensek böyle bir oyuna kesinlikle kaybetmeyeceğimizi düşünüyorum. O yüzden, ilk önce kendi aramızda ortak bir güvene sahip olalım.”

“T-Tamam…”

Onun kaygısız gülümsemesine doğrudan bakamadım ve içgüdüsel olarak yere doğru baktım.

Yuri, üst sınıf öğrencisi olmasına rağmen… ehm, çok tatlıydı.

“Kazuki.”

Biri bana seslendiğinde yukarı baktım. Maria bizi ifadesiz bir şekilde seyrediyordu. ...Bu suratı keyifsiz olduğunda yaptığını yakın geçmişte farkına varmıştım.

“Zaman tehlikeli olmaya başladı. Çabuk geri dön.”

“Ah, evet…”

Yuri ona baktığımda ne demek istediğimi anladı ve elimi bıraktı. İfadesi bana biraz yalnız gibi gelmişti.

“Yanagi, sen de zamanı düşünmelisin.”

“D-Doğru…”

Yuri hala Maria’dan korkuyordu.

“...Ehm, Yuri. Merak etme, Maria’ya güvenebilirsin!”

“Aa, peki. Eğer öyle diyorsan Hoşino…”

“Öyleyse, kendi odalarımıza geri dönmeliyiz.”

“Evet, haklısın. ...Ah, bir şey daha.”

Bu sözlerle birlikte, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.


“Yarın senin odana bir [Gizli Buluşma] için geleceğim.”

Bunu kulağıma fısıldadı. Nefesi kulağımı gıdıkladı.

Yuri küçük adımlarla hoplaya zıplaya gitti ve haylaz bir gülümseme ile kapısının ötesine kayboldu.

“...hımf.”

Maria huysuz bir şekilde homurdandı ve o da kendi kapısının ötesine kayboldu.

Büyük odada yalnız başıma kalmıştım, onun ismini hatırladım.


«Yuri Yanagi»

«Yanagi»


“......birbirlerini andırıyorlar, bence.”

Yüzleri benzemiyordu. Ama içimde bir his o sondaki gülümsemenin andırdığı kişi---oydu.

Bildiğim diğer «Yanagi»’yi andırıyordu.

Bir daha tekrar buluşmam olası olmayan o.


▶İlk Gün <E> [Kazuki Hoşino]’nin Odası[edit]

«[Yuri Yanagi] [Suikast] ile boğularak öldürüldü»

Bu harfler odamdaki ekranda yazılıydı.

Bu kelimeleri algılayamadığım için, hiçbir tepki gösteremedim. Bu iletiyi sadece tekrar tekrar okudum.

O ölmüş müydü?

Yuri… ölmüş müydü…?

“......Bu saçmalık da neyin nesi?”

Farkında olmadan bunu mırıldadım ve kendimi biraz gülmekten alıkoyamadım.

Yani, herkes dememiş miydi?

İlk günde kimsenin ölmeyeceğini. Sorun olmayacağını. Öyle demişlerdi.

Evet, kesinlikle demişlerdi! Birisi söylesin bana… öyle demişlerdi, değil mi!?

«Yah yah yah»

O anlaşılmaz kelimeler ekrandan kayboldu ve yerine yeşil bir ayı geldi.

«Ne kaDar - yaZık - Yuri - ölDü!»

“Yalan söyleme!!”

İçgüdüsel olarak Noitan’a bağırdım.

« - Yalan mı?»

Tam o anda---

Noitan’ın görüntüsü henüz görmediğim bir hal almıştı. Yırtılma noktasına kadar ağzını açmıştı.

«ÜHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAH - Yalan mı? - Keşke sadece bir yalan olsaydı, değil mi? - Ama biliyor musun? - O öldü! - Boğuldu, o yüzden gözleri patlak - yüzü morarak - altına sıçarak öldü! - Daha önceden o kadar tatlı olmasına rağmen, çirkiiiin bir surat ve berbat bir koku ile öldü!»

Onun tiksinç olduğunu hep düşünmüştüm.

Ama ona karşı ilk defa nefret duyuyordum.

Bu muhtemelen Noitan’ın gerçek doğasıydı---hayır, bu ‘kutu’nun gerçek doğasıydı. O çirkin, çaresiz, acınası ‘dilek’in gerçek doğasıydı.

«Yazık, öyle değil mi? - Onunla o kadar da samimileşiyordun - Her şey yolunda gitseydi onunla birlikte bataniyenin altına girebilirdin - Onun ölmesi gerçekten çok yazık, öyle değil mi!! - ÜHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAH»

Onun kahkahası yüzünden kulaklarımı kapadım.

Böyle bir ‘dilek’i kesinlikle kabul etmeyecektim. ‘Sahip’in durumu beni ilgilendirmiyordu. Bir boşluk olup olmaması umurumda değildi. Her ne sebebe sahip olsa da, bunu kesinlikle kabul etmeyecektim.

«ÜHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYA»

Öyleyse, bu herif benim düşmanımdı.

“......bana kanıtı göster!”

«Hım?»

Noitan’ın ağzı normal haline geri döndü.

“Yuri'nin öldüğünün kanıtını göster bana! Eğer göstermezsen, inanmam.”

«KaNıt - he»

“Evet! Bu yalan ne de olsa, o yüzden sen---”

«Tamam!»

Noitan kayboldu. Aynı anda, kapı açıldı.

“...Ne…!”

Kapının ötesinde her zamanki karanlık vardı.

Karanlığın önünde durdum ve ağzımdaki tükürüğü yuttum. Şüphelenmeye başladım. Ya Noitan bana sadece gerçeği söylediyse ve beni orada bekleyen «kanıt»---

Yine de, kapıdan geçmem gerekiyordu---karanlıktan geçmem gerekiyordu.


Kapıdan zıpladım.


Ayna gibi ters çevrilmiş odanın ortasında olan --- oydu.

“Ah”

Yuri Yanagi’nin --- «XXXXXX»

“A.. Aah”

Bu kusursuz kanıttı.

Bu farkına varmamı sağladı. Gerçeği fark etmemi.

Ne olduğunu anlamama rağmen, bağdaştırmakta başarısızdım. Bunu o sevimli kızın görüntüsü ile bağdaştırmakta başarısızdım.

Bu kalıntıları onunla bağdaştıramamış olabilirdim, ama bu dehşet manzaranın kendisi kalbimi kırmıştı.

Çığlık atarken vücudum üzerindeki hakimiyetimi kaybettim ve yere yığıldım. Yere yığıldığımda, ben ve «XXXXX» arasındaki mesafe azaldı. Bir zamanlar onun güzel yüzü olması gereken şey şimdi---

“---ah, ghu”

Bana neredeyse şefkat duygusunu unutturacak kadar çirkin mor bir surat.

Evet, Noitan’ın açıklamasında hiçbir yalan veya abartı yoktu. O aynı Noitan’ın anlattığı haldeydi.

O zaman açık açık fark edebilmeyi başardım.

Yuri Yanagi ölmüştü.


«Yanagi»’yi tekrar kurtaramamıştım.


---Bu şekilde [Asil Krallık]

eğer el ele verirsek her şeyin yolunda gideceğini

iddia eden kızın ölümü ile başladı.

- [Yuri Yanagi], [Suikast] ile ölüm


▶İkinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Bir hintkeneviri torba yaygarıcı bir şekilde büyük odadaki masanın üzerine konulmuştu.

İçerikleri benim odamdaki ile neredeyse aynıydı. Tek fark dijital saat mavi değil, bejdi. Onun taşınabilir cihazı kullanılamaz olmuştu.

Ayrıca altı porsiyon katı yemek vardı. Başka bir deyişle, başka biri ölür ise, onların yemeklerini çalarak kendi zaman sınırını uzatabilirdin. Bu muhtemelen öldürmek için ayrıca bir teşvikten başka bir şey değildi.

Bundan iğrenmiştim.

Hepimiz sadece yerlerimizde sessizce oturup hintkeneviri torbasına bakıyorduk.

Yanımda, Daiya ağzının etrafındaki kanı siliyordu. <B> kısmı başladıktan kısa süre sonra Kamiuchi tarafından yumruk yemişti. Kamiuchi [Devrimci]’nin---Yuri'yi öldüren kişi--- Daiya’nın olduğuna kesinlikle inanmıştı.

“...en azından bıçağı kullanmadı.”

Kamiuchi'nin yarattığı, koparttığı kıyameti Maria ile birlikte durduran Kaichou bunu Daiya’ya fısıldayarak söyledi.

---Herhangi bir başkasının da öldürmeye başlaması tuhaf olmazdı.

“Millet, sakinleşip tekrar üzerinden geçelim. İlk önce bir onaylama: [Devrimci] Yuri’yi öldürdü.

Öylesine nazik bir kızı öldürdü. Dahası, suçlu aramızda. Bu konuda şüphe yok.”

İlk bakışta dünkü kadar sakin gözüküyordu, ama ifadesi nedense zoraki gözüküyordu ve soğukkanlılığını kaybetmişti.

Ve bakışı anormal derecede keskindi.

“Amacımız [Asil Krallık]’tan kaçmak. Ama şimdi ikinci bir amacımız var. Bu da [Devrimci]’yi bulup öldürmek. Sorun yok, değil mi?”

“Dur, Shindou. Sen kendi başına neye karar veriyorsun?”

“Otonaşi. Özür dilerim, ama bu konuda itirazları kabul etmiyorum. Sana sebebini açıklamalımıyım? İlk önce, eğer hiçbir şey yapmamaya devam edersek onun tarafından öldürüleceğiz. İkincisi, onun elebaşı veya ortağı olduğunu varsaymakta sakınca yok, ne de olsa şu an bulunduğumuz noktada bir cinayet işledi. Üçüncüsü, hakkettiğini alana kadar içim rahat etmeyecek.”

“Sen başkasını öldürerek hayatını mahvedeceğini söyledin. Yani, diğer bir deyişle, kendi hayatını mahvetmeye hazırsın, değil mi?”

Sordu Maria. Kaichou bir anlığına söyleyecek söz bulamadı. Ama yine de akıcı bir şekilde cevap verdi,

“Bilmiyorum. Ama Yuri’yi öylesine dehşet bir şekilde öldürdüğü için onu affedemem.”

“......Anladım.”

O, muhtemelen onu orada o anda ikna etmenin imkansız ve tuhaf olacağını yargılamıştı. Maria ağzını kapattı.

“Amaçlarımız belirlendi. Yoksa başka biri bir şey eklemek istiyor muydu?”

Kaichou sessiz sessiz oturan bizlere baktı.

“Hiçbir şey mi? Peki, o zaman kendi fikrimi---”

Sözünü kesti ve gözlerini sonuna kadar açtı, anlaşılan şaşırmıştı.

Şimdiye kadar muhabbetimize katılmayan Daiya elini kaldırmıştı.

“Bir şey söylemek mi istiyorsun?”

“Evet. ...yani, şüphelinin sözlerine ilgi duymuyorsan sessiz kalacağım.”

“Öyle bir şey demeyeceğim. ...Ama bu nasıl bir değişiklik böyle? Şimdiye kadar sessiz değil miydin sen?”

“Gidişata göre sırada ölecek kişi şüphesiz ben olduğuma göre sessiz kalabilmemin imkanı yok.”

“Yani, bu hiç de şaşırtıcı değil, öyle değil mi?”

Kamiuchi bu söz alış verişine dudaklarını büktü.

“Keyifin bilir. Ama biliyor musun, ne söylersen söyle, kararımı değiştirmeyeceğim, o yüzden söylediğin her kelime benim için sadece ses olacak.”

“Umurumda değil.”

Daiya bunu söyledi ve gözlerini Kaichou’ya çevirdi.

“Bir soru: [Devrimci] neden Yuri Yanagi’yi seçti?”

“Esasında ben de onu merak ediyordum.”

Kamiuchi bunu kaşları çatık bir şekilde söyleyen Kaichou’yu tersledi.

“Senpailar siz ne diyorsunuz? Hepsi aynı yere varmıyor mu? Belirli birinin [Devrimci], ve ölmeyi hakkeden bir şerefsiz olduğunundan daha fazlasını bilmemiz gerekiyor mu?”

“...Kamiuchi, eğer sen [Devrimci] olsaydın ve birini öldürmek zorunda olsan ilk önce Yanagi’yi mi öldürürdün?”

“Senin gibi bir pislik kendini benimle konuşmaktan geri tutabilir mi? Burada uslu uslu oturmamın tek sebebi zaten yakında [Büyü] tarafından öldürüleceğinden dolayı!”

“Ha… demek laftan bile anlamıyorsun he.”

Daiya abartılı bir şekilde omuzlarını silkti.

“Ne düşünüyorsun Kaichou? Sen ilk önce Yanagi’yi mi öldürmek isterdin?”

“...Hayatta kalmak istesem hayır. Açıkcası, ilk önce ortadan kaldırmak isteyeceğim kişi sen olurdun Oomine. Benim veya Otonaşi'nin hedeflenmesinin mümkün olabileceğini düşünmeme rağmen, kimsenin Yuri’yi hemen öldürmek isteyeceğini düşünmüyorum.”

“Değil mi? Ya da belki de [Devrimci] Yanagi’nin [Büyücü] olduğunu öğrendi ve… gerçi, bu imkansız çünkü dün onun olmadığını ortaya çıkarmıştım.”

Kaichou biraz sinirli bir şekilde sordu,

“Tamam, ne demek istediğini anladım. Ne olmuş yani?”

“Kısacası, [Devrimci]’nin amacı bu durumu tahrik etmekti.”

Onun ne demek istediğini anlamamıştım. Ama diğerleri anında anlamıştı. Bir anda oda sessizliğe bürünmüştü.

“...Haha”

Bu sessizliği bölen şey Kamiuchi'nin alaylı gülüşüydü.

“Özür dilerim ama ne bahsettiğine dair en ufak fikrim yok. Neden böyle dolaylı bir yoldan ilerlemeye gerek duysun ki? Eğer seni öldürmek isteseydi, sana sadece [Suikast] düzenlemesi yeterli olurdu, değil mi? Ama [Devrimci] bunu yapmadı, öyleyse bu senin [Devrimci] olduğunun kanıtı değil mi?”

“Eğer ben ölürsem [Devrimci] olarak zan altında bulunacak kişi o olacağını anlamıyor musun?”

Kamiuchi gözlerini sonuna kadar açtı ve söyleyecek söz bulamadı. Onun yerine Kaichou ağzını açtı.

[Devrimci] olarak gözükerek, sen onun günah keçisi olarak hareket ediyorsun---söylemek istediğin şey buydu, değil mi Oomine? Ama bunun kendi kıçını kurtarmak için uydurduğun bir yalan olmadığını ispat edebilir misin?”

“Eğer ben [Devrimci] olsaydım, Yanagi’yi ilk önce öldürmek için hiçbir sebebim olmazdı.”

“Bu hepimiz için aynı şekilde geçerli değil mi?”

“İlle de öyle değil.”

Daiya cebinden taşınabilir cihazını çıkarttı ve bir sesi tekrar çaldırdı.

«---Öyleyse, niye üçe kadar sayıp [Sınıf]’larımızı ortaya atmıyoruz?»

“Yanagi [Sınıf]’ları açığa vurmak istiyordu. Belki de o herkesten çok güvensizliği engellemek istiyordu. Eğer öyleyse, güvendiği birine [Sınıf]’ını çoktan belirlemiş olmasının ihtimali oldukça yüksek.

Kaichou da Kamiuchi da sessiz kaldı.

“Ee? Acaba dün Yuri Yanagi ile [Gizli Buluşma]’sı olan iki kişi ne diyecek?

Birden Yuri'nin benimle bir [Gizli Buluşma] yapmayı planladığını hatırladım.

Eğer bugün gerçekten bu [Gizli Buluşma]’mız olsaydı, o muhtemelen bana [Sınıf]’ını söylerdi.

Ama---Doğru ya.

Tabi ki de daha yeni tanıştığı benden çok Kaichou’ya güveniyordu. Öyleyse Kaichou’ya söylemeden önce bana [Sınıf]’ını niye söylesin ki?

“...ama Yuri’nin [Sınıf]’ını öğrensem bile, bu bende nasıl onu hemen öldürme isteği uyandırabilir ki?”

“Ah, bilge Bayan Öğrenci Konsey Başkanı bu noktaya kadar çözemedi mi? ...hühühü, sana söyleyim o zaman! Sebebi… Yanagi’nin [Sınıf]’ını çalmak.”

...[Asil Krallık]’on açıklamasında öyle bir kural yoktu.

Algılayamayınca, Daiya’yı dikkatle dinledim.

“Başkalarının benim [Devrimci] olduğumu inandırmak istiyor. Tabi kendisi gerçek [Devrimci] olunca başka bir [Sınıf] olduğunun numarası yapması gerekiyor. Ama sadece Yanagi’nin [Sınıf]’ı olduğunu iddia ederse, diğer oyuncuların onun yalan söylediğini anlaması olası değil. Ölüler sır vermez ne de olsa. Eğer şimdi kendi [Sınıf]’larımızı ortaya atsak bile, onun tek yapması gerekn şey Yanagi’nin [Sınıf]’ını kullanmak.”

Herkes sessiz kaldı ve Daiya’nın devam etmesini bekledi.

Ama ben hala anlamamıştım. Bu onu ilk öldürmek için yeterli sebep miydi?

“Sizler için olacakları anlatayım mı? Öncelikle, Yanagi’nin [Sınıf]’ını kullanabildiğinin olgusundan yararlanarak [Sınıf]’ların ortaya atılmasını önerir. [Devrimci]’nin kazanma koşulları [Kral], [Prens] ve [Dublör]’ü öldürmek. ...hım, Yanagi muhtemelen ya [Prens] ya da [Dublör]’dü.”

“...nasıl bu kadar sınırlandırabiliyorsun?”

Sordu Kamiuchi hırçın bir ifadeyle.

“Eğer [Kral] ölürse, [Dublör] bunun farkına varır çünkü [Cinayet] kullanılabilir olur. O yüzden, [Dublör]’ün önünde [Kral] numarası yapamaz.”

“Ama yine de [Şövalye] var!”

“Eğer o [Şövalye] olsaydı, Yanagi’yi öldürmektense kullanmak daha faydalı olurdu. Ve neden [Devrimci] veya [Büyücü] olduğunu söylememe gerek bile yok sanırım?”

“......”

“[Devrimci] Yanagi’yi öldürdüğü için kazanmak için sadece iki tane daha kişiyi öldürmeye ihtiyacı var. Herkes benim [Devrimci] olduğumu inandığı süre boyunca diğerleri tarafından hedeflenmesi olası değil. Eğer başkalarının [Sınıf]’larını öğrenmekte başarılı olursa, kimi öldürmesi gerektiğini bilmiş olur. Detaylarına girebilirim ama… bu yorucu olur o yüzden girmeyeceğim.”

Daiya hafif bir gülümseme ile devam etti,

“Ama eğer beni [Devrimci] olarak gösterebilirse bu onun için büyük bir avantaj olduğunun farkındasınız değil mi? Böyle devam ederse kazanması neredeyse kesin.”

Bunu dedikten sonra, Daiya---

---İroha Shindou’ya kaşlarını çattı.

“Öncesine kadar kendi içinde mutluluktan havalara uçtuğundan eminim. Ona göre başkaları onu sadece engelleyen beyinsiz, beş para etmez insanlardır. Eğer o beş para etmez insanları öldürerek hayatta kalabiliyor ise bunu mutluluk ile yapar. ...öf, ne kadar da münasebetsiz.

Alay edip ilan etti,

Beni kendisine düşman edecek kadar da aptalken.

“......”

Aklıma belirli bir şey geldi.

Sırf Yuri’nin ölümünden hala şok içerisinde olduğum için konuşmada yer almadığım için fark ettim.

---Burada neler oluyordu?

Birbirlerine hırlamak, nefret etmek, kuşku duymak - bu durum da neyin nesiydi? Bu [Asil Krallık]’ın başlangıcı olduğunu varsaydığımız durumun ta kendisi değil miydi?

Bu iyi değildi. Bu hiç de iyi değildi! Yani, bunun anlamı her şeyin tam da planlandığı gibi ilerlediği anlamına geliyordu. --- Tam da ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i planladığı gibiydi!

Eğer böyle devam ederse, birbirimizi öldürecektik ve hayatlarımız sona erecekti.

O en kötü ihtimal engellenmeliydi. O amaç uğruna, kesinlikle ‘sahip’in kim olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Birlik olmamız gerekiyordu. ...ama buna rağmen---

“Kes artık Oomine.”

Kaichou’nun sesi artık tamamen farklı gelmişti.

Kaichou’nun yüzünü bastırılamayan öfke ve nefret çarpıtmıştı.

“Kendinden tamamen emin bir şekilde böyle zırvalıklardan konuşabilmene hayran kaldım. İnsanları istediğin kadar küçümse, ama böyle bir tavır sergileyecek özgüveni nereden bulduğuna dair hiçbir fikrim yok. Söz konusu okuldaki notlar söz konusu ise Otonaşi’ninkiler daha iyi. Fiziksel güç ise Kamiuchi- kun daha iyi. Güvenilebilirlik ise Hoşino daha iyi. Eğer cazibe ise Yuri daha iyi. Söylesene, birimize kaybetmediğin herhangi bir alan var mı? Kılı kırk ayırmak dışında tabi ki de.”

Neredeyse Daiya gibi aşağılayıcı bir gülücük attı.

“Senin gerçeği kabul edemeyen ve öfkesini başkalarından çıkaran pisliklerden bir farkın yok. Hayır… sen bilfiil cinayet işledin, o yüzden onlardan daha da aşağılıksın.”

Daiya sadece Kaichou’nunkine benzer bir gülümseme ile tepki verdi. Kaichou nefretini gizlemeye bile çalışmıyordu artık.

“Zeki gözüktüğünde başkalarının senden kaçındığı saf bir dünyada yaşamıyoruz… acınası bir yanlış anlaşılmadan dolayı ‘gençlikten kaynaklanan düşüncesizlik’ ile kurtulamayacağın bir hata yaptın. Sen Yuri’yi öldürdün. ...henüz fark etmedin mi? Bu senin için yolun sonu! Senin gibi beceriksiz, güçsüz, beş parasız bir herif böcek gibi kolaylıkla ezilecektir.”

O uygun olmayan hafif bir ses ile devam etti.

“Biliyor musun, ben seni zaten düşmanım olarak görüyorum. Seni ezmek için elimden geleni yapacağım! Hey, diyorum ki---seni öldüreceğim, anlıyor musun?”

“Ne olmuş yani?”

“......doğru, sana bir el atalım. Öncelikle, kuruntularının tam da bu, kuruntu, olduğunu açığa vuracağım! Yuri’nin ya [Dublör] ya da [Prens] olduğunu iddia ettin. Ama bu yanlış. Belli olan bir şeyi gözünden kaçırdın. [Kral] [Dublör]’ün öldüğünü anlar çünkü o zaman [İkame]’yi kullanamaz. Ohaa, nasıl bir acemi hatasıdır bu! Bunun anlamı da eğer [Devrimci] [Sınıf]’ını uydurmak isterse Yuri’nin olabileceği tek [Sınıf] [Prens] olur.”

Bunu duyduktan sonra Maria’ya baktım. [Prens] olan Maria, ikisinin arasındaki tartışmayı sadece sessizce izliyordu.

“İtiraf edeceğim! Yuri’nin [Sınıf]’ını biliyordum. Ne kadar güzel, öyle değil mi Oomine? En azından senin bu hipotezin doğruydu. Ama dinle bak, [Prens] değildi. Bu da demek olur ki [Prens] şu an aramızda. Hey, [Prens] Hazretleri, bunların sadece Oomine'nin kuruntuları olduğunu biliyorsun, değil mi?”

Anlaşılan itiraz etmekten aciz bir vaziyette olan Daiya sadece sessiz kaldı.

“Ayrıca, sen [Kral] veya [Dublör] olsaydın eğer, bunu elbet fark etmiş olurdun, öyleyse o iki [Sınıf]’tan biri olamazsın. Peki ala, şimdi hangi [Sınıf]’lar kaldı?”

Kalan [Sınıf]’lar [Şövalye] ve [Devrimci]’ydi. Daiya’nın [Sınıf]’ı Kaichou tarafından bu kadar sınırlandırılmıştı.

Fakat şimdiye kadar sessiz kalan Daiya onunla şimdi dalga geçmeye başladı.

“Sırf beni kötü adam yapmak uğruna bu kadar ileri mi gidiyorsun? Amma çaresizsin.”

“Ne?”

“Sırf hipotezimde bir boşluk bulduğun için bu kadar böbürlenebilmene hayran kaldım. Ben gerçek [Devrimci] değilim, o yüzden sadece varsayımlarda bulunabilmem mantıklı değil mi. Saçmalıklarınla yaptığın tek şey tehlikeli doğanı ispatlamaktı. İstediğin kadar yeni hipotezler oluşturabilirim! O zaman da dilediğince itiraz etmekten haz alabilirsin, boşu boşuna.”

“Bu çaresiz blöfleri bırak artık! Yoksa yetersizliğinle fazla ileri gittiğin için yavaş yavaş kızmaya başlarım.”

Gözlerimin önünde bu kılıç dövüş gibi konuşmayı görünce, düşündüğüm şey:

---artık gerçekten çok geçti.

[Asil Krallık] ilk ceset ortaya çıktığı an, Yuri öldüğü an durdurulamaz olmuştu.

Ama… ben bunu kabul edemiyordum.

Yuri eğer birbirimize güvenirsek iyi olacağımızı söylemişti. Ve şimdi de birbirimize güvenememizin sebebi onun cesetiydi. Böyle berbat bir sonucu kabul edemiyordum.

Düşüncesi o kadar üzücüydü ki gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kaichou bunu fark etti ve bana doğru gözlerini sonuna kadar açarak baktı. Umutsuzca göz yaşlarımı bastırmaya çalışırken, boynumun etrafını narin bir kol kapladı.

Yanakalarıma uzun saç yapıştı ve göz yaşlarımı durdurdu.

“......Sorun yok Kazuki.”

Ama zaten biliyordum. Maria’nın bu sözlerinin esası olmadığının.

“Hoşino.”

Kaichou adımı söyledi.

“Senin bu nazik doğanı seviyorum.”

Kaichou bir çocuğu rahatlatmaya çalışıyormuş gibi hafif bir ses tonuyla devam etti,

“Ama nazikliğinin beni engellemesine izin vermeyeceğim, anladın mı?”

Bu sözler artık barışın olmayacağını anlamam için yetti de arttı.


▶İkinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]’nun Odası[edit]

«[Cinayet] için henüz herhangi bir hedef seçilmedi.»

Sırf bununla içimin rahat ettiği zamanlar artık geçmişti.

Kimin [Cinayet] kullanabildiğini bilmiyordum. Ama bu kişi elbet birini seçecekti.

Beni o oyuncuyu öldürmeye teşvik edecekti.

«Bak bak bak - neRedeySe - [Gizli Buluşma] - zamaNı geldi! - LütFen - [Gizli Buluşma] - yapMak isteDiğin - oyuncuyu sEç»

Hemen ekranda «Maria Otonaşi»’nin yazıldığı yere dokundum.

«Lütfen - herKes eŞini - seÇene kadaR - bekLe»

Geçen seferkinden daha uzun olduğu belli olan bir süreden sonra, [Gizli Buluşma] çiftleri görüntülendi.

...Belki biri düzeni ayarlamak için bilerek daha sonra seçmişti.

[İroha Shindou] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10
[Yuri Yanagi] Ölü
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 16:20~16:50
[Kazuki Hoşino] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Daiya Oomine] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [İroha Shindou] 16:20~16:50


“......”

Demek bu sefer Daiya ve Kaichou beni seçmişti. Daiya bir kenara, Kaichou beni neden seçmişti ki?

Daiya aynı zamanda hem [Devrimci] hem de ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘Sahip’i sanırım. Ne de olsa, bu kadar elverişli bir şekilde başka bir ‘sahip’in olduğuna inanamazdım.

...Ama Daiya ne [Devrimci] ne de ‘sahip’ ise, o zaman neredeyse kesin Kaichou olurdu.

O iki şüpheli bana ziyaret edeceklerdi.

Onların büyük odadaki tartışmasını hatırladım ve ürktüm. Onlara karşı inat etmek benim için tamamıyla imkansızdı.

Başımı ellerimin arasına alarak Maria ile buluşma vaktini bekledim.


▶İkinci Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]’nin Odası[edit]

Maria yatağın üzerinde oturuyordu, kollarını kavuşturmuş ve yüzünü asmıştı.

Onun yanına oturur oturmaz, hemen konuşmaya başladı.

“Kazuki, Yanagi’den sonra başka bir kayıba izin vermememiz gerekiyor. Bunun farkındasın, değil mi?”

“Evet.”

“Fakat bu son derece zor oldu. Hiçbir şey yapmazsak, [Devrimci] elbet bir başkasını daha öldürecektir. ...Bir şekilde bu döngüyü aşmamız gerekiyor.”

“Ne yapmalıyız…?”

Bunu sorduğumda, Maria dişlerini bir kere sıktı ve ilan etti,

“Shindou’ya ‘Asılsızlık Oyunu’ hakkındaki her şeyi söyleyeceğiz.”

“He…?”

Kaichou da ‘sahip’ olamaz mıydı?

“Endişeni anlıyorum. Ama artık her riskten kaçınamayız. ...bu muhtemelen senin tehlikeli bir konumda bulunmana sebep olacaktır, ama lütfen beni bağışla.”

“......acaba onlara ‘kutu’ hakkında bilgi vermemenin sebebi ben olabilir miyim?”

“Başka ne sebep olabilirdi ki?”

Maria merak içerisinde bir kaşını kaldırdı.

...Onun bu düşünce tarzı ile ilgili tereddütlerim vardı… ama bunu söylemenin zamanı olmadığı için, sordum:

“Ehm… Kaichou’ya ‘kutu’ hakkında bilgi vereceğiz, öyleyse bu Daiya’nın ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i olduğu varsayımı üzerinden hareket ettiğimiz anlamına gelir, değil mi?”

“Yani, evet.”

“Bu örnekte Kaichou’nun ‘kutu’ hakkındaki hikayeyi inandığını farzedeceğim, tamam mı? Eğer öyleyse, sanırım şu anki Kaichou… Daiya’yı muhtemelen öldürürdü…?”

Maria yüzünü ekşitti.

“......Evet, muhtemelen haklısın. Ama Shindou ve Kamiuchi’ye [Asil Krallık]’tan kurtulmak için kazanmak dışında bir seçenek olduğunu göstermek kesinlikle gerekli. Onları Oomine’yi öldürmekten alıkoymak için onlara niyetimi açıkça iletmem gerekecek. ...bu gerçekten de zor olacak.”

“...Aa, ama eğer Daiya ‘sahip’ ise, Kaichou [Devrimci] olamaz ki, ve Daiya’ya karşı [Cinayet] kullanarak hiçbir şey yapamaz. [Büycü] olarak bir ret hakkım var ne de olsa. Düğmeye basmadığım sürece hiçbir sorun yok.”

“Eğer Oomine ‘sahip’ ise Shindou neden [Devrimci] olamaz?”

“He…? Hayır, yani, eğer [Asil Krallık]’ı başlatmak gibi bir isteği yoksa, Yuri'yi öldürme sebebi ne olur ki…?”

Maria bu mantıklı muhakemeye başını sallamadı.

“Oomine Yanagi’yi öldürmek için bir sebep olmadığı hakkında bir şey demişti… ama bu şekilde düşünemez misin: oyunda önayak olmak [Devrimci] için önemli değil. O sadece Yanagi’den hep nefret etmişti; onu öldürecek kadar. O yüzden, cinayetin haklı olduğu bu durumdan faydalandı, ve ani bir istek ile yerine getirdi.

“He…?”

İlk başta bu onun şakaya benzemeyen şakalarından biri olduğunu düşünmüştüm, ama ne kadar baksam da, ciddi suratı değişmedi.

“......Yok artık. Yani, Yuri'den bahsediyoruz. Kimsenin ona karşı öyle bir kini olabilmesinin imkanı yok.”

“Yanagi cazibeli. Başkaların duygularını sarsan cazibe bazen de olumsuz duygular uyandırabilir. Örneğin, erkeklerle çok popüler olduğundan dolayı ondan kıskanan kızlar olduğuna eminim. Ayrıca, reddedildiğinde sevgisi kine dönüşen erkeklerin de olduğuna eminim.”

“...bu…”

“...Gerçi, bu sadece bir ihtimalden başka bir şey değil. Shindou’nun Yanagi’ye olan tavrında garip herhangi bir şey hissettiğimden filan değil. Her şeyden önce, Shindou’nun kendisi de yetenek ile kutsanmış biri. Onun Yanagi’den kıskanacağını düşünmüyorum. Sadece bir şeye önceden gelişigüzel bir şekilde karar vermenin tehlikeli olduğunu söylemek istedim.”

O haklıydı. Ben sadece: «[Devrimci] = ‘sahip’» şeklinde düşünüyordum. Diğer durumu düşünmeseydim, muhtemelen bir yerde hata yapardım.

Ne yapacağımı merak içinde düşündüm. Vakit darlığına rağmen soru miktarı artıyordu. Yapabileceğimize inanmam gerekiyordu. Ama durum --- ümitsizdi.

“......Kazuki.”

Kederli başımın üzerine hoş bir ağırlık konulmuştu. Maria saçımı okşadı.

“Shindou’yu bilemem, ama ben kıskandım!”

“He…?”

İçgüdüsel olarak başımı kaldırdım ve Maria’ya baktım.

Maria saçımı okşarken ifadesizce konuşmaya devam etti,

“Bana «Otonaşi» demekten vazgeçmen uzun süre almıştı, ama her nedense kaşla göz arasında Yanagi’ye ilk ismiyle «Yuri» diye hitap ettin. Yanagi de aşırı samimiydi, elini tuttu, ve kulağına bile fısıldadı! Bunun üstüne, bir [Gizli Buluşma] bile mi ayarladınız? Üf, bu sinir bozucu!”

“......?”

“Bu şaşkın ifade ile ne söylemek istiyorsun?”

“Bu kıskançlık ile nasıl alakalı…?”

Eli anında hareketini kesti.

“...bunu cidden soruyor musun?”

“E-Ehm…”

“O zaman sana kibarca açıklayım. Az önce Yanagi’nin senin lehine olmasının düşüncesini incitici bulduğumu söyledim.”

Bu sözlerle birlikte, Maria ellerini benimkilerinin üzerine koydu. Ardından yüzünü benimkine yakınlaştırdı. Buna şimdiye kadar alışmam gerekirdi, ama yüzü hala inanılmaz derecede güzeldi, o yüzden de suratım anında kızardı.

“Ehm… s-suratın, fazla yakın…?”

“Onunla olan olası [Gizli Buluşma]’n neden beni sinir ettiğini anlıyor musun…? İkiniz, bir kız ve erkek, ayrı bir odada baş başa… anlıyor musun?”

Maria’nın fısıltısdan gelen hafif üfürük kulağımı hafifçe sürtündü. Ardından, Maria kulağımın içine işaret parmağını soktu.

“Hiya!”

Ağzımdan kaçan küçük çığlığı duyunca Maria’nın büyüleyici yüz ifadesi hemen kayboldu ve ardından memnun kahkahalara boğuldu. Ben tamamı ile affallamışken, o biraz geri gitti ve bana sırıtmaya devam etti.

“Kendinden daha küçük bir kız tarafından kolaylıkla oynanıyorsun Kazuki.”

Bu sözlerle birlikte sonunda bana sataştığını anladım.

Üff… her şeyden evvel Maria’nın benden küçük olduğunu henüz kabul etmemiştim…

“Of, neden böyle bir şakacık yüzünden bu kadar kızışıyorsun ki?”

…...Şaka - nereden…?

Moralim tamamen bozuk olduğunda ve sessizliğe büründüğümde, Maria sırıtmaktan vazgeçti ve,

“Merak etme Kazuki.”

Ve herkesten daha hassas bir şekilde gülümsedi.

“Ben seni koruyacağım!”


▶İkinci Gün <C> [İroha Shindou] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

“Ne...den…?”

Maria’nın odasından döner dönmez farkında olmadan bu ağzımdan kaçmıştı.

Donakalmış vaziyette ekrana baktım.

«[Cinayet] için bir hedef seçildi»

Sorun bu değildi. [Cinayet]’i kullanabilen kişinin bu komutayı kullanacağını zaten farzetmiştim. Ama hedeflenen kişi farzettiğim kişiden başka birisiydi.

«[İroha Shindou]’yu [Büyü] ile yakarak öldürecek misin?»

Bu iletinin altında Kaichou’nun resmi, ve gözleri üzerinde de «ÖLDÜR?» kelimesi yazılıydı. Bu resme dokunursam, Kaichou yanarak ölecekti.

[Cinayet]’in hedefi neden Daiya değil de Kaichou’ydu…?

Çıldırmak üzere olan düşüncelerimi çaresizce düzene sokmaya çalıştım. Sadece [Kral] ve [Dublör] [Cinayet] için bir hedef seçebilirdi. Maria da ben de o iki [Sınıf]’tan biri değildik. Ayrıca, Kaichou’nun kendisine [Cinayet] uygulamasının imkanı yoktu. Bunun da anlamı seçimi yapan kişi ya Daiya ya da Kamiuchi'di.

...Ama Kamiuchi Daiya’nın [Devrimci] olduğuna dair tamamen emindi. O halde Kaichou’yu seçeceğini düşünmüyorum.

Öyleyse Daiya mıydı…? Hayır, Kaichou onun ne [Kral] ne de [Dublör] olduğunu iddia etmemiş miydi?

Dur bir dakika!

Öyleyse [Devrimci] kimdi tanrı aşkına…?


“Hey, ben geldim.”


“Hİİ!”

Sırf bununla neredeyse zıplamıştım.

“Hım? Birazcık abartmıyor musun? Benim geleceğimi biliyordun ne de olsa.”

Kaichou kapının önünde durdu ve şaşkın bir ifade ile elini kaldırdı.

“Ö-Özür dilerim Kaichou.”

“...Seni zorlamayacağım, ama artık şu ‘Kaichou’ olayından vazgeçsen? Altındaki insan görmezden gelindiği hissi verdiği için pek hoşuma gitmiyor.”

“...öyleyse, Shindou…?”

“‘İroha’ güzel olur.”

“......İroha hanım.”

“‘Hanım’ ekine gerek yoktu ama… neyse artık… şuraya oturacağım!”

Beni zorlamayacağını söylerken, Kaichou---hayır, İroha zorla bana fikrini kabul ettirdi ve önceki gün Daiya’nın yaptığı gibi masanın üzerine oturdu.

“Ehm… beni neden seçtin İroha?”

Kaichou bu soruya yüzünde bir gülümseme ile cevapladı,

“Canımı bağışlaman için yalvarmak uğruna.”

“.........he?”

“Anlamıyor musun? Daiya’yı bugünkü <C> bölümü içerisinde öldürmezsem, neredeyse kesin [Suikast] edileceğim. Başka bir hitapla, hayatım senin elinde Kazuki. Kiyaa~ lütfen kurtar beni~, Kazuki- KUN!”

“...Bunu neden bana söylüyorsun…?”

“Sen [Büyücü] değil misin?”

Bana saldırmak üzere olan rahatsızlığı çaresizce bastırmaya çalıştım. Bu Daiya’nın bana yaptığı numarasının aynısıydı. Aynı hatayı art arda yapmak fazla acınası olurdu.

“Ah, kanmadın mı? Şaşırtıcı derecede dikkatlisin sen, öyle değil mi? Her neyse, eğer Daiya Oomine bugün [Cinayet] kurbanı olmazsa, öleceğim. Amantanrım!!!”

“...ehm, sen [Cinayet] kullanabilecek konumda değil misin?”

“Değilim!”

İroha belirgin bir şekilde reddetti.

“O zaman [Büyücü] olsam bile seni tek başıma kurtaramazdım! Ne de olsa ben [Cinayet] hedefini seçemezdim.”

“Seçemez misin? Büyük odadaki o konuşmadan sonra Kamiuchi'nin veya Otonaşi'nin Daiya Oomine’ye [Cinayet] kullanmayacaklarını mı düşünüyorsun? O adam oracıkta kendi kuyusunu kazdı, öyle değil mi?

Öyleyse eğer bir tek sen bir şey yaparsan işler yolunda gitmez mi?”

En azından Maria asla «öldürme hedefi» seçmezdi ve, hatta, İroha'nın kendisi seçili olan hedefti.

Ama ona bunu söyleyemeyeceğim için, sessiz kaldım.

“Seni [Gizli Buluşma] eşim olarak seçtim çünkü Oomine'yi özgür bırakma ihtimalinin en yüksek olduğu gibi gözüken kişi sensin! Yani, Oomine ile aslen samimi olduğunuzu anlıyorum ve bak, sen naziksin ne de olsa.”

O sözlerde sadece iğneleme duyabiliyordum.

“Bak, onu özgür bırakırsan ben rahatsız olurum. O yüzden, seni dürtmek için geldim.”

Daiya’yı öldürmek uğruna bir dürtü---he.

“.........Ama daha önceden öldürmenin hayatını mahvedeceğini söylememiş miydin?”

“Evet, aynen öyle! Bu şekilde cinayeti teşvik ederek, hayatımı kesin mahvedeceğim. Doğrusu bu durumdan dolayı gelecekte ne kadar ızdırap çekeceğime dair en ufak fikrim yok, çünkü hayal gücüm eksik! Hayır, doğrusu düşünmemeye çalışıyorum. Ne de olsa---”

İroha bir gülümseme, ama aynı zamanda gözlerinde güçlü bir ışık ile ilan etti,

“Bu ölmekten kesinlikle daha iyi.”

Onun bu tereddüt etmeyen gözlerini gördükten sonra, sonunda anlamıştım---

---onun nasıl bir tehlike arz ettiğini.

Onu süperman yapan şey sırf kabiliyeti değildi. Yüreğinin doğasıydı. Amacına doğru hiç sapmadan, doğrudan gitme özelliği Maria’yı andırıyor olabilirdi. Fakat, kendisinden önce başkalarını düşünen ve bu yüzden de kendi amacını değiştirme olasılığı olan Maria ile kıyasla, İroha kendi amacını önceliklendirir ve kesinlikle değiştirmezdi. Kendi amacı uğruna, ara sıra başkalarını ezebilirdi. Doğal olarak, farkında olmadan, bir trenin tekerlikleri altındaki taşları ezdiği gibi.

Ve bu defa onun amacı «hayatta kalmaktı».

Aniden ilk tanışmamızı hatırladım, bu da tüylerimi ürpertti.

“......Söylesene”

İroha Daiya’yı öldürmek için düğmeye basmamı istediğini söylemişti. Ama onun bu isteğine kafamı iki yana sallarsam eğer ne yapmayı düşünüyordu?

Eğer yapmazsam kendisinin öleceğini bir durumda olduğunu inanıyorsa ne yapardı?

Üzerinde bıçağın var mı?

İroha gözlerini sonuna kadar açtı.

“Vay”

Ardından bana ilgiyle baktı ve sordu,

Nasıl fark ettin?

Elini eteğinin içine soktu, bıçak çıkarttı ve kapıya doğru attı.

“Ya da donuma bakmaya çalışırken mi keşfettin? Seni sapık!”

“......”

“Haha, sadece bir şakaydı! ...aa yani, bıçak gizlemem bir şaka ile yatıştırılamaz he. Aah~... en azından bir bahane uydurmama izin verebilir misin? Seninle olan [Gizli Buluşma] için yanıma aldığımdan değil! Odamda tek olduğumda hep tutuyorum. Gerçekten.”

“Ama Daiya’ya [Cinayet] işleme isteğini reddetseydim, beni o bıçakla tehdit ederdin, değil mi?”

“Evet. Ama bu normal değil mi?”

Bunu kolaylıkla kabul eden kişiye başımı salladım. Bunun normal olabilmesinin imkanı yoktu.

“Gerçekten mi? Neyse artık. Ama şu anki durumda seni artık tehdit edemem, öyleyse.”

“Hintkeneviri torbacık…”

“Hım?”

“Masadaki hintkeneviri torbacığı ver, çünkü bıçağım onun içinde.”

İroha sözlerime gözlerini büyüttü ve ardından alaycı bir şekilde gülümsedi. Kendisine söylendiği gibi bütün torbacığı bana doğru attı.

Torbacığı yakaladım, bıçağı çıkarttım ve İroha gibi kapıya attım.

“...bıçağımın torbacığın içinde olacağını düşündüğün için de mi masanın üzerine oturdun?”

“Ahaha, o kadar da ileri düşünmemiştim. Bu arada, bir şey onaylayabilir miyim?”

“Ne?”

İroha doğrudan gözlerimin içine baktı ve sordu,

Daiya Oomine’yi öldürmekte işbirliği yapıp yapmayacağın konusunu!

Bunu kolaylıkla ve serin bir gülümseme ile söyledi.

“......ehm,”

“Ne?”

“Ben kimseyi öldürmeyeceğim! Daiya ya da bir başkası olsa da.”

Bu şekilde yanıt verdiğimde, İroha hala bana doğru bakarak ve gülümseyerek sessiz kaldı. Bu sessiz tembihleme yüzünden farkında olmadan gözlerimi kaçırdım ve yere doğru baktım.

“Anlamıyorsun. Sorduğum şey şu:”

İroha kısa bir ara verdi ve devam etti,

Daiya Oomine’yi mi ya da beni mi öldüreceksin? - Sorduğum şey bu!”

Başımı kaldırdım ve İroha'ya baktım. Bana laftan anlamaz bir çocukmuşum gibi bakıyordu.

“O düğmeye basmazsan günahtan kaçınacağını düşünme sakın! Eğer düğmeye basarsan, Oomine'yi öldüreceğin doğru. Ama eğer basmazsan, beni kesin öldürmüş olursun!”

“B-Bu---”

“İstediğine inan, ama benim için böyle. Eğer [Suikast] edilirsem, beni ölmeye terk ettiğini düşüneceğim!”

“Ehm…”

Aslında, biliyordum. Bu ölüm oyununda ellerini temiz tutabilmenin imkanının olmadığını biliyordum, ne eylemde bulunursan bile.

“...Ne demek istediğini anladım. Ama bugünkü <C> kısmında Daiya’ya [Cinayet] işleyemem. ...Sana detaylarını söyleyemem ama.”

“Bu senin [Cinayet] ile bağlı olmayan bir [Sınıf] olduğun anlamına mı geliyor? ...dur, Oomine seçilmedi deme bana?”

Bunu sorduğunda bana neredeyse kaşlarını çatmıştı. Tabi ki de onun sorusuna cevap veremezdim.

“İfadene bakılırsa, ikincisi! Hop, hey! O zaman kesin ölmeyecek miyim ben!”

Onun bu heyecanına karşılık ben sessiz kaldığımda, İroha iç çekti ve masanın üzerine uzandı.

Ardından umursamaz bir şekilde gözlerini kollarıyla kapattı.

“...hey, Hoşino?”

Hala bu duruş ile daha öncekinden tamamen farklı bir ses ile fısıldadı.

“Yuri tatlıydı, öyle değil mi?”

Bunu neden sorduğuna dair şaşkın, ona sessizce baktım.

“Biliyor musun, Yuri ile tanışana kadar hiçbir şeyi gıpta edilir olarak düşünmemiştim. Çünkü esasında, yani, hemen hemen her şeyi elde edilir olarak düşünmüştüm. İlk saygı duyduğum ve gıpta edilir olarak düşündüğüm… ve belki de kendisini kıskandığım kişi Yuri’ydi.”

Kıskançlık.

Maria’nın sözlerini hatırladım, ‘cazibe bazen olumsuz duygular da uyandırabilir’.

“Zayıf noktamı göstermek gibi olduğu için şimdiye kadar kimseye söylememiştim, ama lise hayatım boyunca sadece bir defa aşık olmuştum. Başta onunla çok iyi anlaşıyordum… ve yani, aşk meseleleriyle vesaire ile tecrübesiz olduğum için, arkadaş olmak bana yetmişti.”

İroha acı bir gülücük attı ve,

“Ta ki o Yuri ile çıkmaya başlayana kadar.”

Onun bu acı gülümsemesinden duygularını çözememiştim.

“Ve iki tarafın da bir arkadaşı olarak, ikisine de ilişki danışmanlığı yapmam gerekti. Bunun sayesinde ikisinin ne kadar ileri gittiğini bile biliyordum! Örneğin ilk defa birbirlerinin ellerini tuttuklarında veya ilk defa öpüştüklerinde. Bunu duyunca, doğal olarak şunu düşündüm: ---keşke aralarındaki bağlar kopsa.”

“......”

“Ve sanki dualarım kabul olmuş gibi, üç ay sonra ayrıldılar. Budala değil miyim? Bunun olacağını ummuştum, ama ayrıldıklarında karını görmedim. Ne de olsa benimle çıkmasının imkanı yoktu ve hatta Yuri’nin arkadaşı kaldığım için de uzaklaştık… Neden böyle bir lakayıt bir şey için dua etmiştim? Diğer bir deyişle, onların talihsizliği için dua etmiştim! Oysa onlar benim için önemli olmalılardı. Kibarca söylersek, ben berbatım.”

İroha sonunda bana baktı.

“Bunun sadece sıkıcı, sıradan bir hikaye olduğunu mı düşündün?”

Belirgin bir şekilde başımı iki yana salladım.

“Yani, bu benim bile o basmakalıp endişelerden birkaçına sahip olduğum anlamına gelir. ...ben nasıl bir süperman olabilirim ki?”

İroha gözlerini tavandaki çıplak ampüle çevirdi ve,

“...bu çocuksu endişeyi çoktan unutmuştum. Gerçekten. Çünkü Yuri’nin benim için önemli olduğunu bilmek bana yetiyordu.”

Kendisiyle alay eden bir gülücük attı.

“Ama Yuri'nin öldüğü zamanı hatırladım. Daha da kötüsü, artık aklımdan çıkartamıyorum. Bu önemsiz meseleyi aklımdan çıkartamıyorum. Tam da benim değerli Yuri’m öldüğünde, ben sadece böyle bir şey düşünebiliyorum.”

İroha yavaşça başını bana doğru döndürdü.

“Söylesene Hoşino, sen ne düşünüyorsun?”

Bir fısıldama ile yavaşça sordu.

“Ben gerçekten --- Yuri’yi seviyor muydum?”

Bu soruya hiçbir yanıt veremedim.

İroha bir süre bana ifadesizce baktı. Ama benim bir süre sessiz kaldığımı izledikten sonra, birden ağzının kenarlarını memnuniyet içerisinde kaldırdı.

“Huhu… nasıldı? Taktiğim?”

“...Ha?”

“Benim insan yönümü duyduktan sonra müttefiğim olmak istemiyor musun?”

Böyle dedi ve kıkırdadı.

Ama anlamıştım. Bunu bir espri ile sonlandırmaya çalışmış olabilirdi, ama bana söylediği her şey gerçek duygularıydı. Zaafını gösterebileceği kimsesi yoktu. Ve kendisine bile gösteremediğinden emindim. O yüzden, kendi kalbini bile anlıyamıyordu.

Bu onun zaafıydı. Sadece ölmek üzere olduğu için gözükmesine izin verebiliyordu.

İroha gözlerimi yere doğru çevirdiğimi ve ağzımı kapattığımı gördüğünde, gülmekten vazgeçti.

Ve ardından da, şakacı bir tavırla---

“Seni az önce lanetledim.”

Yenilenmiş bir ifade ile.

“Şimdi eğer ölürsem bu hikayeyi asla unutmayacaksın.”

Taktiği başarılıydı.

Her şeyin kaynağı o olsa bile, onun ölümünü isteyemezdim.


▶ İkinci Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Daiya masanın üzerine oturdu ve taşınılabilir cihazını kullandı.

“Biliyor muydun Kazu? Bu cihaz sahibi dışında kimse tarafından kullanılamaz.”

Bunu diyerek, masadaki hintkeneviri torbacığımı araştırdı, taşınılabilir cihazı çıkarttı ve gerçekten de kullanamadığını gösterdi.

“...sakin gözüküyorsun.”

Baskı altında olan Kaichou’ya kıyasla.

“Yani, [Cinayet] işlenecek kişi ben olmadığımı bildiğim için.”

“He…?”

Daiya ağzının kenarlarını kaldırdı.

“Bunu nasıl biliyorum gibi aptal bir şey sorma. Tabi ki de [Cinayet] hedefini ben seçtiğim için biliyorum.”

“...öyleyse senin [Sınıf]’ın…”

“Ben [Kral]’ım.”

Bunu çok doğal bir şekilde söyledi, ben de ona hemen inanmak üzereydim---ama, inanmaya izinim yoktu. Bu bir aldatmaca olmalıydı.

Bir şüphe bulmak için kafa yordum.

“...ehm, eğer sen [Kral]’san, o zaman İroha'nın [Devrimci] olduğunu biliyordun, değil mi? Öyleyse neden İroha'yı <C> kısmının hemen başında seçmedin? Neden ancak Kamiuchi ile olan [Gizli Buluşma]’ndan sonra onu seçtin?”

“<B> kısmı sırasında, Shindou’nun suçlu olduğunu sinsice ima etmiştim, ama doğrusunu söylemek gerekirse çok emin değildim. Çünkü Kamiuchi'den Shindou kadar kuşku duyuyordum.”

“Kamiuchi mu?”

Yuri’nin ölümü yüzünden o kadar duygusallaşmasına rağmen mi?

“Öyleyse Kamiuchi'nin öfkesini gösterdiği aklından hiç geti mi?”

“O da kendi tarzında tehlikeli bir adam. Sen bile onun kaypak olduğunu fark ettin, değil mi?”

Hafifçe başımı salladım.

“Ve sadece hatırla. Shindou’nun ilk [Gizli Buluşma] eşi Kamiuchi’ydi. Bunun sebebi de o Shindou’nun en çok tedbirli olduğu kişiydi.”

Doğru, İroha onu seçmiş olabilirdi, ama…

“...şimdi durup düşününce, Daiya, bana sanki Kamiuchi'yi daha önceden tanıyormuşsun gibi geldi.”

“Evet, onu zaten tanıyordum. Aynı orta okula gittik. Onun suratını hatırlamadım ama.”

“......he? Ama Kamiuchi seni tanımamış gibiydi?”

“Sanki bir karınca Yüce Bay Kamiuchi tarafından fark edilebilir. Sadece iyi notu olan benim tersime, o ünlü biri. Hatta sana onun hakkındaki kötü söylentilerden bahsedebilirim, ama bunun hakkında şu an konuşmaya gerek yok, değil mi?”

Bunu ‘Daiya ve İroha'yı Kamiuchi etrafında tedbirli kılacak kadar kötü söylentiler var’ şeklinde algılamaya karar verdim.

“Tamam, şimdi sana başka ilginç bir olgu söyleyeceğim.”

“...ne?”

[Devrimci] Yanagi’yi öldürmeyi planlamamıştı.”

“...he?”

Ağzım pat diye açıldı.

“Ha… sana illa her şeyi en ufak detayına kadar açıklamam mı gerekiyor? [Kral]’ın [Cinayet] dışında başka bir özel komutu var, öyle değil mi?”

“Ah!”

Doğru, [İkame].

Bu komutu kullanarak, [Suikast]’ın yanlış hedefe vurmasının ihtimali vardı.

“[Devrimci] Yanagi’yi değil, beni öldürmek istemişti!”

Daiya kuşkuluydu ve hemen ilk günden [İkame]’yi kullanmıştı. O yüzden, Yuri [Dublör] olduğu için onun yerine ölmüştü.

Eğer durum gerçekten de böyleyse, Kamiuchi [Devrimci] olsa bile öfkesine bir performans olarak hitap edemezdi. Ne de olsa bunun anlamı Kamiuchi en sevdiği Yuri'yi Daiya yüzünden farkında olmadan öldürmüştü.

“Az önceki [Gizli Buluşma]’da Kamiuchi’nin [Devrimci] olmadığından emin oldum. O yüzden, [Devrimci] olabilecek tek kişi Shindou.”

Eğer Daiya gerçeği söylüyorsa, bu İroha'nın Yuri'yi kazara öldürdüğü anlamına gelirdi.

Eğer öyleyse… İroha'nın az önceki itirafının nüansı birazcık değişirdi.

Kendi suçluluk hislerini bastırmak için, Yuri'nin cinayetini haklı çıkaracak bir sebebi çaresizce arıyordu.

---Bu şekilde algılanabilirdi belki.

“A-Ama… o zaman <B> kısmında neden o kadar dolaylı konuştun? Eğer [Kral] olduğunu belirtseydin, senin hakkındaki kuşku ortadan kalkmaz mıydı?”

“Kişinin kendi [Sınıf]’ını belirlemesi tamamı ile aptallık.”

“Ama sen bana az önce---”

“Bunun sebebi beni asla öldürmeyeceğine inandığım içindi.”

“He…?”

Gözlerimi sonuna kadar açtığımda, Daiya ağzından laf kaçırmış gibi yüzünü astı. Ardından sanki kızarmış gibi gözlerini kaçırdı.

...az önce ‘bana inandığını’ söylemişti, değil mi? Bu Daiya mı?

“...<B> kısmındaki ifadelerimle ne elde etmek istediğimi açıklayacağım.”

Daiya hızla önceki ifadesini bir kenara iterek açıklamasına başladı.

“İlk önce benim niyetimle başlayalım. Şüphelileri kestirmek. [Devrimci] doğal olarak Yanagi’nin [İkame] yüzünden öldüğünü biliyor. Bu yüzden de, ona bir hata yaptırmak için bilerek Yanagi’nin neden hedeflendiği konusunu açtım. Gerçi, bu işe yaramadı ama.”

Başımı salladım ve onu devam etmesi için teşvik ettim.

“Ardından da diğer niyetim. Onlara [Kral] olmadığımı düşündürmek.”

“...Bunu neden yapmak istedin ki?”

“[Devrimci] beni günah keçisi yaptı. Çünkü beni [Cinayet] hedefi yapmak istiyor. Ama ben zaten [Kral] olduğum için, bu tamamen anlamsız. Neyse artık, [Cinayet] hedefini seçen benim ne de olsa.”

Doğrusu [Cinayet] için Daiya değil, İroha seçilmişti.

“Öyleyse günah keçisi olarak bir değerim kalmadığında ve üstüne onun yalanını fark ettiğimde sence [Devrimci] benim hakkımda ne yapacak?”

Daiya ağzının kenarlarını kaldırdı, neredeyse memnun gözüküyordu.

“Doğal olarak beni [Suikast] ile öldürür.”

Farkında olmadan yutkundum.

“O yüzden benim [Kral] olmadığımı tahmin etmemesi daha iyi olur.”

İroha'nın bir sözünü hatırladım.

«Ayrıca, [Kral] veya [Dublör] olsaydın, bunu elbet fark ederdin, o yüzden o iki [Sınıf]’tan biri olamazsın.»

Aa, anladım.

Onların yaptığı bu tartışma İroha'ya onun [Kral] olmadığını inandırmak içindi.

“------ah”

Daiya’nın hızlı düşünme sürecine kapılmak üzere olduğumu fark ettim.

Ama---kapılıp onu takip etmek en iyi şey olabilirdi. Yani, Daiya bana inandığını söylediğinde bana numara yaptığını sanmıyordum. ...En azından öyle düşünmek istemiyordum.

Biz arkadaştık ne de olsa.

Gerçekten Daiya’ya inanmalı mıydım? Ve İroha'nın gerçekten [Devrimci] ve ‘sahip’ olduğunu varsaymalı mıydım?

“Kazu.”

Ben sessizken, Daiya bana,

“İroha Shindou’yu öldür.”

“---bu,”

“Eğer sen [Büyü] kullanırsan, ne senin ne de Otonaşi’nin bu ‘kutu’yu halletmek için temkinli davranmanıza gerek kalmaz. Senin tek bir kararın ile her şeyden kurtulacağız. ---Hayır, onu öldürmek zorundasın. Yoksa benim kararımı bile mi nafile kılmak istiyorsun?”

Beni böldüğü bu teklifin en akıllı çözüm olduğunun farkındaydım.

Ama,

“[Büyü] kullanmayacağım.”

Cevabım değişmeyecekti.

“Eğer İroha gerçekten ‘sahip’ ise, onu bir şekilde bize ‘kutu’yu vermesi için ikna ederim.”

“Sen ve Otonaşi’nin bu tereddütün yüzünden ölme ihtimali olmasına rağmen mi?”

“Evet!”

Bunu ilan ettiğimde Daiya bana küçümseyici bir şekilde gülümsedi.

“Vay be, ölüm oyununda bile iyi çocuk rolü yapman ne kadar da toy. ‘O iyi bir insana benziyor, öyleyse ona inanalım!’ - mı ne? Bu var olabilecek en kötü gerizekalılık. Şu koluma bak hele! Tüylerim öyle ürperdi ki asla eskisi gibi olmayacaklar; bunu nasıl telafi edeceksin?

“......Özür dilerim.”

Her nedense, alay edilen ben olmama rağmen, özür diledim. Ama… bu sınıf içerisindeki sıradan konuşmalarımız gibiydi.

“Ama biliyordum.”

Dedi Daiya bilerek kolunu okşayarak,

“Bu şekilde cevap vereceğini.”

Daiya pes etmiş gibi eğri bir şekilde gülümsedi.

“...huhu”

“Hop, çok iticisin. Seni aptal yerine koymama rağmen neden gülüyorsun? Senin aklına neler oldu?”

Farkında olmadan, çünkü, yani, şikayet ederken beni onaylamak tam da sana yakışır bir hareketti.


Ve ardından emin olmuştum.

Daiya gerçeği söylüyordu.

▶İkinci Gün <D> Büyük Oda[edit]

[Devrimci] ve ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i --- İroha Shindou’ydu.

Bu benim vardığım sonuçtu. Onu bir şekilde başkasını öldürmemesi için ikna etmem gerekiyordu.

Yapabilmem gerekirdi. O başkaların hayatlarını hafife alan kötü bir insan değildi ne de olsa. O yüzden ne kadar zor gözükse de bir şekilde halledebilmemiz gerekirdi.


Hadi canım!


Ben neden bu kadar inanılmaz miktarda saftım?


“Ah, AaaAh…---”

Derin soluklar.

Ayaklarıma doğru kırmızı bir sıvı birikintisi yayılıyordu. Ama ondan kaçınmayı düşünmeden orada donup kalmıştım.

“Kamiuchi!”

Maria’nın haykırışı beni gerçeğe geri döndürdü. Ayaklarımın önünde yığılmış olan şeyin ne olduğunu fark ettim.

“Ah, ---”

Kırmızı sıvı birikintisi, kandı.

Bunu biliyordum. Evet, bunun farkındaydım. Fakat yavaş ama emin ama yavaş ama emin ama yavaş ama emin ama yavaş ama emin yayılışının ne anlama geldiğini algılamak istememiştim.

Yavaşça eğildim ve bu kişinin yüzüne dikkatli bir şekilde dokundum. Sanki gıdıklanıyormuş gibi bir gülümseme vardı.

Bu ifade «tam onun gibi» olduğu için farkında olmadan onun ismini söyledim.

“.......İroha

  • pat* *pat* *pat*---

Bu ses de neydi?

  • pat*. Bu bir adım sesiydi. Her adım arkasından kırmızı ayak izleri bıraktı. *pat* *pat* Bu sesi oluşturan kişi

hiçbir şey olmamış gibi yerine oturdu.

Oysa İroha'yı bıçaklayan oydu.

“Kamiuchi, neden…?”

“Neden mi? Amma da garip sorular soruyorsun Hoşino-senpai. Çünkü hayatta kalmasına izin verseydik Kaichou bizi öldürürdü~! Öyleyse onu durdurmak kaçınılmaz değil miydi?”

“Bu kadar ileri gitmene gerek yo---”

Farkında olmadan sesim kesildi.

Kamiuchi'nin eli fena halde titriyordu. Kendisi de bu titremeyi fark etti ve, “Hu, kuku,” bu sahneye uygun olmayan bir şekilde kıkırdamaya başladı.

O elbet Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’sında İroha'nın [Devrimci] olduğunu keşfetti, bu yüzden de onun hakkında hiçbir şey yapmaz ise öleceğini düşünmüş olabilirdi.

Ama bu onu hemen öldürmek için bir mazeret değildi… Aa, anladım. Bu İroha ve Daiya’nın Kamiuchi hakkında tedbirli olmalarını konusunda haklı oldukları anlamına geliyordu.

“Üü…”

Ağzından kaçan bu inlemeyi duyunca, Maria şaşkınlığından kurtuldu ve İroha'nın yanına hızla gitti. Ona bir tür tıbbı tedavide bulunmak için onun vücudunu baştan aşağı inceledi ve---

---tek kelime etmeden geri çekildi.

“......anla… dım, günah keçisi…”

Dedi ve---kan öksürdü.

“Oha, kan kusmak…… her yerime… çok kötü… gözüküyorum…”

Böyle şeyleri hafif bir ses ile fısıldadı.

“------”

Herhangi bir şey söyleyebilmekten acizdim.

Yani, gözlerimin önünde bir kızın kan kusmasına rağmen, ölmek üzere olmasına rağmen, istemeden bu şekilde düşündüm:

---belki de en iyisi böyleydi.

“Özür dilerim.”

İroha gözlerini kapattı. ...Onları açık tutacak kadar gücü kalmadığından dolayıydı.

“......özür dilerim… seni lanetlediğim için.”

Gücünün kalanını topladı ve güçsüz bir ses ile fısıldadı,

“...seni kurtaramadığım için özür dilerim…”

“------he?”

Bu onun son sözleriydi.

---seni kurtaramadığım için özür dilerim mi?

Onun hareketsiz vücuduna bakarken, bu kelimelerin anlamını düşündüm.

İroha aramızda Yuri'yi rahatlıkla öldürecek tehlikeli bir tipin olduğunu biliyordu. Bunu bildiği için, İroha ne pahasına olursa olsun bu kişiyi öldürmek zorundaydı.

Bu [Asil Krallık]’ta başkaları tarafından daha da çok kuşku duyulsa da önderliği yapmıştı. Durumu daha iyi kılmak için bu sorumluluk zihniyetli kız kendini tehlikeye attı.

---bunu da kendi hayatını mahvetmeye hazır iken yapmıştı.

Hayatını korumak uğruna.

Hayatlarımızı korumak uğruna.

“.........Ah”

Onun yüzüne tekrar dokundum.

Ama o artık bana gıdıklanan bir gülümseme göstermedi.

O artık hareket etmiyordu. O artık nefes almıyordu. O artık yaşamıyordu.

Ve buna rağmen, ‘Asılsızlık Oyunu’ devam etti.

“------”

Ayağa kalktım.

Yavaşça başımı ona doğru döndürdüm.

Daiya sağ kulağındaki pirsinge ifadesizce dokunuyordu.

- [İroha Shindou], [Koudai Kamiuchi] tarafından göğüsü bıçaklandı, ölüm


▶İkinci Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«[Koudai Kamiuchi] [Suikast] ile boğularak öldürüldü»

Şimdi bütün kontrol ondaydı.

- [Koudai Kamiuchi], [Suikast] ile ölüm


▶Üçüncü Gün <B> Büyük Oda[edit]

“Senin [Büyücü] olduğunu anladığım an bitmişti!”

Daiya geriye kalan üç kişinin bulunduğu büyük odada oyununu açığa vurdu.

Maria sandalyesinde bitkin bir halde oturuyordu. Her şeyi bildiği için, bütün varolan gücü ile Kamiuchi'ye ‘kutu’ hakkında bilgi vermeye çalışmıştı, ama Kamiuchi artık ona kulak asmamıştı.

Ve ardından, Koudai Kamiuchi beklenildiği gibi öldürülmüştü.

Nihayetinde bir tek kişinin bile ölümünü engelleyemedik.

Yalnız ben neden Daiya’ya inanmıştım? Daiya’nın ‘sahip’ olduğunu bilmeme rağmen, neden başka bir şüphelinin var olduğu gibi kıytırık bir yalana inanmıştım ki?

[Asil Krallık]’ın aldatmaktan ibaret bir oyun olduğunu bilmeme rağmen…

O yüzden, bu sonucun benim suçum olduğunu biliyordum. Ama yine de---

“Bana inandığını söylememiş miydin?”

Bu şekilde yakındığımda, Daiya ağzının kenarlarını kaldırdı.

“Evet, öyle dedim. Beni asla öldürmeyeceğini inandığımı.”

“...öyleyse bunlar sadece beni kandırmak uğruna söylenen boş laflardı, değil mi?”

“Sadece ağzımdan kaçtı. Daha keskin olsaydın bu kelimelerin gerçek anlamını fark ederdin.”

Kaşlarımı çattım.

“Anlamıyor musun? Senin, [Büyücü]’nün, beni öldüremeyeceği sonucuna vardım. Başka bir hitapla, beni zaten öldürmeyeceğin için istediğimi yapabilirim diyerek seninle alay ettim.”

Dudaklarımı ısırdım.

...kısacası beni maskaraya çevirmişti. O anda kızardığı için gözlerini kaçırdığını düşünmüştüm. Ama işin gerçeği o sadece laf kaçırdığını fark etmişti ve endişelenmişti.

“[Devrimci] olduğum için, [Büyücü]’nün kim olduğunu bilmek istemem doğal, çünkü öldürme yeteğine sahip olan o.”

“O yüzden [Büyücü] müyüm diye sordun…”

Benim için endişelenmemişti, o sadece onun için en tehlikeli [Sınıf]’ın kim olduğunu öğrenmek istiyordu.

“Ve [Büyücü] sendin Kazu. O yüzden senin hayatta kalmana izin verirsem bana karşı [Cinayet] kullanılmaz.”

Daiya sırıttı ve ilan etti,

Çünkü sana inanıyorum, ha!”

Demek o yüzden benim [Büyücü] olduğumu öğrendiği an savaş bitmişti…

“Ama benim [Devrimci] olduğuma inanmış olsaydın eğer, yine de [Büyü] kullanma ihtimalin vardı. Ve eğer öyle olmasa bile, benim hakkımda bir şey yapardın. Kısacası, sana benim [Devrimci] olmadığımı düşündürmem gerekiyordu.”

O yüzdende onun dümen suyuna kapılmıştım ve İroha'nın [Devrimci] olduğuna inandım.

---Ah. Doğrusu, her şey çok basitti.

Yapmamız gereken şey tam da Maria ile başta konuştuğumuz şeydi. İş sadece Daiya’yı ikna edip ondan ‘kutu’yu almaktı.

Karışık olmasının tek sebebi Daiya’nın bu şekilde gözükmesine sağlamasıydı.

“...Her şey sıkıntısız ilerlemedi ama. Hele ki Yanagi özellike bir sıkıntıydı.”

“Yuri mı?”

“Evet. Müttefik yapmaya çalıştı. Esasında benim dışımdaki herkesi müttefiği yapabilirdi muhtemelen. Onun hayatta kalmasına izin verseydim, işler böyle pürüzsüzce ilerlemezdi.”

...Anladım. Oyunu başlatmak isteyen Daiya için, Yuri [Asil Krallık]’ı durduracağı için varlığı bir sıkıntıydı. O yüzden, Daiya onun ortaya atma teklifini reddetti ve en yakın zamanda onu öldürmüştü.

“Peki o zaman---”

Oyununu açığa vurması bitmişti.

Daiya derin nefes aldı ve yerinde oturan Maria’ya baktı.


Bu oyunu kazanmak için tek bir kişi daha öldürmem gerekiyor.”


[Devrimci]’nin sadece tek bir düşmanı kalmıştı.

Sadece [Prens] - Maria Otonaşi.

Maria Daiya’nın onu öldürme niyetini ilan ettiğinde başını bile kaldırmadı.

...Ah, anladım.

[Devrimci]’nin kazanması için [Büyücü]’yü öldürmeye kesinlikle hiç ihtiyacı yoktu. O yüzden, ben hayatta kalacaktım. Maria’nın hiçbir şey yapmasına gerek yoktu, ben nasıl olsa hayatta kalacaktım. Ve Maria kendi hayatını hiç umursamıyordu.

O yüzden Maria’nın [Asil Krallık] ile hiç ilgilendirmiyordu.

Bu şekilde ölmeyi aldırmıyordu.

“......”

---benimle alay etme.

Öyle bir sonuca izin verecektim sanki!

Eğer Maria beni kurtarmayı, kendi hayatını hiçe saymayı, kendine bir ‘kutu’ demeyi, kendini hafife almayı planlıyorsa---

“Daiya…”

Ben elbette---bunu reddedecektim!

Daiya’ya dik dik baktım ve ilan ettim,

“Maria’yı öldürmene izin vermeyeceğim!”

Doğru ya, Maria’nın bu ‘kutu’ içerisindeki güçsüzlüğünü fark ettiğimde bir şey yapmam gerekecek zamanın geleceğini fark etmemiş miydim? Şimdi bunun zamanıydı!

O zaman ne yapacağımı bilmiyordum. Ama şimdi,

“Eğer Maria’yı öldürmeyi düşünüyorsan, seni durduracağım. Ne olursa olsun seni durduracağım. Evet---”

Bu sonuca kolaylıkla vardım.


“---eğer seni öldürmem gerekiyorsa bile.”


Daiya onu öldüreceğini ilan ettiğinde hiç kıpraşmayan Maria gözlerini faltaşı gibi açtı ve bana baktı.

Özür dilerim Maria. Benim kimseyi öldürmeyeceğim inancına ihanet edecektim.

“...ciddi gözüküyorsun.”

Daiya bunu diyip sessizliğe büründü.

Her şeyden önce Daiya kendisi söylemişti. Kimin [Devrimci] olduğu açık olduğunda benim bile [Büyü] kullanma ihtimali vardı.

Daiya bir hatada bulunmuştu. Kamiuchi'nin İroha'yı öldürmesinden dolayı onu günah keçisi yapabilmekten aciz kalmıştı ve [Devrimci] olduğunu açığa vurmuştu.

“Ver ‘kutu’yu Daiya. Eğer yaparsan ölmek zorunda kalmazsın.”

Daiya sakin bir ifade ile karşılık verdi. Ama onun arkadaşı olduğum için, biliyordum.

Daiya daha endişeli olamazdı.

“Ölmek zorunda kalmamak, he.”

Sözlerimi tekrarladı ve alaycı bir şekilde gülümsedi,

“...Kazu. Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun ne tür bir ‘kutu’ olduğunu biliyor musun?”

Konunun ani değişikliğinden dolayı kaşlarımı çattım.

“‘Asılsızlık Oyunu’ vakit öldürmek uğruna çağrılan oyuncuları [Asil Krallık] adındaki ölüm oyununu oynatmaya tabi tutan bir ‘kutu’ sadece.”

“...ee?”

“Amacı vakit öldürmek iken böyle biteceğini mi düşünüyorsun? Gerçekten tek bir raund ile tatmin olacağımı mı düşündün?”

“......”

“Bu ölümüne anlamsız bir dövüş. O yüzden, senin Otonaşi’yi kurtarmak isteme hissin, ve beni öldürmeye olan kararlılığın da anlamsız. Sonuç tamamen alakasız. Sıradaki raund’da sadece oyuncunun değişmesiyle tamamen farklı gelişmeler olacak. Ben senin müttefiğin bile olabilirim.”

O neyden bahsediyordu ya…?

“Fakat bu lanet oyundaki günah kalacak. Eğer beni öldürürsen, sadece pişmanlığı kalacak.”

“......Öyleyse seni öldürmemelimiyim?”

“Evet.”

…...Hah.

Demek bu onun hayatını bağışlamam için yapılan boş bir konuşmaydı he. Şu an bile beni kandırmaya çalışıyordu.

“Seni bu şekilde görmek ızdırap verici! Lütfen, bana ‘kutu’yu ver artık!”

Benim arkadaşım olduğu için, Daiya onu öldürmek konusunda ne kadar ciddi olduğumu gayet iyi biliyor olmalıydı.

Ama buna rağmen---

Bu söz konusu bile olamaz.”

Daiya soğukkanlı bir şekilde ilan etti.

“...Köşeye sıkıştığını biliyorsun değil mi?”

“Fark etmez. Artık ‘kutu’ denilen «umutu» tattım. Tattığıma göre, bir başkasının benden çalmasına izin vermemin imkanı yok. Eğer ‘kutu’yu kaybedersem, hiçbir amacım kalmaz. Fazla düşünmeden sırf yaşayan bir insan bir

CO2 makinesinden farksız değil mi?”

“‘Kutu’nun «umut» olduğunu mu söylüyorsun…?”

Mogi, Asami ve Miyazawa'ya azap çektiren bu ‘kutu’ mu…?

“Öyle güzel bir şey değil!”

“Kapa çeneni, sinirimi bozuyorsun! Bir marketin indirimli satışında bile bulunabilecek ucuz değerlerinle ilgilenmiyorum!”

Tüyler ürpetici olan şey Daiya’nın ciddi olmasıydı. O ‘kutu’nun umut olduğunu ciddi ciddi söylemişti. Oysa önceki iki hadiseyi biliyor olmalıydı.

Bu kadarını düşündükten sonra, birden bir şey aklıma geldi. Belki de---

Kokone ile ilgili bir şey mi?”

Daiya hemen karşılık veremedi.

“...nasıl bir şey mi?”

“Dedim ki, ‘dilek’inin Kokone ile ilgisi var mı?”

“Neden birden bire ondan bahsettin? Senin böyle can yakıcı derecede alakasız düşünen beynine neredeyse acıyorum.”

Ama bu sözleri söyleyebilene kadar yaptığı gergin suratı gözümden kaçırmamıştım.

Şüphesizdi. Daiya’nın ‘dilek’i Kokone ile ilgili bir şeydi.

Ardından emin olmuştum.

“‘Kutu’yu… vermeyi düşünmüyorsun, değil mi?”

Daiya kesinlikle ‘kutu’yu vermeyeceğinden emin olmuştum.

“Evet, bunca zamandır dediğim şey de buydu.”

Onu ne kadar öldürmekle tehdit etsem de, Daiya ‘kutu’yu teslim etmeyecekti. Başka bir hitapla, biz---

“......”

Bunu fark ettiğimde Maria bana baktı.

Maria gülümsüyordu.

“......Yapma.”

Gülümsüyordu. ...Her şeyden vazgeçmiş gibi gülümsüyordu.

Ama sanırım bu durum için en uygun ifadeydi.

Baştan beri biliyordum. Daiya’yı öldürerek ‘kutu’sunu isteğine karşı ezemezdim. Ne olursa olsun [Büyü] kullanamazdım.

Bunun sebebi Daiya’yı öldürecek kararlılığa sahip olmamam değildi. Benim kararlılılığımla hiçbir ilgisi yoktu. Sorun tek başıma [Büyü] kullanamamdı. Doğru---

[Büyü] kullanamazdım çünkü Maria benim birisini öldürmeme asla izin vermezdi.


O yüzden, biz Daiya Oomine’ye kaybettik.


▶Üçüncü Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]'nin Odası[edit]

Biliyordum, ama ona [Cinayet] kullandırma girişimim tam 30 dakika boyunca duymazdan gelindi.

Maria’nın önceki günkü ilanını hatırladım.

«Seni koruyacağım!»

Bunu hemen kabul ettim.

Onun nezaketini ve gücünü bu kadar kolaylıkla kabul etmek için ne kadar aptaldım ben?

Daha baştan bilmiyor muydum? Daha baştan [Asil Krallık] birbirimizi öldürmek ve kandırmaktan ibaret bir oyun olduğu için Maria’nın burada güçsüz olduğunu bilmiyor muydum?

Ama bu yanlıştı.

Bunu söylemesi gereken bendim.

«Seni koruyacağım Maria!»

Ama artık çok geçti.


▶Üçüncü Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«[Maria Otonaşi] [Suikast] ile boğularak öldürüldü»

- [Maria Otonaşi], [Suikast] ile ölüm











*********** OYUN SONU ***********

Kazananlar

[Daiya Oomine] (Oyuncu)
[Devrimci], Yuri Yanagi, Koudai Kamiuchi ve Maria Otonaşi’yi [Suikast] ile öldürdü, hayatta.
* Yuri Yanagi, Koudai Kamiuchi ve Maria Otonaşi’nin ölümleriyle kazanma koşulları yerine getirildi.

[Kazuki Hoşino]
[Büyücü], hayatta.
* Kazanma koşulları hayatta kalmasından dolayı yerine getirildi.

Kaybedenler

[İroha Shindou]
[Şövalye], ikinci gün Koudai Kamiuchi tarafından göğüsünden bıçaklandı, hemorajik şokdan dolayı ölüm.

[Yuri Yanagi]
[Dublör], birinci gün Daiya Oomine tarafından [Suikast] ile ölüm.

[Koudai Kamiuchi]
[Kral], ikinci gün İroha Shindou’yu doğrudan öldürdü. Aynı gün Daiya Oomine tarafından [Suikast] ile ölüm.

[Maria Otonaşi]
[Prens], üçüncü gün Daiya Oomine tarafından [Suikast] ile ölüm.



  1. https://eksisozluk.com/pachinko--127334 - http://i.ytimg.com/vi/FXLvbWy9zqY/maxresdefault.jpg
  2. Japonya’daki okullarda kulüplerin okul hayatında büyük bir parçası var. Herhangi bir kulübe ait olmayan lise öğrencilerine genellike eve gitme kulübü üyesi denilir.




Geri Git - Başlangıç Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam et - 2. Raund