Utsuro no Hako - Türkçe: 3. Cilt

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

UtsuroNoHako3 1.jpg

Roman Çizimleri[edit]





Açılış[edit]

Sadece rüyalarımda hatırlayabildiğim bir yerdeydim.

Acaba onunla şimdiye kadar kaç defa görüşmüştüm. ...Önemi yoktu sanırım.

Her zamanki gibi, ‘O’ garip bir şeyler söylüyordu, o yüzden onu neredeyse tamamen duymamazlıktan geldim.

Fakat, kulaklarımda tek bir laf yankılandı.

“Daiya Oomine senin düşmanın.”




Onun gümüş rengi saçını ilk gördüğüm zaman, “Aa, yollarımız asla kesişmeyecek,” diye düşündüm.

Sınıf arkadaşlarımın da buna benzer izlenime kapıldığına emindim. Daiya Oomine başkalarının arkadaşlığını bütün varlığıyla reddetti. Bu kasvetli tavrını ve rock & roll tarzını sadece başkalarını kendisinden uzak tutmak için üstlendiğini düşünmüştüm. Ama iyi anlaştık. Tabi, Haruaki de aracı rolü üstlendi, ama tek sebep o değildi.

«Ehm, sen… Kazuki Hoşino’sun, değil mi? Nedenini dile getiremiyorum, ama sen biraz tuhafsın!» Bu bana ilk söylediği şeydi.

Ama arkadaş olduğumuzu sanmıştım; ne de olsa, benimle her konuştuğunda mutlu gözüküyordu.

Buna rağmen, o konuyu açtı:

Öğle arasıydı, ve vize haftası yarın başlayacaktı; Daiya Maria’nın yanına gelişigüzel oturdu ve, “‘O’ ile alakadar oldun, değil mi?”

Yanıt veremeyecek kadar hayrete düşmüştüm, o yüzden Maria benim adıma cevap verdi. “......Oomine, bir ‘kutu’ mu elde ettin?”

“Nasıl bir soru o öyle? Tabi ki de ettim. Her şeyden önce, Kazu’yla konuşuyorum. Sessiz ol, seni sinir bozucu muhafız.”

Maria sert bir şekilde iç çekti, ve ardından bana baktı, bunu bana bırakacağını ima edermiş gibi.

“Bana hep garip gelmişti. Otonaşi’nin ortaya çıkması, senin Kokone’ye itirafın, ve birçok başka olay.”

Daiya sağ kulağındaki piercing'e dokundu.

“Bu şüpheler ‘O’ ile tanıştığımda ortadan kalktı. Onunla tanıştığım an —tam o anda, onun, sadece "garip" olarak betimlenemeyecek varlığın, son zamanlardaki bütün o tuhaf olayların sebebi olduğunu fark ettim. Ve ardından bana Kazuki Hoşino ile ilgilendiğini söyledi.”

Tamamen algılamaktan aciz, onu sessizce dinledim.

“Bu da demek olur ki senin hakkında tuhaf bir şeyler olduğunu hisseden tek ben değilim. ...Biliyor musun Kazu? Seni bir sene gözlemledikten sonra, anladığım tek bir şey oldu.”

Bana delici bir bakış ile odaklandı ve devam etti.

“Sen süzülüyorsun.”

“...süzülüyorum?”

Bağlamı olmadan, aniden kullandığı bu kelime bana oldukça anlamsız geldi.

“Bizi yüksekteki bir yerden izliyor gibisin. Fiziksel olarak aramızdasın, ancak bize tam olarak yakın değilsin, insanlarla aranda hep belirli bir mesafe bırakıyorsun. Ne içeridesin, ne dışarıda. Sen sadece… süzülüyorsun.”

Ne demek istediğini anlamadım, ve bir kaşımı kaldırdım.

“Ama buna rağmen bu günlük hayatı muhafaza etmek istediğini söylüyorsun. Bunu neden dilediğin benim için hep bir gizemdi. Ama ‘O’ ile konuştuğumda —herhangi bir ‘dileği’ yerine getiren ‘kutuyu’ reddettiğini söyledi —o zaman anladım.”

Daiya sert bir ses tonuyla ilan etti.

“Senin amacın başkalarının ‘dileklerini’ ezip geçmek.”

“Bu doğru değil!”

Sesimin ne kadar yüksek çıktığına şaşırdım, ama bunu belirtmek zorundaydım.

“Gündelik yaşantıma bu kadar değer vermemin sebebi… bir şeyleri arzulamanın hayatta olmanın kanıtı olduğunu düşünmem… bu yüzden…”

“Ne kadar da gülünç.”

Daiya, söylediklerine kıyasla, hiç gülmüyordu. Sadece acımasızca devam etti,

“Öyleyse hayatta arzuladığın bir şey var mı? Söyle hadi!”

“Tabi ki de var. Ben—”

Durdum.

Vardı. Bir tane olmalıydı. Ama ifade edemiyordum.

—henüz bir şekle bürünmediğinden dolayı olduğuna emindim.

“Hayatın boyunca arzuladığın bir şey olmasını istiyorsun demek. Peki, bu iddiayı kabul etsem bile, bir tane daha soru kalır. Neden bu hale geldin?”

“...???”

Bu günlük hayata değer vermeye başlamamın sebebi mi?

Şimdi düşününce, ben hep böyle miydim?... Sanmıyorum. Öyleyse, ne zamandan beri—

“——”

Aklıma geldi.

—Tanıyamadığım, sis ile örtülü biri.İlk bakışta tanıyamadım ama aklımdaki bu görüntü ne kadar buğulu olursa olsun onun kim olduğunu biliyordum...

O kızın ismi—

“Anladın mı?”

Daiya beni böldüğünde, siluet sis içerisinde kayboldu.

“...Ne…?”

“Gerçek şu ki, sen günlük hayatını içgüdüsel olarak muhafaza etmeye çalışıyorsun, Pavlov’un köpekleri gibi.”

Ben sadece gündelik yaşantımı muhafaza etmeye mi çalışıyordum? Eğer öyleyse—

“Bu başkalarının ‘dileklerini’ ezip geçmekle aynı. ...Hey, Kazu.”

Daiya bana her zamanki sakinliğiyle seslendi.

“Bende bir ‘kutu’ var. Gündelik yaşantınla çelişen bir varlık oldum. —Şimdi ne yapacaksın?”

Daiya’nın ‘dileğini’ bilmiyordum. Ama eğer bu gündelik yaşantımı tehdit eden bir dilek ise, ben—

“Çoktan kararını verdin, değil mi?”

Daiya duygusuz bir sesle devam etti, sağ kulağındaki piercinge hafifçe dokunarak:


“O yüzden ben —senin düşmanınım.”



Vizelerimiz geri verildi, ve Temmuz’u uyuşuk bir şekilde geçirdik, sanki sonuçları hazmediyormuşuz gibi.

“Millet, birazdan alışveriş merkezine gideceğimizden kimseye bahsedemezsiniz!”

Mogi'nin hastane odasına giderken, saçını büyük bir topuz yapmış olan Kokone bunu söyledi.

“Özellikle sen Haruaki!”

“Biliyorum, tamam!”

“Gerçekten mi? Ne de olsa «Haruaki» teriminin «Ortamı anlayamayan kişi» yerine kullanılmaya başlandığını duydum.”

“Öyle bir terimi hiç duymadım! Ama «K.K» teriminin «uyuz» yerine kullanıldığını biliyorum!”

“Hey! Benim ismimin baş harfleri neden «uyuz» anlamına geliyor!?”

“Kirino, çok yüksek sesle konuşuyorsun, Mogi sesini duyarsa sürpriz yapma şansımız kalmaz.”

Maria tarafından uyarıldıktan sonra—”Te~he!”—Kokone bir gözünü kapatıp dilini çıkarttı, ve Haruaki “Bunun ‘tatlı olduğunu’ mu düşünüyorsun?” diyince ona sert sert baktı.

Bu nispeten sıradan sahneye iç çekerek, hastane odasına girdim.

“.......”

İlk gördüğüm şey bir dergi kapağındaki yarı çıplak, kaslı bir şahıs.

“Kasumi…?”

“He…? —AH!”

El çabukluğu ile dergiyi futon’un altına koydu.

“M-Merhabalar herkese… N-Ne oldu? Bugün oldukca erkensiniz demek…?”

Mogi bize mahcup bir şekilde gülümsedi.

“.......”

Ben, acaba, görmemem gereken bir şey mi gördüm…? Kokone ile bakıştık ve tek kelime etmeden—”Bu konudan bahsetmeyelim,” diye anlaştık.

“Hop, ne saklıyorsun bakalım Kasumi!”

Başarısızdık. Burada ismi «Ortamı anlayamayan» anlamına gelen bir herif vardı.

“H-Hiçbir şey saklamıyorum…!”

“Yalan söyleme! ...hm? Ha, porno dergisi, değil mi! Göster hadi göster! Kızların ne tür porno dergisiyle— Gıhgıh!”

Kokone ona dirseği ile vurdu. Evet, bence en doğrusunu yaptı.

“Merak etme Kasumi, bir şey görmedik… Hayır, gerçekten, sorun yok! Ne de olsa, hastanede uzun süre kalırsan, yani… İçine çok atarsın, değil mi!”

“B-B-B-Ben hiçbir şey içime atmadım!”

Mogi kızarmış suratının önünde ellerini çılgınca salladı.

“Ö-Öyle değil! Bu… yani…”

Dudaklarını büktü ve, biraz tereddüt ederek, futon’undan dergiyi çıkarttı. Üzerinde gerçekten de yarı çıplak bir adam vardı, ama üzerinde “Yoga” ve “Düzgün İdman Yöntemleri” yazıyordu.

“Bu egzersiz için spor dergisi! O yüzden, ehm… erotik dergi değil.”

“He? Ah, haklısın. Haha, özür dilerim. ...Ama o zaman dergiyi neden saklıyordun?”

Her nedense Kokone’ye değil, bana baktı ve fısıldayarak:

“...çünkü bu tür dergiler bana yakışmıyor…”

Şimdi sözünü edince—içgüdüsel olarak Mogi'nin kollarına baktım. Onun bir zamanlar kırılgan gözüken beyaz kolları, şimdi biraz daha güçlü gözüküyordu. ...Hala oldukca ince gözüküyorlardı ama.

Mogi nereye baktığımı fark etti ve çekinerek kollarını arkasına sakladı. Ardından,

“...Rehabilitasyonum için iyi bir kaynak olabileceğini düşündüm.”

O tekrarlanan günlerden bu yana dört ay geçmişti. Onun kırık kemikleri kaynamıştı ve rehabilitasyonu şimdiye kadar başlamıştı. Onun, bir zamanlar ulaşması uzak bir hayal gibi gelen er ya da geç okula dönüşü, yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Onun tekerlikli sandalyeli varlığı yakında bu günlük hayatının da parçası olabilirdi.

Mogi bu günlük hayata geri dönecekti.

—Maria olmadan önceki zaman gibi.



“Hey, hey, Maria, Kasumi’nin etrafında tedirgin hissediyor musun?”

Alışverişine tam girmek üzereyken Haruaki bunu sordu, oysa Kokone ile birlikte bu konu hakkında bilerek sessiz kalmıştık…

“Haru… Biliyor musun, bazen sen gerçekten rezaletsin…”

“Niye ki?”

Kokone’nin ne demek istediğini bile anlamadı! Rezalet!

“...neden öyle düşünüyorsun?”

“Maria Haruaki’ye bunu açıkca ve sakince sordu.

“Çünkü ikinizin birbirinize doğru düzgün konuştuğunu hiç görmedim! Yani, belki de bunun sebebi sadece ikinizi bir arada nadiren gördüğümdendir.”

“...Haru, dinle,” Kokone Haruaki’yi kendisine doğru çekti ve kulağına fısıldadı. “...ikisi aşk rakipleri… o yüzden garip oluyorlar. Bu kadarını senin de bilmen gerekir, değil mi…?”

Ehm, Kokone…? Düşünceli olmaya çalıştığının farkındayım, ama seni duyabiliyorum.

“Heee, anladım, anladım!”

Haruaki bana kocaman gülümsedi. ...Bu oldukca sinir bozucuydu.

Maria onların tavırına iç çekti.

“Yani, nasıl anlam çıkartmak istiyorsan çıkart, ama onunla kolaylıkla konuşamadığım doğru.”

“Hoho! Rakip olma anlamında mı?”

“Usui. Seni rezil eden ve mideni bıçaklayan biriyle rahat rahat konuşabilir miydin?”

“Ha?”

“Şakaydı.”

Maria bunu yüzünde ifade olmadan söylediğinde, Kokone ve Haruaki aralarında bakıştılar.

...Bu sınıra yakın yoruma kalbi hoplayan tek kişi bendim.

“...ehm, öyleyse bu konuyu bırakalım… Şimdi sıra ana hedefimizde!! ‘Mari-mari’ye uyan giysiler bulalım!’ Yani, ona hemen hemen her şey uyar ama… cık, senin bu lanet manken gibi vücudun!”

Yakın geçmişte resminin bir moda dergisinde çıkmasıyla hiçbir şikayetin olmamalı.

“Şimdi düşününce, bu mesele de nereden çıktı?”

“Bak, dinle sadece! Son zamanlarda Mari-mari ile tatilde sık sık günlük giysilerle buluştum tatilde, ama biliyor musun, modayı görmezden geldiği belli! Giysileri tam olarak kötü değil ama, tek eksiği bireysellikleri olmaması… ve markayı sorduğumda UNIQLO olduğunu söyledi.”

“Geçmişte nasıl olduğunu bir kenara bırakırsak, şu anki UNIQLO’nun yüksek moda değeri var. Şirketinin büyük çabaları sayesinde birçok yüksek kalite ürünü düşük fiyata satıyorlar. En iyi seçim UNIQLO.”

“Bende UNIQLO giyiniyorum yani! Ama demek istediğim o değildi! Sadece düşünüyordum da, yani… ideal kendin olmak için uğraşmalısın ya da… Aa, lanet olsun! Sırf vücudun ile kazanabildiğin için…!”

“Kiri, sakin ol! En azından onu göğüslerinle yenebilirsin!”

“Sadece göğüslerimle mi?! Dalga geçme Haru! ...Onu ayrıca yenebileceğim konu—”

Kokone’nin konuşması kesildi, Maria’ya baştan aşağı baktı, ve dehşete kapıldı.

“—Yok artık… Hiçbir şansım yok mu?! Giyaa, olamaz! Dünyanın en iyi idolü olman lazım, ancak o zaman senin «güzel» olduğunu gücenmeden kabul edebilirim!”

“...K-Kokone, görünüş zaten öznel bir şeydir yani…”

“Öyleyse kimi daha güzel buluyorsun Kazu?”

“.......”

“Neden burada sessiz kalıyorsun! Yalan olsa bile benim olduğumu söyle!”

“Yani, bu imkansız bir istek değil mi?”

“Kapa çeneni, seni görme bozukluğu olan insan.”

“Ne!? Alçakgönüllülükle en az ortanın üzerinde olduğum söylenir!”

Yarattıkları gürültüden dolayı, etraftaki müşteriler bize odaklanmaya başladı. ...Kokone bizimle beraber olduğunda hep aynı hikayeydi.

“H-Hey, Kokone, biz yavaş yavaş…”

Ona hitap ettiğimde, bana haşin bir bakış attı. Uva, tehlike hissediyordum…

“Her şeyden önce, Kazu, Mari-mari’nin giysileri hakkında en çok neye izin veremiyorum biliyor musun? Sırf aynı boyda olmanızdan dolayı, birkaç parça giysi paylaşma unsuru!”

“...he? Paylaşmamalı mıyız?”

Kokone’nin gözleri sonuna kadar açıldı.

“.......Ha? Bu şaşkın ifade de neyin nesi? «...he? Paylaşmamalı mıyız-mış», hadi oradan! Sağduyunda hata var! En azından ben, Mari-mari’nin başka bir gün giydiği tişörtü üzerinde gördüğümde hayrete düştüm!”

Onu hala anlayamadım ve gözlerimi Haruaki’ye çevirdim.

“Hayır, o haklı yani.”

...Açıkca reddedilmiştim.

“Sen o tür insansın, değil mi? Sevdiğin kız tarafından verilen yarı içilmiş su şişesini sorunsuz bitiren tip.”

“Bu normal değil mi…?”

“Bak bak,” Haruaki sanki bana göstermek için ellerini abartılı bir şekilde salladı ve iç çekti. ...O tepki de neyin nesiydi?

“Haru, ona yeni giysiler aldırtmak istediğimi anlıyor musun?”

“Fazlasıyla!”

O ikisi birlik kurduktan sonra, Kokone’nin planladığı gibi Maria için giysi arayışımız başladı. Ama, Maria alışveriş yapmaktan hiç hoşlanmadı ve bu yüzden kendisine gösterilen giysiler hakkında Kokone’ye gönülsüzce yorumlar verdi. Ve ara sıra, Kokone ona birkaç giysi giymeye zorladı.

İlk başta, Maria’nın kendisine önerilen giysileri almadığı için Kokone’nin güceneceğini düşünmüştüm, ama aksine Kokone neşeyle gülümsüyordu. Ona göre, «olağanüstü bir güzeli giydirip kuşatmak zaten eğlenceliydi». ...Bir erkek olarak onun hislerini anlayamıyordum.

Buradaki diğer erkekten, Haruaki’den söz etmişken, sırf diğer bayan müşterileri ve yardımcıları izleyerek mutlu gözüküyordu. Onun düşünebilme şeklini kıskanıyordum—yani, tam olarak değil. Hiç değil.

Bütün bu enerjiyi nereden aldığını merak edecek kadar dinç olan Kokone’den mola rica ettim. Bu ricamı üç saat sonrasına kadar kabul etmedi.

Ha… sonunda geçici olarak serbest bırakılmıştım.

“...Haruaki, neşeli gözüküyorsun.”

“Evet! Bu zamanın tamamını güzel kızlara puan vererek geçirdim yani. Ah, bu çok iyidi! Benim favorim önceki mağazadaki mağaza yardımcısıydı.”

Kokone’nin keyfi bozuldu.

“Bizim okulun öğrenci konseyi başkanına benziyordu biraz. Sen de öyle düşünmüyor musun Hoshii?”

“Eeeh~~... öyle mi düşünüyorsun~?” Kokone itiraz etti. “Bizim öğrenci konseyi başkanımız çok daha havalı… ah, şimdi sözünü etmişken, «Üç Süpermen’i» biliyor musunuz?”

“Duymuşluğum var.” “...Yani, kulağıma gelmemesinin imkanı yok.”

Anlaşılan bilmeyen bir tek ben vardım.

“... o «Üç Süpermen» da ne?”


“Bak, her senede olağanüstü notları olan bir öğrenci yok mu? O üçünün notları dışında da kendilerine özgü özellikleri olduğu için, biri onlara «süpermen» olarak davrandı. Yani, bu terim de onlara o kadar yakışıyordu ki yayıldı.”

“...Maria acaba onlardan biri mi?”

“Evet. Bana nasıl hitap ettikleri umurumda değil, ama fazla göze batmayı sevmem.”

Hayır… giriş töreninde yarattığın olaydan sonra ne diyordun öyle?

“Yani, Mari-mari birinci sınıfta, okul konsey başkanı üçüncü sınıfta olanlar. Ve ikinci sınıfta olan da —”

Kokone cümlenin ortasında durdu. Keyifinin nasıl kaçtığı açık açık görünüyordu.

...demek sonuncusu da Daiya’ydı.

Daiya okul kantininde bize “sahip” durumunu belirttikten hemen sonra ortadan kayboldu. Artık okula gelmiyordu ve evde de değildi.

Kokone ve Haruaki için hiçbir şey demeden.

Kokone bu konu hakkında son derece öfkeliydi. Ona bir şey söylemeden neden birden bire kaybolduğunu anlayamıyordu. Tabi, işin gerçeği, o sadece onun için endişeliydi.

Kokone onun kayboluşunu sadece geçici bir durum olarak düşünüyordu herhalde. O yüzden bu kadar kızgın olabiliyordu. Ama ben… Ben bunun geçici bir durum olduğunu düşünmüyordum.

Ne de olsa, Daiya—bir “kutu” elde etti.

O bizim günlük hayatımızdan kopmuştu.

Yüzü asık, karamel macchiato’sunu tek bir yudumda bitirdikten sonra, Kokone iç çekti ve konuşmaya başladı.

“Her neyse, o pislik bir kenara, demeye çalıştığım o «Üç Süpermen» sıradan değil.”

“Maria ve Daiya söz konusu olunca anlıyorum… ama öğrenci konsey başkanı gerçekten de bu kadar harika mı?”

“Harika! Notları ile Tokyo Üniversitesine kolaylıkla girebilirmiş; atletizm kulübünün bir üyesi olarak ulusal kısa mesafe koşuları ve uzun atlama yarışlarında yer aldı; ve öğrenci konseyinde de, o tarihi geçmiş okul kurallarına nokta koyuyor. Ama anlaşılan o ki onun ne kadar harika biri olduğunu anlamak için bu yüzeysel kurallara gerek bile yok.”

“...nasıl yani?”

“Kulağıma gelen küçük bir hikayeye göre, başkan antrenmanlarda o kadar da hızlı gözükmüyormuş. Ara sıra diğer üyelere bile kaybediyor. Ama gerçek olayda neredeyse kesin en iyi zaman rekorları kırıyor ve kazanıyor.”

“Öyleyse antrenmanlarda kendine geri mi tutuyor?”

“Öyle değilmiş. «Antrenmanın amacı gücünü geliştirmektir. Gerçek yarışın amacı ise kazanmak. Gerçek yarışta gücümü dışarı vurmaya tamamen odaklandığımda en hızlı olmam doğal tabi.» diyor kendisi. ...Ne düşünüyorsun? Biraz garip gelebilir, ama o nedense harika değil mi?”

“...Evet. Başka bir evrenden bir insan gibi geliyor.”

“Aynen~”—böyle derken, bardaklarımızın boş olduğunu doğruladı ve memnun bir şekilde gülümsedi.

“Peki o zaman! Mari-mari-giydirme-vaktine geri dönelim!”

Doğrusu, bu can sıkıntısının daha fazlası yorucuydu…

“K-Kokone, evde yakında yemek vakti olacak, o yüzden ben yavaş yavaş…”

“Eeh~...”

Kokone dudaklarını büktü.

“Öyleyse sadece bir tane daha! Mari-mari’nin kesinlikle giyinmesini istediğim bir şey var!”

Kokone nihayet bizi diğer mağazalardan farklı bir hava veren bir mağazaya getirmişti. Giysilerin çoğunluğu siyah ve acayip şekilde fırfırlıydı.

“Bu sana kesin yakışacak! Gotikloli-Mari-mari-tan, haa haa.”

Fazlasıyla heyecanlı olan Kokone’nin gösterdiği giysi çok fırfırı olan siyah bir elbiseydi.

“.......onu giyinmemi mi istiyorsun?”

“Tabiki! ...bu arada, Gotikloli’ler hakkında ne düşünüyorsun?”

“Kendi küçük dünyalarında yaşıyorlarmış gibiler.”

“Sana tam uyuyor o zaman, değil mi!”

Eeeeeh! B-Bu pat diye söylenen acayip ifade de neyin nesiydi!

Maria’ya gönülsüzce baktım. Neyse ki Kokone’nin ona az önce verdiği elbiseye o kadar odaklanmıştı ki şimdiki ifadeyi aldırmamıştı.


Kokone, “O zaman başsüsüne ihtiyacımız var… veya minik bir şapka da güzel olabilir!” gibi bir şey mırıldadı ve aksesuarları karıştırmaya başladı.

Maria iç çekti.

“...Gerçekten yapmak istemiyorsan, düzgün bir şekilde reddetsen iyi edersin.”

Maria suratım ve Gotikloli elbise arasında ileri geri baktı ve kısık bir sesle,

“Sen de görmek istiyor musun?”

“He?”

“Diyorum ki sen de beni bu Gotikloli elbisesini giyinmemi istiyor musun?”


Bu sorudaki niyeti algılayamamıştım, ama dürüstce cevap vermeye karar verdim.

“...ehm, söylemem gerekirse eğer o zaman görmeyi tercih ederim.”

“Anladım. Eğer o kadar görmek istiyorsan, giyinirim.”

“...hayır, ben öyle deme—”

“Sırf bana dediğin için bunu giyiniyorum yani. Of, gerçekten çaresizsin.”

……..ehm.

Acaba Maria onu giyinmek mi istemişti?


Ve böylece, Maria Gotikloli’ye dönüştü.

“Ayy, ay, ay! Mari-mari, ü-üzerime ayağını bas! Senin o ayaklarınla, üzerime bas!!”

Uva, ne yapmalıydık acaba? Kokone aklını yitirdi…

“Seçimim fazla doğruydu. Sen de öyle düşünmüyor musun, Kazu?!”

“E-Evet.”

Şüphesiz ona yakışıyordu. Haruaki de memnun bir şekilde başını sallıyordu ve birkaç mağaza yardımcısı da değişme kabinine göz atıyordu. Ona bu kadar yakışmıştı.

Maria’ya gelince, ne tür surat yapması gerektiğini bilmiyordu ve özellike hiçbir yere bakmadan kollarını kavuşturdu.

“Hop, Kazu, bu kadar mı?”

“...Nasıl yani?”

“Daha fazla… ne bileyim, heyecan göstermelisin. Sizden tatlı üçüncü sınıf bir dram gibi bir şey görmek istiyorum, senin şaşkınlıktan ağzını açarak «Çok güzel...» mırıldanmanla başlayıp, üzerine de Mari-mari utangaçlığını «Hımf, demek birden bire böyle gözüktüğüm için mi beni sevmeye başladın?» diyerek saklamaya çalışır ve bu da Kazu'ya «H-Hayır, sen hep güzelsin! Sen gerçekten güzelsin Maria!» şeklinde itiraz ettirir, ve ikinizin de yüzlerinizin kızarmasıyla biter! Çünkü o zaman da sizi döverim.”

“.......Yapamam.”

“Ne acınası bir herif. Karaoke bar’ında kimsenin bilmediği halk şarkıları söyleyen tiplerdensin sen, değil mi? Ve ayrıca ne güzel ne de kötü şarkı söyleyebilen tür herif olduğundan eminim, o yüzden de kimse Tsukkomi[1] yapamaz. ...Aa, Kazu'yu boşver. Hey, hey, Mari-mari, resim çekebilir miyim?”

“İmkansız.”

Dedi Maria, kolları hala kavuşmuş ve gözlerini hala kaçırarak.

...Aa? Bu elbiseyi giyindiği için acaba esasında utanmış mıydı?

“Öyle kocaman sırıtma Kazuki.”

“He?”

“Az önce çapkın bir surat yaptın. Demek bana böyle bir elbise giyidirerek beni rezil etmek istedin, öyle mi?”

“Ö-Öyle değil.”

“Gel buraya bir dakika.”

Azarlanmak için hazırlandım ve Maria’nın önünde başım öne eğik durdum. Gotikloli Maria kolları kavuşmuş bir vaziyette mütehakkim gözüküyordu.

“Bana yakışıyor mu?”

Neden soruyordu ki? Bunu düşünürken, başımı salladım.

“Anladım.”

Maria başından fırfırlı saç süsünü çıkarttı. Bu saç süsüne bakarken, dudaklarının kenarı kalktı ve,

“...Ha?”

Her nedense benim başıma koydu.

“Evet, sana da yakışıyor!”

“.......Ha?”

Maria oldukca eğlenmişe benziyordu.

“Sen çok istediğin için bunu giyindim. Durum öyle, değil mi?”

“...ehm.”

“Durum öyle, değil mi?”

“........Evet.”

“Bu da demek oluyor ki: senin bencil isteklerinden birine uyduğum için, sende benim bir isteğime uyarsan adil olacağını düşünüyorum. Sence de öyle değil mi?”

“...Yani… sanırım öyle.”

“Bu elbise bana güzel yakıştı. Biz aynı bedeniz. Başka bir deyişle, sen de bunu giyinebilirsin.”

“.......”

Maria hiçbir retti kabul etmeyen güçlü bir sesle devam etti,

“Giyin.”

Ve bu şekilde ben bir Gotikloli oldum.


“Üüü…”

Soyunma odasında kendime bakarken inledim.

Demek bunu ilk giyinmek Maria’nın bana bu görünüşe büründürmek için planının bir parçasıydı. Bu maksatla, benim reddedemeyeceğim bir durum yaratmak istemişti.

Şimdi durup düşününce, o zamanda elbise ve bana ileri geri bakmıştı.

“Hop, daha değişmedin mi Kazuki? Aç kapıyı artık.”

“...Maria. Bunu neden giyinmek zorundayım…?”

“Tabi ki de seni Gotikloli olarak o kadar görmek istiyorum ki komik bile değil. Doğal olarak, bu senin utanmanı da içeriyor.”

Bu uzun süreden sonra Maria’nın bana sataşmasıydı…!

Sonsuza dek burada duramazdım. Kendimi hazırladım ve kapıyı açtım.

“Gyahahahahahahaha—”

Kokone anında bana doğru işaret etti ve gülmeye başladı. Sadece Maria, Kokone ve Haruaki’nin soyunma odasının önünde olması gerekiyordu, ama her nedense ayrıca mağaza yardımcıları ve birkaç alakasız müşteri vardı. Bu nasıl bir halka açık infazdı böyle…

“Kyahahaha, Kazukocum, çok tatlısın!”

Bunu demekle birlikte, Kokone cep telefonunu çıkarttı ve bana yöneltti. …...Lütfen yapma…

“D-Dur! Resim çekme!”

“İmkansız. Yapmam gerekiyor.”

Sırf Kokone değil, ayrıca Haruaki ve Maria bile fotoğrafımı çekmeye başladı. Oysa kimseye onun resmini çekmesine izin vermemişti!

“Merak etme Kazuki. Tatlı bu.”

Maria anlamı belirsiz bir teşvikte bulunmaya çalıştı.

“Tamamdır, ve gönderildi!”

“D-Dur bir dakika Kokone! B-Bunu az önce nereye gönderdin?!”

“Ha? Kasumi’ye tabi ki de!”

“N-Ne yapıyorsun sen?! E-En başta, hani ona alışveriş merkezine gittiğimizi bahsetmeyecektik?!”

“Aptal mısın Kazu? ‘Öncelik’ denilen bir şey var!”

Grubun aptalı sensin Kokone! Bu fazla acımasızdı!

...cep telefonum hemen titredi. Tereddüt ederek açtım. Yeni bir eposta vardı. Göndericinin ismi «Kasumi Mogi’ydi».

Mesaj tek bir kelimeden ibaretti.

«Tatlı ♡» Umurumda bile değil artık! ☆



Bana neredeyse başağrısı veren yoğun bir ufunet yüzünden uyandım.

“He…?”

Bu ani gelişimden şaşkın bir vaziyette, sesimin ağzımdan sızmasına izin verdim. Son hatırladığım şey, bana neredeyse hayatım kalanı boyunca travmaya sebep olacak bu olayı unutmak için yatağıma girmekti. Ondan sonra, muhtemelen uyuya kalmıştım—

—Öyleyse, ben neredeydim?

Burası zefiri karanlıktı ve hava da biri güveç içerisinde kaynatmış gibiydi. Bu hava inatla vücuduma yapıştı. İnatla, bütün vücuduma.

İsteksizce ayağa kalktım.

Önümde katlanan dünya. Siyah, siyah, neredeyse gözlerimi işgal eden saf siyahlık. Kendimi yere yığılmaktan geri tutabildim ve direndim.

Karanlığın içerisinde, hafif bir ışık fark ettim. Titreyen mavimsi-beyaz bir ışıktı. Böcekleri yüksek çıkışla böcekleri yakan ve genellikle dükkan önlerine konulan böcek öldürme cihazlarının[2] ışığını andırıyordu.

Bu ışığa yaklaşmamam gerektiği hissine kapılmama rağmen, sanki ona kapılmış gibi ayaklarım hareket etmeye başladı.

Işığa olan mesafem yaklaşık beş metreydi. Ama buna rağmen, her adım attığımda o sanki uzaklaşıyordu; algılarım gerçekliği reddediyordu ve bu mesafeyi büyütüyordu.

Guni—

Ayağım bir şeye çarptı.

Bakışımı yere çevirdim.

“—Hİİ”

Bu bir kızın vücuduydu.

“Eh, ah, hiya! Ha, ha, haa—”

Çılgına dönmüş nefesimi sakinleştirerek, ona baktım. Uzun saçı olan ve pijama giyinmiş tanımadık bir kızdı—Hayır, sanırım onu daha önce bir yerde görmüştüm. Onu biraz hatırlayabileceğim miktarda tanıdık biri miydi…?

Nefes almıyordu.

Ama o ölü değildi. O muhtemelen sadece “durmuştu.”

Kendi üzerimdekileri doğruladım. Uyuya kaldığımdaki aynı giysiler—pijama ve don yerine bir tişört.

Anladım. İkimiz muhtemelen uyurken buraya getirilmiştik.

Böylece—biz bu “kutunun” içine konulmuştuk.

Sonunda mavimsi-beyaz ışığın önüne geldim. Daha yakından bakınca, mahfuz Onsen-konaklarında olacak eski ateri makinelerine benziyordu. Ekranında başlık gibi gözüken bir yazı vardı, «Asil Krallık».

Bu makinenin yanında da onu gördüm.

“......Daiya.”

Orada dikiliyordu, kayboluşundan önceki halinden farksız, iki kulağında da pirsingler ile.

“Uzun zaman oldu Kazu. Neredeyse iki ay mı?”

Dedi sohbet başlatmaya çalışırmış gibi. Ona sormak istediğim birçok şey vardı, ama ilk önce belli olan soruyu sordum.

“...Bu senin ‘kutun’ mu?”

“Cevap vermem bile gerekiyor mu?”

Aynen öyle. Sonunda ‘kutusunu’ kulandığı besbelliydi.

“Can sıkıntısı—insanlar bu canavardan kaçmak için kendi beyinlerini bile dağıtırlar.”

Onun gizemli sözleri üzerine yüzümü astığımı görünce, onun ağzının kenarları kalktı.

“‘20. Senemin Etüdü’’nden bir alıntıydı.”[3]

“...Ne hakkında konuşuyorsun sen Daiya?”

“Bu ‘Asılsızlık Oyunu’na’ konulan ‘dilek’.”

Onun niyetini algılayamıyordum.

“Sen tabi ki de beni anlayamazsın, değil mi? Sen günlük hayatının tadını çıkartabildiğine göre can sıkıntısını bilebilmenin imkanı yok. Ne kadar kahredici bir şey olduğunu hayal bile edemezsin!”

Daiya’nın söylemek istediği şey bu ‘Asılsızlık Oyunu’nu’ yaratmasının ve bizi de dahil etmesinin sebebi «can sıkıntısından» mıydı?

Bu fazla bencil ve akılsızca olurdu.

“Yüzüne bakılırsa, anlaşılan beni anlamaya çalışmak dahi istemiyorsun he. Hayal gücü olmayan insanlar hep de aşırı kibirlidir.”

“...beni kandıramazsın. Sırf can sıkıntından kurtulmak için ‘kutu’ kullanmak çok fazla saçma olurdu!”

“Anlamaman umurumda değil. Ama en azından bu hissin de var olduğunu unutma.”

“...Sadece bu hisse bir çare bulmak gerekiyor, değil mi?”

“Öyle bir şey imkansız. Bu söz konusu kişinin doğası ile ilgili bir sorun. Gidip kendi doğanı değiştiremezsin.”

“Bu sadece… kötü bir bahane!”

“O zaman senin şu günlük hayatına olan anormal düşkünlüğünü düzelt!”

Ağzımı kapattım.

“Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, kendi doğandan kaçamazsın. Hırpani gözüken bir adam hırpani görünüşünü değiştiremez, ne kadar pahalı giysiler giyinse de, bir saat makyaj sürse de. Değiştirilemezi değiştiremezsin.”

“...can sıkıntısı o kadar kahredici olsa bile, nasıl meydana geliyor ki? Birçok zevkli şey yok mu?”

“‘Doğalar’ bu şekildedir. Her olay senin doğana göre şekil değiştirir. Senin zevkli bulduğun şeyleri ‘bıkkın’ doğasına sahip insanlar için saf can sıkıntısıdır.”

“...oysa senin yüksek kabiliyetlerin okulun sana imrenmesine sebep oluyor.”

“Ben sıradanım. Bunu biliyorum çünkü kabiliyetlerimin sınırını görebiliyorum. Hiçbir şeyi ne başarabileceğimi, ne de elde edebileceğimi fark ettim.”

Bu mütevazi ifade beni şaşırttı.

Kendine o kadar güvenmesine rağmen Daiya’nın bu şekilde düşündüğünü asla hayal edemezdim.

“‘Kutu’ can sıkıntısına boğulmuş insanlar için vakit öldürmekten daha fazla bir şey değil. Bu yüzden, bu sadece bir oyun. Anlamsız bir oyun.”

Açıkladı ve o sırıtmaya başladı.

“Ama her şeye rağmen benim için çok değerli.”

Onun mantığını hala anlayamıyordum; ama onu kelimelerle ikna etmenin imkansız olduğunu anladım.

“...söylesene Daiya. Bu ‘kutu’ tam olarak ne yapar?”

Daiya hafifce güldü, beni omuzlarımdan tuttu, ve ateri makinesinin önüne beni zorla oturttu.

“Bu sadece vakit öldürme uğruna bir oyun. Can sıkıntısından uzaklaşmaktan başka bir amacı yok. Öyleyse —”


“—Anlamsız bir ölüm maçı yapalım.”


“...He?”

Daiya başparmaklarını köprücük kemiğime bastırıyordu ve dolayısıyla kaçamıyordum. Ekran sallanmaya başladı. Neredeyse sarhoş gibi hissediyordum.

—*tut*

Bir şey ben büyülenmişken başımı tuttu.

Ateri makinesinden bir şey çıktı. Şeffaf bir eldi. Bu şeffaf el tarafından tutuldum.

“Ah…”

Kafamda ses yankılandı. Şeffaf ellerin sayısı durmadan artıyordu. Artıyordu. Gitgide daha çok eller başımı, kollarımı, bacaklarımı, karnımı tutmaya başladı ve bütün vücudumu kapladı.

“D-Daiya—!!”

Daiya soğukkanlı bir şekilde buruşuk suratımı görmezden geldi ve,

Git.”

Ve ardından ben—o eller tarafından içeri çekildim.



  1. Manzai’da (漫才) - bir tür Japon komedi türü - bulunan iki karakter türünden biridir. Birlikte çalıştığı Boke’nin aksine, ciddi bir karakter türüdür ve Boke’nin esprilerine tepki verir. Boke ise komik olandır ve kötü bile denilecek espriler yapar. Japon kültüründe yaygındır.
  2. http://i.ytimg.com/vi/gQPk48fGwM8/maxresdefault.jpg
  3. Touzou Haraguchi tarafından yazılan bir kitap, 20. senesinde intihar ettikten sonra yayınlandı. http://www.aozora.gr.jp/cards/000740/card49078.html




HakoMari3-OyunB.jpg


▶Birinci Gün <A> [Kazuki Hoşino]’nun Odası[edit]

İlk gördüğüm şey sade çimento bir tavandan sarkan çıplak bir ampuldü. Nerede olduğuma dair en ufak fikrim yoktu, ve şaşkınlık içerisinde zıpladım.

“...Hangi odadayım ben?”

Artan şaşkınlığımı engellemeye çalışırken bile, buraya nasıl vardığımı hatırlamaya çalışıyordum.

Her zamanki gibi alt ranzada uyudum. Ondan sonra herhangi bir yere gittiğimi hatırlamıyordum. Ne yeri değiştirdiğimi, ne de birisiyle buluştuğumu hatırlamıyordum.

Altı tatami boyutundaki odanın etrafına baktım. Bir tuvalet ve bir lavabo gördüm. Odanın ortasında bir masa vardı, ve masanın üzerinde de hintkenevirinden yapılmış bir torbacık vardı.

Ama en çok göze çarpan şey duvara gömülü olan 20 inçlik modern ekrandı. Bu hapis gibi odada tamamen abes kaçmıştı.

Dikkatimi kendime odakladım. Üzerimde okul üniformam vardı ve tüm ceplerim boştu.

Hintkenevir torbacığına uzandım ve biri ardından diğerine nesneler çıkarttım.

Bir tükenmez kalem.

Bir günlük.

Bir mavi dijital saat.

Yedi porsiyon katı yemek.

Ayrıca tıpatıp «iPod touch»’a benzeyen bir taşınabilir cihaz vardı.

Sonunda da---

“------”

Bir ağır iş bıçak.

Dikkatli bir şekilde kılıfını çıkarttım. Dişli bir kenarı olan sağlam bir bıçaktı. Bir filmdeki askerin ellerinde bulunabilecek bir savaş bıçağı gibiydi.

“...Bu da neyin nesi…? Neden ihtiyacım…”

Bunun bir silah olduğu belliydi. Öldürmek için üretilmiş bir aletti.

Biri beni dövüştürmeye mi çalışıyordu? Tek seçeneğim dövüşmek miydi?

Başımı iki yana salladım ve bıçağı torbacığın içine geri attım. Titriyordum, o yüzden derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

Odanın etrafına tekrar baktım. Cam yoktu, ve hiçbir havalık görmüyordum. Tek bir kapı vardı, ve oldukca ağır gözüküyordu. Açmayı düşündüm, ama ardından tokmağı olmadığını fark ettim. Ne olur ne olmaz, kapıyı hafifçe ittim, ama hiç kıpraşmadı.

Yatağıma doğru sendelendim ve üzerine küt diye oturdum.

“Burada neler oluyor…?”

Anlamıyordum. Anlamıyordum… ama bu anormal bir durumdu.

---Anormal - günlük hayatımın sınırlarının tamamen dışındaydı.

Aa, belki de bu---


«Günay - dın»


Tamamen beklenmedik bir ses duymak neredeyse kalbimi durdurmuştu.

Başımı döndürdüm. ---Neler oluyordu?--- Az önce boş ekranda tuhaf gözüken bir yaratık çıkmıştı.

«HaHaHa - Günay - dın - Kazuki»

Samimi hitap edilişimin aksine, ses son derece makine gibiydi ve tonlamadan tamamen yoksundu. Ekrandaki cafcaflı bir şekilde yeşil olan şey ayı temsil ediyor olmalıydı… herhalde. Muhtemelen. Kısık gözleri ve bozuk yapılı vücudundan dolayı, hiç tatlı gözükmüyordu. Açık söylemek gerekirse, tiksinç gözüküyordu.

«YaaYaaYaa - İyi - His - sediyor - musun? Adım - Noitan - maskotum! TanıŞtığı - mıza memnun - oldum»

Ayının ---Noitan’ın?--- ağzı yukarı aşağı oynuyordu. Çok kötü bir şekilde canlandırılmıştı, sırf çenenin yukarı aşağı hareket etmesiyle, aynı hissi vurguluyordu: tamamen tiksinç.

“...Ne berbat bir maskot. Çocukları ağlatır bu…”

«Kim berbat, seni lanet domuz! Hayalarını ezerek seni sakatlayım mi? Hak ettiğini bulursun!»

“......Oha!”

O d-dediklerime karşılık vermişti! Bununla kalmayıp, son derece bozuk bir ağıza sahipti! Ve neden birden bire bu kadar doğal konuşuyordu!? Ayrıca, o kanlı gözleri gösteren grafikler fazla korkunç!

“...E-ehm… benimle konuşabiliyor musun?”

«Evet - konuşa - biliyorum!»

Asıl ses tonu geri dönmüştü.

Anlaşılan sadece kızdığında doğal konuşmaya ayarlanmıştı.

“Noitan,”

«Seni aşırı samimi şerefsiz, isimime niye “san” eklemiyorsun!? Ayrıca, daha fazla saygıyla konuş!»

“.......Noitan. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, o yüzden nerede olduğumu merak ediyorum?”

«Sen - [Asil Krallık] - aDında - bir oyunun - içindesin! Daha sonRa - herkeSin gittiği yerde - açıklayacağım, ama ---»

“Herkes mi…? Öyleyse buradaki tek kişi ben değil miyim?!”

«Ben konuşurken kapa şu lanet çeneni yoksa dilini koparmamı mı istiyorsun?!»

“.......Özür dilerim.”

«Kapı şimdi - açılacak! Sen - bu oyuNun - katılımcılarının - toplandığı yere gideceksin! Sana orada - aÇıklayacağım - o yüzden lütfen - bir saniye bekle»


Noitan’ın konuşması bittikten sonra, ağır kapı yavaş yavaş açılmaya başladı.

“...Çıkabilir miyim?”

«Eğer kenDini - hazırladıysan - lütfen»

“Kendimi hazırladıysam mı…?”

«Bu kapıNın ötesinde - büyük oda var - Seninle aynı durumda - olan inSanlarla - tanışmaYa hazır mısın?»

“Ne yapacağız?”

Noitan ürkütücü suratını buruşturdu ve,

«Ölümüne savaşmak!»

“........He? Bunun an---”

Cümlemi bitiremeden ekran kapandı. Aynı zamanda da, kapı tamamen açılmıştı.

---Bu da neyin nesiydi?

Kapı boşluğunun diğer tarafında ne varsa karanlık örtüyordu.

Oralarda gerçekten bir oda var mıydı? ...İnanamıyordum.

Ama gitmeyi reddedemeyeceğimden emindim.

Masada olan mavi kol saatini taktım ve kapı boşluğunun önünde durdum. Zihnime hücum eden kuşkulara rağmen, doğru kararı verdiğim konusunda kendimi rahatlattım:

...Sorun yoktu. Sorun olmamalıydı.

Oralarda beni iyi olan hiçbir şey beklemiyordu. Ama, ben bir ‘kutunun’ içerisindeydim, öyleyse o da burada olmalıydı.

---Maria buradaydı.

Öyleyse sorun yoktu.

Karanlığa atıldığımda bunu düşünüyordum.

▶Birinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Anında etrafımdaki her şey değişti.

Tek görebildiğim şey beyazdı; yeni inşa edilmiş, doktor, hemşire veya hastası olmayan bir hastanedeymişim gibi bir his veren tuhaf bir beyaz.

Sonunda bu kadarını fark edebildiğimde---

“Uee…?”

---Yere devrildim.

Merak etmeye veya sırtımın sert zemine çarpmasının acısını hissetmeye zaman olmadan, bir bıçağın ucu gözlerimin önüne itildi.

“Adın?”

Önümde omuzlarına kadar uzanan saçları ve elinde bıçak tutan kızı görünce, sonunda bana ne olduğunu fark ettim.

“H-Hİİ…!!”

“Adın «Hİİ» mi? Bu doğru değil, değil mi? Sana adını sormadım mı?”

B-Bu da kimdi?

“K-Kazuki Hoşino.”

Okulumuzun üniformasını giyindiğini ve sol elinde de turuncu bir dijital saat taktığını fark ettim. Doğal olarak renk benimkinden farklıydı.

Öyleyse bu oyunun bir katılımcısı mıydı? ...he? Belki de bu ölüm kalım savaşı çoktan başlamıştı ve ben az önce mat olmuştum? D-Dur bir dakika! Bu fazla acımasız değil mi?!

Durumum umutsuz gibi gözükmesine rağmen---

“Kazuki!”

---Aa, sırf bu sesi duyarak sakinleşebildim.

“Hm, Otonaşi, bu senin bir tanıdığın mı?”

“Evet, öyle.”

Bakışını bana geri döndürerek, omuzlarına kadar uzanan saçları olan kız bana gözlemleyen gözlerle baktı.

“...Haa.”

Bunu demekle birlikte, ifadesini değiştirmeden kalktı ve geri adım attı. Pek anlamamıştım, ama anlaşılan serbest bırakılmıştım.

“İyi misin Kazuki?”

“E-Evet…”

Maria bana hızla geldi ve onun elini tutarak kalkarken cevap verdim.

“A-Ama o neden öyle bir şey---”

“---Oha!”

Başka bir ses yayıldığında sözümü kestim, ve merak içinde döndüm. Az önceki kız dik duran kahverengi saçlı bir çocuğa bıçak tutuyordu.

“...ehm, ne oluyor, birden bire?”

Sadece gözleriyle etrafa bakınırken bunu sordu. Ödü kopmuştu, ama bizi inceleyecek kadar sakindi anlaşılan.

“...Sen amma da rahatsın, değil mi?”

O da bunun farkına varınca, kahverengi saçlı çocuğa böyle dedi.

“Hiç de bile… yani, ama şunu fark ettim, ‘Aa, ciddi değilsin,’ o yüzden bir şekilde sakin kalabildim.

Çocuğun sözlerine o anlamlı bir “Hıhmm” ile yanıt verdi, bıçağı uzaklaştırdı ve onu serbest bıraktı.

“...Ah, beni şimdiden serbest mi bırakıyorsun?”

“İstediğini yap.”

...O kahverengi saçlı çocuğu da kolaylıkla bıraktı demek, he. Bunu neden yaptığını gerçekten merak ettim.

Serbest bırakılan kahverengi saçlı çocuk bir gülümseme attı ona az önce olanları unutmuş gibi ve,

“Ah, tam üç tane güzellik var! Ne mutlu bana!”

Üç mü…? Ehm, Maria, bana bıçakla saldıran kız, ve---

Bu odadaki büyük ekranın yanında tortop olmuş bir kızın farkına vardım. Beyaz cildi ve bununla çelişen simsiyah saçlarıyla, kız bende düzgün bir izlenim bıraktı.

Ayrıca, sol bileğinde bej rengi bir dijital saat takıyordu.

“Merak etme Yuri!”

Bıçaklı kız siyah saçlı kızın kafasını okşadı, bize göstermediği bir şefkat sergiledi. Siyah saçlı kızın korkudan buruşan suratı hafifçe rahatladı, ama bu sadece kısa bir an için sürdü.

“...Bize ne olacak…?”

“İyi olacağız!”

...Anlaşılan ikisi birbirlerini tanıyorlardı.

“Sen Hoşino-Üst sınıfsenpai’sın, değil mi?”

Hitap edilince, gözlerimi o ikisinden ayırdım. Önceki kahverengi saçlı çocuktu.

“Beni tanıyor musun?”

“Tabi ki de! Senpai, sen ünlü değil misin, oradaki Maricchi ile birlikte? Bana o efsanevi giriş törenini unuttuğunu söyleme sakın!”

Üzerinde kırışık bir üniforma, gümüş bir kolye ve bileğinde de yeşil bir dijital saat vardı. ...Şimdi durup düşününce, buradaki herkes bizim okul üniformasını giyinmişti.

“Ehm, senin adın ne?”

“Adım --- ah! Kaichou, hepimizin burada olduğuna göre, bir tanışmaya ne dersin?”

Dedi bıçaklı kıza.

«Konsey BaşkanıKaichou» mu? Bu onun öğrenci konsey başkanı olduğu anlamına mı geliyordu? Kokone’nin bana bahsettiği üç süpermen’den biri mi?

“Mm, doğru. Fena olmayabilir.”

Şimdi o sözünü edince, bu kendinden emin sesi sık sık mikrofon üzerinden yapılan duyurularda duymuştum. Bu kendinden emin bir şekilde gülen kız… doğru, şüphesiz okul konsey başkanıydı.

Öyleyse---

Bu ölüm kalım savaşında o süpermen’lere karşı savaşmam mı gerekecekti?

“Bu herkesin olduğunu mu düşünüyorsun?”

Okul konsey başkanı bunu ona sordu.

“Yani, evet.”

...he? Altı mı?

“Dur bir dakika! Biz sadece beş---”


“Kazu, gözlerin cam mı senin?”


O sözleri duyunca nefesim kesildi.

Odanın ortasında oblong bir masa, ve etrafında da eşit aralıklarla yerleşitirilmiş altı sandalye vardı. Benden en uzak sandalyede, o vardı.

“...Daiya.” Üniformalı Daiya ağzını hafifçe buruşturdu, ve siyah bir dijital saati olan elini kaldırdı, bana

ufak bir selam verirmiş gibi.

Bunun neredeyse iki ay boyunca ilk buluşmamız olmasına rağmen, böyle bir yerde olmasına rağmen,

selamı sanki yakın geçmişte buluşmuş gibi ufaktı.

“Ne? Birbirinizi tanıyor musunuz? …...Anladım.”

“Kaichou. Bunu sana karşı birlik olabilmemizin tehlikesi hakkındaki değerlendirmen olarak kabul edebilir miyim?”

Başkan bir anlığına sakinliğini kaybetti, ama ardından burnundan soludu. O devam etti,

“Bunu senin kendi yargılarına bırakıyorum.”

Bu sefer onun sözlerine sırıtan Daiya’ydı.

O ikisi nasıl bir alış verişte bulunuyorlardı öyle…? Onlar çoktan savaş için hazırlık yapıyorlarmış gibiydi.

...Hayır, yoksa çoktan başlamış mıydı? Bana bıçak tutmasının sebebi bu muydu?

“Tanıdığı olmayan bir tek ben miyim o zaman? Çok yalnız hissediyorum~”

Kahverengi saçlı olan kişi ikisinin arasındaki gerginliği hiç fark etmemiş gibi abartılı bir şekilde başını tuttu. ...Acaba o çocuk bulunduğu durumun farkında mıydı…?

“Peki, kendimizi tanıtacaktık. Başlayalım mı o zaman? Şimdilik oturalım, ne de olsa sandalyeler var.”

Daiya’nın önündeki yere oturdum ve Maria da benim yanımdaki yere geçti. Maria da bileğine bir cep saati takmıştı. Rengi kırmızıydı.

“Tamam, çoğunuz beni zaten biliyor olmalısınız, ama kendi tanıtımımla başlayacağım. Adım---”

“Ondan önce, bir soru sorabilir miyim?”

Maria önünde duran başkana dik dik baktı ve sordu.

“Ne?”

“Kimseye zarar verme arzusu hissetmediğim için müdahale etmedim… ama o bıçakla olan tehdit de neyin nesiydi?”

“Aa, o mu?”

Maria’nın bakışlarını aldırmıyormuş gibi gözüken başkan açıklamaya başladı.

“O saçma ayıdan aynı açıklamayı sende aldıysan, burada bir «kan davası» meydana geleceğini sende biliyor olmalısın, değil mi? O yüzden, herkes halihazırda şaşkınken birinin bir girişimde bulunabileceğini düşündüm. Bundan dolayı böyle yaparak bunu engelleyebileceğimi düşündüm. Kısacası; kriz yönetimi.”

“Ha!”

Daiya bu açıklamaya tepki olarak burnundan soludu. Başkan buna açık açık alınmışa benziyordu.

“Eehmm… Daiya Oomine'ydi, değil mi? Seni söylentilerden duymuşluğum var. Ee, o alaycı gülüş de ne demek oluyor?”

“Sadece bunun acınası bir yalan olduğunu düşündüm. Kriz yönetimi mi? Sırf o ayının açıklamasıyla bir katliama sebep olacak bir militanın olduğuna gerçekten inanıyor musun? Sen yalnızca psikolojik üstünlüğe sahip olmak uğruna ilk hamlede bulunmaya çalıştın, yoksa haksız mıyım? İçin rahat olsun, böyle bir şeyi ancak sen, bu düşünceye varan kişi, yapabilirsin!”

“Psikolojik üstünlüğe sahip olmak için bir strateji, he. Beni yanlış anlıyorsun, tamamen yanlış. Bu şekilde zararın yarardan fazla olduğu yöntemler kullanmazdım. Eğer acemice davranıp birinin düşmanlığına sebep olsam, tehlikede olan ben olurdum, değil mi?”

“Öyleyse ipleri tutan kişi için bir tuzaktı? Şüpheli insanları tepkilerinden mi bulmaya çalıştın?”

“O kadar ileri düşünmedim. Ne ayıp.”

Onun yanıtları rahattı. Fakat, havadaki gerginlik onunla gizlenemezdi.

“Oha, sakinleşin Senpai’lar! Çok korkunçsunuz!”

Kahverengi saçlı çocuk onların arasına girdi.

“...Tamam. Ama sen amma da sakinsin, değil mi? Sen oldukca garip bir adamsın.”

“Uzatma artık lütfen! Sırf sakin olamadığım için böyleyim. Genellikle daha olgun davranırım ama, nasıl desem, şu an havada tuhaf bir gerginlik var… Yani, ama sanırım oradaki arkadaşın kadar gergin değilim Kaichou.”

Muhabbet ona doğru yönelince, uysal gözüken kız omuzlarını çekti.

“Ö-Özür dilerim…”

“Hayır Yuri. Özür dilemek için hiçbir sebebin yok.”

“Ö-Özür dilerim İroha.”

Başkan onun hemen nasıl özür dilediğini görünce güldü ve omuzlarını silkti.

“Aa~ ...nasıl olduysa gerginliğimi kaybettim.”

“Helal olsun Yuricim!”

Kahverengi saçlı çocuk ona doğru baş parmağını kaldırdı.

“He? He? Bir şey mi yaptım…?”

Kafası karışık şekilde gözlerini kırpıştırdı, bu da başkanın tekrar kıkırdamasına sebep oldu.

“Esas konumuza dönüp tanıtımlara başlamaya ne dersiniz? Ben üçüncü sınıf İroha Shinou’yum ve, sizlerin de belki bildiğiniz gibi, öğrenci konseyinin başkanıyım. Özel yeteneğim herhangi bir yerde uyuyabilmemdir. Hobim ise atletizm.”

“Vatanın herbir yerinde yarışmalara katılabilmene rağmen, atletizm senin için sadece bir hobi he? Pek tutulmadığından eminim, öyle değil mi?”

Daiya lafa girdi.

“Senin sivri bir dilin var he? Ama benim için bir hobi olduğu basit bir gerçek. Ne de olsa atletizm için uygun değilim. O yarışmalarda fiziksel doğana güvenmekten başka bir çaren yok. Ve o konuda da pek yetenekli değilim. Bu yüzden, uymuyorum. Bu sadece bir hobi.”

“‘Dokunaklı alay’ deniliyor buna!”

“‘-Dedi genç alayvari bir biçimde.”

Diye yanıt verdi başkan sakin bir şekilde. Daiya ile ayak uydurabilmek, o gerçekten de insanüstüydü.

Yanındaki kızı dirseği ile dürterek onun devam etmesi için teşvik etti.

“Ah, a-adım, ehm, üçüncü sınıf ve, ehm, İroha ile ilk senemizde aynı sınıftayken aramız iyidi… ehm, özel yetenekler filan da mı İroha? Eeehmmm… herhangi bir özel yeteneğimi bilmiyorum… ama hobim okumak. Adım Yuri --- Yuri Yanagi.”

“He?”

Farkında olmadan mırıldandım.

O az önce «Yanagi» mi demişti?

“......He? Ehm, g-garip bir şey mi dedim?”

Kendisini «Yuri Yanagi» diye tanıtan kızın kafası davranışlarımdan dolayı karışmıştı.

“Ah”

Aklımı başıma toparladım ve çılgın bir şekilde ellerimi salladım.

“B-Boşver! Sadece aynı soy isime sahip birini tanıyorum da.”

“A-Anladım…”

Yanagi---karışık olurdu, öyleyse Yuri kullanmaya karar verdim---bana hala merak içinde bakıyordu, ama ardından,

“Yuri, bitti mi?”

“Ah, ehm…”

Başkan tarafından bu soru geldi ve o gözlerini benden ayırdı.

“T-Tanıştığımıza memnun oldum.”

...Eyvah, belki de benim hakkımda garip bir izlenime kapılmıştı.

Bana sırıtan kahvrerengi saçlı çocuk ağzını açtı.

“Yuricik çok tatlı. Tam benim sevdiğim tip.”

“Fhüe!”

“Hey, birinci sınıf, Yuri’ye asılma! Ayrıca, ‘chan’ ekleyerek fazla samimi davranıyorsun.”

“Bu arada, sen fazla iradelisin, o yüzden benim tipim değilsin Kaichou.”

“Umurumda değil. Hadi tanıtımına başla artık.”

“Tama~m. Ben birinci sınıf Koudai Kamiuchi’yim, tanıştığımıza memnun oldum. Ah, özellike seninle tanıştığıma memnun oldum, Yuricim. Ondan sonra da, hobim slot makinesinde oynamak. ...ah, yanlış anlaşılma olmasın, oyun merkezlerindekilerden bahsediyorum.”

Şaşırtıcı bir şekilde, kahverengi saçlı çocuğun, Koudai Kamiuchi’nin tanıtımını Daiya böldü.

“Aa, demek o Kamiuchi sensin he. Senin hakkında sık sık söylentiler duyuyorum. Söylenenlere göre Pachinko makinesinde[1] hiç kaybetmemişsin?”

“Bu doğru değil ama. Yani, ama genel olarak kesinlikle kazanıyorum. Kısacası, iyi gözlerim var.”

“Haruaki Usui adlı herif senin beyzbol kulübüne girmen için seni keşfetmişti, değil mi? Çünkü sen orta okulda spor turnavalarında fırtına gibi esmekle ünlüydün.”

“Keşfetmek mi? Pek hatırlayamıyorum… ama hayır, hayır, lise beyzbolu benim için cidden imkansız! Ve benim gibi narin birisinin o merhametsiz antrenmanlara ayak uydurabilmesinin imkanı yok, değil mi? Bana en iyi eve gitme kulübü yakışıyor.”[2]

Yoksa Kamiuchi, «Üç Süpermen»’in seviyesinde olmamasına rağmen, harika bir insan mıydı...?

“...ehm, Yuri.”

“E-Evet?”

“Sen de acaba, bir ihtimal, aşırı zeki misin?”

“He? B-Ben, ehm… pek değilim.”

“Yuri her zaman 1. sınıfın birincisi.”

Dedi başkan açıkca.

Üçüncü sene, birinci sınıf mı? O Tokyo ve Kyoto üniversitelerini hedefleyen seçkin bir sosyal bilimler sınıfıydı. Orada birinci miydi…?

“O-Onun sebebi senin fen sınıfında olman İroha. Sosyal bilimler sınıfında olsaydın, şüphesiz sana kaybederdim…”

“Aa, bu arada, anlaşılan giriş sınavındaki sonucum ikinciydi. Yuricim, ikimiz de aşırı yetenekli birincilerimize rakip olamayan ikincileriz, öyle değil mi?

“H-Haa…”

Demek Kamiuchi da sıradan bir insan değildi.

“Hımm. Sanırım hepimizin ortak noktasını çözdüm. Üst düzey öğrenciler… yani, fen ve sosyal bilimler oldukca farklı olduğu için kesin bir şey diyemem, ama anlaşılan hepimiz her senenin birinci ve ikincilerinden oluşan bir topluluğuz. Kişi sayısı da tam uyar.”

“Ah, ama benim sonuçlarım ortanın kıtı kıtına üzerinde? Son sınavlardaki sonuçlarım nispeten iyidi, ama ben yine daha dü---”

Başladığım sözümü yuttum.

Çünkü başkan, Yuri ve Kamiuchi bana dik dik bakıyorlardı.

...Niye ki? Garip bir şey mi dedim az önce?

“Sadece doğruluyorum: Otonaşi ve Oomine da üst düzey öğrenciler, değil mi?”

Dedi başkan bakışını bana sabitleyerek. Sessizce başımı salladım.

“Anladım.”

Ardından sadece gözlerin gülümsemediği bir gülümseme ile sordu:

Öyleyse tek istisna niye sensin acaba?”

Gizlemeye bile uğraşmadığı baskıdan dolayı irkildim.

Bu da neydi böyle? Bana neden o şekilde bakıyorlardı?

“Düşüncesizliğin de bir sınırı var.”

Bu sözleri duyunca, başkan gözlerini benden ayırdı. Benden --- Maria’ya.

“Bunun ne tür bir oyun olduğunu bilmememize rağmen niye bu kadar gerginsin? Bu «kan davasını» desteklediğin ve katılmaya hevesli olduğun anlamına mı geliyor? Eğer öyleyse, tedbirli olmamız gereken kişi sensin.”

“K-Katılıyorum. Ne de olsa henüz bir şey başlamadı…”

Maria’yı sonuna kadar dinledikten sonra, Yuri başkana gözünün kenarından bakarak bunu söyledi.

Başkana gelince, bir süreliğine dudaklarını büktü. Surat filan asmıyordu - bu sadece onun düşünürken yaptığı bir alışkanlıktı.

Ağzını ince bir çizgi haline getirdi ve iç çekerek,

“O da doğru. Bir grup üst düzey öğrenci olmamız sadece bir hipotez olduğundan dolayı, sırf biri uymuyor diye ona karşı tedbirli davranmak garip olur, değil mi. Ayrıca, hiçbir temel olmadan herkesten şüphe duyarsam birinin yalanına yakalanırım herhalde.”

“Yani, birde benim durduğum yerden eylemlerinin aşırı hızlı olmasıyla aramızda en şüpheli sensin Kaichou.”

“Hahaha, ben mi şüpheliyim? Bir ara bir aynaya bak.”

Daiya onun bu sözlerini duyduktan sonra memnun bir gülücük attı.

“...Ehm, ne yapıyorsun? Daha şimdiden suçluyu mu arıyorsun?”

Onların muhabbetini takip edemediğimden sorduğum bu soruya tepki olarak başkanın ağzının kenarları hafifçe kalktı.

“Suçluyu aramaktansa, ben sadece dikkatli olmam gereken insanları arıyorum. Bu oyunu düzenleyen ve ipleri elinde tutan kişi burada olabilir veya onun bir destekleyicisi bu «kan davasını» başlamasına sebep olabilir. Bir şey keşfedersem bir an önce bunu açığa vurmak istiyorum - çok geç olmadan.

İpleri elinde tutan kişi he.

İpleri elinde tutan kişiymiş --- buna sebep olanın kim olduğunu biliyordum.

---Daiya Oomine. Suçlu bir tek o olabilirdi.

...Ama onları bu gerçeği gidip söyleyemeyeceğimi fark ettim.

Burada dikkatsiz ifadelere izin verilmiyordu. Sırf üst düzey öğrenci olmadığım için kuşkulanıyordum. Diğerlerinin akışına ters giden eylemler anında şüpheye yer veriyordu.

«Bu Daiya’nın kullandığı bir ‘kutu’nun’ işi» desem ne olurdu?

Onlara şu an olduğundan daha da saçma gelecekti. En çok Daiya’yı düşman belirlemeye çalıştığımı düşünürlerdi.

O yüzden, ne kadar doğru olursa olsun, onlara ‘kutu’ hakkında söz edemezdim.

Bu da muhtemelen Maria’nın sert bir ifadeyle sessiz kalmasının sebebiydi.


«HıM, hım, hım - anlaŞılan - birbiriniZden kuşkulan - ma eğLencesine - uMut edildiği gibi - başlamıŞsınız - Çok güZel»

Hepimiz aynı anda odanın ortasındaki büyük ekrana baktık.

Ekranda önceki kesinlikle tatlı olmayan ayı vardı. İticiliği büyük ekranda daha da göze batıyordu.

Başkan ekrana bakarken alaycı bir gülücük attı.

“BetYogi çıktı yine.”

«Doğru konuş ve bana “Noitan” diye hitap et! Sırf bir okulun lanet konsey başkanı olduğu için kendinden gurur duyma!»

“Hop, Kaichou efendi! Lütfen susar mısın? Bu şekilde hiçbir yere varamayız.”

“Hayhay.”

Başkan Daiya’nın alaylı sözlerine sadece omuzlarını silkti ve uysalca ağzını kapattı. Biraz sessizlikten sonra Noitan tekrar neşelendi, görüntüsü normal görüntüsüne geri döndü ve garip sesiyle konuşmaya başladı.

«ŞimDi - [Asil Krallık]’ın - ne hakKında - olduğUnu - açıklayacağım!»

Ekranı sessizce izledim.

«Bu teMel olarak - bir ölDürme oyunu - ama tam oLarak - söyleMek gerekirse - herkeSin kraL’ın tahTını - çalmaYa çalıştığı - bir oyun Bu!»

Noitan’ın açıklamasını duyduğumuzda birbirimize baktık.

«Siz kaTılımcıLarın - herbiRine bir [sınıf] - veRildi - [Sınıf]’lar [Kral], [Prens], [Dublör], [Büyücü], [Şövalye] ve [Devrimci] olaBilir! HepSinin - kenDine özGü - özelLikleri var»


“Kendi [sınıf]’ımızı nasıl öğrenebiliriz?”

«[Sınıf]’laRınızı - odaNızdaki ekranlarDan - kontrol eDebilirsiniz! Bu araDa - doKunmatiKler ve - [sınıf]’ınıZa göre - kOntrol edilebiLirler»

Başkan kaşlarını çattı ve devam etmesini bekledi.

«Tamam, siZe [sınıf]’ları - aÇıklamadan önCe - bu [Asil Krallık]’ın sahNesi - hakkında biRaz - bilGi vereceğim! BiliyOr musun - bu ülKe - birÇok diğer ülKe - işGal eden - bir dikTatörlük - ve---»

“Noitan.”

Eğer oyun olsaydı muhtemelen birçok oyuncunun atlayacağı bir konuşma yapmak üzere olan Noitan’nın sözünü Maria böldü.

«Ne - olDu - Maria - ?»

“Buna ihtiyacımız yok. Sadece bu oyun hakkında bilmemiz gerekenleri söyle artık.”

«Sana her şeyi güzel güzel anlatmak üzereyken böyle bir tavır alacak kadar yüzsüzsün demek! Çok kibirlisin seni lanet velet!»

Görüntü tekrar alışıldık kanlı gözlere değişti.

“Shindou için zaten az önce ‘lanet’ kullanmamış mıydın? Ne kadar zavallı bir kelime hazinesi.”

«Hata bulmak için vaktin varsa hayatta kalmanın bir yolunu bulsan iyi edersin seni zavallı kafes kuşu!»

Memnun, görüntüsü normale döndü.

«YapaCak bir - şEy yok - size sadeCe - öNemli kısımLardan - bahSedeceğim! ÖnceLikle - zaMan çizelGesine - iTaat etmeniz - geRekiyor yokSa - oTomatikMan [kaybedersiniz] - o yüzDen - dikKatli olun»

“...[kaybettiğimizde] ne oluyor?”

«İdam»

Hava dondu.

«KelleSini vurDurmak - doğruSu! GAyet makul - değil Mi? - ZamaNa bile - aYak uydurAmayan - biriNin ölMesi - daHa iyi - ne De olSa»

Yuri gözlerini bile kırpmadı. Ve «İdam»’ın ciddiye alınması gerektiğini fark ettiği an, suratı daha da sarardı.

Noitan onun tepkisini tamamen görmezden geldi ve devam etti.

«Ayrıca, - evRensel bir - zamAn sınıRı var! BeSininiz - yeDi porsiyon - kaTı yemektEn - oluŞuyor - Bu tAm - bir hafTa için - yeterLi - Her güN - bu siHirli porSiyonlarDan - bir taNe - yerseNiz - acıkMazsınız! FaKat - hEr gün - bir taNe - yiYemezsiniz - açLıktan - mumYa olurSunuz!»

“Mumya… he.”

Başkan bükülü dudaklarla başını kaşıdı.

“Öyleyse bu oyunu nasıl kazanabilirim? Doğrusu, ne yapmam gerektiğine dair en ufak fikrim yok.”

«Peki - kazanma koşulları - [sınıf]’ınıza göre - değişiyor - Örneğin - eğer siz - [Kral]’sanız - tahtı hedefleyen - bütün oyuncuları - eleyerek kazanabilirsin! ŞimDi - her biRi için - deTaylaRı - göRünteleYeceğim»

Noitan ekrandan kayboldu, onun yerini harfler aldı.


[Kral]
O önceki hükümdara suikast yaparak tahta geçen kral ve birçok istilada yürüttü. Şüpheci bir kişiliğe sahip olmaklar birlikte, onun tahtını tehdit eden kişileri öldürmeyi planlıyor. Şüphesinin başkalarının ona olan sadıklığını kaybetmelerine sebep olduğunu fark etmiyor.
Kendi emrinin altındakilere [cinayet işlemelerini] isteyebilir, ama onları buna zorlayamaz çünkü o durumda onların düşmanlığının kendisine yöneleceğinden korkar.
Başkalarına güvenemeyen bir adam tarafından yönetilen bir vatanın geleceğinin iyi olması olası değildir.
[Kral]’ın Yetenekleri
  • [Cinayet]
    Öldürmek istediği bir oyuncuyu seçebilir ve ya [Büyücü]’den ya da [Şövalye]’den bu eylemi yapmalarını rica edebilir. Seçmesine gerek yoktur.
  • [İkame]
    Tek bir günlüğüne [Dublör] ile yer değiştirerek [Suikast]’ın hedefi olmaktan kurtulabilir. Eğer o günde hedef olarak seçildiyse, [Kral]’ın yerine [Dublör] ölür.
[Kral] için Kazanma Koşulları Tahtını korumak. (Kralın tahtını tehdit edenleri Elemek - [Prens] [Devrimci])
[Prens]
Hırslı bir insan. O aslında kral’ın konumunun varisi için üçüncü sıradaydı. Ama kralın şüpheciliğinden yararlanarak, diğer prensleri öldürttü ve birinci sıraya çıktı. Bu güvensizliğe karşı korunmak için karşı-büyü elde etti.
Eğer tahta çıkarsa, bu vatan muhtemelen öncekinden daha kötü bir diktatörlüğe dönüşecek.
[Prens]’in Yetenekleri
  • [Taht Varisi]
    [Kral] ve [Dublör] öldüğünde [Cinayet] yeteneğini kullanabilir.
  • [Karşı Büyü]
    [Büyü] tarafından öldürülemez.
[Prens] için Kazanma Koşulları Kral olmak. ([Kral], [Dublör] ve [Devrimci]’nin Elenmeleri)
[Dublör]
[Kral] ile tıpatıp aynı gözüken eski bir çiftçi. O pek hırslı değildir, ama [Prens]’in kazanmasına kesinlikle izin veremez, çünkü onun tarafından hep rezil edilmişti.
Eğer hiçbir ideale sahip olmayan o, kral olursa, bu vatan kaşla göz arasında haraplaşır.
[Dublör]’ün Yetenekleri
  • [Miras]
    Eğer [Kral] ölürse veya [İkame] kullanılırsa, [Cinayet]’i kullanabilir.
[Dublör] için Kazanma Koşulları Onu öldürmeye çalışanların ölümü. ([Prens] ve [Devrimci]’nin Ölümü)
[Büyücü]
[Kral]’ın bir astı. [Prens]’in büyü öğretmeni ve [Prens] ile iyi anlaşır. Büyü araştırmalarını sürdürebildiği sürece memnundur ve kralın tahtına hiçbir ilgisi yoktur.
Büyü yeteneklerini ne kadar geliştirirse geliştirsin, kimse kendi kabuğuna çekilen bir kişiye değer vermez..
[Büyücü]’nün Yetenekleri
  • [Büyücülük]
    [Cinayet] ile seçilen kişiyi başarıyla öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Hedeflenen karakter yanık bir ceset olur.
[Büyücü] için Kazanma Koşulları Hayatta kalmak.
[Şövalye]
[Kral]’ın bir astı. Ast olmakla birlikte, kendi topraklarını harabe ettikleri için kraliyet hanedanına karşı intikam almayı planlıyor. Sırf kraliyet hanedanını öldürerek mutlu olabileceğine gerçekten inanır.
Elbette ki, kendi hislerine boğulmuş bir adam sadece talihsizliğin karanlığına kapılır.
[Şövalye]’nin Yetenekleri
  • [Ölümcül Darbe]
    [Cinayet] ile hedeflenen kişiyi öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Sadece [Büyücü] öldüğünde kullanılabilir. Hedeflenen karakter kafasının kesilmesinden ölür.
[Şövalye] için Kazanma Koşulları İntikam almak. ([Kral] ve [Prens]’in Ölümü)
[Devrimci]
O [Kral]’ın sağ koludur. Kabiliyetliğinden dolayı, eğer bu vatan böyle devam ederse harap olacağını fark etti. O yüzden, kendisini vatanı ele geçirmek için hazırladı.
Suikastlardan dolayı karamsarlık duyguları yoğunlaşmış bir hükümdar bir krallığı yönetmekten acizdir. En çok kendisine suikast düzenlenecektir.
[Devrimci]’nin Yetenekleri
  • [Suikast]
    Hedeflenen bir karaktere suikast yapabilir. Seçmesi gerekmez. Hedeflenen karakter boğazı sıkılmış bir ceset olur.
[Devrimci] için Kazanma Koşulları Kral olmak. ([Kral], [Prens] ve [Dublör]’ün Cinayeti)
* Oyun kalan oyuncular için kazanma koşulları yerine getirildiğinde biter.

Herkes sessizce metini okuyor ve anlamını çıkarmaya çalışıyordu.

Ben de bütün gücümle ekrana bakıyordum, fakat ne yapacağımı şaşırmıştım. Sadece [Cinayet] ve [Suikast] gibi kelimelerin [Asil Krallık]’ın bir ölüm oyunu olduğuna dair kanıt olduğunu anlamıştım.

“Hey, BetYogi.O [Büyü] ve [Suikast] eylemlerinde nasıl bulunabiliriz?”

Diye sordu başkan.

«KoMuta ilgili - oYuncunun odasının - ekRanında çıkar - GerÇekleştirmek için - saDece ekrandaki - düğmeYe basman geRek! O yüZden - biLet almak kadar - koLay birini öldürmek»

Benim haricimde herkes bunu duyduktan sonra sarılaştı. Herkesin neden böyle bir tepki verdiğini pek anlamadım ve Maria’ya baktım.

“...Maria, ehm.”

“Bu durumdaki tehlikeyi anlamıyor musun?”

Başımı yavaş bir şekilde iki yana salladım. Bunu görünce, Daiya hayretle güldü. ...Bilmiyorum, o yüzden yapacak bir şey yok, değil mi!

“Tamam, kendini tehdit altında hissettiğini varsayalım. ...hayır, bu yine yetersiz kalır. Diyelim ki kesinlikle öleceğini fark ettin. Bu açmazdan kurtulmak için belirli birini öldürmen gerekiyor. Bu kişiyi bıçakla öldürebilir misin Kazuki?”

“Ö-Öldürebilmemin imkanı yok!”

“Öyleyse sadece bir düğmeye basman gerekse?”

“He…?”

Tek bir düğmeye basarak kendi hayatımı güvenceye alabilirdim. Başkasının canını alarak.

“.......Y-Yine de yapamazdım! Öldürmek gibi bir şey…”

“Yani, senin için sanırım öyledir. Fakat, buradaki diğer kişilerin aynı sonuca vardığını düşünüyor musun?”

Anında etrafa baktım.

Etkin öğrenci konsey başkanı. Endişeli gibi gözüken Yuri. Garip bir kaygısızlığa sahip olan Kamiuchi. Sonunda da, ‘sahip’ - Daiya.

“Sen dahil buradaki altı katılımcının hayatı tehlike altında olduğu durumda başkasının canına kıymayacağına dair kesin kanıtın var mı? ...Açık açık söylemek gerekirse, bende yok.”

Diğerleri için de muhtemelen aynı şekildeydi.

“Buradaki herkes muhtemelen başkasının onları öldürebileceğini göz önünde tutuyor. Ve bu kuşkunun durumumuzu daha da kötü yapacağını söylememe gerek bile yok, değil mi?”

“A-Ama sırf başkasını bir düğmeye basarak öldürebilmek bunu rahatlıkla yapabilmek anlamına gelmez!”

“Ama ya süre sınırı yaklaşırsa?”

“...Süre sınırı mı?”

“Yeşil ayı dememiş miydi? Evrensel bir süre sınırı var; başka bir diyişle, mevcut yemeğimiz biter bitmez ölürüz. Bunun anlamı da hiçbir galip olmadan herkes kaybeder… başka bir hitapla, hepimiz ölürüz.”

Nefesim kesildi.

“Amacımız galip olmak değil. Amacımız bu oyundan kurtulmak. Ama süre dolunca, bu amaç sarsılacak. Bu amacı elde etmekten vazgeçen kişiler olacak. Hayatta kalmaya öncelik verebilirler. Herkesle birlikte ölmektense, kendi kazanma koşullarını yerine getirmenin daha iyi olacağını düşünmeye başlayabilirler. Ve ilk ceset ortaya çıktığında---biter.”

“.......Niye?”

“Ceset vardı. Diğer oyuncular bu oyunu etkin olarak oynayan biri olduğunu keşfetti. Hiçbir şey yapmazlarsa, onlar da ölürler. O yüzden, diğer oyuncuların da oyuna katılmaktan başka çareleri olmaz. O durumda da, bir galip olana kadar oyun devam eder.”

Maria açıkca açıkladı - kimse itiraz etmedi. Diğerleri muhtemelen ona katılıyorlardı.

“İlk ceset ortaya çıktığında, biter…”

Kısacası, biri o hatayı yapmadan önce bu oyundan bir kaçış yolu bulmamız gerekiyordu.

«Peki peki PeKi - bu oyuNun - nasıl işLediğini - anlaDınız mı? Şimdi ben - zaman çizelgeSini görünTüleyeceğim! - Bu zaman çiZelgesine - saDık kalın ve - 5 dakiKalık müsamaHa - ile haReket edin - taMam mı?»

Ekrandakiler temizlendi ve yerine bir zaman çizelgesi gösterildi.

~12 <A>
- Ara, kendi odanızda hazırda bekle
12~14 <B>
- Büyük odada toplanma
14~18 <C>
- 14:40’a kadar [Gizli Buluşma] eşinin seçimi. Seçilen karakterin odasında 30 dakika geçir.
- [Kral], [Cinayet] cinayet için bir hedef seçebilir.
- [Büyücü] [Büyü] kullanabilir ([Şövalye] [Ölümcül Darbe] kullanabilir).
([Büyü] veya [Ölümcül Darbe] ile hedeflenen karakter saat 17:55’te ölür)
18~20 <D>
- Büyük odada toplanma.
20~22 <E>
- Kendi odanızda yemek.
(Eğer yemek yok ise mumya’ya dönüşerek ölüm)
- [Devrimci] [Suikast] kullanabilir.
([Suikast] ile hedeflenen karakter anında ölür)
22~ <F>
- Ara, uyu

«Not alManıza - geRek yok! SınıfLar ve - zamAn çizelgesi - hakKında detayLı bilgi - taŞınabilir ciHazlarınızın - içinde var - KoNuşmaLar da bu - cihazDa bulunur - o yüzDen - uMarım işiniZe yarar»

“Ühe, bunda şu anki konuşmamız mı kaydediliyor?”

“Kayıt edilmemesi gereken bir şey filan mı söyledin?”

Başkan Kamiuchi'nin nidasının hemen ardından ona baskı yaptı.

“Doğrusu, hayır. Ne ima etmeye çalışıyorsun…?”

“Başkalarına senin [sınıf]’ını belli edecek şeyler söylememeye dikkat etmen gerekeceğini düşünmedin mi? Oyuna katılmaya da ne kadar sabırsızsın öyle!”

Kamiuchi alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Haha, yani, bu gidişatta kendi zaafını belli etmek isteyecek kimse yoktur.”

Kamiuchi'nin tetikte olması anlaşılır bir durumdu. Bu oyuna katılmayı düşünmememe rağmen, diğerlerinin [sınıf]’larını ben bile öğrenmek istiyordum. Özellike bana ve tehlikeli olan [Devrimci]’ye karşı gelenleri.

Bu sebep uğruna biz büyük bir ihtimal kayıtları okuyacaktık.

Ama bu eylemin kendi içerisinde tehlikesi olabilirdi. Eğer endişelenip kuşkudan deliye dönmüş bir şekilde kayıtları incelersek, ıvır zıvırın bile gözümüze takılıp şüphemizi daha da kötü yapacağı içime doğmuştu.

Sonunda da, bu şüpheye dayanamayıp, birisi düğmeye basacaktı ve---

...Doğru. Bu kayıtın da oyuna katılmamız için bir vesile olduğundan emindim.

«TaMam o zaMan - hePinize iyi bir - saVaş dilerim! - SadeCe oyuNu - herKesin mumYa’ya döNüşmesi - gibi sıKıcı bir - şekilDe sOnlandırmayın - taMam mı?»

Ondan sonra, Noitan ekrandan kayboldu.

“O lanet BetYogi…”

Başkan küfretti.

Can yakıcı mekanik ses kayboldu ve oda sessizliğe büründü. Herkes sessiz kaldı ve kimse ağzını açmadı. Belki de bunun sebebi ayrıca konuşmalarımızın kayıt olduğunu bildiğindendi, bu da konuşmayı sinir bozucu derecede zor yapıyordu.

Sessizliği bozan kişi başkandı.

“Otonaşi.”

“Ne?”

“Daha önceden laf arasında amacımızın «bu oyundan kaçmak olduğunu» söyledin. Ama bunun mümkün olduğunu düşünüyor musun?”

“Tabi ki de düşünüyorum. Sen öyle düşünmüyor musun?”

“Ben… doğrusu, çok zor olabileceğini düşünüyorum. Ne de olsa ben mantık ile idrak ederim, ve buradaki ortamın «anormal» olduğunu hissediyorum. Bunun sadece benim değil, ama herkesin fikri olarak varsayıyorum, haksız mıyım?”

Yuri ve Kamiuchi başlarını salladılar. Ben de aceleyle başımı salladım.

“Böylesine [saçma] bir yerde bizim için bir kaçış yolu olduğunu mu düşünüyorsun? Eğer öyle düşünüyorsan, lütfen bana bunun sebebini söyle.”

Hafif tonuna rağmen, sesi bir sorguya çekmiş gibi katıydı.

Diğerleri bile Maria’ya jüri üyeleri gibi bakıyorlardı.

...Maria’nın iddiasının bir sebebi vardı. Maria bir insanın ne kadar saçma bir yer olursa olsun, bu ‘kutu’dan kurtulabileceğini biliyordu.

Bana sadece bir anlığına gözünün kenarından baktı ve,

“...gerçekten de zor olabilir. Ama tek sahip olduğumuz amaç bu. O yüzden ne kadar ümitsiz gözükse de, ona inanmaktan başka bir çaremiz yok… yoksa haksız mıyım?”

Beklenildiği gibi, ‘kutu’nun niteliğini gizledi.

“Sanırım öyle. Dediğin gibi.”

Anlaşılan başkan Maria’nın tereddütsüz gerekçesini kabul etmişti.

“Kaichou. Senin şu az önceki «bu oyundan kaçmak zor» şeklindeki ifaden bu ölüm oyununa katılımının ilanıydı, değil mi?”

Sordu Daiya alaycı bir şekilde, yüzünde tekrar kazanmışcasına bir ifadeyle.

“Tekrar hata mı bulmaya çalışıyorsun? Yanılıyorsun! Ben asla kimseyi öldürmem. Diyelim ki burada cinayet günah olmasa ve tek bir tuşa basarak cinayet işlenebilse bile, kişinin cinayet işlediği gerçeği değişmez. Eninde sonunda bu günahı daha fazla kaldıramayıp hayatımı yok ederim. Bu kadarını hayal edebildiğim için, asla yapmam.”

Daiya bu mükemmel gibi gözüken cevaba karşılık cık sesi çıkarttı.

“Benim için de… aynı şekilde.”

“Hepimiz senin yapamayacağını biliyoruz Yuricim~! Ah, bu arada, ben de bu cevabı vereceğim.”

“Bak bak nasıl da sürüye uyuyor… Yuri bir yana, senin ifadene hiç güvenemiyorum Kamiuchi.”

“Ühe… böyle olma ama Kaichou!”

“Gerçi, en az güvenebileceğim kişi Daiya ama.”

Daiya onun az önceki alaylarına tepki veren başkana müstehzi bir gülümseme ile yanıt verdi.

Ardından da,

“Evet. Çünkü kendi iyiliğim için öldürürüm.”

Soğukkanlılıkla herkesi kendine düşman eden bir ifadede bulundu.

▶İlk Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«Senin [sınıf]’ın [Büyücü].»

Odama döner dönmez ekrandaki bu iletiyi fark ettim.

Öyle ya, altı [sınıf] arasında düşmanı olmayan bir tek [Büyücü] vardı.

“...aah”

İçimin rahatlamasıyla birlikte nefes verdim.

Amacımız [Asil Krallık]’ın başlamasını engellemekti. Ama gerçek bir düşmanımın olmamasını bilmek yine de çok rahatlatıcıydı.

“...hım?”

Ekranın en alt tarafında bir ileti bulunuyordu.

«[Cinayet] için henüz hiçbir hedef seçilmedi.»

---[Cinayet]. [Kral] bu komuta ile öldürmek istediği kişiyi seçebilir.

Sanırım [Kral] [Cinayet] için bir hedef seçerse, [Büyü] kullanma komutası---başka bir hitapla birini öldürme komutası---orada bulunacaktı.

Bunu düşünmek istemiyordum. Ne birinin başkasını öldürmeyi isteyeceği bir durum hakkında, ne de bu düğmeye basmamı gerektirecek bir durum hakkında düşünmek istemiyordum.

“......İyiyim, her şey yolunda olacak.”

Bu şekilde mırıldanarak kendimi rahatlattım. Birbirimizi öldürmeye başlayacak değildik ya. Çünkü diğerleri de bunun olmasını dilemiyor olmalıydı.

En azından zaman sınırı ile sorunumuz olmadığı erken aşamalarda, bir şeyin meydana gelmesinin imkanı yoktu.

“......”

Gerçekten mi?

Altımız arasında Daiya’nın da bulunduğunu unutmamalıydım.

«Yah yah yah - Kazuki - [Gizli Buluşma] - vakTi geldi!»

Noitan her zamanki gibi çatkapı ortaya çıktı.

Buna alıştığım için, o kadar korkmamıştım ve ekrana bakmak için başımı kaldırdım. Her zamanki gibi, ağzını açıp kapatan çirkin yeşil bir ayıydı.

«Lütfen - konuşMak isteDiğin - bir oYuncu seç - ArdınDan bu - oyunCunun odasıNa - sadece yaRım saatliğiNe - giDebilirsin! Eğer ki - birDen çok - kiŞi belirli - bir oyuncuYu - seÇerse buLuşmalar - en hızLıdan - en yavaŞa - şeklinDe yer aLır!»

Noitan ekrandan kayboldu ve ortaya altı tane isim ve bu isimlerle uyan resimler çıktı.

“...Seçtiğim kişi beni de seçerse ne olur?”

«Hiç! SadeCE - konuşMak için - iki kat daHa - çok zaManınız oLur»

Noitan cevabıma sadece sesi ile cevap verdi.

Masadaki taşınabilir cihaza bakarken, sordum,

“...ehm, diğerleri de [Gizli Buluşma]’daki konuşmamızın kayıtını görebilirler mi?”

«GöRemezLer! - SadeCe - taŞınabilir cihaZın - sahiBinin kenDi - duyDuğu şeyler - kayıt ediLir - Örneğin - biRi seninLe - ayNı yerde - olSa bile - duyMazsa konuşMa - oNun için - kayDolmaz - Ama [Gizli Buluşma]’da - kiminLe görüşTüğünün bilgisi - diğerleRinin kayıtLarında - bulunAcak - o yüzDen - dikKatli ol»

Kimi seçmeliydim… yani, tek bir kişi vardı.

Tabi ki de, «Maria Otonaşi»’nin düğmesine bastım.

«TaMam - Lütfen herKes - bir eş - seÇene kadar - bekLe»

Acaba diğerleri kimi seçeceklerdi…?

...bu sadece bir önseziydi, ama bence Maria beni seçmeyecekti. O, benim onu seçeceğimi tahmin ettiğinden emindim.

O yüzden, onun seçeceği kişi---Daiya’ydı.


«TaMam - anlaŞılan herkes - kaRar verdi - ŞimDi kimin - kiMi seçTiğini - gösTereceğim»

Noitan tekrar kayboldu ve ekranda isimler ortaya çıktı.

[İroha Shindou] -> [Koudai Kamiuchi] 16:20~16:50
[Yuri Yanagi] -> [İroha Shindou] 15:40~16:10
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10
[Kazuki Hoşino] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuri Yanagi] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50

Beklediğim gibiydi, Maria Daiya’yı seçmişti. Ve Daiya da---

“...Ah!”

Daiya… beni mi seçmişti?

“Neden…?”

Onun amacını algılayamıyordum. ...Öncelikle ne işler karıştırdığını bilmiyordum, o yüzden bunun sebebini bilebilmemin imkanı yoktu.

Ama neyse ki Maria ile buluşmam daha önceydi.

Diğer türlü olmadığını sevinmiştim. Eğer Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’m Maria ile olan [Gizli Buluşma]’dan önce olsaydı, tam da onun istediği gibi davranmış olurdum. Ama şimdi Maria ile birlikte bir strateji düşünebilirdim.

Diğerlerinin kimi seçtiğini doğruladım. Yuri'nin ve Kamiuchi'nin seçtiği oyuncular makul, ama Kaichou’nun Kamiuchi'yi seçmesi biraz şaşırtıcıydı.

«ZaMan gelinCe - kaPı açılacak! Eğer kapıDan - girerSen - otomaTikman doğru - kiŞinin odasına - vaRacaksın - o yüzden lütFen - iÇiniz rahat olSun»

▶İlk Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]'nin Odası[edit]

Karanlığın içine adım attığımda hiçliğin içine düşmekten korkuyordum, ama kendimi benimkine benzer bir odada buldum. O kadar benzerdi ki odamın sadece tersine döndüğünü hissetmiştim.

“Geldin mi?”

Maria yatağın üzerinde oturuyordu, gözleri benim üzeremdeydi ve yatağa hafifce vurarak onun yanında oturmam için beni teşvik etti.

“Gevezelik etmek için yeterince zamanımız yok, o yüzden doğrudan ana konuya gireceğim.”

“...ehm, ana konumuz neydi…?”

“Oomine’den ‘kutu’yu nasıl çalabiliriz tabi ki de. [Asil Krallık]’ta yer almayı düşündüğünü söyleme sakın?”

Onun yanında otururken başımı iki yana şiddetle salladım.

“Amacımız her zamanki ile aynı: ‘Asılsızlık Oyunu’nu sonlandırmak. Gerçi, bu sefer sahibin kim olduğunu bildiğimiz için kolay olduğu söylenebilir.”

“...Ama acaba Daiya kendi özgür iradesiyle bize ‘kutu’sunu verir mi acaba…”

Maria benim söylediklerimi duyduktan sonra kaşlarını çattı.

“...doğru. Onu ikna etmekten başka bir çaremiz yok, ama…”

“...bu kolay bir görev olmayacak mı?”

“Kolay olduğunu mu düşünüyorsun?”

Tekrar başımı iki yana salladım.

Onu ikna etmekte başarısız olmak aynı zamanda onun ‘kutu’suna erişemediğimiz ve alamadığımız anlamına gelirdi.

Eğer o durum meydana gelirse, onun ‘kutu’sunu ezmemiz gerekecekti---Daiya ile birlikte.

“...Hey, Maria. Eğer Daiya [Asil Krallık]’ta kaybederse, bunun otomatikman ‘Asılsızlık Oyunu’nun sonu da olacağını düşünüyor musun?”

“Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun doğasına bağlı, o yüzden henüz kesin bir şey söyleyemem… ama ‘Reddeden Sınıf’ sayesinde Oomine’nin kişiliği hakkında bilgi edinmek için birçok fırsatım oldu. Onu orada uzun bir süre izlemiş olmakla, bence, herkes için kaybetmenin anlamı ölüm olduğuna göre, Oomine’nin kendi oyununda kaybedişi de aynı sonucu verir. Sen de öyle düşünmüyor musun?”

Başımı salladım. Onun amacı ne olduğunu bilmiyorken kesin bir şey söyleyemezdik… ama Daiya kadar gururlu birisinin kurallara uymaması da hiç de akla yatkın değildi.

“......Hey,”

Ben düşüncelerime kapılmışken Maria gözlerimin içine baktı.

“Sen… Daiya’nın ölümünü istiyor musun?”

“Ha?”

Maria bana her zamanki gibi sakin bir ifadeyle baktı, ama içerisine hafif bir endişe karışmıştı.

...Tabi, az önceki sorum Daiya’yı öldürme teklifi gibi gelmiş olabilirdi.

“Ben istemiyorum! Ben asla Daiya’nın ölümünü istemem!”

“...Anladım.”

Bu kelimelere eşlik eden gülümsemenin kaynağının rahatlama olduğu belliydi.

...doğru. Maria’nın öyle bir yöntemi kullanmayı istemesinin imkanı yoktu.

“Daiya’nın ölümü ile buradan kurtulmak; bu bir çare değil ki!”

“Doğru. Tam da söylediğin gibi.”

“Yani, öyle söylüyor olabilirim, ama ne yapacağımı hala bilmiyorum…”

Bunu mırıldadığımda, Maria asık suratla konuşmaya başladı.

“......Bunu teklif etmekten çekiniyorum, ama dinle. Oomine hariç, diğerlerinden... yardım istememiz gerekebilir, özellikle Shindou. Eğer hepimiz aynı düşünceye varabilirsek, [Asil Krallık]’tan korkacak hiçbir şey kalmaz.”

“...Nasıl yani?”

“Eğer onların ‘kutu’ları kavrayabilmelerini ve Oomine’nin ‘sahip’ olduğu gerçeğine inandırabilirsek, herkesin düşmanının kim olduğunu belirtebiliriz. Kimin kimi öldürüceği belli olmayan en kötü durumu da engelleyebiliriz. [Asil Krallık] birbirimizden kuşkulanmadığımız sürece başlamayan bir oyun.”

“...Ama onlara ‘kutu’ hakkında bilgilendirmek zor, öyle değil mi?”

“Evet, aynen öyle. Herhangi bir göze çarpan eylemin doğrudan tehlike ile eş olduğu şu anki durumda onlara sırf ‘kutu’dan bahsetmek bile son derece zor.”

“Evet… neden tereddütlü olduğunu çok iyi anlayabiliyorum!”

“...Uygulaması zor olduğu için tereddütlü değilim.”

“He?”

“Anlamıyor musun? Onlara ‘sahip’in kim olduğumu söyle; Onlara düşmanlarının Daiya Oomine olduğunu söyle. Ama eğer öyle yaparsan, herkes Oomine öldüğünde kurtulacaklarını öğreniş olur. Ve unutma ki burada başkalarını sadece bir düğmeye basarak öldürebiliriz.

Nefesim kesildi.

“Oomine kolay kolay ikna edilebilecek biri değil. Shindou ve diğerleri gerçeği öğrense bile ‘Asılsızlık Oyunu’nu durduracağını düşünmüyorum. Ama diğerleri bu tavıra nasıl tepki verir? Herkes sınırlı bir zamanı olan, ve her an ölebilecekleri bir ortamda sabırlıkla onun fikrini değiştirmesini bekleyecek midirler? Bence beklemezler. Eğer duraklarsak---”

Maria keyifsizce tısladı.

“---Shindou muhtemelen Oomine’yi öldürür.”

“Yok ar---”

Derin bir nefes aldım ve devam ettim.

“Yok artık… K-Kaichou kendisi demedi mi? Birini öldüremeyeceğini.”

“Bu ifade içini rahatlattı mı?”

“...Bunun bir yalan olduğunu mu düşünüyorsun Maria?”

“Yalan mı değil mi bilmiyorum. Fakat, Shindou gerçeği söylüyorsa eğer, o kadar daha fazla tehlikeli olur.”

“N-Niye ki…?”

Maria sessizce ayağa kalktı, masadaki taşınabilir cihazı aldı ve kurcalamaya başladı. Ardından kayıtlı bir ses dosyasını oynattı.

«Eninde sonunda bu günahı daha fazla kaldıramayıp hayatımı yok ederim. Bu kadarını hayal edebildiğim için, asla yapmam.»

“Bu ifadedeki tehlikeyi görüyor musun?”

Başımı iki yana salladım.

“Shindou diyor ki---kendi hayatını mahvetmeye hazır ise öldürebilir.”

Bu biraz abartılı bir yorum gibi gelmişti, ama… bu şekilde algılamak gerçekten de mümkündü sanırım?

“A-Ama çok iyi bir sebep olamdan kendi hayatını kolaylıkla mahvetmeye hazır olamazsın ki!”

“Gerçekten öyle bir sebep olmadığını mı düşünüyorsun? Kafadan bir kaç tane sayabilirim. Düşüneyim… örneğin, onun için Yanagi’yi kurtarmak çok iyi bir sebep olmaz mı?”

Dedi sakince, beni de bununla susturarak. Bu hakikaten de Kaichou’ya o son sınırı aşması için iyi bir sebepti.

Doğru, ne de olsa bu günlük hayat değildi. Bu ‘kutu’ tarafından bükülen bir olağandışılıktı. Herhangi bir miktarda çok iyi sebep olabilirdi.

“Kazuki, bunu zaten biliyor olman gerekir, ama ne sebep olursa olsun, ben kimseyi öldüremem.”

“Evet, biliyorum.”

“Senin için de aynı şekilde olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebini Shindou gibi anında söyleyebilir misin?”

Böyle sorduğunda düşünmeye başladım.

Neden öldüremezdim?

---Başkalarını öldürmekte sorun olmadığını düşünmenin mağrur olduğu için miydi?

---Diğer kişiye acıdığımdan dolayı mıydı?

---Ahlakım izin vermediği için miydi?

Birkaç tane düşünebildim, ama hiçbiri tam doğru gelmemişti. Hiçbirinin yanlış olduğunu düşünmüyordum, ama doğru gibi de gelmemişlerdi. Bunların hepsi öldüremediğimin gerçeğinden sonra gelen sebepler.

“Aklına hiçbir şey gelmiyor mu...?”

“...evet.”

Yere bakarken cevap verdim.

“Öyle olması gerekir.”

“He?”

“Shindou’nun hayal gücü filan ile hakkında söyledikleri doğru değildi. Başkalarını gerçekten öldüremeyecek birinin hiçbir sebebi yoktur. Sen ve ben---biz sadece öldüremeyiz.

...Doğru. Aynen öyleydi. En doğal gelen de buydu.

“Öldürememek için bir sebep düşünebilmek ve bunu başkalarına rahatça söyleyebilmek doğal değil. Shindou sadece bize kendisinin tehlikeli olmadığını inandırmaya çalıştı. Yani, bu yine de Oomine’nin düşmanlığını sergilemesinden daha faziletli.”

“Acaba Daiya’nın tehlikeli bir konumda bulunmasına rağmen, bu şekilde davranmasının sebebi ne…”

“Yani, her zamanki tavrını göz önünde bulundurursak, Shindou ve diğerleri gibi «Ben karıncayı bile incitmem» pek de inandırıcı olmaz. Böyle bir açıdan bakılmasyıla, kişiliği [Asil Krallık] için şaşırtıcı derecede aleyhine olabilir.”

...doğru, şu an bakılırsa, hayatı en çok tehlikede olan oydu.

Diğer bir yandan, Yuri şaşırtıcı bir şekilde en güvenli konumda olabilir.

“Ah, doğru. Merak ediyordum da: bu ‘Asılsızlık Oyunu’ iç kutu mu dış ‘kutu’ mu?”

Maria’nın bakışı bu soruyu duyduktan sonra daha da delici oldu.

“Ö-Özür dilerim. Düşünmüyordum. D-Doğru ya, böylesine çılgın bir ‘kutu’ mutlaka iç---”

“Bu bir dış ‘kutu’.”

“...Ha?”

“‘Asılsızlık Oyunu’ bir dış ‘kutu’dur. Seviyesi de 5 civarında olmalı.”

Yanlış hatırlamıyorsam eğer ‘Balçıkta Yedi Gece’nin iç değer seviyesi 4’dü. Sırf rol değiştirmekten ibaret bu ‘kutu’dan çok daha yüksek.

Ama eğer dış ‘kutu’ ise---

“Bu demek olur ki bu duruma belirli bir noktaya kadar inanıyor. ...belki de, ‘sahip’ ‘kutu’ya hakim olabildi.”

Nefesim kesildi. Bu… oldukça muazzam olurdu, değil mi?

“Bu durumdan dolayı onu ikna etmek zor. Şimdiye kadarki ‘sahip’lerin hepsi ‘kutu’larını kullanırken az çok mantıklıydılar. Bu hataları kullanarak onlara ‘kutu’larını bize vermelerini sağlayabildik.”

“...ama bu sefer hiç yok.”

Açık konuşmak gerekirse, Daiya’nın ‘kutu’ya hakim olabildiğine inanamıyordum. Ne de olsa Daiya ihtimamlı bir gerçekçiydi. ‘Dilek’leri kendileriyle birlikte gelen kuşkularla gerçekleştiren bir ‘kutu’ya uygun değildi.

“Her neyse, bunun anlamı gerçekliği etkilemesi kaçınılmaz. O yüzden bu [Asil Krallık]’ta yaşadıklarımızın anıları büyük bir olasılıkla kalacak ve sonucu da gerçekliği de etkileyecektir.”

“Dolayısıyla, oyun içerisinde ölürsek, gerçek hayatta da mı ölüyoruz…?”

“Evet, bu şekilde düşün. ...haberin olsun; sırf dış değil, ama iç ‘kutu’larda da «ölüm»’ün etkisi büyük bir şey! ‘Reddeden Sınıf’ içerisinde defalarca ölmeme rağmen burada sağ salim durabilmemin tek sebebi sadece «ölüm»’ün kendisini geçersiz kılan o ‘kutu’nun kendine özgü bir özellikten dolayıydı. Eğer son ‘Okul Transfer’inde, 27,756. defa’da ölseydim, ya gerçekten ölürdüm ya da en azından ölüme eşdeğer olan gecikmiş etkiler yaşardım.”

“...Anladım.”

Her neyse, kısacası:

Burada «ölüm» gerçek hayatta «ölüm»’e eşitti.

“O yüzden, [Asil Krallık]’ın başlamasına kesinlikle izin veremeyiz.”

Açık konuşmak gerekirse, belki de yeterince tehlike hissine sahip değildim. ‘Oyun’ kelimesinin hafif sesi ve tek bir düğmeye basmak ile gelen «ölüm»---sonuç olarak bu gerçekdışı gibi gözüken ‘kutu’yu bir tür oyun olarak düşünmüştüm.

Ama bu yanlıştı.

Birinin tek bir düğmeye basmasıyla ölürsem veya birini öldürürsem; bu «ölüm» bir oyundaki gibi geri alınamazdı.

“...çok zamanımız yok. İlk önce Oomine ile olan [Gizli Buluşma]’da ne yapman gerektiğini düşünelim.”

“Tamam.”

Şu anki durumda bir çözümün belirtisini bile göremiyorken, ilk önce şimdi elimizden geleni yapmalıydık.

“Ehm, sanırım Daiya ilk önce [Sınıf]’ımı soracak. Sen ne düşünüyorsun?”

“Sanırım öyle. ...aah, ne olur ne olmaz, iyi bir sebebin olmadan kimseye [Sınıf]’ını söylememelisin.”

“Tamam.”

Şimdiye bunu yapmaktaki tehlikenin ben de farkına varmıştım. Ama---

“Ama sana söyleyeceğim Maria. Ben [Büyücü]’yüm.”

“...Benim [Sınıf]’ım seninkine karşı olsaydı ne yapardın?”

“Hiç. Yine de söylerdim.”

“...Anladım. Haklısın. Böylesine önemsiz bir meseleyi birbirimizden saklayacağımız bir şey değil.”

Dedi Maria ve gülümsedi. Bu gülümsemeyi görünce yanaklarım farkında olmadan rahatladı.

Maria az önce, eğer diğerleri tarafından bilinir ise hayati tehlikeye yol açacak bu meseleye ‘önemsiz’ demişti.

“Bu arada, benim [Sınıf]’ım [Prens]. [Devrimci]’yi tercih ederdim ama.”

Gayet makul. Tek başına öldürebildiği için birini öldürme ihtimali en yüksek olan [Devrimci]’ydi. Ama zaman sınırı yaklaşsa bile Maria bu hatayı asla yapmazdı.

Maria kesinlikle kimseyi öldürmeyecekti.

“.......Ah”

Bunu düşünürken bir şeyin farkına vardım.

“Ne oldu?”

“E-Ehm……”

Bana kuşkuyla bakan Maria’ya yan yan bakarak düşündüm:

---Maria bu ‘kutu’ içerisinde acizdi.

Ne de olsa, bu [Asil Krallık] aldatmak ve öldürmekten ibaret bir oyundu. Bu ikisini başaramayan Maria’nın kazanma ihtimali hiç yoktu.

Şimdiye kadar ‘kutu’lar ile ilgili tüm savaşlarda Maria’ya dayanmıştım. Ve bu sefer de muhtemelen ona tekrar dayanacaktım.

Fakat---kendi gücüm ile bir şey yapmak zorunda olacağım zaman kesinlikle gelecekti.

“......Yok bir şey!”

Bu yanıttan sonra Maria bana asık suratla bakmaya devam etti.

O benim kimseyi asla öldürmeyeceğime güveniyordu. Ama eğer Maria’nın öleceğini fark edersem, ve bunu birisini öldürerek önleyebileceğimi biliyorsam,---

---O zaman ne yapmalıydım?


▶İlk Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Daiya’ya karşı koymak için ne yapmalıydım; Nihayetinde, sadece sessiz kalmam gerektiğimin sonucuna varmıştık.

Daiya kuşkusuz kafamı karıştırmaya çalışacaktı, o yüzden ona tepki bile göstermek tehlikeliydi. Onun planından kaçınma konusunda kendime hiç güvenmediğim için, kulaklarımı tıkamaktan başka bir çarem yoktu.

Yatakta oturarak, Daiya odaya adım attığında ona bir elimi kaldırarak selam verdim. Daiya etrafa hızla baktı ve masaya oturdu.

“Kazu, sana bir şey sor---”

“Daiya,”

Onun lafıın hemen kestim.

“Senin ‘kutu’n içerisinde olduğumuzu biliyorum. Tek varabildiğim sonuç senin beni kolay elde edilebilecek bir dost olarak görmen, ve bundan dolayı da beni kandırma amacıyla bana yaklaşman. O yüzden, şu andan itibaren, seninle artık konuşmayacağım.”

Daiya ağzım ile ince bir çizgi oluşturduğuma gördüğüne şaşırmış gibiydi, ama ifadesi hemen bir sırıtışa dönüştü.

“Ne hakkında konuşuyorsun sen Kazu?”

“.......”

“Sessiz kalmanın anlamı ne? Bana ‘kutu’ hakkında soru sormaya hevesli değil misin? Bu ‘kutu’ hakkında bir şey yapman gerekiyor, değil mi!”

“.......”

Bir kelime daha etmeyecektim. Buna karar vermiştik. Ona kendi yargımla, ‘bu kadarı sorun olmamalı’ şeklinde yanıt versem, bu açıktan faydalanacaktı. Kurnazca ‘konuşmakta sorun olmadığını’ ima eder ve eninde sonunda konuşmamı sağlayacaktı.

O yüzden konuşmayacaktım.

“...aah, demek bütün yükü Otonaşi’ye veriyorsun he. Zaten sana sessiz kalmanı söyleyen de oydu, değil mi? Kuşlar için bile uygun değilsin. Sadece sessiz kalıyorsan, böcekler bile senden üstün olur çünkü onlar asla konuşamaz.”

Ellerimle kulaklarımı kapattım.

“Beni zaten duyabiliyorsun. Hımf, sana güzel bir şey söyleyeceğim Kazu!”

Daiya ayağa kalktı, bana yaklaştı ve kulağıma fısıldadı.

Bu ‘kutu’nun kaynağı benim ‘dilek’im değil.

Bunu duyduktan sonra içgüdüsel olarak gözlerimi sonuna kadar açtım ve Daiya’ya baktım.

Daiya içten bir kahkaha attı.

“Bak işte! Böceklere kaybettin.”

“Aa…”

Şaşırmaktan alıkoy kendini ben! Yoksa sessiz kalamayacaktım.

Bir süreden sonra kahkahaları sonlanınca, Daiya masaya geri döndü. Ardından bana odaklandı ve ilan etti:

“Ama az önce söylediğim şey gerçekti.”

...Aldanmayacaktım. Ona inanmamın imkanı yoktu. Ben bile bu kadar yufka yürekli değildim.

“Tabi, zorla bana inanmanı sağlamak imkansız herhalde. Kafanın içi çiçek böcek olabilir, ama sen her şeye aptal gibi inanan biri olmanın imkanı yok. Ama neden özellikle bunu iddia ettiğimi düşünüyorsun?”

Daiya’nın ağzının kenarı kalktı.

“Çünkü gerçek bu.”

...Sana inanmayacağım. Sana kesinlikle inanmayacağım.

“‘Kutu’yu elde ettikten sonra bir süre hiçbir şey yapmadığımı biliyor olmalısın. Yani, kullanmadım, sadece ‘kutu’ya sahiptim. Bir söyler misin bana Kazu, şu an bile öyle olmaya devam etmediğimden nasıl emin olabiliyorsun?”

...olmazdı. ...olamayacağından emindim.

“Bana inanmak zorunda değilsin. Ne de olsa daha baştan beri bana inanmak imkansızdı. Ama yine de Kazu, az önce aynen o şekilde düşünmedin mi? Muhtemelen yalan söylüyorum, ama ya gerçeği söylüyorsam? Eğer öyleyse, gerçeği söylüyor olsam da olmasam da, başka bir ‘sahip’in varlığını ihtimalini düşünmek gerekmez mi? ...hö, bunu bana söylemek düşmez, değil mi.”

...Lanet olsun. Tam da söylediği gibiydi.

Tamamen zırvalık olarak düşünemiyordum. Hatta, Daiya’nın bir ‘kutu’ya hakim olması bana garip gelmişti. Eğer o ‘sahip’ değil ise, bu kuşku da ortadan kalkmış olurdu.

Eğer Daiya dışında başka bir ‘sahip’ varsa, o zaman hepimizi kolaylıkla öldürebilirdi.

Daiya hiç çaba sarf etmeden beni böylece sarsabildi.

Tabi, o içimdeki bu kargaşayı gözünden kaçırmamıştı, kalbimdeki bu hafif açığı.


“Kazu, sen [Büyücü]’sün, değil mi?”


“.......He?”

Sesim kendiliğinden çıktı.

“S-Sen n-nasıl---?”

O bunu nasıl keşfetmişti? Açık verecek hiçbir hata yapma---

Buraya kadar düşününce, bir şey fark ettim.

Hata yapmıştım---az önce.

Daiya memnuniyetle güldü, muhtemelen yüzümü şaşkınlıktan buruşturduğumdan dolayıydı.

“Hahaha! Baştan beri biliyordum, ama sen bu oyunda gerçekten fazla önemsizsin, değil mi!”

Onun gülüşlerini dinlerken, dudaklarımı ısırdım.

Maria bana o kadar nazikce öğüt vermesine rağmen, hepsini boşa çıkartmıştım. Ben tamamıyla Daiya’nın köpeğidim.

“......Şanslısın, öyle değil mi Daiya.”

Daiya sadece şans eseri [Büyücü] demişti. İhtimal 1:6---hayır, kendi [Sınıf]’ını bildiği için 1:5’ti. O sadece kafasından [Büyücü]’yü atmıştı ve bu da bir şans eseri benim gerçek [Sınıf]’ımdı. ...Keşke başka bir [Sınıf] olsaydım, o zaman sadece [Büyücü] olmadığım gerçeği ortaya çıkardı…

“Şanslı mıyım? Sana özellike [Büyücü] olup olmadığını sormamın sebebini anlamadın mı?”

“...Ne demek istiyorsun?”

Daiya bir süre sessiz kaldı ve kafasını kaşıdı, ardından.

“Yani, şimdilik bu ‘kutu’nun ‘sahip’i benim olmadığımı varsayalım.”

“Sanmıyorum.”

“Kapa çeneni ve dinle. Eğer benim değilse, o zaman bu ayrıca bu «ölüm oyunu»’nu dilemediğim anlamına gelir. Ayrıca, senin, benim tanıdığımın, ölmesini de istemem.”

“...Evet.”

“O sebepten dolayı, senin [Sınıf]’ın [Büyücü] olup olmadığını sormak istedim.”

“.......O iki ifade biraz alakasız değil mi?”

Daiya bana son derece aşağılayıcı gözlerle baktı.

“[Büyücü]’nün hiçbir düşmanı olmadığı için en güvende olan kişinin kendin olduğunu düşündüğünü söyleme sakın? Eğer gerçekten öyle düşünüyorsan, senin şu kafanın içinde beyin değil, bok var.”

Doğru tahmin ettiği için sesim çıkmadı.

“Sana o kadar kibar anlatacağım ki maymun bile anlar! Öncelikle, hayatta kalması en zor olan kesinlikle [Büyücü]’dür.”

“...Neden? [Büyücü]’nün ölüm kalımı diğer [Sınıf]’ların kazanım koşullarıyla alakasız.”

“Sen bile [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu anlıyorsun, değil mi?”

Başımı salladım. Tek başına öldürme kabiliyeti olan [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu bahsetmeye gerek bile yoktu.

“[Devrimci]’nin en çok ortadan kaldırmak istediği kişi [Büyücü]’dür. Anlıyor musun? [Büyücü] dışında sadece [Şövalye] gerçekten öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Fakat, [Şövalye] ve [Devrimci]’nin kazanma koşulları oldukca benzer, o yüzden ikisinin birlik olması muhtemel. Eğer [Büyücü] ölürse, [Devrimci]’ye olan tehlike önemli ölçüde azalır.”

Masadaki taşınabilir cihazı aldım ve [Sınıf]’ların açıklamalarını tekrar okudum.

...Doğru. [Devrimci] ona doğrudan karşı gelen [Kral]’ı öldürse bile, [Prens] ve [Dublör] sadece onun yerini alırlar; Öyleyse durumu pek değişmez. Fakat, [Büyücü] ortadan kalkarsa, [Devrimci] anında üstün bir konum elde eder.

“Hey, ama bu… bunun anlamı [Büyücü] ölürse [Devrimci]’nin neredeyse kesinlikle kazanacağı olmaz mi…?”

“O kadar da basit değil. Öncelikle, bazıları diğerlerinin [Sınıf]’larını yanlış tahmin eder, ve kimse rahatlıkla [Devrimci] ile birlik olmaz. Ve ayrıca,---”

Daiya hintkeneviri torbacığımı karıştırdı ve o kaba bıçağı çıkarttı.

“Bu oyun içerisinde ne kadar üstün veya sakıncalı bir konumda olsan da, en kötü ihtimal bu var. Ha, [Asil Krallık]’tan her an sağ salim çıkabilirsin, sadece başkalarını doğrudan öldürmeye cesaretin olması gerekiyor!”

Nefesim kesildi.

...Şimdi ikna olmuştum. ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i çılgındı.

“...Kazu, şu kadarını söylememe izin ver.”

Dedi Daiya bıçağı saklayarak.

“‘Sahip’i ölümler başlamadan önce ikna edemezsin. Zararı en az bırakmak istiyorsan eğer, ‘sahip’i öldürmek zorundasın. O yüzden---”

Daiya bana baktı. Hiçbir sahtelik olmayan dürüst bir surat ile ilan etti:

“Ne kadar çabalarsan çabala, bu ‘kutu’ yüzünden en az bir kişinin öleceğine çoktan karar verildi.”

Başımı hafifçe yandan yana salladım ve mırıldadım,

“Bu doğru, değil---”

Daiya hiçbir şey demedi.

Doğrusu, ben bile uzun zaman önce fark etmiştim.

Bunun gerçek olduğunu. Çok uzun zaman önce.


▶İlk Gün <D> Büyük Oda[edit]

Büyük odaya vardığımda henüz kimse yoktu.

Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’yı düşündüm. Nihayetinde, ona [Büyücü] olduğumu belirtmiştim, ve onun ‘sahip’ olduğuna olan güvenimi bile kaybetmiştim.

Maria ile birlikte buna göre nasıl ilerlememiz gerektiğini düşünmeye ihtiyaç vardı. Esasında onunla en kısa zamanda görüşmek için acele ettim, ama---tam da böyle düşündüğümde, kapısından çıktı.

“Maria!”

Ona seslendiğimde bana ciddi bir surat ifadesiyle baktı ve önüme oturdu.

Benimle olan [Gizli Buluşma]’dan sonra, Daiya’nın Maria ile bir [Gizli Buluşma]’sı vardı. Onun surat ifadesine bakılınca, anlaşılan o da benim gibi sarsılmıştı galiba.

“...Daiya ile bir şey mi oldu?”

“......Muhtemelen seninle aynı şey. Daiya’yı esas olarak ‘sahip’ olarak düşünüyorum, ama şimdi başka birinin ‘sahip’ olabilme ihtimalini, hafif de olsa, göz önünde bulundurmaya başladım. O yüzden diğerlerine rahatlıkla ‘kutu’dan bahsetmek daha da az makul oldu.”

“Hiç zamanımızın olmamasına rağmen…”

“Evet, beni rahatsız eden şey tam da bu. Bu zamanı onların kişiliklerini algılamak amacıyla kendileri hakkında konuşmak için kullanmak isterdim, ama… ben kendim hakkında konuşamam. Ne de olsa ‘kutu’lardan bahsetmeden çevremden bahsedemem.”

Maria’nın çevresi he.

Ben bile hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Kendisinden hiç bahsetmiyor ve onun ‘Kusurlu Mutluluk’unu gördükten sonra ona sorabilmeye uzaktan yakından ihtimalim yoktu.

“Maria, söylesene bana---”

“Merhabalar!”

Kamiuchi büyük odaya girdi ve bize doğru elini kaldırdı. Hantal bir gülücük attım ve elimi ona geri salladım.

Sıradaki sözlerimi duymaması için Maria’nın kulağını elimle örttüm.

“Kazuki, fısıldamamalısın. Şu anki vaziyette onlardan sır sakladığımızı belirtmek onlarda güvensizlik duygusu uyandırır.”

“Ah, anladım…”

“Bununla kafanı çok yorma Maricchi. Sevgilisiniz ne de olsa, birkaç sırra sahip olmanız doğal, öyle değil mi?”

“Sen öyle diyor olabilirsin, ama bu diğerlerinin de aynı şekilde düşündüğünün anlamına gelmez.”

“Öyle mi diyorsun? Şimdi sözünü edince, onlar oldukca korkunç değiller mi? Özellikle Kaichou ve Oomine-senpai.”

“...Maria, sen acaba daha önceden Kamiuchi ile tanışıyor muydun?”

“Hayır, hiç de bile.”

“Hop, ‘hiç de bile’ biraz ağır değil mi? Bundan önce birkaç defa konuşmuşluğumuz yok mu?”

“Sen bana birkaç defa gelişigüzel konuştun evet, ama hiçbir zaman sohbetimiz olmadı.”

Kamiuchi şaşkın bir ifade ile omuzlarını silkti.

“Aşırı güzel bir kız ile konuşarak iyileşmek istiyordum sadece, o yüzden tetikte olmaya gerek yoktu ama… Seni Hoşino-senpai’dan çalmaya çalışıyorum gibi bir niyetim yok, gerçekten!”

“...Dinle, Kamiuchi. Sırf bilgin olsun diye söylüyorum, Maria ile birlikte değiliz yani.”

“Hayır, artık çekingenlik veya ağırbaşlılık ya da her neyse için artık çok geç.”

Beklenildiği gibi, bana inanmamıştı.

Biz bu konuşmayı yaparken, herkes büyük odada toplanmıştı. Kaichou’nun talimatları üzerine yerlerimize oturduk.

“Peki ala, biri [Asil Krallık]’tan kaçmak için bir yol düşündü mü?”

Bunu başta dedikten sonra, Kaichou kollarını kavuşturdu ve yüzünde bir gülümseme ile bir fikir bekledi.

Gözümün kenarından Daiya’ya baktım; Muhabbetimizi dinlemiyormuş gibi başka bir yöne doğru bakıyordu.

‘Kutu’ hakkında bilgisi olan üç kişi hiçbir şey demez ise, kimse bir şey söylemeyecekti. ---bundan emindim, ama beklenmedik biri çekinerek elini kaldırdı.

“Ah, Yuri, herhangi bir şey biliyor musun?”

“Ehm, kaçma yolu değil, ama kısıtlama yolu… eğer, sıkıntı olmazsa?”

“Ooo, güzel! Hiç çekinmeden söyle bize fikrini!”

Kaichou tarafından teşvik edildikten sonra, Yuri başını hafifçe salladı.

“Ehmmm… Sanırım hepimiz şüphenin durumumuzu daha da kötü kılacağını kabul ediyor. Böyle tahmin etmem yanlış değil sanırım?”

Başımızı salladığımızı onayladıktan sonra, Yuri devam etti.

“Kimin hangi [Sınıf]’a sahip olduğunu bilmiyoruz. Oyundaki düşmanlarımızın kim olduğunu bilmiyoruz. Endişeye yol açan şeyin bunun olduğuna inanıyorum. Kimse oyunun devam etmesine izin vermek istemiyor, siz de öyle düşünmüyor musunuz? Öyleyse, neden üçe kadar sayıp hepimizin [Sınıf]’larını ortaya atmıyoruz?”

Herkes onun ses tonunda bulunan korkaklığın tam zıttı olan bu cesur tekliften dolayı oldukça şaşkın kalmıştı.

Yuri bizim bu tepkimizi gördükten sonra biraz bocalandı, ama ağzını tekrar cesaret ile açtı.

“Eğer öyle yaparsak, kimse artık aceleci davranamaz. Bence herkese güvenebileceğiz. Hepimiz aynı anda söyleyeceğimiz için yalan söylemek de imkansız olacak. O yüzden iki kişi aynı [Sınıf]’ı söylerse, ikisinden birinin yalan söylediğini anlarız. Ne… düşünüyorsunuz?”

“Aah, Yuricim harikasın! Kesinlikle bu şekilde ilerlemeliyiz!”

Kamiuchi tarafından övüldükten sonra, Yuri utangaç bir şekilde gülümsedi ve kızardı.

“Dahası, bunu sadece altı kişinin hepsi de mevcut olduğunda yapabiliriz. Çünkü eğer sadece bir kişi bile kayıp ise yalan söylemek mümkün olur. ...ah, ‘kayıp’ kulağa biraz uğursuz geliyor, değil mi, özür dilerim.”

Evet, denemeye değer… diye düşünüyordum. Ama düşünmeden onaylayamazdım. Gözümden kaçırdığım bir şey olabilirdi.

Maria da aynı şekilde düşünüyor olmalıydı. Bir süre kolları kavuşmuş bir şekilde düşündükten sonra, ağzını açtı ve,

“Ben varım.”

Maria bile mi bir bityeniği bulamamıştı? Öyleyse sorun yoktu.

Hemen kabul etmek üzereydim ki---

“Hımf”

Daiya küçümseyici bir tavırla homurdandı.

Yuri onun bu tepkisini görünce rahatsızlık ve korku ile karışık bir ifade gösterdi.

“...hoşuna gitmedi mi Daiya?”

“Hiç hoşuma gitmedi.”

“Eğer yeterince kadar düşünmediysem beni lütfen bağışla… ama, sebebini sorabilir miyim?”

“Senin şu iyi kız rolü yapman hoşuma gitmiyor.”

Yuri bu beklenmedik sözlere karşılık gözlerini sonuna kadar açtı ve gerildi.

“O ekşimiş surat da neyin nesi? Kulakların sadece işine gelenleri duymak için mi ne? Az önce senden nefret ettiğim için emirlerine itaat etmeyeceğimi söyledim, seni orospu.”

Yuri'nin gözleri sulanmaya başladı.

“Oomine-senpai. Biraz aşırıya kaçmıyor musun? Lütfen Yurime özür dile.”

“Ha? Özür mi dilemeliyim? Diğerlerinin bana teşekkür etmesini beklerdim oysa! Millet, size onun bir korkak olduğunu ifşa ediyorum. Değil mi Yanagi?”

Yuri'nin omuzları seğirdi; çoktan ağlamak üzereydi.

“K-Korkak mı? Ben mi? Neden…?”

“Öyleyse sana sorayım: sen [Devrimci] veya [Büyücü]’den biri misin?”

Yuri bir anda sarardı.

“Hayır, değilsin, öyle değil mi?”

“...N-Nereden, biliyorsun---”

“Esasında biliyorsun. Bir kargaşanın çıkmasının tehlikesi her bir [Sınıf] arasında büyük değişiklikler gösterdiğini biliyorsun. Öyleyse, sen kıyasla tehlikede olan [Sınıf]’lardan biri değilsin. Senin oldukca güvende olan bir [Sınıf] olduğun kararına vardım. Nasıl?”

O zaten acınası gözüküyordu, ama suratı daha da sararmaya devam ediyordu.

“Senin gibi aşağılık bir kız durumu düzeltmekten ziyade kendi uğrun için böyle bir şey teklif ettin zaten değil mi?”

Bu kötü niyetliliği duyduktan sonra sonunda göz yaşlarını dökmeye başladı.

“Hop hop, ağladığında üçkağıtçılığını affedeceğimizi mi düşünüyorsun? Vay be, kızların göz yaşları gerçekten çok kullanışkı değil mi? Öylesine bir orospu olunca, çeşme gibi göz yaşı dökebiliyorsun zaten, öyle değil mi?”

“Acımasız… bu yaptığın çok acımasızca…”

“Sen sadece hızla tehlikeli [Sınıf]’ların kim olduğunu öğrenmek istedin - hayatta kalmak uğruna.”

“Hayır… bu… Ben sadece öldürmelerin başlamasını istemedim, o yüzden, üüüüü…”

Yuri sürekli akan göz yaşlarını durduramadı ve gözlerini yere doğru çevirdi.

...doğru, Yuri ürkek gözüküyordu, o yüzden [Devrimci] veya [Büyücü] olsaydı böyle tehlikeli bir teklifte bulunmazdı muhtemelen.

Ama yine de, durumu düzeltmek için o bütün gücüyle düşündükten sonra bu teklifte bulunmuştu. O yorumlar gerçekten de fazla acımasızdı. Anlaşılan Kamiuchi da benzer düşüncelere sahipti; Daiya’ya öyle bir güç ile bakıyordu ki ona hemen saldırması şaşırtıcı olmazdı.

“Sırf sen [Devrimci] olduğun için söylemek istemediğinden değil mi? Özür dilerim Senpai, ama eğer sen gerçekten de [Devrimci] isen, açıkcası istediğin gibi davranmana izin vermeyi düşünmüyorum yani.”

“Anladım, demek ben [Devrimci]’yim he. Sana sıradaki <E> kısmında [suikast] düzenleyeceğim öyleyse.”

Kamiuchi kendisinden daha kötü niyetli sözler eden Daiya tarafından gark olmuşa benziyordu, ve sadece sessiz kalabildi. Karşı gelme iradesini kaybetti ve sadece ağzını buruşturdu.

“Her şeyden önce, itiraz etmeye ihtiyacım olmaz zaten! Değil mi Kaichou?”

Yuri Kaichou’ya bakmak için yaşlı yüzünü kaldırdı. Kaichou eğri bir şekilde gülümsedi ve belirtti,

“...Yani, evet. Özür dilerim Yuri, ama kısacası bende buna karşıyım.”

“Ne…den…?”

“Elbette, senin bahsettiğin gibi kazanç var. Fakat, tehlikesi daha çok. Örneğin, şimdiye kadar hıyar gibi davranan Oomine'nin [Devrimci] olduğunu öğrensek sakin kalabilir miyiz? En kötü ihtimalde, şüphelerimiz daha da artmaz mı?”

“Yani…”

“Ayrıca o durumda Oomine'nin da harekete geçeceğinden eminim. Kendi gücünü vurgulayarak bizi kontrolü altına almaya çalışabilir… Aklıma gelen birkaç tane daha dezavantaj var. O yüzden, buna ahlak olarak karşıyım.”

“......anladım.”

Yuri teklifi arkadaşı tarafından bile reddedildiğinde hüzünlü oldu.

“Doğru, benim gibi bir aptal sessiz kalırsa iyi olur… herkesi üzdüğüm için özür dilerim.”

Onun gözünden bir göz yaşı daha aktı.

“Y-Yuri, lütfen öyle deme! Biliyor musun, bence harika bir fikir. Baksana; Maria bile bunu onaylamadı mı?”

“...Hoşino.”

Bunun oldukca hantal bir teşvik olduğunu kabul etmeliydim, ama Yuri yine de bana hafifçe gülümsedi.

“Şimdi durup düşününce, sen neden bu teklifi kabul ettin Otonaşi?”

Sordu Kaichou Maria’ya.

“Çünkü karşılıklı anlayışın her şeyden daha önemli olduğuna inanıyorum. Kendi [Sınıf]’larımızı birbirimize açıklayamadığımız sürece kimse kimse ile dürüst olmayacak, haksız mıyım? Bir kere ben bu boyutta bir şeyin birbirimize saldırmaya sebep olacağını düşünmüyorum. Bunun hakkındaki düşüncen ne?”

“Bunun sebebi sende korku duygusunun olmaması değil mi? Biliyor musun, hepimiz senin kadar güçlü değiliz. Açıkcası ben korkuyorum.”

“Hiç de öyle gözükmüyor.”

“Çünkü öyle gözükmemesini sağlıyorum. Çünkü herkes gösterdiğim herhangi bir zayıf noktamdan yararlanacaktır… ah, bunları ağzımdan kaçırıverirsem havalı davranmanın anlamı kalmaz, değil mi?”

Dedi sakince. ...evet, ben de onun korktuğunun bir yalan olduğuna inanıyordum.

“Birbirimizi anlamak için [Sınıf]’larımızı açığa vurmamız gerektiğini iddia etme konusunda haklısın. Ama durum şu anda fazla belirsiz olduğu için bunun fazla erken olduğu da belli.”

“Ama ilk ceset ortaya çıktığında artık çok geç olacak.”

“Doğru. Meseleyi bir an önce aydınlığa kavuşturmalıyız…”

Diye mırıldandı ve dudaklarını büktü. Kaichou’nun düşünürken yaptığı huy.

“Yani, en azından bugünlük bundan geri duralım. Ne de olsa ilk gün kimsenin ölmez diye düşünüyorum.”


Nihayetinde kimsede Yuri’den daha iyi bir teklif yoktu.

Tabi daha iyi karşılıklı anlayış için birbirimizle muhabbet etmeye devam ettik, ama durumu geliştirecek bir şey bulamadan zaman geçti.

«Zaman - gelDi! - EğEr - oDalarıNıza geri - dönMezseNiz - öleCeksiniz!»

Noitan’ın duyurusunu duyup saatime baktığımda saat tam «20:00»’dı. <D> kısmının sonu.

Daiya odasına hızla geri dönmüştü, ve Kaichou ve Kamiuchi kendi kapılarına geri dönme aşamalarındaydılar.

Peki o zaman, bende hızla geri dönsem iyi olurdu.

Kapıdan geçmek üzereyken, biri giysimin kolunu tuttu.

“Ne oldu, Maria?”

Geri döndüm.

Maria değil, ama orada duran ve gözleri sonuna kadar açık olan kişi Yuri'di. Bulunduğum hatayı fark ettim ve kızardım. Beni böyle görünce, o gözlerini kıstı ve hassas bir şekilde gülümsedi.

“E-Ehm… hayrola, Yuri?”

“Mm. Sana teşekkür etmek istedim.”

“...? Ne için teşekkür…?”

Başımı meraklar içerisinde yana doğru eğdiğimde Yuri daha da memnun gözüktü.

“Hemen anlamadın, bu da demek oluyor ki… benimle birlik kurmak için bana bilerek iyi davranmıyordun…”

“...He?”

“Ah, hayır, yok bir şey. ...gerçekten anlamıyor musun? Bak, ben ağladığımda beni teselli etmedin mi?”

“...He… o.”

“O yüzden tekrar, teşekkür ederim.”

Yuri derince başını eğdi, bunun üzerine de ben hızla,

“Y-Yapma… büyük bir şey yapmadım ne de olsa.”

“Ama biliyor musun, bana çok yardımı dokundu.”

“Ö-Öyleyse… ne güzel…”

Böyle resmi bir şekilde teşekkür edilmek oldukca utandırıcıydı.

Yuri her nedense kızarık suratıma gülümsüyordu.

“...Bu oyunda bile sana inanmanın sorun olmayacağı hissine kapılıyorum.”

“He?”

Biraz tereddüt ediyormuş gibi gözüktü, ama nihayetinde kendi hazırladı ve gözlerimin içine baktı.

“Eğer birbirimize güvenirsek, kimse kimseyi öldürmez. Ben buna inanıyorum. ...Hoşino. Çok saf davrandığımı düşünüyor musun?”

Onun ısrarcı bakışına cevap vermek için başımı güçlü bir şekilde iki yana salladım.

“Hiç de bile! Ben de buna inanıyorum.”

“Gerçekten mi?”

O farkında olmadan ve aşırı bir neşe ile sağ elimi iki eliyle tuttu, ya da en azından bana öyle gelmişti. Bu sıcak, yumuşak histen dolayı suratım daha da kızardı.

“Hepimiz el ele verip birbirimize güvensek böyle bir oyuna kesinlikle kaybetmeyeceğimizi düşünüyorum. O yüzden, ilk önce kendi aramızda ortak bir güvene sahip olalım.”

“T-Tamam…”

Onun kaygısız gülümsemesine doğrudan bakamadım ve içgüdüsel olarak yere doğru baktım.

Yuri, üst sınıf öğrencisi olmasına rağmen… ehm, çok tatlıydı.

“Kazuki.”

Biri bana seslendiğinde yukarı baktım. Maria bizi ifadesiz bir şekilde seyrediyordu. ...Bu suratı keyifsiz olduğunda yaptığını yakın geçmişte farkına varmıştım.

“Zaman tehlikeli olmaya başladı. Çabuk geri dön.”

“Ah, evet…”

Yuri ona baktığımda ne demek istediğimi anladı ve elimi bıraktı. İfadesi bana biraz yalnız gibi gelmişti.

“Yanagi, sen de zamanı düşünmelisin.”

“D-Doğru…”

Yuri hala Maria’dan korkuyordu.

“...Ehm, Yuri. Merak etme, Maria’ya güvenebilirsin!”

“Aa, peki. Eğer öyle diyorsan Hoşino…”

“Öyleyse, kendi odalarımıza geri dönmeliyiz.”

“Evet, haklısın. ...Ah, bir şey daha.”

Bu sözlerle birlikte, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.


“Yarın senin odana bir [Gizli Buluşma] için geleceğim.”

Bunu kulağıma fısıldadı. Nefesi kulağımı gıdıkladı.

Yuri küçük adımlarla hoplaya zıplaya gitti ve haylaz bir gülümseme ile kapısının ötesine kayboldu.

“...hımf.”

Maria huysuz bir şekilde homurdandı ve o da kendi kapısının ötesine kayboldu.

Büyük odada yalnız başıma kalmıştım, onun ismini hatırladım.


«Yuri Yanagi»

«Yanagi»


“......birbirlerini andırıyorlar, bence.”

Yüzleri benzemiyordu. Ama içimde bir his o sondaki gülümsemenin andırdığı kişi---oydu.

Bildiğim diğer «Yanagi»’yi andırıyordu.

Bir daha tekrar buluşmam olası olmayan o.


▶İlk Gün <E> [Kazuki Hoşino]’nin Odası[edit]

«[Yuri Yanagi] [Suikast] ile boğularak öldürüldü»

Bu harfler odamdaki ekranda yazılıydı.

Bu kelimeleri algılayamadığım için, hiçbir tepki gösteremedim. Bu iletiyi sadece tekrar tekrar okudum.

O ölmüş müydü?

Yuri… ölmüş müydü…?

“......Bu saçmalık da neyin nesi?”

Farkında olmadan bunu mırıldadım ve kendimi biraz gülmekten alıkoyamadım.

Yani, herkes dememiş miydi?

İlk günde kimsenin ölmeyeceğini. Sorun olmayacağını. Öyle demişlerdi.

Evet, kesinlikle demişlerdi! Birisi söylesin bana… öyle demişlerdi, değil mi!?

«Yah yah yah»

O anlaşılmaz kelimeler ekrandan kayboldu ve yerine yeşil bir ayı geldi.

«Ne kaDar - yaZık - Yuri - ölDü!»

“Yalan söyleme!!”

İçgüdüsel olarak Noitan’a bağırdım.

« - Yalan mı?»

Tam o anda---

Noitan’ın görüntüsü henüz görmediğim bir hal almıştı. Yırtılma noktasına kadar ağzını açmıştı.

«ÜHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAH - Yalan mı? - Keşke sadece bir yalan olsaydı, değil mi? - Ama biliyor musun? - O öldü! - Boğuldu, o yüzden gözleri patlak - yüzü morarak - altına sıçarak öldü! - Daha önceden o kadar tatlı olmasına rağmen, çirkiiiin bir surat ve berbat bir koku ile öldü!»

Onun tiksinç olduğunu hep düşünmüştüm.

Ama ona karşı ilk defa nefret duyuyordum.

Bu muhtemelen Noitan’ın gerçek doğasıydı---hayır, bu ‘kutu’nun gerçek doğasıydı. O çirkin, çaresiz, acınası ‘dilek’in gerçek doğasıydı.

«Yazık, öyle değil mi? - Onunla o kadar da samimileşiyordun - Her şey yolunda gitseydi onunla birlikte bataniyenin altına girebilirdin - Onun ölmesi gerçekten çok yazık, öyle değil mi!! - ÜHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAH»

Onun kahkahası yüzünden kulaklarımı kapadım.

Böyle bir ‘dilek’i kesinlikle kabul etmeyecektim. ‘Sahip’in durumu beni ilgilendirmiyordu. Bir boşluk olup olmaması umurumda değildi. Her ne sebebe sahip olsa da, bunu kesinlikle kabul etmeyecektim.

«ÜHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYAHYA»

Öyleyse, bu herif benim düşmanımdı.

“......bana kanıtı göster!”

«Hım?»

Noitan’ın ağzı normal haline geri döndü.

“Yuri'nin öldüğünün kanıtını göster bana! Eğer göstermezsen, inanmam.”

«KaNıt - he»

“Evet! Bu yalan ne de olsa, o yüzden sen---”

«Tamam!»

Noitan kayboldu. Aynı anda, kapı açıldı.

“...Ne…!”

Kapının ötesinde her zamanki karanlık vardı.

Karanlığın önünde durdum ve ağzımdaki tükürüğü yuttum. Şüphelenmeye başladım. Ya Noitan bana sadece gerçeği söylediyse ve beni orada bekleyen «kanıt»---

Yine de, kapıdan geçmem gerekiyordu---karanlıktan geçmem gerekiyordu.


Kapıdan zıpladım.


Ayna gibi ters çevrilmiş odanın ortasında olan --- oydu.

“Ah”

Yuri Yanagi’nin --- «XXXXXX»

“A.. Aah”

Bu kusursuz kanıttı.

Bu farkına varmamı sağladı. Gerçeği fark etmemi.

Ne olduğunu anlamama rağmen, bağdaştırmakta başarısızdım. Bunu o sevimli kızın görüntüsü ile bağdaştırmakta başarısızdım.

Bu kalıntıları onunla bağdaştıramamış olabilirdim, ama bu dehşet manzaranın kendisi kalbimi kırmıştı.

Çığlık atarken vücudum üzerindeki hakimiyetimi kaybettim ve yere yığıldım. Yere yığıldığımda, ben ve «XXXXX» arasındaki mesafe azaldı. Bir zamanlar onun güzel yüzü olması gereken şey şimdi---

“---ah, ghu”

Bana neredeyse şefkat duygusunu unutturacak kadar çirkin mor bir surat.

Evet, Noitan’ın açıklamasında hiçbir yalan veya abartı yoktu. O aynı Noitan’ın anlattığı haldeydi.

O zaman açık açık fark edebilmeyi başardım.

Yuri Yanagi ölmüştü.


«Yanagi»’yi tekrar kurtaramamıştım.


---Bu şekilde [Asil Krallık]

eğer el ele verirsek her şeyin yolunda gideceğini

iddia eden kızın ölümü ile başladı.

- [Yuri Yanagi], [Suikast] ile ölüm


▶İkinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Bir hintkeneviri torba yaygarıcı bir şekilde büyük odadaki masanın üzerine konulmuştu.

İçerikleri benim odamdaki ile neredeyse aynıydı. Tek fark dijital saat mavi değil, bejdi. Onun taşınabilir cihazı kullanılamaz olmuştu.

Ayrıca altı porsiyon katı yemek vardı. Başka bir deyişle, başka biri ölür ise, onların yemeklerini çalarak kendi zaman sınırını uzatabilirdin. Bu muhtemelen öldürmek için ayrıca bir teşvikten başka bir şey değildi.

Bundan iğrenmiştim.

Hepimiz sadece yerlerimizde sessizce oturup hintkeneviri torbasına bakıyorduk.

Yanımda, Daiya ağzının etrafındaki kanı siliyordu. <B> kısmı başladıktan kısa süre sonra Kamiuchi tarafından yumruk yemişti. Kamiuchi [Devrimci]’nin---Yuri'yi öldüren kişi--- Daiya’nın olduğuna kesinlikle inanmıştı.

“...en azından bıçağı kullanmadı.”

Kamiuchi'nin yarattığı, koparttığı kıyameti Maria ile birlikte durduran Kaichou bunu Daiya’ya fısıldayarak söyledi.

---Herhangi bir başkasının da öldürmeye başlaması tuhaf olmazdı.

“Millet, sakinleşip tekrar üzerinden geçelim. İlk önce bir onaylama: [Devrimci] Yuri’yi öldürdü.

Öylesine nazik bir kızı öldürdü. Dahası, suçlu aramızda. Bu konuda şüphe yok.”

İlk bakışta dünkü kadar sakin gözüküyordu, ama ifadesi nedense zoraki gözüküyordu ve soğukkanlılığını kaybetmişti.

Ve bakışı anormal derecede keskindi.

“Amacımız [Asil Krallık]’tan kaçmak. Ama şimdi ikinci bir amacımız var. Bu da [Devrimci]’yi bulup öldürmek. Sorun yok, değil mi?”

“Dur, Shindou. Sen kendi başına neye karar veriyorsun?”

“Otonaşi. Özür dilerim, ama bu konuda itirazları kabul etmiyorum. Sana sebebini açıklamalımıyım? İlk önce, eğer hiçbir şey yapmamaya devam edersek onun tarafından öldürüleceğiz. İkincisi, onun elebaşı veya ortağı olduğunu varsaymakta sakınca yok, ne de olsa şu an bulunduğumuz noktada bir cinayet işledi. Üçüncüsü, hakkettiğini alana kadar içim rahat etmeyecek.”

“Sen başkasını öldürerek hayatını mahvedeceğini söyledin. Yani, diğer bir deyişle, kendi hayatını mahvetmeye hazırsın, değil mi?”

Sordu Maria. Kaichou bir anlığına söyleyecek söz bulamadı. Ama yine de akıcı bir şekilde cevap verdi,

“Bilmiyorum. Ama Yuri’yi öylesine dehşet bir şekilde öldürdüğü için onu affedemem.”

“......Anladım.”

O, muhtemelen onu orada o anda ikna etmenin imkansız ve tuhaf olacağını yargılamıştı. Maria ağzını kapattı.

“Amaçlarımız belirlendi. Yoksa başka biri bir şey eklemek istiyor muydu?”

Kaichou sessiz sessiz oturan bizlere baktı.

“Hiçbir şey mi? Peki, o zaman kendi fikrimi---”

Sözünü kesti ve gözlerini sonuna kadar açtı, anlaşılan şaşırmıştı.

Şimdiye kadar muhabbetimize katılmayan Daiya elini kaldırmıştı.

“Bir şey söylemek mi istiyorsun?”

“Evet. ...yani, şüphelinin sözlerine ilgi duymuyorsan sessiz kalacağım.”

“Öyle bir şey demeyeceğim. ...Ama bu nasıl bir değişiklik böyle? Şimdiye kadar sessiz değil miydin sen?”

“Gidişata göre sırada ölecek kişi şüphesiz ben olduğuma göre sessiz kalabilmemin imkanı yok.”

“Yani, bu hiç de şaşırtıcı değil, öyle değil mi?”

Kamiuchi bu söz alış verişine dudaklarını büktü.

“Keyifin bilir. Ama biliyor musun, ne söylersen söyle, kararımı değiştirmeyeceğim, o yüzden söylediğin her kelime benim için sadece ses olacak.”

“Umurumda değil.”

Daiya bunu söyledi ve gözlerini Kaichou’ya çevirdi.

“Bir soru: [Devrimci] neden Yuri Yanagi’yi seçti?”

“Esasında ben de onu merak ediyordum.”

Kamiuchi bunu kaşları çatık bir şekilde söyleyen Kaichou’yu tersledi.

“Senpailar siz ne diyorsunuz? Hepsi aynı yere varmıyor mu? Belirli birinin [Devrimci], ve ölmeyi hakkeden bir şerefsiz olduğunundan daha fazlasını bilmemiz gerekiyor mu?”

“...Kamiuchi, eğer sen [Devrimci] olsaydın ve birini öldürmek zorunda olsan ilk önce Yanagi’yi mi öldürürdün?”

“Senin gibi bir pislik kendini benimle konuşmaktan geri tutabilir mi? Burada uslu uslu oturmamın tek sebebi zaten yakında [Büyü] tarafından öldürüleceğinden dolayı!”

“Ha… demek laftan bile anlamıyorsun he.”

Daiya abartılı bir şekilde omuzlarını silkti.

“Ne düşünüyorsun Kaichou? Sen ilk önce Yanagi’yi mi öldürmek isterdin?”

“...Hayatta kalmak istesem hayır. Açıkcası, ilk önce ortadan kaldırmak isteyeceğim kişi sen olurdun Oomine. Benim veya Otonaşi'nin hedeflenmesinin mümkün olabileceğini düşünmeme rağmen, kimsenin Yuri’yi hemen öldürmek isteyeceğini düşünmüyorum.”

“Değil mi? Ya da belki de [Devrimci] Yanagi’nin [Büyücü] olduğunu öğrendi ve… gerçi, bu imkansız çünkü dün onun olmadığını ortaya çıkarmıştım.”

Kaichou biraz sinirli bir şekilde sordu,

“Tamam, ne demek istediğini anladım. Ne olmuş yani?”

“Kısacası, [Devrimci]’nin amacı bu durumu tahrik etmekti.”

Onun ne demek istediğini anlamamıştım. Ama diğerleri anında anlamıştı. Bir anda oda sessizliğe bürünmüştü.

“...Haha”

Bu sessizliği bölen şey Kamiuchi'nin alaylı gülüşüydü.

“Özür dilerim ama ne bahsettiğine dair en ufak fikrim yok. Neden böyle dolaylı bir yoldan ilerlemeye gerek duysun ki? Eğer seni öldürmek isteseydi, sana sadece [Suikast] düzenlemesi yeterli olurdu, değil mi? Ama [Devrimci] bunu yapmadı, öyleyse bu senin [Devrimci] olduğunun kanıtı değil mi?”

“Eğer ben ölürsem [Devrimci] olarak zan altında bulunacak kişi o olacağını anlamıyor musun?”

Kamiuchi gözlerini sonuna kadar açtı ve söyleyecek söz bulamadı. Onun yerine Kaichou ağzını açtı.

[Devrimci] olarak gözükerek, sen onun günah keçisi olarak hareket ediyorsun---söylemek istediğin şey buydu, değil mi Oomine? Ama bunun kendi kıçını kurtarmak için uydurduğun bir yalan olmadığını ispat edebilir misin?”

“Eğer ben [Devrimci] olsaydım, Yanagi’yi ilk önce öldürmek için hiçbir sebebim olmazdı.”

“Bu hepimiz için aynı şekilde geçerli değil mi?”

“İlle de öyle değil.”

Daiya cebinden taşınabilir cihazını çıkarttı ve bir sesi tekrar çaldırdı.

«---Öyleyse, niye üçe kadar sayıp [Sınıf]’larımızı ortaya atmıyoruz?»

“Yanagi [Sınıf]’ları açığa vurmak istiyordu. Belki de o herkesten çok güvensizliği engellemek istiyordu. Eğer öyleyse, güvendiği birine [Sınıf]’ını çoktan belirlemiş olmasının ihtimali oldukça yüksek.

Kaichou da Kamiuchi da sessiz kaldı.

“Ee? Acaba dün Yuri Yanagi ile [Gizli Buluşma]’sı olan iki kişi ne diyecek?

Birden Yuri'nin benimle bir [Gizli Buluşma] yapmayı planladığını hatırladım.

Eğer bugün gerçekten bu [Gizli Buluşma]’mız olsaydı, o muhtemelen bana [Sınıf]’ını söylerdi.

Ama---Doğru ya.

Tabi ki de daha yeni tanıştığı benden çok Kaichou’ya güveniyordu. Öyleyse Kaichou’ya söylemeden önce bana [Sınıf]’ını niye söylesin ki?

“...ama Yuri’nin [Sınıf]’ını öğrensem bile, bu bende nasıl onu hemen öldürme isteği uyandırabilir ki?”

“Ah, bilge Bayan Öğrenci Konsey Başkanı bu noktaya kadar çözemedi mi? ...hühühü, sana söyleyim o zaman! Sebebi… Yanagi’nin [Sınıf]’ını çalmak.”

...[Asil Krallık]’on açıklamasında öyle bir kural yoktu.

Algılayamayınca, Daiya’yı dikkatle dinledim.

“Başkalarının benim [Devrimci] olduğumu inandırmak istiyor. Tabi kendisi gerçek [Devrimci] olunca başka bir [Sınıf] olduğunun numarası yapması gerekiyor. Ama sadece Yanagi’nin [Sınıf]’ı olduğunu iddia ederse, diğer oyuncuların onun yalan söylediğini anlaması olası değil. Ölüler sır vermez ne de olsa. Eğer şimdi kendi [Sınıf]’larımızı ortaya atsak bile, onun tek yapması gerekn şey Yanagi’nin [Sınıf]’ını kullanmak.”

Herkes sessiz kaldı ve Daiya’nın devam etmesini bekledi.

Ama ben hala anlamamıştım. Bu onu ilk öldürmek için yeterli sebep miydi?

“Sizler için olacakları anlatayım mı? Öncelikle, Yanagi’nin [Sınıf]’ını kullanabildiğinin olgusundan yararlanarak [Sınıf]’ların ortaya atılmasını önerir. [Devrimci]’nin kazanma koşulları [Kral], [Prens] ve [Dublör]’ü öldürmek. ...hım, Yanagi muhtemelen ya [Prens] ya da [Dublör]’dü.”

“...nasıl bu kadar sınırlandırabiliyorsun?”

Sordu Kamiuchi hırçın bir ifadeyle.

“Eğer [Kral] ölürse, [Dublör] bunun farkına varır çünkü [Cinayet] kullanılabilir olur. O yüzden, [Dublör]’ün önünde [Kral] numarası yapamaz.”

“Ama yine de [Şövalye] var!”

“Eğer o [Şövalye] olsaydı, Yanagi’yi öldürmektense kullanmak daha faydalı olurdu. Ve neden [Devrimci] veya [Büyücü] olduğunu söylememe gerek bile yok sanırım?”

“......”

“[Devrimci] Yanagi’yi öldürdüğü için kazanmak için sadece iki tane daha kişiyi öldürmeye ihtiyacı var. Herkes benim [Devrimci] olduğumu inandığı süre boyunca diğerleri tarafından hedeflenmesi olası değil. Eğer başkalarının [Sınıf]’larını öğrenmekte başarılı olursa, kimi öldürmesi gerektiğini bilmiş olur. Detaylarına girebilirim ama… bu yorucu olur o yüzden girmeyeceğim.”

Daiya hafif bir gülümseme ile devam etti,

“Ama eğer beni [Devrimci] olarak gösterebilirse bu onun için büyük bir avantaj olduğunun farkındasınız değil mi? Böyle devam ederse kazanması neredeyse kesin.”

Bunu dedikten sonra, Daiya---

---İroha Shindou’ya kaşlarını çattı.

“Öncesine kadar kendi içinde mutluluktan havalara uçtuğundan eminim. Ona göre başkaları onu sadece engelleyen beyinsiz, beş para etmez insanlardır. Eğer o beş para etmez insanları öldürerek hayatta kalabiliyor ise bunu mutluluk ile yapar. ...öf, ne kadar da münasebetsiz.

Alay edip ilan etti,

Beni kendisine düşman edecek kadar da aptalken.

“......”

Aklıma belirli bir şey geldi.

Sırf Yuri’nin ölümünden hala şok içerisinde olduğum için konuşmada yer almadığım için fark ettim.

---Burada neler oluyordu?

Birbirlerine hırlamak, nefret etmek, kuşku duymak - bu durum da neyin nesiydi? Bu [Asil Krallık]’ın başlangıcı olduğunu varsaydığımız durumun ta kendisi değil miydi?

Bu iyi değildi. Bu hiç de iyi değildi! Yani, bunun anlamı her şeyin tam da planlandığı gibi ilerlediği anlamına geliyordu. --- Tam da ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i planladığı gibiydi!

Eğer böyle devam ederse, birbirimizi öldürecektik ve hayatlarımız sona erecekti.

O en kötü ihtimal engellenmeliydi. O amaç uğruna, kesinlikle ‘sahip’in kim olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Birlik olmamız gerekiyordu. ...ama buna rağmen---

“Kes artık Oomine.”

Kaichou’nun sesi artık tamamen farklı gelmişti.

Kaichou’nun yüzünü bastırılamayan öfke ve nefret çarpıtmıştı.

“Kendinden tamamen emin bir şekilde böyle zırvalıklardan konuşabilmene hayran kaldım. İnsanları istediğin kadar küçümse, ama böyle bir tavır sergileyecek özgüveni nereden bulduğuna dair hiçbir fikrim yok. Söz konusu okuldaki notlar söz konusu ise Otonaşi’ninkiler daha iyi. Fiziksel güç ise Kamiuchi- kun daha iyi. Güvenilebilirlik ise Hoşino daha iyi. Eğer cazibe ise Yuri daha iyi. Söylesene, birimize kaybetmediğin herhangi bir alan var mı? Kılı kırk ayırmak dışında tabi ki de.”

Neredeyse Daiya gibi aşağılayıcı bir gülücük attı.

“Senin gerçeği kabul edemeyen ve öfkesini başkalarından çıkaran pisliklerden bir farkın yok. Hayır… sen bilfiil cinayet işledin, o yüzden onlardan daha da aşağılıksın.”

Daiya sadece Kaichou’nunkine benzer bir gülümseme ile tepki verdi. Kaichou nefretini gizlemeye bile çalışmıyordu artık.

“Zeki gözüktüğünde başkalarının senden kaçındığı saf bir dünyada yaşamıyoruz… acınası bir yanlış anlaşılmadan dolayı ‘gençlikten kaynaklanan düşüncesizlik’ ile kurtulamayacağın bir hata yaptın. Sen Yuri’yi öldürdün. ...henüz fark etmedin mi? Bu senin için yolun sonu! Senin gibi beceriksiz, güçsüz, beş parasız bir herif böcek gibi kolaylıkla ezilecektir.”

O uygun olmayan hafif bir ses ile devam etti.

“Biliyor musun, ben seni zaten düşmanım olarak görüyorum. Seni ezmek için elimden geleni yapacağım! Hey, diyorum ki---seni öldüreceğim, anlıyor musun?”

“Ne olmuş yani?”

“......doğru, sana bir el atalım. Öncelikle, kuruntularının tam da bu, kuruntu, olduğunu açığa vuracağım! Yuri’nin ya [Dublör] ya da [Prens] olduğunu iddia ettin. Ama bu yanlış. Belli olan bir şeyi gözünden kaçırdın. [Kral] [Dublör]’ün öldüğünü anlar çünkü o zaman [İkame]’yi kullanamaz. Ohaa, nasıl bir acemi hatasıdır bu! Bunun anlamı da eğer [Devrimci] [Sınıf]’ını uydurmak isterse Yuri’nin olabileceği tek [Sınıf] [Prens] olur.”

Bunu duyduktan sonra Maria’ya baktım. [Prens] olan Maria, ikisinin arasındaki tartışmayı sadece sessizce izliyordu.

“İtiraf edeceğim! Yuri’nin [Sınıf]’ını biliyordum. Ne kadar güzel, öyle değil mi Oomine? En azından senin bu hipotezin doğruydu. Ama dinle bak, [Prens] değildi. Bu da demek olur ki [Prens] şu an aramızda. Hey, [Prens] Hazretleri, bunların sadece Oomine'nin kuruntuları olduğunu biliyorsun, değil mi?”

Anlaşılan itiraz etmekten aciz bir vaziyette olan Daiya sadece sessiz kaldı.

“Ayrıca, sen [Kral] veya [Dublör] olsaydın eğer, bunu elbet fark etmiş olurdun, öyleyse o iki [Sınıf]’tan biri olamazsın. Peki ala, şimdi hangi [Sınıf]’lar kaldı?”

Kalan [Sınıf]’lar [Şövalye] ve [Devrimci]’ydi. Daiya’nın [Sınıf]’ı Kaichou tarafından bu kadar sınırlandırılmıştı.

Fakat şimdiye kadar sessiz kalan Daiya onunla şimdi dalga geçmeye başladı.

“Sırf beni kötü adam yapmak uğruna bu kadar ileri mi gidiyorsun? Amma çaresizsin.”

“Ne?”

“Sırf hipotezimde bir boşluk bulduğun için bu kadar böbürlenebilmene hayran kaldım. Ben gerçek [Devrimci] değilim, o yüzden sadece varsayımlarda bulunabilmem mantıklı değil mi. Saçmalıklarınla yaptığın tek şey tehlikeli doğanı ispatlamaktı. İstediğin kadar yeni hipotezler oluşturabilirim! O zaman da dilediğince itiraz etmekten haz alabilirsin, boşu boşuna.”

“Bu çaresiz blöfleri bırak artık! Yoksa yetersizliğinle fazla ileri gittiğin için yavaş yavaş kızmaya başlarım.”

Gözlerimin önünde bu kılıç dövüş gibi konuşmayı görünce, düşündüğüm şey:

---artık gerçekten çok geçti.

[Asil Krallık] ilk ceset ortaya çıktığı an, Yuri öldüğü an durdurulamaz olmuştu.

Ama… ben bunu kabul edemiyordum.

Yuri eğer birbirimize güvenirsek iyi olacağımızı söylemişti. Ve şimdi de birbirimize güvenememizin sebebi onun cesetiydi. Böyle berbat bir sonucu kabul edemiyordum.

Düşüncesi o kadar üzücüydü ki gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kaichou bunu fark etti ve bana doğru gözlerini sonuna kadar açarak baktı. Umutsuzca göz yaşlarımı bastırmaya çalışırken, boynumun etrafını narin bir kol kapladı.

Yanakalarıma uzun saç yapıştı ve göz yaşlarımı durdurdu.

“......Sorun yok Kazuki.”

Ama zaten biliyordum. Maria’nın bu sözlerinin esası olmadığının.

“Hoşino.”

Kaichou adımı söyledi.

“Senin bu nazik doğanı seviyorum.”

Kaichou bir çocuğu rahatlatmaya çalışıyormuş gibi hafif bir ses tonuyla devam etti,

“Ama nazikliğinin beni engellemesine izin vermeyeceğim, anladın mı?”

Bu sözler artık barışın olmayacağını anlamam için yetti de arttı.


▶İkinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]’nun Odası[edit]

«[Cinayet] için henüz herhangi bir hedef seçilmedi.»

Sırf bununla içimin rahat ettiği zamanlar artık geçmişti.

Kimin [Cinayet] kullanabildiğini bilmiyordum. Ama bu kişi elbet birini seçecekti.

Beni o oyuncuyu öldürmeye teşvik edecekti.

«Bak bak bak - neRedeySe - [Gizli Buluşma] - zamaNı geldi! - LütFen - [Gizli Buluşma] - yapMak isteDiğin - oyuncuyu sEç»

Hemen ekranda «Maria Otonaşi»’nin yazıldığı yere dokundum.

«Lütfen - herKes eŞini - seÇene kadaR - bekLe»

Geçen seferkinden daha uzun olduğu belli olan bir süreden sonra, [Gizli Buluşma] çiftleri görüntülendi.

...Belki biri düzeni ayarlamak için bilerek daha sonra seçmişti.

[İroha Shindou] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10
[Yuri Yanagi] Ölü
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 16:20~16:50
[Kazuki Hoşino] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Daiya Oomine] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [İroha Shindou] 16:20~16:50


“......”

Demek bu sefer Daiya ve Kaichou beni seçmişti. Daiya bir kenara, Kaichou beni neden seçmişti ki?

Daiya aynı zamanda hem [Devrimci] hem de ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘Sahip’i sanırım. Ne de olsa, bu kadar elverişli bir şekilde başka bir ‘sahip’in olduğuna inanamazdım.

...Ama Daiya ne [Devrimci] ne de ‘sahip’ ise, o zaman neredeyse kesin Kaichou olurdu.

O iki şüpheli bana ziyaret edeceklerdi.

Onların büyük odadaki tartışmasını hatırladım ve ürktüm. Onlara karşı inat etmek benim için tamamıyla imkansızdı.

Başımı ellerimin arasına alarak Maria ile buluşma vaktini bekledim.


▶İkinci Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]’nin Odası[edit]

Maria yatağın üzerinde oturuyordu, kollarını kavuşturmuş ve yüzünü asmıştı.

Onun yanına oturur oturmaz, hemen konuşmaya başladı.

“Kazuki, Yanagi’den sonra başka bir kayıba izin vermememiz gerekiyor. Bunun farkındasın, değil mi?”

“Evet.”

“Fakat bu son derece zor oldu. Hiçbir şey yapmazsak, [Devrimci] elbet bir başkasını daha öldürecektir. ...Bir şekilde bu döngüyü aşmamız gerekiyor.”

“Ne yapmalıyız…?”

Bunu sorduğumda, Maria dişlerini bir kere sıktı ve ilan etti,

“Shindou’ya ‘Asılsızlık Oyunu’ hakkındaki her şeyi söyleyeceğiz.”

“He…?”

Kaichou da ‘sahip’ olamaz mıydı?

“Endişeni anlıyorum. Ama artık her riskten kaçınamayız. ...bu muhtemelen senin tehlikeli bir konumda bulunmana sebep olacaktır, ama lütfen beni bağışla.”

“......acaba onlara ‘kutu’ hakkında bilgi vermemenin sebebi ben olabilir miyim?”

“Başka ne sebep olabilirdi ki?”

Maria merak içerisinde bir kaşını kaldırdı.

...Onun bu düşünce tarzı ile ilgili tereddütlerim vardı… ama bunu söylemenin zamanı olmadığı için, sordum:

“Ehm… Kaichou’ya ‘kutu’ hakkında bilgi vereceğiz, öyleyse bu Daiya’nın ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i olduğu varsayımı üzerinden hareket ettiğimiz anlamına gelir, değil mi?”

“Yani, evet.”

“Bu örnekte Kaichou’nun ‘kutu’ hakkındaki hikayeyi inandığını farzedeceğim, tamam mı? Eğer öyleyse, sanırım şu anki Kaichou… Daiya’yı muhtemelen öldürürdü…?”

Maria yüzünü ekşitti.

“......Evet, muhtemelen haklısın. Ama Shindou ve Kamiuchi’ye [Asil Krallık]’tan kurtulmak için kazanmak dışında bir seçenek olduğunu göstermek kesinlikle gerekli. Onları Oomine’yi öldürmekten alıkoymak için onlara niyetimi açıkça iletmem gerekecek. ...bu gerçekten de zor olacak.”

“...Aa, ama eğer Daiya ‘sahip’ ise, Kaichou [Devrimci] olamaz ki, ve Daiya’ya karşı [Cinayet] kullanarak hiçbir şey yapamaz. [Büycü] olarak bir ret hakkım var ne de olsa. Düğmeye basmadığım sürece hiçbir sorun yok.”

“Eğer Oomine ‘sahip’ ise Shindou neden [Devrimci] olamaz?”

“He…? Hayır, yani, eğer [Asil Krallık]’ı başlatmak gibi bir isteği yoksa, Yuri'yi öldürme sebebi ne olur ki…?”

Maria bu mantıklı muhakemeye başını sallamadı.

“Oomine Yanagi’yi öldürmek için bir sebep olmadığı hakkında bir şey demişti… ama bu şekilde düşünemez misin: oyunda önayak olmak [Devrimci] için önemli değil. O sadece Yanagi’den hep nefret etmişti; onu öldürecek kadar. O yüzden, cinayetin haklı olduğu bu durumdan faydalandı, ve ani bir istek ile yerine getirdi.

“He…?”

İlk başta bu onun şakaya benzemeyen şakalarından biri olduğunu düşünmüştüm, ama ne kadar baksam da, ciddi suratı değişmedi.

“......Yok artık. Yani, Yuri'den bahsediyoruz. Kimsenin ona karşı öyle bir kini olabilmesinin imkanı yok.”

“Yanagi cazibeli. Başkaların duygularını sarsan cazibe bazen de olumsuz duygular uyandırabilir. Örneğin, erkeklerle çok popüler olduğundan dolayı ondan kıskanan kızlar olduğuna eminim. Ayrıca, reddedildiğinde sevgisi kine dönüşen erkeklerin de olduğuna eminim.”

“...bu…”

“...Gerçi, bu sadece bir ihtimalden başka bir şey değil. Shindou’nun Yanagi’ye olan tavrında garip herhangi bir şey hissettiğimden filan değil. Her şeyden önce, Shindou’nun kendisi de yetenek ile kutsanmış biri. Onun Yanagi’den kıskanacağını düşünmüyorum. Sadece bir şeye önceden gelişigüzel bir şekilde karar vermenin tehlikeli olduğunu söylemek istedim.”

O haklıydı. Ben sadece: «[Devrimci] = ‘sahip’» şeklinde düşünüyordum. Diğer durumu düşünmeseydim, muhtemelen bir yerde hata yapardım.

Ne yapacağımı merak içinde düşündüm. Vakit darlığına rağmen soru miktarı artıyordu. Yapabileceğimize inanmam gerekiyordu. Ama durum --- ümitsizdi.

“......Kazuki.”

Kederli başımın üzerine hoş bir ağırlık konulmuştu. Maria saçımı okşadı.

“Shindou’yu bilemem, ama ben kıskandım!”

“He…?”

İçgüdüsel olarak başımı kaldırdım ve Maria’ya baktım.

Maria saçımı okşarken ifadesizce konuşmaya devam etti,

“Bana «Otonaşi» demekten vazgeçmen uzun süre almıştı, ama her nedense kaşla göz arasında Yanagi’ye ilk ismiyle «Yuri» diye hitap ettin. Yanagi de aşırı samimiydi, elini tuttu, ve kulağına bile fısıldadı! Bunun üstüne, bir [Gizli Buluşma] bile mi ayarladınız? Üf, bu sinir bozucu!”

“......?”

“Bu şaşkın ifade ile ne söylemek istiyorsun?”

“Bu kıskançlık ile nasıl alakalı…?”

Eli anında hareketini kesti.

“...bunu cidden soruyor musun?”

“E-Ehm…”

“O zaman sana kibarca açıklayım. Az önce Yanagi’nin senin lehine olmasının düşüncesini incitici bulduğumu söyledim.”

Bu sözlerle birlikte, Maria ellerini benimkilerinin üzerine koydu. Ardından yüzünü benimkine yakınlaştırdı. Buna şimdiye kadar alışmam gerekirdi, ama yüzü hala inanılmaz derecede güzeldi, o yüzden de suratım anında kızardı.

“Ehm… s-suratın, fazla yakın…?”

“Onunla olan olası [Gizli Buluşma]’n neden beni sinir ettiğini anlıyor musun…? İkiniz, bir kız ve erkek, ayrı bir odada baş başa… anlıyor musun?”

Maria’nın fısıltısdan gelen hafif üfürük kulağımı hafifçe sürtündü. Ardından, Maria kulağımın içine işaret parmağını soktu.

“Hiya!”

Ağzımdan kaçan küçük çığlığı duyunca Maria’nın büyüleyici yüz ifadesi hemen kayboldu ve ardından memnun kahkahalara boğuldu. Ben tamamı ile affallamışken, o biraz geri gitti ve bana sırıtmaya devam etti.

“Kendinden daha küçük bir kız tarafından kolaylıkla oynanıyorsun Kazuki.”

Bu sözlerle birlikte sonunda bana sataştığını anladım.

Üff… her şeyden evvel Maria’nın benden küçük olduğunu henüz kabul etmemiştim…

“Of, neden böyle bir şakacık yüzünden bu kadar kızışıyorsun ki?”

…...Şaka - nereden…?

Moralim tamamen bozuk olduğunda ve sessizliğe büründüğümde, Maria sırıtmaktan vazgeçti ve,

“Merak etme Kazuki.”

Ve herkesten daha hassas bir şekilde gülümsedi.

“Ben seni koruyacağım!”


▶İkinci Gün <C> [İroha Shindou] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

“Ne...den…?”

Maria’nın odasından döner dönmez farkında olmadan bu ağzımdan kaçmıştı.

Donakalmış vaziyette ekrana baktım.

«[Cinayet] için bir hedef seçildi»

Sorun bu değildi. [Cinayet]’i kullanabilen kişinin bu komutayı kullanacağını zaten farzetmiştim. Ama hedeflenen kişi farzettiğim kişiden başka birisiydi.

«[İroha Shindou]’yu [Büyü] ile yakarak öldürecek misin?»

Bu iletinin altında Kaichou’nun resmi, ve gözleri üzerinde de «ÖLDÜR?» kelimesi yazılıydı. Bu resme dokunursam, Kaichou yanarak ölecekti.

[Cinayet]’in hedefi neden Daiya değil de Kaichou’ydu…?

Çıldırmak üzere olan düşüncelerimi çaresizce düzene sokmaya çalıştım. Sadece [Kral] ve [Dublör] [Cinayet] için bir hedef seçebilirdi. Maria da ben de o iki [Sınıf]’tan biri değildik. Ayrıca, Kaichou’nun kendisine [Cinayet] uygulamasının imkanı yoktu. Bunun da anlamı seçimi yapan kişi ya Daiya ya da Kamiuchi'di.

...Ama Kamiuchi Daiya’nın [Devrimci] olduğuna dair tamamen emindi. O halde Kaichou’yu seçeceğini düşünmüyorum.

Öyleyse Daiya mıydı…? Hayır, Kaichou onun ne [Kral] ne de [Dublör] olduğunu iddia etmemiş miydi?

Dur bir dakika!

Öyleyse [Devrimci] kimdi tanrı aşkına…?


“Hey, ben geldim.”


“Hİİ!”

Sırf bununla neredeyse zıplamıştım.

“Hım? Birazcık abartmıyor musun? Benim geleceğimi biliyordun ne de olsa.”

Kaichou kapının önünde durdu ve şaşkın bir ifade ile elini kaldırdı.

“Ö-Özür dilerim Kaichou.”

“...Seni zorlamayacağım, ama artık şu ‘Kaichou’ olayından vazgeçsen? Altındaki insan görmezden gelindiği hissi verdiği için pek hoşuma gitmiyor.”

“...öyleyse, Shindou…?”

“‘İroha’ güzel olur.”

“......İroha hanım.”

“‘Hanım’ ekine gerek yoktu ama… neyse artık… şuraya oturacağım!”

Beni zorlamayacağını söylerken, Kaichou---hayır, İroha zorla bana fikrini kabul ettirdi ve önceki gün Daiya’nın yaptığı gibi masanın üzerine oturdu.

“Ehm… beni neden seçtin İroha?”

Kaichou bu soruya yüzünde bir gülümseme ile cevapladı,

“Canımı bağışlaman için yalvarmak uğruna.”

“.........he?”

“Anlamıyor musun? Daiya’yı bugünkü <C> bölümü içerisinde öldürmezsem, neredeyse kesin [Suikast] edileceğim. Başka bir hitapla, hayatım senin elinde Kazuki. Kiyaa~ lütfen kurtar beni~, Kazuki- KUN!”

“...Bunu neden bana söylüyorsun…?”

“Sen [Büyücü] değil misin?”

Bana saldırmak üzere olan rahatsızlığı çaresizce bastırmaya çalıştım. Bu Daiya’nın bana yaptığı numarasının aynısıydı. Aynı hatayı art arda yapmak fazla acınası olurdu.

“Ah, kanmadın mı? Şaşırtıcı derecede dikkatlisin sen, öyle değil mi? Her neyse, eğer Daiya Oomine bugün [Cinayet] kurbanı olmazsa, öleceğim. Amantanrım!!!”

“...ehm, sen [Cinayet] kullanabilecek konumda değil misin?”

“Değilim!”

İroha belirgin bir şekilde reddetti.

“O zaman [Büyücü] olsam bile seni tek başıma kurtaramazdım! Ne de olsa ben [Cinayet] hedefini seçemezdim.”

“Seçemez misin? Büyük odadaki o konuşmadan sonra Kamiuchi'nin veya Otonaşi'nin Daiya Oomine’ye [Cinayet] kullanmayacaklarını mı düşünüyorsun? O adam oracıkta kendi kuyusunu kazdı, öyle değil mi?

Öyleyse eğer bir tek sen bir şey yaparsan işler yolunda gitmez mi?”

En azından Maria asla «öldürme hedefi» seçmezdi ve, hatta, İroha'nın kendisi seçili olan hedefti.

Ama ona bunu söyleyemeyeceğim için, sessiz kaldım.

“Seni [Gizli Buluşma] eşim olarak seçtim çünkü Oomine'yi özgür bırakma ihtimalinin en yüksek olduğu gibi gözüken kişi sensin! Yani, Oomine ile aslen samimi olduğunuzu anlıyorum ve bak, sen naziksin ne de olsa.”

O sözlerde sadece iğneleme duyabiliyordum.

“Bak, onu özgür bırakırsan ben rahatsız olurum. O yüzden, seni dürtmek için geldim.”

Daiya’yı öldürmek uğruna bir dürtü---he.

“.........Ama daha önceden öldürmenin hayatını mahvedeceğini söylememiş miydin?”

“Evet, aynen öyle! Bu şekilde cinayeti teşvik ederek, hayatımı kesin mahvedeceğim. Doğrusu bu durumdan dolayı gelecekte ne kadar ızdırap çekeceğime dair en ufak fikrim yok, çünkü hayal gücüm eksik! Hayır, doğrusu düşünmemeye çalışıyorum. Ne de olsa---”

İroha bir gülümseme, ama aynı zamanda gözlerinde güçlü bir ışık ile ilan etti,

“Bu ölmekten kesinlikle daha iyi.”

Onun bu tereddüt etmeyen gözlerini gördükten sonra, sonunda anlamıştım---

---onun nasıl bir tehlike arz ettiğini.

Onu süperman yapan şey sırf kabiliyeti değildi. Yüreğinin doğasıydı. Amacına doğru hiç sapmadan, doğrudan gitme özelliği Maria’yı andırıyor olabilirdi. Fakat, kendisinden önce başkalarını düşünen ve bu yüzden de kendi amacını değiştirme olasılığı olan Maria ile kıyasla, İroha kendi amacını önceliklendirir ve kesinlikle değiştirmezdi. Kendi amacı uğruna, ara sıra başkalarını ezebilirdi. Doğal olarak, farkında olmadan, bir trenin tekerlikleri altındaki taşları ezdiği gibi.

Ve bu defa onun amacı «hayatta kalmaktı».

Aniden ilk tanışmamızı hatırladım, bu da tüylerimi ürpertti.

“......Söylesene”

İroha Daiya’yı öldürmek için düğmeye basmamı istediğini söylemişti. Ama onun bu isteğine kafamı iki yana sallarsam eğer ne yapmayı düşünüyordu?

Eğer yapmazsam kendisinin öleceğini bir durumda olduğunu inanıyorsa ne yapardı?

Üzerinde bıçağın var mı?

İroha gözlerini sonuna kadar açtı.

“Vay”

Ardından bana ilgiyle baktı ve sordu,

Nasıl fark ettin?

Elini eteğinin içine soktu, bıçak çıkarttı ve kapıya doğru attı.

“Ya da donuma bakmaya çalışırken mi keşfettin? Seni sapık!”

“......”

“Haha, sadece bir şakaydı! ...aa yani, bıçak gizlemem bir şaka ile yatıştırılamaz he. Aah~... en azından bir bahane uydurmama izin verebilir misin? Seninle olan [Gizli Buluşma] için yanıma aldığımdan değil! Odamda tek olduğumda hep tutuyorum. Gerçekten.”

“Ama Daiya’ya [Cinayet] işleme isteğini reddetseydim, beni o bıçakla tehdit ederdin, değil mi?”

“Evet. Ama bu normal değil mi?”

Bunu kolaylıkla kabul eden kişiye başımı salladım. Bunun normal olabilmesinin imkanı yoktu.

“Gerçekten mi? Neyse artık. Ama şu anki durumda seni artık tehdit edemem, öyleyse.”

“Hintkeneviri torbacık…”

“Hım?”

“Masadaki hintkeneviri torbacığı ver, çünkü bıçağım onun içinde.”

İroha sözlerime gözlerini büyüttü ve ardından alaycı bir şekilde gülümsedi. Kendisine söylendiği gibi bütün torbacığı bana doğru attı.

Torbacığı yakaladım, bıçağı çıkarttım ve İroha gibi kapıya attım.

“...bıçağımın torbacığın içinde olacağını düşündüğün için de mi masanın üzerine oturdun?”

“Ahaha, o kadar da ileri düşünmemiştim. Bu arada, bir şey onaylayabilir miyim?”

“Ne?”

İroha doğrudan gözlerimin içine baktı ve sordu,

Daiya Oomine’yi öldürmekte işbirliği yapıp yapmayacağın konusunu!

Bunu kolaylıkla ve serin bir gülümseme ile söyledi.

“......ehm,”

“Ne?”

“Ben kimseyi öldürmeyeceğim! Daiya ya da bir başkası olsa da.”

Bu şekilde yanıt verdiğimde, İroha hala bana doğru bakarak ve gülümseyerek sessiz kaldı. Bu sessiz tembihleme yüzünden farkında olmadan gözlerimi kaçırdım ve yere doğru baktım.

“Anlamıyorsun. Sorduğum şey şu:”

İroha kısa bir ara verdi ve devam etti,

Daiya Oomine’yi mi ya da beni mi öldüreceksin? - Sorduğum şey bu!”

Başımı kaldırdım ve İroha'ya baktım. Bana laftan anlamaz bir çocukmuşum gibi bakıyordu.

“O düğmeye basmazsan günahtan kaçınacağını düşünme sakın! Eğer düğmeye basarsan, Oomine'yi öldüreceğin doğru. Ama eğer basmazsan, beni kesin öldürmüş olursun!”

“B-Bu---”

“İstediğine inan, ama benim için böyle. Eğer [Suikast] edilirsem, beni ölmeye terk ettiğini düşüneceğim!”

“Ehm…”

Aslında, biliyordum. Bu ölüm oyununda ellerini temiz tutabilmenin imkanının olmadığını biliyordum, ne eylemde bulunursan bile.

“...Ne demek istediğini anladım. Ama bugünkü <C> kısmında Daiya’ya [Cinayet] işleyemem. ...Sana detaylarını söyleyemem ama.”

“Bu senin [Cinayet] ile bağlı olmayan bir [Sınıf] olduğun anlamına mı geliyor? ...dur, Oomine seçilmedi deme bana?”

Bunu sorduğunda bana neredeyse kaşlarını çatmıştı. Tabi ki de onun sorusuna cevap veremezdim.

“İfadene bakılırsa, ikincisi! Hop, hey! O zaman kesin ölmeyecek miyim ben!”

Onun bu heyecanına karşılık ben sessiz kaldığımda, İroha iç çekti ve masanın üzerine uzandı.

Ardından umursamaz bir şekilde gözlerini kollarıyla kapattı.

“...hey, Hoşino?”

Hala bu duruş ile daha öncekinden tamamen farklı bir ses ile fısıldadı.

“Yuri tatlıydı, öyle değil mi?”

Bunu neden sorduğuna dair şaşkın, ona sessizce baktım.

“Biliyor musun, Yuri ile tanışana kadar hiçbir şeyi gıpta edilir olarak düşünmemiştim. Çünkü esasında, yani, hemen hemen her şeyi elde edilir olarak düşünmüştüm. İlk saygı duyduğum ve gıpta edilir olarak düşündüğüm… ve belki de kendisini kıskandığım kişi Yuri’ydi.”

Kıskançlık.

Maria’nın sözlerini hatırladım, ‘cazibe bazen olumsuz duygular da uyandırabilir’.

“Zayıf noktamı göstermek gibi olduğu için şimdiye kadar kimseye söylememiştim, ama lise hayatım boyunca sadece bir defa aşık olmuştum. Başta onunla çok iyi anlaşıyordum… ve yani, aşk meseleleriyle vesaire ile tecrübesiz olduğum için, arkadaş olmak bana yetmişti.”

İroha acı bir gülücük attı ve,

“Ta ki o Yuri ile çıkmaya başlayana kadar.”

Onun bu acı gülümsemesinden duygularını çözememiştim.

“Ve iki tarafın da bir arkadaşı olarak, ikisine de ilişki danışmanlığı yapmam gerekti. Bunun sayesinde ikisinin ne kadar ileri gittiğini bile biliyordum! Örneğin ilk defa birbirlerinin ellerini tuttuklarında veya ilk defa öpüştüklerinde. Bunu duyunca, doğal olarak şunu düşündüm: ---keşke aralarındaki bağlar kopsa.”

“......”

“Ve sanki dualarım kabul olmuş gibi, üç ay sonra ayrıldılar. Budala değil miyim? Bunun olacağını ummuştum, ama ayrıldıklarında karını görmedim. Ne de olsa benimle çıkmasının imkanı yoktu ve hatta Yuri’nin arkadaşı kaldığım için de uzaklaştık… Neden böyle bir lakayıt bir şey için dua etmiştim? Diğer bir deyişle, onların talihsizliği için dua etmiştim! Oysa onlar benim için önemli olmalılardı. Kibarca söylersek, ben berbatım.”

İroha sonunda bana baktı.

“Bunun sadece sıkıcı, sıradan bir hikaye olduğunu mı düşündün?”

Belirgin bir şekilde başımı iki yana salladım.

“Yani, bu benim bile o basmakalıp endişelerden birkaçına sahip olduğum anlamına gelir. ...ben nasıl bir süperman olabilirim ki?”

İroha gözlerini tavandaki çıplak ampüle çevirdi ve,

“...bu çocuksu endişeyi çoktan unutmuştum. Gerçekten. Çünkü Yuri’nin benim için önemli olduğunu bilmek bana yetiyordu.”

Kendisiyle alay eden bir gülücük attı.

“Ama Yuri'nin öldüğü zamanı hatırladım. Daha da kötüsü, artık aklımdan çıkartamıyorum. Bu önemsiz meseleyi aklımdan çıkartamıyorum. Tam da benim değerli Yuri’m öldüğünde, ben sadece böyle bir şey düşünebiliyorum.”

İroha yavaşça başını bana doğru döndürdü.

“Söylesene Hoşino, sen ne düşünüyorsun?”

Bir fısıldama ile yavaşça sordu.

“Ben gerçekten --- Yuri’yi seviyor muydum?”

Bu soruya hiçbir yanıt veremedim.

İroha bir süre bana ifadesizce baktı. Ama benim bir süre sessiz kaldığımı izledikten sonra, birden ağzının kenarlarını memnuniyet içerisinde kaldırdı.

“Huhu… nasıldı? Taktiğim?”

“...Ha?”

“Benim insan yönümü duyduktan sonra müttefiğim olmak istemiyor musun?”

Böyle dedi ve kıkırdadı.

Ama anlamıştım. Bunu bir espri ile sonlandırmaya çalışmış olabilirdi, ama bana söylediği her şey gerçek duygularıydı. Zaafını gösterebileceği kimsesi yoktu. Ve kendisine bile gösteremediğinden emindim. O yüzden, kendi kalbini bile anlıyamıyordu.

Bu onun zaafıydı. Sadece ölmek üzere olduğu için gözükmesine izin verebiliyordu.

İroha gözlerimi yere doğru çevirdiğimi ve ağzımı kapattığımı gördüğünde, gülmekten vazgeçti.

Ve ardından da, şakacı bir tavırla---

“Seni az önce lanetledim.”

Yenilenmiş bir ifade ile.

“Şimdi eğer ölürsem bu hikayeyi asla unutmayacaksın.”

Taktiği başarılıydı.

Her şeyin kaynağı o olsa bile, onun ölümünü isteyemezdim.


▶ İkinci Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Daiya masanın üzerine oturdu ve taşınılabilir cihazını kullandı.

“Biliyor muydun Kazu? Bu cihaz sahibi dışında kimse tarafından kullanılamaz.”

Bunu diyerek, masadaki hintkeneviri torbacığımı araştırdı, taşınılabilir cihazı çıkarttı ve gerçekten de kullanamadığını gösterdi.

“...sakin gözüküyorsun.”

Baskı altında olan Kaichou’ya kıyasla.

“Yani, [Cinayet] işlenecek kişi ben olmadığımı bildiğim için.”

“He…?”

Daiya ağzının kenarlarını kaldırdı.

“Bunu nasıl biliyorum gibi aptal bir şey sorma. Tabi ki de [Cinayet] hedefini ben seçtiğim için biliyorum.”

“...öyleyse senin [Sınıf]’ın…”

“Ben [Kral]’ım.”

Bunu çok doğal bir şekilde söyledi, ben de ona hemen inanmak üzereydim---ama, inanmaya izinim yoktu. Bu bir aldatmaca olmalıydı.

Bir şüphe bulmak için kafa yordum.

“...ehm, eğer sen [Kral]’san, o zaman İroha'nın [Devrimci] olduğunu biliyordun, değil mi? Öyleyse neden İroha'yı <C> kısmının hemen başında seçmedin? Neden ancak Kamiuchi ile olan [Gizli Buluşma]’ndan sonra onu seçtin?”

“<B> kısmı sırasında, Shindou’nun suçlu olduğunu sinsice ima etmiştim, ama doğrusunu söylemek gerekirse çok emin değildim. Çünkü Kamiuchi'den Shindou kadar kuşku duyuyordum.”

“Kamiuchi mu?”

Yuri’nin ölümü yüzünden o kadar duygusallaşmasına rağmen mi?

“Öyleyse Kamiuchi'nin öfkesini gösterdiği aklından hiç geti mi?”

“O da kendi tarzında tehlikeli bir adam. Sen bile onun kaypak olduğunu fark ettin, değil mi?”

Hafifçe başımı salladım.

“Ve sadece hatırla. Shindou’nun ilk [Gizli Buluşma] eşi Kamiuchi’ydi. Bunun sebebi de o Shindou’nun en çok tedbirli olduğu kişiydi.”

Doğru, İroha onu seçmiş olabilirdi, ama…

“...şimdi durup düşününce, Daiya, bana sanki Kamiuchi'yi daha önceden tanıyormuşsun gibi geldi.”

“Evet, onu zaten tanıyordum. Aynı orta okula gittik. Onun suratını hatırlamadım ama.”

“......he? Ama Kamiuchi seni tanımamış gibiydi?”

“Sanki bir karınca Yüce Bay Kamiuchi tarafından fark edilebilir. Sadece iyi notu olan benim tersime, o ünlü biri. Hatta sana onun hakkındaki kötü söylentilerden bahsedebilirim, ama bunun hakkında şu an konuşmaya gerek yok, değil mi?”

Bunu ‘Daiya ve İroha'yı Kamiuchi etrafında tedbirli kılacak kadar kötü söylentiler var’ şeklinde algılamaya karar verdim.

“Tamam, şimdi sana başka ilginç bir olgu söyleyeceğim.”

“...ne?”

[Devrimci] Yanagi’yi öldürmeyi planlamamıştı.”

“...he?”

Ağzım pat diye açıldı.

“Ha… sana illa her şeyi en ufak detayına kadar açıklamam mı gerekiyor? [Kral]’ın [Cinayet] dışında başka bir özel komutu var, öyle değil mi?”

“Ah!”

Doğru, [İkame].

Bu komutu kullanarak, [Suikast]’ın yanlış hedefe vurmasının ihtimali vardı.

“[Devrimci] Yanagi’yi değil, beni öldürmek istemişti!”

Daiya kuşkuluydu ve hemen ilk günden [İkame]’yi kullanmıştı. O yüzden, Yuri [Dublör] olduğu için onun yerine ölmüştü.

Eğer durum gerçekten de böyleyse, Kamiuchi [Devrimci] olsa bile öfkesine bir performans olarak hitap edemezdi. Ne de olsa bunun anlamı Kamiuchi en sevdiği Yuri'yi Daiya yüzünden farkında olmadan öldürmüştü.

“Az önceki [Gizli Buluşma]’da Kamiuchi’nin [Devrimci] olmadığından emin oldum. O yüzden, [Devrimci] olabilecek tek kişi Shindou.”

Eğer Daiya gerçeği söylüyorsa, bu İroha'nın Yuri'yi kazara öldürdüğü anlamına gelirdi.

Eğer öyleyse… İroha'nın az önceki itirafının nüansı birazcık değişirdi.

Kendi suçluluk hislerini bastırmak için, Yuri'nin cinayetini haklı çıkaracak bir sebebi çaresizce arıyordu.

---Bu şekilde algılanabilirdi belki.

“A-Ama… o zaman <B> kısmında neden o kadar dolaylı konuştun? Eğer [Kral] olduğunu belirtseydin, senin hakkındaki kuşku ortadan kalkmaz mıydı?”

“Kişinin kendi [Sınıf]’ını belirlemesi tamamı ile aptallık.”

“Ama sen bana az önce---”

“Bunun sebebi beni asla öldürmeyeceğine inandığım içindi.”

“He…?”

Gözlerimi sonuna kadar açtığımda, Daiya ağzından laf kaçırmış gibi yüzünü astı. Ardından sanki kızarmış gibi gözlerini kaçırdı.

...az önce ‘bana inandığını’ söylemişti, değil mi? Bu Daiya mı?

“...<B> kısmındaki ifadelerimle ne elde etmek istediğimi açıklayacağım.”

Daiya hızla önceki ifadesini bir kenara iterek açıklamasına başladı.

“İlk önce benim niyetimle başlayalım. Şüphelileri kestirmek. [Devrimci] doğal olarak Yanagi’nin [İkame] yüzünden öldüğünü biliyor. Bu yüzden de, ona bir hata yaptırmak için bilerek Yanagi’nin neden hedeflendiği konusunu açtım. Gerçi, bu işe yaramadı ama.”

Başımı salladım ve onu devam etmesi için teşvik ettim.

“Ardından da diğer niyetim. Onlara [Kral] olmadığımı düşündürmek.”

“...Bunu neden yapmak istedin ki?”

“[Devrimci] beni günah keçisi yaptı. Çünkü beni [Cinayet] hedefi yapmak istiyor. Ama ben zaten [Kral] olduğum için, bu tamamen anlamsız. Neyse artık, [Cinayet] hedefini seçen benim ne de olsa.”

Doğrusu [Cinayet] için Daiya değil, İroha seçilmişti.

“Öyleyse günah keçisi olarak bir değerim kalmadığında ve üstüne onun yalanını fark ettiğimde sence [Devrimci] benim hakkımda ne yapacak?”

Daiya ağzının kenarlarını kaldırdı, neredeyse memnun gözüküyordu.

“Doğal olarak beni [Suikast] ile öldürür.”

Farkında olmadan yutkundum.

“O yüzden benim [Kral] olmadığımı tahmin etmemesi daha iyi olur.”

İroha'nın bir sözünü hatırladım.

«Ayrıca, [Kral] veya [Dublör] olsaydın, bunu elbet fark ederdin, o yüzden o iki [Sınıf]’tan biri olamazsın.»

Aa, anladım.

Onların yaptığı bu tartışma İroha'ya onun [Kral] olmadığını inandırmak içindi.

“------ah”

Daiya’nın hızlı düşünme sürecine kapılmak üzere olduğumu fark ettim.

Ama---kapılıp onu takip etmek en iyi şey olabilirdi. Yani, Daiya bana inandığını söylediğinde bana numara yaptığını sanmıyordum. ...En azından öyle düşünmek istemiyordum.

Biz arkadaştık ne de olsa.

Gerçekten Daiya’ya inanmalı mıydım? Ve İroha'nın gerçekten [Devrimci] ve ‘sahip’ olduğunu varsaymalı mıydım?

“Kazu.”

Ben sessizken, Daiya bana,

“İroha Shindou’yu öldür.”

“---bu,”

“Eğer sen [Büyü] kullanırsan, ne senin ne de Otonaşi’nin bu ‘kutu’yu halletmek için temkinli davranmanıza gerek kalmaz. Senin tek bir kararın ile her şeyden kurtulacağız. ---Hayır, onu öldürmek zorundasın. Yoksa benim kararımı bile mi nafile kılmak istiyorsun?”

Beni böldüğü bu teklifin en akıllı çözüm olduğunun farkındaydım.

Ama,

“[Büyü] kullanmayacağım.”

Cevabım değişmeyecekti.

“Eğer İroha gerçekten ‘sahip’ ise, onu bir şekilde bize ‘kutu’yu vermesi için ikna ederim.”

“Sen ve Otonaşi’nin bu tereddütün yüzünden ölme ihtimali olmasına rağmen mi?”

“Evet!”

Bunu ilan ettiğimde Daiya bana küçümseyici bir şekilde gülümsedi.

“Vay be, ölüm oyununda bile iyi çocuk rolü yapman ne kadar da toy. ‘O iyi bir insana benziyor, öyleyse ona inanalım!’ - mı ne? Bu var olabilecek en kötü gerizekalılık. Şu koluma bak hele! Tüylerim öyle ürperdi ki asla eskisi gibi olmayacaklar; bunu nasıl telafi edeceksin?

“......Özür dilerim.”

Her nedense, alay edilen ben olmama rağmen, özür diledim. Ama… bu sınıf içerisindeki sıradan konuşmalarımız gibiydi.

“Ama biliyordum.”

Dedi Daiya bilerek kolunu okşayarak,

“Bu şekilde cevap vereceğini.”

Daiya pes etmiş gibi eğri bir şekilde gülümsedi.

“...huhu”

“Hop, çok iticisin. Seni aptal yerine koymama rağmen neden gülüyorsun? Senin aklına neler oldu?”

Farkında olmadan, çünkü, yani, şikayet ederken beni onaylamak tam da sana yakışır bir hareketti.


Ve ardından emin olmuştum.

Daiya gerçeği söylüyordu.

▶İkinci Gün <D> Büyük Oda[edit]

[Devrimci] ve ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i --- İroha Shindou’ydu.

Bu benim vardığım sonuçtu. Onu bir şekilde başkasını öldürmemesi için ikna etmem gerekiyordu.

Yapabilmem gerekirdi. O başkaların hayatlarını hafife alan kötü bir insan değildi ne de olsa. O yüzden ne kadar zor gözükse de bir şekilde halledebilmemiz gerekirdi.


Hadi canım!


Ben neden bu kadar inanılmaz miktarda saftım?


“Ah, AaaAh…---”

Derin soluklar.

Ayaklarıma doğru kırmızı bir sıvı birikintisi yayılıyordu. Ama ondan kaçınmayı düşünmeden orada donup kalmıştım.

“Kamiuchi!”

Maria’nın haykırışı beni gerçeğe geri döndürdü. Ayaklarımın önünde yığılmış olan şeyin ne olduğunu fark ettim.

“Ah, ---”

Kırmızı sıvı birikintisi, kandı.

Bunu biliyordum. Evet, bunun farkındaydım. Fakat yavaş ama emin ama yavaş ama emin ama yavaş ama emin ama yavaş ama emin yayılışının ne anlama geldiğini algılamak istememiştim.

Yavaşça eğildim ve bu kişinin yüzüne dikkatli bir şekilde dokundum. Sanki gıdıklanıyormuş gibi bir gülümseme vardı.

Bu ifade «tam onun gibi» olduğu için farkında olmadan onun ismini söyledim.

“.......İroha

  • pat* *pat* *pat*---

Bu ses de neydi?

  • pat*. Bu bir adım sesiydi. Her adım arkasından kırmızı ayak izleri bıraktı. *pat* *pat* Bu sesi oluşturan kişi

hiçbir şey olmamış gibi yerine oturdu.

Oysa İroha'yı bıçaklayan oydu.

“Kamiuchi, neden…?”

“Neden mi? Amma da garip sorular soruyorsun Hoşino-senpai. Çünkü hayatta kalmasına izin verseydik Kaichou bizi öldürürdü~! Öyleyse onu durdurmak kaçınılmaz değil miydi?”

“Bu kadar ileri gitmene gerek yo---”

Farkında olmadan sesim kesildi.

Kamiuchi'nin eli fena halde titriyordu. Kendisi de bu titremeyi fark etti ve, “Hu, kuku,” bu sahneye uygun olmayan bir şekilde kıkırdamaya başladı.

O elbet Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’sında İroha'nın [Devrimci] olduğunu keşfetti, bu yüzden de onun hakkında hiçbir şey yapmaz ise öleceğini düşünmüş olabilirdi.

Ama bu onu hemen öldürmek için bir mazeret değildi… Aa, anladım. Bu İroha ve Daiya’nın Kamiuchi hakkında tedbirli olmalarını konusunda haklı oldukları anlamına geliyordu.

“Üü…”

Ağzından kaçan bu inlemeyi duyunca, Maria şaşkınlığından kurtuldu ve İroha'nın yanına hızla gitti. Ona bir tür tıbbı tedavide bulunmak için onun vücudunu baştan aşağı inceledi ve---

---tek kelime etmeden geri çekildi.

“......anla… dım, günah keçisi…”

Dedi ve---kan öksürdü.

“Oha, kan kusmak…… her yerime… çok kötü… gözüküyorum…”

Böyle şeyleri hafif bir ses ile fısıldadı.

“------”

Herhangi bir şey söyleyebilmekten acizdim.

Yani, gözlerimin önünde bir kızın kan kusmasına rağmen, ölmek üzere olmasına rağmen, istemeden bu şekilde düşündüm:

---belki de en iyisi böyleydi.

“Özür dilerim.”

İroha gözlerini kapattı. ...Onları açık tutacak kadar gücü kalmadığından dolayıydı.

“......özür dilerim… seni lanetlediğim için.”

Gücünün kalanını topladı ve güçsüz bir ses ile fısıldadı,

“...seni kurtaramadığım için özür dilerim…”

“------he?”

Bu onun son sözleriydi.

---seni kurtaramadığım için özür dilerim mi?

Onun hareketsiz vücuduna bakarken, bu kelimelerin anlamını düşündüm.

İroha aramızda Yuri'yi rahatlıkla öldürecek tehlikeli bir tipin olduğunu biliyordu. Bunu bildiği için, İroha ne pahasına olursa olsun bu kişiyi öldürmek zorundaydı.

Bu [Asil Krallık]’ta başkaları tarafından daha da çok kuşku duyulsa da önderliği yapmıştı. Durumu daha iyi kılmak için bu sorumluluk zihniyetli kız kendini tehlikeye attı.

---bunu da kendi hayatını mahvetmeye hazır iken yapmıştı.

Hayatını korumak uğruna.

Hayatlarımızı korumak uğruna.

“.........Ah”

Onun yüzüne tekrar dokundum.

Ama o artık bana gıdıklanan bir gülümseme göstermedi.

O artık hareket etmiyordu. O artık nefes almıyordu. O artık yaşamıyordu.

Ve buna rağmen, ‘Asılsızlık Oyunu’ devam etti.

“------”

Ayağa kalktım.

Yavaşça başımı ona doğru döndürdüm.

Daiya sağ kulağındaki pirsinge ifadesizce dokunuyordu.

- [İroha Shindou], [Koudai Kamiuchi] tarafından göğüsü bıçaklandı, ölüm


▶İkinci Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«[Koudai Kamiuchi] [Suikast] ile boğularak öldürüldü»

Şimdi bütün kontrol ondaydı.

- [Koudai Kamiuchi], [Suikast] ile ölüm


▶Üçüncü Gün <B> Büyük Oda[edit]

“Senin [Büyücü] olduğunu anladığım an bitmişti!”

Daiya geriye kalan üç kişinin bulunduğu büyük odada oyununu açığa vurdu.

Maria sandalyesinde bitkin bir halde oturuyordu. Her şeyi bildiği için, bütün varolan gücü ile Kamiuchi'ye ‘kutu’ hakkında bilgi vermeye çalışmıştı, ama Kamiuchi artık ona kulak asmamıştı.

Ve ardından, Koudai Kamiuchi beklenildiği gibi öldürülmüştü.

Nihayetinde bir tek kişinin bile ölümünü engelleyemedik.

Yalnız ben neden Daiya’ya inanmıştım? Daiya’nın ‘sahip’ olduğunu bilmeme rağmen, neden başka bir şüphelinin var olduğu gibi kıytırık bir yalana inanmıştım ki?

[Asil Krallık]’ın aldatmaktan ibaret bir oyun olduğunu bilmeme rağmen…

O yüzden, bu sonucun benim suçum olduğunu biliyordum. Ama yine de---

“Bana inandığını söylememiş miydin?”

Bu şekilde yakındığımda, Daiya ağzının kenarlarını kaldırdı.

“Evet, öyle dedim. Beni asla öldürmeyeceğini inandığımı.”

“...öyleyse bunlar sadece beni kandırmak uğruna söylenen boş laflardı, değil mi?”

“Sadece ağzımdan kaçtı. Daha keskin olsaydın bu kelimelerin gerçek anlamını fark ederdin.”

Kaşlarımı çattım.

“Anlamıyor musun? Senin, [Büyücü]’nün, beni öldüremeyeceği sonucuna vardım. Başka bir hitapla, beni zaten öldürmeyeceğin için istediğimi yapabilirim diyerek seninle alay ettim.”

Dudaklarımı ısırdım.

...kısacası beni maskaraya çevirmişti. O anda kızardığı için gözlerini kaçırdığını düşünmüştüm. Ama işin gerçeği o sadece laf kaçırdığını fark etmişti ve endişelenmişti.

“[Devrimci] olduğum için, [Büyücü]’nün kim olduğunu bilmek istemem doğal, çünkü öldürme yeteğine sahip olan o.”

“O yüzden [Büyücü] müyüm diye sordun…”

Benim için endişelenmemişti, o sadece onun için en tehlikeli [Sınıf]’ın kim olduğunu öğrenmek istiyordu.

“Ve [Büyücü] sendin Kazu. O yüzden senin hayatta kalmana izin verirsem bana karşı [Cinayet] kullanılmaz.”

Daiya sırıttı ve ilan etti,

Çünkü sana inanıyorum, ha!”

Demek o yüzden benim [Büyücü] olduğumu öğrendiği an savaş bitmişti…

“Ama benim [Devrimci] olduğuma inanmış olsaydın eğer, yine de [Büyü] kullanma ihtimalin vardı. Ve eğer öyle olmasa bile, benim hakkımda bir şey yapardın. Kısacası, sana benim [Devrimci] olmadığımı düşündürmem gerekiyordu.”

O yüzdende onun dümen suyuna kapılmıştım ve İroha'nın [Devrimci] olduğuna inandım.

---Ah. Doğrusu, her şey çok basitti.

Yapmamız gereken şey tam da Maria ile başta konuştuğumuz şeydi. İş sadece Daiya’yı ikna edip ondan ‘kutu’yu almaktı.

Karışık olmasının tek sebebi Daiya’nın bu şekilde gözükmesine sağlamasıydı.

“...Her şey sıkıntısız ilerlemedi ama. Hele ki Yanagi özellike bir sıkıntıydı.”

“Yuri mı?”

“Evet. Müttefik yapmaya çalıştı. Esasında benim dışımdaki herkesi müttefiği yapabilirdi muhtemelen. Onun hayatta kalmasına izin verseydim, işler böyle pürüzsüzce ilerlemezdi.”

...Anladım. Oyunu başlatmak isteyen Daiya için, Yuri [Asil Krallık]’ı durduracağı için varlığı bir sıkıntıydı. O yüzden, Daiya onun ortaya atma teklifini reddetti ve en yakın zamanda onu öldürmüştü.

“Peki o zaman---”

Oyununu açığa vurması bitmişti.

Daiya derin nefes aldı ve yerinde oturan Maria’ya baktı.


Bu oyunu kazanmak için tek bir kişi daha öldürmem gerekiyor.”


[Devrimci]’nin sadece tek bir düşmanı kalmıştı.

Sadece [Prens] - Maria Otonaşi.

Maria Daiya’nın onu öldürme niyetini ilan ettiğinde başını bile kaldırmadı.

...Ah, anladım.

[Devrimci]’nin kazanması için [Büyücü]’yü öldürmeye kesinlikle hiç ihtiyacı yoktu. O yüzden, ben hayatta kalacaktım. Maria’nın hiçbir şey yapmasına gerek yoktu, ben nasıl olsa hayatta kalacaktım. Ve Maria kendi hayatını hiç umursamıyordu.

O yüzden Maria’nın [Asil Krallık] ile hiç ilgilendirmiyordu.

Bu şekilde ölmeyi aldırmıyordu.

“......”

---benimle alay etme.

Öyle bir sonuca izin verecektim sanki!

Eğer Maria beni kurtarmayı, kendi hayatını hiçe saymayı, kendine bir ‘kutu’ demeyi, kendini hafife almayı planlıyorsa---

“Daiya…”

Ben elbette---bunu reddedecektim!

Daiya’ya dik dik baktım ve ilan ettim,

“Maria’yı öldürmene izin vermeyeceğim!”

Doğru ya, Maria’nın bu ‘kutu’ içerisindeki güçsüzlüğünü fark ettiğimde bir şey yapmam gerekecek zamanın geleceğini fark etmemiş miydim? Şimdi bunun zamanıydı!

O zaman ne yapacağımı bilmiyordum. Ama şimdi,

“Eğer Maria’yı öldürmeyi düşünüyorsan, seni durduracağım. Ne olursa olsun seni durduracağım. Evet---”

Bu sonuca kolaylıkla vardım.


“---eğer seni öldürmem gerekiyorsa bile.”


Daiya onu öldüreceğini ilan ettiğinde hiç kıpraşmayan Maria gözlerini faltaşı gibi açtı ve bana baktı.

Özür dilerim Maria. Benim kimseyi öldürmeyeceğim inancına ihanet edecektim.

“...ciddi gözüküyorsun.”

Daiya bunu diyip sessizliğe büründü.

Her şeyden önce Daiya kendisi söylemişti. Kimin [Devrimci] olduğu açık olduğunda benim bile [Büyü] kullanma ihtimali vardı.

Daiya bir hatada bulunmuştu. Kamiuchi'nin İroha'yı öldürmesinden dolayı onu günah keçisi yapabilmekten aciz kalmıştı ve [Devrimci] olduğunu açığa vurmuştu.

“Ver ‘kutu’yu Daiya. Eğer yaparsan ölmek zorunda kalmazsın.”

Daiya sakin bir ifade ile karşılık verdi. Ama onun arkadaşı olduğum için, biliyordum.

Daiya daha endişeli olamazdı.

“Ölmek zorunda kalmamak, he.”

Sözlerimi tekrarladı ve alaycı bir şekilde gülümsedi,

“...Kazu. Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun ne tür bir ‘kutu’ olduğunu biliyor musun?”

Konunun ani değişikliğinden dolayı kaşlarımı çattım.

“‘Asılsızlık Oyunu’ vakit öldürmek uğruna çağrılan oyuncuları [Asil Krallık] adındaki ölüm oyununu oynatmaya tabi tutan bir ‘kutu’ sadece.”

“...ee?”

“Amacı vakit öldürmek iken böyle biteceğini mi düşünüyorsun? Gerçekten tek bir raund ile tatmin olacağımı mı düşündün?”

“......”

“Bu ölümüne anlamsız bir dövüş. O yüzden, senin Otonaşi’yi kurtarmak isteme hissin, ve beni öldürmeye olan kararlılığın da anlamsız. Sonuç tamamen alakasız. Sıradaki raund’da sadece oyuncunun değişmesiyle tamamen farklı gelişmeler olacak. Ben senin müttefiğin bile olabilirim.”

O neyden bahsediyordu ya…?

“Fakat bu lanet oyundaki günah kalacak. Eğer beni öldürürsen, sadece pişmanlığı kalacak.”

“......Öyleyse seni öldürmemelimiyim?”

“Evet.”

…...Hah.

Demek bu onun hayatını bağışlamam için yapılan boş bir konuşmaydı he. Şu an bile beni kandırmaya çalışıyordu.

“Seni bu şekilde görmek ızdırap verici! Lütfen, bana ‘kutu’yu ver artık!”

Benim arkadaşım olduğu için, Daiya onu öldürmek konusunda ne kadar ciddi olduğumu gayet iyi biliyor olmalıydı.

Ama buna rağmen---

Bu söz konusu bile olamaz.”

Daiya soğukkanlı bir şekilde ilan etti.

“...Köşeye sıkıştığını biliyorsun değil mi?”

“Fark etmez. Artık ‘kutu’ denilen «umutu» tattım. Tattığıma göre, bir başkasının benden çalmasına izin vermemin imkanı yok. Eğer ‘kutu’yu kaybedersem, hiçbir amacım kalmaz. Fazla düşünmeden sırf yaşayan bir insan bir

CO2 makinesinden farksız değil mi?”

“‘Kutu’nun «umut» olduğunu mu söylüyorsun…?”

Mogi, Asami ve Miyazawa'ya azap çektiren bu ‘kutu’ mu…?

“Öyle güzel bir şey değil!”

“Kapa çeneni, sinirimi bozuyorsun! Bir marketin indirimli satışında bile bulunabilecek ucuz değerlerinle ilgilenmiyorum!”

Tüyler ürpetici olan şey Daiya’nın ciddi olmasıydı. O ‘kutu’nun umut olduğunu ciddi ciddi söylemişti. Oysa önceki iki hadiseyi biliyor olmalıydı.

Bu kadarını düşündükten sonra, birden bir şey aklıma geldi. Belki de---

Kokone ile ilgili bir şey mi?”

Daiya hemen karşılık veremedi.

“...nasıl bir şey mi?”

“Dedim ki, ‘dilek’inin Kokone ile ilgisi var mı?”

“Neden birden bire ondan bahsettin? Senin böyle can yakıcı derecede alakasız düşünen beynine neredeyse acıyorum.”

Ama bu sözleri söyleyebilene kadar yaptığı gergin suratı gözümden kaçırmamıştım.

Şüphesizdi. Daiya’nın ‘dilek’i Kokone ile ilgili bir şeydi.

Ardından emin olmuştum.

“‘Kutu’yu… vermeyi düşünmüyorsun, değil mi?”

Daiya kesinlikle ‘kutu’yu vermeyeceğinden emin olmuştum.

“Evet, bunca zamandır dediğim şey de buydu.”

Onu ne kadar öldürmekle tehdit etsem de, Daiya ‘kutu’yu teslim etmeyecekti. Başka bir hitapla, biz---

“......”

Bunu fark ettiğimde Maria bana baktı.

Maria gülümsüyordu.

“......Yapma.”

Gülümsüyordu. ...Her şeyden vazgeçmiş gibi gülümsüyordu.

Ama sanırım bu durum için en uygun ifadeydi.

Baştan beri biliyordum. Daiya’yı öldürerek ‘kutu’sunu isteğine karşı ezemezdim. Ne olursa olsun [Büyü] kullanamazdım.

Bunun sebebi Daiya’yı öldürecek kararlılığa sahip olmamam değildi. Benim kararlılılığımla hiçbir ilgisi yoktu. Sorun tek başıma [Büyü] kullanamamdı. Doğru---

[Büyü] kullanamazdım çünkü Maria benim birisini öldürmeme asla izin vermezdi.


O yüzden, biz Daiya Oomine’ye kaybettik.


▶Üçüncü Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]'nin Odası[edit]

Biliyordum, ama ona [Cinayet] kullandırma girişimim tam 30 dakika boyunca duymazdan gelindi.

Maria’nın önceki günkü ilanını hatırladım.

«Seni koruyacağım!»

Bunu hemen kabul ettim.

Onun nezaketini ve gücünü bu kadar kolaylıkla kabul etmek için ne kadar aptaldım ben?

Daha baştan bilmiyor muydum? Daha baştan [Asil Krallık] birbirimizi öldürmek ve kandırmaktan ibaret bir oyun olduğu için Maria’nın burada güçsüz olduğunu bilmiyor muydum?

Ama bu yanlıştı.

Bunu söylemesi gereken bendim.

«Seni koruyacağım Maria!»

Ama artık çok geçti.


▶Üçüncü Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«[Maria Otonaşi] [Suikast] ile boğularak öldürüldü»

- [Maria Otonaşi], [Suikast] ile ölüm











*********** OYUN SONU ***********

Kazananlar

[Daiya Oomine] (Oyuncu)
[Devrimci], Yuri Yanagi, Koudai Kamiuchi ve Maria Otonaşi’yi [Suikast] ile öldürdü, hayatta.
* Yuri Yanagi, Koudai Kamiuchi ve Maria Otonaşi’nin ölümleriyle kazanma koşulları yerine getirildi.

[Kazuki Hoşino]
[Büyücü], hayatta.
* Kazanma koşulları hayatta kalmasından dolayı yerine getirildi.

Kaybedenler

[İroha Shindou]
[Şövalye], ikinci gün Koudai Kamiuchi tarafından göğüsünden bıçaklandı, hemorajik şokdan dolayı ölüm.

[Yuri Yanagi]
[Dublör], birinci gün Daiya Oomine tarafından [Suikast] ile ölüm.

[Koudai Kamiuchi]
[Kral], ikinci gün İroha Shindou’yu doğrudan öldürdü. Aynı gün Daiya Oomine tarafından [Suikast] ile ölüm.

[Maria Otonaşi]
[Prens], üçüncü gün Daiya Oomine tarafından [Suikast] ile ölüm.



  1. https://eksisozluk.com/pachinko--127334 - http://i.ytimg.com/vi/FXLvbWy9zqY/maxresdefault.jpg
  2. Japonya’daki okullarda kulüplerin okul hayatında büyük bir parçası var. Herhangi bir kulübe ait olmayan lise öğrencilerine genellike eve gitme kulübü üyesi denilir.






HakoMariOyun3-C.jpeg


▶Birinci Gün <A> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Görüşüme ilk giren şey boş beton tavan ve oradan asılı duran çıplak bir ampuldü. Ayağa hızla kalktım, bu tanımadık yerden dolayı şaşkındım.

“...Bu hangi oda?”

Ben neden birden bire böyle bir yerdeydim?

Artan şaşkınlığımı bastırarak buraya nasıl geldiğimi hatırlamak için anılarımı düşündüm.

Her zamanki gibi alt ranzada yatıyor olmalıydım. Ondan sonra hareket ettiğimi hatırlayamıyordum. Ne yeri değiştirdiğimi, ne de başkasıyla buluştuğumu hatırlamıyordum.


Odayı kontrol ettim, hintkeneviri torbacığın içeriklerini kontrol ettim ve bana birden «Günaydın» diyip beliren yeşil bir ayı --- Noitan --- tarafından bunun bir ölüm oyunu olduğu söylenildi.

Bu bir ‘kutu’nun işiydi.

Öyleyse, Maria buradaydı.


▶Birinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Birden etrafımdakiler değişti.

Öncelikle her şey beyaz oldu. Bana neredeyse yeni inşa edilmiş ve içerisinde hiç doktor, hemşire veya hastası olmayan bir hastanenin içerisinde olduğumu hissettiren tuhaf bir beyazdı.

Bana en yakın duran kişiye baktım.

“...Daiya

“Görüşmeyeli çok oldu Kazu.”

Kayıp olan Daiya sanki yaz tatilinden sonra okulda karşılaşmışız gibi tamamen rahat bir şekilde selam verdi.

Kafamın tamamı ile karıştığını aldırmadan konuşmaya devam etti,

“Şükret Kazu! Çünkü seni az önce kurtardım.”

“Beni kurtardın mı?”

Daiya başparmağını kısmen uzun saçlı bir bayana doğru çevirdi.

“O kız seni yere itip bıçakla tehdit etmek üzereydi!”

“Aa…!”

Gözlerimi sonuna kadar açtım ve kıza baktım. Yeşil ayı birbirimizle ölümüne savaşacağımızı söylemişti, ama şimdiden başlamış mıydı…?

“Hey, Oomine. Eğer öyle söylersen yanlış anlaşılmaya sebep olur!

O itiraz etti. Daha önce duyduğum bir sesti.

“Yanlış anlaşılma mı? Ama ben tek bir yanlış şey demedim?”

“Kapa çeneni. Senin art niyetli olduğun belli. Ben sadece bunun gerekli bir önlem olduğu sonucuna vardım.”

Bu sesi okulun yayın sistemi üzerinden sık sık duyduğumu hatırladım. Öyleyse o okul konsey başkanı olmalıydı.

“Ah, gerekli bir önlem mi? Pek umurumda değil, ama eğer bunun devamını getirirsen diğerlerinin sana güvenmemesine sebep olursun ve kendini kötü bir pozisyona koyarsın. Eğer korkuyorsan kendinle dürüst ol ve titre!”

Kaichou Daiya’nın sözlerinden biraz şaşırmışa benziyordu.

“...neyse artık. Güçlü gibi davranmak benim kötü huyum anlaşılan.”

Bu kadar sakin gözükmesine rağmen korkuyor muydu…? Ehm, bu bir şakaydı, değil mi?

“Eğer doğal bir şekilde korku ifade etmek için örneğe ihtiyacın varsa, bir göz at, sana tutunan kız iyi bir örnek!”

Bunu duyunca, Kaichou’nun yanındaki siyah saçlı kız o kadar kötü ürkmüştü ki neredeyse acınası haldeydi. Kaichou onun başını okşuyarak “Merak etme” dedi.

...o gerçekten sapsarıydı. Daha hiçbir şeyin olmaması söz konusu iken biraz fazla korkmamış mıydı?

Ama---bu oldukça tatlı olabilirdi.

Böye düşünmenin kendisi ihtiyatsız olduğunu ve belki de bir tehdit hissimin eksik olma ihtimalinin olduğunu fark ettim, ama adeta küçük bir hayvan izliyormuş gibi içimde bir koruma hissi doldu.

Bu Maria’da eksik olan bir cazibe’ydi…

“Kazuki.”

“---öf!”

D-Doğru ya. Maria’nın orada olduğunu bilmem gerekirdi; düşüncesiz hareket etmiştim.

“Bu garip ses de ne anlama geliyor?”

“H-Hiçbir şey Maria.”

Maria’nın kuşkucu bakışından kaçmak için yüzümü çevirdim.

“Hım, neyse… bulunduğumuz durumun farkında mısın? Bu kadar rahat olabildiğine hayret ediyorum…”

“Ö-Özür dilerim.”

“Kızlara vurulma zamanı değil.”

“......”

Demek gerçekten de siyah saçlı kızdan biraz büyülendiğimi fark etmişti.

Yüzüm hala çevrili bir halde sessiz kaldığımda, Maria ayakkabılarından birini çıkarttı ve tabanını ayağıma bastırdı. Ehm, tümüyle acıyordu ve oldukça tatsızdı.

Ayağın tabanı suratıma bastırılırken, Maria kulağıma fısıldadı,

“Bu bir ‘kutu’nun işi olduğunun farkındasın, değil mi…?”

...ah, doğru.

Bu durum sadece bir ‘kutu’ ile mümkündü. Bu da Daiya’nın işi olduğu anlamına geliyordu.

Ve buna rağmen bu ‘kutu’yu bilmiyormuş gibi davranıyordu.

“Günaydın. ...Ah, tam üç fıstık var! Ne ballıyım!”

Altıncı kişinin gelmesi ile sandalye ve kişi sayısı eşitlendi.

Böylece, Noitan’ın söylediği gibi «birbirini öldürecek» oyuncular toplanmıştı.

Konuşmayı takip etmekte sıkıntı yaşıyordum, ama en son gelen kahverengi saçlı erkek öğrencinin önerisi ile öncelikle kendimizi tanıtmaya karar verdik.

Kahverengi saçlı adam Koudai Kamiuchi’ydi. Boğazıma bıçağını dayamak üzere olan kız okul konsey başkanı İroha Shindou’ydu. Ve son olarak, siyah saçlı kız da---


“---Adım Yuri Yanagi.”


Sırf bu ismi duyarak beynim durdu.

“......He? Ehm, g-garip bir şey mi söyledim yoksa?”

“B-Boşver! Sadece aynı soy isime sahip birini tanıyorum.”

Çılgın gibi ellerini sallayan bana hayret ile baktı.

“Eğer müsaade edersen bu tanıdık kim?”

“E-Ehm…”

O kişiyi hatırlamaya çalıştım---”

“------Ah”

Aniden Daiya’nın okul kantinindeki sözleri tekrar aklıma geldi.

«Çünkü sen sürekli olarak bir şey arzulamak istiyorsun. Hımf, o iddiayı kabul etsem bile, başka bir soru daha kalır. Neden bu hale geldin

Anladım. O zamanda sis ile gizlenmiş kişi---

“......Orta okuldan bir sınıf arkadaşı.”

«Nana Yanagi»

Onun ismini hatırlayınca, çaresizce başımı salladım. Onu hatırlamak istemiyordum. O unutulmuş olarak kalmalıydı.

İlk aşkım olan «Nana Yanagi».

“Ah, bir sınıf arkadaş mı? O zaman benim için biraz yakınlık gösterebilir misin?”

Yuri---Yanagi kullanmak fazla karışıklığa sebep olurdu---bunu sorarken başını yana eğmişti.

“He? Ah, ehm, evet… umarım iyi geçiniriz.”

“Bende.”

Yuri büyüleyici bir şekilde gülümsedi. Tekrar kendimi onun ne kadar tatlı olduğunu fark etmekten alıkoyamadım.

“O neşeli surat da neyin nesi Kazuki?”

Acele ile döndüm; Maria bana yarı kapalı gözlerle bakıyordu.

“Ö-Özellike neşeli bir surat yapmıyorum-”

“Evet yapıyorsun. Suratın bana bir güzel ile konuşmaktan zevk aldığını söylüyor. Ne kadar da aptal bir yüz…”

“A-Ama sen kendin de bir güzelsin, öyle değil mi?”

“......bu yağcılık da neyin nesi? Buna kanacağımı düşünme!”

Bu noktada Yuri alış verişimizin arasına girdi,

“E-Ehm… ben güzel değilim, gerçekten…”

“Bu doğru değil. Biliyor musun, senin çok güzel olduğunu düşünüyorum.”

“B-Ben…”

Yuri şakayık gibi kızardı. Bu tepkinin ne anlama geldiğini anlamadığım için onu izlediğimde, birden kafamın arkasına bir darbe hissettim.

“A-Ah!”

Döndüğümde yumruğuna bakan bir Kamiuchi vardı.

“???”

“Hayır, şuursuzca olmuş olabilir, ama her nedense birden çok sinirim bozuldu. Affedersin!”

Kafamın tamamen karışık olduğu bir şekilde başımı tuttuğumda, Maria iç çekti.

“Bak şimdi, sersem çapkın nasıl da gerginliği kaldırıyor.”

“...ne kadar acımasız.”

“Her neyse. Şimdi konuşmak daha kolay. Asıl konuya gireceğim.”

Maria bunu diyip Daiya’ya dik dik baktı.


Bunların hepsi neyin nesi Daiya Oomine?”


Bu kelimlerle, sakin ortam dağıldı.

Herkesin gözleri hemen hitap edilen Daiya’ya döndü. İtham edilmekten hiç şaşkınlık göstermedi; hayır, aksine cüretkar bir gülücük attı.

“......he?”

Bizi takip etmekte zorluk yaşıyormuş gibi gözüken Yuri farkında olmadan mırıldandı.

“Oomine mı… buna sebep oldu…?”

“Demek üzere olduğum şey kulağa gülünç gelebilir, ama bana inanır mısınız?”

Bu sefer Yuri Maria’nın sözlerine sadece hayret içerisinde gözlerini kırptı. Onun yerine Kaichou ağzını açtı:

“Aa… Otonaşi, özür dilerim ama sana inanıp inanmayacağımıza kendimiz karar vereceğiz! Sırf bize «bana inan!» diyerek buna zorlayamazsın.”

“Haklısın. Ama bunu sormam gerekiyordu. Bana daha önceden inanmanız için sizleri teşvik etmem gereken bir konu.”

Kaichou dudaklarını büktü ve başını salladı, “Anladım.”

“Düşüneyim, tamam, ‘kutu’nun ne olduğunun açıklaması ile başlarım. Peki ala, ‘kutu’lar---”


Bu önsöz ile Maria ‘kutu’ları açıklamaya başladı.

Bir ‘kutu’nun ‘dilek’ gerçekleştiren bir şey olduğunu. Bunun yüzünden bu duruma bulaştıklarını. Üçümüzün bu ‘kutu’ları bildiğimizi. Son olarak, bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’inin Daiya Oomine olduğunu.

Hepsi bize ciddiyet ile dinledi.


“...bu amma da saçma geliyor kulağa.”

Kaichou Maria’ya dinlediği zaman boyunca yaptığı gibi kaşlarını çattı.

“Yani, bu ‘kutu’-şey saçma olabilir, ama ona bakarsan bulunduğumuz durum da fazlasıyla saçma. Böyle bir şeyin belki de gerçekten var olduğunu bir yere kadar inanıyorum doğrusu.”

“Öyleyse bize inanıyor musun?”

Bunu sorduğumda Kaichou, anlaşılan alışkanlıktan, dudaklarını tekrar büktü ve,

“...hayır, sadece ‘belki var’. Yani, eğer saçma sebepler sırf saçma bir durum yüzünden uygun ise, istediğimi iddia edebilirim, değil mi?”

“Anladım…”

Başımı öne eğdim, bunun üzerine de Kaichou kafasını kaşıdı ve devam etti,

“...yani, ama eğer bizi gerçekten kandırmaya çalışsaydınız, daha inanılır bir yalan söylerdiniz. Dahası hiç tereddüt etmeden bütün sorularımıza cevap verdiniz ve kendiniz bile şüpheli yönlerden bahsettiniz. Yani bence… hımmm, elli-elli. ...ne düşünüyorsun Kamiuchi?”

“Onlara inanmakta biraz zorluk çekiyorum.”

Kamiuchi hemen reddetti.

“Dediklerinden çok, bana nasıl işbirliği yaptıkları daha kuşkulu geliyor. Yani, onlar ayrıca zaten baştan tanışmıyorlar mıydı?”

“A-Ama daha önceden ayarlamak için zamanımız yoktu…?”

Tepkisel olarak itiraz ettim.

“Belki. Ama zaten birbirinizi daha önceden tanıdığınız için Maricchi ile aynı ağızdan konuşmanız mümkün değil mi? Ayrıca, en kötü ihtimalde her şeyin arkasında siz üçünüz varsınız, öyle değil mi?”

“Yok artık!”

“Hoşino-senpai, lütfen kızma. Tek demek istediğim şey daha baştan birlikte iş yaptığınız için hikayenize o kadar da kolaylıkla inanamayacağımız.”

Anlaşılan Kaichou da buna katılıyordu, “Haklısın.” dedi.

“Peki ya sen Yuri?”

“......ehm, özür dilerim ama… öyle ‘kutu’ların var olduğunu kendime inandıramıyorum. Özür dilerim.”

Onun tereddütünün fikri hakkında bir özgüven eksikliğinden değil de, katılmadığını belirten düşünceleri söylemeye alışkın olmadığını tahmin ettim.

“Ah, Yuricim, benimle eşleşmenin sebebi bana hoş görünmek istemen, değil mi?!”

“He…? H-Hayır…”

“Ühihi, sırf bir şaka ile kıpkırmızı olmak, çok tatlı!”

Kaichou daha da kızaran Yuri'yi korumak istermiş gibi araya girdi.

“Tamam, tamam, Yuri’ye asılma.”

“Kaichou, kendin asılmadığın için Yuri'yi mı kıskanıyorsun?”

“Senin gibi biri tarafından yapılıyorsa eğer ‘asılmak’ olarak saymıyorum.”

“Oha! Ne kadar acımasız! Esasında, benim oldukça yüksek sayıda hayranım var!”

Kaichou bundan usandığını belirten bir iç çekti ve konuya geri döndü.

“Şimdilik ‘kutu’lar konusunu bir kenara koyalım olur mu? Yuri ve Kamiuchi, lütfen bu hikayeyi saçma diye başınızdan savmaktansa, aklınızın bir kenarında tutun. Böylece, daha sonraki bir zamanda buna inanıp inanmadığımıza tarafsızca karar verebiliriz.”

İkisi uysal bir şekilde başını salladı.

Maria, “Yani, sağlam bir sonuç,” dedi ama sözünün tersine tatminsiz bir şekilde yüzünü buruşturdu.

...yani, benim için de öyleydi. Bir yandan bize inanmadıklarına memnun değildim, ama diğer yandan da kuşkularını anlayabiliyordum.

“...Kaichou, bize inanmanız için ne yapabiliriz…?”

Bunu endişeli bir şekilde sorduğumda Kaichou hemen yanıt verdi,

“Bize eylemlerinle güvenilir olduğunu göster. Size hala şu ‘kutu’lar hakkında inanıyor olmayabiliriz, ama eğer öyle yaparsanız, en azından bu durumu çözebileceğimize dair önerilerinizi dinleriz.”

Ama bu söylemesi kolay yapması çok zordu.

“Ehm, özellikle nasıl---”

Lafım bölünmüştü.

«Yah yah yah - anlaŞılan - biraz sıkınTılı bir - şeyden koNuşuyorsunuz. - AmA size - öyle merhaMetsiz - bir gerÇekten bahsedeCeğim ki - sizi uZaklaşTıracak!»


«Peki aLa - hepiNize iyi savaş - diLerim! - SadeCe - oyuNu herkeSin - mumYa olması giBi - sıkıCı bir şEkilde - bitirmeYin - taMam mı?»

Noitan [Asil Krallık]’ın kurallarını anlattıktan sonra kayboldu.

“Hey, Otonaşi,”

Kaichou’nun tavrı bu sarsıcı hikayeden dolayı biraz değişime uğramıştı.

“Eğer gerçeği söylüyorsan, [Asil Krallık]’i bitirmek dışında bir şekilde buradan kurtulabiliriz, değil mi?”

“Evet.”

Kaichou Maria’nın güç dolu ilanını ciddiye aldı.

---Belki de bize düşündüğümüzden daha çabuk inanacaktı.

Yani, Kaichou ---hayır, diğerleri de--- böyle bir ölüm oyununa katılmak istemiyordu. Eğer tereddüt etmeye devam ederlerse, zaman sınırı yaklaşacaktı ve birisinin hatada bulunacaktı. Bu da oyunun başlangıcının işareti olacaktı. Bu olmadan önce önlem almak istiyorlardı.

Öyleyse, kendilerine başka bir seçenek gösterilirse, kullanmak isteyeceklerdi.

“Sana ayrıntıları anlatayım mı?”

Ve Maria onlara bu diğer seçeneği gösterebiliyordu.

“...tamam, bir deneyip dinleyeceğim. Ne yapmalıyız?”

“Eğer ‘kutu’yu Oomine’den çıkartabilirsek, serbest bırakılırız.”

Bununla, birden herkesin bakışı Daiya’nın üzerine kilitlendi. Daiya bizim tavırlarımıza fark edilir bir şekilde cık dedi.

“Hey, Oomine, Otonaşi'nin bu iddialarına karşı itiraz etmeyecek misin?”

Onu sanki uzaklaştırmaya çalışırmış gibi Daiya başını başka yöne döndü ve sessiz kaldı.

“...Doğrusu sadece Oomine-senpai’ın şüpheli olduğuna katılabiliyorum.”

Kamiuchi bunu biraz soğuk bir ses ile söyledi; anlaşılan sinirlenmişti. Ardından döndü ve Yuri- san’a gülümsedi.

“Sen de tabi ki katılıyorsun, değil mi Yuricim?”

“He?!”

Durup dururken kendisi hitap edilince Yuri gözlerini sonuna kadar açtı.

“E-Ehm… yani…”

Belirsiz bir şekilde mırıldadı, ama Daiya’ya gözünün kenarından bakışlarından anlaşılan Kamiuchi ile aynı fikre sahipti.

Odadaki ortam tamamen Daiya’ya karşı olmuştu.

“Of…”

Daiya bu duruma derin bir of çekti.

“Sadece kolaylıkla sakalı ele veren aptallar var burada…”

Ama bu hakaret bile ortamı değiştirmedi.

“Başkalarına aptal demeden önce itiraz etmeye ne dersin?”

Kaichou sakin bir şekilde cevap verdi. Daiya tamamen hayrete düşmüşe benziyordu ve alaylı bir şekilde gülmeye başladı.

“...Ne? Neden gülüyorsun?”

“Başkalarına kolaylıkla inandığınıza benzediği için hepinizi yok etmenin ne kadar kolay olacağını düşünüyordum. Siz gerçekten en iyi öğrenciler misiniz? Bu doğru değil, değil mi?”

“Bilmece gibi konuşmaktansa itiraz et artık!”

“Özür dilerim ama bunu yapmak için [Gizli Buluşma]’ların bitmesine kadar bekleyeceğim.”

“Ha? Ne diyorsun ya? Öyleyse iyi bir mazeret uydurabilmek için sana zaman tanımamızı istiyorsun, değil mi?”

“Henüz ne duruş alacağımı bilmiyorum! Bu konuda danışmak istediğim biri var.”

“Bana hava hoş, ama bu şekilde çok şüphe çekiyorsun, tamam mı?”

Daiya yanıt vermedi.


▶Birinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

«Senin [Sınıf]’ın [Devrimci].»

Bu harflere bakarken bir süre donakalmıştım.

“......he?”

Ben [Devrimci] miydim? Kesinlikle en tehlikeli [Sınıf] olan [Devrimci] mi…?

Eğer [Asil Krallık] başlarsa, şüphesiz ilk hedeflenecek olan kişi bendim. Çünkü tek başıma öldürebilme kabiliyeti olan benim tehlikeli olduğum belliydi.

...Hayır, diğer yönden düşünelim.

[Devrimci] olmam [Suikast] edilmeyeceğim anlamına geliyordu. Böyle düşününce, belki de şaşırtıcı derecede güvendeydim.

Ve bu kadarıyla bitmiyordu. [Asil Krallık]’ı başlatacak en muhtemel [Sınıf], [Devrimci] olduğum için, oyunun başlangıcını engelleyebilirdim.

Öyleyse durum tersine daha da güvenli oldu. Evet.

Kendime bu şekilde moral verdim ve hızla çarpan kalbimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım.

«Yah yah yah - Kazuki - [Gizli Buluşma] - vakti gelDi!»

“Hİİ!”

Bu maskot hep berbat zamanlama ile ortaya çıkıyordu. Bunu bilerek yaptığı hissini üzerimden atamadım.

Noitan’dan [Gizli Buluşma] hakkındaki açıklamayı duyduktan sonra, doğal olarak Maria’yı seçtim.


[İroha Shindou] -> [Koudai Kamiuchi] 15:40~16:10
[Yuri Yanagi] -> [İroha Shindou] 16:20~16:50
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:10
[Kazuki Hoşino] -> [Maria Otonaşi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuri Yanagi] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50


“...Daiya beni mi seçti?”

Bunun anlamı da Daiya’nın danışmak istediği kişi ben miydim?

…...neyse, Maria ile olan buluşmam daha erkendi.


▶Birinci Gün <C> [Maria Otonaşi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonaşi]'nin Odası[edit]

“Düşündüğümüzden de şanslı olabiliriz.”

Dedi Maria birden.

“...ne şekilde?”

“Çünkü onlara ‘kutu’yu anlatabildik.”

“...he? Anlatmayacağımız bir durum var mı ki?”

“Var. Eğer onlara oyunun açıklamasından sonra söyleseydik, sırf kazanmak uğruna onları kandırmaya çalıştığımızı düşünürlerdi. Onlara sadece hala düzgün bir şekilde düşünebildikleri için söyleyebildik.”

Bu elbette mümkündü.

“Bunun sayesinde, bir kazanma ihtimali yaratıldı. Zaman sınırı yaklaştığında, diğerlerinin bize inanmaktan başka bir çaresi kalmayacak, çünkü bir tek biz buradan kaçmanın bir yolunu biliyoruz. Oomine muhtemelen şimdiki gibi karşı koyacak, ama onun kişiliğine baksana. Kimse ona inanmayacak.”

Bunun doğru olduğunu düşündüm. Eğer Daiya ile kendimiz arasında kimin haklı olduğuna karar vermem gerekseydi, o zaman özür dilerim ama Daiya’yı seçmezdim.

“...Maria.”

“Ne?”

“Daiya gerçekten bu ‘kutu’nun ‘sahip’i mi?”

Maria bir kaşını kaldırdı.

“Durum düşünülürse bir tek o olabilir, yoksa katılmıyor musun?”

“Ama Daiya Kaichou’yu durdurarak durumun daha da zorlaşmasını engellemedi mi? Öylece onlara ‘kutu’ hakkında ciddi bir şekilde konuşma fırsatı verdi bize. Eğer [Asil Krallık]’ı başlatmayı planlıyor olsaydı bunu gerçekten yapar mıydı?”

“...yani, doğru. Ama o kadar ileri düşündüğünü sanmıyorum. Yoksa bu bizi hazırlıksız yakalamak için bir taktik olabilir miydi?”

“Hımmm.”

“Yani, tuhaf olmasına rağmen, Oomine ‘sahip’ olduğunu bizzat kendisi söyledi bize. Bundan daha iyi kanıt var mı?”

“...Sanırım haklısın.”

“Bana katıldığına göre, düşüncelerimizi düzene sokalım. Görevimiz Oomine’den ‘kutu’yu çıkartmak. Bu amaç uğruna onu ikna etmemiz gerekiyor. Ama bunu kolaylıkla kabul etmesinin imkanı yok.”

Sessizce başımı salladım. Doğru, şimdi asıl soruna geldik.

“Oomine’yi ikna etmek için zamana ihtiyacımız var. Ve bunu kesin elde etmek için [Asil Krallık]’ın başlamasına izin veremeyiz, ne olursa olsun.”

“Öyleyse ne yapmalıyız?”

“Shindou’nun dediği gibi, birbirimize karşılıklı güven oluşturmamız gerekiyor. O yüzden öldürme kabiliyetine sahip oyuncular kendilerini ortaya atsa iyi olur, özellikle [Devrimci]...”

“Ah, bu ben oluyorum.”

“GERÇEKTEN Mİ?!”

“E-Evet.”

Maria’nın söylemi biraz irkilmeme sebep oldu.

“Bu harika. Çünkü bunun anlamı [Devrimci]’nin birini güvensizlikten öldürmek gibi bir hatada bulunma ihtimali yok. Dahası, doğru zamanlama ile [Sınıf]’larımızı ortaya atarsak, onların güvenlerini kazanmış oluruz."

...öyleyse benim [Devrimci] olmam gerçekten çok avantajlıydı.

“Bu arada, senin [Sınıf]’ın ne?”

“Ben [Dublör]’üm.”

“...Anladım.”

Oyun içerisinde düşman olurduk…

“Çok iyi bir kazanma ihtimalimiz var. O zaman… doğru, beni endişelendiren şey Oomine’nin biri ile müttefik olup ona [Büyü] kullandırma ihtimali…”

“Bundan sonra Daiya ile [Gizli Buluşma]’m var, o yüzden ona birçok şey sorarım o zaman! ...Ehm, tek yapmam gereken şey ona mümkünse [Asil Krallık]’ı başlatmamasını hatırlatmak, değil mi?”

“...Evet. Ama dikkat et! Onun [Devrimci] olduğunu fark etmesine izin vermemen gerekiyor.”


▶Birinci Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma],[Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Bu acınası [Asil Krallık]’ı oynamaya hiç niyetim yok.”

Bu, Daiya’nın odama girdikten sonra söylediği ilk sözdü.

“O sonuna kadar açılmış gözler de neyin nesi?”

“H-Hayır, yani---”

‘Sahip’ olması gereken Daiya’nın kendisi [Asil Krallık]’ı başlatmak istemiyordu - bu mantıksız değil miydi?

“Suratın bana bunun imkansız olduğunu düşündüğünü söylüyor.”

Doğru tahmin ettiği için sessiz kaldım.

“Senin şüphenin cevabı basit. Bunun anlamı ben böyle lanet bir ‘kutu’nun ‘sahip’i değilim. Sırf başkalarına ölüm oyunu oynatmak için bir ‘kutu’ mu? Kuku… bu ne kadar da saçma böyle? Varlığının hiçbir anlamı yok.”

“...ben de öyle düşünüyorum, ama…”

“Öyleyse bu ‘kutu’ya neden olduğumu söyleyerek bana dolaylı olarak hakaret ediyorsun, değil mi?”

“Hayır, bu…”

Yani kısacası, Daiya’nın demek istediği:

O kesinlikle bir ‘sahip’ti. Ama başkalarına [Asil Krallık]’ı oynatan ‘kutu’ onun değildi.

Bu ‘kutu’nun başka bir ‘sahip’i vardı.

“Ama yine de, bu ‘kutu’ neyin nesi ya? Hiçbir müdahaleye izin vermiyor sanki. Hiçbir aralık bulamıyorum, öyleyse ‘sahip’ üstesinden gelmiş anlaşılan.”

“He…?”

Daiya neden bu kadar Maria-ımsı bir yorum yapmıştı…?

“Hop hop, neden bu kadar şaşırdın ki? Bunu bir düşünsene! Otonaşi ‘kutu’ları hissedebiliyor, onlara müdahale edebiliyor ve ‘O’yu biliyor çünkü o bir ‘sahip’, değil mi? Ben de zaten bir ‘sahip’ olduğum için, aynı yeteneklere sahip olmam garip olmaz.”

“Doğru…”

“Bu surat da neyin nesi? Bana göre hafızandan tamamen silinmesi gerekirken ‘O’yu hatırlayabilen sen çok daha garipsin yani.”


“...Bu---”

“---doğru değilmiş, hadi oradan. Biz ‘sahip’ olduğumuz ve bilerek bunun eşsizliğinden yararlandığımız için böyle şeyler yapabiliyoruz. Ama sen bir ‘sahip’ değilsin, öyle değil mi?”

Karşılık veremedim.

“...her şeyden önce bu ‘eşşsizlik’ de ne?”

Daiya kollarını kavuşturdu ve düşünürken yanıt verdi.

“...bana böyle gibi geliyor, ama kişi ‘kutu’ elde ettiği an, o insan değildir artık. Bunun sebebi kişi ‘kutu’ elde ettiği an onun sayesinde insanoğlunun sınırlarını aşar. Ve sınırların ortadan kaldırılmasıyla, ‘sahip’ de herkesin günlük hayatından ortadan kalkar. Bu ‘sahip’ olmanın eşsiz doğası.”

Asık suratımın karışıklığını fark ettikten sonra Daiya ayrıca,

“Kişi ilk bakış açısından yükseldiği için, daha önceden «göremediği» şeyleri görebilmeye başlar! ‘Kutu’ları veya ‘O’nun varlığını görsel olarak görebilmekten bahsetmiyorum, sadece onları fark edebilmeye başlıyorsun. Her gün yanından geçmene rağmen saçını kestirmek istediğin zamana kadar öğrenmediğin yakınlardaki bir kuaför salonu gibi.”

...Daiya gerçekten bu şekilde düşüncelerini iletebileceğini mi düşünüyordu?

“Öyleyse, sen neden ‘O’yu «görebiliyorsun»?”

“Ben nereden bileyim!”

Cesaretim biraz kırık, cevap verdim.

“...Kazu, geri vermene rağmen, anlaşılan bir zamanlar bir ‘kutu’ya dokunmuşsun, değil mi?”

Düzgün bir şekilde cevap vermek zahmetli olacağı için başımı sadece hafifçe salladım.

“Bununla ‘herhangi bir dileği gerçekleştiren bir kutu’ gibi saçma bir şeyin gerçekten var olduğunu öğrendin. Hiçbir sınırın olmadığını öğrendin. Peki ya o anda birazcık uzak olduğun tezi?

Daiya bana odaklandı.

“Ama sen üstesinden gelebilirdin. O yüzden sen sırf bir ‘kutu’ya dokunarak bu hale geldin.”

“Yapamazdım! Ben… sıradanım.”

“Ah, hayır, değilsin. Daha önce dediğim gibi, sen uçuyorsun. Kendi halinde bu günlük hayatta.”

“Değilim.”

“Öylesin. Daha da kötüsü, senin bu anormalliğin ‘kutu’ya dokunmadan önce de vardı. Senin doğan baştan biz ‘sahip’lerinkine benziyordu! Hayır… biz ‘sahip’leri benzemektense, sen belki de ‘O’ya benziyorsun.”

“---Kes artık!!”

Haykırdım. Öylesine tiksinç bir varlığa benzediğime kesinlikle kabul edemezdim.

Daiya bana baktı ve bir süreden sonra iç çekti.

“Neyse, bu konu şu an önemli değil gerçekten. Doğru, benim sana bu ‘kutu’nun ‘sahip’i olmadığıma inandırmam gerekiyordu.”

“...artık sana inanabileceğimi düşünmüyorum.”

“Hadi ama, öyle anlamadan yargıda bulunma. Hım… eğer [Asil Krallık]’ın çalışmasını kendim engellersem bana inanır mısın?”

“...Ne demek istiyorsun?”

“Eğer [Asil Krallık] gerçekten birbirimizi «öldürmek» ve «kandırmak»’tan ibaret bir oyun ise, benim tek yapmam gereken bunun olabilmesinin imkan vermemek! O zaman oyun artık çalışamaz.”

...Biz [Asil Krallık]’ı başlatmak istemiyorduk, öyleyse hedeflerimiz onun hedefleriyle örtüşüyordu… sanırım?

“Sence bu ‘kutu’nun sahibi işlevinin kaybolmasını ister mi?”

“İsteyeceğini düşünmüyorum… Ehm, dur bir dakika! O zaman demek istediğin şey [Asil Krallık]’ı durdurmak için özel bir fikrin mi var?”

“Evet.”

Ardından, Daiya ilan etti,


[Devrimci]’yi bulmak.


“------”

Farkında olmadan nefesimi tuttum.

Bir şekilde hissettiğim rahatsızlığın yüzüme yansımasını engelleyebilmiştim. Bu çok tehlikeliydi. Küçücük bir hata ve benim [Devrimci] olduğumu fark etmişti.

“Neden [Devrimci]’yi bularak durdurabilirsin?”

Bir şekilde ona doğal bir şekilde sorabilmiştim. Daiya tavrımdan şüphe duymuyormuş gibi cevap verdi,

“Çünkü onun [Suikast] kullanmasını engelleyebilirsem, oyun başlamaz. Öyleyse tek yapmam gereken şey [Devrimci]’yi bulup [Suikast] kullanmaması için onu tehdit etmek. O zaman amaç zaten elde edilmiş olur.”

«Tehdit etmek» sözünü duyduğumda yüreğim hoplamıştı, ama sakin numarası yaptım ve sordum,

“‘Kullanamaması’ diyorsun - ama nasıl…?”

“Çeşitli yollar var, öyle değil mi? Örneğin ona eğer birini öldürürse onun [Devrimci] olduğunu su yüzüne vuracağımı söylemek. Eğer [Sınıf]’ı meydana çıkarsa kazanma ihtimali kalmaz artık. Ve hiçbir aptal hiçbir şey için öldürmez.”

“Ama diyelim ki, [Devrimci]’yi bulursan ve [Suikast] kullanmasını engellersen eğer, [Büyü] ne olacak…? Birinin o yüzden ölmesi ve bunun da oyunun başlamasına sebep olması mümkün değil mi?”

“O konuda endişelenmene gerek yok.”

Daiya belirgin bir şekilde ilan etti.

“Neden?”

Çünkü [Büyücü] benim.”

...he? Bana bu kadar kolaylıkla [Sınıf]’ını söylemesinde gerçekten bir sakınca yok muydu?

“G-Gerçekten mi…? Yoksa beni sadece aldatmaya mı çalışıyorsun?”

“Sana yalan söyleyerek oyunda fayda elde edeceğimi mi düşünüyorsun?”

“Yani---”

Kısa süreliğine düşündüm ama akla bir şey gelmedi.

“Bu değersiz ‘kutu’dan kurtulmak istiyorum. Bunun uğruna, sen ve Otonaşi ile işbirliği yapmaktan başka bir seçeneğim yok! O yüzden senden [Sınıf]’ımı gizlemiyorum.”

“...Pişman olmayacağından emin misin? [Sınıf]’larımız seninkine karşı olabilir ne de olsa…”

“Bu durumun ‘kutu’yu yok ederek çözülebileceğini biliyorsunuz, öyleyse sizin için bu oyunun [Sınıf]’larının bir önemi var mı?”

...bu gerçekten de böyle olabilirdi.

“Bu ‘kutu’nun ‘sahip’i olmadığımı anladığınız sürece ben iyiyim! ...Bundan yola çıkarak, şunu sorayım---”

Bana açıkça sordu,


“---Sen [Devrimci]’sin, değil mi?”


Tam o andaki tepkimden dolayı, Daiya [Sınıf]’ım hakkındaki onayı alabilmişti. Ama daha önceki sözlerine gösterdiğim tepkiden buna neredeyse emin olduğuna benziyordu.

Öyleyse şimdi ben Daiya Oomine’nin kontrolü altındaydım.

Yani… çaresi yoktu herhalde. Kimse o heriften [Sınıf]’ını gizli tutamazdı.

▶İlk Gün <D> Büyük Oda[edit]

Daiya [Asil Krallık]’ı çalışmasını engellemek istediğini söylediğinde dürüst olmuş olabilirdi.

“Eğer ölümcül bir kan davasının başlamasını istemiyorsanız, herkes [Sınıf]’ını su yüzüne çıkarmalı.”

Öneriyi o yapmıştı ne de olsa. Eğer [Sınıf]’ları ortaya çıkartma olayını şimdi yaparsak, yalan söyleyemezdi. Dahası onun açıklayacağı [Sınıf] öldürme kabiliyetine sahip olan [Büyücü]’ydü.

“...Bu Hoşino'ya danıştıktan sonra vardığın sonuç mu?”

Devam eden sessizliği bozan kişi Kaichou’ydu.

“Doğru. Bu oyuna itaat etmeyi düşünmüyorum.”

“Bunu duymak güzel, ama biliyor musun, bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü, örneğin---”

“Haberin olsun: eğer biri önerime uymaz ise, onun [Asil Krallık]’a katılma isteği olduğu kanısına varacağım.”

“Öyle keyfi şeyler söyleme!”

“Keyfi mi? Ama sanırım bunu bir tek ben kendim yargılayabilirim?”

Kaichou onun sözlerine kaşlarını çattı.

“A-Ama, İroha. Biliyor musun, doğrusu ben de aynı fikri önermeyi düşünüyordum.”

“...yani, [Gizli Buluşma]’mızda yapacağın izlenimine kapılmıştım.”

Kaichou bize bir defa baktı ve sordu,

“Bu sizin için de uygun mu? Eğer itirazınız varsa, sadece söyleyin.”

Kimse sesini yükseltmedi. Daiya’nın önerisi olduğu için Kamiuchi'nin itiraz etmesini beklemiştim, ama anlaşılan Yuri katıldığı için sessiz kalmıştı.

“Ha… gerçekten mi? Yani, sanırım bir tek buna karşı ben olamam, ne de olsa bu düzeni…”

“Öyleyse [Sınıf]’larımızı ilan edeceğiz, değil mi?”

“Evet, evet.”

Kaichou pes ettiğinde, Daiya bize daha önce hintkeneviri torbacığında olan günlüğünden sayfalar verdi, hepimize birer tane.

“Üzerine [Sınıf]’larınızı yazın. Sadece tek bir kalem var, o yüzden sıra ile yaparız. Başkalarının göremeyeceği şekilde yazdığınızdan emin olun ki kimse hile yapmasın. Bitirdiysen, sayfayı çevir. Benim işaretimde hepsini aynı anda çeviririz.”

Önce Daiya yazdı, ardından Maria, ben, Kaichou, Yuri ve Kamiuchi da onun talimatlarına uydu ve yazdı. Masanın üzerinde altı ters yatan sayfa vardı.

“Tamam, çevirin!”

Herkes sayfasını çevirdi. Herbiri üzerindeki [Sınıf]’ı okudum.

Maria «Dublör»’dü.

Kaichou «Kral»’dı.

Yuri «Prens»’ti.

Kamiuchi «Şövalye»’ydi.

Ve Daiya da--- bir tür hile yapacağını bekliyordum, ama bana beyan ettiği gibi «Büyücü» yazmıştı.

“...Hoşino [Devrimci] he. ...Ha, şimdi içim rahatladı. Eğer Kamiuchi ise ne yapacağım konusunda endişelenmiştim.”

“Kaichou, o da ne demek oluyor ya!”

“Aa, yani, anlamı tam da söylediğim gibi?”

Kamiuchi acı bir şekilde gülümsedi, “Ühee…”

“Nasılmış Kaichou efendi? Bu sonuç senin için oldukça güven verici, değil mi?”

“...Yani, evet. Hoşino gizliden gizliye son derece kötü olması gibi bir sürpriz olmadığı sürece bu oldukça güven verici.”

“...bu da neyin nesi…”

Dudaklarımı büktüm, ama yorum Daiya tarafından tamamen görmezden gelindi,

“Dahası, bir tane daha teklifim var. Her birinize dağıtılan bıçakları toplayacağım. Bu şiddeti tamamıyla engellemeyecek, ama yapmamaktan çok daha iyi.”

“Bütün bıçakları kendin için istediğini söyleme sakın? Eğer öyleyse, buna karşıyım. Bizim gücümüzü alırken bir tek senin gücün olması fazla tehlikeli Senpai.”

“Hımf, benim dışımda birinin odasında tutmamız gerekiyor o zaman.”

Kaichou onu lafını kesti,

“Yuri’nin veya Hoşino'nun odaları en uygun yerler olmaz mı? Gerçi, hangisi olursa olsun bana hava hoş, o yüzden ikiniz kendiniz karar verin.”

““He?””

Aynı anda seslerimizi yükselttik ve isimlerimiz söylendiğinde birbirimize baktık.

“Ah, lütfen buyur Hoşino.” “Ah, hayır, lütfen, sen buyur Yuri.” “Ben pek istemiyorum…” “Ben de istemiyorum.” “Bizim için bıçakları düzgün bir şekilde saklayacağını düşünüyorum…” “Eğer sen yaparsan içim rahat eder Yuri.” “Ama…” “Tek yapman onların sende kalması, gerçekten.” “Ama bu senin için de---”

“Tamam, tamam, Yuri olacak.”

Kaichou bizi ellerini çarpıp karar vererek böldü.

“İ-İrohaa~”

“Sessiz ol, karar verildi! Millet, bıçaklarınızı yarınki <B> kısmı için getirin. Yuri onları toplayacak. Tamam mı? Öyleyse mutlu musun artık?”

“Daha değil.”

Kaichou onun tavrına bir iç çıktı.

“Tamam, tamam, sırada ne var efendim?”

Daiya Kaichou’nun alaylı sözlerini tamamen duymamazlıktan geldi ve devam etti,

“Bununla, [Asil Krallık] şimdilik çalışmıyor. Fakat amacımız sadece durdurmak değil, ama ayrıca kaçmak. Neticede bu sadece geçici bir anlaşma. Eğer durumlar değişir ise, artık geçerli olmaz.”

“Yani, sanırım öyle. Öyleyse ne teklif ediyorsun? Bir tür önemli bilgin mi var?”

Bu oyundan nasıl kaçılacağını biliyorum.”

Sadece Kaichou değil, hepimiz gerildik.

...Daiya, sakın söyleme---

Tek yapmamız gereken ‘kutu’yu yok etmek.”

Tam da korktuğum gibi, Daiya başkalarının önünde ‘kutu’ların varlığını kabul etmişti.

Onun en şüpheli olduğu bir durumda.

“Maria Otonaşi’nin bahsettiği ‘kutu’lar kesinlikle varlar. Eğer inanamıyorsanız, ‘kutu’yu sadece mecaz olarak bizi bu duruma sokan şey olarak düşünün. Her neyse, hedefimizi elde etmek için, tek yapmamız gereken şey bu ‘kutu’yu yok etmek. Bunu ‘sahip’ini öldürerek yapabiliriz.”

“Ama Otonaşi senin ‘sahip’ olman ile ilgili bir şeyler dememiş miydi?”

“......şimdilik o iddiayı geri alıyorum.”

Maria çatık kaşlar ile konuşmayı böldü.

“Oomine en büyük şüpheli - bu değişmiyor. Ama başka olasılıkları elemek için daha çok erken olduğu kanısına vardım. Öncelikle, [Gizli Buluşma]’da böyle hissettim, ve ikinci olarak, Oomine’nin önerileri şüphesiz herhangi birinin ölümünü engelliyor. ...O yüzden, onun ‘sahip’ olup olmadığını kesin olarak söyleyemem.”

Kaichou Maria’nın olumlu yanıtından dolayı hissettiği hayreti gizlemeden başını tuttu.

Ne ben ne de Maria Daiya’nın doğruyu söyleyip söylemediğini bilmiyorduk. Daiya’nın bizim hakkımızda ne yapmayı düşündüğünü bilmiyorduk.

Ama [Asil Krallık]’ın bir ‘kutu’nun işi olduğu kesindi.

Eğer ki sadece buna inansalar, [Asil Krallık]’ın başlamayacağından emindim. O zaman birlik olup bir çöz---


Hadi be!”


İyimser düşüncelerim birden kesildi.

Herkesin bakışı konuşan Kamiuchi’nin üzerine odaklandı.

“Neden bunu ciddi ciddi düşünüyorsun Kaichou? Buna hiç gerek yok, gerçekten!”

“...neden?”

Sorusu Kamiuchi'nin bir gülücük atmasına sebep oldu ve ilan etti,

“Yani --- o üçü tamamıyla birlikte komplo kuruyorlar, öyle değil mi?”

Ve ardından ben --- gerildim.

Onun suratındaki her zamanki rahatlık kaybolmuştu. Yerine, acımasızlık yayan ifade eksikliği vardı.

“Bu… bir tuzak. Evet, bir tuzak. Tabi ki de bizlerin ‘sahip’lerin ne tür insan olduğuna dair en ufak fikri yok, değil mi? Bunun anlamı da, eğer ‘sahip’i ararsak onların dediklerin hepsini dinlemekten başka bir çaremiz olmaz, ve arayışımızı da ona göre yaparız. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”

Kamiuchi hafif bir gülücük attı ve,

“Onlar --- birini öldürmemiz gereken ‘sahip’ olarak gözükmesini sağlayabilirler.”

Ne---

Ne diyordu o öyle…?

“‘Sahip’i öldürmek gibi hiçbir düşüncemiz yok---”

“---Kapa çeneni!

Tek bir haykırış.

Sırf bunun aşırı bir etkisi oldu.

O an fark ettim; o insan --- farklıydı. Benim yaşadığım dünyadan farklı bir dünyada yaşıyordu. Ve onun dünyasında --- şiddet vardı.

Kimse konuşamıyordu.

Devam eden sessizliği bozan ses Kamiuchi'nin derin ve uzun iç çekmesiydi. Birkaç defa nefes alıp verdikten sonra, ifadesi her zamanki rahat ifadesine geri döndü.

Ama öncesi gibi artık o ifadeden sakinleşmedim.

Sen de öyle ‘kutu’ların var olduğuna inanamıyorsun, değil mi Yuricim?”

Yuri'nin soluk alma sesini duydum.

Ona bunu zorla kabul ettirmeye çalışıyordu. Bir reddetme kabul edilmeyecekti.

“.......Ben…”

Yuri'nin başını sallaması ile sahte bir geçerlilik kazanmak ve bizden kurtulmak.

Bu Kamiuchi'nin amacıydı.

O yüzden, Yuri başını salladığı an bitecekti.

Ama bu onun için imkansızdı. Onun gibi ürkek bir kızın Kamiuchi'ye şimdiki hali ile baş tutması imkansızdı.

“......evet, inanamıyorum.”

Aah, işte bu kadar…

Diye düşündüm, ama---

“......Ama,”

Devam etti,

“En azından Hoşino'ya güvenebileceğimizi düşünüyorum. O yüzden… bizi bir tuzağa düşürmek istediğini kabul edemem.”

Kabul edememişti.

Bunu açık açık söyledi. Bunu titrerken, ondan korkarken yaptı, ama yine de Kamiuchi'nin fikrine direnebilmişti. Beni savunmuştu.

Elleri göğüsünün önünde, nefesi düzensiz, çömeldi - anlaşılan bu bütün cesaretini toparlamasından doğan bir tepkiydi.

Kamiuchi onun reddiyesinden hayrete düşmüşe benziyordu ve gözlerini sonuna kadar açıp Yuri'ye baktı. Ardından bana delici bir bakış attı. Yargılanmak üzere bir suçluymuşum gibi yutkundum.

“Yani, ben de Hoşino-senpai’ın bana iyi niyetli gözüktüğünü kabul etmeliyim.”

Ve ardından yüzündeki düşmanlık sonunda kayboldu.

...başarmış mıydık…?

Yuri başını kaldırdı ve bana baktı. Gergin suratını yumuşattı ve bana gülümsedi.

Böylece Yuri'nin cesareti sayesinde barışçıl bir çözümün umudunu koruyabilmiştik.

Daiya, Kaichou, Kamiuchi ve Maria kendi odalarına geri döndüler. Ben de kapıdan geçmek üzereyken Yuri elimi tuttu.

“Ne oldu?”

Bunu ona sorduğum an fark etmiştim---onun elleri titriyordu.

“...Korkmuştum.”

Fısıldadı başını kaldırmadan.

“O… çok korkunçtu.”

“Evet… Ehm… Bizi bir şekilde kurtardın Yuri. Teşekkür ederim.”

Onu bir gülümseme ile rahatlatmaya çalıştım, ama korku ifadesinden gitmedi.

“[Gizli Buluşma].”

“...he?”

“Korkuyorum… onunla olan sıradaki [Gizli Buluşma]’dan korkuyorum.”

Yuri ilk tanıştığımızdaki gibi bembeyazdı.

“T-Telaş etmene gerek yok! Yani, anlaşılan Kamiuchi senden hoşlanıyor, o yüzden---”

“---o yüzden korkuyorum!!”

Neredeyse başını kaldırdığı gibi indirmeden önce bunu neredeyse haykırdı. Anlaşılan kendi gürültüsünden rahatsız hissetmişti.

“Ö-Özür dilerim, seni tedirgin etmek istemedim.”

“I-Imhım…”

Bunun anlamı da neydi?

[Gizli Buluşma] - o hapis gibi odada biri ile baş başa kalmaktan ibaretti. Kamiuchi ondan hoşlandığı için, onu öldüreceğini düşünmüyor---

“Aa…”

Ardından fark ettim.

Yuri'nin neyden korktuğunu fark ettim.

Anlaşılan bunu fark ettiğimi düşünerek elimi sıkıca kavradı.

“......Ciddiyim, biliyor musun?”

“He?”

“Sana cidden inanabileceğimize inanıyorum, bunu sırf Kamiuchi'yi sakinleştirmek için söylemedim.”

Titremesi daha da kötüleşti. Onun hakkında endişelendim ve kederli suratına baktım.

“Korkuyorum… Korkuyorum…!”

Ağlıyordu.

Lanet olsun, ne yapmalıydım?

Bunun hakkında düşünmenin bir işe yaramayacağına karar verince bu sefer onun titreyen elini ben sıkıca kavradım. Yuri ayrıca sol elini de benimkinin üzerine koydu ve beni sıkıca tuttu.

“Ah---”

Yine.

Bir kez daha.

Yine hatırlamıştım.

Yuri'nin soy adını duyduğum zamandan daha belirgin bir şekilde «Nana Yanagi»’yi hatırladım.

Oysa bana çok garip gelmişti; onu nasıl tamamen unutabilmiştim? O zamandan beri daha iki sene bile geçmemesine rağmen, son zamanlarda onun hakkında düşünmemiştim. O olaylar sanki hiç olmamışlar gibi onu unutmuştum.

Sakın ona ihanet ettiğimden beri dilediğim şey, «Nana Yanagi’yi unutmak istiyorum», gerçekleştiğini söyleme?

Doğru --- onun üzerini günlük hayatım ile geçerek.

«Daha da kötüsü, senin bu anormalliğin bir ‘kutu’ya dokunmadan önce de vardı.»

---Bunun onunla hiçbir alakası yoktu. Kesinlikle yoktu.

“...Özür dilerim Hoşino, gerçekten özür dilerim… Şimdi bencil olacağım ama lütfen beni affet. Sana utanmadan güveniyorum. O yüzden---”

O konuştu. Yanagi konuştu,

“O yüzden, lütfen--- bana ihanet etme.”

Onun yaşlı yüzü… her nedense bana ilk aşkımı hatırlatmıştı.

Ve ardından, onların benzediğini düşündüğüm anda, ağzımdan çıkmıştı.

“Sana ihanet etmeyeceğim. Sana artık ihanet etmeyeceğim «Yanagi»!”

▶İlk Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Odama döndüğümde uzun süreden sonra ilk defa onun hakkında düşündüm.

Nana Yanagi. O benim sınıf arkadaşım, ilk aşkım ve --- en iyi arkadaşımın kız arkadaşıydı.

Aynı soy isme sahip olmalarına rağmen, o Yuri'den tamamen farklı biriydi. Onu tek bir kelime ile anlatmam gerekse, belalıydı. Örneğin bir tenefüs birden kaşlarını ciletle aldı, veya yangın tüpüyle sınıfı pembeye boyamıştı - böyle soytarılıkları sayısız defalarca yapmıştı. Kızlar ona gizliden «ucube» diyorlardı.

Yanagi doğal olarak benim için korkunçtu ve doğrusu, onunla pek alakadar olmak istememiştim.Sanırım saçını sarıya boyatan, diğer belalı çocukları bile itecek kadar uygunsuz uzunlukta olan bir etek giyinen, ve gizliden gizliye sigara içen biriyle alakadar olmak isteyecek neredeyse kimse yoktur.

Ama o ‘neredeyse kimse’ olan kişilerden biri bana yakındı.

«Touji Kijima», benim en iyi arkadaşım.

Touji her zaman bilinmedik bir şey keşfettiği zaman gözleri parlayan meraklı bir insandı. O Yanagi- san’ın acayip girişimlerini sürekli ışık saçan gözlerle izlerdi. Belki de Touji’nin ondan hoşlanması doğaldı.

Yanagi'ye ilk yaklaştığı zamanlar o Touji’yi reddediyordu. Ama muhtemelen işin gerçeği şuydu; o, uzun süredir onunla ilgilenecek birisini arıyordu. Sonunda Touji’yi kabul etti ve sevgili oldular.

Ve tam sevgili olduklarında gerçek doğasını gösterdi.

Bu da --- yalnız bir insan olmanın doğasıydı.

O Touji’nin eline bakıyordu. Ama bu miktardaki ihtiyaç açıkça sıradışıydı. Touji’nin yanını hiç bırakmazdı ve Touji’ye yaklaşan kızları def etmek için gözdağı verirdi. Touji’nin isteği üzerine saçını doğal siyah rengine geri boyadı, sıradan bir etek giyinmeye başladı ve sigaralarını mezara gömdü.

Touji Yanagi’nin her şeyiydi.

O yüzden onun için her şey olan adam beklentilerini karşılamayınca, sadece hoşuna gitmeyen söz veya davranış bişe olsa da, çoktan dayanamaz hale gelmişti, En küçük hayal kırıklıklarından aşırı üzülürdü. Bazen o kadar kötü ki kendi bileğini keserdi.

Onun ağlayışlarını dinleyebilecek tek kişi bendim.

Onun aramaları her zaman ağlayan sesiyle başlardı. Beni sık sık kimselerin olmadığı yerlere götürüp ağlardı.

İlk başta sadece onun dediklerini dinledim. Ama yavaş yavaş benden daha çok teselli istemişti. Bana onun başını okşamamı, ona sarılmamı, onun yanında uyumamı ve gözyaşlarını içmemi zorladı. Bana, onun yanaklarını yaladığımda sakinleştiği gibi saçma bir şey söylediğini hatırladım, ama o zamanlarda Touji hakkında çok suçlu hissederdi.

Doğru, onun bana da ihtiyacı vardı.

Doğrusu, yorucuydu. Rahatsız edici olduğu için aramalarını açmadığım zamanlar vardı.

Ben bile öyle olduğumu düşününce, Touji de onu hızla yorucu bulmuştu.

Ayrılık hakkında birkaç konuşmadan sonra, sonunda kesin olarak ayrıldılar.

O günden sonra herbir ve her gün etrafımda dolandı. Elbet hayatları boyunca başkasının göz yaşlarını tatmayan bir sürü insan olmasına rağmen, ben o tuzluluğu bıkma noktasına kadar tatmıştım. Ama bir tek bana güvenebileceğini bildiğim için buna katlandım.

Ama ben bile bıkmıştım. Sürekli öfkemden dolayı miğdem ağrıyordu. İştahımı kaybettim. Beni hasta etmişti - kız arkadaşım olmayan bir kızı neden teselli etmem gerekiyordu ki?

O yüzden, bir gün ona dedim ki,

“Artık sana katlanamıyorum.”

Beni anlamamıştı.

Yavaş yavaş niyetimi belli etmek için daha sert kelimeler kullanmaya başladım.

Artık sana katlanamıyorum, sen bir baş belasısın! Sadece kendini düşünüyorsun! Yeter artık! Başkalarını umursamadığın için Touji seni terk etti! Artık istemiyorum, etrafımda dolanıp durma artık seni ucube---

Ve ona bu şekilde hakaret ettiğim gün----Yanagi ve Touji kayboldu.


Onları sadece sevgili olarak bilen diğer sınıf arkadaşlarımız bunun adını aşıkların evden kaçması olarak koydu, ama durumun öyle olmadığını biliyordum.

Öyleyse o ikisi neden aynı anda kayboldu?

Bu belliydi. Benim ihanetimden umudunu kaybeden Yanagi Touji’yi aldı götürdü. Ve --- onun bir daha dönememesini sağladı.

Kendimi suçladım. Bu benim hatamdı. Çünkü ona destek veremedim. Çünkü bir tek bana güvenebilmesine rağmen onu reddetmiştim. Ama kalbimi dolduran his suçluluktan çok bir boşluk hissiydi.

Hayatımdaki her şey adeta sönük olmuştu. Üç gün boyunca çiğnenen bir sakız kadar tatsızdı. Eksikti. Dünyanın tadı eksikti.

O kuvvetli tuzluluk eksikti.

Bu çok zalimceydi! Sırf o sözler yüzünden gözümden kaybolacağını düşünemezdim! Bana ihtiyaç duymaya devam edeceğini düşünmüştüm! Bana böyle… bana böyle bir tadı tattırıp kaybolmak fazla sorumsuzdu!

Neden---Touji?

Ben olsaydım, sana her şeyi verirdim. Gerçi sana neredeyse her şeyi vermiştim zaten.

Kalbimdeki boşluğu hissettikten sonra, sonunda… gerçekten, sonunda fark etmiştim.

---Aah… tam da buydu.

Ben --- Nana Yanagi’ye aşık olmuştum

Ama o artık burada değildi. O Touji’yi, kalbimdeki neredeyse her şeyi aldı ve bir yere çekip gitmişti.

Ama sevdiğime ihanet ettikten, incittikten, köşeye sıkıştırıp öldürdükten sonra bile günlük hayatım devam etti. Çünkü yaşıyordum, yaşamaya devam etmem gerekiyordu. Onun olmadığı bir dünyada yaşamaya devam etmem gerekiyordu.

Bu sebepten dolayı onu unutmaya karar verdim.

Nana Yanagi’yi unutmaya karar verdim. O daha baştan alakadar olmamam gereken biriydi. Acayipliği yüzünden neredeyse sıradışılığın simgesi olan onu gizlemek istedim.

Ve ardından onu gerçekten de şaşırtıcı bir derecede unutmuştum.


Şimdi düşününce, ben günlük hayatıma ne zaman öncelik vermeye başladım?


«Lütfen [Suikast] hedefi seçin»

Bu ileti ve benim de bulunduğum altı kişinin fotoğrafları ekranda gösteriliyordu.

Öyle bir şey yapabilmemin imkanı yoktu.

Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nu anlayamıyordum. Bunun hiçbir anlamı olmamasının düşüncesi bile aklımdan geçti.

Kendimi yatağa attım. Ama bu ‘kutu’nun hiçbir anlamı olmasa bile - ne olmuş yani? Döneceğim günlük hayatının bir anlamı var mıydı?

Tek sebebi onu unutmak olan bu günlük hayatın?

“------”

Yuri aklıma geldi.

Kimsenin söylemesine gerek duymadan «Yuri Yanagi»’yi «Nana Yanagi» ile örtüştürdüğümün farkındaydım.

Yuri'ye ihanet etmeden onu kurtarmayı başarırsam, o zaman «Nana»’nın lanetinden kurtulabilecek miydim?

Bilmiyordum. Bilmiyordum, ama---

Yuri'nin yüzünü hayal ettiğim an,

---Kuru ağzımın içinde birinin göz yaşlarını tattım.

▶Altıncı Gün <B> Büyük Oda[edit]

Hiç kayde değer bir ilerleme elde edemeden altıncı gün olmuştu.

Daiya’dan beklenileceği gibi, [Sınıf]’larımız ortaya çıktığında ve bıçaklar toplandığında [Asil Krallık] durmuştu. Ama ne kadar anlatırsak anlatalım, o üçü bize ‘kutu’lar hakkında hala tam inanmıyordu, ve ‘sahip’i hala bulamamıştık. Ve zaman sınırı git gide yaklaşıyordu.

Kendi odamdan büyük odaya geçtim. O ışınlanma gibi hisse zaten alışmıştım, o yüzden artık sıkıntı değildi.

Rengi doğal olmayan beyaz bir oda.

---Ama endişelenecek bir şey yok sanırım. Ben [Devrimci] ve Daiya [Büyücü] olduğuna göre, [Asil Krallık] başlamayacaktı.

Kazuki.”

Yuri beni fark etti ve büyük bir gülümseme ile bana hızla yaklaştı.

“Hım? Güzel bir şey mi oldu?”

Anlaşılan gülümsediğinin farkında olmayan Yuri başını yana eğdi ve küçük bir “He?” çıkarttı. Onu gözünün kenarından izleyen İroha ona sataşmaya başladı:

“Yuri seni gördüğüne sevindi Kazuki! O sana amma da yaklaştı, öyle değil mi?”

Ses tonundan onun ciddi olup olmadığı anlaşılmıyordu. Yuri'nin suratı kıpkırmızı kesildi.

“I-İroha~! Lütfen ben bir yavru köpekmişim gibi konuşma~”

Yuri'nin bana doğru hızla koşarak köpek kuyruğunu salladığını hayal ettim.

“Pıft!!”

Aman tanrım, bu ona çok yakışırdı!

“Az önce n-niye güldün Kazuki?!”

Yanaklarını şişirdi. Şimdilik ona gülümseyerek bunu atlatmaya karar verdim.

Ama yine de --- geçen günler süresinde birbirimizle konuşmaya hayli alışmıştık.

İkinci günden sonra aramızdaki güveni pekiştirmek için diğerleri ile etkin olarak konuşmaya gayret ettik. Ayrıca her oyuncuyla [Gizli Buluşma] da yapmıştık. Daiya’nın bile katıldığına göre bunun oldukça başarılı olduğunu düşündüm.

En azından herhangi birimizin başkasını öldüreceğine inanamıyordum artık.

“...Kazuki, güldüğün için ceza olarak, lütfen… ehm, bugünkü [Gizli Buluşma] için eşin olarak beni seç.”

Nedense Yuri bunu söylediğinde hala şiş olan yanakları biraz kızarıktı.

“Bana hava hoş, ama bu nasıl ceza oluyor?”

“...he? ...aaa, n-neyse, bu bir ceza! ...muhtemelen!”

Bunu var gücüyle, kollarını yukarı aşağı sallayarak söyledi. Bu nedense bana komik gelmişti.

“Hım?”

Ona gözünün kenarından bakan Maria başını huysuz bir şekilde kaşıyarak bize doğru geldi.

“...he? Ne oldu Maria?”

İlk başta Maria bir sebepten dolayı sessiz kaldı.

“......yani, demek istediğim şey şu… sen zaten Yanagi ile birlikte dört [Gizli Buluşma] yaptın, öyle değil mi?”

“He?”

“Eğer bugün de gidersen beşinci olacak. O yüzden diğerlerinin bir kişiyi tercih ettiğini düşünme ihtimali var. Eğer belli biri ile beş defa [Gizli Buluşma] yaparsan sonunda altımız arasında oluşan işbirliği tehlikede olabilir.”

“...ehm? Kısacası Yuri ile [Gizli Buluşma] yapmamı istemiyor musun?”

“Hayır, özellikle Yanagi’den bahsetmiyorum. Sadece diğerlerinin belli birini tercih ettiğini düşündükleri bir durum tehlikeli olduğunu söylüyorum.”

“...boş işlerle uğraşmıyor musun?”

“Benimle sadece üç [Gizli Buluşma] yaptın!”

Anlatmak istediği şey başka bir şey değil miydi…?

“Otonaşi kıskandı. Ne kadar da tatlı!”

Dedi İroha Maria’ya zevk alıyormuş gibi bakarak.

“...bu garip hatalı varsayımlar da neyin nesi. Ben sadece Kazuki’nin tavrını belirttim.”

“Otonaşi çaresiz.”

“...anlaşılan söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyor.”

“Maria, kıskandın mı?”

---Pat!

“A-Ah!”

O az önce bütün gücüyle bacağıma tekme attı!

“Ha…”

Taşınabilir cihazı ile oynarken bizi izleyen Kamiuchi şaşkın bir ifade ile bizi böldü.

“Off, esasında son derece kıskandım, o yüzden lütfen ölür müsün Hoşino-senpai?”

“He? Neyden kıskanıyorsun…? Bana az önce tekme atılmadı mı?”

“...o neyden bahsettiğimi anlamamış surat ifadesi de neyin nesi öyle? Bu galip sakinliği mi?”

Bu sözlere başımı yana eğdiğimde Kamiuchi iç çekti ve dikkatini cihazına döndürdü.

Hala öyle davranıyor olabilirdi ama onunla oldukça iyi anlaştığımı düşünüyordum. Onun o şiddetli yanını gördüğümde endişelenmiştim ama onunla konuştuktan sonra oldukça arkadaş canlısı olduğunu fark ettim.

“Hım? Ah, anladım.”

Cihazı masanın üzerine koydu ve ayağa kalktı.

“Ne oldu?”

“Ah, önceki konuşmaları tekrar okudum ve bir sonuca vardım!”

Sandalyede oturan Daiya’ya doğru yürüdü ve yüzünde bir gülümseme ile onun omzunu hafifçe vurdu. Daiya bu aşırı samimi davranışa yüzünü astı. Son zamanlarda birbirlerini genellikle bu şekilde idare ediyorlardı.

“Oomine-senpai. Sana bu ‘kutu’ şeyi hakkında inanacağım!”

Hayret etmitşim ve tepki olarak sordum,

“He? Gerçekten mi Kamiuchi?”

“Neden yalan söyleyim ki? ...aa yani, açıkçası artık inanıp inanmamak gibi bir durum değil. Zaman sınırı yaklaştığı için bir sonuca varmamız gerekiyor. Ve ‘kutu’ dışında hiçbir açıklamamız olmadığı için başka bir çaremiz yok.”

Şimdi düşününce, Maria zaman sınırı yaklaştığında bize inanacaklarını söylemişti.

“Tamam, şimdi ne yapmamız gerekiyordu tam olarak? Eğer doğru hatırlıyorsam, bu durum ‘kutu’yu yok ederek hallolacağını söylemiştin, değil mi? Öyleyse şuna ne dersin:”

Kamiuchi beyaz gömleğinin kollarını sıvadı.


Oomine-Senpai’yı öldürelim.”


“---------He?”

Ama hiç zaman yoktu.

Bu kelimelerin ne anlama geldiğini fark etmek için hiç zamanım yoktu.

Fark etmemize fırsat vermeden aşağı indirdi ve---


Daiya’yı öldürdü.


“------aa…”

…...He? Nasıl yani…?

Olanları betimleyebilmeme rağmen, bilincim takip edememişti.

Kamiuchi Daiya’nın boğazını kesmişti. Yaradan kan fışkırmıştı. Daiya açık gözlerle hareketsizleşmişti. Ve ardından o --- ölmüştü. Bunu doğrulayabilmiştim. Ama bunu sadece bir oldu olarak algılayabilmiştim, anlamını fark edememiştim.

O yüzden, şaşkına dönmüş öyle ayakta kaldım.

Kamiuchi'nin gömleği koyu bir kırmızıya dönüşmüştü ve suratı Daiya’nın kanı ile doluydu. Elinde de orada olmaması gereken bıçağı tutuyordu. Topladığımız savaş bıçağı.

“Garip, öyle değil mi?”

Kemerinde sakladığı bıçakla oynarken, Kamiuchi bunu fısıldadı.

“Eğer ‘sahip’ ölürse her şeyin hallolacağını söylememiş miydin? Ve ‘sahip’ Oomine-senpai’ydı, öyle değil mi?”

Maria’ya baktı.

“Hey, öyle değil miydi Mariççi?”

Maria gözlerini açık tutmuştu ve tamamen affalamıştı.

Anlaşılan baştan beri bir cevap beklemiyordu ve konuşmaya devam etti,

“O zaman bunun anlamı Oomine-senpai’ın hala ölmediği mi? Tamam o zaman öyle yaparım.”

Bunu dedi ve---

---bıçağı Daiya’nın boyununa ikinci defa sapladı.

Etrafa daha da çok kan fışkırdı.

Daiya’nın vücudu darbeden yere düştü ve kafası da masanın üzerine büyük bir ‘küt’ sesi ile düştü. Masanın üzerinde kırmızı bir sıvı yayılmaya başladı.

“He---”

Yuri sesini yükseltti ve sırtına düştü.

“İİAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!”

Kamiuchi Yuri'ye baktı ve gülümsedi.

“Çığlığın amma da tatlıymış… hım, ama o kesinlikle ölü, öyle değil mi? Bunun anlamı da ya Mariççi’nin ilk yargısı yanlıştı ya da ‘kutu’ yalandı hım. Ah, ama ben bu ‘kutu’ hikayesine inanmaya karar verdim, değil mi? Öyleyse Oomine-senpai’yı «yanlış kişi» olarak düşünmeliyim.” «Yanlış kişi» dedi.

Bunun anlamı derhal anladım --- maalesef anladım.

“Mariççi.”

Katil sordu.

Kim ile devam etmeliyim?”

Kimin «doğru kişi» olduğunu sordu.

Birden, onun bıçağı tutan elinin titrediğini fark ettim.

İlk başta bunun kendi eylemlerinden hissettiği korkudan olduğunu düşünmüştüm. Ama ifadesini gördükten sonra, gerçek sebebi anladım.

Eli heyecandan titriyordu.

Aah --- onu neden yanlış anlamıştım ki? Neden o katille iyi anlaştığımı düşünmüştüm ki?

O sadece gizlediği şiddetli doğayı ortaya çıkartmak için doğru vakti bekliyordu.

[Asil Krallık] aldatmaktan ibaret bir oyundu. Öldürmekten ibaretti.

Hiçbir zaman bunu durdurabilmenin imkanı olmamıştı. Daiya’nın girişimi başarısızdı ve bunun karşılığında ölmüştü.

Daha ilk günden… [Asil Krallık] çoktan başlamıştı.

“Neden sende hala… o bıçak var?” Diye sordum ona üzerinden Daiya’nın kanı akan bıçağa bakarak.

“İlk sorulan soru bu mu? Yani, çocuk oyuncağıydı. Sadece Yuricim ile yaptığım bir [Gizli Buluşma] sırasında çaldım. Bu kadar.”

“...He? Öyleyse bu benim suçum mu…?”

Yuri başını kaldırdı ve ona sonuna kadar açık gözlerle baktı. Katil ona gülümsedi ve,

“Lütfen daha dikkatli ol!”

“Ah---”

Yuri'nin dili düğümlenmişti ve gözyaşlarına boğuldu.

“Ee, sırada kim var Mariççi? ...hey, hala donuk musun? Abartmıyor musun? Gerçi, doğruyu söylemek gerekirse saf karakterlerin baya tatlı olduğunu düşünüyorum.”

Bu ilgisiz lafları pat diye söylerken kanlı bıçağı inceledi.

“...Karar verdim.” Dedi ve bana doğru yaklaştı.


“Sanırım Hoşino-senpai’ı seçeceğim, ondan kıskandığım için --- ne de olsa onun ölmesini istiyorum zaten.”

Yemek siparişi veriyormuş gibi beni belirtmişti.

Ama onun gözlerinde öldürme niyeti vardı.

Kanlı bıçağı gördüm ve gerildim. Ne de olsa bu Daiya’nın canını gerçekten alan bıçaktı.

Katil bana doğru yaklaştı.

Kaçmamın gerekmesine rağmen hareket edemiyordum.

“Dur.”

Kamiuchi Maria’nın sözleri üzerine itaatkar biçimde durdu.

“Ne oldu Mariççi?”

Maria ona, gözlerinde öldürme niyeti gizleyen kişiye,

“‘Sahip’ benim,” dedi.

Kamiuchi kaşını kaldırdı.

“Beni öldürmen gerekiyor, Kazuki’yi değil.”

Onun ne dediğini anlayınca acı bir şekilde güldü.

“Haha, demek onu o kadar çok kurtarmak istiyorsun ki kendini mi feda edeceksin? Harika!”

“Ben sadece gerçeği söylüyorum.”

Kamiuchi ona dik dik bakan Maria’ya yaklaştı. Maria direnmeye niyeti olmadığını vurgulamak için kollarını kaldırdı.

“M-Maria…”

Onun ismini söylediğimde bana bir gülücük attı. O hassas gülümsemeyi gördüğümde ikna olmuştum:

Bunu hiçbir taktiği olmadan söylemişti. O gerçekten sırf benim için kendini feda edecekti.

“Etkilendim Mariççi. Asla gerçekten başkasının canını kendi canından daha çok değer veren birinin var olduğunu düşünmemiştim. Sadece ağzından boş laf kaçırdığına da benzemiyor. Bu aşk! Gerçekten aşk!”

Maria alaylı bir şekilde güldü.

“Anladım. Etkilenmen ne kadar güzel.”

“Gerçekten Hoşino-senpai’yı kurtarmak uğruna ölmeye razı mısın?”

“Evet.”

Maria hiç tereddüt etmeden bunu ilan ettiğinde Kamiuchi homurdandı.

“Bu sıkıntılı. Bu aşk fazla güzel değil mi? Aah, öff, tamam ya! Kötü adam olmak istiyor değilim, sadece bu meseleyi bir an önce halletmek istiyorum. Sana saldırıp «Öl o zaman!» diyecek bir 3. sınıf düşman rolü yapmak gerçekten içimden gelmiyor. O yüzden ikiniz de yaşayabilirsiniz.”

Aşırı samimi bir şekilde Maria’nın başını okşayarak Koudai Kamiuchi devam etti,

“Eğer seni yapmama izin verirsen Mariççi.”

Bıçağı onun boğazına dayadı.

“------”

Maria’nın suratı tiksinti içerisinde buruştu. Ona sert sert baktı ve kendisine bıçak tutulduğunu görmezden gelerek onu okşayan eli itti.

“......dalga geçme benimle. Sana vücudumu teslim etmektense ölürüm daha iyi.”

“Ne kadar da zalimce! Benimle istekli olarak yapacak birçok kişi var ama. Öyleyse kabul etmeyecek misin?”

“Tabi ki de hayır!!”

“Boşver o zaman.”

Kolaylıkla pes etti --- fazla kolaylıkla.

Öyleyse senin yerine Yuricim'i yaparım.”

Bunun peşini bırakmasına imkan yoktu.

Yuri onun sözlerinin bir yalan olmadığını kavrayınca anında sarardı, ona gösterdiği soğukkanlı gülümseme ve gözlerindeki arzudan isteksiz olarak anlamıştı.

“H-Hayır---!!”

“Hayır, ama Yuricim, yapacak bir şey yok, öyle değil mi? Mariççi beni reddetti ne de olsa… Aa, ama seni tercih ediyorum zaten, o yüzden bana hava hoş!”

“Öyle bir şey, benim için i-imkansız…”

“Öyleyse Mariççi ve Hoşino-senpai’yı öldürürüm.”

Yuri'nin suratı bu insafsız sözleri duyduktan sonra daha da sarardı.

“Lütfen beni reddettiğin için o ikisinin ölmesini istemiyorsan kendini bana teslim et artık.”

Yuri yavaşça döndü ve bana baktı. O gözler göz yaşları ile doluydu.

Bana o göz yaşları ile bir mesaj iletti.

«---bana ihanet etme.»

---Aa, doğru. Yuri daha ilk günden böyle bir durumdan korkmuştu. Ve ben ona söz vermiştim. Artık «Yanagi»’ye ihanet etmemeye söz vermiştim.

Ama eğer Yuri'yi kurtarmaya çalışırsam, Maria---

“...Dur.”

Bunu kısık sesle diyen ben değil, Maria’ydı.

Koudai Kamiuchi mutlu bir şekilde ağzını açtı.

“Hım? Yani, eğer beni şimdi tatmin etmek istiyorsan lütfen devam et.”

Bunu söyleyeceğini elbet tahmin etmişti.

Maria dudaklarını ısırdı, o kadar sert ısırdı ki ağzından kan akmaya başladı. Ardından bakışını benden kaçırdı ve---açık ve net bir şekilde söyledi,

“......Tamam, o zaman sadece benimle kendini tatmin et.”

---ne…

---ne diyorsun sen Maria?

“He? Gerçekten mi?”

Koudai Kamiuchi gözlerini sonuna kadar açtı.

“......kıh, kıhkıh, ahahahaha!”

Bu kararlılık---

Ölmeyi tercih etmesine rağmen, Yuri'yi kurtarmak uğruna teslim olmak üzereydi --- Maria bu kadar kararlıydı --- ve Koudai Kamiuchi ona doğru parmağını kaldırdı ve güldü.

“Ahahahaha! Gerçekten mi? Eğer sevgili Hoşino-senpai’ını kurtarmak uğruna olsaydı anlardım! Ama böyle bir şeyi sadece bir kaç gün birlikte olduğun Yuri için mi yapıyorsun? Ahaha, bu çok saçma!!”

“......o kadar komik olan ne?”

“Bu benim için bir kültür şoku! Senin ahlaki değerlerin garip! Kendinden önce başkalarına öncelik verecek şeklinde saptırılmış! Bir dakika, bunun gerçekten güzel olduğunu mu düşünüyorsun?!”

Doğru, ben de Maria’nın tavrını takdir edemiyordum. Ara sıra onun fedakarlığı benim hislerimi bile incitirdi. Onun tavrı her zaman başkaların uğruna yaşamak olarak hitap edilemezdi.

Ama.

Onun tavrı yanlış olsa bile---

Böyle bir herifin bununla dalga geçebileceği anlamına gelmezdi.

“Öyleyse başkalarının azabı kendi acından daha mı kötü? Aa, o zaman sözümü geri alıyorum. Sen onun yerini almayacaksın. Ne yaparsan yap Yuricim'e tecavüz edeceğim.”

“...ne… diyorsun sen şerefsiz?! Bunu yapmanın hiçbir anlamı yok ki, var mı!?!”

Bu şekilde daha komik değil mi?”

Maria’nın bile dili düğümlendi. Koudai Kamiuchi onun hayret ettiğini görünce ona alay ile güldü.

Bunu komik olarak düşünüyordu. Onun büyüleyici doğasını acınası olarak düşünüyordu ve onu elinde evirip çevirerek kendini eğlendiriyordu.

Buna izin veremezdim. Onun Maria’nın gururuna hakaret etmesine kesinlikle izin veremezdim. ...İzin verememe rağmen--- İzin verememe rağmen, neden---

“Üü, üü, üüüüüüü…”

Yuri'nin ağlayan sesi yankılandı. Maria’nın boğazına bıçak dayalıydı.

---neden hiçbir şey yapamıyorum!

“Henüz ölmek istemiyorsunuz, öyle değil mi Senpailar?”

Kimse ona karşı çıkamazdı, o yüzden ilan etti,

“Tamam, öyleyse bundan böyle hepiniz benim kölelerimsiniz.”

- [Daiya Oomine], şah damarı [Koudai Kamiuchi] tarafından kesildi, ölüm

▶Sixth Day <C> [Kazuki Hoşino]'s room[edit]

«[Gizli Buluşma] - iÇin bir - Eş - sEç»

Noitan’ın teşviğine rağmen hareket edemiyordum, tamamen çaresiz hissediyordum.

Hiçbir şey yapamadım. Yuri ile Maria’nın ızdırap çekmelerine rağmen, onları kurtarmak için hiçbir şey yapamazdım.

Yuri [Gizli Buluşma] eşi olarak zorla «Koudai Kamiuchi»’yi seçti.

Onu ne neyin beklediğini bilmesine rağmen, «Koudai Kamiuchi»’yi seçmekten başka bir çaresi yoktu. Bu ne kadar da acımasızdı ya…

“------kıh!”

Dudaklarımı ısırdım.

Ben… ben daha iyisini yapabilmeliydim. Artık mümkün olmasa bile, Koudai Kamiuchi’nin arz ettiği tehlikeyi daha ciddiye alsaydım, bunu engelleyebilirdim.

Doğru, Yuri onun korkunç olduğunu ağlayarak söylediğinde tedbir alsaydım, bunlar olmazdı. Bu [Asil Krallık]’ı hafife almamızın ve zamanımızı boşa harcamamızın sonucuydu.

...Ama henüz her şey bitmiş değildi ya.

«Yuri Yanagi»’nin düğmesine basmak üzereydim---

«Benimle sadece üç [Gizli Buluşma] yaptın!»

Her nedense Maria’nın söylediğini hatırladım.

...neden onu şimdi birden hatırladım? Şu anda onun bir önemi yoktu, öyle değil mi? Şu an yapabileceğim en iyi şey canı yanan Yuri'yi rahatlatmaktı.

Tabi, Maria da tehlikedeydi. Yuri gibi o da Koudai Kamiuchi’yi seçmeye zorlatılmıştı.

Ama Yuri ile aynı sebepten dolayı değildi. O sadece Maria’nın bizimle danışma fırsatını vermek istemediği içindi. Onun en önemli hedefi hayatta kalmak olduğu için, bizim ona karşı komplo kurmamız ve bir plan yapmamızın her ihtimalini ezip geçmeye çalışıyordu.

Muhtemelen ‘sahip’ onun umurunda bile değildi artık. Varlığı bile şüpheli olan ‘sahip’i bulup öldürmektense, [Asil Krallık]’ı kazanmayı düşünüyordu.

Koudai Kamiuchi [Şövalye]’ydi. Kazanmak için [Kral] ve [Prens]’i öldürmesi gerekiyordu.

Ve o hedefler [Kral] olan İroha, ve [Prens] olan Yuri'di.

Öyleyse Maria hala o ikisinden daha güvendeydi. Tabi o da hala tehlikedeydi, ama onun tehlikenin boyutu farklıydı.


O yüzden---

O yüzden, ben --- «Yuri Yanagi»’yi seçtim.


[İroha Shindou] -> [Yuri Yanagi] 17:00~17:30
[Yuri Yanagi] -> [Koudai Kamiuchi] 15:00~16:00
[Daiya Oomine] ölü
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 16:20~16:50
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuri Yanagi] 15:00~16:00
[Maria Otonaşi] -> [Koudai Kamiuchi] 16:20~16:50

▶Altıncı Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası[edit]

Yuri'nin odasına vardığım gibi kucaklandım.

Hemen suratını göğsüme yapıştırdı, bu da muhtemelen ifadesini gizlemek istediğinden kaynaklanıyordu. Bana hızla gelmeden önce kısacık bir anlığına gördüğüm o boş ifade.

“......ölmek istemedim.”

Dedi gergin bir sesle, suratı hala göğüsümde.

“Ne olursa olsun ölmek istemedim. O yüzden, o yüzden ben---”

Onun konuşmaması için elimi sırtına koydum.

“Üü… üüüüüüü……”

Ağlıyordu.

«Yanagi» ağlıyordu.

Aah---ben ne kadar da bencildim. Böyle bir zamanda bile, Yuri'yi destekliyor olmam gerekmesine rağmen, tek düşünebildiğim şey «Yanagi»’di.

Ama bir kızı kucaklarken ağlayışlarını dinlemek - o zamanlar isteğime karşı olarak defalarca böyle durumlarla karşılaşmıştım.

Bana o hisleri hatırlattığı için bir vesveseye kapılmıştım---

---Bir zamanlar hissettiğim duyguları tekrar hissettiğimin vesvesesi. «Nana Yanagi»’ye hissettiğim duygular.


Aah, göz yaşları üniformamın ıslattı. Ne kadar yazık…

Onları içmek istedim.

“------”

Böyle düşüncelere sahip olduğum için kendimden nefret ettim.

Ben ne düşünüyordum? Öyle bir şeyi tekrarlamamaya karar vermemiş miydim?

Kendime öyle bir şeyi başka bir insana yapmaya izin veremezdim. Başarısız aşkım ile aynı bararısızlığı tekrarlamamalıydım.

Artık --- bana aşık bile olmayan birisinin bana dayanmasına izin vermeyecektim.

Ama buna rağmen,

“Seni… seviyorum.”

Bunu suratı hala göğüsümdeyken söyledi.

“Seni seviyorum. Seni seviyorum Kazuki. O yüzden bana öyle şeyler yapmasını kesinlikle istemedim.”

“------ah”

«Nana Yanagi» kaybolduktan sonra, her gün tekrar tekrar üzerinde düşündüğüm bir soru vardı:

Eğer beni sevdiğini söyleseydi,

sonuç farklı mı olurdu?

Bunun sadece günahımı haklı çıkartmak için bir kuruntu olduğunun farkındaydım. Ama bunun farkında olmama rağmen, bilmek istiyordum.

Bu varsayımın cevabını bilmek istemiştim.

“......seni seviyorum……”

«Yanagi» beni sevdiğini söyledi.

Ona şu an ihanet etmediğim sürece, o elbet beni kabul edecekti. Eğer bu mutluluk ile sonuçlanırsa---

O geçmişten kurtulacak mıydım?

“...Özür dilerim o kadar apansız söylediğim için.”

Sonunda başını kaldırdı. Gözleri artık boş değildi, ama göz yaşlarından kızarmıştı. İradesi gözlerinden çok açık gözükülüyordu.

Benden uzaklaştı ve yatağın üzerine oturdu. Bende onun yanına oturdum.

Bu yatağın üzerinde Yuri'ye---

Daha fazlasını düşünemeden önce, Yuri elini benim sağ elimin üzerine koymuştu. Ben onun bu elini aldım ve sıkıca kavradım.

“ne olursa olsun…...bunu tekrar yaşamak istemiyorum…”

“...Imhım.”

Acısı fazlasıyla anlaşılıyordu.

“......ben şimdi berbat bir şey diyeceğim. Ama lütfen… benden nefret etme.”

“Senden nefret etmeyeceğim!”

Ondan nefret etmeye başlar mıyım diye endişelenmiş bir vaziyette mırıldadı.


“Kurtar. Beni.”


“---bu berbat mı…?”

Başını hafifçe salladı.

“Beni en yüksek öncelikle kurtarmanı istiyorum. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun?”

Hala hayretteydim, o yüzden kederli bir bakış ile,

Sen [Devrimci]’sin, öyle değil mi Kazuki?”

Aa, demek varmaya çalıştığı şey buydu.

Benim Koudai Kamiuchi’yi öldürmemi mi istiyorsun?”

Bunu açıkça söylediğimde sessiz kaldı.

“Ama bildiğin gibi öldürmek---”

“---ben bile!”

Beni bir haykırışla böldü. Bundan affallamıştım ve o hantalca yere doğru baktı.

“Ben bile… başka bir vasıtayı kullanmak isterdim. Birini öldürmemiz gereken bir çözüm istemiyorum. Ama başka var mı ki? Bunu ikinci defa yaşamak zorunda olmadığım veya hayatta kalabileceğimiz başka bir yol var mı? Yoksa… bana gerçekten onu ikna etmenin mümkün olduğunu mu söylemek istiyorsun?”

“Yani---”

Söyleyemedim. Ben bile onu artık ikna etmenin imkanının olmadığının farkındaydım.

Ama bu onu kendi yargılarım ile ölmeye mahkum etmem için yeterli sebep miydi?

...hiçbir şekilde değildi. Ne kadar affedilemez olsa da, onun ölümünü hak verecek ne kadar çok sebep olsa da, her şey bunun doğru olduğunu gösterse de, katil olduğum an hayatım tepetaklak olacaktı.

Ve ondan sonra günlük hayatıma geri dönemeyecektim.

Öyleyse yapamazdım.

Ve yapamama rağmen---

Bana ihanet etme.”


Ben,

Ben tüm bu zamandır böyle bir fırsatı bekliyordum. O geçmişi tekrarlamak için bir fırsat bekliyordum.

Doğrusu fark etmiştim.

Nana Yanagi’nin tavrının sebebi sırf onu Touji hakkında rahatlatmamı istediğinden dolayı olmadığını fark etmiştim.

Yardım edilemeyecek vaziyetteydi, ama o bile Touji’ye olan sevgisinin çarpık olduğunu fark etmişti. Başkasını düzgün bir şekilde sevmek istemişti.

Touji’ye olan duygularıyla baş edemeyince, bana göz yaşlarını yallattırdı. Bana onun tadını hatırlatmıştı. Ve o şekilde kalbim çalınmıştı, tam da istediği gibi.

Ben de kullandığı yöntemin yanlış olduğunu düşünüyordum.

Ama o hisler sahte filan değildi.

Onun ne istediğini fark etmiştim. Fark etmiştim, ama fark etmemiş gibi davranmıştım.

Ne de olsa ben Touji’nin en yakın arkadaşıydım, ve Yanagi da onun kız arkadaşıydı. O yüzden ona olan sevgimi itiraf etmeye bile hakkım yoktu.

Yanagi'nin benden istediğini yapabilmemin imkanı yoktu.

Ama bu onun hislerini fark ettiğimin gerçeğini değiştirmiyordu. Fark ettiğim ve bilerek görmezden geldiğim gerçeği değişmiyordu. Onu terk ettiğim gerçeği değişmiyordu.

O yüzden, sonuç olarak benim günahımdı.


«Yanagi» şiş gözlerini kapattı ve dudaklarını bana doğru çevirdi.

İfadesi «Nana Yanagi»’ninkine gerçekten de benziyordu.

Artık fark etmeme numarası yapamıyordum.

«Yanagi»'nin duygularına yanıt vermem gerekiyordu.

Onu omuzlarından tuttum, bu da biraz sıçramasına sebep oldu. Gözlerimi kapattım ve onun dudaklarına yaklaştım---


---bu yanlıştı.


Onun dudaklarına daha fazla yaklaşmadım ve gözlerimi açtım

O ani sözler nereden çıktığını bilmiyordum. Ne de o şekilde düşündüğümü biliyordum.

Sadece, o birkaç kelime ona benziyordu.

Maria.

…...ne kadar da sorumsuzsun Maria! Sen olsan ne yapardın?

Ama zihnimden ona lanet etsem de sonuç değişmeyecekti. Artık «Yanagi»'nin benden istediğini yapamazdım.

«Yanagi» onu öpmemi bekliyordu. Biraz tereddüt ettikten sonra, onu yanağından öptüm. O gözlerini açtığında, yine de mutlu bir şekilde gülümsedi.

Öpüşmenin tadı göz yaşları gibiydi.

Ama biraz garipti.

Susuzluğum bununla giderilmemişti.

▶Altıncı Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Ne yapmam gerektiğini düşünürken bile gelişmeler oluyordu.

«[İroha Shindou] zaman çizelgesine itaat etmediği için infaz edildi»


- [İroha Shindou], odasına saat 17:40’a kadar geri dönmediği için infaz edildi. Başı kesilerek ölüm.

▶Altıncı Gün <D> Büyük Oda[edit]

Büyük odanın üzerinde iki hintkeneviri torbacık vardı. İçerikleri benimki ile aynıydı, ama saatlerin renkleri farklıydı. Renkler siyah ve turuncuydu. Daiya’nın ve İroha'nın taktığı renkler.

Kalan iki günlük yemekler, toplam dört günlük, tabi ki de Koudai Kamiuchi tarafından alındı.

Ama bunu görürken bile İroha'nın ölümü bana yalan gibi gelmişti.

Her şeyden önce, zaman çizelgesine itaat etmediği için mi ölmüştü? Bu mümkün müydü, yani, Noitan bile gelip saati söylüyordu.

“Açık bir intihar vakası.”

Dedi Koudai Kamiuchi.

“Bu duruma dayanamadı ve hareket etmeyerek istekli olarak kendini idam ettirdi. Herhalde benim tarafımdan yenilmektense ölmeyi tercih ettiğinden filandır. Oha, Mariççi’den hemen sonra tekrar reddediliyorum, kızlar amma da kaba…”

İroha intihar mı etti? O İroha mı?

Bu çok yanlış gelmişti. Onunla sadece birkaç gün geçirmiştim, ama öyle bir seçenekte bulunacağına inanamazdım.

Yuri da onun ölümünü fark etmekle sorun yaşıyordu anlaşılan. Eline turuncu saati almış donuk bir şekilde ona bakıyordu. Maria kuşkuyla onu izledi.

“Yanagi.”

Yuri hala dalgın bir şekilde Maria’nın çağrışına tepki verdi.

“Üzgün değil misin?”

Ancak bu ona söylendiği zaman ifadesinde duygular dolmaya başladı. Göz yaşları gözlerini ıslatmaya başlandığında çömeldi ve yere baktı.

“......”

Anlaşılan Maria onu o şekilde daha fazla izlemeye dayanamadı ve başını iki yana salladıktan sonra gözlerini kaçırdı.

“Ona ne zaman ağlaması gerektiğini öğretmen ne kadar da güzel Mariççi.”

“...hımf.”

Maria hoşnutsuzluğunu belli ettiğinde Koudai Kamiuchi dudağını büktü,

“Ne kadar da soooğuk. ...bu arada, Hoşino-senpai.”

Gözlerini bana doğru çevirdi.

“Sen [Devrimci]’sin, değil mi? Öyleyse beni sıradaki zaman diliminde öldürebilirsin. Bunun da anlamı benim seni bu dilim içerisinde öldürmem gerektiği---”

---Dan.

Bıçağını masanın içine sapladı.

“Direnmeye çalışmak ister misin? Hayhay, devam et! Gerçi, senin sadece çıplak ellerin varken ben bıçağı kullanacağım ama. Aa, bari hepsiyle bana saldırabilirsin istiyorsan?”

“......üçe bir mi?”

“Eğer kazanabileceğini düşünüyorsan, lütfen devam et.”

...imkansız. Maria dövüş sanatlarını ne kadar iyi bilse de güçsüzdü. Bir tür anlaşmamız olmadan silahlı olan Koudai Kamiuchi’ye karşı kazanabileceğimizi düşünmüyordum. Ve o zaman bile…

“Yani diğer bir diyişle, senin öleceğine çoktan karar verildi Senpai.”

Koudai Kamiuchi bıçağı masadan çıkarttı. Ardından bana doğrulttu ve ağzının kenarlarını kaldrdı.

“---en azından sen öyle düşündün.”

Onun davranışını algılayamayınca affallamıştım.

Ardından anlaşılan komik olduğu için yüz ifademe kahkaha attı.

“Merak ettim: benim bu şekilde ezici galibiyetimin olması sıkıcı değil mi? Bari biraz daha heyecanlı yapabiliriz, katılmıyor musun?”

Bu herifin ne dediğine dair hiçbir fikrim yoktu. Galibiyet veya kayıp, eğlenceli veya sıkıcı, umurumda değildi.

“İddiaya girelim.”

Benim asık suratımı tamamen görmezden gelerek devam etti,

“Bunu tekrar bir doğrulayım: sen sıradaki <E> diliminde [Suikast] komutasını kullanabilirsin, değil mi? Bana [Suikast] yapmayacağın sonucuna vardım. O yüzden, bunun iddiasını yapalım.”

“......?”

“Di-yor-um-ki, bana [Suikast] yaparsan doğal olarak ölürüm, öyle değil mi? Eğer öyle olursa, tabi ki de kaybederim. O yüzden buna karşılık sen bunu yapmadan zamanın geçmesine izin verirsen benim galibiyetim olsun. Bu kadar.”

“...seni anlamıyorum! Böyle bir iddia da neyin nesi? Hiçbir şekilde yararını görmüyorsun ki, öyle değil mi? Benim tarafımdan [Suikast] edilmek mi istiyorsun yoksa ne?”

“Tabi ki de hayır. Demedim mi? Eğer galibiyetim bu kadar eziciyse komik değil!”

“Ben de işte tam da bunu anlamıyorum!”

“Aa… ehm, bakalım. Bir risk almanın kendisi heyecan verici - anlıyor musun?”

Sadece suratımı asabildim.

“Örneğin, diyelim ki dünya turnavasına girdim, bu da imkansız tabi ki de, ama her neyse: gol atmayı başardım. Takımım kazandı. O durumda ne tür bir beceriksiz olursam olayım, süperstar olurum. Fakat, aksine rakibin bir gol atmasına izin verirsem ve Japonya bu sebepten kaybederse, birçok insan tarafından nefret edilirim ve düşman olurum.”

Doğru, bu çok karlı ama çok da tehlikeli olurdu. Neredeyse kumar gibi.

“Sen öyle bir maçtan kaçınmak isteyecek tiplerdensin, değil mi Senpai? Çünkü sen o kadar insan tarafından nefret edilmekten korkuyorsun. Ama ben tam tersiyim! Tam adrenalin olur. Bunu yapmaya bayılırdım.”

...anladım, sanırım anladım. Ama---

“...garip olan… kendi hayatını iddia etmek!”

“Yani, gerçekten de fazla abartmak olabilir.”

“Her şeyden önce hayatını iddia etmekten ne elde ediyorsun?”

“Bir «ödül» var, yok mu?”

“He?”

Öyle bir şeyden hiç haberim yoktu.

“Ben baştan beri bir «ödül»’ü hedefliyorum! Sanırım o zaman da bahsetmiştim.”

Onun ilk sözlerini hala hatırlıyordum. Taşınılabilir cihazımda birkaç defa okuduğumu hatırlıyordum. Bu elbet---

«Günaydın. ...Ah, tam üç fıstık var! Ne ballıyım!»

“......dur…”

“Bir tane aldım bile!☆”

Kimsenin [Asil Krallık]’ın başlamasını istemesinin imkanın olmayacağını düşünmüştüm. Bu konuda doğru olduğumdan tamamen emindim.

Ama yanılmıştım. Koudai Kamiuchi daha baştan beri bu durumdan zevk alıyordu.

“Seni anlayamıyorum. Eylemlerinde hiç tutarlılık yok. Gerçekten ne istiyorsun sen ya?”

“Benim hakkımda bunu sık sık söylerler!”

Maria’ya büyük bir gülümseme ile yanıtladı.

“‘Ne yapmak istiyorsun’, ‘kendine bir hedef bul’, ‘ciddi ol’ - kendi işine bak! Bunların hepsi ilgisiz değil mi? Ben o öğüt veren aptallardan daha iyiyim. Onların kıskaçlıklarıyla uğraştırma beni!”

“Anladım. Sen tam aptalsın.”

“Ağzından çıkana dikkat et!”

Maria soğuk bir ton ile azarlandığında uysalca sessiz kaldı.

“Peki ala, iddiamıza geri dönelim Hoşino-senpai. Hayatlarımızı iddia ediyoruz - anladın değil mi? Öyleyse bedelini konuşalım. Aslında benim kazanacağıma rağmen bunu yapacak kadar bonkör olduğum için bir tek benim olacak, tamam mı?”

Reddetmeme izin vermezdi zaten.

“Tek yapman gereken bana güzel bir performans göstermek!”

Düzgün bir şey olamayacağını biliyordum. Ama---

Bana sadece Yuricim tarafından nasıl öldürüldüğünü göster.”

Ama onun talebi bütün beklentilerimi geçti.

“......ne demek istiyorsun?”

“Tam da dediğim gibi. Eğer kazanırsam, hepimiz doğal olarak yarınki <C> dilimine zarar görmeden gelmiş olacağız. O zaman tekrar Yuricim ile [Gizli Buluşma]’mız sırasında eğlenebilirim. Yani, Yuricim ile birlikte çalışacağım ve ardından sana [Cinayet] komutunu kullanacağım Senpai.”

“Ne diyorsun sen? Yuri [Prens] değil mi?”

“O [Kral]!”

İlan etti Koudai Kamiuchi serinkanlılıkla.

“He? Bu ola---”

Cümlenin ortasında duraksadım. Yuri bana sararmış bir surat ile bana alttan bakıyordu.

“...Yuri…?”

“Ö-Öyle değil… beni yanlış anlama Kazuki!”

Neden? Neden daha hiçbir şey dememe rağmen kendi için mazeret veriyordu?

“Kıscası şöyle: Yuricim [Sınıf]’ı hakkında yalan söyledi. Kaichou ile [Sınıf] değiştirdi.”

“...ne için?”

“Hayatta kalmak için elbette!”

Yuri'nin sararmış ifadesi bana bunun gerçek olduğunu söylüyordu.

“Yuricim'in tehditime karşı koyabilmesinin imkanı yok, ne de olsa böyle aldatmacalar kullanacak kadar hayatta kalmak istiyor! Sana kolaylıkla [Cinayet] işleyebileceğim.”

“......yapmayacağım.”

Yuri fısıldadı.

Koudai Kamiuchi ona dudak büktü, hayret etme numarası yaparak.

“[Cinayet] kullanmayacak mısın? Hehe, kullanacaksın!”

“...B-Benimle dalga geçme. Kazuki'ye asla öyle bir şey yapmam, ve de yapamam. Öyleyse bunu nasıl bu kadar özgüven ile ilan edebiliyorsun…?”

“Hayır, yani, sen hayatta kalmak için kendi vücudunu teslim eden kız değil misin? Yuricim?”

Yuri yanıt vermedi ve gerildi.

Yuricim hayatta kalmak için kesinlikle öldürecek!”

“Yapma---”

“Aa, onlara benden canını nasıl yalvardığını anlatayım mı?”

Yuri gözlerini sonuna kadar açtı.

“Saf yürekli çocuk bana söylediklerini duyarsa senden artık hoşlanmayabiliir.”

“...dur.”

“Gerçekten inanılmaz. Hiç gururun yok, değil mi? Ben sadece kızlar hakkında saf bir hayali olan bir genç olduğum için, benim için oldukça büyük bir hayretti~”

“D….ur, dur dur…!! Söyleme!!”

Yuri oracıkta göz yaşlarına boğuldu.

“Amma da çabuk ağlıyorsun sen… Merak etme! Sadece şaka yapıyordum!”

Tabi ki de ağlamaları durmadı. Koudai Kamiuchi kollarını kaldırdı, “Aman, aman.”

“Yani, ona inanıp inanmaman senin kararın. İnanmamanı öneririm.”

Yuri ağlarken gözünün kenarından bana baktı.

Yuri için üzülmüştüm ama bana [Cinayet] işlemesinin ihtimalinin var olduğunu düşünüyordum. Ne de olsa, kendi [Sınıf]’ı hakkında bile yalan söylemişti. Eğer ölüm ile tehdit edilirse, karşı koyabileceğinden şüphe duyuyordum.

Yuri işte bu kadar hayatta kalmak istiyordu.

“Yani, iddiamızı ilgilendirenler bu kadar. Kabul etmekten başka bir seçeneğin yok. Ama elbette itirazın yok, değil mi? Ne de olsa, sen bununla hiçbir şey kaybetmiyorsun.”

Konuyu kendisi sonlandırdıktan sonra, Koudai Kamiuchi birden aşırı samimi bir şekilde kolunu omzuma attı ve yaklaştı, neredeyse cinayeti işlemeden önceki gibi.

---Ha?

Bunu düşündüğüm an o pantolonumun cebine bir şey soktu. Ona baktığımda, işaret parmağını dudaklarına dayadı. Omzuma sarıldığı için Yuri ve Maria olanları görememişti.

Amacını elde ettikten sonra beni tekrar bıraktı.

Elimi cebin içine soktum ve ince bir şey hissettim.

Kağıt mı…? Diğerlerinin görmesini istemediği bir mesaj mı vermişti bana…?

“Kazuki.”

Elimi anında cebimden çıkarttım. Maria davranışlarımın üstünde durmadan devam etti,

“Bunun bir sorun olduğunu düşünmüyorum, ama bunu tekrar söylememe izin ver:”

Maria gözlerini benim üzerimde odakladı ve,

“Öldürme,” dedi.

...Yani, evet. Bunu söyleyeceğini beklemiştim.

Durum ne olursa olsun, kim hakkında olura olsun, Maria asla birinin ölmesi gereken bir durumu dilemezdi.

“......bende yapmamayı yeğlemek. Ama o zaman ne yapmalıyız? Ben hala iyiyim ama sen ve Yuri…”

“Kendini bunun uğruna feda etmek mi istiyorsun? Bilmiyor musun? Eğer birini öldürürsen, [Suikast]’la olsa bile, hayatın boyunca sana mani olacak.”

Bunun farkındaydım.

Koudai Kamiuchi’yi öldürdüğüm an, günlük hayatıma geri dönemezdim artık.

Ama---

«Bana ihanet etme

Yuri hala ağlıyordu.

Onu o şekilde gördüğümde, bir zamanlar söylediğim sözler tekrar aklıma geldi.

«Artık sana katlanamıyorum.»

Bir daha öyle bir şey yapmayacaktım.

O hatayı ikinci bir defa yapmayacaktım. O yüzden, yapmam gereken şey---

“Bizi kurtarmayı düşünmen gerekmiyor Kazuki.”

Yakalandığımı hissettiğim için gözlerimi kaçırdım.

“Kendini böyle bir şey için feda etmen gerekmiyor. Sen sadece kendi hayatını korumayı düşün.”

“...ama bahisi kaybedersem öldürüleceğim?”

“Merak etme.”

Maria bunu tabii bir şeymiş gibi söyledi,

Seni koruyacağım Kazuki.”

▶Altıncı Gün <E> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Nota bakmadan bile iyi bir şey içermermeyeceğini biliyordum.

«Her şeyin çözülmesini istiyorsan tek yapman gereken şey Yuri'yi öldürmek!»

Ama bu kadar aptalca bir mesaj beklememiştim.

Tabi, Yuri'nin [Sınıf]’ı benimkine karşıydı, çünkü ben [Devrimci]’ydim. [Şövalye] olan Koudai Kamiuchi için aynıydı. Bununla birlikte [Devrimci] ve [Şövalye] birlikte kalabilridi. Oyun bakımından onu öldürmenin anlamı yoktu.

Ne olmuş yani?

Benimle bu bahise girmesinin sebebi bana bu notu vermesiyle Yuri'ye [Suikast] yapacağımı filan mı düşünmesiydi?

Beni öyle küçümsemekten vazgeç.

Notu buruşturdum ve masanın üzerine attım. Ardından ekrana baktım.

«Lütfen [Suikast] için bir hedef seç»

İlk günde böyle bir şeyi nasıl asla seçmeyeceğimi düşündüğümü hatırladım.

Ama---

Artık bilmiyordum. Ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.

Ama bir şey yapmadığım sürece kimsenin kurtulmayacağı belliydi.

...Öyleyse gerçekten de Koudai Kamiuchi’yi öldürmem mi gerekiyordu?

Bunun anlamı ‘kutu’ya teslim olmaktı. Kaybetmekti. Ve---günlük hayatıma ikinci bir defa geri dönememekti.

Ama bunun artık bir anlamı var mıydı? Ne de olsa «Yanagi»’yi kurtarabilirsem, vazgeçemediğim günlük hayat alakasız olabilirdi.

Doğru ya! Eğer o hatayı geri alabilirsem, eğer «Yanagi» ile baştan başlayabilirsem, ben---

---Günlük hayatımdan vazgeçmeyi aldırmam.

Elimi ekrana doğru uzattım.

Yazık oldu Koudai Kamiuchi, ama bahisi ben kazandım! «Yanagi»’yi kurtaracaktım. Bu bana uygundu. Bu benim için adaletti.

Öyleyse, sorun yok, değil mi Maria? Bu sonuçla sorunun yok, değil mi?

İçimdeki Maria’nın benim lehimde cevap vereceği beklentisiyle sordum.

Ama dediği şey---

«Seni koruyacağım Kazuki

---daha önceden söyledi sözlerdi.

“........ah.”

Elimi durdurdum çünkü o sözler hakkında bir şeyin garip bir his verdiğini fark ettim.

Doğru, neden öyle bir şey demişti…? Ben acaba bir şeyi gözden mi kaçırmıştım?

---Aa, doğru. Şimdi durup düşününce, İroha'nın ölümünün sebebi neydi?

İroha asla hayatını o kadar kolaylıkla pes etmezdi. Bununla ilgili bir yanlışlık vardı…

Ama ya idam edildiği zaman zaten ölümün eşiğindeyse? Ya da, ya onun ölümü o zamanda çoktan karar verildiyse?

Taşınabilir cihazımı çıkarttım ve kurallara baktım.

Biri [Öldürücü Darbe]’nin hedefi olarak seçilse bile, 17:55’e kadar gerçekleşmez. İroha 17:40’ta ölmüştü. Eğer o vakitte [Öldürücü Darbe] tarafından öldürüleceğini bilseydi...

Bize bir mesaj göndermez miydi?

…...Hayır, bu gerçekten de olamazdı. İroha [Kral]’dı. Kendisini [Cinayet] hedefi olarak seçmesinin imkanı yoktu---

---Bir dakika, bu yanlıştı. Bu farklıydı. İroha [Prens]’ti.

[Cinayet] hedefini seçebilen [Kral] ise---


---Yuri Yanagi


Hayır, hayır, bu imkansızdı. Düşünmeden karara varma. Bunun İroha'dan bir mesaj olduğu sadece şimdiki bakış açımdan kaynaklanan bir düşünce.

Ama,

Taşınabilir cihazı kontrol ettim.

Şüphesizdi. Ölüm anına kadar---İroha Yuri ile [Gizli Buluşma]’daydı.

İroha çizelgeye itaat etmemişti ve idam edilmişti. Çünkü 17:40’a kadar odasına geri dönmemişti. Çünkü Yuri'nin odasından kendi odasına geri dönmemişti.

Kısacası---

Yuri İroha’nın ölümünü gözü önünde şahit olmuştu.

«Üzgün değil misin?»

Bu Maria’nın turuncu saate bakan Yuri'ye sorduğu soruydu. Ardından Yuri bardak taşmışcasına ağlamaya başlamıştı.

Ağlaması gerektiğini hatırlamış gibi.

«Ne olursa olsun ölmek istemedim. O yüzden, o yüzden ben---»

Ölmek istemediği için mi?

Ölmek istemediği için.

«Seni seviyorum. Seni seviyorum Kazuki.»

“......”

Elimi masaya uzattım. Buruşturduğum notu açtım.

«Her şeyin çözülmesini istiyorsan tek yapman gereken şey Yuri'yi öldürmek!»

...Koudai Kamiuchi’yi öldürdüğümü varsayalım. Oyun elbet devam ederdi çünkü ben [Devrimci]’ydim, Maria [Dublör]’dü ve Yuri [Kral]’dı.

Öyleyse o zaman ne yapacaktı? Yuri ne olursa olsun ölmek istemediğine göre ne yapacaktı?

Koudai Kamiuchi söylemişti.

«Yuri hayatta kalmak için kesinlikle öldürür

Gümbür gümbür atan göğüsümü bastırdım.

«Öldürme.»

Maria neden o cümlenin sonuna «Koudai Kamiuchi» eklememişti?

İsteksiz olarak taşınılabilir cihazımı çıkarttım. Ardından Maria’nın sözlerini tekrar oynattım.

«Seni koruyacağım Kazuki

Kayıta ne kadar dinlesem de, sözler değişmedi. Maria biliyordu. O yüzden Yuri'nin ağlıyor olmasına rağmen, herkesi kurtarmak istediğine rağmen, şunu dememişti:

«Hepinizi koruyacağım.»

Bunu neden demediğini anladım.


Ve ardından ben---

▶Yedinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

“Ben kazandım.”

Koudai Kamiuchi ile girdiğim bahisi kaybettim.

▶Yedinci Gün <C> [Koudai Kamiuchi] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

[İroha Shindou] ölü
[Yuri Yanagi] -> [Kazuki Hoşino] 15:40~16:40
[Daiya Oomine] ölü
[Kazuki Hoşino] -> [Yuri Yanagi] 15:40~16:40
[Koudai Kamiuchi] -> [Kazuki Hoşino] 15:00~15:30
[Maria Otonaşi] -> [Kazuki Hoşino] 16:50~17:20


Beni [Gizli Buluşma] için seçeceğini hiç düşünmemiştim.

“Ha, suratına bakılırsa bana [Suikast] uygulamamanın sebebi gerçeği fark ettiğin içindi, değil mi?”

Hayatını önceden tehlikede olmasına rağmen, Koudai Kamiuchi her zamanki gibi benimle rahatça konuştu.

“...inanıyor muydun?”

Hafifçe gülümsedi.

“Yok be! Sana söylemedim mi? Tehlikeden zevk alırım!”

Zihin yapısı benim için gerçekten de muammaydı.

“Öyleyse şimdi de sana Yuri'yi öldürmem konusunda yardımcı olmamı mı istiyorsun? ...imkanı yok, değil mi. Eğer öyle bir niyetin olsaydın dün zaten yapardın. Ühihi, seni öldürmeye hazır olduğunu belirttiğimde Yuricik amma da telaşlıydı, öyle değil mi Senpai? ...bu amma da tatlıydı.”

“...Neden?”

“Hım?”

“Neden o şekilde yazdın? Neden onun yaptıklarını bir bir söylemedin?”

Koudai Kamiuchi soğukkanlı bir şekilde cevap verdi,

“Bunu yapamam.”

“Ama neden?!”

“Yani, çünkü ona aşık oldum.”

İlk başta bunun başka bir şaka olduğunu düşünmüştüm. Ama onun gözleri yalan söylemiyordu.

“...ama kullanıldığını fark ettin he? Seni de öldüreceğini fark ettin, değil mi?”

“Yani, evet.”

“Ve ona hala aşık mısın?”

“Bunca zamandır bunu söylüyorum ya.”

Bu çok garipti. Bu şekilde düşünmek normal değildi.

“O surat da neyin nesi? Sana da benzer bir şey yapmadı mı? Öyleyse benim hislerimi de anlayabiliyor olman gerekir.”

“Anlayabilmemin imkanı y---”

“Ee Senpai, bir an bile onu öldürmeyi düşündün mü?”

“...Ben,”

Farkında olmadan ağzımı kapattım. Hayır, o yanılıyor olmalıydı. Hedef kim olursa olsun ben öldüremezdim.

Ama daha önceden Yuri'yi öldürmeyi aklımın ucundan bile geçirmeden onu öldürme eşiğinde olmam doğruydu. Ve şimdi buna dikkat çektiğinde bile yapmak istemiyordum.

“Aldatılırken bile insan yine Yuri tarafından büyüleniyor. Bu ikimiz için de geçerli, değil mi? Onun o kadar hayatta kalmasını anlayabilidiğimiz için, onu affetmek istiyoruz. ...yani, kısacası fark etmemize rağmen aldatılmaya devam ediyoruz. Ha… üf ya, Yuri bu oyun içerisinde fazla güce sahip.”

...biz aldatılmaya devam ediyorduk.

...sanırım öyleydi. Ben hala Koudai Kamiuchi’nin bunu beni kandırmak için uydurduğunu düşünüyordum. Yapmasını istiyordum.

O yüzden, kendimi bu toy düşünceden kurtarmak için ona sordum,

“...Yuri ile ne zamandan beri işbirliği yapıyorsun?”

“İlk günkü [Gizli Buluşma]’dan beri! O zaman kötü adam rolünü yapmak da Yuri tarafından bir istekti.”

Öyleyse gerçekten de tam başından beri öyleydi. Yuri tam baştan beri, sarılaştığı zaman bile hayatta kalmanın yolunu arıyordu.

“...Daiya’yı öldürmek de mi Yuri'nin talimatı mıydı?”

“Yani, evet. Anlaşılan Yuri o ‘kutu’lar hakkındaki hikayeyi hemen hemen inanmış ve Oomine- senpaı’ın ölümüyle gerçekten sonlanacağını düşünmüştü.”

“‘Kutu’lar hakkındaki hikayeye inanmış mıydı…?”

Bunca zamandır varlıklarını reddetmesine rağmen mi…? Aa, anladım. Bu kalanımız tarafından kuşku duyulmamak için de ayrıca yapılan bir performanstı.

“Hatırlıyor musun, o zaman onu gerçekten yapmadan önce taşınılabilir cihazıma bakıyordum ya? Esasında ben Yuri'nin talimatlarını tekrar okuyordum!”

“...sana ne kadar detaylı talimat verdi?”

“Nasıl davranacağımı aşağı yukarı belirtti. Kısacası kendisinden şüphe edilmeyeceğinden emin olmak istedi, anladın mı? Gerçi, onun bana verdiği sebep bu değildi ama.”

Kamiuchi o olaya sebep olana kadar Yuri mutlulukla gülümsüyordu.


Olacakları bilmesine rağmen.

“......Maria…”

“Hım?”

“Maria neden Yuri'nin bu işin içinde olduğunu bilmesine rağmen sessiz kaldı?”

“Ah, onu bile fark ettin mi?”

Maria ondan önce Koudai Kamiuchi ile [Gizli Buluşma] yapmıştı. Öyleyse o Maria’nın sessiz kalması için onu bir şekilde zorlamış mıydı?

“Doğrusu Mariççi dün çoktan fark etmişti. Ama ikna olmamıştı ve sadece ondan şüphe duyuyordu. Ardından [Gizli Buluşma]’da Yuri'nin durumla olan alakası hakkında beni sorguladı.”

Birden Maria’nın ifadesini hatırladım.

«......demek istediğim şey şu… Yanagi ile birlikte dört tane [Gizli Buluşma] yaptın zaten, değil mi?»

“......sakın söyleme,”

Maria o zamanda Yuri’den çoktan şüpheleniyor muydu? Benim kendisiyle bir [Gizli Buluşma] yapmamı sinsice teşvik ettiğinde mi Yuri'nin tavrından şüphelenmişti?

Ama Maria’nın uyarısını fark edememiştim ve yine de Yuri ile [Gizli Buluşma] yapmıştım. Çünkü «Yanagi» ile olan geçmişime takılmıştım.

Ve bu da bizi olabilecek en kötü duruma sokmuştu.

“Ama Mariççi’nin fazla açık olduğunu düşünmüyor musun? Bana Yuri hakkında soru sorduğunda kendini hiç düşünmedi mi?”

Ona tamamen katılıyordum, ama bu Maria ancak bu şekilde saldırabilirdi.

“Gerçi, bunu daha fazla sır tutamayacağımı düşündüğüm için ona neredeyse bütün gerçeği anlattım. Ah, tam da tahmin ettiğin gibi, onun bu konuda sessiz kalmasını sağladım.”

“...Nasıl? Maria o kadar kolaylıkla tehdit edilemez! Kendi hayatı tehlikede olsa bile öyle bir tehdite uymaz!”

“Sanırım öyle. Onu ne ile tehdit edersen et dinlemiyor. ---o yüzden ona, sana bir şey yapmakla tehdit ettim Hoşino-senpai.”

“......he?”

“Hayır, bunu yapmayı düşünmüyordum, gerçekten. Sadece ona sırada seni öldüreceğimi ilan ettim Hoşino- senpai. Ardından bu teklifi kendi yaptı: «İsteğin üzere gerçek hakkında çıtımı çıkartmayacağım, o yüzden Kazuki’ye zarar verme. Onun yerine beni öldürebilirsin.» Gerçekten, ne kadar da cesur.”

---Aa, şimdi anladım.

«Seni koruyacağım Kazuki

O sözlerin anlamı buydu.

“Bende kabul ettim. Yani, buna bağlı kalmayı düşünmüyorum ama. Yoksa sen bunda bir anlam görüyor musun? Demeye calıştığım, Yuri ona karşı olan [Devrimci]’yi hayatta bırakamaz zaten.”

...Maria bunun fazlasıyla farkındaydı. Kendi fedanın hiçbir şeyi çözmeyeceğini elbet biliyordu.

Ama yine de Maria beni terk edemiyordu.

Çünkü bu onun gurur duyduğu şeydi.

Ama---

“Onun esasında bir aptal olup olmadığını merak ediyorum… Mariççi yani.”

---Koudai Kamiuchi bunu anlamaktan acizdi.

Çünkü o öyle bir gururdan uzak bir yerde yaşıyordu.

“......Kamiuchi.”

“Ne oldu?”

“Yuri sana Daiya’yı öldürme talimatını vermeseydi, yaşamasına izin verir miydin?”

Tereddüt etmeden yanıt verdi.

İmkanı yok.”

Bu muhtemelen onun için zor bir soru değildi.

“Yuri sadece bardağı taşıran son damlaydı. Bana bir bıçak vermese bile benzer bir şeyler yapardım herhalde. Yani zamanın bitmesine kadar beklemek aptallık olurdu.”

Memnuniyetle devam etti,

Onun yerine böyle güzel eğlencenin tadını çıkartabiliriz!

Aa, anladım.

Yuri'nin gizliden yaptığı şeyler bu konuda önemsizdi. Ne olursa olsun Kamiuchi Koudai’yı affetmemeliydim. Ne olursa olsun.

Ben sessizce yumruğumu sıkarken, Koudai Kamiuchi yanımda hintkenevir torbacığını karıştırdı.

“Sana acıdığım için sana bunu vereceğim!”

Bana o bıçağı uzattı.

“......ne dolap çeviriyorsun sen?”

“Şimdilik bunu kendini koruyabilmek için al. Anlaşılan Yuri seninle olan [Gizli Buluşma]’sına kadar sana [Cinayet] işlemeyi düşünmüyor. Eğer Yuri'yi çabuk öldürürsen, belki hayatta kalabilirsin.”

“...ciddi misin sen?”

“...hım? Sana yardım etmem garip mi? Dediğim gibi bunu halinden anladığım için yapıyorum, gerçekten. Bunu ‘Yuri Yanagi’nin Kurbanları Kulübü’ üyesinden bir elveda hediyesi olarak düşün!”

“Öyle değil! Demeye çalıştığım şey… Yuri'ye aşık değil misin?”

Sanki beni anlamamış gibi bana şaşkın bir şekilde baktı.

Aa, anladım.

Onun koruyacak hiçbir şeyi yoktu. Sanki onun kalbinde bir öz göremiyordum. O yüzden onun eylemlerinde bir tutarlılık göremiyorduk. Maria’yı susturmak ve bana Yuri'nin gizli eylemleri ile ilgili bana ipuçları vermek onu hiç rahatsız etmiyordu.”

Bu kadarı yeterdi. Onunla daha fazla konuşmak istemiyordum.

“......ona ihtiyacım yok.”

“Neyse artık.”

Daha derin duygu göstermeden bıçağı masanın üzerine attı.

Konuşma böylece bitti. Yatağın üzerine oturdu ve canı sıkkın bir şekilde taşınılır cihazıyla oynadı. Yere oturdum ve başımı dizlerime dayadım.

Onunla artık konuşmak istemiyordum, ama doğrulamam gereken bir şey vardı.

“Kamiuchi.”

Başımı kaldırmadan ona sordum.

“Ben öldükten sonra Yuri'yi öldürecek misin?”

Yuri ve Koudai Kamiuchi [Kral] ve [Şövalye] oldukları için, bir arada hayatta kalamazlardı. Eğer o oyunu kazanmak istiyorsa, Yuri'yi öldürmesi gerekiyordu.

Cevap verdi,

“Dürüst olmak gerekirse, emin değilim.”

Her zamanki rahat ses tonuyla. Gönülsüzce.

“Bunu başka bir kumar olarak düşünemez miyiz?”

Başımı kaldırdım ve onun suratına baktım.

Her zamanki gibi orada gevşek bir ifade vardı. Koudai Kamiuchi hiç değişmemişti. Daiya ve İroha'yı öldürdüğü için hiç üzülmemişti.

“...hey, Kamiuchi. Böyle bir şeyi ilk defa söylüyorum, ama içimdeki atmam lazım.”

“Çıkar şu ağzındaki baklayı.”

Derin bir nefes aldım ve mümkün olduğu kadar kötü niyetle güç aldım,

Umarım Yuri seni gebertir.”


▶Yedinci Gün <C> [Yuri Yanagi] ile [Gizli Buluşma], [Yuri Yanagi]'nin Odası[edit]

Benim tanıdığım Yuri Yanagi artık yoktu. Onun suratında her zamanki sevimlililiğinin izi kalmamıştı ve ardından kalan sadece yorgunluktu.

Ve gözlerinde o boşluk vardı.

O gözler bana dün sarılmadan önce gösterdiği gözlerdi. Onun kaynağı yaşadığı zihinsel yara olduğunu düşünmüştüm.

Ama bu yanlıştı.

O boşluk bizim önümüzde rol yapmak için duygularını uzun süreliğine bastırmaktan kaynaklanmıştı.

Ve---o haldeyken onu artık «Nana Yanagi» ile karıştıramıyordum.

...hayır, sadece ifadesinden dolayı değildi.

Muhtemelen onu yanağından öptüğümde çoktan fark etmiştim.

Muhtemelen onun göz yaşlarının «Nana Yanagi»’ninkilerinden farklı olduğunu, susuzluğumu gidermediğini düşündüğümde çoktan fark etmiştim.

Önümde duran kıza öylece baktım.

Ona öylece bakmaya devam ettim, gözlerimi kaçırmadan, ama ayrıca hiçbir duygu göstermeden.

Sararmış kız ellerini göğüsüne bastırıyordu. Düzensiz bir şekilde soluk alıyordu.

Bakışımda herhangi bir duygu ifade etmemeye çalışmama rağmen o bunun ne anlama geldiğini fark etmişti. Ve ızdırap çekmeye başlamıştı.

---günahını fark ettiğinden dolayı.

Biraz bocaladıı ve hızla ağzını elleri ile kapadı. Ama direnişi nafileydi; parmaklarının aralarından kusmuk aktı.

“Üü, güh…”

Ama onunla ilgilenmedim ve onu sadece öylece seyrettim.

Nefret.

Nefret.

Ondan nefret etmeliydim, bizi aldatan, bizi köşeye sıkıştıran, bizi bu duruma sokan kişi. Ondan nefret etmem benim işimi kolaylatırdı. Ayrıca onu düşman olarak algılarsam hala bir fırsat olabilirdi. Ondan nefret etmem gerekiyordu.

Ama buna rağmen, acınası bir halde bana ağladı.

---Acıyordu.

Ağladı.

---Acıyordu, acıyordu, acıyordu, acıyordu acıyordu acıyordu acıyordu acıyordu acıyordu acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor acıyor.

“------”

Ne olmuş yani? Yuri da başkalarını köşeye sıkıştırmış ve onlara azap çektirmişti. Şimdi o da böyle acı çekmeyi hakkediyordu. Öyle acınası gözükmek onun başka numaralarından biri olabilirdi. Ona anlayış göstermek düpedüz aptallık olmaz mıydı?

Ve buna rağmen---


“......İyi misin?”


Şimdi durup düşününce, o sürekli olarak özür dilemişti.

“Özür dilerim.”

Klasik özür dileyişi ardından devam etti,

Ama seni yine de öldüreceğim Kazuki.”

Bunu biliyordum!

Tabi ki de canını kurtarmak için kendini o kadar incittikten sonra öylece bırakmayacaktın.

“......Yuri, uzansan iyi olur.”

Bunu önerdiğimde, üstelik ona şefkat duyarak, uysal bir şekilde beni dinledi ve yatağı üzerine uzandı. Ama başını bana doğru döndürmedi.

O şekilde bana sordu,

“......direnmeyecek misin?”

“Direnmeyeceğim.”

Ben bile kendi belirgin sözlerime hayret etmiştim. Ona karşı çıkıp çıkmayacağım konusunda emin olmamama rağmen, anında onun sorusuna cevap vermeyi başarmıştım.

Ama böyle herhalde iyidi. Bu içgüdüsel sözler benim elbet son cevabım olacaktı.


“...öyleyse neden benimle [Gizli Buluşma] yapmak istedin?”

“Çünkü bir dileğim var.”

Ardından ona neden [Gizli Buluşma] eşim olarak Maria’yı değil onu seçtiğimi söyledim,

Maria’yı öldürme.”

Yuri'nin hayret içerisinde nefes aldığını fark ettim.

“...Neden Otonaşi'yi öldüreceğimi düşünüyorsun? Yani, ben [Kral]’ım ve Otonaşi da [Dublör].

Oyun bakımından onda benim hayatta kalmam için öldürmemin gerekmediği bir [Sınıf] var.” “Bana Koudai Kamiuchi’yi öldürmeye çalıştırdın, değil mi?”


“......evet.”

“Onu öldürseydim bile oyun sonlanmayacaktı. Fakat sen beni öldüremeyecek vaziyete düşerdin. O yüzden öldürmek için kimi kullanırsan kullan, neticede son kalan kişiyi kendi ellerinle öldürmen gerekiyor. O yüzden merak ettim: neden özellikle benim onu öldürmemi istedin?”

Yuri sessiz kaldı, ama ben kendi başıma doğru cevabı bulmuştum,

Çünkü benim gibi birini öldürmek kolay, öyle değil mi?”

Başı hafifçe seğirdi.

“Koudai Kamiuchi’yi son olarak bırakmak fazla tehlikeli olurdu, çünkü bıçağa sahip olan son kişiyi öldürmen gerekirdi. Ama söz konusu ben olunca, senin için neredeyse hiç tehlike yok. O yüzden beni kurtarmak istedin. Yoksa yanılıyor muyum?”

Yuri bir süreliğine sessiz kaldı, ama sonunda düzgün bir şekilde cevap verdi,

“......haklısın.”

Bunu kabul etmesi beni sarsmıştı. Ama o hisleri gizledim ve devam ettim,


“Ama şimdi Koudai Kamiuchi’yi kendin öldürmen gerekecek. Bunun üzerine kendi başına bıçakla doğrudan yapman gerekiyor, yoksa onunla doğrudan yüzleşirsen kazanma ihtimalin yok. Öyleyse ne yapacaksın acaba? Hayatta kalma ihtimalini nasıl yükseltirdin?”

“......”

“...sanırım ne demek istediğimi zaten biliyorsun, değil mi? Hayatta kalma olasılıklarını yükseltmek

için---Maria Otonaşi’yi kullanacaksın.”

Yuri dertop oldu.

“Yani, onu tam olarak nasıl kullanmayı düşündüğünü bilmiyorum! Sadece yaptığın her şeyden sonra kendini sınırlamaya başlaman saçmalık. Yuri, en kötü ihtimal hayatta kalmak için Maria’yı öldürürdün.”

Onun yüzüne yaklaştım ve gözlerinin içine baktım.

“O yüzden, lütfen.”

Sözümü tekrarladım.

Maria’yı öldürme.”

Onun gözlerini kaçırmasına izin vermeyecektim. Ona bu konuda söz vermesini sağlamam gerekiyordu.

Boş bakışı olan kız biraz korkmuş bir tavırla cevap verdi,

“...bunun sözünü vermek kolay. Sadece söylemem gerekiyor, yalan olsa bile.”

“......hım?”

“Demeye calıştığım, buna uyup uymayacağımı doğrulayabilecek hiçbir yolun yok, çünkü Otonaşi'yi kullandığımda ölü olacaksın. Öyleyse şimdi öyle bir şeyin sözünü yapmak saçma değil mi? Şimdiye kadar eğer gerek varsa yalan söyleyeceğimin farkında olman gerekir.”

Oysa sadece söz vermesi gerekmesine rağmen bana bilerek tavsiye vermişti.

“...sen Koudai Kamiuchi’den farklısın.”

“He?”

“Sen düzgün bir şekilde günahını fark edebiliyorsun. O yüzden, benim tehditime boyun eğeceksin.”

Tehdit. Öyle bir kelime kullandığım için gözlerini sonuna kadar açtı.

“Eğer Maria’yı öldürürsen---senin hayatını mahvedeceğim.”


Yuri sözümüzü bozduğunda artık hayatta olmayacaktım. Ama bu onu tehdit edemeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Tek yapmam gereken şey o sözü bozduğunda yürürlüğe girecek bir şey hazırlamaktı.

“Eğer Maria’yı öldürürsen, ömrünün sonuna kadar seni lanet edeceğim ve sana zulmedeceğim. Sana bütün gün boyunca lanet eden bir ruh olacağım. Bir anlığına bile olsun senin bir katil olduğunu

unutturmayacağım. Böylelikle sana hayatın anlamını kaybettireceğim ve seni sileceğim.”

Sesimdeki kararlılığı duyduktan sonra Yuri yüzünü gülümsemek veya ağlamak üzere olacak bir şekle büründürdü… tam çıkartamamıştım.

“O senin için değerli he.”

Diye fısıldadı.

“Otonaşi senin için çok değerli, öyle değil mi?”

O niyetimi anladığına sevinmiştim.

“Evet… o yüzden eğer onu öldürürsen seni affetmem.”


Bu tehdit sadece Yuri günahlarının farkında olduğu için işe yarayabilirdi.

O yüzden Maria’yı öldüreceği an suçluluk hislerinin tutsağı olacaktı.

O yüzden o artık Maria’yı öldürmeyecekti.

Yataktan geri adım attım ve masaya oturdum.

“...Ee, sen neden benimle [Gizli Buluşma] yapmak istedin Yuri?”

“......”

“Sen beni [Gizli Buluşma] eşin olarak seçtin, öyle değil mi?”

Onu masadan izledim.

“Evet. ...seçtim.”

Gözlerini tavana çevirdi.

“Sana söylemek istediğim son bir şey var. Dinlemesi zor olabilir, ama sana kötülüklerimden bahsedebilir miyim? ...gerçi, çoğunu zaten biliyorsun anlaşılan.”

“...İtiraf olarak mı?”

“Hayır. Gizlemek benim için daha kolay olurdu ne de olsa.”

“O zaman neden?”

Çünkü sana yardım edecek.”

Kaşlarımı çattım.

“Bana yardım mı edecek? Ne edecek?”

“Bu durumu nasıl oluşturduğumun detayları sana yardım edecek.”

Anlamamıştım. Onun biraz sonrasında ölmeyecek miydim? Bana belki yardım edebilecek veya etmeyecek şeylerin önemi yoktu artık.

Ama Yuri mantığını açıklamadı ve konuşmasına başladı,

“[Asil Krallık]’a vardığımdan beri hayatta kalmanın yollarını düşündüm.”

Sesi titriyordu. Anlaşılan gerçekten de bu konu hakkında konuşmak istemiyordu.

“Bir yandan hayatım için endişelenirken, diğer yandan hayatta kalma ihtimalimi nasıl yükseltebileceğimi düşündüm. Başka bir hitapla, o sırada bu ölüm oyunun galibi olmayı planladım. Vardığım sonuç öncelikle o süre boyunca diğerlerini kendime dost etmekti.

Özellike [Devrimci] ve [Büyücü]’nün benden yana olmasını istiyordum. O yüzden kimlerin o [Sınıf]’lara sahip olduğunu öğrenmek istedim. Bunun uğruna [Sınıf]’larımızı ortaya atmayı teklif ettim. Ama benim hayretime Daiya benim yerime teklif etti.”

“[Devrimci] ve [Büyücü]’nün senden yana olmasını istedin---”

“---öldürmek için.”

Bunu hiç tereddüt etmeden ilan etti. ...belki de yaptığı şeyler hakkında biraz fazla açık olmuştu.

“Ama [Büyücü] Oomine'ydi ve benden yana olmak istememişti. Herhalde gözlerimden vana gibi su akmasını sağlayan rol yapışımı fark etmişti. Ve [Devrimci] de sendin Kazuki- san. Ama sen istesem de kimseyi öldüremezdin.”

“O yüzden sen de [Şövalye] olan Kamiuchi'yi mi kendi yanına getirdin…? Ama hızlı karar verdin, öyle değil mi? O bana kendisine ilk günden talimat verdiğini söyledi.”

“Benden… doğrusu, hoşlandığı belliydi. Böyle şeylere çok hassasımdır. O yüzden onu hızla dostum yaptım ve ortamın gerilmesi için ona öfke krizine girmesini söyledim.”

“Bunu yapmaya ne gerek vardı?”

“Kalanınızda hızla bir şey yapma isteği yaratmak için. Eğer tehdit altında hissederlerse, insanlar buna karşı bir plan yapmak ister. Böylece sizde olanları ortaya atma isteği yarattım.”

Anladım… doğru, eğer herkes bir ölüm oyunun olmayacağı sonucuna varsaydı, yeni bir şey yapma gereği kalmazdı.

“‘Kutu’lar ile ilgili hikayenin gerçek olduğu sonucuna vardım. O yüzden, Oomine'den kurtulmam gerekiyordu.”

“O yüzden mi Koudai Kamiuchi’ye onu öldürttün?”

“Evet. Ama Oomine öldüğünde [Asil Krallık] sona ermedi. O yüzden amacımı ‘sahip’i öldürmekten oyunu kazanmaya değiştirdim. ---kalanını genel olarak biliyorsun, değil mi?”

Başımı salladım. Genel olarak durumu anladığımdan emindim. ...Ama yine de bir tane daha sorum vardı.

“Öyleyse ya İroha…? Onun öldüğü vaziyetin bir tür mesaj olduğunu varsaydım, ama tam olarak ne oldu?”

Yuri'nin yüzü gerildiğini belirgin bir şekilde gördüm.

Onun ifadesinden İroha'nın ölümü onun için özel bir şey olduğunu algıladım. Kendi eylemlerinden bu kadar cesur bir şekilde konuşmasına rağmen, anlaşılan bu durum onda biraz gönülsüzlük yaratmıştı.

Yuri dudağını ısırdı, ama ardından konuştu,

“...sanırım farz ettiğin gibiydi. İroha’yı [Cinayet] hedefi olarak seçtik. Ve İroha bunu öğrendiğinde, sana ve Maria’ya gizliden gizliye yaptığım eylemler hakkında mesaj bırakmak için öyle öldü.”

Kendi isteği ile duygularını bastırdı ve sakin bir ses ile konuştu.

Birden, belli bir şey fark ettim. Onun sağ bileğinde taktığı saat. Onun esas saati bej rengindeydi. Ama---şu anki saati turuncuydu.

“Bu oyunda bile… yine kazanamıyorum… İroha’ya karşı…”

Ve o ardından sessizliğe büründü.

İroha hakkında başka soruya cevap vermeyeceği hissine kapıldım.

O yüzden, o konu hakkında ona daha fazla baskı uygulamaktan vazgeçtim.

“Tamam, gizliden ne yaptığını anladım… ama bunun bana nasıl yardım edeceğini hala anlamadım?”

Yuri bu soru ile kendini yataktan kaldırdı ve bana o boş gözlerle baktı.

“......Sence neden ‘kutu’ hakkındaki o hikayeyi inandım?”

“He?”

“Şimdi söylemek üzere olduğum şeye lütfen inanır mısın? ...hayır, özür dilerim. Sana o şekilde ihanet ettikten sonra bana hala inanmanı beklemek aptallık, öyle değil mi?”

Tereddüt ederek vevam etti,

“Ama sen bana sorduğundan dolayı, sana söyleyeceğim. Buradaki herkesin tersine, ben buraya vardığımızdan önce olanları hatırlayabiliyorum.”

“-------!!”

Bu beklenmedik söz karşısında gözlerimi sonuna kadar açtım.

“Orada, ‘sahip’ tarafından bir açıklama aldım. Bana [Asil Krallık] adında bir ölüm oyunu oynayacağımı söyledi.”

‘Sahip’ mi…? Öyleyse o ‘sahip’i, [Asil Krallık]’ın yöneticisini baştan beri biliyor muydu?

“...o ‘sahip’ kim…?”

Yuri beni yanıtladı,

“Oomine.”

‘Sahip’ Daiya miydi…?

Nefesim kesildi. Açıkçası beklenmedik değildi. Esasında onun olması doğaldı. Yuri muhtemelen Daiya’nın sahip olduğunu bildiği için Maria’ya inanmıştı. Ama---

“Ama---’kutu’ Daiya’nın ölümüne rağmen yok olmadı.”

Doğru, Daiya bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i olsaydı çoktan bitmiş olurdu.

“Sana daha önceden söylediğim gibi, ben de bu şekilde biteceğini düşünmüştüm. Ama gördüğün gibi bitmedi. O yüzden hemen cevaba rastladım.”

Burada olan Oomine --- «Daiya Oomine» değildi,” dedi.

“......neyden bahsediyorsun sen? O Daiya da neyin nesiydi o halde?”

“Yani---”

Ama Yuri tereddüt etti.

“...özür dilerim, ama sana söylememeyi tercih ederim. Eğer şimdi söylersem bana inanmazsın zaten. Ama bir kereliğine düşün: kanıt denilemez, ama buradaki Oomine bu ‘kutu’nun ‘sahip’i olduğuna dair hiçbir farkındalığı yoktu, değil mi?”

“Yani, muhtemelen…”

Eğer farkında olsaydı kendisinin o şekilde öldürülmesine izin vermezdi.

Ama bu doğru olsa bile bu Yuri'nin doğruyu söylediği anlamına gelmez. Onun sözlerinin ne kadarı doğru olduğunu yargılayamazdım.

“Yuri, ben yakında öleceğim, değil mi?”

“Evet.”

“Öyleyse sana şimdi tamamen inanamadığımda, ne zaman inanabileceğim ya?”

Cevabı olmayan bu soru belki de biraz acımasızdı.

Ama anında cevap verdi.


Senin sıran olduğu anda.”


“Benim sıram mı…? Ne sırası…?”

Ama artık cevap vermiyordu. O da muhtemelen «şu an inanamayacağım» başka bir durumdu.

Belki de---ben öldükten ve o kazandıktan sonra bile [Asil Krallık] bitmeyecekti? Tekrar baştan mı başlayacaktı? Ama nereye kadardı?

Sakın bana ‘sahip’ tatmin olana kadar deme…?

“Tekrar birbirimizle bu şekilde savaşmamız gerekecek mi…?”

Yuri bunu söylediğimde gözlerini kaçırdı.

Cevap yerine bana,

“...Kazuki, bir dileğim var. Dinler misin?”

Ağlamak üzere olan bir surat ile.

“Evet, dinlerim.”

Cansız bir gülücük attı ve,

“Çok teşekkür ederim. Öyleyse söz ver. Bir dahaki sefer, veya ondan sonraki, veya son sefer, her neyse, şüphesiz senin sıran da gelecek. O zaman gelince, elbet birbirimizle tekrar karşılaşacağız. O zaman gelince---”

Ayağa kalktı ve sendeleyerek bana doğru yürüdü.

“O zaman gelince---”

Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

“---lütfen öldür beni.”

Ardından bana yapıştı. Fakat bana sarılmaktansa, bana sadece dayandı.

“Kesinlikle, kesinlikle öldür beni, lütfen. Yapmazsan kendimi affedemem. Hayır… kendimi zaten affedemiyorum, ama o durumda hiç edemem. O yüzden lütfen öldür beni. Ve ardından seninle tekrar görüşmeme izin ver. Lütfen. Lütfen, lütfen lütfen---”

“---Bana ihanet etme.”


O zaman farkına vardım.

Belki tekrar baştan başlayabilirdim. Belki de hayatta kalmanın ihtimali hala vardı.

Fakat---«Yanagi»’yi kurtaramamıştım.

Ona bakınca, bir defa daha «Nana Yanagi»’yi hatırladım.

«Nana Yanagi» ve «Yuri Yanagi»’yi karıştırmıştım. Belki Yuri'ye bağlanarak ve onu kurtararak geçimşimi değiştirebileceğimi düşünmüştüm.

Ama bu tamamıyla saçmalıktı.

Onlar farklı bireylerdi, o yüzden birini kurtarmanın diğerini kurtarmak anlamına gelebilmesinin imkanı yoktu. Belirgin olan bu durumu fark etmemiştim çünkü fark etmek istememiştim.

Çünkü teselli arıyordum.

Ama şimdi biliyordum. Biri tarafından vakit öldürmek için kullanılan bir ‘kutu’ içerisinde teselli elde edebilmenin imkanı yoktu.


Özür dilerim, ama sana ihanet edeceğim.”

Ona açık açık söyledim.

Ne de olsa ben «Yanagi»’yi---elbet tekrar unutacaktım.

“Benim sıram olsa bile, seni öldürmeyeceğim.”

Belki Yuri bundan dolayı [Asil Krallık] sona erdikten sonra bile ızdırap çekecekti.

Ama ben karar vermiştim.

Böyle bir kutuya teslim olmadan, ve «Nana Yanagi» ile olan geçmişime teslim olmadan, koruyacaktım.

Kendimi,

Maria’yı,

ve günlük hayatımı---koruyacaktım.

...ha, her zamanki sonuç.

“Anladım…….”

Böylece fısıldayarak, yatağına geri çekildi, suratı kederli. Yüzünü benden gizlemek için sırtını bana çevirdi. O sırta bir soru sordum.

“...Sana bir tane daha soru sorabilir miyim?”

“...ne?”

“Koudai Kamiuchi’yi yenebileceğini düşünüyor musun?”

Sonra son düşmanı, Koudai Kamiuchi, ile savaşacaktı. Onu doğrudan bıçak ile öldürmesi gerekiyordu, ama düzgün bir kavgada kazanma ihtimali neredeyse yoktu.

“...Tabi ki de!”

Bunu söyledikten sonra döndü.

“......ah.”

Şaşırmıştım.

O gözler artık boş değildi. Onun suratına o büyüleyici gülümseyiş geri dönmüştü.

Tabi ki de yürekten bir ifade değildi. Ama beni şaşırtan tam da buydu.

Öyle berbat ızdırabı bile kusursuzca gizleyebildiğine hayret etmiştim.

“İroha ya da Otonaşi olsaydı, kuşkunu anlardım, ama öyle küçücük bir böceğe kaybetmemin imkanı yok, değil mi?”

O, bana dayanmadan beni kullanan kişi, «Nana Yanagi»’nin aksine, bunu hızla söyledi.

Onu sonuna kadar aldatacağım ve öldüreceğim.”

“...anladım.”

Bende fazlasıyla aldatılmama rağmen, gülüşümü bastıramadım. Böyle yapınca, hatırladım:

«Korkuyorum… Korkuyorum…!»

«Ne olursa olsun ölmek istemedim. O yüzden, o yüzden, ben---»

«Kurtar… beni.»

O beni gerçekten de kandırmıştı. Ama şaşırtıcı derecede az yalan söylemişti. Ne de olsa, gerçekten korkmuş, gerçekten ızdırap çekmiş, ve gerçekten de yardım aramıştı.

Ve---

“Kazuki.”

Yuri Yanagi onu yanağından öptüğümdeki gibi bir gülücük attı ve,

“Seni gerçekten sevmiştim Kazuki.”


▶Seventh Day <C> [Secret Meeting] with [Maria Otonaşi], [Kazuki Hoşino]'s room[edit]

Maria’ya öğrendiğim her şeyi anlattım.

Onun için bu sonucu kabul etmek ne kadar zor olsa da, hiçbir şey yapamazdı.

Yuri beni [Cinayet] hedefi olarak çoktan seçmişti. Maria buna karşın hiçbir şeyin yapılamayacağını biliyordu.

O yüzden, ellerimiz bağlı, yatağın üzerinde öylece oturuyorduk. Sanki birbirimizin ellerinin şeklini zihnimize kazımaya çalışıyormuş gibi, parmaklarımızı sarmıştık, tekrar tekrar kavrayışımızı düzeltiyorduk, sadece birbirimizi hissediyorduk.

Son defa birbirimizi hissediyorduk.

“Kazuki.”

Maria benim ismimi söyledi.

“Doğrusu sana bilerek söylemediğim bir şey var.”

“...ha?”

“Şu anda ‘Kusurlu Mutluluk’a sahip değilim.”

Onun neyden bahsettiğini anlamadığım için ona öylece baktım.

“Sanırım gücümü kısa süreliğine kaybettim, ama kesin bir şey söyleyemem. Böyle bir ‘kutu’ya şimdiye kadar hiç rastlamamıştım, ama bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun özelliklerinden biri olabilir.”

...bu oldukça önemli değil miydi?

“Bana neden söylemedin?”

Maria gözlerini biraz aşağı doğru çevirdi ve parmaklarımızı sararken,

“Ben insan değil, bir ‘kutu’yum. Başkaların uğruna yaşayan bir varlığım. Sana hep bu şekilde anlatmıştım. Maria Otonaşi… hayır, Aya Otonaşi böyle bir varlık olmak zorunda. Ve beni ayakta tutan şey, öyle olmamı sağlayan şey ‘Kusurlu Mutluluk’. Fakat şu anda kullanamıyorum. Öyleyse ben neyim?”

“Maria Maria işte!”

“......ve vardığımız yer burası he.”

Maria elimi o kadar sıkı kavradı ki neredeyse canımı yaktı.

“Sadece Kazuki’yi bile koruyamıyor muyum…?”

“...Maria.”

“Ha! [Dublör] mü? O zaman keşke senin yerine ölebilsem.”

Maria’nın kötü huyu tekrar belirmişti.

Kendini doğrudan hor görme şeklindeki kötü huyu.

“...Lütfen dur. Öyle bir şey olmasını istemem.”

“Biliyorum! Bu arzunun kendi bencilliğime hitap ettiğini biliyorum!”

Maria bana birden bardığında gözlerimi sonuna kadar açtım.

“...he?”

Maria farkında mıydı? Başkalarına yararı dokunacağına gerçekten inanmıyor muydu?

“Ne de olsa «o hafta» bana bunun kendi kibirimden başka bir şey olmadığını merhametsizce gösterdin…”

Dedi ve bana sert sert baktı.

“Ama yine de! Ama yine de ben bir ‘kutu’yum!”

Onun sözlerinin şiddetinden gark olmuştum ve sessiz kaldım.

Bunu fark etmişti, ama değiştiremiyordu. Çünkü onun için sarsılmaz olan bir inancı vardı. Eğer onu değiştirseydi, olduğu kişi olarak kalamazdı.

“.......Sana bağırdığım için özür dilerim.”

Maria hantal bir şekilde gözlerini kaçırdı.

“Ama bu çok küçük düşürücü. Bu sonucu resmen kabul edemiyorum.”

“...Merak etme Maria. Eğer Yuri doğruyu söylüyorsa tekrar görüşebiliriz.”

“Onun bir önemi yok. Benden kısa süreliğine ayrılacağın olgusu değişmiyor. Seni şimdi kesin kaybedeceğim Kazuki.”

“......Maria.”

Doğru, ben de inanamıyordum tekrar canlanacağımı.

“...Kazuki, az önce dediğim gibi, bana şu an ‘kutu’ diyemezsin. O yüzden kimseyi koruyamıyorum. Bundan sonra bile hiçbir şey yapamadan Yanagi’nin ızdırap çektiğini izlemem gerekebilir. [Asil Krallık] içerisinde ben sadece güçsüz bir kızım.”

Bunu söyledikten sonra Maria başıma sarıldı.

“O yüzden Maria Otonaşi’nin zayıflığının bir kısmını göstermenin sakıncası yok sanırım.”

Kulağıma yakın fısıldadı.

“Ben üzgünüm!”

Dudakları kulağıma biraz değiyordu.

“Senin ölümüne katlanamıyorum. Kalbimi parçalıyor. Bunu istemiyorum. Seninle olmak istiyorum.”

Birden Reddeden Sınıf içerisinde onun önünde dizimin üzerine çöküp ona elimi uzattığım sahneyi hatırladım.

“Güçsüz olabilirim. Belki şu an sadece Maria Otonaşi olabilirim. Ama---”

O zaman da o kesinlikle güçsüz bir kızdı, bir anlığına olsa da.

Ve benzer olarak ‘Asılsızlık Oyunu’ içerisinde o güçsüz bir kızdı.

“---yine de, kendi canımın pahasına bile olsa da seni korumak istiyorum.”

Bunu söylediğinde onun yüzü nasıl gözüktüğünü bilmiyordum.

Ama vermem gereken cevabı biliyordum.

“Özür dilerim.”

Ne de olsa «Yanagi»’yi değil Maria’yı seçtiğim zaman karar vermiştim.

“Bu senin için ne kadar zor olursa olsun, bu sefer senin görevin korumak değil.”

Beni ben yapan onu seçtiğimde, karar vermiştim.

“Benim görevim sen ‘kutu’nu kaybettiğinde seni korumak.”

Maria’yı korumaya karar vermiştim.

Ve böylece, günlük hayatımı korumak.

Maria’nın arzulamadığı günlük hayatı korumak.


▶Yedinci Gün <C> [Kazuki Hoşino]'nun Odası[edit]

Ve ardından görünmez bir kılıç ile delip geçilmiştim.


- [Kazuki Hoşino], [Öldürücü Darbe] ile ölüm


*********** OYUN SONU ***********

Kazananlar

[Yuri Yanagi] (Oyuncu)
[Kral], Yedinci gün Kazuki Hoşino’yu [Cinayet] hedefi olarak seçerek öldürdü. Koudai Kamiuchi’yi aynı gün doğrudan öldürdü. Hayatta.
* İroha Shindou, Kazuki Hoşino ve Koudai Kamiuchi'nun ölümleri ile kazanma koşulları yerine getirildi.

[Maria Otonaşi]
[Dublör], hayatta.
* İroha Shindou, Kazuki Hoşino'nun ölümleri ile kazanma koşulları yerine getirildi.

Kaybedenler

[İroha Shindou]
[Prens], altıncı gün zaman çizelgesine uymadığı için infaz edildi.

[Daiya Oomine]
[Büyücü], Altıncı gün Koudai Kamiuchi tarafından şah damarı kesildi, kan kayıbından ölüm.

[Kazuki Hoşino]
[Devrimci], Yedinci gün Yuri Yanagi ve Koudai Kamiuchi'nin [Öldürücü Darbe]’sinden öldürüldü.

[Koudai Kamiuchi]
[Şövalye], Altıncı gün Daiya Oomine’yi doğrudan öldürdü. Yedinci gün Kazuki Hoşino üzerinde [Öldürücü Darbe] kullanarak öldürdü. Aynı gün Yuri Yanagi tarafından miğdeden bıçaklandı, hemorajik şoktan ölüm..






HakoMariOyun3-D.jpeg

▶Birinci Gün <B> Büyük Oda[edit]

Birbirimizi öldürmek hakkında bir oyun olduğunu duydum.

Sanırım yeterince kadar da dikkat vermiştim.

Ama böyle bir şey ile başa çıkabilmemin imkanı yoktu! Nasıl tahmin edebilirdim ki doğrudan Oyun Sonu olacağını?

Bıçak boğazımdaki eti deldi. Yere atılmıştım ve boynumdan akan kanı hissedebiliyordum.

“Başıboş düşünceler.”

Önümdeki kız tertipli suratındaki ağızı açtı.

“Senin olduğunu fark ettiğimde içimi başıboş düşünceler doldurdu Kazuki. Anlaşılan seni gerçekten de kurtarmak isterdim. Bu acaba benim hala tecrübesiz olduğum anlamına mı geliyor?”

Kız anlaşılmaz sözleri duygusuzca söyledi, sadece gözlerini kırpıyordu, boş surat ifadesi değişmemişti.

“Neyse, geleceğin uğruna sana bare kendim hakkında bilgi vereyim! O şerefsiz Kamiuchi gelene kadar vaktim var, o yüzden çok sürmeyecek. Cık, hayatta kalması yazık olacak. En çok onu öldürmek isterdim.”

Bu kız neyden bahsediyordu…? Kamiuchi da kimdi? Ve her şeyden önce o kimdi? Benim ismimi nerden biliyordu?

“Ne olağanüstü fiziksel yeteneğim var, ne de olağanüstü bir zeka düzeyi. Ne fotografik hafızam var ne de sinestezi. Belirgin hiçbir özel yeteneğim yok. Öyleyse ben nasıl olduğum şey olabilirim?”

Dedi kanlar içerisindeki kız, hala ifadesiz,

“Sebebi odaklanabilmem.”

Sakince devam etti,

“Örneğin, koşu yarışları. İlk önce tüm gereksiz düşünceleri atıyorum. Kimi yenebilirim, kazanma ihtimalim nasıl veya kazanarak ne elde edeceğim gibi düşünceleri kafamdan atıyorum. Ardından zeminin durumu ve kendi vücudumun durumundan, beyaz liflerim gibi, bugünün mükemmel koşu şekline kadar hafif bir analiz yapıp ardından simülasyon yaparım. Alçak çıkış yaparken sadece sese odaklanıyorum. Bütün gereksiz düşünceleri unutup sadece başlama atışına odaklanırım. Ama sadece 340m/s olmasıyla ses yavaş. Aslına bakarsan atış yankılandığı an koşmaya başlarım ama bu şekilde hayal etmemem gerekir. Zihnimin içerisinde sesin önüne geçmeye çalışırım. Ardından önceden simülasyonunu yaptığım gibi koşarım. Hiç gereksiz düşünceye ihtiyacım yok. O yüzden yarış bittikten sonra koşu sırasından hiçbir anım kalmaz.”

Bitirdikten sonra duygusuz gözlerini bana çevirdi.

“Aa, özür dilerim. Beklediğimden daha uzun oldu. Kısacası insan bütün enerjisini tek bir noktaya odaklarsa ‘olağanüstü’ yetenekler su yüzüne çıkartabilir. Ve ben sadece bunu yapma konusunda iyiyim; ben süpermen değilim. Tamam, bu bilgi sana yardım edecek, kesin.”

O neyden bahsediyordu? Deli miydi bu kız?

Başımın arkası ıslak olduğunu fark ettim. Ne tür bir sıvı olduğunu zannedebilmeme rağmen, bunu doğrulayamıyordum. ...doğrulamak istemiyordum.

Onun yerine gözlerim başka bir şey buldu.

“Üü… aah---”

Maria’nın yığılmış vücudu.

Ve bir tek o yerde yığılmış vaziyette değildi. Başka vücutlar da vardı.

“Biraz kızgınım sanırım. Bir yandan Koudai Kamiuchi’nin insafsızlığına, ama çoğunlukla o kahpeye. Beni sırf bu oyunda değil, ama günlük hayatımızda da bir o kadar kolay kandırmıştı.”

Sözlerine rağmen onun suratında hiç öfke göremiyordum.

“Biliyor musun? Ondan hoşlandığımı bilmesine rağmen Yuri onunla çıktı. Bunun üstüne de kendisi ondan hoşlanmıyordu bile. Sırf bana eziyet etmek için yaptı. Bu acımasız değil mi? Biri sana öyle bir şey söylediğinde, bir ölüm mesajı bırakmak dışında hiçbir şey yapamamak doğal tabi.”

Onu anlamaya çalışmak konusunda çoktan pes etmiştim.

“Ama o duyguların burada yaptıklarım ile bir alakası olmadığını düşünüyorum. Bu oyunu kazanmak için duygulara gerek yok ne de olsa. Ve yani, [Asil Krallık]’ın açıklaması bittiğinde çoktan hazırlıklarımı tamamlamıştım.”

“......hazırlık mı?”

“Evet---Kazanmak için öldürmem gereken herkesi öldürene kadar odağımı sürdürmek için hazırlık.” Ardından, ifadesinde en ufak bir değişiklik olmadan---

---beni öldürdü.


“Her şey bittikten sonra duygular ve pişmanlıklar derdine düşerim.”

Şah damarım kesilmişti, bunun üzerine de bilincim hemen solmaya başladı.

Ve solan bilincimde birinin ağlayışlarını duyduğum hissine kapıldım. O sesi dinledim ve sonunda hatırladım.

Doğru, o kız okul konsey baş…


- [Kazuki Hoşino], [İroha Shindou] tarafından şah damarı kesildi, ölüm















*********** OYUN SONU ***********

Kazananlar

[İroha Shindou] (Oyuncu)
[Büyücü], İlk gün Yuri Yanagi, Maria Otonaşi, Daiya Oomine ve Kazuki Hoşino’yu doğrudan öldürdü. Hayatta.
* Muhteşem bir şekilde hayatta kaldığı için kazanma koşulları yerine getirildi..

[Koudai Kamiuchi]
[Dublör], hayatta.
* Kazuki Hoşino ve Maria Otonaşi'nin ölümler ile kazanma koşulları yerine getirildi.

Kaybedenler

[Yuri Yanagi]
[Şövalye], İlk gün İroha Shindou tarafından şah damarı kesildi, kan kayıbından ölüm.

[Daiya Oomine]
[Kral], İlk gün İroha Shindou tarafından şah damarı kesildi, kan kayıbından ölüm.

[Kazuki Hoşino]
[Prens], İlk gün İroha Shindou tarafından şah damarı kesildi, kan kayıbından ölüm.

[Maria Otonaşi]
[Devrimci], İlk gün İroha Shindou tarafından şah damarı kesildi, kan kayıbından ölüm.






Mest edici sallanma durdu ve beni içeri çeken şeffaf eller kaybolmuştu.

Gözlerimin önünde, üzerinde [Asil Krallık] yazan bir atari oyunu vardı.

Kara odaya geri dönmüştüm. Bütün vücuduma yapışan kara havaya iğrenme hisettim --- ve hatırladım.

Doğru. O görünmez eller atarinin içinden çıkıp beni kapmıştı, ve---

O anlamsız ölüm oyunundan tekrar hoş geldin.”

Daiya Oomine, ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i, gözlerimin önünde duruyordu.

“O [temsili tecrübe] nasıldı?”

Daiya öyle bir şey dedi.

“Bu [temsili tecrübe] miydi…?”

“Evet, [Asil Krallık] içerisinde olanları şimdiye kadar kendin gerçekten yaşamadın. Nasıl anlatsam… tamam, başka bir oyuncunun anılarını veya kayıtlarını tecrübe etmek gibi düşün.”

O neyden bahsediyordu? Başka oyuncuların anıları mı? Ama o zaman o anıları neden kendi bakış açımdan gördüm?

Bunlar kendi öz anılarımdı!

“Gördüğüm kadarıyla anlamıyorsun.”

“...yani, demeye çalıştığım, oradaki benim olduğum açık ve---”

“O bir NPC’di.”

Daiya lafımı kesti.

“...Ha?”

“O kadar basit oyun terimleri bile bilmiyor musun? Dinle, senin kendin olduğunu düşündüğün o herif, esasında [Asil Krallık]’ın bilgisayarı tarafından kontrol edilen bir düşman karakterdi. Eğer gerçek sen olsaydı burada olamazdın, değil mi? Ne de olsa iki defa öldün.”

...anlamıyordum. Bir NPC benim hissettiğim bütün o endişelere sahipti ve o şekilde ızdırap mı çekmişti?

“...Yalan! Düşüncelerim ve eylemlerim o kadar isabetli olarak taklit edilebilmesinin imkanı yok.”

“Böyle bir şey yapabildiği için bunun bir ‘kutu’ olduğunu ıspatlamaz mı?”

“...yani, öyle de olabilir, ama…”

Şimdi düşününce, Maria ‘kutu’suna sahip değildi. Bu da onun bir NPC olmasıyla açıklanabilir miydi?

“...ama ne sebepten dolayı onlar dahil ettin?”

“Sana daha önce de söylediğim gibi, bu ‘Asılsızlık Oyunu’ sadece can sıkıntısını savmak için insanlara [Asil Krallık]’ı zorla oynattıran bir ‘kutu’. Ama [Asil Krallık] biri öldürmeye başlayana kadar başlamaz. Ve başlamazsa nasıl can sıkıntısını savabilir? Öyleyse sana bir soru sorayım: bir kişiye nasıl kesin olarak başkasını öldürtebiliriz?”

Onu bölmeme fırsat vermeden,

“Sadece seni öldürmeye zorlayan bir sistem yap.”

“NPC’lerin varlığı nasıl birisinin kesin öldürmesine sebep oluyor?”

“[Asil Krallık]’ta tam anlamıyla savaşan sadece tek bir oyuncu var. Eğer kaybeder ise ölecek kişi. Diğerleri NPC. Dediklerimi anlayabiliyor musun?”

Kaşlarım çatık, başımı salladım.

“O kişi diğerlerinin sadece NPC olduklarını biliyor. Kendisini bunu yapmaya ikna etmek yine de kolay değil, ama yerini tutan NPC’i öldürse de gerçek kişinin ölmeyeceğini biliyor. Tersine, temelli olarak ölecek tek kişi o olduğunu biliyor. O yüzden merak ediyorum: o durumda bir oyuncu kendini başkalarını öldürmekten geri tutabilir mi?”

Yuuri'nin bana ikinci raund sırasında söylediğini hatırladım.

«Ölmek istemiyorum!»

O raund’un oyuncusu muhtemelen oydu. Eğer durum hakkında bihaber olsaydı, o kadar ileri gidebilir miydi? Sanmıyorum. Diğerlerinin NPC olmasının olgusu elbet ona o son adımı atmasına izin vermişti.

Hayır, İroha'nin vakasında daha da belliydi. Çünkü bizim fırsatımızı çalmayacağını bildiği için duygularını bastırdı ve oyunu hızla sonlandırdı.

O üç raund sırf oyuncunun değişmesi ile tamamen farklı yönlerde gelişmişti. Bu oyuncunun devasa etkisini gösteriyordu ve oyuncunun varlığı [Asil Krallık]’ın başlamasının temel etkeninin oyuncunun varlığı olduğunu belirtiyordu.

“...öyleyse Yuuri neden bizi öldürmek konusunda o kadar gönülsüzdü ve o kadar ızdırap çekti? Bizim sadece NPC olduğumuzu bilmiyor muydu?”

“Sen hayal gücü olmayan pisliğin tekisin, öyle değil mi? O NPC’nin senin kusursuz bir kopyan olduğunun farkındasın, değil mi? Tabi, eğer öldürülürse sen kendin ölmezsin. ...ama o kadar.”

“......?”

“Senin NPC’nin senden hiçbir farkı yok. Kişilik ve kalan her şey seninle aynı. Seninle benzer olan bir varlığı öldüren birini rahatlıkla affedebilir misin? Ya da tam tersi: diğerleri ile tıpatıp aynı olan NPC’leri öldürebilir misin?”

Ağzımı kapattım.

“Cevabını biliyorsun çünkü bunu [temsili olarak tecrübe] ettin, değil mi? NPC’i öldürmek adamın kendisini öldürmek gibi.”

...aynen öyle. Benim gerçek kendimin canı NPC’min canı ile hiçbir alakası yoktu. Benimle tıpatıp aynıydılar ve gerçekten de Yuuri ve İroha tarafından öldürülmüşlerdi.

NPC’lerim ve ben tıpatıp aynı olan, ama ayrı olarak var olağan kişilerdik.

“...Daiya, [temsili tecrübe]’den birkaç defa bahsettin. Demeye çalıştığın şey olanları dolaylı olarak NPC’min gözlerinden mi tecrübe ettim?”

“Evet, öyle.”

O durumda [Asil Krallık]’ta bu noktaya kadar ne kazanmıştım ne de kaybetmiştim.

Buna şimdi karar verilecekti.

Önümde duran atari oyununa baktım.

Bu sefer [Asil Krallık]’ı gerçek anlamda başlayacaktım. Ölümden geri dönmeyeceğim bir oyuna başlayacaktım.

“Sıra sende.”

“...şimdiye kadar oynama sırası sen, Yuuri ve İroha'ydı, değil mi?”

“Evet, ne olmuş?”

“Yuuri ve İroha şimdi nerede?”

“Onlar bu karanlık odada. Uyuyorlar… ya da daha doğrusu, durdurulmuş vaziyetteler. Onları burada bulabilirsin, ama onlar için hiçbir şey yapamayacağın için anlamı olmaz zaten. Altı oyuncu da oyunu bitirdiğinde bırakılacaklar.”

“Şimdiye kadar herkes hayatta kaldı, değil mi?”

“Evet. Çünkü onlar oyuncuyken kazandılar.”

“...[Asil Krallık] içerisindeki anılar kaybolmayacak sanırım?”

“Evet, kaybolmayacak.”

Hatırladım. Kendim tecrübe etmediğim için bu doğru ifade olmayabilirdi ama… her neyse, hatırladım.

Yuuri Yanagi’nin boş gözleri.

İroha Shindou’nun ağlayışları.

O ikisi ızdırap çekmiş ve artık telafi edemeyecekleri günahlar ile yüklenmişlerdi. Kendi sıramda ne yapsam da, onları kurtarmaktan acizdim.

Artık o ikisini kurtaramazdım.

Onların yaptığı gibi, sadece kendimi kurtarabilirdim.

...hayır, bu tam olarak doğru değildi.

“Daiya.”

“Ne?”

Maria’nın sırası ne zaman?”

Daiya beni cevapladı,

Senden sonra.”

Anladım, öyleyse---

---Maria’yı kurtarabilirdim.

Onun vücudunu bulmak için kara odanın etrafına baktım. Ama her şey o hoş olmayan karanlık tarafından gizleniyordu, o yüzden sadece atari oyununun hemen etrafını görebiliyordum.

Yuuri ve İroha bana kazanmak için birkaç ipucu vermişlerdi. Onları nasıl yenebileceğimi öğretmişlerdi.

Ama bu benim işime yaramıyordu.

Sorun Maria’nın bu oyun içerisinde ne olursa olsun kazanamamasıydı. Bu oyunda oyuncunun diğerlerini kandırıp öldürmesi gerekiyordu, ama o ikisini de yapamazdı.

O ‘Asılsızlık Oyunu’ içerisinde güçsüzdü.

Onu kurtarmam gerekiyordu. Eğer kurtaramazsam, benim için o bir tane daha «Nana Yanagi» olacaktı.

Ama o zaman ne yapmalıydım? [Asil Krallık]’ı kazansam bile, bu sadece benim hayatta kaldığım anlamına gelirdi, Maria’yı kurtardığım değil.


Doğru---amacım [Asil Krallık]’ı kazanmak değildi.

Amacım bu aptal ‘kutu’yu yok etmekti; ‘Asılsızlık Oyunu’nu yok etmekti.

“...o kendini beğenmiş tip de neyin nesi Kazu?”

Daiya bana kaşlarını çattı ve bende ona dik dik baktım.

“Sen adil değilsin, öyle değil mi Daiya?”

“Ne?”

“Adil değilsin diyorum.”

Daiya bu sözden gücenmişti, tam da istediğim gibi.

“Nasıl yani? [Asil Krallık]’ı ilk oynayan bendim. Ben hiçbir [temsili tecrübe]’ye başvuramadığım için bir dezavantajda olduğum gayet açıktı, ve kendi yolumu kendim bulmam gerekti. Ve bana hala adil olmadığımı mı söylüyorsun?”

“Amaçlarımız farklı.”

“Ne?”

“Benim için [Asil Krallık]’ta kazanmak ile amacıma ulaşmak aynı şey değil. Bunun anlamı sadece hayatta kalabilmem olur. Benim amacımın günlük hayatıma geri dönmek olduğunu biliyorsun, değil mi?”

“......”

“Oyunda birisini öldürerek amacımı elde edemez hale gelirim. Eğer [Asil Krallık] gerçekten sadece birini öldürerek kazanılan bir oyunsa, o zaman amacıma kesinlikle ulaşamam. Başka bir deyişle, kazanamam. Ve sende beni öylece o kafesin içine tıkıp kaçınılmaz ölümümü seyredeceksin. Buna nasıl adil diyebilirsin?”

Bunu ilan ettiğimde Daiya bana sadece dik dik baktı. İçimdeki telaşı gizledim ve ben de ona dik dik baktım.

Bu durum bir süre devam etti---ama ardından Daiya gülmeye başladı.

“K-Komik olan ne?”

“Ne diyorsun sen? Bu bakış yarışını beni güldürmek için başlatmadın mı? Aah, evet evet, kaybettim. Suratın amma da komik!”

“...bana neyin komik olduğunu söyle artık!”

“Belli değil mi? Yani, bu kışkırtma ile benden işine gelen koşullar elde etmeye çalışıyorsun.”

“......Ah.”

Ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.

“Lütfen Yanagi kadar yetenekli olduğunda bunu yap. O kadar boktan bir performansa kanmamın imkanı yok. Sen amma da gülünç ve aptal bir herifsin.”

“Ehm---”

Başarısız mıydım---?

Eğer Daiya benim için kuralları değiştirmezse, amacımı elde edemezdim. Öyleyse çıkmaz mı girdik?

Ben---Maria’yı kurtaramayacak mıydım?

“Ama bu kulağa ilginç geliyor.”

Dedi Daiya.

“......he?”

Senin meydan okuyuşunu kabul edeceğim. Dediğim şey bu.”

Ama anlayamamıştım ve ağzım bir karış açık kalmıştı.

“Kimseyi öldürmeden [Asil Krallık]’ı sonlandırmanın gizli bir yöntemi var.”

Daiya beni aldırmadan devam etti. Ağzımı kapatıp Daiya ile olan konuşmaya odaklanmayı başardım.

“Yeşil ayının herkesin mumyaya dönüşmesinin sıkıcı olacağını söylediğini hatırlıyor musun?”

Anılarımı karıştırdım.

«Peki aLa - hepiNize iyi savaş - diLerim! - SadeCe - oyuNu herkeSin - mumYa olması giBi - sıkıCı bir şEkilde - bitirmeYin - taMam mı?»

Evet, o öyle demişti.

“Tekrar diyorum, bu can sıkıntısını savan bir ‘kutu’. Hiçbir şey olmadan huzurlu bir şekilde biten bir raund istenilmeyen bir şey. Kimsenin kimseyi öldürmediği bir sonu düşünmedim, ve ayrıca öyle bir son ile hiçbir şekilde ilgilenmiyorum. O yüzden, kimsenin öldürmeyeceği kesin ise, oyun mecbur sonlandırılır. O yüzden, eğer herkesin yemek porsiyonları ve zaman biter ise, oyuncular öylece bırakılacaktır.”

“Başka bir hitapla---”

“O sekiz gün boyunca kimse öldürmezse hayatta kalabilirsin.”

Aa, işte buydu.

Bu ‘kutu’ya karşı kazandığım ve günlük hayatımı sürdürdüğümün kanıtı olabilirdi.

“Ve---eğer öyle bir sona sebep olursan, ben ‘Asılsızlık Oyunu’nu yok edeceğim. Senin bahsettiğin o ‘adillik’ buydu, değil mi?”

“...gerçekten mi?”

“Sana hiç yalan söyledim mi?”

…...sıklıkla esasında.

Daiya olduğu için sözünü tutacaktı. Onun kadar gururlu olan birinin galibiyet veya kayıp hakkında bir sözü bozmasının imkanı yoktu.

Benim kazanmam mümkün olmuştu.

Tabi, en zor olan şey Daiya, Koudai Kamiuchi ve diğerlerinin birisini öldürmelerini engellemek olacaktı. Zaman sınırı yaklaştığında ve onları ölümün korkusu sardığında biri hata yapabilirdi. Hiçbir şeyin olmadığı bir sona ulaşmak zor bir görevdi.

Ama yine de denemem gerekiyordu.

“...Daiya.”

İşaret parmağımı ona doğru kaldırdım.

Daiya şimdiye kadar olan [Asil Krallık]’ına «anlamsız bir ölüm oyunu» demişti.

Ama ben bunu reddettim.

Bir anlamı vardı. Yuuri, İroha ve herkesin çabaları bana Daiya’ya karşı kazanmanın yolunu öğretmişti.

Elbet herkesin çektiği ızdırabın anlamsız olmasına izin vermeyecektim.

Sana karşı kazanacağım Daiya!”

Daiya kendinden emin bir şekilde sırıttı ve ilan etti,

Tamamen imkansız.”





Yazarın Notları[edit]

Merhaba, ben Eiji Mikage.

«Hakomari~!» (tatlı bir kısaltma yapmaya çalıştı) üçüncü cilde ulaştı bile. Sonunda ilk ciltten beri şüpheli olan o herif hareket etmeye başladı. Onun karakterini yazmak kolay olduğu için bunu herkesden çok bekledim!


Tamam, bu içeriğe biraz dokunup dokunmayacağı konusunda emin değilim.

Şimdi bu serinin üç cildini çıkarttım, ama doğrusu bu seriyi başlatana kadar taslaklarım sık sık reddedilmişti.

Tamamen reddedilen hikayeler bile vardı.

O reddedilen çalışmalar asla gün yüzüne çıkmayacaklar. Ben kendimce o hikayeleri ilginç bulmuştum ama okuyuculara ulaşamadan öldüler.

Ama öyle olmalı.

Tabi aylar boyunca yazdığım bir hikaye reddedildiğinde bir şoktu ve inciticiydi. Ama onlar hala benim ve çalışmalarımın besinleri olarak yaşıyorlar… tamam, bu biraz abartılı olabilir, ama neyse, eğer o reddedilen çalışmalar var olmasaydı, bu çalışma şu an var olmazdı.

Fakat, yazmaktan vazgeçseydim, bütün o reddedilen çalışmalar sadece boşuna ölmüş olurlardı.

O şekilde düşününce, pes etmemenin ve devam etmenin ne kadar önemli olduğunu fark ediyorum. ...he, biraz fazla ciddi şeyler yazmıyor muyum? Ah doğru, henüz bu kitabı okumayan okuyucular için; bu kitabın ne hakkında olduğunu açıklamak için: altı erkek ve kızdan oluşan bir grubun geceleyin birlikte kalıp eğlence ile çığlık atıp oynadıkları bir oyun hakkında. Eğlenceli geliyor, değil mi?


Teşekkür notlarına gelelim.

Sıkı programına rağmen bu seferki harika çizimler için Tetsuo'ya teşekkürler.

Görevli editörüm, Kawamoto'ya. Şimdiye kadar her şey için teşekkür ederim. Sanırım senin sayende büyüyebilirim. Eğer istersen, çalışma yerinde sana bir BL yazabilirim. ...ehm, özür dilerim, yalan söyledim. Öyle bir şey yapamam.

Ve tabi ki de bütün okuycularıma teşekkür ederim. Devam edeceği için sıradaki cildi olduğunca hızlı çıkartmak istiyorum. İlkbaharda çıkacak! Çıkacak… sanırım. Çıkmalı. Umarım çıkar!

Tekrar görüşürüz!

- Eiji Mikage


Yorumlar

Eiji Mikage

Saitama’da yaşarım. Son zamanlarda kahve içerim, sakız çiğnerim, kulaklıklarımdan müzik dinlerim, meditasyon yaparım ve çalışmalarıma başlamadan önce başıma vururum.


Tetsuo

Vay be, üçüncü cilde vardık bile.

Yıllar çok hızlı geçiyor, yaşamak zor.

Ayrıca, bayan giysileri giyinmek güzel bir şey bence.





Geri Dön - 2. Cilt Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page)