Utsuro no Hako - Türkçe: 2. Cilt 3 Mayıs - Anayasa Bayramı

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

3 Mayıs (Pazar) 07:12[edit]

Uyandım. Bu, kişilik değiştirme hissi değildi, ama uyanmanın normal hissiydi.

Miyazaki’nin odasının yerinde uzanıyordum. Ellerim ve ayaklarım kelepçeliydi.

Miyazaki yatağın üstünde oturuyordu. Gözlerinin altı morarmıştı. Belki son zamanlarda doğru düzgün uyuyamıyordu.

Uyandığımı fark ettiğinde, o yüzümü el beziyle sildi. El bezindeki mentol uykumun kalanını sildi.

Yüzümü sildikten sonra, bana selam bile vermeden, şunu dedi: “Sana şimdi talimat vereceğim.”

Otonaşi’nin ellerine ve ayaklarına kelepçe takarak onu zapt edeceksin ve onu ihanet etmeye gönüllülüğünü göstermiş olacaksın. Tek yapman gereken bu. Basit, değil mi?”

“...gerçekten mi?”

“Aa?”

“Eğer yaparsam gerçekten teslim olduğuma inanacak mısın?”

[O], hareketlerimi yargılamakta özgürdü. Bunu ‘teslim olmak’ olarak kabul etmek istemeyebilirdi ve benden daha da kötü bir saçmalıkta bulunmamı isteyebilirdi.

“O senden Maria Otonaşi’yi çalabildiğinde tatmin olacak dedi.”

“Çalmak mı…?”

Birden aklıma bir zaman önceden bir eposta geldi.

“En derin arzum gerçekleşti. Artık sonsuza dek beraber olabiliriz.”

Sonunda o sözlerin ne demek olduğunu anlamıştım.

Anlaşılan [o] bizim sevgili olduğumuz yanılgısında bulunmuştu. O sebepten dolayı, Balçıkta Yedi Gece’yi bitirdikten sonra onunla çıkabileceği izlenimine sahipti.

Ama bu anlamsızdı. Sadece kimliğimi ele geçirerek benden her şeyi çalmak imkansızdı.

“Onu benden çalamazsın!”

“Çalabilirim.”

Neredeyse zıpladım. Burada olmaması gereken bir ses her nasıl olduysa söylentilerime yanıt vermişti.

“Ben Kazuki Hoşino dışında kimse değilim! Ona bu şekilde sahip olabileceğim.”

Ses Miyazaki'nin kontrol ettiği bilgisayarın yanındaki hoparlörden geliyordu.

“Bunun saçmalık olduğunu mu düşünüyorsun? Sen zaten olduğun için benim Kazuki Hoşino olamayacağımı mı düşünüyorsun?”

Tabi ki de. Sadece [ben] Kazuki Hoşino’ydum, o yüzden başka kimse olamazdı.

“Öyleyse söyle bakalım, Kazuki Hoşino’yu Kazuki Hoşino yapan şey nedir? Sırf kişiliğin olamaz. Ne de olsa, kişiliği ve eğilimleri zamanla tamamen değişmiş olsa bile, uzun zamandır görüşmediğin bir kişiyi aynı kişi olarak tanırsın, değil mi?”

[Onun] sözlerini duyunca, [onun] bir defasında söylediği bir şey aklıma geldi:

“Öyleyse söyle bakalım: biraz garip davranan birini gördüğünde, hemen ‘Bu başka birisi. Birisi onu ele geçirmiş.’ gibi bir düşünceye kapılır mısın?”

“—Ah!”

Doğru, Daiya, Kokone, ve Haruaki, hepsi [onu] Kazuki Hoşino olarak tanımıştı. Herkesten çok zaman geçirdiğim Otonaşi bile—

“Maria Otonaşi bile [Kazuki Hoşino]’yu [Yuuhei İşihara]’dan ayırt edemiyor, değil mi?”

“...Aa”

“Yani, kutuları bildiği için, [Kazuki Hoşino]’nun kayboluşunu Kazuki Hoşino’nun bütün varlığının kayboluşu olarak algılayabilir. O yüzden, ben onu ele geçirdiğimde Kazuki Hoşino’nun kaybolmayacağını ona öğreteceğim. Böylelikle, Kazuki Hoşino onun içinde var olmaya devam edecek.”

Hoparlörden bir kıkırdama yankılandı.

“Ve sonunda ona sahip olabileceğim.”

Kazuki Hoşino’nun dış görünüşü muhafaza edildiği sürece, içi farklı olsa bile, Kazuki Hoşino olarak tanınacaktır. Bu kesinlikle doğruydu. O yüzden onun tamamen zırvaladığını düşünmüyordum.

...ama onun Kazuki Hoşino olabileceğini söylemek abartıydı.

“Bu mantığı fazla aşırı mı buluyorsun?”

Ağzımı kapadım—Miyazaki düşüncelerimi kusursuzca okuyabiliyordu.

“Hoşino, senin için değerli birinin bölünmüş kişiliğe sahip olduğunu öğrensen ne yapardın?”

“He?”

Bu ani örneği duyunca kaşlarımı çattım.

“Değerli kişin o kişiliklerden sadece bir tanesi mi? O kişilikleri dikkatle ayırıp, ‘o benim için önemli,’ ‘ona ihtiyacım yok,’ ‘o fena değil’ diyebilir misin? Demezsin, değil mi? Her şeyi göz önünde bulundurunca, kişilikler alakasız—senin değerli kişin tek bir insan.”

“......Haklı olabilirsin.”

“O yüzden, içindeki insanın [Kazuki Hoşino] veya [Yuuhei İşihara] olmasının pek de önemi yok. Benim hala Kazuki Hoşino olduğumu kabul ederse, hisleri devam eder. Eminim Maria Otonaşi’nin önemli olduğunu düşündüğü şey [senin] kişiliğin değil de—”

Miyazaki ifadesini hiç değiştirmeden devam etti.

“—Kazuki Hoşino’nun varlığının ta kendisi.”

Sözlerinde bir tür saklı güç bulunuyordu.

O sırf beni köşeye sıkıştırmak için konuşmuyordu.

“...ama maalesef ben onun için o kadar değerli bir insan değilim.”

O alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Durumla fazla içli dışlı olduğun için fark etmemiş olabilirsin. Ama ben biliyorum. Otonaşi sana muhtaç! O yüzden kişiliğin kaybolduğunda Maria Otonaşi’nin seni kaybetmeye dayanması zor olacak. O boşluğu dolduracak bir şey arayacaktır. Kayıbını nasıl telafi edeceği belli değil mi?”

“...[Yuuhei İşihara] olacağını mı düşünüyorsun?”

“Tam öyle değil. Yaşamaya devam edecek olan Kazuki Hoşino olacak, gerçi biraz değişime uğramış olsa da.

“O yüzden mi [o] eninde sonunda onu elde edecek…? Bu sadece senin uygun bulduğun bir tahmin. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

Çünkü o aynı benim gibi,” dedi Miyazaki sinir bozucu bir ses tonuyla.

“He?”

“”Çünkü bende Maria Otonaşi gibi birisine muhtacım. O yüzden onun ne yapacağını kolaylıkla öngörebiliyorum.”

Sonunda onun sözlerinde neden öyle bir güç olduğunu anlamıştım.

Miyazaki ona değerli birisinin kaybolup başkasına dönüşmesinin nasıl bir his olduğunu biliyordu.

“Ayrıntılara bu kadar takılma. Senin tek yapman gereken şey sadece Maria Otonaşi’ye ihanet etmek. Eğer yaparsan, o [Kazuki Hoşino]’yu ve [Yuuhei İşihara]’yı karıştırmaya başlayacaktır.”

“...Niye?”

“Otonaşi [Kazuki Hoşino]’nun ona ihanet edeceğinin hayali bile edemez. Onu kelepçelesen bile [Yuuhei İşihara] olduğunu düşünür. Ama gerçekte işi yapan kişi [Kazuki Hoşino] olacak. Sonuç olarak, ikinizi güvenle ayırt edemeyecek hale gelecektir. [Kazuki Hoşino] ve [Yuuhei İşihara] arasındaki sınır kaybolacak.

Ve ardından o [beni] ve [onu] aynı olarak düşünecek.

Eğer 6 Mayıs’a kadar böyle hissederse, [o] benden her şeyi çalsa bile Otanaşi [onu] direnmeden kabul edecektir. Miyazaki'nin söylediği buydu.

“Anladın mı? Tamam, sana talimat vereceğim o zaman.”

“...Bir dakika.”

Onun sözünü kestim.

“Ne?”

“[O] Otonaşi’yı benden tamamen çaldığını inanmadığında ne yapmayı düşünüyorsun?”

Sanırım olacakları biliyordum.

Birlikte değiliz ne de olsa. O yüzden onu benden çalmak mümkün değildi. İşler [onun] planladığı gibi yürüyemezdi.

“Ona ızdırap çektirmeyecek misiniz? Beni hala kullanacak mısınız?”

Miyazaki bir anlığına sessiz kaldı, ve bunu inkar etmekte başarısızdı. “Sanırım, evet.” Ve her neyse, bunu yapacak kişi sensin, değil mi?” dedi sakince.

“Sence bu donlu kız emirlerine uslu uslu itaat edecek midir? Eğer etmezse, o çok acınası olacak.”

“Neyse, iyi gitmesi için dua edeceğim.”

Ryuu Miyazaki birkaç basit sözle yanıt verdi, sanki olacaklarla ilgili neredeyse hiç ilgilenmiyordu.

Hayır—belki gerçekten de ilgilenmiyordu.

O hadiseyle ilgili hiçbir şey yapamamasına kıyasen başka hadiseler yanında hiç kalırdı. Bu teori için hiçbir dayanağım yoktu, ama yine akla geliyordu.

“Tamam, başlıyorum.”

“Tamam.”

Doğal olarak zile basmadan kapıyı açtım.

“Ben geldim.”

İkinci kata çıktım.

Her zamanki gibi, Luka Hoşino üzerinde sadece don ile uyuyordu.


3 Mayıs (Pazar) 10:06[edit]

Miyazaki kulağıma bir cep telefonu bastırdı.

“H-HAYIIIIR!!”

Telefondan gelen yüksek sesli bir çığlık duydum. Çığlık atan kişinin sesini hemen tanıdım. Ne de olsa, neredeyse her gün duyduğum birisiydi.

“Lu…!!”

“Bunu neden yapıyorsun?! Dur, Kazu!!”

“Ah—”

O… o ne yapmıştı!? Lu'ya vücudumla ne yapmıştı o!?

“Bizi uslu çocuk gibi dinlemediğin için böyle oldu!”

“Ama Lu'nun bu işle hiçbir ilgisi yok! Öyleyse neden böyle bir şey—!!”

“Çünkü bu işle bir ilgisi olmadığı için, sen ızdırap çekeceksin. Bunu yapma sebebimiz tam da bu!”

Bu sözleri duyar duymaz içgüdüsel olarak ona atılmaya çalıştım—ama başarısızdım ve yere çirkin bir yığın şeklinde düştüm. Ayaklarımın hala kelepçeli olduğunu unutmuştum. Ben kıvranırken Miyazaki bana ayağı ile bastı ve cep telefonu kulağıma dayadı.

“Üü…”

Kulaklarımı kapatamadığım için onun yerine gözlerimi kapadım, bunu yapmak ne kadar yararsız olsa da.

Duyduğum şey: “Şaka!”

“He…?”

“Kazu, niye böyle şeyler söylememi istiyorsun ki? Ablan geleceğin için endişelenmeye başladı.”

Şaşkına dönük bir şekilde başımı kaldırıp Miyazaki'ye baktım.

Nasıl yani? Hepsi bir şaka mıydı…?

Miyazaki ayağını vücudumdan kaldırdı. O ifadesiz kalmasına rağmen doğrulup ona dik dik baktım.

“Neden rahatladın Hoşino?”

“He?”

“Onlar ‘Benim Sesim’ özelliği ile kaydedilen ses dosyalarıydı. Gerçek zamanda olmuyorlar. Ya o dosyaların sırasını ters çevirsem? Belki az önce duyduğun dosya ilk önce olmuştur?”

“Y-Yapamazsın…!”

“Şaka şaka!”

“Off…”

Bu kadar enayi olduğum için sefil gibi hissediyordum.

“Off… neden sevinç ile hüzün arasında gidip geliyorsun? Sorun gerçekten incitilip incitilmediği değil, öyle değil mi? Sorun Luka Hoşino’nun [Yuuhei İşihara]’ya karşı tamamen savunmasız olması.

Miyazaki vücudum üzerindeki ayağını döndürdü.

“[Yuuhei İşihara] Kazuki Hoşino olacak. Bir ablaya sahip olmanın ne kadar büyük bir ayak bağı olacağını hayal edebiliyor musun? Aynı odanın içinde yaşıyorsunuz ya! Tabi ki de Kazuki Hoşino’nun değişimini fark edecektir, ve kardeş olduğunuz için ilişkinizi bozmak imkansız olur. O en büyük engel olabilecek insan. O yüzden o kararsız: O, ablanla nasıl başa çıkmalı?

Bunu söylemiş olmakla birlikte, Miyazaki iki defa tıklayıp bir tane daha ses dosyası oynattı.

“[Kazuki Hoşino]: sen bizim için Maria Otonaşi’ye ihanet edeceksin, değil mi?”

Bu bir tehditti.

Eğer itaat etmezsem Luka Hoşino’yu öldüreceğine dair basit bir tehditti.

“Ee, ne yapacaksın Hoşino?”

Eğer Otonaşi’yi kelepçelersem, incitilebilirdi. Ama eğer yapmazsam, Lu ölebilirdi.

Karar verebilmemin imkanı yoktu! —Fakat, Otonaşi öldürülmeyecekti. Ayrıca, durumun muhteşem yetenekleri ile üstesinden gelebilirdi. Hayır, o kesinlikle yapabilecekti.

—o bizi yenecekti.

3 Mayıs (Pazar) 21:04[edit]

“Otonaşi'nin buraya gelmesinin bu kadar sürdüğüne şaşırdım. Nereye gideceğini hemen bileceğinden emindim oysa,” dedi Miyazaki.

“Gerçi, mahkum tutulduğunu fark etmemiş olabilir. [Yuuhei İşihara] az önce evine gitti ne de olsa. Fakat onun aramaları engellendiğinden dolayı bir işlerin döndüğünü fark etmiş olması gerekir… Hımm, Hoşino, onun aramalarını engellemene sebep olacak büyük bir kavga mı ettiniz?”

Cevap veremedim—en son ayrıldığımızda neler olduğunu hatırlayamıyordum, çünkü her şeyi ümitsizliğin karanlığında kaybetmiştim.

“Yani, sanırım önemi yok. Biz yine de devam edeceğiz,” dedi ve cep telefonumu çıkarttı.

Şimdiye kadar hiçbir şey yapmamıştı çünkü [benim] bugünkü kontrol zamanım belirsizdi. Ama benden saat 19:00 çalındığından beri bugünlük zaman pencerem artık sabitti. Ben 23:00’e kadar kontrolde olacaktım.

“...Ah, aklıma gelmişken,” Miyazaki ardından koli bandı çıkartıp ağzımın üstüne iki parça yapıştırdı. Ellerim zaten kelepçeli olduğu için, çıkartamıyordum.

Arama yaptı. Kimi aradığı belliydi.

“Alo?”

“......Sen kimsin?”

Oda sessizdi. Ben bile Otonaşi'nin sesini açık ve net duyabiliyordum.

“Ryuu Miyazaki!”

“...Miyazaki, beni neden Kazuki’nin cep telefonundan arıyorsun? Kazuki’ye ne oldu? [Yuuhei İşihara] ile işbirliği yaptığını biliyordum, ama—”

“İşbirliği mi? Sanki o şerefisize yardım ederdim! O sadece benim zayıf noktamı buldu ve bana şantaj yaptı.”

Ne diyordu bu böyle…?

“Zayıf noktan mı?”

“Evet. Ben onu desteklemiyorum, o sadece zaafımı buldu ve beni kullandı. Ama yetti artık! Neyse ki sorunlarıma basit bir çare buldum.”

“Basit bir çare mi…?”

“Senin anlayabilmen kolay olmalı. Gerçekten çok basit.”

“...Sakın—”

“Aynen öyle. Sadece Kazuki Hoşino’yu öldürmem gerekiyor.”

Miyazaki kayıtsız ve duygusuz bir şekilde konuşuyordu. Ancak şimdi bunun bir bahane olduğunu fark ettim. Onun performansı çok doğal gelmişti. Gerçeği bilmeme rağmen, bir anlığına sahte hikayesine inanacaktım.

O yüzden Otonaşi onun yalan söylediğini fark edeceğini düşünmüyordum.

“...Ne diyorsun sen? Nasıl bir zayıf noktanı hedefledi bilmiyorum ama bu fazla tehlikeli. Seni böyle bir kararda bulunacak kadar aptal olarak hiç düşünmemiştim?”

“İçini okuyabilmek çok kolay; anlaşılan hilebazlık konusunda şaşırtıcı derecede kötüsün.”

“......”

“Cinayet kesinlikle tehlikeli bir kumar. Ama bu Kazuki Hoşino için şu an geçerli değil. Nedenini biliyor olmalısın, değil mi?”

“...Hiçbir fikrim yok.”

“Haha, aptal numarası yapma! Peki ala, sana söyleyim o zaman. Tehlikesi olmayan cinayet fırsatı ‘sadece değişim anından yararlanmak.’”

Otonaşi bunu zaten fark etmiştir herhalde. Ne de olsa, onun motorsikletindeyken kişilik değiştirmemiz tehlikeli olacağını dün söylemişti. Biri bu fikri mantıklı bir sonuca kadar sürdürse, bir ölümcül kazayı veya intiharı numarası ile süslemek acayip kolay olurdu.

Tehlikesi olmayan cinayetten kast ettiği şey buydu.

“Bu tehdide son verebiliyorsam, bunu seve seve yaparım.”

“...Bana neden bunları anlatıyorsun?”

“Kaybolan kurşunum ile[1]vurmak istediğim biri var, değil mi? Ama bu kurşunu kullanarak, aynı zamanda garezim olmayan birini de silmiş olacağım. O fazla acınası olduğundan, son andan önce sevgilisyile son bir defa konuşmasına izin vereyim dedim.”

“Ne kadar bencilsin sen ya…!?”

“Aa? Biliyor musun, Hoşino’nun birkaç saati kaldı sadece? O ölü sayılır! Ama merak etme; onu sadece [Yuuhei İşihara] olduğu zaman öldürürüm. Ona narince ötanazi uygulayacağım. Ne kadar da şanslı, değil mi? O pislik tarafından tamamen ele geçirilmeden ölecek.”

“Kazuki vücuduna tekrar kavuşacak!”

“Bu sadece kendi fikrin değil mi? Başka kimse böyle bir durumda bu kadar iyimser olamazdı!”

“Üff…”

“Neyse, bu kadardı. Tamam, onun sözlerini duymana izin vereceğim.”

Tabi ki de ağzımdaki bandı çıkartmadı.

Onun yerine, faresini hareket ettirip iki defa tıkladı. Hoparlörden benim sesim yankılandı.

“Lütfen kurtar beni—”

O cümle çok kötüydü. Keşke—

“—Aya!”

—o ismi bahsetmeseydi.

O ismi nasıl öğrenmişlerdi…? Reddeden Sınıf’ı bilmiyorlar, öyleyse o ismin farkında olmamaları gerekirdi.

Hayır… biliyor olabilirlerdi. Sınıf 2-3 içerisinde o ismi kullanmışlığım var. Miyazaki kesin bunun bir tür kod olduğunu fark edip [Yuuhei İşihara]’ya bildirmişti.

Ama Otonaşi [onun] bu kelimeleri söylediğini bilmiyordu, o yüzden bunu fark etmeyecektir. O yüzden—

“.......Seni hemen gelip kurtaracağım Kazuki.”

—konuşan kişinin benim olduğuma inanıyordu.

“Hata yaptın,” diye ilan etti Otonaşi.

“Kazuki Hoşino [Yuuhei İşihara]’ya dönüşmeden hemen önce aramalıydın. Şu an saat 21:12. En erken hareket edebileceğin saat 22:00. 48 dakika içerisinde seni yenip Kazuki’yi geri alacağım.”

Bu başarısız bir duyuruydu.

Sözlerinin onu tedirgin etmeyeceğinin farkında değildi; aksine, onu rahat ettirecekti.

3 Mayıs (Pazar) 21:32[edit]

Ve o, telefon görüşmesinin bitişinden 20 dakika geçmeden geldi.

Cam kırıldı ve kırık cam odanın her bir yanına dağıldı. Camı spor ayakkabılarıyla kırmıştı ve şimdi odanın ortasında günlük kıyafetleriyle duruyordu.

“...Nerede bulunduğumu zaten biliyordun, yoksa bu kadar çabuk varamazdın buraya?”

Miyazaki girişin hemen önündeki koridordan ona bakıyordu, elinde de bana dayadığı mutfak bıçağı vardı.

“Gerçekten keşfetmenin zor olduğunu mu düşündün? Öyle bir aramayı ortalık yerde asla yapmazsın. O yüzden bulunabileceğin en muhtemel yer evindeydi, değil mi? Ne de olsa, akla başka neresi gelebilir?”

“Ama yine de buraya fazla çabuk varmadın mı?”

“[Yuuhei İşihara] ile işbirliğini açıkladığın zaman bile nerede yaşadığını biliyordum. ...Hadi ama, yeterince kadar yapmadın mı? Çek ellerini Kazuki’nin üzerinden. Cinayet tehlikesine girmek istemediğini söylememiş miydin? Eğer onu bıçaklarsan, tehlikeden çok daha fazlasına girersin. Ciddi fiziksel hasar veya daha kötüsünü yaptığın için kesin cezalandırılacaksın.”

“Kes sesini.”

“İşler yolunda gitmediği için panik yapma gereği yok. Amacın artık [Yuuhei İşihara] tarafından tehdit edilmemek değil mi? Kazuki’yi bana ver ve [Yuuhei İşihara]’nın tehditlerine son vereceğime söz veriyorum!”

“Bu sadece boş bir söz değil mi?”

Sinirlenmiş gibi davrandı ve onu görmezden geldi.

Miyazaki neden bunu yapıyordu?

—düşme yüksekliğini arttırıyordu.

Miyazaki ihanetimin zeminini hazırlamak için jenerik düşman rolünü oynuyordu, böylelikle ihanetimin darbesi daha da güçlü olacaktı.

Otonaşi düşmanı, Miyazaki'yi, yenecekti, ve ardından beni kurtaracaktı. Tabi o rahatlayacaktı ve sevinecekti.

Ve ardından ben ona ihanet edecektim.

O yüzden, bu ‘düşme yüksekliğinin’ adına, Miyazaki onun beni kurtarabilmesini fazla kolay yapmamalıydı.

“Toz ol! Son buluşmanızı zaten yapmadınız mı?”

“Bırak alayını!”

Ama Otonaşi neden ona hemen saldırmıyordu?

Tabi, onun bıçağı boynuma bastırılmıştı. Ama bu anlamsız bir tehditdi. Miyazaki beni bıçaklamazdı, çünkü o sözde tehdit edilmekten kaçınmak için tehlikesiz bir cinayet işlemek istiyordu.

“Biliyor musun, seni katı bir iradeye sahip mantıklı biri olarak düşünmüştüm.”

Bu Otonaşi'nin onun beni bıçaklamayı düşünmediğini bildiği anlamına geliyordu.

Ama hala ileriye adım atmıyordu.

“Sakinleş Miyazaki.”

Herhalde benim hala bıçaklanabilme ihtimalini göz önünden çıkartamıyordu. Miyazaki'nin tepesi atabilirdi ve beni yanlışlıkla bıçaklayabilirdi.

...Sebep o muydu?

Beni incitmeyeceğinden tamamen emin olmadığı için mi kendini geri tutuyordu?

“......”

İmkanı yok, he.

Ne de olsa, benim iyiliğim hakkında o kadar endişelenmesi için bir sebep yoktu.

Nedenini hala bilmiyordum, ama Otonaşi hiçbir harekette geçmiyordu. Kördüğümdü.

Miyazaki Otonaşi'nin gözünden gizli, yanımı sol eli ile dürttü.

...Biliyorum!

Kördüğüm durumunda ne yapmam gerektiğine dair talimat almıştım. Uymak istemiyordum, ama anlaşılan başka bir çarem yoktu.

Bana kendimi tutmamamı söylemişti, çünkü o zaman sadece bir performans sergilediğimizi fark edecekti. Ağzımdaki tükürüğü yuttum ve rol yapmakla devam ettim.

Ben—Miyazaki'nin elini bütün gücümle ısırdım.

“...Uvaa!!”

Çığlığı sahte değildi, bu onun acıya olan tepkisiydi.

Miyazaki daha önce ayarladığımız gibi bıçağı kolaylıkla düşürdü.

Bir açık yarattık, ve Otonaşi bu fırsata sazan gibi atladı.

Gerçekten bir anda oldu.

Küçücük altı tatami büyüklüğünde bir odadaydık. Tek bir anda gözlerimizin önündeydi. Ona doğru koştu ve burnuna kafa attı. Aramızdaki boşluğa girip o burnunu tutarken çenesine bir yumruk atarak onu uzaklaştırdı. Ardından hızla bıçağı alıp onun yetişemeyeceği bir yere attı.

“Geride çekil Kazuki.”

Başımı salladım ve uydum.

Otonaşi aynı anda geri çekildi ve konuşmaya başladı.

“Bana el ve ayak kelepçelerin anahtarlarını ver Miyazaki. Seni daha fazla cezalandırmadan bırakacağım.”

“......Beklediğimden daha naziksin,” dedi Miyazaki elleriyle burun kanamasını iki eliyle bastırırken.

“Beni kolaylıkla boğabilirdin de. Sana anahtarları vermekten başka çarem kalmazdı o durumda.”

“...O kadar ileri gitmeye gerek yok.”

O kelimeler anılarımı tetikledi. Doğru ya. Otonaşi şiddet kullanmayı sevmiyordu. ‘Beni kurtarmak’ için mecbur olduğundan kavga etmeye gönüllüydü. Ama kendisine bir anahtar verilmesi için onu asla boğamazdı.

Miyazaki duruşunu değiştirdi, ve ardından zıplayıp onu yakalamya çalıştı. Ama ona dokunduğu an, Miyazaki havada uçtu.

“Na—!!”

Artık rol yapmıyordu, gerçekten şaşırmıştı.

O kadar çabuk oldu ki kendi yenilgisini anlamaya zamanı olmamıştı. Otonaşi onunla muhteşem bir omuz üzeri atış ile baş etmişti.

“Bana yaklaşırsan, seni yere sererim.”

“...Lanet olsun, senin Judo’da Siyah Kuşak olduğunu bilmiyordum!”

“Elbette fark etmedin. Ne de olsa ben sadece Beyaz Kuşağım. ...Yani, çoktan birkaç Siyah Kuşak yendim gerçi.”

Bunu söyledikten sonra, onu Kesa-Gatame[2]tutuşuna soktu.

“Off…”

“Seni attığımda metalik bir ses duydum.”

Boşta olan eli ile Miyazaki’nin ceplerini yokladı. Söz konusu nesneyi çabucak buldu ve bana attı. Metalik bir tınlama ile yere düşen nesne el ve ayak kelepçelerimin anahtarlarıydı.

“Kazuki, saat tam olarak kaç?”

“...21:39.”

“O zaman sıkıntımız yok. Kazuki, cep telefonunu al ve veranda’dan hemen kaç. Beş dakika sonra peşinden geleceğim. O zamana kadar bu herifin hareket edememesini sağlayacağım.”

Miyazaki bana hızla gözünün kenarından bakıt. Merak etme, onun talimatlarını dinlemeyeceğim.

Ama Kesa-Gatame yüzünden, onu kelepçeleyemiyordum. Ne yapmalıydım? Onu bu şekilde zapt edemezdim.

Yere baktım.

Ve bir şey gördüm… bu da keşfettiğim andı…

Ona en kötü, ve böylece, en anlamlı, ihanet etme yolunu keşfetmiştim.

Aa, eğer bunu yaparsam Aya Otonaşi’nin en kötü düşmanı olacaktım. Kararımı zaten vermiştim, o yüzden işlerin bu sonuca varacağını düşünmüştüm. Ama bu gerçekten çok fazla kötüydü.

Bana attığı anahtarlar uymadı. Doğru anahtarlar hep bendeydi.

Onları kullanarak kelepçeleri çıkarttım.

Kurtulduğum an, elime—Otonaşi'nin bana attığı mutfak bıçağını aldım.

Aya.”

Bıçağı Otonaşi'ye yönelttim.

Onu bıçaklayacak kadar cesaretim olmadığını hemen fark edecekti. Ama bunun önemi yoktu. Ona ihanet ettiğimin gerçeğini değiştirmiyordu.

“Miyazaki'yi bırak.”

Otonaşi elimdeki mutfak bıçağını gördü.

Ve—

“He…?”

İçgüdüsel olarak şaşkınlıktan nefesi kesilen Otonaşi değil, bendim.

Sırf ona bıçağı yönelttiğim için gözlerini fal taşı gibi açıp nefes almamaya başlamıştı. Onu hiç bu kadar savunmasız görmemiştim.

Miyazaki bu fırsatı kullanıp bulunduğu kilitten kurtuldu, ama Otonaşi donakalmıştı.

Ona bıçakla yaklaştım, çömeldim, ve onu kelepçeledim. Direnmeden ellerinin kelepçelenmesine izin verdikten sonra, o sonunda ağzını açtı.

“Bu… ne demek oluyor Kazuki?” dedi tereddütlü bir şekilde.

“Bu nedir… Anlamıyorum. Bana neden bıçağı yönelttin…?”

“O sana ihanet etti!” Miyazaki benim yerime açıklamada bulundu.

“Bana ihanet mi etti…? Ama bunu yapmanın hiçbir sebebi yok ki. Kazuki bensiz Balçıkta Yedi Gece’ye karşı çıkamaz. O sadece size teslim olup pes etseydi bana ihanet ederdi, ama bu da imkansız. O yüzden bana asla ihanet—”

“Öyleyse Hoşino’nun bize teslim olup pes ettiği anlamına geliyor değil mi?”

“O pes… mi etti?”

O bana yalvaran gözler ile baktığında tepkisel olarak gözlerimi kaçırdım.

“Hı—”

Miyazaki'nin ağzından kahkahalar kaçtı.

“Hıhı, ahahahahaha! Bu üzgün görünüş de neyin nesi Otonaşi? Lütfen dur artık! Biliyor musun, sana karşı savaşırken senin hakkında baya önem vermiştim. Ama sen ne kadar da narinmişsin de, sırf sevgilin sana ihanet etti diye bu kadar şoka giriyorsun!? Bu sadece hayal kırıcı!”

“Kazuki.”

Otonaşi hala kahkaha atan Miyazaki'ye bakmaya tenezzül bile etmedi. Otonaşi bunca zaman bana bakıyordu.

“Bu doğru mu? Onun dediği gibi gerçekten [Yuuhei İşihara] teslim mi oldun?”

“......Oldum!” diye haykırdım.

Bunu duyduğunda, Otonaşi yere bakıp yüzünü sakladı, ve titremeye başladı.

“Hop, bekle bir dakika! Niye titriyorsun? Ağlamaya başladın deme sakın! Hop, hop, bu kadar abartılı rol yapma! Gerçekten, yeter, bu çok fazla komik!!”

Miyazaki onun aşırı tepkisine yanıt olarak gülmeye devam etti.

“Ah doğru ya, Otonaşi. Sana güzel bir şey söyleyim! Bu herif şüphesiz [Kazuki Hoşino]. [Yuuhei İşihara] değil. Sana ihanet eden ve seni kelepçeleyen herif kesinlikle [Kazuki Hoşino]!”

“......Biliyorum,” diye cevap verdi, başı hala eğik.

“Ne?”

“Onun [Kazuki Hoşino] ve başkası olmadığının tamamen farkındayım.”

Otonaşi ayağa kalktı, ama hala yere bakıyordu. Hala onun yüzünü göremiyordum. İleri geri sendeleyerek bana yaklaştı. Onun bu garip davranışlarından dolayı içgüdüsel olarak geriye adım attım; ne de olsa benim elimde bıçak, ve kelepçe ile zapt edilmiş olmasına rağmen bana yaklaşıyordu. Geriye daha da gittim ve duvara çarptım.

Ben gözlerimi kaçırırken o üzerimdeki duvara kelepçeli elleriyle vuruyordu.

“Kazuki, gerçekten onlar gibi bir grup insana mı teslim oldun?” Dedi derin, monoton bir sesle. Omuzlarımı silktim ve gözümün kenarından ona dikkatlice baktım.

Başını yavaşca kaldırdı.

Ah, anladım… o sadece öfkeden titriyordu.

“Kutu olduğumdan beri beni tek alt edebilen sen, böyle gevşek ve güçsüz bir grup insana mı teslim oldun? Beni aşağılamaya mı çalışıyorsun…? Bana o dandik beceriksizler grubundan daha düşük olduğumu mu söylemek istiyorsun, he…!”

Başlangıçta bastırılmış olan sesi giderek yükseliyordu.

“Benimle dalga geçme, gerçekten, benimle dalga geçme! Öyle zırvalıklar söyleme! Senin iradenin bu kadar kolaylıkla kırılmasının imkanı yok, özellikle böyle bir grup…!!”

Kelepçeli ellerini tekrar aşağı doğru getirdi. Tepkisel olarak gözlerimi kapattım. Duvar gümledi, ve kafamın üstünden gelen bir gürültü duydum. Gözlerimi yavaşca açtım ve yüzümün önünde onun sinirden kızarmış öfkeyle buruşmuş yüzünü gördüm.

“H-hop! Ne oldu Otonaşi? Ihanetinin şoku seni çıldırttı mı?”

“Sen sessiz kal,” dedi, gözleri hala benim üzerimdeyken.

“...Aramanı aldığımdan beri bu işte bir terslik olduğunu hissetmiştim. Ama onlarla işbirliği asla yapmayacağından emindim. O yüzden Miyazaki’nin sözlerine inandım. Ama buna rağmen, sen böyle davranıyorsun… Lanet olsun! Böyle işe lanet olsun!”

Otonaşi bıçağa doğru düşürdü gözlerini, ancak şimdi fark etmiş gibi, ve yüzünde hayrete düşmüş bir ifade ile dudağını daha da çok büktü.

“...Bu mutfak bıçağı da neyin nesi? Sana itaat etmediğim zaman beni bıçaklayacak mısın? Haha, çok komik. Hadi bıçakla beni! Tamamen açıktayım. Hadi! Hadi hadi! Sanki yapabilirsin!”

“Üü…”

İçgüdüsel olarak bıçağı indirdim.

“Söyle. Neden yaptın. —Söyle!”

Başımı eğip, biçareliğim yüzünden dişlerimi gıcırdayarak söyledim. “Lu'yu—ablamı rehine aldılar. Onlara uymaktan başka bir çarem yoktu.”

“Böyle küçük bir şey yüzünden…”

“Bu küçük bir şey değil! Lu benim tek—”

“Sen sevdiği kızı ezilmiş bir vücuda dönüştürmeye hazır olan bir adamsın.”

Nefesimi tuttum.

“Bekle bir dakika Otonaşi!”

Otonaşi isteksizce Miyazaki'ye doğru döndü.

“Ne? Meşgul olduğumuzu görmüyor musun?”

“Hayır, işte, sana yaptıklarından dolayı onun [Kazuki Hoşino] olduğunu reddetmen gerekmiyor mu? Neden onun [Kazuki Hoşino] olduğundan eminsin?”

Doğru, Miyazaki bunu görmezden gelemez. Daha ilk baştan amacı Otonaşi'nin [Kazuki Hoşino] ve [Yuuhei İşihara]’yı karıştırmasını sağlamaktı.

“Biliyor musun, bazen garip şeyler söylüyorsun. Kazuki Kazuki’dir tabi ki de. Bunun değişmesinin imkanı yok.”

“Nasıl olur da onları ayırt edebiliyorsun!? ...ah, anladım. Onun ihanetini sadece bahane bulmaya çalışıyorsun. Senden yardım isteyen sesin [Kazuki Hoşino]’ya ait olduğunu inandığın için, ondan şüphelenmemek için hatanı sürdürüyorsun.”

“O sesin [Yuuhei İşihara]’ya ait olduğunu biliyordum.”

Miyazaki kaşlarını çattı.

“Yalan söyleme! Kayıt olduğunu mu anladığını mı söylüyorsun?”

“Hayır.”

“O zaman nasıl olur da [Kazuki Hoşino] olmadığını fark edersin!?”

“Tabi ki de bunu fark ederdim.”

Bir olgudan konuşuyormuş gibi konuşmaya başladı.


Kazuki benden yardım talep ettiğinde bana asla ‘Aya’ demezdi.”

“—Ah.”

Hatırladım.

Müzik odasında beni herkes terk ettiğinde, Daiya beni yerde hareketsiz kıldığında ve bana vurduktan sonra haykırdığım ismi hatırladım.

O tamamen haklıydı! Yardım istediğimde ona asla ‘Aya’ diye hitap edemezdim. Yani, o bir zamanlar savaştığım insanın ismiydi.

“...O zaman söyle, onu niye kurtarmaya geldin?”

“Eğer gerçeği söylüyor olsaydın, [Yuuhei İşihara]’yi kurtarmak Kazuki’yi kurtarmakla aynı anlama gelirdi.”

“...Bir dakika. O zaman şu anda Kazuki Hoşino’ya [Yuuhei İşihara] gibi davrandığın anlamına gelmez mi bu?”

“Yani, ilk başta öyle davrandım. Ama onun esasında [Kazuki Hoşino] olduğunu tek bir bakıştan sonra biliyordum.”

“......Hop, hop! Şimdi harbiden yalan söylüyorsun. Hatta, şimdiye kadar onları ayırt bile edemiyordun!”

“Benim tek sıkıntım değişmenin zamanlamasıyla ilgiliydi. Aradaki farkı görebilmem için yüz kaslarının hareketlerini üç saniye gözlemlemem yeterli. Artık Kazuki’yi Kazuki olarak tanıyabiliyorum.”

Benim ben olarak tanıyabiliyor muydu?

Başka kimsenin yapamamasına rağmen mi?

“...Öyle bir şey imkansız! Benimle dalga geçme!”

“Tamamen haksız değilsin. Kazuki dışında herhangi biri olsaydı, muhtemelen ayırt edemezdim. Ama bir tek Kazuki için, bu gerçektende mümkün.”

“Neden?!”

Ardından dediği şey—

Çünkü Kazuki ile bütün dünyadaki herkesten daha uzun süre birlikte oldum.

Bir zamanlar, bir yerlerde, alıştığım bu sözler.

“Ah—”

Ağzımdan isteksizce bir ses kaçtı. Elimi onun omzuna koydum. O, hayret içerisinde bana dönüp baktı.

Bu şekilde davrandığımı görünce, Miyazaki kaşlarını çattı ve:

“Ne oldu Hoşino? Sırf bu klişe saçmalık yüzünden onun kelepçelerini çıkartmayacaksın değil mi? Eğer yaparsan ablana ne olacağını biliyorsun, değil mi?” dedi.

Her nedense, tehditi artık bende işe yaramıyordu.

“Ehm, Otonaşi.”

Eğer bunu söylersem, artık geriye dönüşüm olmayacaktı. Ama daha önce tereddüt etmeme rağmen, kararımı çoktan vermiştim.

Kutuna dokunmama izin ver.

Onun yüzündeki hayret yavaş yavaş yok oldu.

“Sormana bile gerek yok. Bu kelepçeler yüzünden istesem de sana engel olamam.”

Bunları bıçaktan korkmadan duvara elleri ile vurmasına rağmen söylüyordu.

Biraz utangaç bir gülümseme ile konuşmaya devam etti.

“...sadece gelişigüzel dokunman gerekiyor.”

Yapmam için bana açık açık izin verdi.

Başımı hafifce salladım ve onun göğüsüne karşı avucumu açtım.

“—Ah.”


Denizin dibine battım. Bu buraya ikinci gelişimdi. Herkesin mutlu gözüktüğü hiç değişmeyen bir sahneydi. Fakat herkesin mutlu olması sadece yalandı. Etrafında mutlu insanlar olan tek bir insan ağlıyordu. Bu mutluluğun sadece bir yalan olduğunu bilen ve onların gülüşlerine katılamayan biriydi. Bu kişinin ağlamasını daha önce duymuştum

İşkenceliydi.

Hiç oksijen yoktu, o yüzden burada sonsuza dek kalamazdım.

O yüzden mi işkenceliydi?

Yoksa onun acısını iyileştiremeyeceğimi bildiğimden dolayı mı öyleydi? Onun bu yapayalnızlığı ile mücadele etmek için yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığını bildiğimden dolayı mıydı?


Yanaklarımdan gözyaşları aktığını hissettim, daha önceden de belirli bir kutu içerisinde yaptığım gibi.

“—Özür dilerim.”

Onun hakkındaki her şeyi hatırladım.

Niye beni sırf O için yem olarak kullandığını düşünmüştüm ki? Niye onun günlük hayatımı önemsemediğini düşünmüştüm ki?

Onun—kendisinden önce başkalarını düşünen biri—öyle bir şey yapmasının imkanı yoktu.

Tek başıma olsam bile Balçıkta Yedi Gece’ye karşı mücadele edebileceğime inanıyordu. O yüzden onu reddettikten sonra benimle iletişeme geçmeye çalışmadı. Ama ben ona inanamamıştım ve… ona ihanet etmiştim.

“Özür dilerim.”

Tekrar söyledim. Gözlerini ayırdı, anlaşılan biraz garip hissetmişti.

“...Hayır, belki de her şeyi yeterince kadar düşünmemiştim. Reddeden Sınıf içerisinde olanları ne kadar çok unuttuğunu göz önünde bulundurmadan senin için aşırı yüksek beklentilerim vardı… belki. …...Ehm, bunu şimdi fark ettim, o yüzden lütfen beni affet.”

Başımı iki yana salladım. Hala yüzü dönük gözünün kenarından bana baktı.

“Kendin anlayacağını düşündüğüm için sana daha önce söylemediğim bir şey söyleyeceğim. Kazuki, günlük hayatın asla geri dönmeyecek. Fakat—”

Bana doğrudan baktı ve ağzının kenarlarını gevşeterek:

“—Günlük hayatını geri kazanabiliriz.” dedi.


Aa—

Bu sözlerle birlikte, hayattaki yerim hakkında bir daha asla kafam karışmayacaktı.

Ben… benim.

Ben—Kazuki Hoşino’yum.

Cebimden anahtarları çıkarttım. Onun kelepçelerinin kilitine soktum.

“...ne yapıyorsun Hoşino!? Ablanın hayatını sırf sevgilinden hoşlanmak için mi terk ediyorsun?! Sen gerçekten berbatsın…”

“Hayır. Kararımı verdiğim yalan değil. Ama ablamı da terk etmiş değilim.”

“Öyleyse ne? Eğer bana itaat etmezsen, Luka Hoşino öldürülecek!”

“Ölmeyecek.”

“Bunu nasıl söyleyebilirsin?!”

“Çok basit.”

Bu bir tür blöf değildi; sadece niyetimi açıklıyordum.

“Çünkü bunu yapmana izin vermeyeceğim.”

Artık onlara itaat etmem gerekmiyordu. Bana hazırladıkları seçeneklerle yetinmem gerekmiyordu.

Artık o benim yoldaşım olduğu için, kaybedemezdim.

Her şeyi ona emanet etmeye karar verdim.

Anahtarı çevirdim. Kelepçeler açıldı ve yere düştü. Onun özgürlüğe yeni kavuşan ellerini tuttum. O bana baktı, ve bende ona geri baktım.

“Lütfen, bana bir el ver—”

Bir daha o hatayı yapmayacaktım.

Ona bir daha yanlış isimle hitap etmeyecektim.


“—Maria.”


Bunu söylediğimde o—gerçekten, sadece kısa bir anlığına—

O gülümsedi, masumca, onun yaşındaki sıradan bir kız gibi.

“Şartlar var.”

O her zamanki, asil tonuyla tekrar konuşmaya başladı.

“Bunu bariz bir şekilde söylemek gereksiz olabilir. Bu şartı yine de yerine getireceğini inanıyorum. Fakat, ben de endişe hissedebiliyorum ve beni gerçekten çok incitti. O yüzden lütfen söylememe izin ver.”

Başımı hafifce salladım, ne demeye niyeti olduğunu bilmeden.

“Seni gözümden kaybetmeyeceğim. O yüzden, lütfen. Sen de—”

Maria kısa bir süreliğini gözlerini kaçırdı. Ardından bana tekrar bakıp açık ve net bir şekilde:

“—artık beni gözünden kaybetme.” Dedi.

Aa… Anladım.

Şimdiye kadar hiç fark etmemiştim.

Kendimi boşu boşuna tecrit etmiştim, ama bunun sonucunda bir tek ızdırap çeken ben değildim. Ayrıca Maria’yı yapayalnız bırakıp ona ızdırap çektirmiştim.

Reddeden Sınıf’tan beri, Maria hep [Aya Otonaşi] olmuştu. O kutusunun ta kendisi olmaya çalışıyordu. Gerçek kendisi, [Maria Otonaşi], ortada yoktu.

“Adım Aya Otonaşi. Tanıştığımıza memnun oldum.”

“Ama ben güçlü değilim.”

Kaderi hakkında hafifce yakındığı o zamanı hatırladım.

Doğru, ona ‘Maria’ diye hitap edebilecek tek kişi bendim, çünkü onun ilk okul transferine gerçekten şahit olan tek kişi bendim.

Eğer unutursam, [Maria Otonaşi] gerçekten herkes tarafından unutulacaktı—muhtemelen kendi de dahil—ve kaybolacaktı.

“Yeter artık!”

Bu sesi duyar duymaz, Maria’nın elini bıraktım.

“Bu saçma değil mi? Bir olsanız bile hiçbir şey değişmeyecek! Kazuki Hoşino kontrol edilecek ve ablası, Luka öldürülecek. Yoksa belki de kendi masal dünyanıza hoplaya zıplaya gidebileceğinizi mi düşündünüz?”

Miyazaki bize küçümseyici tavırla konuştu.

“Kazanamazsınız! Ne de olsa, [Yuuhei İşihara] kendini öldürdü. Ölü bir adamı bulabilme ihtimalin yok! Tabi, kutuyu da yok edemezsiniz. Bu sorunu nasıl çözeceksiniz? Hadi, söylesenize!”

O… haklıydı.

Sahip, Miyazaki'nin kardeşi, artık burada değildi. Bu gerçeğin karşısında hiçbir şey yapamayız.

“......[Yuuhei İşihara]’nın gerçekten kim olduğunu biliyorum zaten.”

Maria’nın sözlerini duyduktan sonra, Miyazaki gözlerini bir anlığına sonuna kadar açtı, ama onun karamsar ifadesini gördü ve sırıttı.

“Ee? Buldun mu onu?”

“...Hayır. Bütün gün boyunca aradım ama onu bulamadım.”

“Hıhı, yani, gayet anlaşılır. Ne de olsa ölü birini bulabilme ihtimalin yok!” Miyazaki zafer kazanmışcasına ilan etti.

…...Aa?

Bu garip his de neyin nesiydi? Miyazaki'nin sevinciyle ilgili bir şeyin çok yanlış olduğunu hissettim. Ne…?

“Artık çok geç—anladın mı? Artık korumak istediğim kişiyi koruyamam.”

Öyle demişti. Balçıkta Yedi Gece’nin tamamlanmasına yardım ediyor çünkü “kendisini” korumanın tek yolu oydu. Çünkü onun için azami önemi olan ‘küçük kardeşi’ ölmüştü.

Anladım.

“—Bu bir yalan.”

Bunu mırıldadığımda, Miyazaki hemen bana döndü.

“Onun ölü olduğunu söyledin, ama bu bir yalan. Düşünürsen çok belli. Sen asla öyle bir şey yapmazsın, yapılmasına da izin vermezsin.”

“......Ne hakkında zırvalanıyorsun Hoşino? Sözlerimi kendi lehine çevirmeye çalışma!”

“O senin için önemliydi, değil mi?”

Miyazaki bu beklenmedik soruya yanıt olarak kaşlarını çattı, ama kabul etti.

“Evet.”

“Öyleyse onun ölümü hakkında asla gülmezdin, değil mi?”

Tabi, ben sadece onun gülüşünün garip olduğunu düşündüm, o yüzden kanıt olarak pek sayılmaz. O yüzden, eğer Miyazaki- kun soruma sakin bir şekilde geçiştirirse, beni tekrar kandırabilir.

Ama—

“Öyleyse, o henüz ölü değil, değil mi?”

Ama Miyazaki soruma karşılık bulamadı. Başını derin bir şekilde eğdi.

“Bir yalanın yalan olduğunu fark ettiğin an ümit doğar.”

Bana bir zamanlar söylediği bu cümleyi tekrarladım. O başını kaldırdığında konuşmaya devam ettim.

“Haklıydın.”

O gözlerini sonuna kadar ve ağzını açtı. Ona sessizce baktım, ama o yumruklarını sıktı, dişlerini gıcırdadı ve bana sert sert baktı.

“—Sik...tir…!”

Fakat bir şey yapamadı ve gözlerini yere çevirdi.

Sarsak bir şekilde yürümeye başlayıp, bizi geçti. Elini masaya uzattı ve eline cep telefonunu aldı.

Tek bir kelime etmeden cep telefonu kullandı, kulağına getirdi, ve bir şeyi dinledi.

“Zamanında yetişemedim.”

Kendisiyle konuşuyormuş gibi bir mırıldamaydı.

“Zamanında yetişemedim. O beni aradığında yıkanıyordum. O yüzden, bu sesli mesajı fark ettiğimde artık çok geçti.”

Sanırım o sesli mesajı dinliyordu.

“Olmadan önce onu kurtarabilmiş olmalıydım. Onun acısını daha önce fark edebilseydim, engelleyebilirdim. Ama yine de, kendi mutsuzluğumla sarhoş olmuştum ve onun yardım çığlıklarını duyamadım, sözde benim için en önemli kişi olmasına rağmen. Sonuç bu.”

Bunu söylerken, masasının en üst çekmecesini açtı.

“Artık çok geç olduğunu biliyorum. Artık zamanında yetişemeyeceğini biliyorum. Ama biliyor musun? O hala çığlık atıyor! Ben artık… onun çığlığını duymak istemiyorum.”

Elini çekmeceye soktu.

“Onun göz yaşlarını durduracağım. Bunu yapmak adına herhangi günahı ve suça katlanırım. Bu kadar azimliyim! Eğer herhangi bir şikayetin varsa, şimdi söyle!!”

“Tabi ki de var,” diye ilan etti Maria.

“Düşünmemeye başladın. Hiçbir şey seçmedin. Sırf onun çığlığını duymak istemediğinden dolayı kulaklarını kapamaya çalışıyorsun. Bizimle anlamsızca mücadele etmenin verdiği acının zevkini çıkartıyorsun sadece.”

Kısa süreliğine yere baktı, ama ardından birkaç kelime daha söyledi: “Böyle yaparak geçmişi geri alamazsın.” “.......Ne olmuş yani?” Başını eğdi ve fısıldadı. “Cesetlerle taşan bu sonucu değiştirebilir misin? Öyle bir şeyin imkanı yok. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, parlak bir gelecek yaratamam. Öyleyse en azından onun dileğini gerçekleşitrmek istiyorum. O kadar. O yüzden—”

Elini çekmeceden çıkarttı.

“—uslu uslu mahkum ol artık!”

Şok tabancası çıkarttı ve Maria’ya doğru koştu.

“Maria!!”

Maria onun uzattığı sağ eli hızla tutup çevirdi. Miyazaki hafifçe ses çıkarttı ve şok tabancısını elinden düşürdü.

“Ah—”

Şok tabancısını yerden aldım. Maria onu zapt edebildi, ama gereğinden fazla şiddet kullanmayacaktı. O yüzden, sıra bendeydi.

Gözlerimi çevirmeden onun dik dik bakışını kabul ettim. Geri çekilmeyecektim. Eğer o bana nefretini yönlendiriyorsa, bende aynı renkten oynardım.

“Özür dilerim.”

Şok tabancasını onun boynuna bastırdım.

Miyazaki inledi ve hemen yere yığıldı.

“...Kazuki, bu odayı hemen terk edelim.”

“Tamam.”

Ama tam da odadan ayrılmak üzereyken, bir şey beni sağ bacağımdan tuttu.

“—!”

Aceleyle döndüm. Miyazaki yığılmış hali ile sağ bacağımı tutmuştu, ama o kadar güçsüz tutmuştu ki kolaylıkla kurtulabilirdim.

Başını kaldırdı.

“......Özür dilerim.”

Ne…?

“Zamanında yetişemediğim için özür dilerim. Seni zamanında kurtaramadığım için özür dilerim. Güçleneceğim… İkimiz için güçleneceğim… o yüzden, lütfen bana bir fırsat daha tanı…!”

Aa, hayır.

Bu son derece güçlü yalvarış bana yönlendirilmemişti.

Dudağımı ısırdım ve sağ bacağımı kaldırdım. Onun elinden kurtulmak kolaydı.

Ardından şok tabancasını Miyazaki'nin arkasına bastırdım.

“......Artık hiç ümidin yok.”

Çünkü ben onun dileğini yok edecektim.

Şok tabancasını açtım. Kafası sessizce düştü ve hareket etmedi.

—Özür dilerim.

Onun niyeti, eminim, bunu [ona] söylemekti.

Ama belki de, bu özür aynı zamanda [bana] da yönelikti… diye birden düşündüm.

Utsuro no Hako vol2 clock5.jpg

Miyazaki'nin üstünden geçtim ve onun cep telefonunu aldım.

“Kazuki, ne yapıyorsun?”

Sesli mesajı oynattım.

“...kurtar… beni….. Lütfen, ağabey, kurtar beni….!”


Ve sonunda, [Yuuhei İşihara]’nın kimliğini çözebilmiştim.






  1. Kaybolan Kurşun dedektif romanlarında özellikle popüler bir terimdir. Birini kanıt bırakmadan öldürme yöntemine denilir ve teorik bir terimdir.
  2. Kesa-Gatame (袈裟固?), Kodokan Judo’nun Osaekomi-waza’nın yedi minder tutuşlarından biridir, ve yan kontrol tutuşu olarak kategorize edilir. Görsel: https://en.wikipedia.org/wiki/Kesa-gatame#/media/File:Makura_kesa_gatame.jpg




Back to 2 Mayıs (Cumartesi) Return to Ana Sayfa (Main Page) Forward to 4 Mayıs (Pazartesi) Yeşil Günü