Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 2602. Defa

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

“Adım Aya Otonaşi.”

"—Ah"

Tam o anda, zihnimden kızıl bir görüntü geçti. Zihnimin derinliklerinde yatan bir görüntü, ama yalnızca bir anlığına gördüm.

Ve sanki zihnim o görüntüye ince bir çizgiyle bağlıymış gibi, 2,601. okul transferinden anılarım da bilincime yerleşti.

Çığlık atmadığım için kendimle övünmeliyim.

“Hm? Bir şeyin mi var Hoşi? Çok kötü gözüküyorsun, iyi misin?”

Benim yanımda oturan Haruaki, benim için endişeleniyordu.

Kamyonun altında kalmış olması gereken Haruaki bana gülümsüyor.

Kaçınılmaz bir huzursuzluk. Mide bulantısı. Devasa bir bilgi seli beni tamamen ele geçirdi, sanki ben onun avıydım ve o beni yedi bitirdi. Zihnim aşırı bilgi yüklemesini kaldıramadı ve şiddetle baskılandı.

Geçen tekrarın anıları şu anki anılarımla birleşti.

Aradaki bağlantı çok canlı ve belirgin—

“Ama gerçekten, Aya fazla tatlı. Ona aşkımı ilan edeceğim.”

—Haruaki’nin cesedi yüzünden.

Ve şimdi tekrardan Aya Otonaşi’ye ilk görüşte âşık oldu, kendisine o kadar korkunç bir şekilde acı çektirmesine rağmen.

Otonaşi'ye baktım. O an gözlerimiz buluştu. Bana bakmaya devam etti. Dudağının kenarını kaldırıp korkusuzca bana dik dik bakmaya devam etti.

O ceset... beni köşeye sıkıştırıp, kutuyu ele geçirmek için bir hamle miydi?


Öyle ise, planı fazla etkili. Bana ceset göstererek beni tehdit etmek, “Seni öldürürüm,” düşüncesini ima etmek… Ve arkadaşımın cesedini kullanarak, beni suçluluk duygusuyla da kenara sıkıştırdı. Teorik olarak bunların hiçbirinin benim suçum olmadığının farkındayım; hepsi Otonaşi'nin başının altından çıktı. Ama gerçek bir ceset ile yüzleşince, teori uçup gider ve geriye içgüdü kalır—gücüm tamamen tükendi.

Yapabilsem, kutuyu derhal ona verirdim. Ama çok şükür ki, bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.

...çok şükür mü? Bu doğru değil. Yani, bu saldırı bu kadar etkili olduğuna göre, Otonaşi kesinlikle devam edecek.

Gücüm tükenene dek.

Otonaşi kürsüden indi ve bana doğru yaklaştı.

Hemen yanımda dikildi.

Bana bakmadan, direk ileriye doğru mırıldandı:

“Anlaşılan hatırlıyorsun.”



İşler böyle devam ederse kırılacağım.

Anlamazlıktan geldim ve Otonaşi’den kaçtım, çabamın ne kadar boş olduğunu bile bile.

Ondan kaçarken bir şekilde ona karşı tedbir almalıydım.

Bu yüzden—

“Bana her şeyi anlattın mı Kazu?”

—Tanıdığım en zeki kişiye başvurdum, Daiya Oomine.

Daiya koridorun duvarına yaslandı ve belli ki keyfi yerinde değil—muhtemelen açıklamamla 1 ve 2. ders arasındaki teneffüsünün tümünü işgal ettiğimden dolayı.

“Ee? Bana bu kitap fikrini anlattıktan sonra benden ne bekliyorsun?”

Açık açık hikayenin tamamını anlattım, Otonaşi’den öğrendiklerim dahil, tek bir detay çıkartmadan. Yine de, durum böyle — Daiya gibi bir gerçekçinin hikayeme inanmasını beklemiyordum, ben de bir kitabın senaryosuna çevirdim.

“Bu hikayenin kahramanının ne yapması gerektiğini merak ediyordum.”

“Seçeneklerini genişçe düşünürsek, muhtemelen O'nun transfer öğrenciye karşılık vermesi lazım."

Doğal olarak, bu senaryoda kahraman benim ve Otonaşi transfer öğrencisi oluyor.

Hikayeyi bu haliyle benimsediğimden dolayı, Daiya transfer öğrencinin ‘Aya Otonaşi’ olduğunu fark etti. Ama o sadece alaycı bir şekilde gülümseyerek, “demek ki örnek oydu,” dedi. Konuşmamızın varsayım olduğu düşüncesinden bayağı emin gözüküyor.

“Fakat… kahramanın transfer öğrencisiyle mücadele edebileceğini düşünmüyorum.”

“Şu an için öyle sanırım.”

Rakip Aya Otonaşi. Kutuyu elde etmek adına 2.602 defa transfer olup, ceset üretebilecek kadar ileriye gidebilen bir insan... Onu yenmek gibi bir imkanım olduğunu düşünmüyorum.

Daiya kaygısızca, “Ama kahramanın daha sonra transfer öğrencisine eşit bir güce sahip olabilmesi mümkün,” dedi.

“He—?”

Tabi ki bir çözüm bulmak için Daiya’ya danıştım. Ama bunu düşük beklentilerle yaptım, samanlıkta iğne bulmaya çalışmak gibi. Doğrusu, bir çözüme kavuşacağını beklemiyordum.

“O nasıl bir tepki? Pekâlâ, söyle o zaman, transfer öğrencisini kahraman’a göre üstün kılan şey nedir?”

“He? Yani—”

“Ah, hayır, cevap vermesen iyi edersin. Beni sadece tamamen saçma bir cevapla sinir ederdin.”

...Kızmaya hakkım var, değil mi?

“Kahraman ve transfer öğrencisi arasındaki fark bir bilgi farkı. Transfer öğrencisi bu farkı kullanarak kahramanı bir kukla gibi idare edebilir. Çok basit bir şey bu. Tek yapması gereken şey bilgi akımını kontrol edip kahramana sadece kendi işine yarayan bilgiyi vermek.”

Bu… doğru. Neler olduğunu unutur unutmaz Otonaşi benimle istediği gibi oynayabilir.

“Diğer yandan, kahraman aralarındaki bilgi farkını—onunla mücadele edememesinin temel sebebi—azaltabilirse, bir şekilde onun için bir fırsat oluşur. Yani tek yapması gereken şey o dezavantajı ortadan kaldırmak.”

“...ama bu imkansız!”

Daiya fısıldadığım cevaba sırıttı.

“Hey, bana kahramanın geçmiş tekrarın anılarını hatırlama ihtimali olduğunu söylemiştin.”

“Evet.”

“Yani sıradaki tekrarda, bu tekrardan olan anılarını hatırlarsa, şimdiki tekrardaki anılarına da kavuşmuş olacağı için, bir önceki tekrarın anılarına da kavuşmuş olacak. Değil mi?”

“.......yani, sanırım öyle.”

“Öyleyse daha önceki tekrarın anılarını hatırlayabilirse, iki tekrar önceki anılarını da hatırlayabilir. İki tekrar öncesi anılarını hatırlarsa, üç tekrar öncesi anılarına da kavuşabilir.”

“...ee—? Transfer öğrencisi de bu sırada bilgi biriktirebilir. Aradaki fark kapatılamaz. Otona— transfer öğrencisi zaten 2,601’den fazla tekrarın anılarına sahip. Kahraman iki, üç defa anılarına kavuşsa ne olur ki—”

“Bu süreci 100,000 defa tekrarla.”

“...He?”

“Zaten geçmiş olan 2,601 tekrarın dengesizliği ile mücadele etmenin yolu yok. O yüzden o 2,601 tekrarı alakasız yapacağız. Basit aritmetik kullanırsak 102,601 defa ve 100,000 defa arasındaki bilgi farkı sadece yaklaşık %2. Buna artık fark diyemezsin. Kahraman bu süreci birçok defa tekrar ederse, transfer öğrencisine karşı mücadele etme yoluna kavuşur. Ondan sonra biriktirdiği bilginin avantajını sürüp transfer öğrencisinin yorgunluğunu kullanarak onu güçsüz düşürüp, sinir edip, önceki tekrarlarıyla alakalı anılarını unutturması lazım.”

“Öyle—”

Öyle bir şey mi yapmam gerekiyor?

“.....ama baştan anılarını nasıl unutmayacağını bilmiyor.”

Doğru. Bu defa anılarıma kavuştum, ama bu sadece şans eseri oldu.

“Bir ceset görmenin şokunun kahramanın anılarını hatırlamasını sağladığını söyledin, değil mi?

“Öyle varsayıyorum… Sanırım.”

Başka bir sebep bulamıyorum ve içimden bir ses doğru olduğumu söylüyor.

Anılarımı hatırlayabilmemin sebebi Haruaki’nin cesedini görmekti.

“O zaman çok basit,” Daiya kaygısızca açıkladı.

“Kahramanın sadece ceset sergilemesi gerekiyor.”

“—Ne!”

Doğal olarak dilim tutuldu.

“Ö-Öyle bir davranış—”

“Yani, dinle. Birisini öldürmek kesinlikle etik değil. Öylesine ahlaksız bir kahraman sadece okuyucuyu tiksindirir. Daha genel konuşmak gerekirse, kahraman ceset görmekle aynı etkiye sahip bir şey hazırlamak zorunda.

“...o kesinlikle… işe yarar.”

“Başka bir hitapla, kahraman sadece kutunun peşinden koşma konusunda transfer öğrencisinden daha kararlı olmak zorunda.”

Zil çaldı. Daiya konuşmamızı bitmiş olarak kabul etti ve döndü.

“Ben sınıfa geri dönüyorum. Sende çabuk gel Kazu!”

“Tamam…”

Ama sınıfa geri dönmek istemiyorum ve onun yerine olduğum yerde kalmaya devam ettim. Daiya bana aldırmadan uzaklaştı.

İç çektim.

“...anılarımı hatırlamamın bir yolu kesinlikle olabilir. Ama—”

—100,000 defa dayanmak mı? Teorik olarak mümkün olabilir ama bunu gerçekten başarmamın imkanı yok. Bir insanın buna katlanması imkansız. Bir mucidin bana üst hızı saatte 20,000km olan bir araba söylemesi gibi. Araba o kadar hızlı gidebilse bile, vücudum yüke dayanamaz ve sonunda yıkılırdı. Zihnim, hayır, insan zihni aynı günün 100,000 tekrarına katlanamaz.

Otonaşi buna gerçekten katlanabiliyorsa, o özel bir durum. Lütfen beni öyle bir canavarla aynı kefeye koyma.

Ama Otonaşi'ye karşı gelmenin tek yolu bu mu? Ona karşı çıkmalı mıyım? Beyaz bayrağı kaldırmak ikimiz için de daha iyi olmaz mı?

Böylesine basit bir şeyin kararını veremediğim için tekrar iç çektim.

Sınıfa dönmeye karar verip önüme baktığımda…

“—ah”

Sesimin yükselmesinin sebebi, Haruaki’nin birden bir sütunun arkasından fırlamasına karşı bir tepkiydi.

“......Haruaki.”

Konuşmamızı duymuş muydu? Hayır, yüzündeki ifade çok fazla ciddi. Sonuçta, sadece ‘kurmaca bir hikaye’’den konuşuyorduk. Teorik olarak, tabi ki.

Serbestçe kendi durumunu savunmaya başladı. “Açıkçası, arkadaşın olduğumdan dolayı, başkalarıyla eğlenip beni unuttuğunda kıskanıyorum, o yüzden saklanıp konuşmanızı gizlice dinlememin mahsuru yok. Bunu affettim geçtim.”

Şakacı tonuna rağmen, ifadesi konuşma boyunca ciddiydi.

“Peki o zaman, Hoşi—”

Haruaki kafasını kaşıdı ve sordu.

“—beni öldürmeye ne dersin?”

Nefesim kesildi.

Bu baştan sona hayret verici sözleri O'na ne söyletiyor hiç bir fikrim yoktu.

Haruaki bir süre şaşkın halimi gözlemledi. Gözlerimi bile kırpamıyordum. Birden sakince gülümsemeye başladı ve daha fazla dayanamayıp kahkaha atmaya başladı.

“Ah, hayır söyleme!—Bu çok acımasız, Haruaki! Benimle alay etme!”

“Haha! Hayır, hayır, tepkinin o kadar ciddi olacağını asla tahmin edemezdim…!! Müthiş! Hoşi, çok fazla komiksin! Şaka yapıyorum tabi ki de, şaka!

Yani, bu mantıklıydı. Bu tekrarın var olduğuna inanacak kimse yoktu.

“Doğru… Şaka… Bu tabi ki sadece bir şaka.”

“Tabi ki. Doğal olarak şaka—öldürülmeme izin vermek gibi bir şey.”

Son sözünde tuhaf bir ahenk vardı.

“—Haruaki?”

“—Ee? Sana nasıl yardımda bulunabilirim?”

Yardım mı? Haruaki neyden bahsediyordu?

Haruaki tekrar konuşmaya devam ettiğinde ciddi, ve samimiydi.

“Yani, sıradaki dünyada anılarım kaybolacağı için, şu an yapabileceklerim sınırlı.”

Hee, anladım—

Haruaki Reddeden Sınıfa inanıyodur.

Bir başkasının uydurma varsayacağı bir hikayeye inanıyordu.

“......Haruaki.”

“Ne oldu, Hoşi?”

“Ehm… bu sadece benim uydurduğum kurgulanmış bir senaryo, biliyorsun değil mi?”

Haruaki güldü ve soğukkanlı bir şekilde:

“Bu bir yalan, öyle değil mi?” dedi.

“Na—”

Bunu nasıl çözdüğünü sormaya bile başlayamam.

Yani, biri yalvarsa bile böyle saçma bir hikayeye inanamam.

“Wahaha! Arkadaşlığımın derinliği seni etkiledi mi? Böylesine gülünç bir hikayeyi tereddüt etmeden yutmamı sağlıyor!”

“Evet.”

Haruaki ona cevap olarak kafa salladığımda afalladı.

“H-Hayır… o kadar açıkça cevap verme! Utanırım!”

Utangaç bir şekilde burnunu kaşıdı.

“Şunu bil diye söylüyorum, Daiya da bunun gerçekten olduğuna inanıyor.”

“He?... Hayır, sanmıyorum. Demeye çalıştığım, Daiya’dan bahsediyoruz, gerçekçiliğin doruğundaki, hatırladın mı?”

Fakat, Haruaki bahsetmişken, Daiya biraz garip davranıyor olabilirdi. Sonuçta, konuşmamız için özel bir yer seçti ve ders arasını feda etti. Gerçekten bir kitap kurgusu olduğunu düşünseydi, beni “Sıkıcı. Yazma.” gibi kısa bir yorumla kovardı.

“Tamam, belki hikayene %100 inanmış olmayabilir, ama güven bana—gerçeğin çok farklı olduğunu düşünmüyor!”

Düşündüm de, bir kitap eleştirisi olarak yorumları biraz tutarsızdı. Kahramanın isteyeceği cevapları verdiği belli.

“Daha hikayenin başında bir hata var Hoşi. Transfer öğrenciyi temsil eden Aya, daha bugün gelmedi mi? Daiya ile ilk dersten sonraki arada konuştun. Bunları düşünmek için yeterli zamanın yoktu!”

“Ah—”

Bu gerçekten de doğru.

“Bence deli değilsin, bence gerçeği söylüyorsun.”

“...neden?”

"Bu kurgulayabileceğinin biraz üstünde, değil mi? Senin böyle kuvvetli bir hayal gücüne sahip olmana imkan yok, Hoşi."

“Ne kadar kaba…”

“Yani, biraz daha zeki olup böyle bir şeyi bu kadar kısa zamanda düşünebilsen bile; sana yine de inanırdım.”

“...neden?”

“Çünkü biz arkadaşız, öyle değil mi?”

Oha, bu herif ne dedi öyle…

Yani, ben nasıl… utanıp kızarmayayım benimle bu şekilde konuşursa?



Haruaki kaşlarını çattı ve ağzına kızarmış patates tıktı.

“Anladım. Yani Aya… hayır, Aya Otonaşi beni öldürmüş olabilir…”

Haruaki’nin tavsiyesi üzerine sonunda McDonalds’a gittik. Okulu hasta numarası yapıp erkenden bırakan, üstünde okul üniforması olan, ve gündüz ışığında McDonalds’da takılan iki öğrenciyiz. Etrafımızdaki insanların yargılayıcı bakışlarını fark etmekten kendimi alıkoyamıyorum ve kaçma isteği duyuyorum.

“Acaba Otonaşi okul saatleri sırasında McDonalds’da okul üniformasıyla bulunsa umrunda olur muydu.”

“Yani, muhtemelen Aya Otonaşi’nin durumunda, olmazdı.”

Haruaki ilk görüşte âşık olduğu kızın onu öldürmüş olabileceğini biliyor, dolayısıyla ismini kin ile söylüyor.

“Kısacası, bu duruma 2,000 tekrardan fazla bir zaman üzerinde bu duruma alıştı.”

Otonaşi her bir tekrar ardından her şeyin ‘geçersiz’ ilan edilmesine alıştı. Reddeden Sınıf içerisindeki her küçük şeye muhtemelen bozulmaz artık.

Otonaşi anormal bir duruma uyum sağladı. Normal olduğunu söyleyebilir misin gerçekten, beni öldürmeye çalışan Otonaşi'nin kişiliğinin?

“Bu bir kaçış teşebbüsü mu olacaktı?”

Kalbim durdu.

Birden düşündüğüm kişinin sesini duymak… Arkamda konuşan kişiye dönüp bakamadım bile. Yerime yapışıp kaldım.

Bizi nasıl buldu? Daiya’ya bile söylemedim.

Otonaşi etrafımda yürüyüp önümde durdu. Hala kafamı kaldıramıyorum.

“Sana bir şey söyleyim Hoşino,” dedi, yüzünde bir sırıtma ile. “Bu benim 2,602’inci 2 Mart’ım. Bu zamanı anılarını hatırlayamayan, zaman tekrarlarının farkında olmayan ve hiç değişmeyen sınıf arkadaşlarıyla geçirdim.”

Sakince elini masaya koydu. Bu tek başına beni gerdi.

“Normalde, insanlar da, inançları da değişir. O yüzden hareketlerini öngörmek hiç de kolay değildir. Fakat siz, çıkmaza girdiniz ve değişemiyorsunuz, ve bu sebepten dolayı hareketlerinizi çözmek aşırı kolay. Aynı 2 Mart olduğu için bir o kadar daha kolay. Ne durumda ne söyleyeceğinizi bile çözdüm. Hoşino, senin gibi pasif bir lise öğrencisinin yapacaklarının kapsamını kolaylıkla öngörebilirim.”

Daiya’nın bahsettiği ‘bilgi farkı’ durumunu doğrudan yaşıyorum. Aşağı yukarı Reddeden Sınıf ve kutuyla alakalı bilgiden bahsettiğini düşünmüştüm. Ama sadece o kadarıyla da bitmiyor. En mühim bilgi ben, Kazuki Hoşino'yla ilgili. Ve benim elde etmem gereken bilgi ‘Aya Otonaşi’ ile ilgili. Daiya’nın baştan beri anlatmaya çalıştığı buydu. O yüzden daha fazla tekrarın ardından aramızdaki bilgi farkının kapanacağını söyledi.

“Anladın mı? Benden kaçamazsın Hoşino. Avucumun içindesin. Seni kolaylıkla ezebilirim. Fakat öyle yaparsam, sahip olduğun önemli nesneyi de ezmiş olurum. Hayatta olmanın tek sebebi bu. Anladın mı? O yüzden beni kızdırmasan iyi edersin.”

Otonaşi elimi yakaladı.

“Sessiz ol ve beni takip et. Ardından usluca lafımı dinle.”

Elimi sıkı tutmuyor. Kalkışsam, muhtemelen ondan kurtulabilirim. Ama… Öyle yapmalı mıyım?.. Kesinlikle hayır. Aya Otonaşi beni çoktan ele geçirdi. Sefil olduğumun farkındayım. Ama bir türlü… ona karşı koyamıyorum. Nasıl yapabileceğimi bilmiyorum.

Ve buna rağmen—ona karşı koymamın hiçbir yolu olmadan—elim Otonaşi'nin kavrayışından kurtuldu.

“Ne yapıyorsun,” dedi Otonaşi. Ben kendimi kurtarmadım, o yüzden düşmanca sözlerini bana yönlendirmedi.

“Ne mi yapıyorum?.. Ha!”

Sözlerini ellerimizi ayıran Haruaki’ye yönlendirdi.

“Hoşi’yi sana teslim etmeyeceğim! Bu kadar basit bir şeyi bile doğru anlayamıyor musun? Aptal mısın?”

Haruaki’nin sözleri çocuksuydu, ama suratı kaskatı kesilmişti. Tamamen blöftü. Normalde insanlara asla bu şekilde davranmazdı.

Doğal olarak, Otonaşi kışkırtmasına kanmadı.

“Onu sormuyordum Usui, anlaşılan o ki beynini kullanmayan sensin. Hareketlerin faydasız. Anlamsız. Hoşino’yu kurtarmaya karar vermişsin, ama bu birazdan kaybolacak olan kısa süreli bir hayal. Bir dahaki sefer, sen bu kararlılığından vazgeçmiş olup bana karşı gelmektense aşkını ilan edeceksin.”

Haruaki bu sözleri duyunca gücünün tamamını kaybetti. Haklı olduğunu biliyor. Dünya tekrar sıfırlanırsa, Haruaki bu tekrardaki konuşmalarımızın hepsini unutacak. Şu an ona ne kadar nefretle davransa da, ona tekrar ilk görüşte âşık olacak, ve tekrar aşkını ilan edecek. Haruaki ümutsuz bir çıkmazın içinde.

Ama böylesine acı ve kaçınılmaz bir gerçekle karşı karşıya kalmasına rağmen, Haruaki yumruğunu sıktı.

“Hayır, hala beynini kullanmayan sensin Otonaşi! Belki de gerçekten ‘farkında olmayan halime’ dönüşüyorum her sefer! Muhtemelen anılarımı hatırlayamayacağım ve Daiya kadar parlak da değilim. Ama bak ne diyeceğim. Kendime çok güveniyorum.”

“Anlamıyorum. Ne demeye çalışıyorsun?”

“Hey, Otonaşi. Ben değişmeyecek bir çıkmazdayım, öyle değil mi?”

“Evet, o yüzden çaresizsin.”

“Ha! Esasında durum tam tersi Otonaşi! Eğer değişmeyeceksem, gelecek tekrarlardaki kendim için garanti verebilirim. Hatasız bir şekilde davranışlarını öngörebilirim! Hoşi’nin her anlatışında gelecek tekrarlardaki ben ona her seferinde inanacak, ve her seferinde yardım da edecek. Dostum Hoşi’yi terk ettiğim bir dünya yok. Dinle ve bunu iyi hatırla Otonaşi—”

Otonaşi'ye doğru işaret etti.

“—Kazuki Hoşino’yu düşmanın yaparsan, bir ölümsüze karşı savaş ilan etmiş olursun!”

Doğrusu duruşu hakkında 'katı' dışında herhangi bir şey söylenebilir. O baskı altında, blöf yapıyor ve elleri bile titriyor. Endişeli olduğu apaçık ortada. Havalı sözler ona o kadar az uyuyor ki, gülünmeyecek gibi değil—özellikle; genelde herkesin önünde şaklabanlık yaptığı için.

Ama sözleri kesinlikle içimi ısıttı.

Yani, sesinde azıcık bile şüphe yok. Her zamanki abartılı heyecanlı ses tonu da hiç yok. Haruaki tamamen ciddi bir şekilde konuşuyor.

“——”

Otonaşi O'nun değişken tavrından tabi ki o kadar telaşlanmadı. Ama hemen itiraz da etmedi. Keyifsizce, ağzını kısa bir süre kapalı tuttu.

“...Öyle bir konuşuyorsun ki sanki düşman benim. Bu Reddeden Sınıf’a seni sürükleyen kişinin Kazuki Hoşino olduğunun farkında değil misin?”

Otonaşi'nin sözleri kesin ve sertti. Haruaki her birinden darbe aldı, ama buna rağmen—

“Dostum hakkında böyle bir şey yüzünden şüphe duymam!”

Haruaki kararını değiştirmedi. Dehşete kapılmasına rağmen Otonaşi’den başka bir yere bakmayı bile reddetti.

Bu iyi değil. Yani, karşımızdaki Aya Otonaşi! Haruaki onu ebedi düşman olarak ilan ettiğinde ızdırap çekecek kişi o değil. Izdırap çekecek kişi Haruaki. Tekrar tekrar âşık olacağı kız ona sebepsizce nefretle davranacak. Bundan böyle, Haruaki her tekrarda ızdırap çekecek.

Buna kıyasla, o Haruaki’nin karşıtlığından dolayı hiç baskı hissetmeyecek.

Buna rağmen:

“İlgimi kaybettim.”

Gözlerini ilk kaçıran Otonaşi oldu. Bize sırtını döndü.

“Bir dahaki tekrar başladığında bütün yaptıklarınız anlamsız olacak zaten.”

Bu sözleri söyleyip ayrıldı.

Otonaşi dışında biri böyle bir şey söyleseydi, kulağa gurur yapıyormuş gibi gelirdi. Ama bu sözler ondan gelince, hiç gurur yapıyormuş gibi gelmiyor. Her şeyden önce, Otonaşi onu umursamıyor iken ona nasıl kaybedebilir ki?

Böylece, sadece düşüncelerini dile getirdi. Benimle gelecekte, daha avantajlı bir durumda uğraşmanın daha uygun olacağı sonucuna

vardı.

Otonaşi bizim için hiçbir şey hissetmiyor. Tabi ki bizden korkmuyor, ama bize kızgın da değil ve bizi hor da görmüyor.

Öyle ise acaba—neden?

Hayır, bu sadece hayal gücümün bir ürünü. Yanlış bir tahmin. Son derece yanlış bir anlaşılma. Ama buna rağmen, gerçekten, hakikaten, sadece bir anlığına—

O birazcık—üzgün gözükmüyor muydu?

“Hey… Hoşi,”

Haruaki hala Otonaşi'nin az önce çıktığı otomatik kapıya bakıyor.

“Sence ben öldürülecek miyim?”

Neredeyse yok be… diye neredeyse yanıt verecektim. Ama geçen sefer olanların kolaylıkla tekrarlanabileceğinin farkına vardım, ve sessiz kaldım.



Beklendiği gibi, 2,602. tekrarın 3 Mart gününde yağmur yağıyordu. Okula geçen seferkinden daha erken gidip kazanın gerçekleştiği yerden geçmekten kaçındım, ama bunun için yolumdan sapmam gerekti. Bunu Otonaşi'nin saldırısını engellemek için yaptım… veya, doğrusu, sadece o sahneyi tekrar görmek istemedim.

Sınıfa vardığımda Daiya'nın çoktan gelmiş olduğunu

gördüm. Beni gördüğünde yaklaştı.

“Bir şey mi var, Daiya?”

Nedense Daiya hemen cevap vermedi. Gözlerimin derinliklerine baktı. Her zamanki kadar hislerini saklamakta iyi, ama yine de bir şeylerin ters olduğunu anlayabiliyorum.

“......dün bahsettiğimiz kitap hakkında…”

Daiya ilgisizce konuşmaya dikkat etti. ‘Kitap’’tan bahsediyor, ama aslında konuştuğu şey ‘şu anki durumum’.

“Beni rahatsız eden bir şey var. Neden transfer öğrencisi kahraman gibi anılarını kaybetmiyor?”

Sorusunu cevaplayamıyorum, çünkü neden bunun konusunu açtığını bile bilmiyorum.

“Kahraman bile—Reddeden Sınıfı yaratan kişi—anılarını kaybediyor. Öyleyse transfer öğrencisinin özel bir güce sahip olduğunu varsaysak bile, önceki tekrarların anılarını otomatikman hatırlaması işine biraz fazla gelmiyor mu? Bence hem kahramanın hem transfer öğrencisinin aynı yöntemi kullanarak anılarını hatırlamaları daha uygun olur.”

“...haklı olabilirsin.”

Dediklerinin daha derindeki anlamını anlamadan ona katıldım. Belki de hala sözlerini bir ‘kitap’ senaryosu çerçevesi içerisinde kurduğu için tamamen anlayamıyorum.

“Kahraman, anılarını bir ceset gördüğü için hatırlayabildi, değil mi?”

“...Sanırım.”

“Ceset bir kamyon kazasının sonucuydu, değil mi? 2,601 defa aynı günü tekrar etmiş olan transfer öğrencisinin bu kamyondan haberi olmaması imkansız, değil mi? Transfer öğrencisinin kaza ile alakası varsa, bu şüphesiz kasıtlıdır. O yüzden ‘kahramanın arkadaşı’ ‘öldürüldü’ dedin.”

Kafamı salladım.

“Ama bu senaryo hakkında bir şey beni rahatsız etti.”

“Neden ki? Yanlışım mı var?”

“Hayır, hiç yok. Kahramana karşı şüphesiz etkili bir saldırı… ama sadece anılarını hatırlayacağını varsayarsak. Kahraman olan biteni hemen unutursa başarılı bir saldırının anlamı yok.”

“Ne demeye çalıştığını anlayamıyorum…”

“Transfer öğrencinin amacı kahramandan kutuyu çalmak, değil mi?”

“Evet.”

“Transfer öğrencisinin açısından düşünmeye çalış. Transfer öğrencisi sonunda aradığı kişiyi— kahramanı—buldu. Transfer öğrencisi sessiz kalabilirdi, ama açık açık durumu kahramana anlattı. Habersiz bir rakip mi, veya saldırı ardından tetikte olan bir rakip mi—kutuyu çalmak hangisinden daha kolay olur? Tabi ki habersiz olan rakip. Öyleyse sence neden transfer öğrencisi durumu kahramana anlattı?”

“Ehm… çünkü transfer öğrencisi, kahramanın unutacağını sandığı için mi?”

“Doğru. Fark etmeyeceği sonucuna vardı. Ona herhangi bir şey söylemesi muhtemelen kendisini boş boş eğlendirmenin bir yöntemiydi; buna ihmal da denilebilir.”

“Ama kaza sadece kasıtlı olarak gerçekleştirilebilir, değil mi? Öyleyse bu bana karşı yapılan bir saldırı olmalı…”

“Sanırım kasıtlıydı. Ama şöyle düşünmeye çalış: transfer öğrencisi kahramanın cesedi göreceğini öngöremedi.

Kısacası, kazanın amacı bana saldırmak değil miydi?

Sözleri üstünde tekrar kafa yordum.

“Ah—”

Aceleyle sınıfın etrafına baktım. Transfer öğrencisi—Aya Otonaşi—burada değildi. Kesin hala kaza yerindeydi.

“Olamaz… bu tamamen anormal!”

“Tabi ki. 2,602 tekrar’a ayak uydurmuş bir insanın aklının tamamen yerinde olması imkansız.”

Aya Otonaşi birini öldürmüştü.

Bunu bana saldırmak için değil, kendi anılarını hatırlamak için yaptı.

Hatırladım. Gerçekten hatırlamak istemedim, ama hatırladım. Bu kaza ilk defa 2,601 tekrar’da olmadı. Diğer 2,600 tekrar’ın her birinde gerçekleşmesine sebep olmuş olabilir.

Öyleyse ‘transfer’ olmak için insanları öldürmeye devam mı edecek?

Ben ise sessizce cinayetlerini gözlemlemeye mi mahkûmum?

Haruaki bu sefer tekrar öldürülecek mi?

“—Haruaki!”

“Hm? Bir şey mi var Hoşi?”

Haruaki az önce sınıfa girmişti ve kapının yanında duruyordu.

Bu ne demek? Hedef Haruaki değil mi?.. doğru, cesedin onun olması gerekmiyor, öyle değil mi?

“Neyse, kitabın hakkında yeterince konuştuk Kazu… Asıl konuya gelelim,” Daiya Haruaki’ye aldırmadan devam etti.

“Az önce bir kaza gerçekleşmiş.”

Daiya derin bir nefes alarak, “Aya Otonaşi’ye kamyon çarptı” dedi.

Ne—?

Haa, anladım.

Hedef kendisi bile olsa, umrunda değil.


Geri Git - 2601. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 4609. Defa