Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 2601. Defa

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

“Adım Aya Otonaşi.”

Transfer öğrenci sadece bu sözleri mırıldadı, ve başka hiç bir şey demedi.



“Aman tanrım! Çok etkileyici!”

Bunu oldukça yüksek sesle söyleyen, yanımda oturan arkadaşım Haruaki Usui. Ders hâlâ devam ediyor olmasına rağmen bunu yapıp kuvvetle arkama vurdu.

Haruaki? Canımı acıttığını biliyorsun, ve etraftakiler de bize bakıyor.

Haruaki çoktan sınıfın arka tarafına, Aya Otonaşi’nin oturduğu yere doğru bakıyordu.

“Bakışlarımız kesişti! Şansa bak!"

“Yani, ona dönüp baktığında gözlerinizin buluşması doğal tabi.”

“Hoşi, buna KADER deniyor!”

Bir dakika, ne? Kader mi?

“Neyse işte, kız çok tatlı! Kızın resmi çizilse dünya pazarında milyonlara satılır... sonra da ulusal hazinelerimiz listesine girer. Ah, artık benim için çok geç, kalbimi çoktan çaldı bile... Ona aşkımı ilan edeceğim..”

Çok hızlı!!

Zil çalmıştı. Kalkıp öğretmenimize selam verdikten sonra, Haruaki oturmaya kalkışmadan doğruca Otonaşi'nin yanında bitti.

“Aya Otonaşi! Sana ilk görüşte âşık oldum. Seni seviyorum!”

Oha, gerçekten de itiraf ediyor.

Otonaşi'nin cevabını duyamıyordum ama Haruaki’nin suratından hemen anlaşılıyordu. Ee, hayır… suratına bakmak bile gerekmiyor.

Haruaki geri geldi ve sıramın önünde durdu.

“Saçmalık… Ben mi reddedildim?”

Gerçekten de başarabileceğini mi düşünüyordu...? Yüzündeki ciddi ifade birazcık korkunçtu.

“Belli değil miydi? Durduk yere ona ilan-ı aşk etmen onu sadece rahatsız eder!”

“Hm, anladım. O halde, tekrar itiraf ederim. Ama bir dahaki sefere, bu kadar ani bir şekilde yapmam! Hislerim elbet bir gün ona ulaşacaktır!”

Bir yandan iyimser düşünce şekli neredeyse gıpta edilebilirdi, ama diğer yandan bundan kaçınmayı tercih ederdim.

“Eğleniyor musunuz? Beni gerçekten güzel eğlendiriyorsunuz, ama kızlar sizi ciddi anlamda küçümsüyor.”

Daiya bize bu sözlerle katıldı.

“Hee?! Sadece Haruaki küçümsenmiyor muydu?!”

“Yok, seni de küçümsüyorlar. Kızlar senin de parmağın olduğunu düşünüyor.”

“Oho, benimle beraber yanıyorsun demek! Büyük şeref bu! Öyle değil mi Hoşi?”

Ş- Şeref hariç her şey…

“Onu bi kenara bırakalım şimdi, Daiyan, sen bile ona hamle yapmak isterdin, değil mi?”

Haruaki Daiya’yı dürttü. Daiya’ya böyle bir şey korkusuzca yapabiliyor, muhtemelen çocukluk arkadaşları oldukları için. Ya da belki de sonuçları aldırmadan, atılgan bir şekilde davrandığındandır…

Daiya iç çekip hemen cevap verdi.

“Hiç de bile.”

“İmkansız! Öyleyse kim seni etkileyebilir Daiyan?”

“Otonaşi'nin görünüşünden dolayı kalbimin daha hızlı çarpması mühim değil. Güzelliğini kabul etmek zorunda olabilirim, ama ona asılma arzum hiç yok.”

“Haa..?”

“Haruaki, hiç anlamıyorsun değil mi? Yani, tabi ki böyle düşünceleri senin gibi bir hayvanın anlaması imkansız. Sen sadece içgüdülerine göre hareket eden ve güzel gözüken herhangi bir kızı kabul edebilecek bir hayvansın.”

“Ne!? Öncelikle, içgüdü ile görüntüye düşkün olmanın ne alakası var?!”

“Güzel birinden hoşlanmak insanın doğasında vardır, çünkü güzel bir çocuk sahibi olmak soyunun devam etme ihtimallerini arttırır.”

Oooo.. Haruaki'yle ben aynı anda hayranlıkla uğuldadık. Daiya bu kadar basit bir şeyi bilmediğimiz için hayrete düşmüşe benziyordu.

“Ha, anladım Daiyan! Yani demeye çalıştığın, o kadar güzel ki sen bile ona hamle yapamıyosun! Kaçınılmaz yenilgi! Değil mi? Ulaşamadığı ciğere mındar diyen kedi gibisin aynı.Senin bu yaptığına mazeret denir. Çok sıkıcı. Bu çok sıkıcı Daiyan!”

“Konuşmamın ne kadarını dinledin? Bu ne lan? ...Yani, ifadenin ilk yarısı tam olarak yanlış değil. Ama diğer yarısı— seni öldürürüm!”

“Vay, demek gerçekten de ona hamle yapamıyorsun.”

Zafer kazanmışçasına bir suratı vardı Haruaki’nin. Daiya sonunda Haruaki’yi yumrukladı. Oha, sanırım Daiya’nın bütün bastırılmış öfkesi vardı o yumruğun arkasında…

“Ona ‘hamle yapamam’ değil. O ‘bana hamle yapmaz.’”

“Ne kadar da ukala… Hey, Hoşi, bu adam sırf tipinden dolayı kendini çok kaptırmadı mı?" dedi Haruaki, hiç pişmanlık göstermeden.

“Bana ulaşamaz diye bana hamle yapmıyor değil! Yani, bu da mümkün olabilir, ama onun durumunda bu geçerli bile değil.”

“Oha, cesurca garip şeyler söylüyor.”

“Beni ulaşılamaz olarak görmüyor, hayır, öyle bir sınıflandırma yapmakla bile uğraşmıyor. Baştan beri bizimle ilgilenmiyor. Bizi küçük bile görmüyor. Aynen bizim böcekleri böcek olarak algıladığımız gibi, o da insanları insan olarak algılıyor. Bu kadar. Benim yakışıklı suratımla Haruaki’nin çirkin suratı gibi insanlar arasındaki küçük farklar zerre umurunda değil. Aynen hamam böceğinin cinsiyetinin aklından geçmemesi gibi. Öyle bir kıza nasıl hamle yapabilirsin?

Haruaki bile Otonaşi hakkındaki bu acımasız ifade karşısında sessiz kaldı.

“...Daiya.”

Haruaki için ağızımı açtım.

“Otonaşi ilgini epey çekti sanki.”

Daiya diyecek laf bulamıyor. Ah, bu çok nadir bir tepki. Ama haklı değil miyim? Fikri'nin doğru olup olmadığı bir kenara, böyle bir analizde bulunmak için onu iyi bir miktar gözlemlemiş olmalı.

“...cık, hiç de ilgilenmiyorum.”

“Aa, kızardın!”

“...Hey Kazu. O yoldan ilerlemeye devam edersen sonu iyi olmaz. Sana aklının ucundan geçmeyecek bir pırasa kullanma yöntemi gösteriyim mi? Öyle kötü travma sonrası stres bozukluğun olur ki, her pırasa gördüğünde kurdeşen çıkarırsın!”[1]

Daiya’nın epeyce kızgın olduğunu fark ettim, o yüzden konuyu sakarca gülerek değiştirmeye çalıştım.

Her neyse, Daiya kendisinin ve Otonaşi'nin tamamen uyumsuz olduğunu anlamışa benziyor.

“Böcekle eşit düzeyde kötü olan sezgilerine rağmen, sen bile yakında onun anormalliğini anlayacaksın.”

Kötü bir bahane gibi geldi kulağıma.

Ama hiç de öyle değildi.

Yani, tamamen haklıydı.



İlk ders bittikten hemen sonra Otonaşi birden elini kaldırdı. Öğretmenimiz, Hokuba, O'nu fark etti, ama Otonaşi ona konuşma hakkı verip vermemesini umursamıyordu bile. Öğretmen izin vermeden ayağa kalkıp konuşmaya başladı.

“1-6 Sınıfındaki herkese bir şey yaptıracağım.”

Otonaşi şaşkın tepkilerimizi aldırmadan konuşmaya devam etti.

“Beş dakikanızı alacak. O kadar zaman ayırabilirsiniz, değil mi?”

Kimse cevap vermedi ama yine de tahtaya doğru ilerledi. Kayıtsız bir şekilde Hokuba'yı dışarı yönlendirdi, ve sonra da kürsüdeki yerini aldı. Bu tamamen abes bir durum olmasına rağmen, O nasılsa bunu çok doğal bir şekilde yapıyordu. Sınıf arkadaşlarımın tepkisine bakılacak olursa, onlar da aynı şekilde düşünüyordu.

Sınıf sessizlik içindeydi.

Tahtada dururken, Otonaşi dümdüz ileri bakıp konuşmaya başladı.

“Şimdi benim için ‘belirli bir şey’ yazacaksınız.”

Otonaşi kürsüden indi ve ön sıradaki öğrencilere kağıt verdi.

O öğrenciler kendileri için birer kağıt ayırıp kalanını arkaya uzattılar, bütün sınıfa dağıtılması gereken bir ilanı dağıtırmış gibi.

Sonunda ben de bir adet aldım. Her yanı 10cm olan sıradan bir kağıt.

“Bitirdiğinizde lütfen bana geri verin.”

“Bu ‘belirli bir şey’ ne?”

Kokone herkesin aklında olan soruyu sorduktan sonra, Otonaşi basit bir cevap verdi:

“İsmim.”

Bu sözle birlikte, az önce sessiz olan sınıfta bir anda gürültü kopmaya başladı. Makuldur, ben de anlamamıştım. İsmi mi? Herkes onun ismini biliyor. Daha bu sabah kendini “Aya Otonaşi” diye tanıtmamış mıydı?

“Ne kadar saçma!” diye bağırdı biri. Bunu Otonaşi'ye diyebilecek tek bir kişi var.

Daiya Oomine.

Sınıf arkadaşlarımın hepsi durdu. Herkes Daiya’dan kötü bir düşman olacağını bilir.

“İsmin Aya Otonaşi. Neden bunu yazmamızı istiyorsun? İsmini ezberlememizi o kadar mı çok istiyorsun?”

Otonaşi Daiya’nın saldırgan konuşmasına rağmen sakin kaldı.

“Ben ‘Aya Otonaşi’ yazardım. Ama bunu sana söyledim. Artık bir şey yazmama gerek yok, değil mi?”

“Evet, umurumda değil.”

Anlaşılan bu kadar basit bir kabulu beklemiyordu, ve diyecek bir şeyi de kalmadı.

Ağzıyla cıkladı, kağıdı gürültülü bir şekilde yırttı ve sınıfı terk etti.

“Ne oldu? Neden yazmaya başlamıyorsunuz?”

Kimse yazmaya başlayamamıştı. Belli olmayabilir ama, herkes o ve onun davranışlarından şaşkına dönmüştü. Daiya’ya karşı geldi. Daiya’nın sınıf arkadaşları olarak bunun ne kadar etkileyici olduğunu biliyorduk.

Herkes bir süre donakaldı. Ama birisinin kalem sesi sessizliği bozunca sınıf boyunca karalama sesi yankılanmaya başladı.

Eminim kimse Otonaşi'nin niyetini anlamamıştı. Ama önemli değil. Yazabileceğimiz tek bir şey var, sonuçta.

‘Aya Otonaşi’ ismi var sadece.

Otonaşi'ye ilk kağıdı veren kişi Haruaki'ydi. O ayağa kalkar kalkmaz sınıf arkadaşlarımızdan bir kaçı onu izledi. Otonaşi Haruaki’nin kağıdını kabul ettiğinde ifadesi pek değişmedi.

Muhtemelen… yanlış cevaptı.

“Haruaki.”

O Mogi ile bir çift lafladıktan sonra yerine geçti, ve ona seslendim.

“Ne oldu Hoşi?”

“Ne yazdın?”

“Hm? Sadece ‘Aya Otonaşi’ yazabilirsin, öyle değil mi? Neredeyse son harfi yazmayı unutuyordum ama,” Haruaki bunu söylerken nedense biraz kederli gözüküyordu.

“...yani, aynen, tek seçenek o sanırım…”

“Bu kadar tereddüt etme—yaz gitsin işte!”

“Sence sırf ismini yazmamız için mi bu kadar uğraştı?”

Durum öyleyse, neden bu kadar uğraştığını anlayamıyorum.

Haruaki hemen “Tabi ki anlamıyorsun,” diye yanıt vererek kuşkularımı doğruladı.

“He? Ama… sen ‘Aya Otonaşi’ yazdın, öyle değil mi?”


“Evet… dinle, Daiyan hafife alınmayacak derecede zeki, değil mi? Ama diğer yandan kişiliği de hafife alınmayacak derece berbat, her türlü!"

Birden konuyu değiştirdiğinden dolayı kafamı yana eğdim.

“Ve o sadece ‘Aya Otonaşi’ yazacağını söyledi’. Başka yazacak bir şey aklına gelmedi. Tabi ki ben daha iyi bir şey bulamam. Demeye çalıştığım, farklı bir seçenek bulamıyoruz, o sebepten dolayı da başka bir şey yazamıyoruz.”

“Aklına gelmeyen bir şey… yazamazsın.”

“Aynen öyle. Bu deney bize yönelik değil.”

Haruaki’nin dediğinin tam isabet olduğunu hissettim. Haklı olmalıydı.

Yani diğer bi deyişle, Otonaşi bunu sınıf arkadaşlarının çoğu için değil, farklı bir şey düşünebilecek biri için yapıyor sadece.

Haruaki'nin neden az önce o kadar kederli olduğunu anladım. Yani, ilk görüşte ona âşık olmuştu. İtirafı yarı şaka olabilirdi, ama başka itiraf ettiği kimseyi tanımıyorum. O yüzden esasında az çok içtendi.

Ama Otonaşi hislerine karşılık vermedi. Varlığı görmezden geliniyordu… Aynı Daiya’nın söylediği gibi.

“...Haruaki, kafan beklediğimden iyi basıyormuş.”

“Öyle bir şey demene lüzum yoktu!”

Kaba iltifatımı mahcup bir gülümsemenin arkasına gizlemeye çalışırken, Haruaki buruk bir şekilde gülümseyerek tepki verdi.

“Sonra görüşürüz. Şimdi gitmezsem, üst sınıftakiler beni öldürür. Hayır, abartmıyorum!”

“Ah, evet. Göreyim seni.”

Şöyle böyle olan beyzbol takımımız baya istekli gözüküyordu.

Önümde duran boş kağıda baktım. ‘Aya Otonaşi’ yazmak üzereyim, ama bir türlü kendimi bunu yazmaya getiremiyorum.

Otonaşi'ye baktım. Ona verilen kağıtlara bakarken ifadesi hiç değişmedi. Muhtemelen hepsinin üstünde ‘Aya Otonaşi’ yazılı.

—Bir şey düşünmeyen biri 'bir şey' yazamaz

“——”

O zaman ne yapmalıyım?

Her şeyden sonra, aklıma bir şey geliyor. Her nedense, alakasız ‘Maria’ ismi geldi aklıma.

Ben de bir hata olduğunun farkındayım. Her şey arasında ‘Maria’. Bu isim nereden geldiğine dair hiç bir fikrim yok. Üstelik bu isimle kağıdımı verirsem, bana ‘Benimle dalga mı geçiyorsun!’ gibi bir şeyler bağıracak.

Ama ya, şans eseri, bu aradığı cevapsa..?

Ciddi bir oyalanmadan sonra, 10x10cm’lik kağıt parçasına yazmaya başladım.

‘Maria’

Ayağa kalkıp Otonaşi'ye doğru yürümeye başladım. Artık sıra yok. Görünen o ki son kalan kişi benim. Kağıdımı gergin bir şekilde uzattım. Otonaşi ses etmeden kabul etti.

Sonra üstünde yazılana baktı.

Ve ifadesi değişti. Bariz bir şekilde.

“...He?”

Öğretmenimize veya Daiya’ya karşı durduğunda hiç rahatsız olmayan Otonaşi'nin gözleri apaçıktı.

“Hahaha…”

Birden kahkahalara boğuldu.

“Hoşino.”

“Ha, demek ismimi hatırladın.”

Bunu söyler söylemez pişman oldum. Çünkü kahkaha atmayı kesince bana baş düşmanıymışım gibi sert sert baktı.

“...Sen..! Benimle dalga mı geçiyorsun?!?”

Ancak telaşlı bir şekilde öfkesini bastırabilmişti, çünkü düşük, boğazdan gelen bir sesle konuştu. ‘Dalga geçme’ kısmını beklemiştim, ama sesindeki ton oldukça şaşırtıcıydı.

Beni bütün gücüyle yakamdan tuttu.

“Aa! Ö-Özür dilerim! S-Seninle dalga geçmek gibi bir niyetim yoktu…”

“Yani bana söylemeye çalıştığın şey böyle bir cevabı şaka olmadan yazabiliyorsun?

“...Ehm, yani. Sen… haklı olabilirsin. Belki de şaka yapıyordum.”

Bu son darbe olabilirdi.

Yakamı bir an bile bırakmadan, beni okul binasının arkasına sürükledi.



“Hoşino. Benimle dalga mı geçiyorsun?”

Otonaşi beni okul binasının duvarına doğru itti ve dik dik baktı.

“Plan yapmakta iyi değilim. Bunun farkındayım. O yüzden 'Suçlu, teslim ol!' seviyesinde saçma bir planla çıkageldim. Hayır, buna plan bile denilemez. Ama buna rağmen… Nasıl bu tuzağa düştün!? Hem de bu ikinci defa yapışım! İlk sefer tamamen görmezden gelmiştin!”

Otonaşi ellerini yakamdan çekmişti ama öfkeli bakışları o kadar baskılayıcıydı ki olduğum yerde kalmamda yeterdi.

Dudaklarını ısırırken bana dik dik bakmaya devam ediyordu, ve ardından iç çekti.

“...Hayır, böyle saçma bir yönteme en sonunda tepki aldığım için kontrolümü kaybettim. Ama bu durumun iyiye doğru gittiği anlamına gelir, o yüzden mutlu olmalıyım.”

“...Evet, sanırım. Mutlu olmalısın! Hahaha.”

Otonaşi sahte gülüşüme tekrar dik dik baktı. En iyisi sessiz kalmalıydım.

“...Anlamıyorum. Esasında inatçılığım yüzünden artık pes ettiğini düşünmüştüm ama... bu vurdumduymaz, sakin suratın da neyin nesi!”

Vurdumduymaz değilim, sadece ne hakkında konuştuğuna dair bir fikrim yok!

“Beni 2,600 tekrar boyunca görmezden geldin. Bu sonsuz yinelenme ne kadar devam ederse etsin teslim olmayacağım. Ama ben bile yorgun hissediyorum. Senin de aynı şekilde hissetmen gerekir, öyleyse nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?!”

Ben ne… Ne dediğin hakkında zerre fikrim yok.

Anlaşılan sonunda şaşkınlığımı anladı ve bana şüpheyle baktı.

“...Acaba sen kendinin farkında değil misin?”

“Kendinin farkında mı? Nasıl yani?”

“...Pekâlâ. Rol yapıyor olsan bile açıklamanın zararı yok. Hm, doğru. Bunu basitçe anlatmak gerekirse—ben 2.601 defa ‘transfer’ oldum.

Yapabildiğim tek şey boş bir ifadeyle şaşırmak oldu.

“Eğer rol yapıyorsan gerçekten çok yeteneklisin. Ama gerçekten de ‘bilmiyorsan’, öyle boş bir ifadeye sahip olman tabi doğal. Neyse. Sana bildiklerimi anlatacağım. Hım, evet—bugün Martın 2'si, değil mi?”

Kafamı salladım.

“Bugünü, 2 Mart’ı, 2.601 defa tekrarladığımı söylemek daha kolay olur, ama o da tam doğru değil. O yüzden okul transferi tabirini kullanıyorum, ama o da tam uygun değil.

“Haa…”

“Ben Martın 2sine, sabah 06:27’ye tam 2.601 defa geri gönderildim.”

“.....”

“‘Geri gönderildim’ benim açımdan doğru bir tabir, ama evrensel olarak doğru değil. O yüzden burada okul transferi tabirini kullanıyorum, çünkü gerçekte olana daha yakın—”

Otonaşi ağzımın açıldığını gördü ve kafasını kaşımaya başladı.

“Ahh, off! Sen ne kadar aptalsın! Saat 06:27 civarında herhangi bir şeyi onaylamıyorsan onu ‘geçersiz’ sayıyorsun, değil mi!” Siniri tepesinde isyan ederek bana bağırdı. Hayır, hayır… Benim durumumda herhangi biri onun mantık çerçevesini anlayamaz, değil mi?

“...Tam olarak anlamadım, ama aynı günü defalarca tekrarlıyor musun?”

Bunu söylediğim anda 'o' oldu.

“Ah—”

Ne? Nedir bu?

Güçlü ve tuhaf bir hissin bana saldırdığı göğsümü bastırdım. Rahatsız hissediyorum… hayır, ‘rahatsız’ eksik kalır. Derin ve esrarengiz bir histi bu, sanki tüm şehrin aniden başka bir şehirle yer değiştirmesi ama bunu sadece senin fark etmen gibi. Anılarım dönmüş değildi. Yeni bir şey hatırlamıyordum.

Ama nedense orada bir şey vardı.

Otonaşi gerçeği söylüyordu.

Sadece gerçeği.

“Sonunda anlıyor musun?”

“...B-Bir saniye.”

2 Mart’ı 2.601 defa yaşadı. Bu tek başına beni durdurmak için fazlaydı bile, ama Otonaşi'nin belirttiği şey:

“...Bunun sorumlusu ben miyim?

“Evet,” Otonaşi anında cevap verdi.

“N-Neden öyle bir şey yapayım ki?”

“Sebeplerini ben nasıl anlayayım.”

“Bunu yapan ben değilim!”

“Kendinin bile farkında olmadan bunu nasıl söyleyebiliyorsun?”

‘Neden ben?’ diye sormak üzereydim, ama göze çarpmam için bir sebep olduğunun farkına vardım.

O kağıt parçasının üstüne ben ‘Maria’ yazmıştım.

“Aynen şimdiye kadar olan tekrarlardan haberin olmadığı gibi, bu duruma sokulan kişilerden ‘geçersiz’ ilan edilenlerin tekrarları hatırlamalarına imkan yok. Başka bir deyişle: benim dışımda, sadece bu durumun sorumlusu daha önce bahsettiğim ‘Maria’ ismini yazabilmeli.

Ama bu defa bu ismi hatırladım. ‘Maria’ gibi bir ismin birden aklıma gelmesi benim gibi biri için olanaksız olduğunu kabul etmeliyim.

“Etkili olduğunu bilmiyorum ama, sürekli insanların anılarında göze batacak şekilde davranmaya çalıştım. ‘Geçersiz’ ilan edilen tekrarları hatırlayan zanlının hata yapmasını bekliyordum. Gerçi, bu taktikten çokta beklentim yoktu…”

“...Ne zaman benim hakkımda şüphelenmeye başladın? Yani, özellikle bana bu ismi -’Maria’ ismini- bana daha önceki bir tekrarda bahsetmiş olmalısın, değil mi?”

“Aslında, oldukça zararsız görünüyordun, o yüzden özellikle senden şüphem yoktu.”

“O zaman..?”

“Hıh, tabi herkese tek tek bu ismi söyleyerek denedim. Sonuçta, zamanım sınırsız.” Zamanı sınırsızdı.

Otonaşi'nin geçirdiği zaman... O kadar uzun bir zaman ki, “sınırsız” kelimesi artık mecazi olmuyordu.

Anladım. Zamanı hemen hemen sınırsız, o yüzden sınıftaki herkesin ismini yazması gibi gelişigüzel bir plan yaptı—birisinin ‘Maria’ yazması ümidiyle. Gerçekten başarma olasılığı olmasa bile. En iyi planları 2.601 okul transfer’inden uzun zaman önce tükenmişti, o yüzden bu, aklına yeni bir plan gelene kadar vakit geçirmek içindi. Akli dengesini yitirmemek için ümidi olmayan bir plan denemek hiç bir şey yapmamaktan daha iyiydi. Sonuçta, bu ‘Okul Transferlerinde’ geçirdiği süre sonsuza dek sürebilir.

O yüzden Otonaşi bu aldatmacaya kandığım için bu kadar kızdı. Ne kadar denersen dene, bir rol yapma oyunundaki[2]düşmanı yenememen gibi. O yüzden çaresizce çalışır ve seviye atlarsın - ama esasında, kolaylıkla bulabileceğin bir eşya ile onu rahatça yenebilirsin. Sonunda amacına ulaşmış olursun, ama o kadar zamanı ve çabayı boşa harcadığın için kötü hissedersin.

“Neyse, bu boş konuşmayı kısa keselim. Sonuçta, hiç bir şey çözülmedi.”

“Öyle mi?”

“Tabi ki. Durum sana çözülmüş gibi geliyor mu? Bu bitmek bilmeyen kabus, Reddeden Sınıf, sana bitmiş gibi gözüküyor mu?"

Reddeden Sınıf mı? Sürekli tekrarlayan kabusuna verdiği isim bu heralde.

Yine de, beni rahatsız eden bir nokta var.

“Yani, ‘Maria’ yazdım diye bana zanlı gibi davranmanı anlıyorum ama dinle, başta sen niye Reddeden Sınıf’tan etkilenmiyorsun?

“Etkilenmiyor değilim; hatta Reddeden Sınıf'tan herhangi biriymiş kadar etkileniyorum. Teslim olup anılarımı saklamaya çalışmasam ‘Sınıf’ beni çoktan ele geçirirdi. Bu sonsuz döngü içerisinde anlamsızca yaşardım. Teslim olmak kafanda dengede tuttuğun bir bardak suyu dökmek kadar kolay olurdu. Senin reddettiğin bu tek günü sonsuza dek yaşardık.”

“Eğer sen unutursan, bunların hepsi olur mu?”

“Düşün biraz. Bu tekrarı başka fark edebilecek biri var mı? Sonuçta, bunu yaratan sen bile tekrarların farkında değildin...”

...haklı olabilir. Sonuçta, bu günü 2.601 defa tekrarladı.

“Hatırlama çabalarımı terk etmek benim için son derece daha kolay olurdu. Ama bu kesinlikle asla olmayacak.”

“...asla?”

“Evet, asla. Teslim olmamın imkanı yok. Bu günü 2.000 defa, 20.000 defa, veya bir milyar defa tekrarlamak zorunda olsam bile umurumda değil. Bu tekrarların üstesinden gelip amacıma ulaşacağım.”

2.000 defa... Günlük hayatımızda sık sık ‘2.000’ sayısına birim olarak karşı karşıya geliriz. Ama parça parça toplamamız gerekse… örneğin, bir senede 365 gün var, 1.825 gün beş yıla eşit… ve bu hâlâ 2.000 günden daha az bir değer.

Otonaşi Reddeden Sınıf içerisinde 5 yıldan daha fazla vakit geçirmiş olmalıydı.

“Hoşino. Bu Reddeden Sınıfı niye yarattığının da mı farkında değilsin?”

“He? ...Evet.”

“Haha, anladım. Bu soruyu cevaplamamak için anlamamazlıktan geldiğini varsayarsak, bunda bir anlam olduğu kesin. Öyleyse rol yapma yeteneğin çok sağlam.”

“R-Rol yapmıyorum!”

“Peki, o zaman sana şunu soracağım—”

Otonaşi hafifçe gülümsedi.

“Hoşino, sen— O’nunla tanıştın, değil mi?”

—Kim?

...Nedense, şu an kendime sorduğum soru o değil. Kiminle tanıştım? Bilmiyorum. Hatırlayamıyorum.

Yine de, anlıyorum.

Ben ‘*’ ile tanışmıştım.

Ne zaman? Nerede? Tabi ki öyle bir şeyi bilemezdim. Bunlar anılarımın bir parçası değildi. Ama buna rağmen, onunla tanıştığımı hissedebiliyordum.

Hatırlamaya çalışıyorum, ama bu bilgi engellenmişti, sanki yüksek hızda bir duvar bu bilginin önüne örülmüş ve "Dikkat! Giriş izniniz yok. Sadece izinli kişiler girebilir..." diyerek erişimimi engelliyordu.

“Haha, demek ki tanışmışsın,” diye kıkırdadı.

Otonaşi artık emindi. Ben de artık emindim.

Ben, Kazuki Hoşino, bu durumun oluşmasının sorumlusuydum.

“O'nu sana vermiş olmalı. Tek bir dileğini gerçekleştiren kutuyu.”

Birden bire kutu kelimesini kullanmaya başladı. Söylediklerine bakılırsa, Reddeden Sınıfı oluşturan araç bu kutuydu.

“Ah, evet, sana amacımı henüz söylemedim,” Otonaşi kıkırdayarak söyledi.

“Benim amacım—kutuyu elde etmek.”

Bunun ardından yüzündeki gülümseme iz bırakmadan kayboldu. Kutuya sahip olduğumdan emin olan Otonaşi bana dudağını büküp bir komut verdi:

“Şimdi kutuyu bana ver.”

Kutunun sahibi kesinlikle benim. Başka bir seçenek yok, değil mi?

Ama herhangi bir dileği yerine getiren bu kutuyu ona vermek gerçekten olur mu?

Yani, Otonaşi bu kutuyu elde etmek için 2,601 tekrara katlandı. Bu kadar büyük bir çabayı sarf edecek kadar önemli bir dileği var. Kendi dileğinin yerine gelmesini istiyor; kutumu çalıp benim dileğimi hafife alma adına bile.

—Otonaşi anormal denilebilecek bir azimle hareket ediyordu.

Evet, bu anormaldi. Aya Otonaşi anormal birisiydi.

“...Nasıl yapacağımı bilmiyorum.”

Yalan söylemiyordum. Ama biraz da direnç göstermeye çalışıyordum.

“Anladım. Yani nasıl yapacağını çözünce bana verecek misin?”

“Şey…”

“Nasıl bırakacağını unutmak sıradan bir durum. Ama tamamen unutmadın; derinde bir yerlerinde, bunu nasıl yapabileceğini hala hatırlıyorsun. Asla bisiklet sürmeyi unutamayacağın gibi: başkalarına nasıl sürüldüğünü öğretemeyebilirsin, ama içgüdüsel olarak nasıl yapacağını biliyorsun. Bunu kelimelere dökemediğin için afallıyorsun sadece.”

“...kutuyu çıkarmadan Reddeden Sınıfı sonlandırmanın yolu yok mu?”

Otonaşi bana soğuk bir bakış attı.

“Bana vermeyi planlamıyorsun. Söylemek istediğin bu mu?”

“Ö-Öyle değil…”

Bariz telaşımı anlayınca, Otonaşi sessiz bir iç çekti.

“Bakalım. Eğer kutuyla birlikte sahibini kırsak Reddeden Sınıf da sonlanır herhalde.”

“Sahibiyle birlikte kırmak mı..?”

‘Sahip’, büyük ihtimalle kutuyu elinde tutan kişi demek oluyordu—diğer bir deyişle, ben. Benimle birlikte kırmak mı? Kısaca—

Otonaşi duygularını bastırıp soğukkanlı bir şekilde şunu söyledi:

“Reddeden Sınıf sen ölürsen sonlanır.”



Bu ‘*****’ hazırlamak için yeterli bir sebep mi?

Gerekiyorsa bunu bana da yapmayı düşündüğünü mü söylemeye çalışıyorsun? O zaman, lütfen çabuk yap; katlanması daha kolay olur.

3 Mart sabahı. Yağmurlu, göz gözü görmeyen bir kavşakta...

Şemsiyemi bir kenara attım ve ‘*****’'e baktım. Başka bir şey pek kayda geçmiyordu. Ne duvara çarpan kamyonu, ne de orada öyle duran Otonaşi'yi, ikisini de beynim kayda almıyordu. Kırmızı bir sıvı sürekli akıyordu; o kadar çok vardı ki yağmur bile izini silmede yetersizdi.

Kafasının yarısı eksik, bir ces**. Bey**’i her yere sıçramış... ***et. Ceset. Ceset. CESet. CesetCesetCESET. cesET. CesetcesetCESET. Ceset. Ceset. Ceset!

Haruaki’nin ‘Cesedi’.

“—ah”

Gözlerimin önündekini sonunda fark edince kusmaya başladım.

Aya Otonaşi’ye baktım. O da bana ifadesiz bir şekilde bakıyordu.

“......Haruaki”

Ama merak etme, Haruaki!

Biliyorsun, bunların hepsi zaten silinecekti.

Burada olanlar ‘geçersiz’ ilan edilecekti.

...He? Acaba… Reddeden Sınıfı dilememin sebebi bu olabilir mi..? Böyle bir durumu reddettiğim için mi?



  1. Burada pırasayı fitil olarak kullanmakla alakalı bir kocakarı ilacına ince olmayan bir gönderme var. http://detail.chiebukuro.yahoo.co.jp/qa/question_detail/q1233508952
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Rol_yapma_oyunu


Geri Git - 8946. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 2602. Defa