Utsuro no Hako - Türkçe: 2. Cilt 30 Nisan

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

30 Nisan (Perşembe) 00:00[edit]

İkinci gün başlıyordu.

30 Nisan (Perşembe) 12:37[edit]

Öğlen arası başladı.

Şimdiki esneyişim bu sabah saat altı’da aldığım gizemli aramadan kaynaklanıyor olabilirdi:

“Sana bu sabah bento[1] yapacağım.”

Fakat cevap verebilme fırsatı olmadan arama sonlandırılmıştı.

Şimdi ne iş çeviriyordu…?

Nisan’ın son günüydü, bunun anlamı ise Altın Hafta[2] —uzun tatilimiz—yakında başlayacaktı. Her gün yaptığım gibi Otonaşi'yi koridorda bekliyordum. Normalde okul kantininde birlikte öğle yemeği yerdik; bana daha önce hiç bento yapmamıştı.

“Kazu! Haru’nun dedikleri doğru mu?! Maria’nın ikinize özel ev yapımı öğle yemeği mi bekliyor seni?!“

Gürültülü olmaya başlıyordu. Kokone önüme geçti, arkasından da sırıtan bir Haruaki.

“...Haruaki, bu belaya girmemek için sana sessiz kalmanı söylememiş miydim?”

“söyledin, ama dinleyip dinlememekte özgürüm!”

Ne kadar berbat bir arkadaştı.

“Kazu, bu özel durumun sebebi nedir?! Detay, lütfen!”

“...yani, nedenini sorma, ama bu sabah bir ara—”

“Uyandırma araması mı?! Sizi çifte kumrular sizi!”

Lütfen bitirmeme izin ver.

“Uyandırma araması…” birinin arkamdan mırıldanması, ona dönüp bakmama neden oldu.

...Ah hayır, bir tane daha sıkıntılı kız ortaya çıktı.

“Ah, Rikorin. Selam.” dedi Kokone.

“Günaydın…”

Garip lakabı olan kızın ismi Riko Asami, kısa saçı olan kısa birinci sınıf öğrencisi. Otonaşi'nin sınıf arkadaşı ve açılış töreninden beri gelişen Maria Otonaşi Hayranlar Kulübü’nün bir üyesiydi. İkisi genellikle beraber buraya gelirdi, ama anlaşılan Asami erkenden gelmişti bugün. Belki bana öyle gelmişti, ama sanki ifadesi ve sesi her zamankinden daha da kasvetliydi.

Asami dalgın bir şekilde bana bakıyordu.

“...Ehm?”

Ya da bana sert sert mi bakıyordu?

“Duyduğum kadarıyla Maria’dan bento alacakmışsın?”

“E-Evet, sanırım öyle.”

Asami hiçbir yanıt vermeden bana bakmaya devam etti.

“......Telefonundaki piller patlasa keşke… yurtdışından gelen piller kadar açık açık şüpheli olan piller kullanıyor olsaydın keşke… patla piller, patla…!”

Onun mırıldadığı lanetler tüylerimi ürpertmişti.

“A-Ama neden herkes arasında Kazu'yu seçti, değil mi?” Kokone hızla yükselen gerilimi durdurmak için araya bir gülümseme ile girdi. “Bunun yüzünden, Kazu erkeklerden baya korkunç bakışlar alıyor, değil mi? Duyduğum kadarıyla insanların ‘Sahte Kaza ile Öldürmek İstediğim Kişiler’ listelerinde birinci numarada yer alıyor!”

“O dengesiz liste de neyin nesi ya… öyle bir şey kimin aklına geldi ki…?”

“Benim!” Haruaki elini havaya kaldırdı. “Tabi ki bende bir oy attım! Maria ile çifte kumru olmana dayanamıyorum!!

Neredeyse şaşkınlığımdan yere düşüyordum.

Haruaki’nin sadece şaka yaptığından emindim, ama son zamanlarda aldığım bakışlar gerçekten korkunç olmaya başlamıştı. Ama bunun sebebinin sırf Otonaşi olduğunu düşünmüyorum—

“Hm? Neden bana bakıyorsun?” diye sordu Kokone.

“......Yok bir şey.”

Onunla bu kadar samimi oluşumun bu durumda bir etken olduğuna haberi olmadığından emindim…

Kokone sadece başını yana eğdi. O değişmeyen sınıf içerisindeki geçirdiğimiz sonsuzluktan sonra, sonunda saçını bir yana atkuyruğu şeklinde yapmıştı. “Yan Atkuyruğu,” belki?

“Hey söylesene, bayadır merak ediyorum: Otonaşi'yi nasıl uysallaştırdın?!”

“Bak, ‘uysallaştırmak’ pek de doğru bir söz olmaz…”

“Otonaşi asılmaya alışkın olmalı, öyleyse alelade yöntem kullanmadın, değil mi? Ah, buldum! Onu bir şekilde kendisinin biricik kısmeti olduğuna inandırdın!” dedi Kokone muzaffer bir şekilde, ve tuhaf tuhaf yorumlar yapmaya başladı. “Bakalım… onu ona saldıran bir sapıktan kurtarmış olabilirsin… Ah, çok da mantıklı değil mi?! Sapık böyle, ‘Hey tatlım, göbek tüylerin muhteşem kokuyordur… Ah! Orada yara kabuğu mu var! A-Ama umurumda değil!!’ ve tam bu sözleri mırıldıktan sonra ona saldırmak üzereyken, sen bir çırpıda onu kötülüğün ellerinden kurtardın, değil mi!?”

Hakiki bir sapıkla mücadele edecek yürek yok bende… bir dakika ya, biz çıkmıyoruz bile!”

Bu gerçeğin ta kendisiydi, ama Kokone sadece daha çok sırıtmaya başladı.

“O zamaaan, açılış törenindeki olayı nasıl açıklayacaksın, hmm? Hmm? Hmmmm?”

“Biz—Ben—”

Herkesin açılış törenindeki savaş ilanını ne kadar yanlış anladığını çok iyi biliyordum. Bir açıklama bulup Kokone’nin suratındaki o sırıtmayı durdurmanın yolunu bulmam lazımdı.

“Bu sadece, yani, çünkü Otonaşi oldukça acayip—”

“—Acayip biriyim diyorsun demek?” Arkamdan tanıdık bir ses geldi, ve isteksizce döndüm.

Maria Otonaşi.

Yüzünü görür görmez, vücudum hemen gerildi—suçlayıcı sözleri beni endişe içinde bıraktığından değil, sadece onun inanılmaz derecede güzel yüzünü görmeye hazır olmadığımdandı.

Onun boyun eğmez kişiliğine ve baş döndürücü güzelliğine hala alışamadım. Telaşlanmaktan kendimi alıkoyamadım. Her zamanki gibi onunla konuşmaya hazırlanırken aklımda üçe kadar saydım.

Otonaşi ile bir ömüre eşdeğer zaman boyunca birlikteydim. Bunun farkındaydım. Ama onunla o kadar zaman geçirmiş gibi hissetmiyordum artık.

“Neden bu kadar gerildin ki? Kızdığımı mı düşündün? Öyle bir şey yüzünden kızar mıyım hiç?

“D-Doğru.

Şaşkınlığımdan yerimde sabit kalmışken, Asami hiçbir şey demeden tıpış tıpış yürüyüp Otonaşi'nin arkasına geçti.

“...Hmm? Ne oldu Asami?”

Asami cevap vermedi ve bana bakmaya devam etti. Onun yerine Haruaki ağzını açtı.

“Bugün biraz garip davranıyor. Belki Hoşi'nin seni ondan çalacağından korkuyordur Maria! O paha biçilmez Bento yüzünden.”

“......Ne cüretle ona ‘Maria’ dersin. ‘Efendim’ ilave etmek zorundasın…” Asami ağzını neredeyse hiç açmadan ve yere bakmaya devam ederek mırıldandı.

“Neyse artık, gidelim Kazuki.”

“Ehm, kantine mi?”

Otonaşi abartılı bir iç çekti.

“Sana öğle yemeği yaptığımın haberini verdikten sonra niyetimi tahmin etmek gerçekten o kadar zor mu? Okul kantininden kaçınmak istiyorum tabi ki.”

Okul kantininden kaçınmak mı?

Orada her gün öğle yemeği sırasında buluşup kutular ve O hakkındaki meseleleri konuşuyorduk. Bununla beraber, yeni bilgi elde etmek zordu ve başkalarından sır olarak tutmak zorunda olduğumuz şeyleri neredeyse hiç konuşmuyorduk. Hatta, Maria buraya geçiş yaptığından beri öyle bir konu hiç açılmamıştı. Bundan dolayı, okulun kantini tam bize göreydi.

Ama bugün kantinden kaçınmak istiyordu.

“Demek o yüzden bento yaptın… Ama öyleyse sırf sandviç alsaydın ya.” diye söylendim.

Otonaşi birden kafasını yüzüme yaklaştırdı ve kulağımın içine fısıldadı: “...’Reddeden Sınıf’ içerisindeyken kantindeki sandviçlerden bıkmıştım, anlatabildim mi…?”

Ehm… kimsenin Reddeden Sınıf terimini duymamasını istemesi tamamen anlaşılır, ama Asami'nin gözleri önünde yüzüme bu kadar yaklaşırsa, Asami yanlış fikre kapılabilir, öyle değil mi?

Gözümün kenarından Asami'ye baktım, ve, tam da beklediğim gibi, bakışı daha da dik olmuştu.

“Ehm, Maria. Sana katılabilir miyim…?” diye sordu Asami.

“Özür dilerim Asami. Bugün Kazuki ile birlikte yalnız kalmak istiyorum.”

“Sırf ikiniz…”

“Pekâlâ Kazuki, gidelim mi artık?”

Otonaşi beni kolumdan tutup yürümeye başladı. Haruaki lüzumsuz bir ıslık çaldı.

...Acaba Asami olayların bu yönde gelişmesini nasıl karşılıyordu?

Endişeyle arkama döndüm ve onun, ayaklarına bakıp bir şeyler mırıldadığını duydum.

“......Şişmiş bir miğdesi olan dişi bir karafatma ağzından girse, miğdende yumurtlasa, o yumurtalardan çıkan böcekler de bağırsaklarını parçalasa keşke…!”

O gerçekten tüylerimi ürpertiyordu!

30 Nisan (Perşembe) 12:43[edit]

“Burada olmak beni neredeyse nostaljik hissettiriyor,” dedim okul binasının arkasına vardığımızda.

‘Reddeden Sınıf’ içerisinde hapsedildiğimiz zamanlar burada epeyce konuşmuştuk.

Fakat, Otonaşi anılarını hatırlamakla kendini şımartmaya meyilli değil gibiydi: bana keskin bir bakış attıktan sonra, hızla çantasından kumaşla sarılı bir bento çıkartıp bana verdi.

“...S-Sağ ol.”

“Bir şey değil.”

Kumaşı çözüp kapağı açtım. İçeriği hiç iştah açıcı değildi, biraz beklenmedik bir durum.

Pastırma ile sarılı kuşkonmaz parçalarından birini ağzıma atarak başladım.

...Mhım, Pek tadı da yoktu.

“Ehm… bu pastırmayla sarılı kuşkonmazı gerçekten beğendim.”

“Marketten o.”

…….Aa, anladım. Evet, bu kadar lezzetsiz bir tada sahip olması şaşırtıcı değildi.

Sırada, hamburger bifteğinden bir ısırık aldım. Kuşkonmazdaki gibi, tadı da görünüşü de tamamen sıradandı.

“......Ehm, bu hamburgeri gerçek—”

“O da marketten.”

...Biliyordum!

Bento’nun kalanına baktım. Görünen ki patetesler, köfteler, börekler ve sebzelerin hepsi marketten alınan ürünlerdi.

“Yaygara yapma—beni böyle umutsuzca övmenin gereği yok.”

“...Otonaşi, Reddeden Sınıf içerisinde hapsedildiğimiz süre boyunca yemek yapmasını öğrenmedin mi?”

Bana daha önceden o sonsuz tekrarlar arasında sayısız yetenek öğrendiğini söylemişti, dövüş sanatları gibi.

“Oo? Yemek yapışımı eleştirmeye hayli hevesli gibisin, değil mi?”

“H-Hayır, öyle demek istemedim…”

“Ah, lütfen, reddetmeye bile çalışma… Yani, gerçekten de alınmadım. Yemek yapmasını öğrendim, ve oldukça zarif yemekler yapacak kadar yetenekliydim, ama işe bir türlü kendimi veremedim. Yemek yapma kabiliyetlerimi geliştirmekten zevk alamıyorum bir türlü.”

“Demek o yüzden beni öğle yemeğimden esirgedin…”

“Şimdi açık açık konuşuyoruz.”

Eyvah.

Otonaşi'nin ifadesine gözümün kenarından baktım. ...Alınmışa benzemiyordu… Sanırım.

“...Ehm, hazır konusu açılmışken, bu, genel olarak yemeğin tadını umursamadığın anlamına da mı geliyor?”

“Yanlış. Lezzetli bir şey yemek zevklidir.”

“Öyleyse en sevdiğin yiyecek nedir, sorabilir miyim?”

“Çilekli turta. Açıkçası çilek içeren herhangi tatlı—hey, neden o köfteyi çiğneme esnasında donakaldın?”

“Ah, hayır—”

En sevdiği yemek bu kadar şirin bir şey miydi? Tatlı patates macunu gibi bir şeyden hoşlandığını hayal edebilirdim, ama çilek sana hiç uymuyor bence. Bunu neredeyse söylemek üzereydim, ama bir şekilde kendimi son anda tuttum. Ucuz yırttım.

“Vaaay, başka insanların en sevdiği yemeği reddetmek—amma yüzsüzsün he.”

“......Lafı ağzıma tıkıyorsun.”

“Tatlı patates macunu kime uyar demiştin?”

...neden beni kitap gibi okuyabiliyorsun Otonaşi?

“Demek yemeyi seviyorsun, ama yemek yapmayı sevmiyorsun,” diye özet geçtim, dikkatini hatalarımdan uzaklaştırarak.

“Kendim için yemek yapmak gerçekten o kadar keyifli değil. Bütün işlem boş emek gibi geliyor.”

Anladım. Doğal olarak Reddeden Sınıf içerisinde kendisi dışında yemek yapabileceği kimse yoktu. Neredeyse hiç yemek yapmamıştım, ama yemek yapmanın zevklerinden birinin başkalarının hazırladığın yemeklerden zevk almasını görmek olduğunu biliyordum. Öyleyse yemek yapacak kimse olmaması, yemek yapması için bir sebep değildi.

“...Ama şu an onun önemi yok. Seni çene çalmak için buraya çağırmış değilim.”

“E-Evet.”

“Hadi işe konulalım,” dedi Otonaşi, ardından da çantasının içini arayıp cep telefonunu çıkarttı. “Dün bir e-posta aldım, gecenin geç bir saatinde.”

“E-posta mı?” sorarak yanıt verdim.

Hiçbir kelime etmeden, cep telefonunu uzattı.

“En büyük arzum gerçekleşti. Artık sonsuza dek beraber olabiliriz.”

Ekranda bulunan kelimeler böyleydi.

Ehm… bu nedir? Bu tam… yeni aşık olan bir çiftin aşırı romantik mesajlarından bir alıntı gibiydi? Ha? Başka bir deyişle, Otonaşi biriyle mi çıkıyor? Tanıdığım Otonaşi mı?

Ona baktım. Tepkime alaycı bir gülümseme gösterdi.

“Neyse artık, seni daha önce gördükten sonra bu hiç de beklenmedik bir durum değil. ...Kazuki, mesajı kimin yolladığına bak.”

Söylenilen gibi yaptım. Gönderen alanında yazan isim—

“Ha?”

—”Kazuki Hoşino”

Bu e-postanın göndericisi ben miydim? ...Hayır hayır hayır, bu imkansız. Böyle bir mesaj yazdığımı hatırlamıyorum. Ama kanıt tam gözlerimin önünde duruyordu…

“İlk başta bir tür sahtekarlık olduğunu düşündüm, ama spam[3] filtrem bunu oldukça olanaksız kılıyor. Bu e-postanın senin cep telefonundan gönderildiğini düşünmek doğru olur.”


“Ama Otonaşi, bunu gönderdiğimi hatırlamıyorum—”

“O zaman Gönderilen Mesajlar dosyasına bakmaya ne dersin? Biri boşaltmadığı sürece, e-posta hala orada duruyor olmalı.”

Başımı sallayıp cep telefonumu çıkarttım. Tam da korktuğum gibi...

“En derin arzum gerçekleşti. Artık sonsuza dek beraber olabiliriz.”

...Aynı mesajı telefonumun Gönderilen Mesajlar klasöründe buldum.

“B-Bu—” konuşurken ağzımdan tükürük çıkıyordu ve sarardım.

“Sakin ol Kazuki. Bu mesajı aşıkane olduğun için yollamadığını yüzündeki ifadeden anlayabiliyorum. Ama bu mesaj gerçekten başka biri tarafından gönderildiyse, o zaman bunu yapmak için sabahın ikisinden sonra bir vakitte senin telefonunu kullanmış olmalı.”

E-postadaki tarih 30 Nisan yazıyordu, bu demek oluyordu ki bu sabah saat 02:23’te gönderilmişti.

O sıralarda, telefonum yastığımın yanındaydı. Otonaşi'nin aramasından dolayı uyanmıştım, yani bu kesinlikle doğruydu. O zaman bu, dün gecenin geç saatlerinde birinin odama girdiği anlamına mı geliyordu? Gerçekten mi? Bir insan niye böyle bir çareye başvurur ki…? “Kazuki,” ben düşüncelere dalmışken Otonaşi bana seslendi. “Reddeden Sınıf diye hitap ettiğimiz kutunun içine nasıl girebildiğimi biliyor musun?”

“...?”

Nereye varmaya çalıştığını anlayamamıştım.

“Şu an konuştuğumuz konu ile ilgili bu. Sana Reddeden Sınıf’a girebilmemin sebebini benim de bir kutu olduğumu söyledim, ama bu cevap bunu nasıl yaptığımı pek açıklamıyor, değil mi?”

“...Şimdi demişken gerçekten de…”

“Kutulara girebilmek dışında, aynı zamanda onların varlığını algılayabiliyor ve yerini de tespit edebiliyorum.”

“...Evet.”

“Biri nasıl senin telefondan benimkine gecenin ikisinden sonra e-posta atmış olabilir? Alternatif olarak, bir insan bizi nasıl işlerin bu yönde geliştiğine inandırabilir? Bunu yapmanın birkaç yolu olmalı, ama ben şu ihtimali düşünüyorum.”

Devam etti.

“Bu bir kutunun gücü.”

—Kutu mu?

“Yani… böyle bir sonuca nasıl bu kadar kolaylıkla varabildin bilmiyorum. Demeye çalıştığım, bir insan niye böyle bir şey için kutuya—”

“Kazuki, beni dinlemiyor muydun? Ben kutuluların varlığını algılayabiliyorum. ...Ah, ama haklısın: bu e-posta tamamen alakasız olabilir. Ama kesin söylebileceğim tek bir şey var.”

Otonaşi kararlı bakışını benim üzerime sabitledi.


“Yakınlarda birileri kutu kullanıyor.”


Bunu kabul etmemi sağlayan şey sözleri değil, ciddi bakışıydı. Sonunda neyin başlamak üzere olduğunu fark ettim.

Tekrar oluyordu.

Bir kutu tekrar günlük hayatımı yok edecekti.

“Peki Kazuki, e-postaya geri dönelim. Bir kutunun konuyla alakalı olduğunu varsayarsak, bu mesajın önemi ne olabilir? Sahibin özel güç elde ettikten sonra bizimle alay ettiğini düşünmek biraz fazla iyimser, değil mi?”

“...Sen ne düşünüyorsun?”

“Bize bir savaş ilanı, veya basit bir gerçekçi gözlem de olabilir.”

“Gerçekçi gözlem mi…?”

Bu ne anlama geliyordu? Otonaşi'nin sahiple çıkmadığı apaçık ortadaydı.

“Bir tür mecaz olabilir. Veya kutu geleceği bu yönde değiştirmek için kullanıldı… ama kesin bildiğimiz tek bir şey var.” Otonaşi sakince nefes verdi ve kaldığı yerden devam etti. “Sahip doğrudan kutuyu kullanarak aramıza girmeye çalışıyor.”

Doğru, işin özü buydu. Yoksa, sahibin böyle bir e-postayı benim telefonumdan Otonaşi'nin telefonuna atmasının bir anlamı olmazdı.

“...Ne yapmalıyım?”

“Bir kutunun kullanıldığı şüphesiz. Bu kutunun nasıl kullanıldığını öğrenip özünü çözmem lazım, ve bana bunu yapmakta yardım etmeni istiyorum. Günlük hayatındaki küçük değişikliklere karşı hassassın, öyle değil mi? Benim anlayamayacağım anormallikleri sen fark edebilirsin belki.”

“Tamam, anladım. Gözlerimi açık tutarım.”

“Güzel. Yeni bir şey öğrendiğimde seninle iletişime geçerim.”

Artık tartışma sonlandığına göre, öğle yemeğime geri döndüm. Fakat, Otonaşi'nin yemek çubukları hareket etmiyordu, ben de yemeği bıraktım.

“Başka bir şey var mıydı Otonaşi?”

“Hmmm… evet, gibi,” dedi Otonaşi üstü kapalı bir tavırla. “Çok abartılacak bir şey değil, gerçekten, ama beni rahatsız ediyor, ve bundan hoşlanmıyorum, o yüzden açık konuşacağım.”

“...Tamam, söyle.”

“Bana hitap etme şeklin de neyin nesi?”

“He?”

Beklenmedik bir soru yöneltmişti.

“...Belirli bir sebep yoksa, boşver,” dedi ve yemeğine devam etti.

İçimdeki soruşturma dürtüsüne karşın, görmezden gelmeye karar verip yemek yemeye devam ettim.

30 Nisan (Perşembe) 22:38[edit]

Günlük hayatımdaki küçük değişiklikler… İlk okuldan beri kullandığım çalışma masamda otururken, birkaç tane düşünmeye çalıştım, ama aklıma hiçbir şey gelmedi. Değişiklikler. Etrafımız türlü türlü değişikliklerle sarılıydı.

Herhangi bir şey düşünmekten aciz bir vaziyette, bir hevesle cep telefonumu açtım.

Ekranda pijama giyinmiş bir Mogi'nin resmi vardı.

Her zamankinden daha zayıf gözükmesine rağmen, hiç de acınası durmuyordu. Resim hastanede çekilmişti, ve suratından ışık saçan bir gülümseme ile barış simgesi yapmıştı.

“Kazu sırıtıyor! Açık saçık fotoğraflara bakıyor!”

Ablamın sesini duyunca hemen cep telefonumun kapağını kapattım.

“B-Bakmıyorum!”

“Hiddetlendin işte ~ Burada bir dolaplar çeviriyorsun~”

Benden üç yaş büyük olan ablam Luka Hoşino. Ranza’nın üst yatağına yüzünde kocaman bir gülümseme ile tırmandı… her zamanki gibi sadece don giyiniyordu. Of, Luu… beni asla dinlemiyordu ve neredeyse yirmi yaşında olmasına rağmen sürekli bu kılıkla dolaşıyordu. Kardeşin delikanlı Luu, Allah rizası için ya!

“Aa, dur tahmin edeyim: Kasumi Mogi'nin resmine bakıyordun, değil mi~?

“Nas—”

O nasıl..?!

“Oha, tam isabet mi? Hihihi…”

“B-Bekle! Sen Mogi'yi niye biliyorsun ya…? Ah! İznim olmadan cep telefonumla mı oynadın yoksa?!”

“Tabi ki hayır ya~ Sadece o seni aradığında ismini gördüm, tamam mı? Sadece kafamdan atmıştım~ ah, ama sen ne kadar da şehvetlisin öyle? Bir kızın resmine bakıp eğlenmek demek he?”

İşte tam bu yüzden kendi odamı istiyordum!

Utancımı saklamak için cep telefonumu elimde sıkıca kavrayıp Ranza’nın alt yatağına atıldım.

“Hey, Kazu, şu Kasumi Mogi kız arkadaşın mı?”

“H-Hayır, değil!”

“Öyleyse nasıl bir ilişkiniz var? Veya, daha da önemlisi: Onun hakkında nasıl hissediyorsun?”

“.......ee…”

İlişkimiz mi… Neydi acaba? Onun hakkında nasıl mı hissediyordum?

Yani, Reddeden Sınıf içerisinde bana aşkını ilan etmişti, ve bu resmi bana yollamış olması bana karşı bir şeyler hissettiği anlamına geliyor… muhtemelen.

Onun bana karşı olan hislerini kesinlikle nahoş bulmuyordum.

Ama açıkcası… bundan daha fazla olup olmadığını bilmiyordum. Reddeden Sınıf içerisinde sahip olduğum hislerin hiçbiri artık yoktu. Mogi'ye karşı benzer hislerim olduğunu ima eden belli başlı birkaç anıya sahiptim. Ama o anılardan dolayı, onun hakkında tarafsızca düşünmeyi zor buluyordum. Artık hislerime ne kadar güvenebileceğimden konusunda hiçbir fikrim yoktu.

“Yani… biz arkadaşız, bu kadarı kesin!”

Sorusuna cevap vermek için kafa patlatmama rağmen ablam yanıt bile vermedi. Ama şaşkınlık içerisinde kulaklarımı açtığımda, onun sakin ve düzenli bir şekilde nefes alışlarını duydum.

...Uyuya'kalabilme hızı beni sürekli şaşırtıyordu.

O anda az önce baktığım e-postaya yanıt vermediğimi fark ettim, o yüzden bir cevap yazmaya başladım.

22:59


Yanıt yazma esnasında birden bire bilincimi kaybettim.


30 Nisan (Perşembe) 23:18[edit]

Pekâlâ, arama yapma zamanı.


Utsuro no Hako vol2 clock2.jpg









  1. 弁当 (べんとう) - Kısacası taşınılabilir bir yemek kutusu. Japonya’da sık sık kullanılır ve bakkallarda da bulunur. Daha fazla bilgi: https://eksisozluk.com/bento--875341
  2. Altın Hafta 7 gün içerisinde 4 ulusal bayramdan oluşan bir haftadır, ve 29 Nisan’dan 6 Mayıs’a kadar sürer. Yeni Yıl ve Obon’dan sonra Japonya’daki en hareketli tatil sezonudur.
  3. İstenmeyen, gereksiz, aldatmaca, vb. mesajlara verilen isim. Sırf e-posta için geçerli değildir ama en sık e-postada bulunur.



Back to 29 Nisan (Çarşamba) Şoowa Devri Anma Günü Return to Ana Sayfa (Main Page) Forward to 1 Mayıs (Cuma)