Utsuro no Hako - Türkçe: 2. Cilt 18 Mayıs

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

HakoMariTR2-A4.jpeg


Elimde sığır dili tadında Umaibō ambalajı kırıştırırken, sınıfta sağ sola baktım. Sınıf arkadaşlarım bana artık dikkat etmiyorlardı. Yarın başlayan vizelerimizden dolayı biraz gergin gözüküyorlardı.

“Ya, Kazu!”

“Ah”

Kokone bana selam verirken kafama elinin yanı ile vurdu.

“......Günaydın.”

“Biliyor musun, ben esasında sadece geziniyordum. Şibuya’da.”

“Ha?”

Kokone birden zafer kazanmışcasına konuşmaya başladı.

“Sadece Marui’ye gitmeye veya HMV’de müzik dinlemeyi düşünüyordum. Ama sanırım dünya benim bu cazibemi görmezden gelemiyor! Ve de benim bu E-Kuplarımı!”

Şimdi bir ölçü daha da büyüklerdi…

Sırama bir moda dergisi koydu ve parmağıyla ona işaret etti. Kokone’nin Şibuya’da, yüzünde bir gülümseme ile bir fotoğraf vardı.

“Aa, vay be.”

Bu benim gerçek izlenimimdi. Kokone daha da sevindi.

“Hohoho, bu arada, sırf o iki saat içerisinde beş defa bana yaklaşanlar oldu, birkaç flört yapanlar da dahil. Onları reddetdim ama ardından da manken olarak keşfedildim… Of of… toplum beni hiç bırakmak istemiyor anlaşılan. Ee, fotoğrafı beğendin mi? Nasıl?”

“.......Yani, güzel, sanırım?”

“Sen de mi öyle düşünüyorsun? Bir de yorumuma bak! ‘Hırkamın iplerini kulaklıklarım olarak karıştırdım ve kulaklarıma soktum!☆’Tatlı, şapşal bir kız tarafından ne kadar da zevkli bir yorum. Bu Moe.”

“Moe, aynen.”

Gereksiz şeyler söylesem işler muhtemelen karışacağından dolayı, rastgele cevap verdim.

Kokone ardından huysuz bir sesle, bizi gözleri yarı açık vaziyette izleyen Haruaki’yle konuştu:

“...Ne var Haru?”

“Yok, hiç. Sadece insanın kendisini övmesinin ne kadar iğrenç olduğunu düşünüyordum.”

“...sadece evde forması olan erkekler iğrenç.”

“Ne!? Adidas formalarımla dalga geçme!”

“Ben Adidasla dalga geçmiyorum. Ben seninle dalga geçiyorum.”

Bu laf alış verişini şahit ettikten sonra düşünmeden gülümsedim.

Ne kadar şanslıydım. Bunun anlamı günlük hayatımın böyle alış verişlerin yer alabileceği kadar geri dönmesiydi.

Hatta, bunun zevkini çıkartamayacak noktaya gelmek üzereydim. Balçıkta Yedi Gece yok olmuş olabilirdi, ama hala etkiliyken olanlar kaybolmamıştı. Kokone’ye itiraf ettiğim gerçeği değişmemişti.

Günlük hayatıma dönebilmem tamamen Maria ve zekasının sayesindeydi.

Mogi'nin hastane odasında yer alan o tehlikeli alış verişi düşündüm.



9 Mayıs, öğleden sonraydı.

Mogi beyaz yatağında oturuyordu, üzerinde cep telefonumdaki resimde birçok defa gördüğüm pijamalar vardı. Kokone onun yanında duruyordu, bugün saçını toplamamıştı.

İkisi de bana dik dik bakıyorlardı.

Tabi bu bakışların farkına varmıştım, o yüzden göz teması kurmamak için yatağa baktım. Gözümün kenarından Maria’nın bacaklarını görebiliyordum.

…”Savaş meydanı” denilen şey bu muydu?

“Bir açıklama duymayı isterim, Hoşino.”

Mogi'nin cilet gibi keskin, ama aynı zamanda sakin olan sesinden dolayı gerildim.

“Yani Otonaşi kız arkadaşın olmasına rağmen Koko'ya itirafta mı bulundun? Bu ne anlama geliyor? Senin bu kadar umursamaz bir çocuk olduğunu bilmiyordum…?”

Kokone onun iyi arkadaşı olan Mogi'ye danışmıştı itiraf konusunda.

Sonuç olarak, onun tarafından çağrılmıştık, ve şimdi de buradaydık.

“Koko bana zaten Otonaşi ile aranız iyi olduğunu söyledi… ama duyduklarımdan çıkartabildiklerimle, sizin zaten çıktığınızın sonucuna varabiliyorum, öyle değil mi?”

“Ehm…”

“.......Neden çıktığınızı söylemedin ki? ...Son zamanlarda aramızın daha iyi olmasını düşünerek aptal durumuna düştüm…”

Mogi'nin sesindeki keskinlik yavaşca kayboldu. İfadesinin karardığı belliydi.

“Açıkla bize Kazu!”

Dedi Kokone öfkeyle.

“Y-Yani, ehm… B-Biz-birlikte-ol-değiliz, öncelikle.”

“Siz… ne?! Birlike ‘olmak’ mı?! S-Sorduğum şey o değildi! Sapııık…”

“Kimse o şekilde yanlış duyamaz! Yanlışın var!”

“Sana inanamıyorum artık! Öyle bir şeyi Otonaşi'nin önünde söyleyebildiğine hayret ediyorum. Birbirinize ilk isimlerinizle hitap etmenize rağmen!”

Hastane odasında gürültü yarattığımızdan dolayı, bütün bakışlar üzerimize odaklandı. Hemşireler bile bize yaklaşmaya cesaret edemedi ve bizi sadece uzaktan izledi.

...Bizi gelip azarlayamaz mısın lütfen?

Kokone derin bir nefes aldı ve ciddi bir suratla Maria’ya baktı.

“...Onunla hiçbir sıkıntın yok mu? Kazu bana itirafta bulunmasına rağmen, neden o kadar sakinsin?”

“Hm. ...Yani.”

Maria Kokone’nin sözlerine kollarını kavuşturdu. Bana bir bakış attı ve ağzının kenarları hafifçe kalktı. ...İçimde kötü bir his vardı.

“Kirino’ya olan itirafından dolayı rahatsızlık… Tabi ki de hiç yok.”

“...Neden?”

Çünkü bunu ona ben yaptırdım.”

Herkes hayrete düşmüştü. Tabi, bende dahildim.

Ehm, Maria az önce ne dedi?

“...........Bu ne demek? Otonaşi Kazu'nun bana itiraf etmesi için teşvik mi etti?”

“Aynen öyle.”

“...K-Kazu, ne oluyor ya?!” “Hoşino, bunun anlamı ne?!”

Hayır, bunu bende öğrenmek istiyordum.

“Kazuki zaten düzgün açıklayamayacağı için, açıklamayı ben yaparım.”

Maria bunları söylerken ağzının kenarları hala kalkmıştı.

O bu durumdan kesinlikle zevk alıyordu…

“İlk önce, bir olgu olarak bunu hemen bahsetmem gerekiyor, ben Kazuki tarafından reddedildim.”

Kokone ve Mogi gözleri sonuna kadar açık bir şekilde bana baktılar. H-Hayır, gerçekten, bende anlamıyordum!

“Hatırlayınca, ‘Senin gibi önemsiz bir varlık hakkında hiçbir şey düşünmüyorum.’ gibi bir şey demişti.”

Öyle bir şey diyebilmemin imkanı yok, var mı?!


“Nasıl y… bu çok kendini beğenmiş değil mi? Kazu git geber.”

“B-Ben bile bunu az önce itici buldum sanırım.”

“Hayır, ehm……”

Mazeretler uydurmak istedim, ama Maria’nın ne işler çevirdiğini bilmediğimden dolayı, hiçbir şey diyemedim.

“Bu haşin reddedişi hemen anında kabul edemedim. Ama yani, hoşlandığı başka biri olsaydı, elbette pes etmezdim, ama onun reddedişini kabul ederdim. O yüzden sordum. Hoşlandığı birinin olup olmadığını.”

“V-Ve orada bana olan AŞ-KI-NI söyledi!”

“Yani evet, oldukca uzun bir süre tereddüt ettikten sonra, senin ismini bahsetti.”

Kokone Maria’nın sözlerini duyduktan sonra, “Aa, ehm” gibi sesler çıkartarak yavaş yavaş kızardı. Onun yanında da Mogi tersine morardı. ...bu bana biraz trafik lambasını andırıyordu.

“Ama dinle, Kirino’nun ismini duymuş olmakla ona hala tamamen inanamadım. Çünkü onlar bana sırf arkadaş olarak gözükmüştü. O yüzden gözlerimin önünde onun itirafta bulunması ve eğer yaparsa kabul edeceğimi söyleyerek teşvik ettim.”

“Ve böylece Hoşino Koko'ya teklifte bulundu…”

Mogi mırıldadı, neredeyse ağlayacak bir halde. Kokone’nin yüzü hala kızarıktı ve Mogi'ye endişeli bir yandan bakış attı.

...hey, Maria, ne dolaplar çeviriyorsun sen…?

“Yani, ama Kazuki şimdi de Kirino’yu sevdiğine dair ifadesini geri aldı.”

“EEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEHHHHH”

Kokone haykırdı.

“K-Kokone, burası hastane!”

“Kapa çeneni seni lanet değişken piç.”

“.......”

“Kısacası. Sonunda, Kirino’yu sevdiği sadece beni geri çevirmek için söylediği rastgele bir yalandı sadece. İtiraf etmek için benim tarafımdan tehdit edilerek, o zaten geri çekilemezdi.”

“Hm… Durumu anladım. Ama… Ama, ama! Bunun hala bana birazcık acımasız olduğunu düşünüyorum!”

“Bunun sana ne kadar güvendiğini belirtmiyor mu? Senin, onun değerli arkadaşının, o özür dilediğinde senin onu affedeceğine inanmadı mı?”

“Hmmmmmmm…”

“Belki de, bir ihtimal, onu yanlış anlamana da itirazı yoktu?”

“He?!”

Kokone tekrar kızardı.

...Hayır, gerçekten, şimdi neden gidip gereksiz bir laf ekledin Maria?

“Ama bu seni de karıştırdığımızın gerçeğini değiştirmiyor Kirino. Kazuki de bende yaptıklarımızdan pişmanız. Lütfen bizi affet.”


“G-Gerçekten çok özür dilerim.”

Burada özür dileme fırsatı hissettim. Kokone bana gözlerini kısıp baktığında yanakları hala biraz kırmızıydı.

“...Davranışlarını iyice düşündün mü?”

“E-Evet. Özür dilerim.”

Tekrar düşündüğüm sözler dediğimi görünce, Kokone dudaklarını büktü ve konuştu.

“Anladım! Seni affedeceğim. Ama bunu ikinci bir defa yapma! İtiraflara her ne kadar alışkın olsam da, ben bile korktum, biliyor musun! O gece ne yapmam gerektiği konusunda o kadar telaş yaptım ki uyuyamadım, biliyor musun!”

“Demek itiraflara alışkınsın.”

“Ha! Okula girişimden sonra bir sene içerisinde kolaylıkla ikili rakamlara ulaştım! ...Aa, şu an onun önemi yok! Doğru düzgün düşündün mü sen?!”

“Ö-Özür dilerim. Düşündüm, düzgünce…”

Tekrar yüksek sesle konuşan Kokone, rahatlamış, gülümsüyordu.

O da ilişkimizin eskisine dönmesini dilemişti.

Bu şekilde herkesin dilediği günlük hayatı muhafaza edersek, o kadar kolaylıkla yok edilemezdi.

“Peki ala, o zaman ben eve gideceğim.”

Dedim ve Maria’ya göz kırptıktan sonra odadan ayrılmaya çalıştım. ...dürüst olmak gerekirse, aceleyle çıkmak istiyordum çünkü üzerimizde o kadar bakış olması oldukca utandırıcıydı.

“Bekle bir dakika.”

“...Ne oldu, Mogi?”

“Aa, ehm… sen Otonaşi'yi terk ettin, değil mi? O yüzden sizin neden hala beraber olduğunuzu merak ettim…? Siz gerçekten çıkmıyorsunuz, değil mi?”

Mogi titreyen bir sesle sordu.

“Ehm… yani, evet.”

Sırayla bana ve Maria’ya baktı ve gözlerini indirdi.

“.......Aah, bak gör! Çabucak hastaneden taburcu edileceğim! Okula hemen geri dönmeliyim. Huzursuzum… çok huzursuz…”

“M-Merak etme, Kasumi! Ben onu gözetlerim!”

Mogi Kokone’nin sözlerini duyduktan sonra suratını astı.

“...Koko. O ‘Belki de, bir ihtimal, onu yanlış anlamana da itirazı yoktu’ dediğinde oldukca mutlu gözükmüştün.”

“H-Hiç de bile!”

Mogi bana gözleri yaşlı bir şekilde dik dik baktı.

“Hoşino, seni ahmak!”

“He…”

“Bu sahte itirafı neden bana değilde Koko'ya yaptın?!”

Aaa… sorun bu muydu?



Öğlen arası.

Okul kantininde bir masada Maria’yla yüz yüze oturuyorduk. Maria ifadesizce sakız tadında Ramen höpür höpür içiyordu.

Oysa çilekli turtayı yerken o kadar da mutlu gözükmüştü. Gerçi, ben bilmeden fotoğraf çekmek üzereyken, o bana vurdu ve yüzünü ekşiterek yemeye devam etmişti.

“Kazuki, bugün de benim eve gelecek misin?”

Onun yanındaki erkek öğrencinin kızarmış pilavı ağzından fışkırdı.

“Bugün kütüphaneye gitmeyi düşünüyorum. Sen ne düşünüyorsun?”

“Bana hava hoş.”

Son iki gündür Maria’nın odasına ziyaret ettim. Pek eğlence için değildi, o sadece bana yaklaşan sınavlar için bana ders verdi, çünkü o açık arayla okulumuzdaki en iyi öğrenciydi.

Ama yine de, birinci sınıf öğrencisinden ders alan ikinci sınıf öğrencisi…

“Hm, ama o gelmez, he. Yapacak bir şey yok. Ben kalan çorbayı bitiririm, biraz fazla olsa da.”

“...lezzetliydi, gerçekten.”

“Senin izlenimlerini sormadım.”

Dedi soğuk bir şekilde, onu düşünmeme rağmen.

“Ama yine de—”

Maria’nın odasına gitmek: eğer ‘o’ muhabbetimizi duysaydı, bahse girerim ki kapris yapardı.

Bunu düşününce, iki hafta öncesine kadar ‘onun’ hep Maria’nın yanında hep yemek yediğini hatırladım.

Neredeyse eskisi gibiydi. Mogi hastanede surat asmaya başladı ve Daiya hala benimle konuşmamaya devam etti, ama rahat bir hayat geri kazandığımı düşünüyordum.

Ama, Riko Asami ve Ryuu Miyazaki artık günlük hayatımızda yer almıyorlardı.

Bizim Altın Hafta’mız dört gün uzatılmıştı, o yüzden okul 11 Mayıs’a kadar başlamamıştı. Bunun sebebi ise bu okula bir cinayet olayının şüphelisi bu okula gitmesiydi. Biz dinlenirken, okulumuzun müdürü televizyonda gözükmüştü ve Miyazaki'nin müthiş ve ciddi bir öğrenci olmasıyla ilgili bir şeyler söylemişti.

Tatilden sonraki ilk gün kocaman velveleydi. Öyle bir kargaşaydı ki birkaç kız cidden ağlamış, ve medya bizi kameralarla kuşatmıştı. Artık sıradan sınıf sahnesine hiç benzemiyordu.

Ama bir hafta sonra, sınıf önceki gibiydi.

Sınıf arkadaşlarımız sırf ‘Ryuu Miyazaki’ ismini bahsetmek bile sessiz bir tabu olduğunu ilan etti. Onun ismi silinemez bir şekilde o cinayet olayı ile ilişkiliydi, ve bu da alışılmadığa kaçıyordu. Günlük hayatı muhafaza etmek uğruna, onun adı bile var olmamalıydı.

Tabi ki de Miyazaki'yi hatırlayacaktım. Onu istesem de unutamazdım. Ama yine de, Miyazaki bu sınıfın öğrencileri arasında geçen muhabbetlerde yer almayacaktı.

Miyazaki artık günlük hayatına geri dönemezdi.

Ve kardeşi, Riko Asami, için aynı şekildeydi.

Bu olayın açıklandığı anda, onun buradaki yeri yok olmuştu. Riko Asami Ryuu Miyazaki’nin kardeşi olduğu sınıf arkadaşlarına bile bilinmemesine rağmen, artık ülke çapında biliniyordu. Onun resmi ve adresi devasa bir duyuru panosunda yayınlandı ve o medya ve meraklı insanlar tarafından kuşatılmıştı, oysa esasında kurbanların ailesinin bir üyesiydi.

Asami biz öğrenmeden önce okulu bırakmıştı.

“Kazuki, ne oldu? Gözün daldı.”

Maria Ramen’ini bitirdikten sonra bana bunu sordu.

“Ah, hayır, yok bir şey…”

“Asami’yi hatırladın, değil mi? ...Off, aklında kızdan başka bir şey yok.”

“Öyle imalı bir şekilde söyleme…”

Maria benim rahatsızlığımı görünce, memnun bir şekilde gülümsedi. Artık emindim. O bir sadistti. Hayır, yani, bunu zaten uzun zaman önceden beri biliyordum ama.

“Asami hakkında endişelenmene gerek yok. Bu kadarını biliyorsun, değil mi?”

Dedi Maria gülümsemesiyle.

Bende, farkında olmadan bu sözlere gülümsedim ve başımı salladım.

Doğru, onun hakkında endişelenmiyordum.

Cep telefonumu çıkarttım ve en son ses dosyasını dinledim.

Günaydın, Kazuki Hoşino. Yoksa tünaydın mı demeliydim?”

Bu selam ilk selamı ile tıpatıp aynıydı. Sadece bu Kazuki Hoşino’nun sesi değildi, ama bir kızınkiydi.

Riko Asami’nin sesi.

Bu dosya tarih damgasına göre 6 Mayıs saat 02:00’de oluşturulmuştu. Yaklaşık olarak benim ve Maria’nın aile lokantasından ayrıldığımız zamanlardı. O telefonumu ne zaman çaldığını bilmiyordum, ama Maria tek taraflı olarak ona emanet etmişti.

Bana bu mesajı bırakmaya izin vermek adına.

”Ne demeliyim? Belki: Zahmet için özür dilerim? Beni sırf kelimelerle affetsen, istediğin kadar söylerdim. Ama sanırım bu mümkün değil. Beni affetmezsin, ve ben bu boyutta bir şey yaptım.”

Bu hiç de doğru değildi. Dargınlık günlük hayatta sadece bir ayak bağı ne de olsa.

”Aynı şekilde, ağabeyim ne kadar ceza çekerse çeksin, onun günahının asla affedilebileceğini düşünmüyorum. Hapiste 10, 20 veya daha fazla sene yatabilir, ama oradan çıktığında günahı affedilmeyecek. Onun yaptığı şey, benim uğruma olmasına rağmen, doğru değildi. Eminim o günahının ağırlığını yavaş yavaş fark edecektir. Ayrıca onun kalbinin defalarca kırılacağını da düşünüyorum. Ama biliyor musun? O iyi olacak! Ne de olsa, ağabeyim bunların hepsini bilmesine rağmen ‘zamanında yetiştim’ dedi.”

Onun sesi parlaktı ve hiç blöf izlenimi vermiyordu.

Bunlar şüphesiz Asami'nin gerçek duygularıydı.

”Ben de iyiyim. Bunu sonunda fark ettim. Artık bunu gözümden kaybetmeyeceğim.”

Çok büyük sıkıntılar yaşayacağını biliyordu. O, bu okula ikinci bir defa geri dönmeyeceğini çoktan biliyordu.

Ama buna rağmen, şunu dedi:

”Ben Riko Asami’yim.”

Mesaj orada bitti.

Ne tür acılara katlanması gerekeceğini bilmiyordum. Ama o bir daha asla kendine “kimse” demeyecekti.

O yüzden, o iyi olacaktı.

Elbet.

Asami nereye gittiğini kimseye söylememişti—Maria’ya bile. O yüzden, hiçbir gerçek temeli yoktu, ama birkaç defa duyduğum bir söylenti vardı.

Bu söylentiye göre, Riko Asami Hokkaido’da bir çiftlikte yaşıyor ve çalışıyordu.

Bunun gerçek olduğunu umuyordum. Orada Miyazaki'nın dönebileceği bir yer yaptığını umuyordum.

Bunu yapabildiğine emin oluşum iyimserliğimden kaynaklanıyor olabilirdi. Ama buna rağmen, inanıyordum.

Onların birlikte tekrar neşeyle gülebilecekleri bir hayatı geri kazanabileceklerini inanabiliyordum.


“Aa, demek Otonaşi ile birlikteydin.”

O sözleri duyduktan sonra aklımı başıma topladım. Başımı özlediğim bu sese doğru kaldırdım.

Daiya benim önümde duruyordu.

Bana vurduğundan beri benimle konuşmamış olmasına rağmen, hiçbir şey olmamış gibi Maria’nın yanına oturdu.

...A-Acaba sorun neydi? Acaba benimle barışmak mı istiyordu? Umarım öyledir, ama onun bunu samimi bir şekilde söyleyebileceğini düşünmüyordum.

“Kazuki.”

“E-Evet?”

“Senin bu anlaşılmaz davranışın nedenini duydum!”

Belki Kokone ona hastane odasında konuştuklarımızı bahsetmişti?

Daiya şaşkına dönmüş olan bana küstahca sırıttı. Birden, bir şey fark ettim. Onun sadece sol kulağında takılı olan pirsing artık sağ kulağında da görünüyordu.

Daiya ardından:

“Sende O ile daha önceden tanıştın, değil mi?” dedi.





Geri Git - 5 Mayıs (Salı) Çocuk Günü Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - Yazarın Notları