Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27753. Defa

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

Sınıfımız beden eğitimi dersinde futbol oynuyor.

Bense burun kanaması geçirdiğim için, Mogi'nin kucağında dinleniyorum.

Birden onun duygularını merak etmeye başladım. Acaba kucağında dinlenmeme izin vererek, birazcık da olsa, beni cezbetmeye mi çalışıyor?

En ufak bir fikrim yok—gizlice ona baktığımda her zamanki gibi ifadesiz.

“...Mogi.”

“Ne oldu?”

“Şu an ne düşünüyorsun?”

“He?”

Mogi başını yana eğdi, ama cevabı varmış gibi gözükmüyordu. Soruma tek tepkisi şaşkın bir bakış oldu.

Bunun üzerine düşünmeye başladım—partnerimin duygularını anlamak bu kadar zorsa, aşkımız gerçekten ilerleyebilir miydi?

Neden bu kadar zor bir kıza âşık oldum ki?

Hakikaten—ben ne ara ona âşık oldum?

Hatırlamaya çalıştım.

“...........Ha?”

“...Ne oldu?” Birden ses çıkartınca Mogi sordu.

“Y-Yok… yok bir şey!”

Suratım muhtemelen ‘bir şey yok’ işaretini vermiyordu. Mogi bunun farkında. Fakat bu konuda beni sorgulayacak sosyal becerisi olmadığı için, sessiz kalıp bir şey demekten kendini alıkoydu.

Mogi'yi uyarmadan kalktım.

“Ehm… sanırım burun kanamam durdu.”

“...hım.”

Konuşmamız bu yalın sözcüklerle bitti.

Neden gönüllü olarak böylesine güzel bir durumdan vazgeçtim ki? Böylesine bir keyfi bir daha asla bulma şansım olmayabilir.

Ama—bu imkansız.

Çünkü ne kadar çabalasam bile—hatırlayamıyorum.

Hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum!.. Ona ne zaman âşık olduğumu hatırlayamıyorum!

Neden âşık oldum? Bunu ne tetikledi? Farkında olmadan mı ondan hoşlanıyordum veya, hiç özel bir durum olmadan?

Bunu bimem gerekir; nasıl unutmuş olabilirim, ama… ne kadar çabalasam da nafile, hatırlayamıyorum.

İlk görüşte aşk değildi, ve sınıf arkadaşı olmamız dışında hiçbir ortak yönümüz yok.

Ama buna rağmen, niye birden bire âşık oldum ki? Tamamen spontane gelişmiş bir aşk olamaz, değil m—

“—hadi canım…”

İnanması güç bile olsa, aklıma gelen tek şey buydu. Tamamen spontane gelişmiş bir aşk.

“Ne oldu? İyi misin?.. Hemşirenin yanına gidelim mi?”

Mogi teklifini her zamanki gibi sakince sundu. Benim için endişelendiği için gerçekten çok mutluydum. Basitçe mutlu. Bu duygu sahte değil.

“...Ben iyiyim. Sadece bir şey hakkında düşünüyordum.”

Kendime bunun bir hata mı olduğunu tekrar tekrar sordum. Ama ne kadar çok düşünsem bir o kadar doğru geliyor.

Ben Mogi'ye kapılmadım.

Ne zamana kadar? Doğru—

Düne kadar ona kapılmamıştım.

“—Oo, anlıyorum.”

Bahçenin ortasında öylece dikilen transfer öğrenci, Aya Otonaşi’ye baktım.

Benim Mogi'den hoşlanmamı sağlayan olay ne zamandı ki?

—Ah, bu çok basit. Dün değildi. Ama bugün baştan aşağı âşığım. Öyleyse ne zamandı?

Bu sadece dün ile bugün arasındaki bir zamanda mümkün olabilir.

Reddeden Sınıf içerisindeki 20,000’den fazla tekrar esnasında.

Ah, hatırladım. Sadece bir kısmını, ama belki de her zamankinden daha fazlasını. Yine de, bu sadece bir parçası, o yüzden anılarımın çoğu hala kayıp.

En değerli anımı kaybettim — Mogi'ye nasıl âşık olduğumu içeren. Ve bu anıma kesinlikle kavuşmayacağım. Mogi ile bir şey paylaşamam. Hakkında hiçbir şey yapamayacağım karşılıksız bir aşk bu, ne kadar zaman geçerse geçsin, sedece benim duygularım güçleniyor.

Hayır, bundan da öte. Reddeden Sınıf biter bitmez bu aşk da kaybolabilir. Demeye calıştığım, bu aşk Reddeden Sınıf’ın yokluğunda var olmamalı.

Garip. Gerçekten garip. Bu aşk yalan değil.

Ama yine de, bu aşk kutunun yokluğunda var olamayacak bir yalan mı?

Ani bir rüzgar esti. Mogi'nin eteğini kaldırdı. Acaba neden bu açık mavi külotu daha önce de görmüşüm gibi belirsiz bir hisse kapıldım?

Hayır, onu zaten gördüm.

Mogi'nin bugün açık mavi külot giydiğini biliyordum.

Aya Otonaşi’nin anılarını hatırlamak için Kasumi Mogi’yi herkesten fazla kez kurban ettiğini bildiğim gibi.

Bu yüzden, karar verdim—


Bu Reddeden Sınıf’ı korumaya.



Bu sefer, Aya Otonaşi bana yaklaşmadı.

Doğrusu, geçen tekrarda da aynı durum olmuş olabilirdi.Hafızam biraz karışık, ama bu durumun bir süredir devam ettiğini sanıyorum.

Aya Otonaşi öğle arasında tek başına yemek yiyor, elindeki sandviçi bıkkın bir şekilde çiğniyor.

Bu sefer ben ona yaklaştım.

Sadece bununla birlikte, kalbim hızlandı ve vücudum gerildi. Otonaşi'nin başkalarına koyduğu set devasa bir bariyer haline gelmişti, tek başına bile baskı yaratacak kadar güçlü bir bariyer.

“...Otonaşi.”

Kendimi hazırladım ve ona seslendim. Ama, Otonaşi bana dönüp bakmadı. Bu kadar yakındayken, beni duymamış olması imkansızdı, o yüzden devam ettim.

“Seninle konuşmam gereken birşey var.”

“Benim yok.”

Gözünü kırpmadan beni geri çevirdi.

“Otonaşi.”

Tepki yok. Yalnızca sandviçini gönülsüzce çiğnemeye devam ediyor.

Ne dersem diyeyim beni görmezden gelmeye kararlı gözüküyor. Öyleyse sadece beni görmezden gelmesini imkansız kılarım.

Biraz düşününce doğru fikir aklımda tetiklendi.

“...Maria.”

Ağzından gelen çiğneme sesleri kesildi.

“Seninle konuşmam gereken bir şey var.”

Hala bana bakmadı. Ama bir şey de söylemedi.

Sınıfın sesi kesildi. Sınıf arkadaşlarımız nefeslerini tutarak bize bakıyordu.

Otonaşi daha fazla dayanamadı ve iç çekti.

“O ismi söyleyeceğini hiç düşünmemiştim. Anlaşılan bu defa birçok şey hatırladın.”

“Evet, öyle—”

“Öyle bile olsa, seninle konuşacak bir şeyim yok.”

Tekrar sandviçini ilgisizce çiğnemeye başladı.

“Neden!”

Birden bağırmaya başlayınca sınıf arkadaşlarım bana odaklandı.

“Neden?! Yüzleşmen gereken insan ben değil miyim?! Öyleyse neden beni dinlemeye çalışmıyorsun?!”

“Neden diye mi soruyorsun?” benimle alay ediyor. “Gerçekten bilmiyor musun? Ha! Bir kez daha ne kadar aptalca davrandığına baksana. Asla kendin düşünmüyorsun. Neden böyle bir insanla muhatap olayım ki?”

“...Daha önce nasıl davrandığımı bilmiyorum.”

“Daha önce mi? Ne kadar aptalca bir düşünce. Şu an ne farkın var ki? Tıpkı eskisi gibisin!”

“Nasıl emin olabiliyorsun? Belki sana yardım teklif edeceğim. O durumda—”

“Doğrusu, fark etmiyor.”

Otonaşi sözümü bitirmeme izin vermeden bu sözleri söyledi.

Doğal olarak itiraz etmek üzereydim. Ama bu itirazım Otonaşi'nin sonraki cümlesiyle kayboldu.

“Çünkü bu teklifi sadece iki üç kere yapmadın.”

“He—?”

O kadar şaşırdım ki ağzım bir karış açık kaldı. Dudak bükerek, Otonaşi yarısı yenmiş sandviçini sardı ve konuşmaya başladı:

“Pekâlâ. Zamanımı çokça kez anlamsız şeylere harcamak zorunda kaldım zaten. Bu açıklamayı sana ikinci veya üçüncü sefer anlatmıyorum, ama yine de sana tekrar anlatacağım.”

Otonaşi kalktı ve yürümeye başladı.

Onu sessizce takip etmek dışında bir seçeneğim yok.



Her zamanki gibi, beni okul binasının arka tarafına götürdü. Ve her zamanki gibi, Otonaşi duvara yaslandı.

“Bunu baştan söyleyeceğim. Seninle muhabbet etmeyeceğim. Sen sadece salak gibi beni dinleyeceksin.”

“...Buna kendim de karar verebilirim.”

Biraz isyan etmek için böyle söyledim, ama Otonaşi bana sadece ters bir bakış attı.

“Hoşino, bunun kaçıncı tekrar olduğunu biliyor musun? Hayır, bilmiyorsun. Bu 27,753. tekrar.”

O sayı çok fazla acayip.

“...özellike her tekrarı saydın mı?”

“Evet, çünkü tek bir sefer saymazsam, sayıyı doğrulamanın yolu olmaz. Bunu yapmayı unutursam, kendimi kaybederim. Bundan dolayı, hep sayı tutuyorum.”

Bilinmezliğe sürüklenirken ne kadar yol katettiğinin farkında olmak biraz rahatlatıcı doğrusu.

“Her şeyi defalarca tekrar ettim. Sana yaklaşmanın her türlü yolunu denedim. Henüz denemediğim bir şey hayal edemiyorum.”

“Bu yüzden mi benimle konuşmanın anlamsız olduğunu düşünüyorsun?”

“Evet.”

“Sana kutuyu vermem için ikna etmeye bile çalışmıyor musun?”

“Ondan çoktan vazgeçtim.”

“Niye ki? Bu tekrarların bir noktasında, seninle en az bir kere işbirliği yapmış olmalıyım.”

“Tabi ki de. Bana nefretle davrandığın tekrarlar da, benimle işbirliği yaptığın tekrarlar da oldu. Ama ne oldu biliyor musun? Fark etmiyor. Öyle ya da böyle, bana kutuyu asla vermedin.”

İşbirliği yaparken bile kutuyu vermedim mi?.. yani, belli ki öyle. Otonaşi kutuyu elde etseydi ‘şimdi’ burada olmazdım.

“Sadece doğrulamak için soruyorum: kutunun sahibinin ben olduğumdan eminsin, değil mi?”

“Sürekli içimde çekip çekiştirdiğim bir konu oldu bu. Ama vardığım sonuç hep aynı. Kazuki Hoşino, şüphesiz, kutunun sahibidir.”

“Neden öyle düşünüyorsun?”

“Düşündüğün kadar da şüpheli yok zaten. Tümüyle Açıklama yapmakta çok uzun sürer, o yüzden kısa keseceğim: var olan birkaç olası şüphelinin beni 27,753 tekrar boyunca kandırması imkansız. Sonuç olarak, bir tek sen kutunun sahibi olabilirsin. Ayrıca, Reddeden Sınıf'la doğrudan bağlantısı olmayan ve açıklanamayan bir kanıtımız var, değil mi?”

O haklıydı—daha önceden kutunun dağıtıcısıyla tanışmıştım — ’*’.

“Her şeye rağmen kutuyu asla çıkartmıyorsun. Daha doğrusu, çıkartamıyorsun. Seni daha 20.000 tekrar öncesinden sahip olarak gözüme kestirmiştim.”

“Yani vaz mı geçtin?”

Kutu'yu elde etmek için elinden geleni yapan Otonaşi vaz mı geçti?

“Vazgeçmedim. Sadece kutuyu elde edemiyorum. Cüzdanında olan bir bozuk para aradığını varsayalım, ama ne kadar evirip çevirsen de bulamıyorsun. Cüzdanın her yanına bakmak kolay. Yine de bozuk parayı bulamıyorsun. O durumda bozuk paranın olmadığını düşünmen gerekir. Aynen o şekilde, bu 27,753 tekrar içerisinde ‘Kazuki Hoşino’dan kutuyu elde edemiyorum’ sonucuna vardım.”

Otonaşi bir anlığına kaşlarını çattı ve ardından bana arkasını döndü.

“Pekâlâ, gösteri bitti. Hala bir şeyler söylemek istiyor musun?”

“...Evet! Başından beri o yüzden seninle konuşmak istiyordum.”

Söylemem gerekiyor.

Karar verdim. Ben reddeden Sınıf’ı korumaya karar verdim.

Mogi'yi defalarca öldüren Otonaşi'yi, kendime—

“ Otonaşi seni, hayır, Aya Otonaşi, seni kendime—”

“—düşman mı edeceksin?”

“—Ha?!”

Ona karşı koymak için yaptığım cesurca tavrımı öngördü ve hala, aldırışsız bir şekilde beni görmezden gelmeye çalışıyor.

Kalbimin derinliklerinde ne kadar kaskatı kesilip şoka uğramış olduğumu görünce, Otonaşi derin bir iç çekti. Bana doğru isteksizce döndü.

“Hoşino, hala anlamıyor musun? Seninle ne kadar zaman geçirdiğimi düşünüyorsun, aptal çocuk? Bu sadece sıkılacak kadar çok tekrarladığım başka bir versiyon. İşin özünü görmem imkansız değil, değil mi?”

“N-Ne—”

Böyle cesur bir hareketi zaten defalarca yapmış mıydım yani?

Neden her seferinde tamamen etkisizdi?

“Bu arada, sana bir şey daha söyleyeceğim. İnançların bana karşı çıkma kararına sebep olsa bile, ve her tekrar sırasında o anılarını hatırlamaya kalkışsan bile: eninde sonunda bana karşı koymaktan vazgeçeceğinden adım gibi eminim.”

“Ö-Öyle olma—”

Sonuçta, onun Mogi'yi öldürmesini kabullenmem; Mogi'ye karşı hislerimi silip atmayı seçtiğim anlamına gelirdi.

“Bana inanmıyor musun? Bana defalarca belirttiğin sebebi söylememi ister misin?”

Dudağımı ısırdım.

Otonaşi konuşmamızı bitmiş olarak kabul edip bana sırtını döndü.

“Değerlerin 20,000’den fazla tekrara sorunsuz olarak dayandı. Bunun için hakkını vermeliyim.”

Anında kafamı kaldırdım.

Az önce beni ‘takdir’ mi etti? Otonaşi mi?

“Bir dakika bekle.”

Ne olursa olsun, sormam gereken tek bir şey daha var.

Otonaşi kafasını bana doğru çevirdi.

“Kutuyu benden almaktan artık vazgeçtin, öyle değil mi?”

“Evet. Öyle dememiş miydim?”

“O zaman… bundan sonra ne yapmayı planlıyorsun?”

Otonaşi'nin ifadesinde hiç değişiklik yok. Gözlerini benden ayırmadan doğruca bana bakmaya devam etti.

Direkt bakışı, gözlerimi onun gözlerinden ayırmaya zorladı.

“Ah—”

O anda… Otonaşi başka da bir şey söylemeden alıp başını gitti.

Soruma cevap vermeden.



Otonaşi sınıfa geri dönmedi—belki de eve gitmiştir.

Beşinci dersim matematik. Formülleri şimdiye kadar defalarca görmeme rağmen hemen anlayamıyorum. Bunun yerine, ders boyunca Mogi'yi izliyorum.

Gerçekten Mogi'yi terk edecek miyim? Gerçekten ona olan hislerimi kendi rızamla içimden söküp atacak mıyım?

Hayır. Bu imkansız. Geçmişteki benin de ne düşündüğünün bi önemi yok.

Şu andaki ben Mogi'den vazgeçmeyecek. Önemli olan tek şey de bu.

Beşinci ders bitti.

Hemen Mogi'nin yanına gittim. Beni fark etti ve badem gözleriyle bana doğru baktı. Vücudum taş kesildi. Kalbim her zamanki ritmini kaybetti.

Sırf ona bakmaktan. Ona söylemek üzere olduğum şeyin gerçekten özel olduğunu kanıtlıyor bu.

Günlük hayatımda asla yapmayacağım bir hareket bu.

Ama elimde değil. Anılarımı hatırlamanın başka bir yolu aklıma gelmiyor.

Mogi'ye hislerimi itiraf etmekten başka bir yol aklıma gelmiyor.

“...Mogi.”

Sanırım şu an suratımda oldukça tuhaf bir ifade var. Mogi bana merakla baktı ve kafasını yana eğdi.

“Ehm, sana söylemek istediğim bir—”


‘Lütfen yarına kadar bekle.’


“—Ah”

Zihnimden bir görüntü geçti. Kafamda bir ses gelişigüzel tekrarlandı. O kadar açık ve net bir hisse kapıldım ki, gözlerime, kulaklarıma ve beynime biri sanki cam saplıyordu.

Göğsüm şiddetle zonkluyordu, sanki çekiçle biri vuruyormuş gibi.

H-Hayır—

Hatırlamak istemiyorum. Hatırlamak istemesem bile. O anıyı tekrar tekrar silip unutmak istesem bile, kaybolmuyor. Başka herhangi bir anıyı, anlamı ne olursa olsun, unutabilmeme rağmen, bu unutamayacağım tek anı.

Evet, doğru ya—

Çok uzun zaman önce—Mogi'ye olan duygularımı itiraf etmiştim.

“...Ne oldu?”

“.......Özür dilerim, yok bir şey.”

Aramıza biraz mesafe koydum. Mogi şüpheci bir tavırla kaşlarını kaldırdı ama bana daha da başka soru sormadı.

Yerime döndüm ve sıramın üstüne çöktüm.

“.......Anladım.”

Şimdi düşününce, barizdi. Ne de olsa, bu günü 20,000 defadan fazla tekrarladım.

Mogi'ye duygularımı itiraf ediyorum. Ama unutuyorum. O yüzden tekrar itiraf ediyorum. Ve tekrar unutuyorum. Reddeden Sınıf’a karşı koymak adına istemesem bile bu itirafı yaptım, tekrar tekrar, tekrar ve tekrar yapıp, ne kadar yaptıysam o kadar da unuttum.

Ve her defasında duymaktan en çok kaçındığım cevabı aldım.

Hep aynısı. Hep aynı cevap. Yani, değişmesine imkan yok. Mogi anılarını hatırlayamıyor, dolayısıyla cevabı da değişemez.

O cevap—

“Lütfen yarına kadar bekle.”

Berbat. O bahsettiğin yarın asla gelmeyecek.

Eşi benzeri olmayan bir azimle, normalde asla toparlayamayacağım cesaretimi toplayıp, gerilmiş sinirlerimin sınırına geldim artık— ama sonunda, samimi sözlerim tamamıyla uçup gitti. Ve ardından, sayısız defa itiraflarımı unutmuş olan Mogi ile iletişime geçmeye mahkumum.

...Anladım. Sadece geçersiz kılınmıyorlar.

Baştan beri hiçbir şey yok.

Bu dünya başından beri bomboş. İçerisindeki her şeyin geçersiz kılındığı bir dünyada değeri olan hiçbir şey yok. Güzel şeyler de, çirkin şeyler de, kıymetli şeyler de, yırtık pırtık şeyler de, sevilen şeyler de, nefret edilen şeylerde de aynı miktarda değer var.

Bu sebepten dolayı hiçbir şeyin varlığı yok. Sadece boşluk var.

Reddeden Sınıf’ın anlaşılmaz boşluğu.

Midem bulandı. Tiksinç bir ortamda nefes almaya mecbur bırakıldım. Ciğerlerimdeki havadan kurtulma isteğime rağmen, yapamıyorum, çünkü o zaman bir daha burada yaşamaya devam edemem. Nefes alıp vermeden yaşayamam. Ama bu boşluğu solumaya devam edersem, vücudum da boş olur. Bir sünger gibi içim de boş olur.

Ya da—benim için çoktan zaman geçti ve içim çoktan bomboş mu?

“Ne oldu Kazu? Kötü mü hissediyorsun?”

Tanıdık bir ses duyunca,vücudum hala sıranın üstünde yığılmış haldeyken kafamı kaldırdım. Kokone önümde duruyordu, yüzü asıktı.

“Beden eğitimi dersinde burun kanaması geçirdin, değil mi? Belki o yüzdendir? İyi hissetmiyorsan, belki de hemşirenin yanına gitmeliyiz?”

“Onun için endişelenmeye gerek yok Kiri. Kötü hissetmesinin nedeni burun kanamasından ziyade, üstünde yattığı kucaktan dolayı olduğuna bahse girerim,” dedi Daiya. Onu fark etmemiştim, ama herhâlde yakınlarda duruyordu.

“Kucak mı..?..He! Demek öyle! Ne yaaa, sadece sevdalıymış…”

Dedikten sonra sırıttı ve destekleyici bir tavırla sırtıma vurdu.

“Se-n! Sen sen! Bu senin için biraz sırnaşık değil mi? Lütfen aaaşk gibi yetişkin işlerine bulaşma.”

“O kadar basit bir cazibeden etkilenmek—gülünç.”

“H-Hayır! Ben hep sevd—”

Cümlemin ortasında kendimi durdurdum. Bu birkaç yönden hatalı bir cümle olurdu. Bir kere, Mogi- san’a olan hislerimi itiraf etmiş olurdum, ama ondan da öte—

“Efendim? Daha düne kadar Mogi için özel hislerin yoktu, öyle değil mi?”

—doğru olmazdı.

Aslına bakarsan, ben ona bugün âşık oldum. Hislerim bir anda ortaya çıkıverdi, en azından Daiya ve diğerleri açısından böyle görünüyor. Ve bu yüzden de kimse ona olan düşkünlüğümü bilmiyordu, davranışlarımın bunu açıkça belli etmesine rağmen.

“Hey hey, Daiya, anlaşılan bu herif Kasumi’ye olan karşılıksız aşkını ilan etti. Uhihi.”

Kokone sırıttı ve Daiya’yı dirseği ile dürttü.

“Evet. En iyi durumda bu bana biraz fazladan eğlence sağlar.”

“Uhehe… başkalarının aşkı gerçekten de eğlenceliymiş! Mm, mm. Merak etme, Ablan senin yanında. Sana tavsiye verir, yardım ederim! Hatta terk edilirsen seni teselli bile ederim! Ama başarılı olursan, seni öldürürüm, çünkü asabım bozulur.”

“Merak etme. İkisi çıkmaya başlarsa ben onun kalbini çalarım.”

“Ohaa, bu hoşuma gitti! Başkalarının talihsizliği ve karışık aşk ilişkileri! Muhteşem!”

O ikisi gerçekten çok acımasız, keyifsiz olduğumu görmezden geliyorlar.

Neyse ki XX burada değil. O olsaydı, fırsatı değerlendirip konuşmayı öyle bir yere—

“—Ha?”

“Hmm? Neyin var yine Kazu?”

“Hayır, sadece… Onun nerede olduğunu merak ediyordum. Bugün izinli mi?”

“Kimin hakkında konuşuyorsun?” diye sordu Daiya, şüpheli bir bakış atarak.

Tuhaf. Öyle dediğimde Daiya’nın kimden bahsettiğimi anlamasını beklerdim.

“Bilmiyor musun? Tabi ki de—”

—ehm, kim?

Ha? Bir dakika ya! Ben… Ben bu belirli kişinin ismini söylemek üzereydim. Öyleyse neden sırf ismini değil, yüzünü de unuttum?

“...Kazu? Bir şeyin mi var? Kimden bahsediyorsun?”

Kendimi kötü hissediyorum, sanki gırtlağımı yırtma isteği yaratan yarı sıvı ve sümüksü bir şey yutmuşum. Ama bu iğrenme hissine sahip olduğum için şanslıydım. Eğer tamamen yutkunup vücudumdan arındırsaydım, XX kaybolurdu.

“H-Hey… Kazu!”

Önemli değil. Hepsini hatırlayabiliyorum. O iğrenme hissi sayesinde hatırlayabiliyorum.

“—Haruaki.”

Değerli arkadaşımın ismi. Sonsuza kadar yanımda durmaya yemin eden dostum.

...Uçan kuştan medet umuyorum belki, ama yine de ümit ediyorum. Umuyorum ki, bir sebepten dolayı Haruaki'yi unutan tek kişi benimdir. Ama ben gerçekten de aptalım. O ümit—

“Hey Kazu. Şu ‘Haruaki’ de kimin nesi?”

—asla gerçekleşemezdi.

Bu sinir bozucu durum üzerine dişlerimi gıcırdattım. Daiya ve Kokone garip davranışıma yanıt niteliğinde kaşlarını çattılar.

İkisi de onu unutmuştu—oysa onun çocukluk arkadaşları olarak, onu benden çok daha uzun bir süredir tanıyorlardı.

Gerçeğin, "Haruaki'nin" burada var olmadığı düşüncesi bana saplandı, ve—

“Eve gidiyorum ben.”

—ölümcül bir yaraya sebep oldu.

Kalktım, çantamı aldım, ve onlara sırtımı dönüp sınıftan çıktım.

Burada daha fazla kalmaya dayanamam.

Haruaki neden burada değil?

Nedenini biliyorum. Haruaki’nin ‘reddedildiğini’ biliyorum.

Kim tarafından? Bu gayet belliydi. O kesinlikle Reddeden Sınıf’ın kahramanı tarafından ‘reddedildi’.

Tamamen yanılmışım. Reddeden Sınıf’ın günlük hayatın akışını koruyacağını düşünmüştüm. Ne kadar da saçma. İşlerin bu şekilde yürümesine imkan yok. Günlük hayata günlük hayat denir çünkü aralıksız devam eder. Bir nehrin akışını durdurursan eğer, çamur birikir ve nehri siyah renge boyar. Aynen öyle. Burada da tortu birikmişti işte.

Ah, anladım. Muhtemelen bu fenomene defalarca şahit olmuştum. Ne kadar tekrara dayansam da, hep bu gerçeğin tekrar farkına varıyorum. Ve ardından Aya Otonaşi’ye karşı koymamaya başlıyorum.

Aya Otonaşi Reddeden Sınıf’ı yok edecek.

Ve şu an bildiklerimle, neden onu durdurayım ki?

Zil çaldı. Sınıf arkadaşlarımın çoğu yerlerine dönmüş olmalı.

O yüzden sınıftan daha çıkmadan dönüp arkama baktım.

Boş bir sıra. Bir tane daha boş sıra. Bir tane daha boş sıra. Ve orada bir tane daha var. Ah… Ben zaten bunun farkına varmıştım, ama benden başka kimse bu kadar boş yeri sıra dışı bulmuyor.



Muhtemelen farkına varmıştım, ama kabullenmek istemediğim için yapmadım.

Aya Otonaşi benden kutuyu almanın imkansız olduğu sonucuna vardı.

Suçlunun kim olduğunu tespit edince Reddeden Sınıf’ı sonlandırmak kolay olmalıydı. O, kutuyu elde etmek için 20,000’den fazla tekrardan geçti.


Öyleyse… o ne yapmalı?


Belli değil mi?


Kamyon bana çarpınca kol ve bacaklarım etrafımda fırıl fırıl döndü. Kendi sağ bacağımın benden uzakta olması biraz gülünç bir durum.


“Demek ki burada bitiyor…”

‘Öldürüldüm’. Öldürülmeme izin verdim.

“27,753 anlamsız tekrar. Yani bu kadar zaman tamamen boş bir çabayla mı bitiyor? Kabul… Kabul etmeliyim ki ben bile yorulmaya başladım.”

Kesin konuşmak gerekirse, henüz ölmedim. Ama kanlar içinde yatarken, biliyorum: öleceğim. Kurtulamayacağım. Ve gerçekten onun tarafından öldürüldüm.

“Off..! Böylesine saçma miktarda zaman harcadım ve sonuca bak. Acizliğimden hiç şu anki kadar nefret etmemiştim..!” sesinde pişmanlık ile mırıldandı.

“...devam edelim. Kutuyu burada bulamadığıma göre, bir dahakine ararım artık.”

Aya Otonaşi’nin gözleri artık beni algılamıyor. Hayır, elbet o gözler beni baştan beri doğru düzgün algılamamıştı.

Baştan sona kadar Aya Otonaşi sadece içimdeki kutuya bakıyordu.

Bugün de ‘geçersiz’ ilan edilecek mi acaba? Hayır, edilmeyecek. Reddeden Sınıf denilen kutu benim vücudumda ise, öldüğümde o da parçalanır. Ve vücudum kamyon tarafından parçalandığı gibi, bu kutu da artık parçalandı.

Bu gün artık tekrarlanmayacak.

Ah, ne kadar gülünç. Reddeden Sınıf’ın sonunu getirecek tek şey buysa, o zaman ölüm de önceden belli olan tek şeydi. Yani, tabi ki bu boş. Bu dünya elbette—benim ölümümden sonraki hayatımdı.

Ama bununla birlikte, savaşımız artık sona erdi.

Hiç sürprizi olmayan tek taraflı bir savaştı, ama böylece burada sona erdi.

Evet… buna inanıyorsun, öyle değil mi? Otonaşi?

Sana acıyorum. Gerçekten acıyorum, Otonaşi!

Sanıyorum ki beni görmezden gelmeye devam ettiğinden kaynaklanıyor. Diğer türlü böyle bir hata yapmazdın.

O yüzden bu kadar zaman harcadın.

Dinle, Otonaşi. Biraz düşünsen anlaması kolay. Benim gibi sıradan bir insanın kahraman olmasının imkanı yok.

Bunu ona söylemek istedim, ama artık bunu yapamıyorum. Ağzımı bile oynatamıyorum.

Bilincim kayboldu. Öldüm.

Bu—hiçbir şeyi sonlandırmadı.





Geri Git - 5232. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - Ara