Toradora! (Turkish):Volume1 Chapter1

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search
Bu dünyada, hiç kimsenin şimdiye dek görmediği bir şey var.

Yumuşak ve tatlı bir şey.

Eğer yeri ortaya çıkarsa, eminim ki herkes ona sahip olmayı isteyecek,

İşte bu yüzden şimdiye dek hiç kimse görmedi.

Dünya, ele geçirilmesini güçleştirmek için onu bu kadar güzel saklıyor.

Ancak, biri tarafından keşfedildiği gün gelecek,

Ve sadece sahip olması gerekenler onu bulabilecek.

Hepsi bu.

1. Bölüm[edit]

"Kahretsin!"

Saat sabahın yedi buçuğuydu. Evin içi loş olsa da dışarıda güzel bir gün vardı. Tren istasyonuna yürüyerek yaklaşık on dakika uzaklıkta, iki katlı bir bitişik nizam binada, güneye bakan iki oda ve bir mutfaktan oluşan bir ev vardı. Kirası seksen bin yen civarındaydı.

"Pes ediyorum! Bunu yapamıyorum işte!"

Hayal kırıklığına uğramış bir el aynadaki buğuyu sildi. Eski püskü banyo sabahın erken saatindeki duştan dolayı buharlıydı. Bu yüzden aynayı sildikten hemen sonra, tekrar buharlandı. Ne kadar sinirleri bozulmuş olursa olsun öfkesini aynadan çıkarmanın bir anlamı yoktu...

“Bu kazıklamaktan başka bir şey değil!”

Uçuşan perçemlerle kendinize zarif bir hava verin — Bu slogan en son erkek moda dergisinde görülüyordu. Takasu Ryuuji’nin perçemleri an itibarıyla "uçuşuyordu". Makalenin talimatına göre, perçemlerini çekti, dik durana kadar saç kurutma makinesiyle kuruttu ve ardından biraz saç jölesi ile nazik dokunuşlarla yana doğru ovaladı. Saçını modelinkine benzetmek ve dileğini yerine getirmek için özellikle yarım saat erken uyanmıştı.

Buna rağmen, "Belki de sadece perçemlerimle kendimi değiştirmeye çalışmak fazla iyimserdi."

Ryuuji satın almak için o kadar çok cesaret topladığı moda dergisini kederli bir halde çöp kutusuna attı. Ne yazık ki, talihsiz atışı hedefini tamamen ıskalamıştı, dergi yere düşerken açıldı ve kutunun içindeki bütün çöpleri yere serdi. Açık sayfada, "Okulun ilk gününe hala yetişebilirsiniz. Nazik veya vahşi? Mankenliğe doğru yol alan yolculuğumuz."

Tam olarak emin değilim, mankenlikle ilgilenecek olmam bana mı kalmıştı ama, yine de değişmek istemiştim.

Ama başaramadım.

Yenilgiye uğramış hisseden Ryuuji, ellerini suyla ıslattı ve yapmak için o kadar çok zaman harcadığı saçlarını bozdu. Her zamanki doğal düz saçlarına geri döndü. Sonra da bütün zemine yayılmış çöpü toplamak için dizlerinin üzerine çöktü.

"Ah!? Bu ne böyle ...k.. küf... burası küflenmiş!"

Buharı her seferinde silip temizlemiş olmasına rağmen, mutfak ve banyodaki küfü temizleyerek çıkarmak için geçen hafta bütün bir günü harcadıktan sonra bile... Bütün çabası bu korkunç derecedeki nemli odada ziyan oldu. Dudaklarını acıyla ısıran Ryuuji, acaba küfü biraz mendille silebilir mi diye görmeye çalışıyordu. Tabii, kesinlikle o kadar kolay olmayacaktı ve sonuçta mendiller lime lime oldu.

"Kahretsin, daha yeni hepsini kullanıp bitirmiştim. Yine küf temizleyicilerden almak zorundayım." Şimdilik böylece bırakmak zorundayım, ama kesinlikle geri geleceğim ve hepinizi ortadan kaldıracağım! Ryuuji çöpü toplarken küflü yere yukardan bakış attı. Ardından kabaca yeri sildi, düşen saçları ve tozu temizledi başını kaldırıp bir iç çekmeden önce lavabodaki buharı sildi.

"Aa evet, yem. Hey, İn~ko-chan!"

"Ah..."

Lise öğrencisinin sert bağırışına çok tiz bir ses cevap verdi.

İyi, uyanmış. Kendisini tekrar toparlayan Ryuuji çıplak ayakla ahşap döşemeli mutfağa gitti, hazırlanmış kuş yeminden ve yedek gazetelerden biraz aldı, tatami serili oturma odasının köşesine yöneldi. Kuş kafesinin üzerindeki örtüyü kaldırarak, Ryuuji bütün gece görmediği sevimli evcil hayvanını selamladı.

Şimdi, diğer insanlar evcil hayvanlarını farklı bir şekilde yetiştirebilir, ama Takasu’ların evcil papağanlarını yetiştirme şekli böyleydi. Çünkü İnko-chan uyurken oldukça korkunç görünüyordu, her sabah uyanmadan önce üzerine bir örtü örtülmesi gerekliydi.

"Günaydın, İnko-chan."

Sarı bir papağan, bu İnko-chan’dı. Her zaman olduğu gibi, Ryuuji bir yandan konuşurken bir yandan biraz kuş yemi ekledi.

“G, gün...aydın,” Japonca cevap vermeyi başarsa da, gözlerini oldukça nahoş ve muammalı bir şekilde yukarı doğru kırptı. Yeni uyanmış olmasına rağmen, oldukça iyi bir havada gibi görünüyordu. İşte bu yüzden sevimliydi.

"Inko-chan, haydi itadakimasu demeye çalış."

"İ, ita, daki..masu! İtadakimasu! İtadakimasu!"

"Tamam, bu kadarı yeterli. Şimdi bakalım sen bunu söyleyebilecek misin! İsmini söyleyebilecek misin bakalım... haydi, Inko-chan de."

"İ, İ, İn, İ, İn, İiii...İ..." İnko-chan, başını sallayıp ve hızlı hızlı vücudunu şişiriyor sonra da kanatlarını hızla çırparken çok fazla enerji harcıyormuş gibi görünüyordu. "......iiiii......"

Gözleri kısılmıştı, gagasından dışarı çıkmış gri dili belli belirsiz görülebiliyordu. Belki bugün yapabilir, diye düşündü sahibi, yumruklarını sıkarken. Sonunda...

"Bleh!"

Arhh... Neden kuşlar bu kadar aptal? Sadece bir gramlık bir beyne sahipsen daha ne bekleyebilirsin ki, Ryuuji kirlenmiş gazeteyi sararken iç çekti. Gazeteyi plastik bir torbaya attı. Tam mutfaktaki diğer çöple aynı yere koyacakken:

"...Nereye... gidiyorsun..."

Fusumanın arkasında yatan aptal da uyanmış görünüyordu.

"Ryuu-chan üniformanı mı giydin? Neden?" diye sordu yorgun bir halde.

Ryuuji zarif hareketlerle çöp torbasını sardı ve sese cevap verdi, "Okula gidiyorum. Daha dün sana bugün okul başlayacak demedim mi?"

"...Ah."

Futonun üzerindeki bacaklarını açarak, sanki ağlamaya başlayacakmış gibi tekrar tekrar mırıldadı, O zaman, o zaman...

"O zaman, Ya-chan’ın yemeği.. ne olacak? Hiç yemek kokusu almıyorum...bana bir şeyler yapmadın mı?"

"Hayır."

"Ehhh~... O zaman...Ya-chan uyandığında...ne yapıcak...? Yiyecek hiçbir şey yok..."

"Sen uyanana kadar eve gelmiş olacağım! Sadece Dönem Açılış Töreni’ne gidiyorum."

"Ne...öyle mi..."

Hee hee hee hee, açılan bacaklarını kapatarak bir araya getirirken gülümsedi ve ellerini çırpmaya ...Pardon, ayaklarını çırpmaya başladı.

"Açılış Töreni, demek? Tebrikler~! Yani, Ryuu-chan bugünden itibaren bir ikinci sınıf öğrencisi olacak, öyle mi?"

"Bunu bir kenara bırakalım. Sana daha önce söylemedim mi, ne kadar meşgul olursan ol, her zaman makyajını uyumadan önce silmelisin diye? Ne kadar sıkıcı bir iş diye sızlanıyorsun diye, sırf senin için özel makyaj temizleme mendilleri almadım mı," Ya-chan'ın çevresini biraz daha dikkatli inceledi, "...Ah...AH! Yastığın her yerini makyaj izi yapmışsın! Onu yıkayarak çıkaramam ki! Cildine daha iyi bakmalısın; artık genç değilsin!"

"Özür dilerim."

Leopar desenli iç çamaşırı tamamen görünüyordu. Kalkarken, iri göğüsleri sallandı, karışık sarı saçlarından bir tutam göğüslerinin arasına takılmıştı. Ya saçlarının dalgasından ya da parmaklarının ucundaki uzun tırnaklarından dolayı, oldukça feminen bir hava yayıyordu. Ama yine de, "Çok içmiş olmalıyım, daha bir saat önce geldim. Ah~ Çok uykum var," esnedi, "Aa evet... Sana biraz puding getirmiştim."

Nefes verip kalın kirpiklerini ovalarken, yavaşça odanın köşesindeki market poşetine doğru uykulu bir şekilde yürüdü. Bu görünüş ("puding" diye mırıldanan kiraz dudakları, tombik yanakları ve yuvarlak gözleri gibi çocuksu özellikler) ona uyuyormuş gibi görünmüyordu. Biraz garip biri olsa da, belki de hala hoş bir hanımefendi olduğu söylenebilirdi.

"Hımm... Ryuu-chan, kaşığı bulamıyorum."

"Belki de kasiyer içine koymayı unuttu?"

"Olamaz! Kaşığı poşetin içine koyarken gördüm. Garip..."

Bu Takasu Ryuuji’nin annesi Takasu Yasuko’ydu: Sahne adı "Mirano". 33 yaşındaki (sonsuza dek 23 yaşında olacağını iddia ediyordu) Yasuko, şehrin tek barı "Bishamontengoku’da" hostes olarak çalışıyordu.

Yasuko market poşetinin içindekileri döktü ve futonun köşesinde alt üst etmeye başladı. Küçük yüzünde kaşları çatıldı, "Burası çok karanlık...Bu şekilde kaşığı bulamam ki! Ryuu-chan, perdeyi açabilir misin?"

"Zaten açık.”

“Eh~...? Ahh, doğru...her zaman bu saatlerde uyanmadığım için, unutmuş olmalıyım..." Karanlık odanın içinde, oldukça tuhaf anne-oğul ikilisi birlikte iç çektiler.

Güneye bakan pencereden bahsediyorlardı.

Buraya taşınalı altı yıl olmuştu. İkisinin yaşadığı bu küçük evin içinde, bütün doğal ışık kaynakları güneye bakan pencereden geliyordu. Giriş kuzeyde olduğundan, doğu ve batı cephesinde de komşu evlerle çevrili olduklarından, sadece güney cephesinde pencere vardı. Buna rağmen, güneş ışığı evi doldururdu, özellikle sabahları. Eğer yağmur yağmıyorsa, güneşin doğuşundan batışına kadar ışıkları açmaya hiç gerek olmazdı. Parlak güneş ışığı, üniformasıyla ikisinin kahvaltısını hazırlayan Ryuuji ve derin derin uyuyan Yasuko’nun üzerine bereketle parıldardı.

Ancak, bütün bunlar geçen sene son buldu.

"Şu kahrolası apartman."

"Ne tür bir insan orada yaşar ki zaten? Işıkları da aç artık!"

Geçen sene, bu evin güney cephesinden sadece birkaç metre uzaklıkta, on katlı lüks bir apartman inşa edilmişti. Sonuç olarak, güneş artık evin içinde parıldamıyordu. Bu Ryuuji’yi çoktan, defalarca delilik ve hüsranın sınırına getirmişti: çamaşırlar kurumaz; tatami nem nedeniyle genişlemiş, köşelerde kıvrılmış ve küflenmiştir; hatta bazen buzlandığı bile oluyordur. Duvarkağıdı da soyulmaya başlamıştı, bunun da nemle bir ilgisi olmalıydı. Bu sadece kiralık bir daire olduğundan önemi yok, demek istemişti Ryuuji kendine. Ama yine de evini temiz ve derli toplu tutma konusunda aşırı derecede hassas olduğundan, Ryuuji böyle bir şeyi hoş görmeyi ve uyum sağlamayı başaramıyordu. Üst sınıf, beyaz konuta gözlerini kaldırarak bakarken, bu iki insanın ağızları açık omuz omuza durmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktu.

“Hımm, Ya-chan sabahları zaten uyuduğundan beni o kadar da çok etkilemiyor!”

“Şikayet etmenin hiç bir faydası yok. Ayrıca, sonuç olarak kira beş bin yen düştü.”

Mutfaktan bir kaşık alarak Yasuko’ya veren Ryuuji başını kaşıdı ve “Neyse, ben gidiyorum.” Aile bağlarını güçlendirmenin zamanı değildi; gitme vakti gelmişti.

Gakuran ceketini giyen Ryuuji, sürekli büyüyen bedenini eğdi ve çoraplarını yukarı çekti. Her şeyi aldığından emin olurken, birdenbire kalbinde sessiz bir çığlık hissetti.

Evet, bugün yeni okul döneminin başlangıcıydı. Açılış Töreninden sonra sınıf değişimi geliyordu. İmajını değiştirme girişiminde başarısız olsa da, onu umutsuzluğa sürükleyecek kadar büyük değildi, Ryuuji’nin kalbinde hala biraz umut kalmıştı. Veya bu sadece beklenti miydi? Her neyse, doğru ifade şeklini bulamasa da, bu öyle bir baygınlık hissiydi.

"Çıkıyorum. Kapıyı kilitlemeyi unutma ve pijamalarını giy!"

"Tamma~m! Ah, hey Ryuu-chan," Yasuko futonun üzerine uzandı ve azıdişleriyle kaşığı ısırdı. Bir çocuk gibi gülümsemeye başlamıştı. "Ryuu-chan bugün her zamankinden daha enerjik görünüyor! Güçlü ol! Artık ikinci sınıf öğrencisisin! Biliyorsun, orası Ya-chan'ın hiç ulaşamadığı bir yer."

Ryuuji’yi doğurabilmek için, Yasuko henüz ilk senesinde liseyi bırakmak zorunda kalmıştı, bu yüzden bir ikinci sınıf öğrencisinin hayatına aşina değildi. Ryuuji bir anlığına hüzünlendi.

"...evet."

Biraz gülümsedi ve elini kaldırdı. Bu annesine olan minnattarlığını belirttiğinin işaretiydi. Ancak, bu iyi niyetli hareket umulmadık bir şekilde kötü bir sonuca yol açtı. "KYAA!" Yasuko bağırdı ve bir sağa bir sola yuvarlanmaya başladı, sonundaysa şu cümleyi söyledi. Yasuko nihayet o cümleyi söylemişti!

"Ryuu-chan çooooo~k havalı! Gittikçe daha çok babana benziyorsun!"

"!!!"

...söylemişti işte.

Ryuuji sessizce giriş kapısını kapattı ve gökyüzüne baktı. Ayakları altında bir girdaba doğru çekiliyormuş gibi hissederken gözlerini devirdi. HAYIR! Bunu istemiyorum! Bunu istemiyorum! Sadece sus!

Bu! Bu duymak istemediğim tek şey. Özellikle de bugün.

Aynı babana benziyorsun — Yasuko, bu cümlenin Ryuuji’de büyük bir işkenceye neden olduğunu anlamışa benzemiyordu. Bu ayrıca o tür bir dergi satın almasının ve perçemlerini "zarifçe uçuşturmaya" çalışmasının da nedeniydi.

Evden ayrılan Ryuuji, yürüyüş mesafesinde olan okuluna doğru yöneldi. Gergin yüzü eğilmiş gibi görünüyordu. Buna rağmen yine de sanki rüzgara binmiş gibi büyük ve uzun adımlarla yürüdü. Gözlerini örtmek için, iç çekerek parmaklarını perçemlerinin üzerine yerleştirdi. Bu Ryuuji'nin alışkanlıklarından biriydi. Kesinlikle, Ryuuji'nin ıstırabının kaynağı gözlerinden başka bir şey değildi.

Kötüydüler! Sorunun mükemmel görme duyusuyla hiç bir alakası yoktu. Sorun görünüşlerindeydi; son derece acımasız bakan bir çift göz.

Geçtiğimiz yıl Ryuuji hızla büyümüştü ve artık erkeksi bir görünüme sahip olmuştu. Süper yakışıklı bir tip olmasa da, tam olarak ezik bir tip de değildi ...Öhöm. Herneyse, fena sayılmazdı, aslında henüz bunu hiç kimse söylememişse de; en azından Ryuuji böyle düşünüyordu.

Ama gözleri aşırı derecede sertti, o kadar kötüydüler ki şaka konusu bile değildi. Gözleri yukarı doğru çekikti ve beyaz kısım gözlerinin çoğunu işgal ederken, göz bebekleri küçük bir kısmı dolduruyordu. Tabii, bunlar sadece ana hatlarıydı, sorunun en kötü noktası değildi. Gözleri büyük olduğundan, gözlerindeki ak sürekli olarak çok güçlü, batan bir bakış yansıtıyordu, minicik göz bebekleri ise karşısındakini ikiye bölecekmiş gibi kesin bir tavırla hareket ediyordu. Bütün bunlar tamamen Ryuuji'nin arzusu dışında gerçekleşiyordu. İşte bu gözlerdi; insanların gözlerine baktığında son sürat koşarak uzaklaşmalarına neden olan. Bunu çok iyi biliyordu. Hatta, kendisinin de içinde olduğu bir grup fotoğrafı gördüğünde, o bile, "Off, niye bu kadar sinirli görünüyor ki ...Ah, bu ben miyim?" diye düşünerek şaşkınlığa düşüyordu.

Diğer taraftan ise, kısmen kendi kaba kişiliğinin de suçu olabilirdi. Aşırı hassasiyetinden dolayı, oldukça kaba bir tavırda konuşuyordu. Bu nedenle nadiren şaka yapar veya aptalca bir şey söylerdi. Belki de sebep buydu, veya bütün güvenilirlik ve duygusallığı kaybetmesine neden olan Yasuko gibi biriyle yaşadığı için de olabilirdi. Her şeyden önce, Ryuuji pragmatik bir şekilde kendisini koruyabildiği için kendisiyle gurur duyuyordu.

Ama, sonuç olarak...

"Ta–Takasu-kun...! Öğretmenine baş kaldırmaya mı çalışıyorsun?! Bi, birisi! Bana bir sopa getirin!"

Hayır, baş kaldırmaya çalışmıyordum! Sadece ödevimi vermeyi unuttuğum için özür dilemeye çalışıyordum.

"Ö, ö, ö, özür dilerim…Size çarpmak istememiştim! Şu adam beni sizin üzerinize itti!

Omuzdan çarpışma gibi bir şey üzerine kim sinirlenir ki?

"Takasu-kun orta okuldayken diğer bir okulun mezuniyet törenine dalmış diye duydum, okulun yayın odasını bile basmış!"

Beni okulun başbelası öğrencisiymişim gibi göstermeyi kesin artık!

" —Bütün bu yanlış anlaşılmaları tekrar baştan mı yaşayacağım?" Bütün bu acı dolu hatıraları düşünürken Ryuuji, iç çekmeden yapamadı.

Dersleri kötü değildi, hiç geç kalmamıştı veya devamsızlık yapmamıştı. Bırak yumruk yumruğa kavga etmeyi, insanlarla tartışmaya bile girmemişti. Kısaca özetlemek gerekirse, Takasu Ryuuji tamamen normal bir gençti. Buna rağmen, acımasız gözleri yüzünden, ama sadece bunun yüzünden, herkes onun saldırgan başbelası bir öğrenci olduğu sonucuna varmıştı (bir gece hostesi olan tek akrabası da dolaylı olarak bu sonuca yol açmıştı).

Sınıf arkadaşlarıyla bir yıl geçirdikten sonra, yanlış anlaşılmaların çoğu çözülmüştü. Bir yıl kısa bir süre değildi, özellikle de bir lise öğrencisi için. Problem her şeyin bugün yeniden başlayacak olmasıydı, hüsranla sonuçlanan imajını değiştirme çabasından bahsetmeye bile gerek yoktu.

Yine de sınıf değiştirme konusunda umutla beklediği bir şey vardı; Ryuuji “özel bir kişi” ile aynı sınıfta olmak istiyordu. Ama düşünceleri, sonrasında yüzleşmek zorunda kalacağı işkenceye kaydığında, saf beklentileri anında yarı yarıya azalmıştı. Yasuko’nun boş boğazlığından bahsetmeye gerek yok. Hayır, bu da değil! Bütün suç babasının sorunlu genlerinde aranmalıydı.

"Baban mı? O şimdi cennette. Baban çok karizmatikti, saçlarını arkaya doğru tarardı, sivri burunlu ayakkabıları her zaman pırıldardı, boynuna upuzu~n altın bir zincir takardı ve her zaman kolunda Rolex'iyle beraber takım elbise giyerdi. İçinde, hep kalın bir dergi koyardı.

Ya-chan, ‘Ne için?’ diye sorduğunda, ‘Böylece bıçaklanma konusunda endişelenmeme gerek kalmıyor.' Ahhh~ çok etkilenmiştim~!"

Ryuuji’nin bütün düşünebildiği ise Yasuko'nun babasından bahsederken nasıl kendinden geçtiğiydi ve bir de babasından kalmış soluk bir fotoğraf vardı. Babasının pozu aynı Yasuko’nun tarif ettiği gibiydi. Gururla göğsünü şişirmiş ayakları açık ayakta duran babası, kolunun altında küçük bir evrak çantası taşıyordu. Yakası açık göz alıcı bir gömlekle beyaz bir takım elbise giyiyordu. Parmaklarındaki iki altın yüzük parıldıyordu, tek kulağında elmas bir küpesi bile vardı. Ve bir de çenesini fotoğraf makinesine doğrultmuş “Ne bakıyosun?" diyen yüzü vardı. Ellerinden biri şimdikinden çok daha genç görünen annesinin göğsünü avuçlamıştı. Hamile karnını taşıyan annesi neşeyle gülümsüyordu. Babası gülümserken altın bir dişi olduğu bile görünüyordu.

Aslında çok nazik ve ciddi biriydi ve asla normal bir insana zarar vermezdi, en azından Yasuko böyle söylemişti, ama hangi mantıklı sebeple nazik ve ciddi bir insan gangster olurdu ki!? Ve hangi mantıklı insan böylesi genç bir liseli kızı hamile bırakırdı? Daha da önemlisi, o gözler... Eğer biri o keskin gözlerle karşılaşırsa, vakit kaybetmeden cüzdanlarını uzatıp daha kötü bir şey olmaması için dua etmeye başlardı. O gözler sadece bir sebep için kullanılıyordu: haraç toplamak. Ve o iki nesne şu an Ryuuji’nin yüzüne kazınmıştı. Birdenbire titredi. Kendisi bile onun hakkında böyle düşünürse, diğer insanların onu hala yanlış anlamasına şaşmamak lazımdı!

Bu arada, babasının hala hayatta olma ihtimali de vardı. Yasuko’nun anlattığı kadarıyla, bir adamının kaçmasına yardım ederken çok kötü bir şekilde dövülüp Yokohama Limanı’nın dibine atılmıştı. Ama ne bir mezar, ne bir sunak, bir artifakt, bir mezar taşı veya naaşı bile yoktu; böyle bir olayın yaşandığına dair herhangi bir kayıt da bulunmuyordu. Bazen Yasuko sarhoşken şaka yollu, "Acaba baban birdenbire geri dönerse Ryuu-chan nasıl tepki verir? Hohohoho, şaka şaka!" derdi durup dururken.

Babam büyük ihtimalle buz gibi soğuk bir odada dinleniyor! Oğlu olarak, böyle düşünüyorum —

“Hey, Takasu! Günaydın! Harika bir sabah, değil mi?”

Arkadan birinin ona seslendiğini duyan Ryuuji hızla döndü ve elini kaldırdı, “Oh, Kitamura. Günaydın!”

Ne yapayım, eğer durup arkadaşımın bana yetişmesi için beklersem, gerçek böyle olmasa bile, insanlar onu öldüresiye döveceğimi düşünecekler. Ryuuji sessizce bu "gerçeği" dikkate aldı. Yanlış anlaşılmak kaçınılmazdı, böylesi bir olayda ise elinden geldiğince güzel bir tavırla açıklaması gerekecekti. Üzerinde zaman harcadığı sürece, insanlar sonunda anlayacaklardı. Oldukça sinir bozucu olmasına rağmen. Yapabileceği ve aynı zamanda yapmak zorunda olduğu tek şey buydu!

Mavi gökyüzüne baktı, parlak güneş ışıkları Ryuuji’nin gözlerini kısmasına neden oldu. Bugün güzel bir gündü, hiç rüzgar yoktu. Yılın bu zamanında sessizce solan kiraz çiçekleri ağır ağır Ryuuji'nin başına düştüler.

Ryuuji ıstırabını taşımaya devam ederek parlak siyah ayakkabılarıyla ileriye doğru uzun adımlarla yürüdü. Hava bugünün Açılış Töreni için kesinlikle harikaydı.


* * *


"Oha! Takasu’yla aynı sınıftayız, inanamıyorum!"

"Oldukça azılı görünüyor, korkunç!"

"Ee, kim gidip onunla konuşacak?"

"Ben değil."

"Niye sen gitmiyorsun? Hey! İtmesene…!"

Canınız ne isterse söyleyin, artık hiçbir şey beni etkilemiyor.

Ryuuji, sınıf arkadaşlarının bakışlarına aldırmayarak, mümkün olan en cesur tavırla sınıfa girdi, keskin gözlerini dikip uzaklara doğru bakarken arkasını onlara dönüp sırasına oturdu. Kurumuş dudaklarını yaladı, bacakları kendi kendine sallanmaya başlamıştı. Uzaktan biri için, güçsüz avını gözleyen tehlikeli bir etobur gibi görünüyordu.

"Her zamanki gibi, ha? Burada da seni yanlış anlayanlar olacak gibi görünüyor. Neyse, nasılsa bir süre sonra hepsi açıklığa kavuşacak! Ayrıca, ben burdayım, hem A-Sınıfı’ndan gelen sınıf arkadaşlarımız da var."

"Oh, endişelenmene gerek yok, gerçekten umurumda değil."

Ryuuji bu yıl da aynı sınıfta olduğu iyi arkadaşı Kitamura Yuusaku’yu hafif bir tebessümle cevapladı. Açıkcası, Ryuuji şu an çok iyi bir havadaydı; avına saldırmadan hemen önce dudaklarını zalimce yalıyacakmış tarzında bir iyi havada değildi tabii. Eğer öyle olsaydı, kulaktan kulağa sırıtmaz ve bir roket gibi kalkışa hazır bulunmazdı. Mutlu olmasının nedeni tabii ki Kitamura ile olan ilişkisinden kaynaklanmıyordu. Onun gibi bir arkadaş için Ryuuji sadece kibarca gülümser ve, "Bu sene de yine aynı sınıftayız, Kitamura!" derdi. Hayır, bir kalkışa hazır bir roket gibi hissetmesinin nedeni —

"Oh! Kitamura-kun! Bu sene aynı sınıftayız!"

— “O”ydu.

"Hım? Ah! Kushieda, sende mi C-Sınıfı’ndasın?"

Toradora vol01 029.jpg

"Eh!? Yani şimdi mi farkettin? Ne kadar ilgisizsin, insan en azından okulun ilk gününde sınıf listesini bir kontrol eder!"

"Kusura bakma. Ne tesadüf ama. Bu demek oluyor ki kulüp toplantılarımızı düzenlemek için daha fazla vaktimiz olacak!"

"Ahaha, evet doğru! Oh, Takasu-kun...du değil mi? Beni hala hatırlıyor musun? Bazen Kitamura-kun’un karşısına çıkıyorum," dedi ve durakladı Kushieda.

"..."

"Ah, hım, Takasu-kun dememde bir sakınca var mı?"

"...Ah...ee.."

O anda bir melek ortaya çıkmıştı. Ryuuji’nin gözlerinin önünde güneş kadar güçlü parıldayan bir gülümseme vardı, eskiden evlerinin güney penceresinden ayrılmayan, görüş alanındaki her şeyi aydınlatan güneş ışığı kadar sıcak. Bu ışık huzmeleri Ryuuji'nin gözlerini açık tutmasını engelleyecek derecede yoğunlaşıyordu.

"Kushieda Minori, değil mi?"

AAHH! Kahretsin! Kelimeleri doğru çıkardım! Ama! Sesi çok soğuk çıkmıştı. Ryuuji çığlık atmak istedi. Niye sadece bu tarz bir cevap aklıma geldi? Neden daha iyi bir şey aklıma gelmedi!?

"Vauv! İsmimi tam olarak hatırladın, çok sevindim!" Biraz durakladı, "Ay! Biri bana sesleniyor! Gitmem lazım, Kitamura-kun. İkinci sınıf öğrencileri olarak bu dönemin ilk kulüp toplantısında görüşmek üzere! Sakın unutma! Takasu-kun, bir ara yine konuşalım!"

Kushieda arkasını dönerken, Ryuuji yavaşça ve garip bir tavırla kolunu kaldırdı ama çok geç kalmıştı. Kushieda çoktan ortadan kaybolmuştu.

Sevindim dedi. Bir ara yine konuşalım dedi.

Kushieda Minori.

Sevindim dedi. Bir ara yine konuşalım dedi.

Sonunda Kushieda Minori ile aynı sınıfta olma dileği gerçekleşmişti.

Sevindim dedi. Bir ara yine konuşalım dedi.

Sevindim, dedi...

"Takasu?"

" —Oha!?" Kitamura birdenbire Ryuuji'nin yüzünün karşısında göründü ve sandalyeden düşmesine neden oldu.

"Niye sırıtıyorsun böyle?"

"Hiç, yok bir şey."

"Gerçekten mi?" Kitamura orta parmağıyla gözlüğünün çerçevesini yukarı itti. Ryuuji, gülümseyip gülümsemediğini söyleyebilecek şu dünyadaki tek insan olduğu için Kitamura’ya kalbinin derinliklerinden büyük bir minnettarlık duydu. Kitamura’ya minnettarlık duyduğu bir konu daha vardı.

"...Kitamura, sen," Ryuuji kelimelerini acemice seçti. "Nasıl desem. Ee–kızlarla konuşurken her zaman oldukça rahat görünüyorsun," Ryuuji'nin sesi sonuna doğru fısıltıya dönüştü, "mesela Kushieda-san ile!"

"Hım? Ne demek istiyorsun?"

Kitamura’nın gözlüklerinin ardındaki gözler büyüdü. Alçak gönüllü olmaya çalışmıyordu. Daha çok, şaşırmıştı. Sanırım farkında değil. Ryuuji, bu oldukça kalın kafalı insana söylemek üzere olduğu şeyi gizli tutmaya karar verdi.

Az önceki Kushieda ile olan sakin sohbeti çok “doğal” gelmişti. Hayır, sadece az önceki değil. Geçen seneden beri, Kitamura hep onunla doğal bir tavırla konuşabilmişti. Dahası, ikisi de softball kulübündeydiler! Ryuuji her zaman oradaydı, sürekli Kushieda’ya kibar bir gülümseme sunmaya veya ondan bir selamlama almaya çalışmıştı; insanın gözünü yaşartacak bir çabaydı.

Eğer futbolu bir metafor olarak kullanırsak, Ryuuji hücuma katılma şansı çok nadir olan savunmanın ortasında olurdu. Sürekli Kitamura’nın yanında olmasının ve onun Kushieda'yla olan neşeli sohbetlerini gözlemlemesi sayesinde Ryuuji, Kushieda'nın gerçekten tatlı bir kız olduğunu farketmişti, sonuç olarak ondan hoşlanmaya ve arkadaşı olmayı istemeye başlamıştı.

Sayısız neşeli yüz ifadesi.

Narin vücudu ve abartılı hareketleri.

Masum gülümsemesi ve net sesi.

Ryuuji’nin korkutucu görüntüsüne rağmen Kushieda, bugün de olduğu gibi, herzamanki neşeli tavrını bozmadan davranmıştı.

İşte Kushieda Minori.

Ryuuji'ye göre, bir kızın onun sevgilisi olması için, güneş ışınları kadar parlak çekici gözlere sahip olması gerekiyordu. Enerjik ve açık sözlü olması ise onun için her şeyden daha önemliydi, işte bir kız böyle olmalıydı. Ama yine de —

"Neden bahsediyorsun? Kızlarla doğal bir şekilde konuşmak benim için nasıl mümkün olabilir? Beni nasıl çağırdıklarını sen de çok iyi biliyorsun!"

Ryuuji iç çekmeden yapamadı. Nasıl da imrenilesi! Sadece Kitamura’nın nasıl konuştuğuna bakmak bile Ryuuji’nin gözlerinin kan ağlaması için yeterliydi. Ama Kitamura yine de devam etti, "Kızlarla aram hiç de iyi değil. Sanırım, belki de, hayatım boyunca bir kız arkadaş bile bulamayacağım."

Önündeki gözleri kör edecek şekilde parıldayan asile bakarken, "Hiç sanmıyorum..." diye cevap vermek istese bile, Ryuuji söyleceği kelimeleri geri yuttu. Ne derse desin, bu adam muhtemelen asla anlamayacaktı. Ryuuji birdenbire bir depresyon dalgası hissetti.

Kızların Kitamura’ya Chibi Maruko-chan’daki tipik “Bay İyi Adam” karakterine ithafen "Maruo" diye hitap ettiği doğruydu. Bu lakabı nasıl aldığını açıklamak gerekirse, belki de biraz benzerlik vardı. Her şeyden önce, birçok özelliğe sahipti: Oldukça yüksek numaralı gözlükler, doğrucu bir kişilik, harika notlar, çapkın olma modasını takip etmemesi ve geleneksel değerlere sahip çıkması. Gerektiği zaman “Doğrusu bu” diyebilirdi; Kitamura sınıfta neşeli bir hava yaratabilecek türde bir adamdı. Sözü açılmışken, eski sınıf başkanıydı, şu an da Öğrenci Konseyi’nde okul başkanı yardımcısı olarak görev alıyordu ve softball takımının yeni başkanı olma yolunda en göze batan adaylardandı. Herkesin ona takılması çok doğaldı.

Sorun görünüşü değildi. Hayır. Açık olmak gerekirse, yakından bakan biri Kitamura'nın şaşırtıcı derecede yakışıklı olduğunu keşfedebilirdi. Hem dışardan hem de içerden tutarlı kişiliği ve kendisiyle dalga geçebilme yeteneğiyle de birleşince, hakkında sevilemeyecek tek bir şey bile kalmıyordu. Yani sürekli kızlar tarafından dalga geçildiğini iddia etse bile, aslında ondan nefret ettikleri için değildi.

Ah, demek bu yüzden, Ryuuji sonunda anlamıştı. Eğer düşünürsek, Kitamura sadece Kushieda ile değil bütün kızlar arasında oldukça popülerdi; çünkü onlarla doğal bir şekilde konuşabiliyordu. Kızlar ne zaman onu görse, gidip, "Ah~ yine Maruo ile aynı sınıftayım!" der ve Kitamura da endişesiz bir şekilde "Yani?" diye cevap verirdi, “Çok mu garip?”

Ve hala kızlarla arasının iyi olmadığını iddia ediyor. Benim gibi ondan korkuyor değiller sonuçta. Tam Ryuuji derin düşüncelere dalmışken, birisinin "Oha, yandık." dediğini duydu.

Gördün mü? Yine başladık! Ryuuji masasının üzerine iyice serildi ve sürekli duyacağı bu sesleri duymazdan geldi. Daha az önce Kushieda Minori ile aynı sınıfta olduğu için ayın üzerinde uçuyordu, yani başkalarını ve onun hakkında ne düşündüklerini umursamıyordu.

"Gerçekten yenilmez görünüyor. Onun normal bir insan olmadığını size söylemiştim."

"Oha, şu gözlere bak. Bu gözlerin sahibini kızdırırsan, öldürülebilirsin!"

Büyü bozulmuşa benziyordu. Ryuuji kasıtlı olmayan bu fısıltıların artmaya başladığını fark etti.

Yeni sınıf öğretmeni gelene kadar tuvalette saklanmak en iyisi olacak galiba, diye umutla düşündü Ryuuji. Biraz da aklı dağılmış olurdu.

Ayağa kalktı ve tam kapıya doğru yürüyecekti ki karnına bir şeyin çarptığını hissetti. "Hımm…?"

Ryuuji bir şeye çarptığını sandı ama gözlerinin önünde hiçbir şey yoktu. Çok garip. Ryuuji gözleriyle etrafı tarafı ama yine de bütün görebildiği —

Öğrenciler birbirlerini çağırmaya başlamıştı,

"Hii! İşte Takasu-kun; acaba ilk hamleyi kendisi mi yapacak?"

"Ölüm maçı şimdiden başladı mı? Sınıf öğrenci listesini gördüğümde berbat bir sınıf olacağını biliyordum."

Ryuuji’nin bütün görebildiği yeni sınıf arkadaşlarının kendi aralarında fısırdadığıydı. Benim hakkımda mı konuşuyorlar? Ama yine de, neden?

Sınıftakilerden biri ortaya bir başlık attı, "Devlerin Çarpışması. Hımm?”

“Şimdiden karar anına geldik."

Herkes anlaşılmaz şeyler söylüyordu. Devlerin Çarpışması? Karar anı? Hangi saçmalıktan bahsediyorlardı? Ryuuji olan biten hakkında bir anlam çıkarabilmek için başını yana eğdi.

"Birisine çarptığın halde özür bile dilemeyecek misin?" Biryerlerden yukarı doğru çıkan çok soğuk bir ses duydu. Sesin garip ve sakin tonu sanki bir şeyleri bastırıyormuş ve patlamak üzere olan bir takım duyguları engellemeye çalışıyormuş gibi geldi. Yine de sesin nereden geldiğini söyleyemedi.

"Ha?"

Ortam birden bire kararmıştı. Ryuuji sağa doğru baktı, hiç kimse yoktu; sola doğru baktı, orada da kimse yoktu; endişeyle yukarı doğru baktı. Neyse ki, orada da kimse yoktu.

"Yani — "

Yani ses aşağıdan gelmişti. Aşağıda, tam gözlerinin altında, Ryuuji’nin göğsünden oldukça aşağıda bir yerde, saçlı bir kafa vardı. Düşündüğü ilk şey, onun yapma bir bebeğe benzediğiydi.

Her halükarda, çok küçüktü. Uzun düz saçları hafif dalgalıydı ve Avuç içi Kaplan'ın minik vücudunu örtüyordu. “Avuç içi Kaplan?”

Bu gizemli terminoloji birdenbire Ryuuji’nin düşüncelerinde belirdi ve farkında olmadan sesli olarak söylemesine neden oldu. Yanındakilerin fısıltılarını duymuş olmalıydı.

Avuç içi Kaplan!?

Yani bu demek ki…

"Kim– "

Bu minik yapma bebeğin adı bu mu? Bir avuca sığacak kadar küçük olmasına rağmen, bu kızın neresi kaplana benziyor?

"–kime Avuç içi Kaplan diyorsun sen?" Bu birinin oturup uzun uzun düşünebileceği bir durum değildi, kız gözleriyle beraber çenesini kaldırmaya başlamıştı...

"OHA!!"

Sadece üç saniye sürmüştü. Herşey sessizliğe gömüldü, aslında sadece Ryuuji'nin hayal gücü de olabilirdi. Bir anlığına, patlama sonrasındaki şok dalgasıyla ortaya çıkan bir vakum gibi geldi. Arkaplandaki gürültü yavaşça herkesin kulaklarına geri döndü. Olan bitenin farkına fardığında, Ryuuji kendisini yere arka üstü düşmüş bir halde buldu. Sadece o değildi, diğerleri kaçmaya hazırlanırken, yakındaki bir kaç sınıf arkadaşı da darbe almış ve inildiyordu.

Ne oldu şimdi? Zaten biliyorum. Hiçbir şey olmadı. Sadece gözlerinin önündeki bu kız

"Umutsuz vaka."

Tek yaptığı o iri bir çift gözüyle Ryuuji’ye bakmaktı, başka bir şey değil.

Hepsi buydu. Bir kaç saniye içinde, Ryuuji şaşkınlıktan alaşağı edilmişti bile. Kızın yarattığı görünmez baskıyla aklı durmuş, bütün vücudu felç geçirmişti. Ryuuji kızın bakışıyla geri püskürtülmüştü, daha açık olmak gerekirse, onun yere düşmesine neden olan gözlerinden yayılan havayla geri püskürtülmüştü.

Aralarındaki fark çok fazla büyüktü, tamamen farklı seviyelerdeydiler. Gözleri daha az korkutucu olmayan biri olarak Ryuuji tam anlamıyla mağlup edilmişti.

Toradora vol01 039.jpg

Ryuuji ilk defa vahşi gözlere sahip olmanın ne demek olduğunu anlamıştı. Taşıdığı gerekli havaya ilaveten bununla boy ölçüşecek vahşiliğe de sahipti; kısacası, "öldürme isteğine."

"Hıh." Sonsuzluk gibi gelen bir kaç saniye içinde Ryuuji, kızın gözlerinde kalbinden bıçaklansa bile kaybolmayacak ince bir hor görme hissetti.

"Bir ejderha ha...? Acınası." Kiraz dudaklarını açtı ve biraz çocuğumsu bir tavırda kurşun gibi kelimeleri fırlattı. Yumuşak göz kapakları öldürme isteğini gizlerken, olağandışı küçük ellerini dalgalı saçlarının arasından geçirdi. Bu gözler artık bir yapma bebeğin cam gözleri kadar şeffaftı ve soğuk soğuk Ryuuji’ye dikilmişti.

Çok şirin, ama aynı zamanda korkunç. Solgun beyaz bir yüzü, inanılmaz derecede uzun kahverengi saçları, minik kolları ve omuzları vardı, parlak gözbebekleri zarif kirpiklerle çevriliydi. Ölümcül zehirler içeren bir şeker kadar şirin, sadece kokusuyla öldürebilen bir çiçek kadar güzeldi.

Ama ona gözlerini dikip baktığında, Ryuuji o gözlerden bir etoburun sıçrayıp çıkacakmış gibi hissediyordu. Tabii, bu sadece bir yanılsamaydı, yine de gerçeklikten daha gerçekmiş gibi geliyordu. Etoburun ağırlığı Ryuuji’ye çarpıp yere sermiş ve iliklerini titreten bir sesle gürlemişti. Çıkardığı ses, "Senin gibi bir adamı canım ne zaman isterse ortadan kaldırabilirim." diyor gibiydi. Kana susamışlık hissini ve bir canavarın kokusunu yayan keskin pençeleri ve sivri dişleri yavaşça ona yaklaştı. Ryuuji’nin gözleri önünde beliren, küçük endamına kıyasla çok daha büyük bu ilüzyon…bir kaplandı.

"Ah, aah–ah, ah, ahhh...e–evet." Farkına bile varmadan, Ryuuji başıyla onaylamaya başlamış ve ellerini birbirine vurmuştu. Demek bu yüzden herkes ona Avuç içi Kaplan diyor! Acaba bu ismi ona kim verdi, ama —

" — Harika bir isim değil mi?"

Ve üstelik bu kadar da uyumlu bir isim, hayran kaldım. Kız Ryuuji’ye şöyle bir bakıp sessizce "ejderha" demiş ardından da küçük gören bir bakış atmıştı.

Sebebini görmek çok da zor değildi. Ya düşüşten ya da hayali kaplanın pençesiyle sökülen Ryuuji'nin gakuran ceketinin önü açılmıştı. Ceketinin altında, Yasuko’nun keyifle onun için aldığı renkli bir “Soryuu (Yükselen Ejderha)” tişörtü giyiyordu. Böylesi bir yanlış anlaşılmaya yol açacak bir tişörtü giymek istediğinden değildi, sadece bütün diğer kıyafetleri o gün için kirlideydi ve kimsenin ceketinin içine giydiği şeyi görebileceğini tahmin etmemişti.

Bir sebepten utanmış hisseden Ryuuji sanki bir serseri tarafından saldıraya uğramış bir kız gibi hemen göğsünü kapattı. O anda, birinin sekerek yaklaştığını gördü.

"Geç kaldın, Taiga! Açılış Törenini astın, değil mi?"

"Uyanamadım. Her neyse, bu sene de Minorin’le aynı sınıfta olduğum için mutluyum."

"Evet! Ben de!"

Bu Kushieda Minori’den başkası değildi. Avuç içi Kaplan’a doğrudan "Taiga" demişti ve üstelik gülümseyip saçını okşamıştı, Avuç içi Kaplan da gayet samimi bir tonla ona "Minorin" demişti. Bütün bunları seyreden Ryuuji etrafındaki fısıltıları duymaya başladı.

"Demek 1. raundu Avuç içi Kaplan Aisaka kazandı?"

"Sanırım Takasu sadece görünüşte korkunç, belalı bir tip değil!"

"Hım? Gerçekten mi?"

"Bu yüzden Avuç içi Kaplan karşısında yenildi. Ayrıca, vahşilik söz konusuysa Aisaka'nın üstüne yok!"

Yanlış anlaşılmalar Ryuuji’nin umduğundan daha çabuk çözülmüştü, ancak...


* * *


Avuç içi Kaplan'ın bir de Aisaka Taiga denilen harika bir ismi vardı. 145 cm boyundaydı. Aisaka Taiga ve Kushieda Minori bildiğin “çok yakın” iki arkadaştı. Çeşitli fısıltılardan Ryuuji’nin duyduğu kadarıyla, Aisaka'nın babasının yer altı dünyasında bir iş bitirici olarak çalıştığına dair söylentiler vardı. Babasının aslında Amerika'da yer altı dünyasına hükmeden bir karate ustası olduğuna dair başka bir hikaye daha vardı. Ve bir başkası ise, Aisaka'nın kendisinin bir karate uzmanı olduğu ama ustasına saldırdığı için dojo'sundan atıldığını anlatıyordu.

Okula ilk girdiğinde, bir çok insan güzelliğine aldanmış ve bir çoğu da ona ilan-ı aşk etmek üzere sıraya girmişti. Tabii hayalleri, gözdağı verilip, ısırılıp, parçalara ayrıldıklarından insafsızca paramparça olmuştu. Bir çoğu ise Aisaka tarafından acımasızca aşağılandıktan sonra bir daha asla kendilerine gelememişti. Aisaka nereye giderse gitsin, yolu sayısız erkek öğrencinin kanlarıyla yıkanmış oluyordu.

Aisaka Taiga ile ilgili çok fazla kötü haber vardı. Söylentilerin doğruluğu veya yanlışlığına bakılmaksızın, şüphe yoktu ki Aisaka bu okuldaki en tehlikeli varlıktı. Ryuuji ise bunları Açılış Töreninden günler sonra öğrenmişti.


İlüstrasyonlar'a Geri Dön Ana Sayfa'ya Geri Dön 2. Bölüm'e Git