Difference between revisions of "Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 10,876. Defa"

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search
m
m
Line 277: Line 277:
 
Otonaşi'nin ‘külot’ hakkındaki yorumu.
 
Otonaşi'nin ‘külot’ hakkındaki yorumu.
   
Elbette beni şaşırtmıştı, ama şaşkınlığım sözün aniliği ve konuyla alakasızlığından dolayı değildi. Demeye çalıştığım şey şu; Otonaşi, “Senin ilgini çekecek bir şey söyleyeceğim,” dedi. Yani, ‘Kasumi Mogi’ hakkında bilgi benim için ‘güzel bir şey’ olduğunu ilan etti. Kokone ve Daiya’ya bile Kasumi Mogi’ye olan hislerimden bahsetmedim. O yüzden, bügün tanıştığım Otonaşi'nin bunu bilemezdi. Buna rağmen söyleyeceğini söyledi.
+
Elbette beni şaşırtmıştı, ama şaşkınlığım sözün aniliği ve konuyla alakasızlığından dolayı değildi. Demeye çalıştığım şey şu; Otonaşi, “Senin ilgini çekecek bir şey söyleyeceğim,” dedi. Yani, ‘Kasumi Mogi’ hakkında bilgi benim için ‘güzel bir şey’ olduğunu ilan etti. Kokone ve Daiya’ya bile Kasumi Mogi’ye olan hislerimden bahsetmemiştim. O yüzden daha bugün tanıştığım Otonaşi bunu bilmesinin imkanı yoktu. Buna rağmen söylediğini söylemişti.
   
 
“...Mogi.”
 
“...Mogi.”
Line 283: Line 283:
 
“Ne oldu?”
 
“Ne oldu?”
   
Mogi sessizce cevap verdi. Sesi küçük bir kuşunki gibi, küçük vucüdü ve narin görünüşüyle güzel uyuşuyor.
+
Mogi sessizce cevap verdi. Sesi küçük bir kuşun sesi gibiydi, küçük vücudu ve narin görünüşü ile güzel uyuşuyordu.
   
 
“Bugün, ehm, Otonaşi seninle konuştu mu?”
 
“Bugün, ehm, Otonaşi seninle konuştu mu?”
Line 289: Line 289:
 
“...Transfer olan öğrenci mi?... Hayır.”
 
“...Transfer olan öğrenci mi?... Hayır.”
   
“İkiniz başka bir şekilde tanışmıyorsunuz, değil mi?”
+
“İkiniz daha önce tanışmıyordunuz, değil mi?”
   
 
Mogi başını salladı.
 
Mogi başını salladı.
Line 295: Line 295:
 
“Sana şüpheli bir şey yaptı mı peki?”
 
“Sana şüpheli bir şey yaptı mı peki?”
   
Bir an düşündü ve ardından başını salladı. Hafif dalgalı saçı sallandı.
+
Bir an düşünüp ardından başını salladı. Hafif dalgalı saçı kıpırdadı. <!--foreshadowing of wind-->
   
“Neden böyle bir şey sordun..?” başını eğerek sordu.
+
“Neden böyle bir şey sordun..?” Diye bana soru yöneltti başını eğerek.
   
 
“Yok, hayır… Bir şey olmadıysa sorun yok.”
 
“Yok, hayır… Bir şey olmadıysa sorun yok.”
   
Sahaya doğru baktım. Otonaşi ürkütücü bir duruşla okul sahasının ortasında duruyordu, ne topa ne de peşinden koşuşturan kızlara ilgi gösteriyordu. Top ona doğru gelişigüzel yuvarlanınca güçsüzce geri vurdu… Ehm, karşı takımdan bir kıza mı attı az önce?
+
Sahaya doğru baktım. Otonaşi ürkütücü bir duruşla okul sahasının ortasında duruyordu. Ne topa ne de peşinden koşuşturan kızlara ilgi gösteriyordu. Top ona doğru gelişigüzel yuvarlanınca güçsüzce geri vurdu… Ehm, karşı takımdan bir kıza mı attı az önce?
   
“Mmm.”
+
“Immm.”
   
Otonaşi Mogi'ye karşı hislerimi fark ettiğini düşünerek çok üstünde durmuş olabilirim.
+
Otonaşi Mogi'ye karşı hislerimi fark ettiğini düşünerek konunun üstünde fazla durmuş olabilirdim.
Otonaşi görünüşü ve tavrı yüzünden beni çok etkiliyordu. Evet, yorumu üstünde çok durdum çünkü aniden çok kayda değer bir insan söyledi. Bu herkesin kabul edebiliceği bir mantık.
 
   
  +
Otonaşi görünüşü ve tavrı yüzünden beni çok etkilemişti. Evet, yorumu üstünde çok durdum çünkü aniden çok kayda değer bir insan söyledi. Bu herkesin kabul edebileceği bir mantıktı.
Ama yine de - neden buna inanamıyorum?
 
  +
  +
Ama yine de - neden buna inanamıyordum?
   
 
Otonaşi gözlerini bana dikti, bir anlığına bile gözünü ayırmadan.
 
Otonaşi gözlerini bana dikti, bir anlığına bile gözünü ayırmadan.
   
Gözlerimin içine dik dik bakarak ağzının kenarını cesurca kaldırdı. Dersin daha bitmemesine rağmen, bana doğru yürümeye başlıyor.
+
Gözlerimin içine dik dik bakarak ağzının kenarını cesurca kaldırdı. Dersin daha bitmemesine rağmen, bana doğru yürümeye başladı.
   
Ne olduğunu anlamadan ayaktaydım. Mogi'nin kucağında uyuma ayrıcalığımdan vazgeçtim, oysa en büyük mutluluğumun kaynağı olmalıydı. Bütün vücudum titremeye başladı. Abartı değil - gerçekten baştan aşağı titriyorum.
+
Ne olduğunu anlamadan ayaktaydım. Mogi'nin kucağında dinlenme şansımdan vazgeçtim, oysa benim için en güzel mutluluk o olmalıydı. Bütün vücudum titremeye başladı. Abartı değil - gerçekten baştan aşağı titriyordum.
   
Otonaşi'yi fark eden Mogi da gerginleşti ve endişeyle ve yanımda durdu.
+
Otonaşi'yi fark eden Mogi de gerginleşti ve endişeyle yanımda durdu.
   
Cüretkar bir gülümseme ile, Otonaşi bana… hayır, Mogi'ye parmağı ile işaret etti.
+
Cüretkar bir gülümseme ile Otonaşi bana… hayır, Mogi'ye parmağı ile işaret etti.
   
 
Tam o anda.
 
Tam o anda.
   
Ani esinti çıktı - tamamen tesadüfi bir esinti. Kimsenin öngöremeyeceği bir esinti.
+
Aniden rüzgar çıktı - tamamen tesadüfi bir rüzgar. Kimsenin öngöremeyeceği bir rüzgardı.
   
Bu ani esinti Mogi'nin eteğini kaldırdı.
+
Bu ani rüzgar Mogi'nin eteğini kaldırdı.
   
Mogi derhal eteğini indirdi, ama sadece ön tarafını. Ben onun arkasında duruyorum. Esinti geçtikten hemen sonra Mogi bana dönüp baktı. Her zamanki gibi ifadesiz ama yanakları biraz kırmızı gibiydi.
+
Mogi derhal eteğini indirdi, ama sadece ön tarafını. Ben onun arkasında duruyordum. Rüzgar geçtikten hemen sonra Mogi bana dönüp baktı. Her zamanki gibi ifadesizdi ama yanakları biraz kırmızı gibiydi.
   
 
Hiç ses çıkartmadan ağzını hareket ettirerek “Gördün mü?” diye sordu. Aslında sesli konuşmuş olabilirdi ama alçak sesi bana gelmemişti. Kafamı şiddetle iki yana salladım. Herhalde tepkimden onun külotunu gördüğüm anlaşılıyordu. Ama Mogi cevap vermedi, onun yerine başını eğdi.
 
Hiç ses çıkartmadan ağzını hareket ettirerek “Gördün mü?” diye sordu. Aslında sesli konuşmuş olabilirdi ama alçak sesi bana gelmemişti. Kafamı şiddetle iki yana salladım. Herhalde tepkimden onun külotunu gördüğüm anlaşılıyordu. Ama Mogi cevap vermedi, onun yerine başını eğdi.
   
Bu noktada Otonaşi yanımda duruyor.
+
Bu süre zarfında Otonaşi yanıma gelmişti.
   
İfadesini gözümün kenarından gördüm.
+
Yüz ifadesini gözümün kenarından gördüm.
   
 
“Haa-”
 
“Haa-”
   
Neden bu kadar titrediğimin farkına vardım - Otonaşi'nin ifadesini anladım. Hayatımda bu ana kadar hiç bana doğru yönlendirilmemiş bir duyguyu yansıtıyor.
+
Neden bu kadar titrediğimin farkına vardım - Otonaşi'nin yüz ifadesini anladım. Hayatımda bu ana kadar hiç bana karşı hissedilmemiş bir duyguyu yansıtıyordu.
   
 
-Nefret.
 
-Nefret.
   
Neden? Neden benim gibi birine doğru nefret duyuyor?
+
Neden? Neden benim gibi birinden nefret ediyordu ki?
   
Otonaşi ağızının kenarını kaldırdı ve bana dudağını büktü. Hala titriyordum, ama onun
+
Otonaşi ağızının kenarını kaldırdı ve bana dudağını büktü. Hala titriyordum, ama onun dışında donakalmıştım. Otonaşi elini omzuma koydu ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.
dışında donakalmıştım. O elini omuzuma koydu ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.
 
   
“Açık maviydiler, değil mi?”
+
“Açık maviydi, değil mi?”
   
Otonaşi her şeyi biliyor. Mogi'ye olan düşkünlüğümü, ani bir esinti ile külotunun açığa çıkaracağını, hepsini biliyordu.
+
Otonaşi her şeyi biliyor. Mogi'ye olan düşkünlüğümü, ani bir rüzgar ile külotunun açığa çıkaracağını, hepsini biliyordu.
   
Otonaşi'nin bu sabahki ifadesi bir tür espri değildi. Bu bir - tehditti, beni eksiksiz olarak tanıdığını, düşünme şeklimi çözdüğünü, kontrolü altında olduğumu ima eden bir tehditti.
+
Otonaşi'nin bu sabah ettiği ifade bir tür espri değildi. Bu bir tehditti; beni eksiksiz olarak tanıdığını, düşünme tarzımı çözdüğünü, kontrolü altında olduğumu ima eden bir tehditti.
   
 
“Hoşino, artık hatırlamış olmalısın, değil mi?”
 
“Hoşino, artık hatırlamış olmalısın, değil mi?”
   
Otonaşi beni donakalmış bir şekilde dururken gözlemledi. Bir kaç saniye böyle kalıyoruz, ama benim sesim çıkmayınca, iç çekti ve başını eğdi.
+
Ben donakalmış bir haldeyken Otonaşi beni gözlemledi. Bir kaç saniye böyle geçti ama sesim çıkmayınca Otonaşi iç çekti ve başını eğdi.
   
Şikayetini mırıldadı: “Demek ki faydasızmış, bu kadar ileri gitmeme rağmen… Anladım, bugün bir miktar daha durgunsun.”
+
Şikayetini mırıldayarak söyledi: “Demek ki bu kadar ileri gitmeme rağmen bir faydası yokmuş… Anladım, bugün bir miktar daha uyuşuksun.”
   
“Unuttuysan, hatırla artık. Benim adım ‘Maria.’”
+
“Eğer unuttuysan, hatırla şimdi. Benim adım ‘Maria.’”
   
...’Maria’? Hayır, ehm… sen ‘Aya Otonaşi’ değil misin?
+
...’Maria’? Hayır, ehm… sen ‘Aya Otonaşi’ değil misin?
   
“...O- O senin takma adın filan mı?”
+
“...B-Bu senin takma adın filan mı?”
   
 
“Kapa çeneni.”
 
“Kapa çeneni.”
   
Bana dudağını büktü, bana karşı hissettiği siniri saklamaya kalkışmadı bile.
+
Bana dudağını büktü, bana karşı hissettiği siniri saklamaya hiç çaba sarf etmedi.
   
“Pekâlâ. Bu halinle hiç ilgi çekici değilsin, ama öyleyse kendi kolaylığıma göre davranacağım.” dedi Otonaşi ve bana sırtını döndü.
+
“Peki âlâ. Bu halinle hiç de mücadeleci değilsin, ama eğer öyleyse keyfimce davranacağım.” dedi Otonaşi ve bana sırtını döndü.
   
 
“Aa, bekle…”
 
“Aa, bekle…”
   
İçgüdüsel olarak onu durdurdum. Döndü, stresli gözüküyordu. Asık suratının görüntüsünden ürkmekten kendimi alıkoyamıyorum.
+
Doğal olarak olarak onu durdurdum. Döndü. Stresli gözüküyordu. Onun asık suratının görüntüsünden dolayı ürkmekten kendimi alıkoyamadım.
   
Emin değilim. Ama Otonaşi'nin tavrından, belki-
+
Emin değildim. Ama Otonaşi'nin sergilediği tavırdan, belki de-
   
“Acaba daha önce tanışmış olabilirmiyiz?”
+
“Acaba daha önce tanışmış olabilir miyiz?”
   
Bu sözleri duyunca, Otonaşi ağızının bir kenarını kaldırdı.
+
Bu sözleri duyunca, Otonaşi ağzının bir kenarını kaldırdı.
   
“Evet, önceki hayatımızda âşıklardık. Ah benim sevgili Hathaway’im, ne kadar sefil şu anki halin. Beni, düşman toprağının prensesini kurtarmaya geldiğinde bu kadar yüreksiz değildin.”
+
“Evet, bir önceki hayatımızda sevgiliydik. Ah benim sevgili Hatevey’im, ne kadar da sefil şu anki halin. Beni, düşman toprağının prensesini kurtarmaya geldiğinde bu kadar yüreksiz değildin.”
   
“......Aaa, ne?”
+
“......Ehm, ne?”
   
Ne diyiceğimi bilemedim. Otonaşi şaşkın halimi gördükten sonra memnun olmuş gibiydi. Bugün ilk defa, gerçek bir gülümseme sergiledi.
+
Ne diyeceğimi bilemedim. Otonaşi şaşkın halimi görünce mutlu olmuşa benziyordu. Bugün ilk defa, gerçekten gülümsemişti.
   
 
“Şaka yapıyorum.”
 
“Şaka yapıyorum.”
Line 393: Line 393:
 
Sonraki gün.
 
Sonraki gün.
   
Aya Otonaşi’nin cesetini gördüm.
+
Aya Otonaşi’nin cesedini gördüm.
   
   

Revision as of 22:19, 13 February 2016

Bugün '2 Mart'. Bugün '2 Mart' olması gerekiyordu.

Neden bugünkü tarihi onaylıyorum ki?

...Muhtemelen Mart olmasına rağmen gökyüzünün hala bulutlu olmasından dolayıdır. Muhtemelen kesinlikle bundan dolayıydı. Hava yüzünden biraz hüzünlüydüm; son zamanlarda mavi gökyüzü bulutların arkasında saklanıyordu.

Of, acaba hava ne zaman açılacaktı?

Okul başlamadan önce sınıfta camdan bakınıp, önemsiz şeyler hakkında öylece düşünüyordum.

Herhalde bu kendimi iyi hissetmediğim için bu düşüncelere kapılmıştım. Hayır, kendimi kötü hissetmiyordum. Kendimi her zaman hissettiğim gibi hissediyordum. Sadece... rahatsızdım. Tam açıklayamıyorum, ama sanki bir tek benim gölgem eksikmiş gibi bir histi. Daha çok 'anlaşılmaz bir tuhaflık var' şeklinde rahatsızlıktı.

...Garip. Bir sebep bulamıyordum. Dün garip hiçbir şey olmamıştı, bu sabah kahvaltı ettim, en sevdiğim sanatçının yeni albümünü trende dinledim, ve denk gelip izlediğim fal programından sıradan bir 'ortalama şans' falı çıkmıştı.

Üstünde durarak kafamı daha fazla yormamaya karar verdim, ve çantamdan bir Umiabo[1] çıkardım. Bugünkü Umaibo domuz eti tadındaydı. Bir ısırık aldım. Ne kadar yersem yiyeyim, tadından asla bıkmıyorum.

"Yine mi Umaibo? Gerçekten onlara doyamıyorsun değil mi? Sürekli Umaibo yersen kanın Umaibo rengine dönüşür, biliyorsun değil mi?

"...Ehm, o hangi renk ki?"

"Kim bilir!"

Benimle dalga geçen kız sınıf arkadaşım Kokone Kirino'ydu. Uzun ile çok uzun arasında olan kahverengi saçı, başının arkasında yüksek bir konumda at kuyruğu şeklinde bağlıydı. Kokone sürekli saç şeklini değiştirirdi, ama kendisi şimdiki halini oldukça beğenmişe benziyordu. En azından, bana öyle gelmişti; son zamanlarda Kokone sadece bu saç tarzını kullandığı hissine kapıldım.

Kokone gelişigüzel bir şekilde yanımdaki yeri kaptı. Mavi el aynası yardımıyla makyajını yapmaya başladı. Aynı zamanda erkek olarak ismini pek bilmediğim bir araçtan faydalanıyordu. Keşke bu kadar çabayı sırf makyaj yapmaya değil, her şeye sarf etseydi.

"Durup düşününce birçok mavi şeye sahipsin sen değil mi?"

"Ah, evet, maviyi seviyorum... Aa, doğru, Kazu! Bugün bende bir farklılık yok mu? Yok mu?" Kokone bana bu soruyu parlayan gözlerle sordu.

"Hım..?"

Ben nasıl bilebilirdim ki? Birden sorarsan cevap veremem ki.

"Sana bir ipucu vereyim! Cazibem değişti!"

"Ha?"

Doğal olarak göğüslerine baktım.

"Oha, dur! Neden göğüslerim?!"

Yani, sürekli göğüs ölçünün D alanına geçmesiyle övünüyordun, o yüzden göğüslerin olduğuna emindim..

"Tabi ki gözlerim benim cazibe noktam! Ve her neyse, göğüsler birden büyümez! Ya da öyle olmasını mı isterdin?! Sapık! Göğüs delisi!"

"...Özür dilerim."

Öyle kendinden menkul bir cazibe noktasını bilmem imkansızdı, ama şimdilik sadece özür diledim.

"...Ee?"

Kokone beklenti içinde gözlerimin içine baktı. Kabul etmeliydim ki gözleri hakikaten büyüktü. Bunun farkına varınca biraz utandım.

"...Yüzünün her zamanki gibi gözüktüğünü düşünüyorum..?" Dedim, yüzüne pek bakmadan.

"Ha? Ne? Yüzümün her zamanki gibi tatlı olduğunu mu söyledin?"

"Hayır, söylemedim."

"Söyle!"

Söylemeye mecbur edildim.

"İşin aslını söylemek gerekirse bugün rimel sürdüm. Nasıl gözüküyor? Nasıl?

Hiçbir farkını göremiyordum. Dün nasıl gözüktüğünü ve bugün nasıl gözüktüğünü ayırt edemiyordum.

"......yok, gerçekten öyle bir şey hakkında yorum yapamam," ona bütün olağan samimiyetimle söyledim - ve bana kurduğu tuzağa düştüm.

"'Öyle bir şey' ...mi dedin?!"

Bana vurdu.

"Ah..."

"Cık! Ne kadar sıkıcı bir keratasın sen!" dedi zorlanmış bir ses tonu ile, ama... Aa, gerçekten de biraz kızmış olabilirdi. Kokone bana tükürme numarası yapıp rimel ile kaplı suratını diğer sınıf arkadaşlarımıza göstermek için benden uzaklaştı.

"Haa..."

Şimdi yorulmuştum. Kokone komik olabilirdi, ama öfkesiyle baş edemiyordum.

"Âşk çekişmeniz sona mı erdi?"

Döndüğümde ilk gördüğüm şey bir sağ kulaktaki üç küpeydi. Okulumda tek bir kişide böyle pirsing vardı.

"...Daiya. Onun âşk çekişmesiyle uzaktan yakından alakası yoktu. Öyle bir kanıya nasıl vardın?"

Arkadaşım Daiya Oomine itirazıma sadece dudak büktü. Evet, her zamanki gibi kibirliydi. Gerçi, Daiya gibi birisinin kendini aşağılaması garip olurdu. Ne de olsa bu kadar uçuk aksesuar giyinmeyi seçen oydu, ve okul kurallarına uymamakla kalmayıp, kasten o kuralları umursamadığını gösteriyordu.

"Ama gerçekten de rimeli fark etmedin mi? Aradaki fark benim bile gözüme çarptı. Ve ben kesinlikle, tamamı ile ona karşı ilgisiz biriyim."

"...Gerçekten mi?"

Onlar komşu ve anaokulundan beri çocukluk arkadaşlarıydı. Ona karşı ilgisiz olduğu şüphesiz yalandı. O bir kenara Daiya'nın bile fark ettiği şeyi gözden kaçırmak küçük bir sorun olabilirdi. Çünkü o başka insanlara karşı tamamen ilgisiz ve başkalarına doğru başını bile çevirmezdi.

"...Ama, yani."

Kokone'nin dün de rimel sürdüğü hissine kapılmıştım.

"Anladım, anladım, Kazu. Kaşara 'seninle ilgilenmiyorum' dedin. Sana katılıyorum. Bende aynı fikri benimseyeceğim. Ama lafımı esirgemeden yapacağım."

"Seni art niyetli sınıf başkanı! Seni çok iyi duyabiliyorum!"

Daiya keskin kulaklı kızı aldırmadan konuşmaya devam etti.

"Kazu, o gereksiz hatun hakkında konuşmayalım artık - bugün bir transfer öğrencisi geleceğini biliyor muydun?"

"Transfer öğrencisi mi?"

Bunu tekrar doğruluyordum - bugün 2 Mart. İnsan neden okul senesinin bu kadar geç bir zamanında transfer olur ki?

"Transfer öğrencisi mi?! Gerçekten mi?!"

Tam da beklenildiği gibi, Kokone konuşmamızı duydu ve bize soru yöneltmek için sesini yükseltti.

"Kiri, seninle konuşmuyorum. Oradan buraya karışma. Aa, ve buraya da sakın yaklaşma! Senin o makyaj akan çaresiz suratın zihinsel sağlığım için iyi değil."

"N-Ne?! Diyene bak! O sahtekar kişiliğini bir an düzeltmeye başlamalısın. Belki seni 24 saat boyunca baştan aşağı sarkıtmalıyız, belki o zaman sonunda beynine biraz kan gider! Belki ondan sonra biraz değeri olan bir şeyler söylersin."

Ortak laf atışmalarına son vermek için sesimi biraz yükseltip esas konuya döndüm.

"Transfer öğrencisi, öyle değil mi? Sanırım onun hakkında bir şeyler duymuştum."

Daiya anında ağzını kapatıp bana dik dik baktı.

"...Kim sana onu söyledi?" Sordu Daiya ciddi bir suratla.

"Ha? Neden bilmek istiyorsun?"

"Soruya soru ile yanıt verme."

"Ehm.. kimdi ya? Bana söyleyen sen değil miydin?"

"İmkanı yok. Ben de şimdi, öğretmenler odasına gidince öğrendim. Senin öğrenebilmenin ihtimali olmamalıydı."

"Gerçekten mi?"

"Bu tarz söylentiler anında her yere yayılır. Ama Kiri gevezesi bile bunu bilmiyordu."

Kiri'nin az önceki davranışını göz önünde bulundurunca Daiya'nın söylediği muhtemelen doğruydu.

"O yüzden bu bilginin bugüne kadar, transfer gününe kadar, sır tutulduğu sonucuna varmıştım. Ama eğer durum öyleyse, sen nasıl öğrendin?"

"...Ehm?"

Acaba nasıl öğrenmiştim?

"Peki, neyse. Ama garip değil mi Kazu? Neden biri senenin bu vaktinde geçiş yapar ki? Muhtemelen özel durumlardan kaynaklanıyor. Örneğin, bir şirket başkanın başka okullardan atılan yaramaz çocuğu olabilir mi? Eğer durum oysa bilginin gizlenmesi mantıklı olur."

"Daiya, transfer öğrencisi hakkında öyle yorum yapmak hoş değil; bu sadece senin ön yargın. Yani, senin 'yardımın' olmadan yeterince kuşkulu bir durumda zaten. Ayrıca herkes bizi sinsice dinliyor."

Gerçekten de konuşmamızı gizliden dinleyen öğrencilerin kalanı mahcup bir şekilde gülümsedi.

"Ha? Neden umurumda olsun ki?"

Of...

Daiya'nın kibirli tavrına tepki olarak iç çektiğim an, zil çaldı. Sınıf arkadaşlarım yerlerine acele ile geri döndü.

Cam kenarında oturan Kokone, camı açıp dışarı yaslandı. Anlaşılan bir an önce transfer öğrencisini görmek istiyordu.

"Ooo!"

Sesini yükseltti - transfer öğrencisine benzeyen birisini gördü herhalde. O "Ooo" sesini çıkarttıktan sonra, Kokone yerine donuk bir ifadeyle oturdu, oysa camdan bakmadan önce o kadar neşeliydi.

Acaba sorunu neydi?

Kokone gülümsedi ve "Bu harika!" diye mırıldandı. Herkes ne olduğunu bilmek istiyordu muhtemelen, ama sınıf öğretmenimiz tam o anda sınıfa girdi. Sınıf kapısının bulanık camından bir kızın gölgesi gözüküyordu. Transfer öğrencisi olmalıydı. Sınıfı gözü ile yoklayınca öğretmen herkes kapının arkasındaki kişiyi merak ettiğini anladı ve onu hemen içeri çağırdı.

Bulanık camın arkasındaki gölge hareket etti.

Ve ardından - onu gördüm.


Bir anda -

Manzara hemen değişti, sanki bir uçurumdan itilmiş gibiydim.

İlk önce bir ses duydum. Manzaranın lime lime edilmesinin sesi. Zorla, şiddetle, görüntü ardına görüntü zihnimin içine atıldı. Zihnimde defalarca benzer manzara parçaları gözüktü. Bilincim yok olacak gibi hissediyordum, ama ardından yerine konulup sıkıca sabitleştirildi, sanki küçük demirden bir kutunun içine sıkıştırılmış gibi. Déjà vu. Déjà vu.

"Adım Aya Otonaşi." Seni duydum.

"Adım Aya Otonaşi." Seni duydum.

"Adım Aya Otonaşi." Yeter, seni duydum ya işte!

Bilincimi delmeye çalışan muazzam miktardaki bilgiyi reddettim. Yani, hepsinin sığması imkansızdı. Beynim çökerdi. Bilginin tamamını algılayamıyordum.

"Ah..."

Ne,

Ne tür anlaşılmaz - şeylerden oluşuyordum ben?

Düşüncelerimin birbirine karışmaya başladığını fark ettim, ve zorla beynimi devre dışı bıraktım - ardından geri döndüm.


Ha? Ben az önce ne hakkında düşünüyordum?

Düşüncelerimin ne yönde ilerlediğini unutmuş olmakla sınıfın ön tarafına doğru, tekrar ona baktım. Henüz adını bilmediğim transfer öğrencisi, Aya Otonaşi'ye, baktım.

"Aya Otonaşi."

Transfer öğrencisi kısık sesle mırıldandı, onu anlayıp anlamadığımız umırunda değilmiş gibi.

Aya Otonaşi podyumdan indi.

Aşırı basit tanıtımı sınıf içerisinde bir konuşma seli oluşturdu.

Şaşkın sınıf arkadaşları zerre umurunda olmadan yürümeye başladı.

Bana doğru.

Doğruca yüzüme bakarak.

Doğal bir şekilde benim yanımdaki boş yere oturdu, sanki başından beri bu yer ona ayrılmış gibi.

Otonaşi şüpheyle bana dudağını büktü. Onu donakalmış bir şekilde izledim.

...Sanırım bir şey söylemem gerekiyordu.

“...Aa, tanıştığımıza memnum oldum.”

Ama asık suratı hiç değişmedi.

“O kadar mı?”

“Ne..?”

“O kadar mı diye sordum.”

Başka diyecek bir şey var mıydı? Öyle desen bile aklıma bir şey geliyordu ki. Ne de olsa daha ilk defa tanışıyorduk.

Ama ortam bir şey söylememi gerektiriyordu.

“...Aa, üzerindeki üniforma. Bir önceki okulunun mu?”

Otonaşi telaşlı sözlerime hiçbir tepki vermedi ve bana dik dik bakmaya devam etti.

“...Ee, öyle mi?”

Kafamın karıştığını görünce Otonaşi nedense iç çekti ve gülümsedi. Gülümsemesi salak bir çocuğa hayretle bakıyormuş şeklinde bir gülümsemeydi.

“Senin ilgini çekecek bir şey söyleyeceğim Hoşino.”

...Ha? Ona ismimi henüz söylememiştim.

Ama o düşüncenin önemi yoktu. Otonaşi bana öyle bir şey söyledi ki oturduğum yerde tam beş saniye boyunca donakaldım.

“Kasumi Mogi bugün açık mavi külot giyiniyor.”



Kasumi Mogi’nin üzerindeki kıyafet spor kıyafeti olması yerine her zamanki üniformasıydı.

Bugün de erkeklerin futbol oynayışını tekrar izliyordu. Yüzü ifadesiz bir şekilde her zamanki gibi üniformasını üzerindeydi.

Mogi’nin eteğinin altından çıkan beyaz bacaklar o kadar ince ki, her an kırılma ihtimali varmış gibi gözüküyorlardı.

Ve ben, nedense, başım onun kucağında dinleniyordum.

Aa, evet. Olan bitenden ben de bihaberim. Neşeye kapıldığım kesinlikle doğru olmasına rağmen çaresizce burun kanamamı durdurmaya çalıştığımdan keyfini çıkartamıyordum. Eğer başaramazsam sonu güzel olmayacaktı.

Bu arada nasıl bu hale düştüğümü hatırlıyordum. Otonaşi’nin ettiği sözler zihnimi allak bullak bıraktığı için beden dersinin ortasında yüzüme futbol topu çarptı ve burnum kanadı. Mogi benim için endişelenmişti ve, her nedense, kafamı onun kucağına koymama izin vermişti.

Mogi'nin bacakları hiç de yumuşak değildi; dürüst olmak gerekirse, kucağında dinlenmek kafamı biraz acıtmıştı.

Acaba bana neden böyle önem veriyordu. Mogi'ye doğru baktım ama ifadesiz suratı bana hiçbir şey söylemiyordu.

Ama mutluydum.

Çok, çok mutluydum.

Otonaşi'nin ‘külot’ hakkındaki yorumu.

Elbette beni şaşırtmıştı, ama şaşkınlığım sözün aniliği ve konuyla alakasızlığından dolayı değildi. Demeye çalıştığım şey şu; Otonaşi, “Senin ilgini çekecek bir şey söyleyeceğim,” dedi. Yani, ‘Kasumi Mogi’ hakkında bilgi benim için ‘güzel bir şey’ olduğunu ilan etti. Kokone ve Daiya’ya bile Kasumi Mogi’ye olan hislerimden bahsetmemiştim. O yüzden daha bugün tanıştığım Otonaşi bunu bilmesinin imkanı yoktu. Buna rağmen söylediğini söylemişti.

“...Mogi.”

“Ne oldu?”

Mogi sessizce cevap verdi. Sesi küçük bir kuşun sesi gibiydi, küçük vücudu ve narin görünüşü ile güzel uyuşuyordu.

“Bugün, ehm, Otonaşi seninle konuştu mu?”

“...Transfer olan öğrenci mi?... Hayır.”

“İkiniz daha önce tanışmıyordunuz, değil mi?”

Mogi başını salladı.

“Sana şüpheli bir şey yaptı mı peki?”

Bir an düşünüp ardından başını salladı. Hafif dalgalı saçı kıpırdadı.

“Neden böyle bir şey sordun..?” Diye bana soru yöneltti başını eğerek.

“Yok, hayır… Bir şey olmadıysa sorun yok.”

Sahaya doğru baktım. Otonaşi ürkütücü bir duruşla okul sahasının ortasında duruyordu. Ne topa ne de peşinden koşuşturan kızlara ilgi gösteriyordu. Top ona doğru gelişigüzel yuvarlanınca güçsüzce geri vurdu… Ehm, karşı takımdan bir kıza mı attı az önce?

“Immm.”

Otonaşi Mogi'ye karşı hislerimi fark ettiğini düşünerek konunun üstünde fazla durmuş olabilirdim.

Otonaşi görünüşü ve tavrı yüzünden beni çok etkilemişti. Evet, yorumu üstünde çok durdum çünkü aniden çok kayda değer bir insan söyledi. Bu herkesin kabul edebileceği bir mantıktı.

Ama yine de - neden buna inanamıyordum?

Otonaşi gözlerini bana dikti, bir anlığına bile gözünü ayırmadan.

Gözlerimin içine dik dik bakarak ağzının kenarını cesurca kaldırdı. Dersin daha bitmemesine rağmen, bana doğru yürümeye başladı.

Ne olduğunu anlamadan ayaktaydım. Mogi'nin kucağında dinlenme şansımdan vazgeçtim, oysa benim için en güzel mutluluk o olmalıydı. Bütün vücudum titremeye başladı. Abartı değil - gerçekten baştan aşağı titriyordum.

Otonaşi'yi fark eden Mogi de gerginleşti ve endişeyle yanımda durdu.

Cüretkar bir gülümseme ile Otonaşi bana… hayır, Mogi'ye parmağı ile işaret etti.

Tam o anda.

Aniden rüzgar çıktı - tamamen tesadüfi bir rüzgar. Kimsenin öngöremeyeceği bir rüzgardı.

Bu ani rüzgar Mogi'nin eteğini kaldırdı.

Mogi derhal eteğini indirdi, ama sadece ön tarafını. Ben onun arkasında duruyordum. Rüzgar geçtikten hemen sonra Mogi bana dönüp baktı. Her zamanki gibi ifadesizdi ama yanakları biraz kırmızı gibiydi.

Hiç ses çıkartmadan ağzını hareket ettirerek “Gördün mü?” diye sordu. Aslında sesli konuşmuş olabilirdi ama alçak sesi bana gelmemişti. Kafamı şiddetle iki yana salladım. Herhalde tepkimden onun külotunu gördüğüm anlaşılıyordu. Ama Mogi cevap vermedi, onun yerine başını eğdi.

Bu süre zarfında Otonaşi yanıma gelmişti.

Yüz ifadesini gözümün kenarından gördüm.

“Haa-”

Neden bu kadar titrediğimin farkına vardım - Otonaşi'nin yüz ifadesini anladım. Hayatımda bu ana kadar hiç bana karşı hissedilmemiş bir duyguyu yansıtıyordu.

-Nefret.

Neden? Neden benim gibi birinden nefret ediyordu ki?

Otonaşi ağızının kenarını kaldırdı ve bana dudağını büktü. Hala titriyordum, ama onun dışında donakalmıştım. Otonaşi elini omzuma koydu ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.

“Açık maviydi, değil mi?”

Otonaşi her şeyi biliyor. Mogi'ye olan düşkünlüğümü, ani bir rüzgar ile külotunun açığa çıkaracağını, hepsini biliyordu.

Otonaşi'nin bu sabah ettiği ifade bir tür espri değildi. Bu bir tehditti; beni eksiksiz olarak tanıdığını, düşünme tarzımı çözdüğünü, kontrolü altında olduğumu ima eden bir tehditti.

“Hoşino, artık hatırlamış olmalısın, değil mi?”

Ben donakalmış bir haldeyken Otonaşi beni gözlemledi. Bir kaç saniye böyle geçti ama sesim çıkmayınca Otonaşi iç çekti ve başını eğdi.

Şikayetini mırıldayarak söyledi: “Demek ki bu kadar ileri gitmeme rağmen bir faydası yokmuş… Anladım, bugün bir miktar daha uyuşuksun.”

“Eğer unuttuysan, hatırla şimdi. Benim adım ‘Maria.’”

...’Maria’ mı? Hayır, ehm… sen ‘Aya Otonaşi’ değil misin?

“...B-Bu senin takma adın filan mı?”

“Kapa çeneni.”

Bana dudağını büktü, bana karşı hissettiği siniri saklamaya hiç çaba sarf etmedi.

“Peki âlâ. Bu halinle hiç de mücadeleci değilsin, ama eğer öyleyse keyfimce davranacağım.” dedi Otonaşi ve bana sırtını döndü.

“Aa, bekle…”

Doğal olarak olarak onu durdurdum. Döndü. Stresli gözüküyordu. Onun asık suratının görüntüsünden dolayı ürkmekten kendimi alıkoyamadım.

Emin değildim. Ama Otonaşi'nin sergilediği tavırdan, belki de-

“Acaba daha önce tanışmış olabilir miyiz?”

Bu sözleri duyunca, Otonaşi ağzının bir kenarını kaldırdı.

“Evet, bir önceki hayatımızda sevgiliydik. Ah benim sevgili Hatevey’im, ne kadar da sefil şu anki halin. Beni, düşman toprağının prensesini kurtarmaya geldiğinde bu kadar yüreksiz değildin.”

“......Ehm, ne?”

Ne diyeceğimi bilemedim. Otonaşi şaşkın halimi görünce mutlu olmuşa benziyordu. Bugün ilk defa, gerçekten gülümsemişti.

“Şaka yapıyorum.”



Sonraki gün.

Aya Otonaşi’nin cesedini gördüm.



  1. Umaibō (うまい棒) veya "lezzetli çubuk," küçük, şişkin, silindirik bir tahıl atıştırmalığıdır. Japonya'da bakkalların bir çoğunda şeker reyonunun en alt rafında bulunur.


Geri Git - 13,118. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 8946. Defa