Difference between revisions of "Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27755. Defa (3)"

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search
m
m
 
Line 120: Line 120:
 
“...Evet. Muhtemelen söyledim.”
 
“...Evet. Muhtemelen söyledim.”
   
“Bende memnuniyetle kabul ettim! Ben de seni sevdiğimi söyledim!”
+
“Ben de memnuniyetle kabul ettim! Ben de seni sevdiğimi söyledim!”
   
 
“........”
 
“........”
Line 178: Line 178:
 
“Kazu… anlıyor musun? Senin yüzünden acı çekiyorum. Hepsi, hepsi, ''hepsi'' senin suçun.”
 
“Kazu… anlıyor musun? Senin yüzünden acı çekiyorum. Hepsi, hepsi, ''hepsi'' senin suçun.”
   
“O ağzından çıkan saçmalık da neyin nesi öyle?” Maria, somurtgan bir ifade ile onun lafını bölmüştü. “Ne kadar da sorumsuzsun. Sen sadece kendi Reddeden Sınıf’ının ızdırabına dayanamadığın için bütün suçu Kazuki’nin üstüne atıyorsun.”
+
“O ağzından çıkan saçmalık da neyin nesi öyle?” Maria, somurtkan bir ifade ile onun lafını bölmüştü. “Ne kadar da sorumsuzsun. Sen sadece kendi Reddeden Sınıf’ının ızdırabına dayanamadığın için bütün suçu Kazuki’nin üstüne atıyorsun.”
   
 
“...Hayır! Acı çekmem tamamı ile Kazu’nun kabahatı!”
 
“...Hayır! Acı çekmem tamamı ile Kazu’nun kabahatı!”

Latest revision as of 17:30, 10 September 2017

Maria söyleyince, Mogi'nin hiç makyaj yapmadığını ben de fark ettim. Bir erkek olarak, söz konusu makyaj olunca bariz cahil olduğumdan — Maria'nin değişikliği farketmesi daha kolaydı haliyle.

Ama Mogi hala bir makyaj çantasına sahip.

Bunun nedeni neydi ki?

Maria’nın mantığı şuydu:

—Kullanmaktan sıkılmıştı.

Yitik anılarıma güvenemiyorum, ama sanıyorum ki Mogi görünüşüne her zaman çok önem veriyordu. Fakat, Reddeden Sınıf içerisinde makyajla uğraşmanın artık bir anlamı olmayacağı için vazgeçmişti. 1 Mart’tan beri çantasını hiç dokunmadan bırakmış—Reddeden Sınıf başlamadan önce.

Mogi çantasından makyaj malzemelerini çıkarıp kullanmaktan yorulur hale gelmiş.

Bu sadece 20,000’den fazla tekrarı hatırlayan birine olabilirdi.

Ve tek bu kişi—sahip olabilirdi.

Yani, sevdiğim kız, beni seven kız, Kasumi Mogi, sahip — olmalı.

“Sana söylemem gereken bir şey var, Kazu.”

Geçmiş tekrarda beni aradığında Kokone’nin söylediği şey buydu. Bana dedi ki:

“Kasumi seni seviyor!”

Kokone, Mogi'nin bana olan aşkından haberdardı. Eminim Kokone bunun hakkında Mogi ile konuşmuştur, ne de olsa onlar düne kadar çok yakın arkadaştı.

Maria ve ben Mogi'yi tuzağa düşürmek istedik.

Ama bunu yapacak olan bizzat biz olsaydık, doğal olarak çakardı. Mümkünse, Mogi'ye kendini hazırlama fırsatı vermek istemiyorduk, ne de olsa Maria’yı defalarca yenmişti.

Onun yerine, Kokone’yi aracı olarak kullanmaya karar verdik. Planladığım gibi Mogi'yi ona itiraf edeceğime inandırabilseydi, Mogi'nin tuzağımızın içine düşecebileceği sonucuna varmıştık.

Planımız — Kokone'nin ölümüyle sonlandı.

Mogi'nin sözlerini hatırladım.

“...yani, benimle çıkar mısın?”

Bana kaç defa itiraf etmişti? Bana ne zamandan beri âşıktı? Madem aşkımız karşılıklıydı, o zaman neden—

“Lütfen yarına kadar bekle.”

Neden onu söylemişti?

Mogi giysilerini ve vücudunu kaplayan kanın farkında değil sanki. İfadesiz.

—her zamanki gibi.

Hep bu kadar ifadesiz miydi? Hayır, bölük pörçük anılarımdan onun parlak bir gülüşü olan bir an hatırlayabiliyorum. Ama gülümseyen Mogi bana o kadar da gerçekçi gelmiyor. Zihnimdeki Mogi ifadesiz ve suskun bir kız.

Ama ya o görünürdeki sahte, capcanlı gülümseyen Mogi ise, orijinal olanıysa?

Kasumi Mogi denen kıza neler oldu böyle?

“Yenildi,” diye söylendi Maria, sanki dile getirmediğim soruya cevap veriyordu. “Bu sonsuz tekrar içerisinde kendini tamamen kaybetmiş,” diye ilan etti, Mogi'ye küçümseyen bir bakış ile.

Bu düşünce zaten aklıma gelmişti: İnsan aklı bu kadar muazzam miktarda tekrara dayanamazdı.

Ama Mogi aynı günü 27,755 defa tekrarlamıştı.

Ve bunca defa tekrarladıktan sonra, Mogi kanlar içinde kalmıştı.

“...Senin suçun, Kazu,” dedi Mogi, bana bakarak. “Beni köşeye sıkıştırdığın için böyle oldu!”

“...Mogi, ne yaptım ben?”

“‘Mogi-miş’.” Mogi dudaklarını bükerek ismini tekrarladı. “Sana söyledim. Sana kesinlikle söylemiştim. Sana yüzlerce defa söylemiştim, söylemedim mi?”

“N-Neyden bahsediyorsun sen…?”

“Bana ‘Kasumi’ demeni söylemedim, söylemedim mi…?!”

...Bilmiyordum. Bunu hiç hatırlamıyordum…

“Bunu yüzlerce defa söyledim ve sen bunu yüzlerce defa kabul ettin, etmedin mi? Öyleyse neden? Neden hep hemen ardından unutuyorsun?”

“Çaresi… yok…”

“Çaresi mi yok?! Söyle bana, neden çaresi yok?!” Mogi deli gibi bağırmaya başlamıştı. Bütün bunlar olurken, suratı neredeyse ifadesizdi.

Muhtemelen, bu binlerce tekrar üzerinde ifadesini nasıl değiştirebileceğini unutmuştu, çünkü değiştirmesi için hiçbir sebep yoktu. Artık doğru düzgün ne gülebiliyordu, ne ağlayabiliyordu, ne de kızabiliyordu.

“Kazuki, dinleme onu.”

Mogi gözlerini benden ayırıp Maria’ya sert sert baktı.

“Kazu'ya o kadar samimi bir şekilde hitap etme!”

“Ona istediğim gibi hitap edebilirim.”

“Edemezsin! ...Kazu neden seni hatırlıyor da, beni hatırlamıyor…?”

“Mogi, her şeyin böyle çalışmasını sen ayarladın, çünkü aynı şeyleri tekrar tekrar yapmayı kolaylaştırıyor.”

“Kes sesini! Niyetim o değildi!”

Şimdi düşününce, 27,754. tekrarda, Maria’yı hatırladığımda Mogi korkmuşa benziyordu.

O zamanda, Mogi benim garip davranışlarımdan dehşete kapıldığına emindim. Ama artık onun sahip olduğunu bildiğimden, bakış açım değişmişti: esasında, Maria’yı hatırlayıp onu hatırlamadığım için içine attığı memnuniyetsizliği sonunda dışarı çıkmıştı.

“Kazu…”

Onun tarafından böyle hitap edilmeye de alışmamıştım.

Belki de bir defasında bana ‘Kazu’ diye hitap etmek için izin istemişti, aynen benim de ona ‘Kasumi’ diye hitap etmemi istediği gibi.

Ben unutmuş olabilirdim, ama Mogi bu tekrarlar içerisinde olan biten her şeyi hatırlıyordu.

“Kazu, beni sevdiğini söyledin.”

“...Evet. Muhtemelen söyledim.”

“Ben de memnuniyetle kabul ettim! Ben de seni sevdiğimi söyledim!”

“........”

Sadece onun ‘Lütfen yarına kadar bekle’ dediğini hatırlıyordum. O kadar. Onun dışında hiçbir şey hatırlamıyordum.

“Demek hatırlamıyorsun, he?”

Ona bir cevap veremedim.

“Ne kadar mutlu olduğumu hayal edebilir misin? Bu tekrarlar esnasında bana dikkat etmen için elimden geleni yaptım. Saçımı yaptım, rimel sürmeye çalıştım, senin ilgini çekmeye çalıştım, hobilerini araştırdım, ne hakkında konuşmayı sevdiğini öğrendim… ve ne oldu biliyor musun? Bir mucize oldu! Tavrın açık açık değişmişti. Benden hoşlandığını fark ettim. Daha önceden beni reddetmene rağmen, itirafımı kabul etmeye başlamıştın. Hatta sen bana itiraf ettin. Bunu her yaptığında, beni umutlandırmıştın. Her defasında, mutlu bir ‘devam’ın beni beklediğini

düşünmüştüm. Bu tekrarların sonunda sona ereceğini düşünmüştüm. Ama ne oldu biliyor musun? ...Kazu—”

Mogi bana ifadesiz bir şekilde baktı.

“—her defasında unuttun.”

Bakışına dayanamadım, ve yere doğru baktım.

“Unuttuğunda bile, bir dahaki sefere hatırlayacağına dair çok umutluydum. İtirafımı her kabul edişinde, bana her itiraf edişinde, sana olan umudumu tekrar tekrar yükselttin. Ama sonunda, hiçbir şey hatırlamadın. Çabucak senden ümidimi kestim. Ama biliyor musun, biri sana itiraf ederse, umut etmekten kendini alıkoyamıyorsun! Ne de olsa, bir mucize olabilir. O yüzden her defasında itiraf ettiğinde, yeniden incitildim.”

Onunla çıkmayı hayal edemiyordum. Ama Mogi benim hayal bile edemeyeceğim bir şeyi gerçek yapmıştı. Ona âşık olmamı sağlamıştı. Belki bu yüzden anılarımın bazılarını hayal meyal hatırlayabiliyordum.

Ama işin sonunda, sevgimi o şekilde kazanmak anlamsızdı.

Dört gözle beklenecek hiçbir şey yoktu.

Sevgimi kazandıktan sonra, oracıkta sonlanıyordu.

Onu bekleyen şey kusursuz bir tek-taraflı aşktı.

Sevgimi kazandıktan sonra bile tamamen karşılıksız kalan tek taraflı bir aşk.

“Öyleyse artık bana itiraf etmeni istemiyordum. Ama yine de geldin. Hala beni sevdiğini söyledin. Ve mutlu olmama rağmen, çektiğim ızdırap çok daha kötüydü… o yüzden sana her defasında bunu söylemekten başka bir çarem yoktu:”

Mogi kesinlikle defalarca duyduğum o kelimeleri söyledi.

“‘Lütfen yarına kadar bekle’.”

Kalbim ağrıyordu.

Bunca süre boyunca, o sözler tarafından en çok incitilen oydu—benden çok daha fazla.

Ama öyleyse Reddeden Sınıfı neden sonlandırmıyordu? Aksi takdirde, tek taraflı aşkı karşılıksız kalırdı. Kutusunu muhafaza etmenin başka sebepleri olsa bile, kesinlikle çok acı çekiyordu.

“Kazu… anlıyor musun? Senin yüzünden acı çekiyorum. Hepsi, hepsi, hepsi senin suçun.”

“O ağzından çıkan saçmalık da neyin nesi öyle?” Maria, somurtkan bir ifade ile onun lafını bölmüştü. “Ne kadar da sorumsuzsun. Sen sadece kendi Reddeden Sınıf’ının ızdırabına dayanamadığın için bütün suçu Kazuki’nin üstüne atıyorsun.”

“...Hayır! Acı çekmem tamamı ile Kazu’nun kabahatı!”

“İstediğini düşün, ama bu durumun sorumlusu Kazuki değil. Seni hatırlayamıyor bile. Kazuki sadece kendi amacı uğruna anılarını koruyor, senin çürük kalbin için değil.”

“Nasıl… Nasıl öyle bir kanıya vardın?

“Neden mi diye soruyorsun?” Maria dimdik durup ona dudağını büktü. “Cevap basit,” dedi lakayt bir şekilde. “Çünkü bu dünyadaki herkesten çok ben Kazuki Hoşino’yu gözlemledim.”

“N—”

Bu acı sözleri duyduktan sonra, Mogi söyleyeceklerini unuttu.

İtiraz etmeye çalıştı, ama ağzı ses çıkartmadan açılıp kapandı.

Ben ağzımı başka bir sebepten dolayı kapattım. Yani, biri öyle bir şey söyleyince utandırıcı oluyordu! Cidden.

“H-Hayır, onu aynı süre boyunca izle—”

“Senin zamanın değersiz.” Maria onun iddiasını rahatlıkla reddetti. “Neler başardığına bakınca, zamanının ne kadar değersiz olduğunu anlamıyor musun? Kendine aynada bir bak. Ellerine bak. Ayaklarına bak.”

Mogi'nin suratı siyahlaşan pıhtılaşmış kan ile kaplıydı.

Mogi'nin elleri bir mutfak bıçağı tutuyordu.

Mogi'nin ayakları Kokone’nin cesedinin yanında duruyordu.

“Lütfen, itiraz etmekten çekinme. Kazuki’yi benim kadar izlediğini dayat bana—sözlerinin herhangi bir anlamı olduğuna gerçekten inanıyorsan.”

Mogi suçluluğa kapılmış gibiydi, ve yere doğru baktı.

Ona hiçbir şey söyleyemedim.

“........heh, hıhıhı. Sen Kazu'yu dünyadaki herkesten çok mu izledin? Sanırım öyle. Belki de tam söylediğin gibidir. Hıhıhıhı, ama bunun önemi yok! Neden olsun ki?”

Yere bakarken kıkırdamaya devam etti.

“Hımf, sana acıyorum. Demek sonunda kırıldın.”

“Sonunda mı…? Hıhıhı… sen ne diyorsun?”

Hiç yukarı bakmadan, mutfak bıçağını Maria’ya doğrulttu.

“En başta aklımın yerinde olduğunu mu düşünüyordun?”

Kafasını kaldırdı.

“Sana güzel bir şey söyleyim, Otonaşi! Öldürdüğüm herkes bu dünyadan kayboluyor!”

Her zamanki gibi, yüzü ifadesiz kaldı.

“O yüzden hiçbir önemi yok! Zaten kaybolacaksan Kazu'yu ne kadar izlediğinin önemi yok!!”

Mogi, Maria’ya mutfak bıçağıyla hücüm etti. Tepki olarak Maria’nın ismini haykırdım. Ama Maria Mogi'ye sıkılmış gibi baktı, tamamen umursamazmış gibi. Maria sadece Mogi'nin kolunu tutarak onu hareketsiz hale getirmişti.

“Off…”

Güçleri arasındaki fark o kadar belli ki, Maria’nın ismini haykırdığım için utanmıştım.

“Özür dilerim, ama bütün dövüş sanatlarında ustalaştım. Basit hamlelerine karşı koymak bir bebeğin kolunu bükmek kadar kolay.”

Mogi'nin elindeki mutfak bıçağı yere düşüp gürültü yaptı.

Silahsız, Mogi mutfak bıçağına hayretler içerisinde baktı.

“...bir bebeğin kolunu bükmek kadar kolay mı…?” Mogi acı içinde fısıldadı, gözleri hala bıçağın üzerindeydi.

“.......hıhıhı”

Ama buna rağmen, acı çekiyor olması gerekiyorken, Mogi gülümsedi.

“Komik olan ne?”

Komik olan ne, mi? Hıh.. haha,

HAHAHAHAHAHAHA!”

Ağzı sonuna kadar açık bir şekilde güldü. Fakat kanlar içindeki suratında gülümseme yoktu. Gülmesine rağmen, ağzının kenarları kalkmamıştı. Gözleri hafifce daralmış olması yerine, sonuna kadar açıktı.

Maria bu kahkahaları duyduktan sonra yüzünü buruşturdu.

“Tabi ki de komik!! Ne de olsa, sen benim kolumu tutmayı bir bebeğin kolunu bükmeye benzettin! Tüm insanların arasında, sen! Sen, Aya Otonaşi, bunu söyledin! Muhteşem! Kesinlikle MUHTEŞEM!”

“Neyi bu kadar komik bulduğunu hala anlamış değilim.”

“Gerçekten mi? Öyleyse, söyle, bir bebeğin kolunu gerçekten bükebilir misin?”

Hala neden güldüğünü anlayamamıştım, ama Maria diyecek sözden yoksundu.

“Neyse artık, yakaladın beni. Afferin sana. Tebrikler. Ee? Amacın neydi tekrar duyabilir miyim?”

“......”

“Biliyorum. Ne de olsa, defalarca duydum. Bu tekrarlayan dünyayı sonlandırmak, değil mi? Öyleyse ne yapacaksın? Sonlandırmak için beni sadece öldürmen gerekiyor, değil mi?”

“...doğru.”

“O dövüş sanatların hepsinde ustalaştığını biliyorum Aya Otonaşi! Bana kendin söyledin! Sen neden… sen neden beni alt ettiğini düşünüyorsun ki? Bu saçmalık değil mi? Bunu fark etmediğimi mi düşündün? Ne kadar da utandırıcı! Utandırıcı, değil mi? Dinle… senin kadar geçmişe geri döndüm, biliyor musun? Seni çok iyi tanıyorum! Beni zararsız hale getirdin. Kolumu tutuyorsun. Ee sonra—?

Mogi tekrar ciddileşti ve sakin bir sesle konuşmaya başladı.

Şimdi bana ne yapacaksın?”

“......”

Maria cevap vermedi.

“Ah seni hassas, hassas Otonaşi. Beni öldüremeyen sen. Bana işkence yapamayan sen. Vücudumun tek bir kemiğini bile kıramayan sen. Öylesine zayıf bir bebeğin kolunu büküp şiddeti reddedecek kadar zarif kalabiliyor musun? Hayır. Yapamıyorsun. Tabi ki de yapamıyorsun.”

Anladım. Maria’nın kaybetmeye devam etmesinin ana sebebi buydu.

Tek seçeneğin şiddet olduğu anda, Maria hiçbir şey yapamazdı. Ve Mogi bunun farkındaydı.

“Bir kere olsun düşün. Bütün bu zaman boyunca seni öldürüp ‘reddetme’ fırsatım olduğunun farkına varmadın mı? Sadece bir baş ağrısı olmana rağmen niye bundan sakındığımı biliyor musun? Bir kere, beni o kazadan kurtaracak kadar naziksin! Ama bununla kalmıyor. Benim sahip olduğumu öğrenip bana karşı ilk defa kaybettiğinde fark ettim.”

Maria dişlerini sıktı.

“Sen benim düşmanım olmaya—layık bile değilsin.”

Uzun zaman önce, Daiya bana kahramanın, transfer öğrencisine göre daha az bilgiye sahip olduğunu ve bu yüzden dezavantajda olduğunu söylemişti.

Ama Kasumi Mogikahraman Aya Otonaşitransfer öğrencisinden daha fazla bilgiye sahipti.

“Bu düzen yetti artık,” dedi Mogi, abartılı bir sıkılmış ses tonuyla. “...Ama önceki seferlerin aksine, Kazuki şu an burada.”

“Yani evet. Öyleyse yeni bir şey denesek mi?”

Mogi mutfak bıçağının sapına tekme attı. Bıçak kanlı zeminin üzerinde dönerek ilerledi ve ayaklarımın yanında durdu.

“Al onu yerden Kazu.”

Neyi yerden alayim? Mutfak bıçağını mı?

Tekrar mutfak bıçağına baktım.

Şimdi üzerinde daha da fazla kan vardı. Koyu, yakut kırmızısı bir parıltı saçıyordu.

“Hey, Kazu? Beni seviyor musun? Eğer öyleyse—”

Başımı kaldırıp onun dudaklarına baktım.

“—Bana o bıçağı ver ve seni öldürmeme izin ver.”

—-Ne?

Anlamamıştım. Söylediği kelimelerin anlamını biliyorum, ama bana şimdi söylediğini anlayamıyordum.

“Beni duymadın mı? Seni öldürebilmem için bana o bıçağı vermeni söyledim.”

Kendini tekrarladı. Herhalde onu doğru duymuştum.

“Mogi, sen çıldırdın mı?! Kazuki’yi sevmiyor musun?! Neden öyle bir şey yapmak istersin ki?!”

“Haklısın. Onu seviyorum! Ama aynen bu sebepten onun ölmesini istiyorum. Acı çekmemin suçlusunun Kazu olduğunu söylememiş miydim? Bu yüzden, onu gözümün önünden uzaklaştırmak istiyorum. En mantıklı sonuç o değil mi?” dedi Mogi, düşünce dizisi tamamen sıradanmış gibi. “İlk başta, sence niye Kazu'nun geleceğini bildiğim halde, yeminizi yuttum? Doğrusu, benim de düzgün bir amacım var! Karar verdim—onu öldürme kararı,” gözünün kenarından bana bakarak bu sözleri söyledi. “Kazu’yu öldürerek onu ‘reddedebilirim’. Gözümün önünden uzaklaşmış olacak. Eğer olursa, artık acı çekmeyeceğime eminim. Burada sonsuza dek kalabilirim.”

“Mogi, o saçmalık da neyin nesi—agh! Ah—”

Maria birden inledi ve dizlerinin üstüne çöktü. Sol tarafını tutuyordu.

“...? Maria?”

Sol tarafından bir şey çıkıyordu.

...he? Bıçaklandı mı?

“Ah—Ma-Maria!”

Maria sol tarafından çıkan nesneye baktı. Dişlerini sıkarak, tereddüt etmeden yabancı cismi çıkarttı. Tekrar ağrı içerisinde inledi. Mogi'ye kaşlarını çatarak, çıkarttığı cismi kenara attı.

Yerde yuvarlanan nesneye baktım. Katlanan türden bir bıçaktı.

“Gardını düşürdün. Her dövüş sanat türünde ustalaşmış olabilirsin, ama hala ani saldıralara karşı açıksın. Bu ucuz bıçak erkeklere karşı hiç etkili değil, ama senin ince vücudun için yeter de artar, değil mi? Özür dilerim, ama bu dünyada ne kadar çalışırsan çalış, bünyen her zaman aynı kalır!”

Maria ayağa kalkmaya çalıştı ama başarısızdı—anlaşılan yarası oldukça ciddiydi. Sol tarafından durmaksızın kan akıyordu.

“Bende çok şey yaşadım, biliyor musun? O yüzden yanımda onu taşımanın daha iyi olabileceğini düşündüm. O bıçak her zaman üzerimde saklıdır.”

Mogi yanıma yürüdü. Eğilip yerdeki mutfak bıçağını aldı.

“Aa—”

Eğlirken tamamen savunmasız olmasına rağmen, küçük bir ses çıkartmaktan öte hiçbir şey yapamadım. Hareket edemiyordum; adeta donakalmıştım. Ağaç gibi orada dikilmek dışında hiçbir şey yapamıyordum.

Vücudum geride kalmıştı. Zihnim gözlerimin önündeki olan biteni kabul edemediği için donakalmıştı.

“Dememiş miydim, Aya Otonaşi? Zaten kaybolacak olan insanlar önemli değil.”

Mogi, Maria’nın üstüne oturdu ve mutfak bıçağını kaldırdı.

Tereddüt etmeden bıçağı aşağı indirdi. Tekrar tekrar. Tekrar tekrar. Maria’nın nefes alış verişi kesilene kadar.

Bütün süreç boyunca, Maria tek bir ses bile çıkarmadı.

“Bokun etrafında uçuşan sinekler gibi sadece gözüme batmakla yetinseydin, canını bağışlardım. Ama hayır, Kazu'ma asılmak zorundaydın!” Mogi sızlanıp ayağa kalktı.

Maria artık hareket etmiyordu.

Mogi, Maria’yı tekrar tekrar bıçaklamak için kullandığı mutfak bıçağına baktı. Ardından, bıçağı ayağımın yanına attı.

Kokone ve Maria’nın kanı içinde kalmış bıçağa tepki olarak baktım.

“Pekala, sıra sende, Kazu.”

Eğilip isteksizce mutfak bıçağına uzandım. Üzerindeki kanın sümüksü hissini alınca elimi hemen geri çektim. Yutkunup tekrar uzandım. Elim titredi. Bıçağı doğru düzgün tutamıyordum. Gözlerimi kapatıp kendimi bıçağı tutmaya zorladım. Gözlerimi tekrar açtım. Elimde Kokone ve Maria’yı öldüren bıçağı tuttuğum için, elim daha da çok titremeye başladı. Neredeyse elimden bırakıyordum. Titremeyi bastırmak için bıçağı iki elimle tuttum.

Aa, yapamazdım.

Bu bıçakla kesinlikle hiçbir şey yapamazdım.

“Ne yapıyorsun Kazu? Hadi… bana bıçağı ver!”

Hayır, sırf ben değildim. Bu bıçakla kimse bir şey yapamazdı.

Bu demek olur ki—

“...Sana bunları yaptıran kimdi, Mogi?

Mogi de bu gaddar eylemleri gerçekleştiremezdi. Bunları tek başına yapmış olamazdı.

Tabi eğer biri onu kendi çıkarları için kullanmadıysa.

Bana şaşkınlıkla baktı.

“...Neyden bahsediyorsun sen? Bana bunları yaptıran biri olduğunu mu ima etmeye çalışıyorsun? Kafan doğru çalışıyor mu Kazu? Bu imkansız!”

“Ama ben sana âşık oldum.”

“.....Nereye varmaya çalışıyorsun?”

“20,000 tekrar yaşadıktan sonra bile, kenara sıkıştırıldıktan sonra bile, böyle bir şeyi asla yapmazsın Mogi- san!”

Bir anlığına Mogi sözlerimden oldukça etkilenmiş gibi gözüktü, ama ardından bana kaşlarını çatıp cevap verdi. “...Anladım. Demek duygularıma oynayarak seni bağışlamamı istiyorsun, he? Hayal kırıklığına uğradım. Senin hiç bu kadar korkak olacağını düşünmemiştim. Demek gerçekten benim için ölmek istemiyorsun, he?”

İstememin imkanı yoktu. Ölmek istemiyordum, ve ölümümün onun kurtuluşu olacağına da inanmıyordum.

“.......Kazu, sence cinayet kayıtsız şartsız tabu mu?”

“...Evet.”

“Hıhıh, ne kadar da namuslu. Evet, haklısın. Kesinlikle haklısın!” dedi ve gözlerimin içine baktı.

“—Pekala, hayatının sonuna kadar… hayır, ebediyen burada kaldığın sürenin tadını çıkar,” dedi soğukkanlılıkla—muhtemelen bu durumun istediğim durumun tam tersi olduğunu bildiği için öyle demişti. “Ne de olsa—kutumu teslim edersem ölürüm.

Başka bir deyişle, Reddeden Sınıf sona ererse, o ölecek miydi? Maria hiç bundan bahsetmemişti.

“Anlıyor musun? Bu kutudan kaçarsan beni öldürmüş olursun. Yalan söylediğimi mi düşünüyorsun? Kutuyu korumak adına saçma sapan mazeret uydurduğumu mu düşünüyorsun? Uydurmuyorum! Biraz düşünürsen anlarsın! Yani, sence neden dileğim geriye dönmekti?”

Biri neden zamanın akışını tersine çevirmek ister? Belki bir felaket olduğu için…?

“O kamyon tarafından neden sürekli ezildiğimi hiç merak etmedin mi? Ama kabul etmeliyim, benim için Aya Otonaşi’nin kendini feda ettiği zamanlar da vardı… ah, bu arada, senin de kendini feda ettiğin zamanlar vardı. Ama çoğunlukla ölen kişi bendim, değil mi?”

“Ah—”

Sakın söyleme—

Sonunda mantıklı bir açıklama buldum.

Mogi neden Reddeden Sınıf’ı sonlandırmıyordu?

O trafik kazası Redden Sınıf içerisinde kaçınılmaz bir fenomendi. Biri, genellikle Mogi, bu kazaya kurban oluyordu. Nedenini bilmiyorum, ama daima oluyordu.

‘Bence—bir şey bir kere oldu mu, bir daha geri alınamaz.’

Bir zamanlar bu sözleri söylemiştim. Maria’nın cevabı da, ‘Düşüncen gayet normal. Ve anlaşılan, Reddeden Sınıf’ın yaratıcısı seninle aynı şekilde düşünüyor.’

Öyleyse, kutuyu yok etme şansına sahip olduğumu varsayalım. Bunu yapmak aynı zamanda—

Beni bir kazanın kurbanı yapmaya hazır mısın?”

—sevdiğim kızı öldürmek anlamına mı geliyordu?

Sağır edici bir çınlama duydum. İlk başta sesi tanıyamamıştım, ama sonra bıçağın yere düştüğünü fark ettim.

“Bana bıcağı bile veremiyor musun? Ne kadar acınası…”

Mogi bana doğru yürüdü. Mutfak bıçağını yerden aldı.

Şimdi beni muhtemelen öldürecekti.

Bunca günahı işlediği için, ancak devam ederek kendini haklı çıkartabilirdi. Eğer yapmazsa, o vicdan azabının altında gömülürdü. O artık kontrolünü kaybetmişti, o yüzden deliye dönüp beni öldürecekti.

Muhtemelen—’Kasumi Mogi’ ilk kurbanını öldürdükten sonra ‘Kasumi Mogi’ olmaktan çıkmıştı.

Onun ifadesiz suratına iki kızın kanı sıçramıştı.

Ayakta duramadığım için benim düzeyime çömelmişti.

Bıçağı tutarak kollarını etrafımda doladı. Kollarını boynumun arkasında kesiştirdi ve bıçağı boynuma, şahdamarıma değdirdi.

Mogi, yüzünü benimkine yaklaştırdı ve ağzını açtı.

“Lütfen, gözlerini kapalı tut.”

Emrettiği gibi gözlerimi kapattım.


Dudaklarıma yumuşak bir şey dokundu.


Ne olduğunun hemen farkına vardım.

Sonunda, derinlerimde bir yerde belirgin bir duygu belirdi. Kokone’nin cesedini, veya Maria’nın bıçaklandığını gördüğümde bile belirmeyen bir duygu.

Kızgınlıktı.

Bunu—affedemezdim.

“Biliyor musun, bu seni ilk defa öpüşüm değil. Ama hep bu kadar sakar olduğum için özür dilerim.”

Bunu affedemezdim. Yani, ne hakkında konuştuğunu bile hatırlayamıyordum. Ve eminim bu tekrarı da hatırlamayacaktım.

“Elveda, Kazu. Seni sevmiştim!”

Mogi gerçekten kimselerle paylaşamayacağı anılarla memnun muydu? Yani, yalnızlığa ne kadar alışık olduğunu düşününce, memnun olabilirdi.


Boyunumun yanından keskin bir acı hissettim.

Mogi'nin ricasına ihanet edip gözlerimi açtım.

Mogi bu duruma üzülmüştü, ama gözlerini zamanında başka tarafa çevirememişti. Aa, sonunda gözlerimiz doğru düzgün buluşmuştu.

Onu elinden tuttum.

Gözümün kenarından, boynumdan gelen kırmızı sıvının aşağıya, onun ellerine akışını, ve oradan da yere nasıl aktığını gördüm.

“...Ne yapıyorsun?”

“Af… edemem…”

“Beni affedemez misin? Hıhı… pek umurumda değil. Bunun farkındayım. Ama önemli değil! Artık vedalaşma zamanı zaten.”

“Öyle değil.”

“...O zaman, ne?”

“Seni değil—günlük hayattan bu kadar ayrı olan Reddeden Sınıf’ı asla affedemem!”

Onun bileğini daha sıkı tuttum. Onun narin eli benimki tarafından hareketsiz bırakılmıştı. Gözlerim bir anlığına karardı. Boyun yaram ölümcül olabilirdi.

“Bı-bırak beni—!”

“Bırakmam!”

Hala ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Onu öldüremeyeceğimden emindim. Ama bir konuyu kesinlikle fark etmiştim: bu Reddeden Sınıf affedilemezdi. O yüzden, katiyen kaybolmamalıyım.

“Seni öldürmeme izin ver! Lütfen, seni öldürmeme izin ver!” diye bağırdı. Bu sözlerin bir reddediş olması gerekiyorken, bana daha çok acılar içerisinde bir haykırış gibi, bir ağıt gibi gelmişti.

...ah, anladım. Sonunda fark ettim.

O ağlıyordu.

Dıştan bakınca, her zamanki gibi ifadesizdi. O gözyaşı dökmemişti. Doğrudan ona baktım. Hemen gözlerini kaçırdı. Onun ince ve narin bacakları bu süreç boyunca titremişti. Kendi hislerini algılayamıyordu, ne de olsa uzun zaman önce bütün ifadelerini kaybetmişti. Ağladığının farkına bile varamıyordu. Gözyaşları artık akmıyordu, çünkü muhtemelen uzun zaman önce kurumuşlardı.

Bunu daha önce fark etmediğim için özür dilerim.

“Beni öldürmene izin vermeyeceğim. Beni reddetmene izin vermeyeceğim.”

“Benimle alay etme! Bana daha çok azap çektirme!”

Özür dilerim, ama onun yalvarışlarını dinleyezdim.

O yüzden—

“Seni ıssızlığa terk etmeyi katiyen reddediyorum!” diye haykırdım.

Belki sadece hayal ettim, ama Mogi bir anlığına rahatladığı hissine kapıldım.

Ama buna rağmen…!

“Ah—”

Gözlerim tamamen karardı. Yanağıma gelen bir darbe sayesinde kısa süreliğine görebilme kabiliyetim dönmüştü. Manzara değişmişti. Mogi'nin kanlar içerisinde kalmış terlikleri gözlerimin önündeydi. Ellerim artık onun bileğini tutmuyordu; öylece güçsüz bir şekilde yerde duruyorlardı.

Bana daha fazla bir şey yaptığından değildi. Sadece kendi kendime yığılmıştım.

Sonunda onu ikna etmenin yolunu bulduğuma emin olmama rağmen, artık hareket edemiyordum. Ağzımı hareket ettirmekte bile sorun yaşıyordum.

“Ben aptalım.”

Sadece onun sesini duydum.

“Sırf bunun yüzünden, sırf böyle bir söz yüzünden, ben—”

Kafamı kaldıramadığım için, o, yüzünde hangi ifadeyle konuştuğunu bilmiyordum.

“..........Öldür… meliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim.”

Sanki kendisine talimat verir gibi, aynı sözü tekrar tekrar söyledi.

Onun terlikleri kımıldadı. Birinin kanı suratıma sıçradı. Mutfak bıçağından ışık gözlerime yansımıştı.—ah, kullanmayı düşünüyordu.

“Artık gerçekten de elveda, Kazu.”

Çömelip nazikçe sırtımı okşadı.

“—Öldürmeliyim…”

Ve bıçağı—

“—Kendimi öldürmeliyim.”

—kendi vücuduna sapladı.



Geri Git - 27,755. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa