Utsuro no Hako - Türkçe: 3. Cilt Başlangıç

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

Onun gümüş rengi saçını ilk gördüğüm zaman, “Aa, yollarımız asla kesişmeyecek,” diye düşündüm.

Sınıf arkadaşlarımın da buna benzer izlenime kapıldığına emindim. Daiya Oomine başkalarının arkadaşlığını bütün varlığıyla reddetti. Bu kasvetli tavrını ve rock & roll tarzını sadece başkalarını kendisinden uzak tutmak için üstlendiğini düşünmüştüm. Ama iyi anlaştık. Tabi, Haruaki de aracı rolü üstlendi, ama tek sebep o değildi.

«Ehm, sen… Kazuki Hoşino’sun, değil mi? Nedenini dile getiremiyorum, ama sen biraz tuhafsın!» Bu bana ilk söylediği şeydi.

Ama arkadaş olduğumuzu sanmıştım; ne de olsa, benimle her konuştuğunda mutlu gözüküyordu.

Buna rağmen, o konuyu açtı:

Öğle arasıydı, ve vize haftası yarın başlayacaktı; Daiya Maria’nın yanına gelişigüzel oturdu ve, “‘O’ ile alakadar oldun, değil mi?”

Yanıt veremeyecek kadar hayrete düşmüştüm, o yüzden Maria benim adıma cevap verdi. “......Oomine, bir ‘kutu’ mu elde ettin?”

“Nasıl bir soru o öyle? Tabi ki de ettim. Her şeyden önce, Kazu’yla konuşuyorum. Sessiz ol, seni sinir bozucu muhafız.”

Maria sert bir şekilde iç çekti, ve ardından bana baktı, bunu bana bırakacağını ima edermiş gibi.

“Bana hep garip gelmişti. Otonaşi’nin ortaya çıkması, senin Kokone’ye itirafın, ve birçok başka olay.”

Daiya sağ kulağındaki piercing'e dokundu.

“Bu şüpheler ‘O’ ile tanıştığımda ortadan kalktı. Onunla tanıştığım an —tam o anda, onun, sadece "garip" olarak betimlenemeyecek varlığın, son zamanlardaki bütün o tuhaf olayların sebebi olduğunu fark ettim. Ve ardından bana Kazuki Hoşino ile ilgilendiğini söyledi.”

Tamamen algılamaktan aciz, onu sessizce dinledim.

“Bu da demek olur ki senin hakkında tuhaf bir şeyler olduğunu hisseden tek ben değilim. ...Biliyor musun Kazu? Seni bir sene gözlemledikten sonra, anladığım tek bir şey oldu.”

Bana delici bir bakış ile odaklandı ve devam etti.

“Sen süzülüyorsun.”

“...süzülüyorum?”

Bağlamı olmadan, aniden kullandığı bu kelime bana oldukça anlamsız geldi.

“Bizi yüksekteki bir yerden izliyor gibisin. Fiziksel olarak aramızdasın, ancak bize tam olarak yakın değilsin, insanlarla aranda hep belirli bir mesafe bırakıyorsun. Ne içeridesin, ne dışarıda. Sen sadece… süzülüyorsun.”

Ne demek istediğini anlamadım, ve bir kaşımı kaldırdım.

“Ama buna rağmen bu günlük hayatı muhafaza etmek istediğini söylüyorsun. Bunu neden dilediğin benim için hep bir gizemdi. Ama ‘O’ ile konuştuğumda —herhangi bir ‘dileği’ yerine getiren ‘kutuyu’ reddettiğini söyledi —o zaman anladım.”

Daiya sert bir ses tonuyla ilan etti.

“Senin amacın başkalarının ‘dileklerini’ ezip geçmek.”

“Bu doğru değil!”

Sesimin ne kadar yüksek çıktığına şaşırdım, ama bunu belirtmek zorundaydım.

“Gündelik yaşantıma bu kadar değer vermemin sebebi… bir şeyleri arzulamanın hayatta olmanın kanıtı olduğunu düşünmem… bu yüzden…”

“Ne kadar da gülünç.”

Daiya, söylediklerine kıyasla, hiç gülmüyordu. Sadece acımasızca devam etti,

“Öyleyse hayatta arzuladığın bir şey var mı? Söyle hadi!”

“Tabi ki de var. Ben—”

Durdum.

Vardı. Bir tane olmalıydı. Ama ifade edemiyordum.

—henüz bir şekle bürünmediğinden dolayı olduğuna emindim.

“Hayatın boyunca arzuladığın bir şey olmasını istiyorsun demek. Peki, bu iddiayı kabul etsem bile, bir tane daha soru kalır. Neden bu hale geldin?”

“...???”

Bu günlük hayata değer vermeye başlamamın sebebi mi?

Şimdi düşününce, ben hep böyle miydim?... Sanmıyorum. Öyleyse, ne zamandan beri—

“——”

Aklıma geldi.

—Tanıyamadığım, sis ile örtülü biri.İlk bakışta tanıyamadım ama aklımdaki bu görüntü ne kadar buğulu olursa olsun onun kim olduğunu biliyordum...

O kızın ismi—

“Anladın mı?”

Daiya beni böldüğünde, siluet sis içerisinde kayboldu.

“...Ne…?”

“Gerçek şu ki, sen günlük hayatını içgüdüsel olarak muhafaza etmeye çalışıyorsun, Pavlov’un köpekleri gibi.”

Ben sadece gündelik yaşantımı muhafaza etmeye mi çalışıyordum? Eğer öyleyse—

“Bu başkalarının ‘dileklerini’ ezip geçmekle aynı. ...Hey, Kazu.”

Daiya bana her zamanki sakinliğiyle seslendi.

“Bende bir ‘kutu’ var. Gündelik yaşantınla çelişen bir varlık oldum. —Şimdi ne yapacaksın?”

Daiya’nın ‘dileğini’ bilmiyordum. Ama eğer bu gündelik yaşantımı tehdit eden bir dilek ise, ben—

“Çoktan kararını verdin, değil mi?”

Daiya duygusuz bir sesle devam etti, sağ kulağındaki piercinge hafifçe dokunarak:


“O yüzden ben —senin düşmanınım.”



Vizelerimiz geri verildi, ve Temmuz’u uyuşuk bir şekilde geçirdik, sanki sonuçları hazmediyormuşuz gibi.

“Millet, birazdan alışveriş merkezine gideceğimizden kimseye bahsedemezsiniz!”

Mogi'nin hastane odasına giderken, saçını büyük bir topuz yapmış olan Kokone bunu söyledi.

“Özellikle sen Haruaki!”

“Biliyorum, tamam!”

“Gerçekten mi? Ne de olsa «Haruaki» teriminin «Ortamı anlayamayan kişi» yerine kullanılmaya başlandığını duydum.”

“Öyle bir terimi hiç duymadım! Ama «K.K» teriminin «uyuz» yerine kullanıldığını biliyorum!”

“Hey! Benim ismimin baş harfleri neden «uyuz» anlamına geliyor!?”

“Kirino, çok yüksek sesle konuşuyorsun, Mogi sesini duyarsa sürpriz yapma şansımız kalmaz.”

Maria tarafından uyarıldıktan sonra—”Te~he!”—Kokone bir gözünü kapatıp dilini çıkarttı, ve Haruaki “Bunun ‘tatlı olduğunu’ mu düşünüyorsun?” diyince ona sert sert baktı.

Bu nispeten sıradan sahneye iç çekerek, hastane odasına girdim.

“.......”

İlk gördüğüm şey bir dergi kapağındaki yarı çıplak, kaslı bir şahıs.

“Kasumi…?”

“He…? —AH!”

El çabukluğu ile dergiyi futon’un altına koydu.

“M-Merhabalar herkese… N-Ne oldu? Bugün oldukca erkensiniz demek…?”

Mogi bize mahcup bir şekilde gülümsedi.

“.......”

Ben, acaba, görmemem gereken bir şey mi gördüm…? Kokone ile bakıştık ve tek kelime etmeden—”Bu konudan bahsetmeyelim,” diye anlaştık.

“Hop, ne saklıyorsun bakalım Kasumi!”

Başarısızdık. Burada ismi «Ortamı anlayamayan» anlamına gelen bir herif vardı.

“H-Hiçbir şey saklamıyorum…!”

“Yalan söyleme! ...hm? Ha, porno dergisi, değil mi! Göster hadi göster! Kızların ne tür porno dergisiyle— Gıhgıh!”

Kokone ona dirseği ile vurdu. Evet, bence en doğrusunu yaptı.

“Merak etme Kasumi, bir şey görmedik… Hayır, gerçekten, sorun yok! Ne de olsa, hastanede uzun süre kalırsan, yani… İçine çok atarsın, değil mi!”

“B-B-B-Ben hiçbir şey içime atmadım!”

Mogi kızarmış suratının önünde ellerini çılgınca salladı.

“Ö-Öyle değil! Bu… yani…”

Dudaklarını büktü ve, biraz tereddüt ederek, futon’undan dergiyi çıkarttı. Üzerinde gerçekten de yarı çıplak bir adam vardı, ama üzerinde “Yoga” ve “Düzgün İdman Yöntemleri” yazıyordu.

“Bu egzersiz için spor dergisi! O yüzden, ehm… erotik dergi değil.”

“He? Ah, haklısın. Haha, özür dilerim. ...Ama o zaman dergiyi neden saklıyordun?”

Her nedense Kokone’ye değil, bana baktı ve fısıldayarak:

“...çünkü bu tür dergiler bana yakışmıyor…”

Şimdi sözünü edince—içgüdüsel olarak Mogi'nin kollarına baktım. Onun bir zamanlar kırılgan gözüken beyaz kolları, şimdi biraz daha güçlü gözüküyordu. ...Hala oldukca ince gözüküyorlardı ama.

Mogi nereye baktığımı fark etti ve çekinerek kollarını arkasına sakladı. Ardından,

“...Rehabilitasyonum için iyi bir kaynak olabileceğini düşündüm.”

O tekrarlanan günlerden bu yana dört ay geçmişti. Onun kırık kemikleri kaynamıştı ve rehabilitasyonu şimdiye kadar başlamıştı. Onun, bir zamanlar ulaşması uzak bir hayal gibi gelen er ya da geç okula dönüşü, yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Onun tekerlikli sandalyeli varlığı yakında bu günlük hayatının da parçası olabilirdi.

Mogi bu günlük hayata geri dönecekti.

—Maria olmadan önceki zaman gibi.



“Hey, hey, Maria, Kasumi’nin etrafında tedirgin hissediyor musun?”

Alışverişine tam girmek üzereyken Haruaki bunu sordu, oysa Kokone ile birlikte bu konu hakkında bilerek sessiz kalmıştık…

“Haru… Biliyor musun, bazen sen gerçekten rezaletsin…”

“Niye ki?”

Kokone’nin ne demek istediğini bile anlamadı! Rezalet!

“...neden öyle düşünüyorsun?”

“Maria Haruaki’ye bunu açıkca ve sakince sordu.

“Çünkü ikinizin birbirinize doğru düzgün konuştuğunu hiç görmedim! Yani, belki de bunun sebebi sadece ikinizi bir arada nadiren gördüğümdendir.”

“...Haru, dinle,” Kokone Haruaki’yi kendisine doğru çekti ve kulağına fısıldadı. “...ikisi aşk rakipleri… o yüzden garip oluyorlar. Bu kadarını senin de bilmen gerekir, değil mi…?”

Ehm, Kokone…? Düşünceli olmaya çalıştığının farkındayım, ama seni duyabiliyorum.

“Heee, anladım, anladım!”

Haruaki bana kocaman gülümsedi. ...Bu oldukca sinir bozucuydu.

Maria onların tavırına iç çekti.

“Yani, nasıl anlam çıkartmak istiyorsan çıkart, ama onunla kolaylıkla konuşamadığım doğru.”

“Hoho! Rakip olma anlamında mı?”

“Usui. Seni rezil eden ve mideni bıçaklayan biriyle rahat rahat konuşabilir miydin?”

“Ha?”

“Şakaydı.”

Maria bunu yüzünde ifade olmadan söylediğinde, Kokone ve Haruaki aralarında bakıştılar.

...Bu sınıra yakın yoruma kalbi hoplayan tek kişi bendim.

“...ehm, öyleyse bu konuyu bırakalım… Şimdi sıra ana hedefimizde!! ‘Mari-mari’ye uyan giysiler bulalım!’ Yani, ona hemen hemen her şey uyar ama… cık, senin bu lanet manken gibi vücudun!”

Yakın geçmişte resminin bir moda dergisinde çıkmasıyla hiçbir şikayetin olmamalı.

“Şimdi düşününce, bu mesele de nereden çıktı?”

“Bak, dinle sadece! Son zamanlarda Mari-mari ile tatilde sık sık günlük giysilerle buluştum tatilde, ama biliyor musun, modayı görmezden geldiği belli! Giysileri tam olarak kötü değil ama, tek eksiği bireysellikleri olmaması… ve markayı sorduğumda UNIQLO olduğunu söyledi.”

“Geçmişte nasıl olduğunu bir kenara bırakırsak, şu anki UNIQLO’nun yüksek moda değeri var. Şirketinin büyük çabaları sayesinde birçok yüksek kalite ürünü düşük fiyata satıyorlar. En iyi seçim UNIQLO.”

“Bende UNIQLO giyiniyorum yani! Ama demek istediğim o değildi! Sadece düşünüyordum da, yani… ideal kendin olmak için uğraşmalısın ya da… Aa, lanet olsun! Sırf vücudun ile kazanabildiğin için…!”

“Kiri, sakin ol! En azından onu göğüslerinle yenebilirsin!”

“Sadece göğüslerimle mi?! Dalga geçme Haru! ...Onu ayrıca yenebileceğim konu—”

Kokone’nin konuşması kesildi, Maria’ya baştan aşağı baktı, ve dehşete kapıldı.

“—Yok artık… Hiçbir şansım yok mu?! Giyaa, olamaz! Dünyanın en iyi idolü olman lazım, ancak o zaman senin «güzel» olduğunu gücenmeden kabul edebilirim!”

“...K-Kokone, görünüş zaten öznel bir şeydir yani…”

“Öyleyse kimi daha güzel buluyorsun Kazu?”

“.......”

“Neden burada sessiz kalıyorsun! Yalan olsa bile benim olduğumu söyle!”

“Yani, bu imkansız bir istek değil mi?”

“Kapa çeneni, seni görme bozukluğu olan insan.”

“Ne!? Alçakgönüllülükle en az ortanın üzerinde olduğum söylenir!”

Yarattıkları gürültüden dolayı, etraftaki müşteriler bize odaklanmaya başladı. ...Kokone bizimle beraber olduğunda hep aynı hikayeydi.

“H-Hey, Kokone, biz yavaş yavaş…”

Ona hitap ettiğimde, bana haşin bir bakış attı. Uva, tehlike hissediyordum…

“Her şeyden önce, Kazu, Mari-mari’nin giysileri hakkında en çok neye izin veremiyorum biliyor musun? Sırf aynı boyda olmanızdan dolayı, birkaç parça giysi paylaşma unsuru!”

“...he? Paylaşmamalı mıyız?”

Kokone’nin gözleri sonuna kadar açıldı.

“.......Ha? Bu şaşkın ifade de neyin nesi? «...he? Paylaşmamalı mıyız-mış», hadi oradan! Sağduyunda hata var! En azından ben, Mari-mari’nin başka bir gün giydiği tişörtü üzerinde gördüğümde hayrete düştüm!”

Onu hala anlayamadım ve gözlerimi Haruaki’ye çevirdim.

“Hayır, o haklı yani.”

...Açıkca reddedilmiştim.

“Sen o tür insansın, değil mi? Sevdiğin kız tarafından verilen yarı içilmiş su şişesini sorunsuz bitiren tip.”

“Bu normal değil mi…?”

“Bak bak,” Haruaki sanki bana göstermek için ellerini abartılı bir şekilde salladı ve iç çekti. ...O tepki de neyin nesiydi?

“Haru, ona yeni giysiler aldırtmak istediğimi anlıyor musun?”

“Fazlasıyla!”

O ikisi birlik kurduktan sonra, Kokone’nin planladığı gibi Maria için giysi arayışımız başladı. Ama, Maria alışveriş yapmaktan hiç hoşlanmadı ve bu yüzden kendisine gösterilen giysiler hakkında Kokone’ye gönülsüzce yorumlar verdi. Ve ara sıra, Kokone ona birkaç giysi giymeye zorladı.

İlk başta, Maria’nın kendisine önerilen giysileri almadığı için Kokone’nin güceneceğini düşünmüştüm, ama aksine Kokone neşeyle gülümsüyordu. Ona göre, «olağanüstü bir güzeli giydirip kuşatmak zaten eğlenceliydi». ...Bir erkek olarak onun hislerini anlayamıyordum.

Buradaki diğer erkekten, Haruaki’den söz etmişken, sırf diğer bayan müşterileri ve yardımcıları izleyerek mutlu gözüküyordu. Onun düşünebilme şeklini kıskanıyordum—yani, tam olarak değil. Hiç değil.

Bütün bu enerjiyi nereden aldığını merak edecek kadar dinç olan Kokone’den mola rica ettim. Bu ricamı üç saat sonrasına kadar kabul etmedi.

Ha… sonunda geçici olarak serbest bırakılmıştım.

“...Haruaki, neşeli gözüküyorsun.”

“Evet! Bu zamanın tamamını güzel kızlara puan vererek geçirdim yani. Ah, bu çok iyidi! Benim favorim önceki mağazadaki mağaza yardımcısıydı.”

Kokone’nin keyfi bozuldu.

“Bizim okulun öğrenci konseyi başkanına benziyordu biraz. Sen de öyle düşünmüyor musun Hoshii?”

“Eeeh~~... öyle mi düşünüyorsun~?” Kokone itiraz etti. “Bizim öğrenci konseyi başkanımız çok daha havalı… ah, şimdi sözünü etmişken, «Üç Süpermen’i» biliyor musunuz?”

“Duymuşluğum var.” “...Yani, kulağıma gelmemesinin imkanı yok.”

Anlaşılan bilmeyen bir tek ben vardım.

“... o «Üç Süpermen» da ne?”


“Bak, her senede olağanüstü notları olan bir öğrenci yok mu? O üçünün notları dışında da kendilerine özgü özellikleri olduğu için, biri onlara «süpermen» olarak davrandı. Yani, bu terim de onlara o kadar yakışıyordu ki yayıldı.”

“...Maria acaba onlardan biri mi?”

“Evet. Bana nasıl hitap ettikleri umurumda değil, ama fazla göze batmayı sevmem.”

Hayır… giriş töreninde yarattığın olaydan sonra ne diyordun öyle?

“Yani, Mari-mari birinci sınıfta, okul konsey başkanı üçüncü sınıfta olanlar. Ve ikinci sınıfta olan da —”

Kokone cümlenin ortasında durdu. Keyifinin nasıl kaçtığı açık açık görünüyordu.

...demek sonuncusu da Daiya’ydı.

Daiya okul kantininde bize “sahip” durumunu belirttikten hemen sonra ortadan kayboldu. Artık okula gelmiyordu ve evde de değildi.

Kokone ve Haruaki için hiçbir şey demeden.

Kokone bu konu hakkında son derece öfkeliydi. Ona bir şey söylemeden neden birden bire kaybolduğunu anlayamıyordu. Tabi, işin gerçeği, o sadece onun için endişeliydi.

Kokone onun kayboluşunu sadece geçici bir durum olarak düşünüyordu herhalde. O yüzden bu kadar kızgın olabiliyordu. Ama ben… Ben bunun geçici bir durum olduğunu düşünmüyordum.

Ne de olsa, Daiya—bir “kutu” elde etti.

O bizim günlük hayatımızdan kopmuştu.

Yüzü asık, karamel macchiato’sunu tek bir yudumda bitirdikten sonra, Kokone iç çekti ve konuşmaya başladı.

“Her neyse, o pislik bir kenara, demeye çalıştığım o «Üç Süpermen» sıradan değil.”

“Maria ve Daiya söz konusu olunca anlıyorum… ama öğrenci konsey başkanı gerçekten de bu kadar harika mı?”

“Harika! Notları ile Tokyo Üniversitesine kolaylıkla girebilirmiş; atletizm kulübünün bir üyesi olarak ulusal kısa mesafe koşuları ve uzun atlama yarışlarında yer aldı; ve öğrenci konseyinde de, o tarihi geçmiş okul kurallarına nokta koyuyor. Ama anlaşılan o ki onun ne kadar harika biri olduğunu anlamak için bu yüzeysel kurallara gerek bile yok.”

“...nasıl yani?”

“Kulağıma gelen küçük bir hikayeye göre, başkan antrenmanlarda o kadar da hızlı gözükmüyormuş. Ara sıra diğer üyelere bile kaybediyor. Ama gerçek olayda neredeyse kesin en iyi zaman rekorları kırıyor ve kazanıyor.”

“Öyleyse antrenmanlarda kendine geri mi tutuyor?”

“Öyle değilmiş. «Antrenmanın amacı gücünü geliştirmektir. Gerçek yarışın amacı ise kazanmak. Gerçek yarışta gücümü dışarı vurmaya tamamen odaklandığımda en hızlı olmam doğal tabi.» diyor kendisi. ...Ne düşünüyorsun? Biraz garip gelebilir, ama o nedense harika değil mi?”

“...Evet. Başka bir evrenden bir insan gibi geliyor.”

“Aynen~”—böyle derken, bardaklarımızın boş olduğunu doğruladı ve memnun bir şekilde gülümsedi.

“Peki o zaman! Mari-mari-giydirme-vaktine geri dönelim!”

Doğrusu, bu can sıkıntısının daha fazlası yorucuydu…

“K-Kokone, evde yakında yemek vakti olacak, o yüzden ben yavaş yavaş…”

“Eeh~...”

Kokone dudaklarını büktü.

“Öyleyse sadece bir tane daha! Mari-mari’nin kesinlikle giyinmesini istediğim bir şey var!”

Kokone nihayet bizi diğer mağazalardan farklı bir hava veren bir mağazaya getirmişti. Giysilerin çoğunluğu siyah ve acayip şekilde fırfırlıydı.

“Bu sana kesin yakışacak! Gotikloli-Mari-mari-tan, haa haa.”

Fazlasıyla heyecanlı olan Kokone’nin gösterdiği giysi çok fırfırı olan siyah bir elbiseydi.

“.......onu giyinmemi mi istiyorsun?”

“Tabiki! ...bu arada, Gotikloli’ler hakkında ne düşünüyorsun?”

“Kendi küçük dünyalarında yaşıyorlarmış gibiler.”

“Sana tam uyuyor o zaman, değil mi!”

Eeeeeh! B-Bu pat diye söylenen acayip ifade de neyin nesiydi!

Maria’ya gönülsüzce baktım. Neyse ki Kokone’nin ona az önce verdiği elbiseye o kadar odaklanmıştı ki şimdiki ifadeyi aldırmamıştı.


Kokone, “O zaman başsüsüne ihtiyacımız var… veya minik bir şapka da güzel olabilir!” gibi bir şey mırıldadı ve aksesuarları karıştırmaya başladı.

Maria iç çekti.

“...Gerçekten yapmak istemiyorsan, düzgün bir şekilde reddetsen iyi edersin.”

Maria suratım ve Gotikloli elbise arasında ileri geri baktı ve kısık bir sesle,

“Sen de görmek istiyor musun?”

“He?”

“Diyorum ki sen de beni bu Gotikloli elbisesini giyinmemi istiyor musun?”


Bu sorudaki niyeti algılayamamıştım, ama dürüstce cevap vermeye karar verdim.

“...ehm, söylemem gerekirse eğer o zaman görmeyi tercih ederim.”

“Anladım. Eğer o kadar görmek istiyorsan, giyinirim.”

“...hayır, ben öyle deme—”

“Sırf bana dediğin için bunu giyiniyorum yani. Of, gerçekten çaresizsin.”

……..ehm.

Acaba Maria onu giyinmek mi istemişti?


Ve böylece, Maria Gotikloli’ye dönüştü.

“Ayy, ay, ay! Mari-mari, ü-üzerime ayağını bas! Senin o ayaklarınla, üzerime bas!!”

Uva, ne yapmalıydık acaba? Kokone aklını yitirdi…

“Seçimim fazla doğruydu. Sen de öyle düşünmüyor musun, Kazu?!”

“E-Evet.”

Şüphesiz ona yakışıyordu. Haruaki de memnun bir şekilde başını sallıyordu ve birkaç mağaza yardımcısı da değişme kabinine göz atıyordu. Ona bu kadar yakışmıştı.

Maria’ya gelince, ne tür surat yapması gerektiğini bilmiyordu ve özellike hiçbir yere bakmadan kollarını kavuşturdu.

“Hop, Kazu, bu kadar mı?”

“...Nasıl yani?”

“Daha fazla… ne bileyim, heyecan göstermelisin. Sizden tatlı üçüncü sınıf bir dram gibi bir şey görmek istiyorum, senin şaşkınlıktan ağzını açarak «Çok güzel...» mırıldanmanla başlayıp, üzerine de Mari-mari utangaçlığını «Hımf, demek birden bire böyle gözüktüğüm için mi beni sevmeye başladın?» diyerek saklamaya çalışır ve bu da Kazu'ya «H-Hayır, sen hep güzelsin! Sen gerçekten güzelsin Maria!» şeklinde itiraz ettirir, ve ikinizin de yüzlerinizin kızarmasıyla biter! Çünkü o zaman da sizi döverim.”

“.......Yapamam.”

“Ne acınası bir herif. Karaoke bar’ında kimsenin bilmediği halk şarkıları söyleyen tiplerdensin sen, değil mi? Ve ayrıca ne güzel ne de kötü şarkı söyleyebilen tür herif olduğundan eminim, o yüzden de kimse Tsukkomi[1] yapamaz. ...Aa, Kazu'yu boşver. Hey, hey, Mari-mari, resim çekebilir miyim?”

“İmkansız.”

Dedi Maria, kolları hala kavuşmuş ve gözlerini hala kaçırarak.

...Aa? Bu elbiseyi giyindiği için acaba esasında utanmış mıydı?

“Öyle kocaman sırıtma Kazuki.”

“He?”

“Az önce çapkın bir surat yaptın. Demek bana böyle bir elbise giyidirerek beni rezil etmek istedin, öyle mi?”

“Ö-Öyle değil.”

“Gel buraya bir dakika.”

Azarlanmak için hazırlandım ve Maria’nın önünde başım öne eğik durdum. Gotikloli Maria kolları kavuşmuş bir vaziyette mütehakkim gözüküyordu.

“Bana yakışıyor mu?”

Neden soruyordu ki? Bunu düşünürken, başımı salladım.

“Anladım.”

Maria başından fırfırlı saç süsünü çıkarttı. Bu saç süsüne bakarken, dudaklarının kenarı kalktı ve,

“...Ha?”

Her nedense benim başıma koydu.

“Evet, sana da yakışıyor!”

“.......Ha?”

Maria oldukca eğlenmişe benziyordu.

“Sen çok istediğin için bunu giyindim. Durum öyle, değil mi?”

“...ehm.”

“Durum öyle, değil mi?”

“........Evet.”

“Bu da demek oluyor ki: senin bencil isteklerinden birine uyduğum için, sende benim bir isteğime uyarsan adil olacağını düşünüyorum. Sence de öyle değil mi?”

“...Yani… sanırım öyle.”

“Bu elbise bana güzel yakıştı. Biz aynı bedeniz. Başka bir deyişle, sen de bunu giyinebilirsin.”

“.......”

Maria hiçbir retti kabul etmeyen güçlü bir sesle devam etti,

“Giyin.”

Ve bu şekilde ben bir Gotikloli oldum.


“Üüü…”

Soyunma odasında kendime bakarken inledim.

Demek bunu ilk giyinmek Maria’nın bana bu görünüşe büründürmek için planının bir parçasıydı. Bu maksatla, benim reddedemeyeceğim bir durum yaratmak istemişti.

Şimdi durup düşününce, o zamanda elbise ve bana ileri geri bakmıştı.

“Hop, daha değişmedin mi Kazuki? Aç kapıyı artık.”

“...Maria. Bunu neden giyinmek zorundayım…?”

“Tabi ki de seni Gotikloli olarak o kadar görmek istiyorum ki komik bile değil. Doğal olarak, bu senin utanmanı da içeriyor.”

Bu uzun süreden sonra Maria’nın bana sataşmasıydı…!

Sonsuza dek burada duramazdım. Kendimi hazırladım ve kapıyı açtım.

“Gyahahahahahahaha—”

Kokone anında bana doğru işaret etti ve gülmeye başladı. Sadece Maria, Kokone ve Haruaki’nin soyunma odasının önünde olması gerekiyordu, ama her nedense ayrıca mağaza yardımcıları ve birkaç alakasız müşteri vardı. Bu nasıl bir halka açık infazdı böyle…

“Kyahahaha, Kazukocum, çok tatlısın!”

Bunu demekle birlikte, Kokone cep telefonunu çıkarttı ve bana yöneltti. …...Lütfen yapma…

“D-Dur! Resim çekme!”

“İmkansız. Yapmam gerekiyor.”

Sırf Kokone değil, ayrıca Haruaki ve Maria bile fotoğrafımı çekmeye başladı. Oysa kimseye onun resmini çekmesine izin vermemişti!

“Merak etme Kazuki. Tatlı bu.”

Maria anlamı belirsiz bir teşvikte bulunmaya çalıştı.

“Tamamdır, ve gönderildi!”

“D-Dur bir dakika Kokone! B-Bunu az önce nereye gönderdin?!”

“Ha? Kasumi’ye tabi ki de!”

“N-Ne yapıyorsun sen?! E-En başta, hani ona alışveriş merkezine gittiğimizi bahsetmeyecektik?!”

“Aptal mısın Kazu? ‘Öncelik’ denilen bir şey var!”

Grubun aptalı sensin Kokone! Bu fazla acımasızdı!

...cep telefonum hemen titredi. Tereddüt ederek açtım. Yeni bir eposta vardı. Göndericinin ismi «Kasumi Mogi’ydi».

Mesaj tek bir kelimeden ibaretti.

«Tatlı ♡» Umurumda bile değil artık! ☆



Bana neredeyse başağrısı veren yoğun bir ufunet yüzünden uyandım.

“He…?”

Bu ani gelişimden şaşkın bir vaziyette, sesimin ağzımdan sızmasına izin verdim. Son hatırladığım şey, bana neredeyse hayatım kalanı boyunca travmaya sebep olacak bu olayı unutmak için yatağıma girmekti. Ondan sonra, muhtemelen uyuya kalmıştım—

—Öyleyse, ben neredeydim?

Burası zefiri karanlıktı ve hava da biri güveç içerisinde kaynatmış gibiydi. Bu hava inatla vücuduma yapıştı. İnatla, bütün vücuduma.

İsteksizce ayağa kalktım.

Önümde katlanan dünya. Siyah, siyah, neredeyse gözlerimi işgal eden saf siyahlık. Kendimi yere yığılmaktan geri tutabildim ve direndim.

Karanlığın içerisinde, hafif bir ışık fark ettim. Titreyen mavimsi-beyaz bir ışıktı. Böcekleri yüksek çıkışla böcekleri yakan ve genellikle dükkan önlerine konulan böcek öldürme cihazlarının[2] ışığını andırıyordu.

Bu ışığa yaklaşmamam gerektiği hissine kapılmama rağmen, sanki ona kapılmış gibi ayaklarım hareket etmeye başladı.

Işığa olan mesafem yaklaşık beş metreydi. Ama buna rağmen, her adım attığımda o sanki uzaklaşıyordu; algılarım gerçekliği reddediyordu ve bu mesafeyi büyütüyordu.

Guni—

Ayağım bir şeye çarptı.

Bakışımı yere çevirdim.

“—Hİİ”

Bu bir kızın vücuduydu.

“Eh, ah, hiya! Ha, ha, haa—”

Çılgına dönmüş nefesimi sakinleştirerek, ona baktım. Uzun saçı olan ve pijama giyinmiş tanımadık bir kızdı—Hayır, sanırım onu daha önce bir yerde görmüştüm. Onu biraz hatırlayabileceğim miktarda tanıdık biri miydi…?

Nefes almıyordu.

Ama o ölü değildi. O muhtemelen sadece “durmuştu.”

Kendi üzerimdekileri doğruladım. Uyuya kaldığımdaki aynı giysiler—pijama ve don yerine bir tişört.

Anladım. İkimiz muhtemelen uyurken buraya getirilmiştik.

Böylece—biz bu “kutunun” içine konulmuştuk.

Sonunda mavimsi-beyaz ışığın önüne geldim. Daha yakından bakınca, mahfuz Onsen-konaklarında olacak eski ateri makinelerine benziyordu. Ekranında başlık gibi gözüken bir yazı vardı, «Asil Krallık».

Bu makinenin yanında da onu gördüm.

“......Daiya.”

Orada dikiliyordu, kayboluşundan önceki halinden farksız, iki kulağında da pirsingler ile.

“Uzun zaman oldu Kazu. Neredeyse iki ay mı?”

Dedi sohbet başlatmaya çalışırmış gibi. Ona sormak istediğim birçok şey vardı, ama ilk önce belli olan soruyu sordum.

“...Bu senin ‘kutun’ mu?”

“Cevap vermem bile gerekiyor mu?”

Aynen öyle. Sonunda ‘kutusunu’ kulandığı besbelliydi.

“Can sıkıntısı—insanlar bu canavardan kaçmak için kendi beyinlerini bile dağıtırlar.”

Onun gizemli sözleri üzerine yüzümü astığımı görünce, onun ağzının kenarları kalktı.

“‘20. Senemin Etüdü’’nden bir alıntıydı.”[3]

“...Ne hakkında konuşuyorsun sen Daiya?”

“Bu ‘Asılsızlık Oyunu’na’ konulan ‘dilek’.”

Onun niyetini algılayamıyordum.

“Sen tabi ki de beni anlayamazsın, değil mi? Sen günlük hayatının tadını çıkartabildiğine göre can sıkıntısını bilebilmenin imkanı yok. Ne kadar kahredici bir şey olduğunu hayal bile edemezsin!”

Daiya’nın söylemek istediği şey bu ‘Asılsızlık Oyunu’nu’ yaratmasının ve bizi de dahil etmesinin sebebi «can sıkıntısından» mıydı?

Bu fazla bencil ve akılsızca olurdu.

“Yüzüne bakılırsa, anlaşılan beni anlamaya çalışmak dahi istemiyorsun he. Hayal gücü olmayan insanlar hep de aşırı kibirlidir.”

“...beni kandıramazsın. Sırf can sıkıntından kurtulmak için ‘kutu’ kullanmak çok fazla saçma olurdu!”

“Anlamaman umurumda değil. Ama en azından bu hissin de var olduğunu unutma.”

“...Sadece bu hisse bir çare bulmak gerekiyor, değil mi?”

“Öyle bir şey imkansız. Bu söz konusu kişinin doğası ile ilgili bir sorun. Gidip kendi doğanı değiştiremezsin.”

“Bu sadece… kötü bir bahane!”

“O zaman senin şu günlük hayatına olan anormal düşkünlüğünü düzelt!”

Ağzımı kapattım.

“Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, kendi doğandan kaçamazsın. Hırpani gözüken bir adam hırpani görünüşünü değiştiremez, ne kadar pahalı giysiler giyinse de, bir saat makyaj sürse de. Değiştirilemezi değiştiremezsin.”

“...can sıkıntısı o kadar kahredici olsa bile, nasıl meydana geliyor ki? Birçok zevkli şey yok mu?”

“‘Doğalar’ bu şekildedir. Her olay senin doğana göre şekil değiştirir. Senin zevkli bulduğun şeyleri ‘bıkkın’ doğasına sahip insanlar için saf can sıkıntısıdır.”

“...oysa senin yüksek kabiliyetlerin okulun sana imrenmesine sebep oluyor.”

“Ben sıradanım. Bunu biliyorum çünkü kabiliyetlerimin sınırını görebiliyorum. Hiçbir şeyi ne başarabileceğimi, ne de elde edebileceğimi fark ettim.”

Bu mütevazi ifade beni şaşırttı.

Kendine o kadar güvenmesine rağmen Daiya’nın bu şekilde düşündüğünü asla hayal edemezdim.

“‘Kutu’ can sıkıntısına boğulmuş insanlar için vakit öldürmekten daha fazla bir şey değil. Bu yüzden, bu sadece bir oyun. Anlamsız bir oyun.”

Açıkladı ve o sırıtmaya başladı.

“Ama her şeye rağmen benim için çok değerli.”

Onun mantığını hala anlayamıyordum; ama onu kelimelerle ikna etmenin imkansız olduğunu anladım.

“...söylesene Daiya. Bu ‘kutu’ tam olarak ne yapar?”

Daiya hafifce güldü, beni omuzlarımdan tuttu, ve ateri makinesinin önüne beni zorla oturttu.

“Bu sadece vakit öldürme uğruna bir oyun. Can sıkıntısından uzaklaşmaktan başka bir amacı yok. Öyleyse —”


“—Anlamsız bir ölüm maçı yapalım.”


“...He?”

Daiya başparmaklarını köprücük kemiğime bastırıyordu ve dolayısıyla kaçamıyordum. Ekran sallanmaya başladı. Neredeyse sarhoş gibi hissediyordum.

—*tut*

Bir şey ben büyülenmişken başımı tuttu.

Ateri makinesinden bir şey çıktı. Şeffaf bir eldi. Bu şeffaf el tarafından tutuldum.

“Ah…”

Kafamda ses yankılandı. Şeffaf ellerin sayısı durmadan artıyordu. Artıyordu. Gitgide daha çok eller başımı, kollarımı, bacaklarımı, karnımı tutmaya başladı ve bütün vücudumu kapladı.

“D-Daiya—!!”

Daiya soğukkanlı bir şekilde buruşuk suratımı görmezden geldi ve,

Git.”

Ve ardından ben—o eller tarafından içeri çekildim.



  1. Manzai’da (漫才) - bir tür Japon komedi türü - bulunan iki karakter türünden biridir. Birlikte çalıştığı Boke’nin aksine, ciddi bir karakter türüdür ve Boke’nin esprilerine tepki verir. Boke ise komik olandır ve kötü bile denilecek espriler yapar. Japon kültüründe yaygındır.
  2. http://i.ytimg.com/vi/gQPk48fGwM8/maxresdefault.jpg
  3. Touzou Haraguchi tarafından yazılan bir kitap, 20. senesinde intihar ettikten sonra yayınlandı. http://www.aozora.gr.jp/cards/000740/card49078.html


Geri Git - Açılış Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 1. Raund