Utsuro no Hako - Türkçe: 2. Cilt 5 Mayıs - Çocuk Günü

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

5 Mayıs (Salı) 02:10[edit]

Rüya görüyordum.

Tekrar aynı rüyayı görüyordum.


Cesetlerin önünde kulağı eksik olan peluş tavşanla oynuyordum. Yırtılmış dikişin içine işaret parmağımı soktum ve deliği iyice açtım.

Parmaklarımı kafanın içine soktum ve hareket ettirdim. Tavşanın kafasının şekli değişti. Pamuğun hissi güzel gelmişti. İleri geri, yukarı aşağı. Göz yerinden çıktı. Yırtılmış suratından pamuk düştü.

Ellerime baktım. Kurumaya başlayan kan ile lekeli olmaları bir kenara, değişmemiş olmaları gerekirdi. Ama o eller bana çürük ve simsiyah olmuş gözüküyorlardı.

Vücudum sadece nefretten olaşan balçık gibi bir şey ile doluydu. Vücudumu doğrayıp bu balçığı kazıyarak temizlemek istiyordum.

“Anladım. Bu oldukca ilginç.”


“İik!”

Bu beklenmedik ses beni o kadar ürküttü ki yüreğim ağzıma gelmişti.

“Bu, o çocuğun yakınında olan bir olay için mükemmel bir bükülme. Burası benim evim olması gerekiyordu, ama bir hata vardı. Gerçek gelmemişti, sanki bir fotoğrafın içine girmiştim.

“Sen de oldukca ilginç bir varlıksın, ama bu çocuk kadar değil. İnsanlar kendilerinden nefret ettiğinde içlerinde bir şey kalmadığını biliyordum, ama bunu kendi gözlerimle gözlemlemek gerçekten de eğlenceli. Sana bir kutu vermemek için hiçbir sebep görmüyorum.”

Sorularımı tamamen duymamazlıktan gelip, o tuhaf şeyler söyledi.

Ama anladığım bir şey vardı.

O büyüleyiciydi. İnanılmaz derecede.

“Bir dileğin var mı?”

Tabi ki de var. Hep dileniyordum ne de olsa.

“Bu herhangi bir dileği yerine getiren bir kutu!”

Büyüleyici sesi ile böyle dedi ve bana bir tür kap uzattı. Bahsettiği gibi, bu bir kutuya benziyordu. Ama her nedense tam açıklıkla algılayamıyordum, oysa fiilen tam önümdeydi.

Ona dokunmayı denedim.

Sırf bununla ‘gerçek’ olduğunu fark ettim. Mantık gibi bir şeyden dolayı değildi ancak, bütün vücudum ile bunun ‘gerçek’ olduğunu hissettiğimden dolayıydı.

Kabul ettim.

“Nasıl kullanabilirim…?”

“Dileğini zihninde eksiksiz olarak hayal et. Bu kadar! İnsanlar baştan dilekleri yerine getirme yeteneğine sahiptir. O yüzden, bu kutu o kadar da özel değil. Sadece dileğini basitleşitrir ve o şekilde yerine gelmesini daha kolay yapar.”

Dileğim Riko Asami olmamaktı. Hor gördüğüm Riko Asami dışında biri olmaktı.

Öyleyse kim olacaktım?

Aklıma ilk gelen sevgili Maria Otonaşi’mdi. Ama bu imkansızdı. O insan değil ne de olsa. O, benim gibi birinin olabileceği bir varlık değildi.

Ama ardından aklıma geldi.

“Dileğim,”

O, bir olguymuş gibi günlük hayata önemli diyebilen bir çocuktu. O, her nedense Maria Otonaşi’yi elde eden çocuktu.

“Günlük hayat önemli mi”? Dalga geçme benimle. Benim günlük hayatımı yaşadıktan sonra bunu söylemeye dene bakalım! Onu, sebepsizin mutluluğun tadını çıkartıbildiği için affedemezdim.

Dolayısıyla, hepsini bana ver!

“Ben Kazuki Hoşino’yu ikame olmak istiyorum.”

Bunu dile getirdiğimde, kutu katlanmaya başladı. Kutu küçük ve sert olduğunda, bana doğru kurşun gibi uçtu ve vücuduma gözümü delip geçerek girdi. Bana acı hissetmeye zaman vermeden, kalbime girdi ve bütün vücudumu damarlarımdan hükmetti. Ben, ben, ben, ben doğranıyordum, eziliyordum, yırtılıyordum, etrafa dağıtılıyordum, kutu tarafından hükmediliyordum, hükmedildim ve—kayboldum.

“Onun yerine geçmek, he? Huhu… gerçekten çok talihsizsin.”

Dedi büyüleyici bir gülümseme ile.

Sadece ona ikame olabilmeyi fark edebildiğin için ne kadar talihsizsin.”

Neden? Kaybolmam sadece saadet.

“Boş bir insan sadece boş bir dilek hayal edebilir. Özür dilerim, ama biliyor musun, ben bunun tamamen farkındaydım.”

Dedi gerçekten büyüleyici ve nazik bir gülümseme ile.

“Ah, ne kadar sevimli! Kendi eylemlerinden sırf bununla kaçabileceğini düşünmek; senin bu çocuksu yanını son derece sevimli buluyorum!”


Ve ardından rüyam balçığa atılmam ile devam etti.

Balçık yutarak, nefes alabilmek, ne de konuşabilmek.

5 Mayıs (Salı) 06:15[edit]

Ben zaten bir süre önce uyanmıştım.

Ama ben sadece Maria Otonaşi’nin yatağında hareket etme iradesine sahip olmadan kukla gibi uzanıyordum. Riko Asami ile iletişime geçmem gerekiyordu. Bunu biliyor olmama rağmen, hareket edemiyordum.

Maria bir sandalyeye oturmuştu ve bana sürekli bakıyordu.

Ama yine de, hareket edemiyordum. Gözlerimi onun şu delici bakışından bile kaçıramıyordum.

Bir süre bakıştıktan sonra, sonunda sabrını yitiren oydu ve gözlerini kaçırdı. Ayağa kalktı ve bir yere ayrıldı.

Bir kaç saniyeden sonra döndü ve bana bir bardak kahve ısrarla vermeye çalıştı. Ben sadece gözlerimin önündeki buharı izledim. Bardağı uzun bir süre için kabul etmedim, bu da onun sabrını tekrar yitirmesine sebep oldu; kendisi kahveyi

içmeye başladı ve “acı…” gibi bir şey dedi.

“.......Hm, doğru, ben zaten boş durduğuma göre, biraz kendimle konuşurum.”

Bardağa kaşlarını çatıp bakarken böyle dedi.

“Ben bir kutuyum. Ben, gerçekten de, aynen kutunun yaptığı gibi dilek yerine getirebilirim.”

“Ama ben bir kutu olarak başarısızım. Benim getirebildiğim mutluluk sadece uydurma ve sahte.”

Aldırışsızca konuşuyormuş gibiydi, ama onun ifadesindeki karamsarlığı görebiliyordum.

“Mutluluk nedir merak ediyorum. Düşüncelerine göre elde edebileceğin bir şey mi? Eğer öyleyse, kalbini değiştirerek bütün ailesini isteksizce silen biri mutluluk elde edebilir mi?”

Benim hakkımda konuştuğunu düşünmüştüm. Ama bu doğru olmayabilirdi.

“...Bence imkansız. Ben öyle düşündüğüm için buradayım.

O kendisi hakkında konuşuyor olmalıydı.

“Senin şartlarını tam olarak bilmiyorum. Ama senin bulunduğun durumda tek bir düşünceyi değiştirmekle mutluluk elde edebileceğini düşünmüyorum. Sen de öyle düşünmüyor musun?"

Aynen öyle. Nereye gidersem gideyim beni felaket bekliyordu.

“Benim seni ‘kurtarmamı’ istiyordun, değil mi?”

Dedi kahvesini bitirdikten sonra.

“Eğer hatalı olmasını aldırmıyorsan, senin bir dileğini yerine getireceğim.”

İnsan normalde bunu apaçık yalan olarak düşünürdü. Ama o çok ciddiydi.

Öyleyse, buna inanıp inanmamak bir kenara, bu yeter de artardı.

“......gerçekten mi?”

Bu, ağzımı açtırmak için yeter de artardı.

“Evet. Bütün yollar felakete gidiyorsa, sana başka bir tane sunarım. Sadece bir kuruntu olabilir, ama senin durumda başka bir seçeneğin yok, değil mi?”

O sırf beni hareket ettirmek için bana ümit vermek isteseydi, bu şekilde konuşmazdı.

“Ama böyle gerçek dışı bir güç kullanmanın senin için bir mahsuru yok mu, Maria…? Gücünü kullanmak için bir tür bedel ödemen gerekmiyor mu, bir Manga’daki gibi?”

Maria Otonaşi sessiz kaldı.

“Yani bir şart var, değil mi?”

“...Senin umursaman gereken bir şey değil.”

“Eğer böyle söylersen, o kadar çok umursarım!”

Kelimelerime bir iç çekti ve şunu dedi:

“Anılarımın bir parçasını kaybediyorum.”

“He…?”

“Kusurlu Mutluluğu kullanarak, dileğin hedefini, ve bir yere kadar onunla alakalı olan insanları unutuyorum. Doğrusu, neredeyse hiç anım yok. Ne ailemin anıları var, ne de arkadaşlarımın. Sadece bunu kendi rızam ile yaptığımın anısı var.”

“Nasıl yani…?”

Bu fazla acımasızdı.

“...Ama o zaman kutunu benim üzerinde kullanırsan Kazuki Hoşino’yu unutmaz mısın…?”

Bu soruya cevap vermedi.

Haklı olduğum içindi elbet.

“...Anlamıyorum! Sırf benim uğruma neden bu kadar ileriye gidersin ki? Kıymetli birinin anılarını bile terk edersin, neden…?”

“Bu benim meselem. Daha önce de dediğim gibi, senin umursaman gereken bir şey değil.”

“Umursamamamın imk—”

“Sen benimle aynısın.”

Lafımı böldü.

“Seni talihsiz görmek istemiyorum. Buna katlanamazdım. Her şeyden önce, böyle şeyleri dikkate almasam kutuya dönüşeceğimi düşünüyor musun!”

Ve bunun uğruna değerli anılarını unutmaya hazırlıklı mıydı?

Bu tuhaftı. Tuhaftı, ama—

Tam da bu yüzden o kusursuz bir yaratı olabilmişti.

Böylelikle felaketten kaçabilirsem, ve bu da onun dilediği şey ise, o zaman onun teklifini kabul edecektim.

“Lütfen bana telefonunu ödünç ver.”

Maria Otonaşi başını salladı ve bana Kazuki Hoşino’nun cep telefonunu verdi.

Cep telefon numaramın arama geçmişinde olduğunu fark ettim. Herhalde beni telefonumdan aramaya çalıştılar.

Ama bu onunla iletişime geçmek için yeterli değildi.

Bende onu o numaradan ulaşmaya çalışmıştım, ama hat bağlanmamıştı. Beni o numaradan aramamıştı.

O, Yuuhei İşihara’nın numurasıydı.

Telefon numarasını çevirdim. Bir kaç saniyeden sonra,

“Alo?,”

Riko Asami telefona cevap verdi.

5 Mayıs (Salı) 21:42[edit]

Miyazaki'den 2 Mayıs’ta aldığım notu tamamlayınca, bu şekilde sonuçlandı.


00-01 01-02 23-24 1. gün
02-03 03-04 04-05 2. gün
11-12 13-14 15-16 3. gün
09-10 16-17 20-21 4. gün
06-07 08-09 19-20 5. gün
05-06 07-08 17-18 6. gün
12-13 14-15 18-19 7. gün Son


Kalan son üç parça ‘10-11’, ‘21-22’ ve ‘22-23’ bugün [Kazuki Hoşino]’ya ait olan zamanı belirtiyor. Eğer bugün Balçıkta Yedi Gece’yi durdurmazsam, [Kazuki Hoşino]’nun zaman parçaları 0’a düşecekti.

Saat 21:43’di. Diğer bir deyişle, [Kazuki Hoşino]’nun saat 23:00’e kadar bir saat ve 17 dakikası vardı.

O zamana kadar elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekiyordu.

Bunun için hazırlıklar çoktan bitmişti.

[Riko Asami] ‘Asami’ ile iletişime geçti. ‘Asami’ onunla görüşme isteğimizi kabul etti ve bir saat ve yer belirledi.

Ve şu anda Riko Asami ile karşı karşıya duruyorduk.


‘Asami’ tarafından teklif edilen yer okulumuzdu. Okulumuzun bir güvenlik sistemi vardı, ama sırf okulun çiti üzerinden tırmanarak etkinleşmiyordu.

Okul Altın Haftası’ndan dolayı boştu.

O, ıssız okul bahçesinin ortasında duruyordu.

“Sizinle görüşmeye neden karar verdiğimi düşünüyorsunuz?”

Beklenildiği gibi, onun fısıldayan sesi onun alışık olduğumuz konuşma şeklinden tamamen farklıydı.

“Maria'nın amacını biliyorum, ne de olsa. İntiharımı engellemek ve kutumu çalmak için geldiniz, değil mi? Ama bunun benim için uygunsuz olmasına rağmen, sizinle görüşmeye karar verdim. Neden biliyor musunuz?”

Dedi Asami ve her nedense gözlerini odaklayamıyor gibi gözüküyordu.

“Seni en sonunda bir kez daha görmek istedim. Bayıldığım kişiyi görmek istedim; benim elde edemediğim şeyi elde eden kişi: kusursuz kendisini yaratmak.”

“Yanılıyorsun.”

Maria onun lafını belirgin bir ses ile kesti.

“Seni hayatını heba etmek gibi saçma bir eylemde bulunmana izin vermememi istiyorsun.”

Riko Asami sessizce Maria’yı dinledi.

Ve ardından onun ağzının kenarları hafifce kalktı.

“Maalesef öyle klişe sözler bende işe yaramıyor. Ne yazık… Senin öyle üzücü bir şey söylemeni istemiyordum.”

“Hımf, o zaman bizimle neden buluştun? Ölmekten korktuğunu göremediğimi mi düşünüyorsun?”

“Sen tersine benim güvencemsin.”

“...güvence mi?”

“İntihar etme korkumu fark ettiğimde belki beni öldüreceğini düşündüm.”

Riko Asami öyle kayıtsızca konuştu.


“......”

Acaba neden? Neden söyleşileri—beni bu kadar sinir ediyordu?

Hissetmem gereken başka duyguların olması gerekirdi. Telaş, korku, şefkat—o duygular çok daha doğal olurdu. Fakat buna rağmen, neden sinirli hissediyordum?

Düşündüm taşındım—ve fark ettim.

—Ah hayır, olamaz…

“Asami.”

Bunu muhtemelen farkında olmadan fark etmiştim. O zaman sinirlenmek gayet anlaşılabilirdi! Bu gereksiz konuşma tamamen anlamsızdı, değil mi?

“Sen Balçıkta Yedi Gece esnasında Miyazaki ile görüştün, değil mi?”

Asami beklenmedik soruma başını yavaşca salladı.

“Bize Balçıkta Yedi Gece’den hiçbir kaçış olmadığına inandırmak için, Miyazaki sahibin öldüğüne dair yalan söyledi. Bu kutuyu tamamlamak için bana pes ettirmeye çalıştı.”

“...Yani?”

Asami devam etmem için beni teşvik etti, bunun üzerine de başımı salladım.

“Miyazaki seni bulamayacağımıza inandığına eminim. Ama sen hayattasın. Öyleyse bu kanaat nereden geliyor?”

Asami sadece bir anlığına tereddüt etti ve:

“...Çünkü onunla görüştüğümde saklanacağıma söz verdim. O yüzden, ağabey—”

“Neden?”

Onun lafını kestim ve ona sordum.

Balçıkta Yedi Gece’yi durdurmak adına intihar etmeye hazır olan sen, neden [Riko Asami]’nin yoldaşı olan, ve kutunun tamamlanmasını arzulayan Miyazaki ile işbirliği yapma gereği duydun ki?”

O sessiz kaldı.

“Bu biraz uyumsuz değil mi?”

“...Sen benim çekişmemi anlamazsın, Kazuki Hoşino.”

Artık katlanamıyordum. Bu nefrete artık dayanamıyordum.

“Tiksinç! Böyle garip bir şekilde konuşma artık!”

“......Bu benim asıl konuşma şeklim. Sen bunu bilmezsin herhalde, ama orta okuldan beri—”

“Şimdi bu rol yapmaktan vazgeçmez misin? Tekrar karşımıza çıkmaya karar verdiğine göre zaten saklanmak istemiyorsun, değil mi? Öyleyse,”


“Bu tondan vazgeç artık O!”


Maria gözlerini fal taşı gibi açtı ve Asami'ye—hayır, O’ya baktı.

Asami'nin yüzündeki ifade kayboldu. Bu insan dışı suratta Riko Asami’den bir şey hissedemiyordum artık.

“Bu rolü 30 Nisan’da başladın, değil mi? Bu tatsızlığın çok abartılı! Şimdi durup düşününce, Asami sadece o zaman bana garip gelmişti. Sonraki gün, Haruaki onun garip davrandığını unutmuştu. Bunun sebebi sahip dışında herkesin seni unutma özelliğinden kaynaklanıyor değil mi? Sınıfa hiç girmedin çünkü Miyazaki oradaydı, değil mi?”

Asami hala ifadesiz bir şekilde beni dinliyordu.

“Miyazaki Asami'nin ölü olduğuna dair bu kocaman yalanı söyleyebilmesinin sebebi, onun vücudunun senin, O, tarafından ele geçirildiğini bildiği içindi. Eğer senin gibi insan dışı bir varlık Asami'nin vücudunu ele geçirdikten sonra ona ‘artık bir daha gözükmeyeceğim’ gibi bir şey derse, doğal olarak inanır tabi.”

Asami hala ifadesini değiştirmedi.

“O senin varlığını unutmuş olabilir, ama anlaşılan kız kardeşinin başka biri tarafından ele geçirildiği unsurunu unutmamış. O yüzden, Miyazaki için tek kurtulma yolu Balçıkta Yedi Gece’yi tamamlamaktı. Bu şekilde onu [benim] düşmanım yaptın. Bu şekilde [benim] ile [Riko Asami]’nin mücadele edebilmesi için hazırlık yaptın.”


Asami'ye kaşlarımı çatıp baktım ve ilan ettim:

“Bu şekilde, beni gözlemlemenin keyifini çıkarttın.”

Konuşmamın bittiği an—

“Huhu”

Bu boş ifade parçalandı ve Riko Asami tamamen yok oldu.

Hayır, vücut hala aynıydı. Ama şimdi belliydi. Riko Asami bu ifadenin içerisinde var olamazdı. Hiçbir insan bu kadar berbat bir gülümseme yapamazdı.

“Ah, seni gerçekten övmem gerkeiyor!”

“O” gülümsemesini devam ettirerek alkışladı. Sakinliğini bozmuyordu çünkü onu bulsak bile, o bizim için erişilemezdi.

“...Oldukca memun gözüküyorsun O.”

Dedi Maria surat asarak.

“Memnun mu? Huhu, tabi ki de öyleyim! Bu sefer gerçekten gözlemlemeye değerdi. Kazuki Hoşino’nun vücudu çalındığında nasıl tepki vereceğini, nasıl düşüneceğini, nasıl ıstırap çekeceğini görmek gerçekten ilginçti! [Riko Asami]’yi belirgin bir şekilde ‘düşman’ olarak algılayıp onu incitmeni hiç beklemiyordum. Huhu, geçen sefere kıyasla çok kısa bir zamandı, ama yine de turnayı gözünden vurdum..”

“Seni sapık.”

Maria’nın hakareti, ama, “O”’nun gülümsemesine son verdi.

“Peki ala—bu kutuyu size vereceğim o zaman.

Onun sözlerini hemen anlayamamıştım.

O az önce ne dedi? Kutuyu bize vermek mi? Neden? Daha kutu için pazarlık yapmaya başlamamıştık bile…

“......ne dolaplar çeviriyorsun?”

Maria benim yerime sordu.

“Ah? Davranışım tuhaf mı acaba?”

“Bana bu sakin tavrının sadece kandırmaca olduğunu ve seni bulduğumuz için köşeye sıkıştırıldığını mı söylemek istiyorsun?”

“Cevabın tamamen ıskaladı. Neden köşeye sıkıştırılmam gerekiyor ki? ...Anladım, anlaşılan bir yanlış anlaşılma var. Biliyor musun, amacım size bir ayak bağı olmak değil, Kazuki Hoşino’yu gözlemlemek. Bu kutu içerisinde onu fazlasıyla gözlemleyebildim. Ben çoktan amacımı elde ettim. O yüzden size bu işe yaramaz kutuyu vermemem için hiçbir sebebim yok.”

Şimdi o sözünü edince, aşikardı. “O”’nun amacı Balçıkta Yedi Gece’yi tamamlanmış görmek değildi. Hayır, eğer tamamlansaydı, tam aksine—

“Aa…!”

“Ah, anlaşılan sözünü etmememe rağmen fark ettin. Ne yazık.”

Elbet o benim sararmış yüzümü görmekten memnun kalmıştı. “O” gülümseyen bir ifade ile dedi.

“Aynen öyle, sizin Balçıkta Yedi Gece diye hitap ettiğiniz kutu daha baştan tamamlanmamalıydı. Riko Asami oldukca ilginç bir insan, gerçekten. Ama öyle ufak bir varlık için asla biricik gözlemleme nesnemi terk etmem. [Riko Asami]’nin ‘Kazuki Hoşino’yu’ ele geçirmesine izin vermek mi? Buna izin veremem.”

“O” kıkırdadı.

“O yüzden, beni bulsaydınız da bulmasaydınız da, eninde sonunda size kutuyu verecektim. Size kutuyu kolaylıkla vermek hiç de garip değil.”

Kendimi geri almak için [Riko Asami]’ye düşmanmış gibi baktım.

Bunun için, [Riko Asami]’yi incittim ve ona eziyet bile ettim. Miyazaki'yi bile bu işe karıştırmıştım. Maria’ya bile bir zaman ihanet ettim.

Ama buna rağmen,

Bunların hepsini yaşamama rağmen,

“Hepsi nafileydi.”

Neticede “O”’nun suyuna mı gitmiştim?

Eğer öyleyse, bu haftanın anlamı neydi…

“Ben nafile değildim.”

Bu inkarı duyduktan sonra, ona düşünmeden baktım.

Böyle ilanda bulunan Maria, “O”’ya cüretkar bir gülümseme gösterdi.

“Ne demek istiyorsun?”

“Anlamıyor musun? Kazuki’nin amacı günlük hayatını tekrar elde etmek. Amacını elde etmek için elinden gelmesi doğal tabi. O yüzden hiçbir şey değişmezdi. Senin Balçıkta Yedi Gece’yi tamamlamaya niyetin olmadığını tahmin edebilse bile, bulunduğu eylemler değişmezdi.”

“Niye öyle?”

“O” merakla sordu.

“Bu tabii bir şey.”

Maria O’ya gülermişcesine bunu söyledi.

Kimse senin hevesin gibi değişken bir şeye asla güvenemez ki.”

Ah, anladım. Bana “kutuyu” vermek eylemi onun için sadece bir heves “çünkü bu onun için en zevkli sonuçtu.”

Ben asla bunun gibi bir şeye güvenip hareket etmemezlik yapmazdım. Eğer boş çaba olsa bile, bu “kutuya” bir çözüm bulmak için canımı dişime takardım.

“Anladım. Ama Kazuki bir kenara, senin için tamamen boş çabaydı. Bu kutu zaten tekrar kullanılamaz, ne de olsa.”

“Ne kadar da gülünç ve basit bir düşünme şekli bu. Senin görünmen benim en az bir adım ileri atmama yardımcı oldu. Çünkü sen az önce eğer Kazuki ile birlikte kalırsam O veya kutulara rastlayacağımı kanıtladın.”

“Hım…?”

Onun sözlerini duyduktan sonra, “O” gözlerini etkilenmiş bir şekilde sonuna kadar açtı.

“Ciddi misin?”

Maria hayrete düşmüş bir ifade ile cevap verdi.

“Hey, ben kutunun peşinden koşarak bir ömür zaman geçirdim zaten. Sözlerim hakkında neden şüphe duyarsın ki?”

“Hayır, öyle demek istemedim! Senin aptallığın umurumda değil. Sorduğum şey Kazuki ile birlikte olarak benimle karşılaşmanın bir anlamı olup olmadığı.”

Maria bu sözlere karşılık gözlerini fal taşı gibi açtı. Ve ardından yavaşca sarardı.

“Fark etmemiştin… veya daha doğrusu, bu konu hakkında çok düşünmedin?”

Dedi “O” bir gülümsemeyle.

“Bu kanıt anlamsız. Sen Kazuki'yi bırakmayı düşünüyorsun zaten, değil mi?”

N...e…?

“A-Abuk sabuk konuşma!”

“Huhu, onun bu sararmış suratı sözlerimin gerçekliğinin en iyi kanıtı değil mi? Biliyor musun Kazuki, o [Riko Asami]’nin kutusunu kullanmasına izin vermeyi düşünüyor!”

“Kusurlu Mutluluğu kullanmak mı…?”

O kutuya dokunduğumdan, biliyordum. O denizin dibini görmüş olduğumdan, biliyordum.

Birinin onun “kutusunu” kullanmasına izin vermek. Bu kesin tabuydu. Ben bile onun “kutusunu” kullanmanın ölümcül bir hata olduğunu biliyordum.

“Eğer öyle yaparsa, seni unutacak. O anılarını kaybetmiş olunca, kesin sizlerden uzaklaşacaktır.”

“N-Neden öyle bir şeyi biliyorsun!”

“Çünkü birinin onun kutusunu kullanmaya izin verdiğinde hep böyleydi.”

Bilmeden Maria’ya baktım. Dudaklarını ısırdığını görünce, onun gerçeği söylediğini fark ettim.

“Neden Kusurlu Mutluluğu kullanmak istersin ki…?”

“...Sana söylemedim mi? Asami’yi bekleyen kaçınılmaz talihsizliği kabul edemem.”

Bunun uğruna kendi arzularını görmezden gelmeyi aldırmıyor musun…?

Ah, anladım. O hep böyleydi. O kendi hayatını bir başkasının hayatı için çöpe atabilecek biriydi.

“Ben bir kutuyum. Ben insan değilim. Ben başkaları kurtarmak uğruna yaşamalıyım. Doğru, bu yüzden—”

Maria etkileyici ifadesinine kavuştu ve belirgin bir şekilde ilan etti:

Ben [Aya Otonaşi] olarak kalacağım.

Ama bu sözlerin içinde [Maria Otonaşi]’nin hisleri neredeydi?

‘—sen de artık beni gözünden kaybetme’

Bunlar Maria’nın gerçek hisleri değil miydi? Bu artık yalnızlığa dayanamayan kızın gerçek hisleri değil miydi?

Bu yanlıştı. İnsanın kendi hislerini görmezden gelmesi doğru olamazdı.

Ama ona bunun yanlış olduğunu dikkatsizce söylemezdim. Ona bu kadar azim veren olayın ne olduğunu bilmeden, onu reddedemem.

“Maria.”

O yüzden sadece bu ismi dile getirdim, sadece benim diyebildiğim isim, ve onunla kendi hislerimle yüzleştim.

Ben bunu istemiyorum.”

Maria’nın yüzü biraz gerildi.

“Ben kesinlikle beni unutup kaybolmanı istemiyorum!”

“......Kazuki.”

“Bu acımasızca! Seni gözümden kaybetmememi söyleyip, sen beni gözünden kaybetmeyi düşünüyorsun! Bu çok acımasızca!”

Maria benim haykırışımı duyduktan sonra yere baktı ve dudaklarını ısırdı.

“......Ama eğer yapmazsam, Asami—”

Maria’nın sağ elini zorla tuttum ve bu da onun lafını kesti. Bana gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde baktı.

“Asami'nin hiçbir şeyi kalmayacak.”

“...Bunu nasıl söyleyebiliyorsun?”

“Çünkü ben senin inanmadığın ve belki seni sinir edecek bir şeye inanıyorum.”

Biraz daha sıkıca kavradım.

“Günlük hayat tarafından düzeltilemeyecek ümitsizliğin olmadığına inanıyorum.”

Onun parmaklarının beklediğimden daha narin olduğunu fark ettim. Hayır, sadece parmakları değildi. Maria’nın bütün vücudu narindi. Onun kişiliğinin aksine.

“O yüzden Balçıkta Yedi Gece yok edilse bile, Asami iyi olacak. Onun geleceğinde sadece ümitsizliğin bulunmasının imkanı yok!”

“......benim buna inanmamı mı istiyorsun?”

Diye fısıldadı.

Ben çoktan onun bunu reddedeceğini düşünmüştüm.

Yani, o “kutuyu” arıyordu. Kendisi günlük hayatı yok eden “kutu” ararken, günlük hayata inanan beni kabul etmesinin imkanı yoktu.

Ama ben buna rağmen günlük hayata inanıyordum.

“Onun sadece umut bulması gerekiyor.”

“...Ne?”

“Asami'yi ümitsizlik beklediğini kabul ediyorum. Ama bu ümitsizliğin içinde bile umut var! En azından bir tane biliyorum.”

“Hangi umut…?”

“Asami'ye bu kadar değer veren bir insan var. Bu onun umudu olamaz mı?”

Onun ifadesinde hafif bir tereddüt oluşmaya başladığını fark ettim.

“...Hiçbir şey olmasaydı bu elbet geçerli olurdu. Ama Asami şüphesiz bu olaydan dolayı hapiste uzun bir zaman yatacak.”

“Ama öyle olsa bile, eğer ikisi güçlerini birleştirirlerse, iyi olacaklardır. Birbirlerinin ne kadar değerli olduğunu fark ederlerse, onlar iyi olacaklardır! Sende öyle düşünmüyor musun?”

“......”

“Belki Asami'ye anlayabildiğimi söyleyebilmemin sebebi sırf kibir. [Riko Asami]’ye daha bir saat kaldı. Bir karar vermeden önce onun da hislerini onaylayabilirsin! ...Hayır, sırf onaylamakla kalma, lütfen umut bulmasına yardım et. Var olduğuna eminim.”

Onun elini biraz daha sıkı tuttum.

“Bari bir kuruntu yerine ona gerçek mutluluk ver!”

Bunu diyerek, onun elini bıraktım. Maria’nın gözleri ellerinden ayrılmıyordu.

“.......E-Ehm, şu an Altın Hafta’dayız, değil mi?”

Beklenmedik sözlerimi duyduktan sonra, Maria kaşını ardından başını kaldırdı.

“Olan bitenlerden dolayı tatilimizin keyifini çıkartmaya zamanımız olmadı, değil mi? Ama, bildiğin gibi, yarın da tatil, o yüzden ehm…”

Gözlerimi kapattım, doğruldum, ve konuştum.

“O yüzden, aa… yarın bir yere gidelim. Ehm, doğru, çilekli turta yemeye gidelim. Onu sevdiğinden bahsetmiştin, değil mi?”

Maria gözlerini fal taşı gibi açtı. Bütün bu süre boyunca gergindi, ama şimdi bu bir yalanmış gibi yanakları gevşedi.

“Huhu… ne diyorsun sen?”

“İ-İstemiyor musun?”

“...Altın Hafta’nın her gününü benimle geçirdiğin anlamına gelir, biliyor musun?”

“Eh? Bunda bir sorun mu var?”

Başımı yana eğerek bunu söylediğimde, Maria her nedense alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Boşver.”

“Hm? Söz mü?”

Söz.

Bu kelimeyi dile getirdiğimde, onun ağzı tekrar gerildi.

Maria yere bir baktı. Böyle bir sözün anlamı üzerinde kafasını yordu ve tekrar gözlerini açtı. Ağzı rahatlamıştı, dudaklarının kenarlarını kaldırmıştı ve bana büyüleyici ama nazik bir ses ile:

“Söz veriyorum. Seninle yarın huzur içinde çilekli turta yiyebileceğimiz bir geleceğin sözünü veriyorum.

Evet, öyleyse endişelenecek hiçbir şeyim kalmamıştı.

Bu şekilde, son değişimi bekledim.

5 Mayıs (Salı) 23:00[edit]

Hiçbir şey sonlanmamıştı.

Maria Otonaşi benim bir daha değişmeyeceğime dair söz vermesine rağmen, hiçbir şey sonlanmamıştı.

Her nedense okul bahçesinin ortasında duruyordum, ama burada karanlıktan başka bir şey yoktu. Okul binasının yakında olduğunu biliyordum, ama hiçbir şey göremiyordum. Hiçbir şey. Yakında hiçbir şey yoktu.

Sadece Riko Asami ile yüz yüzeydik.

Anlayamamıştım. Bu durum da neyin nesiydi? Maria nereye gitti?

“Uzun zaman oldu.”

Riko Asami önümde ağzını açtı.

Bir kaşımı kaldırdım. Bir şey yanlıştı?

“Huhu, beni bu görünüşümle tanıyamıyorsun herhalde. Ben O’yum!”

“He?”

Sesinin tonu farklı olduğu belliydi ve benim asla yapamayacağım büyüleyici bir gülümseme. Ah, doğru. Bu kişi gerçekten de “O”’ydu.

“Neden Riko Asami gibi görünüp benim önümdesin…? Ve Maria nerede…?”

“O” bu soruya sadece gülümsedi, ve yanıt vermeden bana sadece sessizce yaklaştı. Onun bu acayip çarpıcılığından içgüdüsel olarak geriye adım attım.

“Kazuki Hoşino senin günlük hayatında bile umut olduğunu söyledi!”

Öyle dedi ve bana doğru elini uzattı. Ardından parmaklarını ağzıma soktu.

“A-gı…?”

“Gerçi olabilmesinin imkanı yok.”

Riko Asami’nin parmakları ağzımda serbestce dolaştı. Tükürüğüm ile kirlendiler. Onun parmaklarındaki tükürük bana bir böceğin vücut sıvısı gibi gelmişti.

“Çünkü sen kendi tadını bu şekilde algılıyorsun.”

Dedi “O” benim görünüşümle.

“—bu da balçığın tadı.”

...Evet, gerçekten de öyle tadı vardı.

Acıydı, muazzam derecede bitterdi—dayanamıyordum. Bunun Kazuki Hoşino’nun vücudu olması gerekmesine rağmen, balçık virüs gibi yavaş yavaş yayılmaya başladı. Vücudum karardı. Günahın rengiyle lekelendi. Pis balçık taştı ve bana tecavüz etti.

“O” parmaklarını ağzımdan çıkarttı. Dizlerimin üstüne düştüm. İçimdeki balçık bu yüzden çalkalandı.

“Kendine olan tiksintinin çaresi yok. Sen en nefret ettiğin insan tarafından—” bu kelimeyi duyduğumda miğdem bulandı. O yüzden, içindeki balçık sonsuza dek orada kalacak.”

“O” elini omzuma koydu. Başımı kaldırdım ve görmek istemediğim Riko Asami’nin suratını gördüm.

“Kendi balçığından kurtulamayan senin için umut olabilmesinin imkanı yok.”

Bu kadarını bende biliyordum.

Günlük hayatımda umut bulmamın imkanı yoktu. Şimdiye kadar ondan hiç yoktu. Öyleyse şimdi, bir suç işledikten sonra lekelenen benim için neden olsun ki?

Riko Asami artık yoktu.

Bu doğru değil.”

Hala dizlerimin üstünde, arkamdaki bu sese doğru döndüm.

Maria Otonaşi orada nefes nefese duruyordu. Onun yanında ağabey duruyordu. Beni artık kız kardeşi olarak düşünmeyen ağabey.

“Beklediğimden daha hızlı davrandınız.”

“[Riko Asami]’ye karşı bu şiddet de neyin nesiydi O!”

Maria Otonaşi “O”’ya öfkeyle bağırdı.

“Huhu… Biliyor musun, senin ve Kazuki Hoşino'nun ayrı düşmesini tercih ederdim. Onu sadece kendime uygun bir şekilde ayarladım. ...Ee, ona umut verebilecek bir şey bulabildin mi?”

“Buldum.”

Maria Otonaşi bunu hemen doğruladı.

Fakat “O” bu tepkiye karşılık ifadesini değiştirmedi.

“Riko.”

Ağabeyim adımı söyledi. Son derece garip bir histi.

Anladım, çünkü bu ilk defaydı. Ağabeyim bana bu vücuda girdiğimden beri bu isimle ilk defa hitap edişiydi.

“...ne var bu geç saatte? Sen beni ‘küçük kız kardeşin’ olarak düşünmüyorsun, değil mi?”

“Sonunda Riko Asami olduğunun farkındasın, değil mi? Eğer öyleyse, işler değişir. Sana ‘Riko Asami’ diyebilirim.”

Sessiz kaldım, o yüzden ağabeyim devam etti.

“Söyle bana, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? Balçıkta Yedi Gece yok edilecek. Riko Asami olmaya devam edeceksin. İkimiz ayrı düşeceğiz. O zaman ne yapacaksın?”

“Maria'nın kutusunu kullanacağım!”

“Asami. Özür dilerim, ama o sözümü geri alıyorum.”

“He…?”

Düşünmeden Maria Otonaşi’ye baktım.

“Miyazaki’yi dinledikten sonra, fikrimi değiştirdim. Senin bu kutuyu kullanmana izin veremem.”

Dedi küstahca, sözünü geri aldığından dolayı utanç göstermeden.

Hayır, belliydi! Anılarını sırf benim uğruma kaybetmenin ne kadar saçma olacağını fark ettiğinden emindim.

“O zaman ölürüm!”

Tamamen doğal bir cevap. Bu durumda bu tabi ki de en iyi çözümdü.

Ağabey bu sözlerime yüzünü astı ve bu kelimeleri söyledi:

“[Riko Asami]’nin sırf sana ait olduğunu mu düşünüyorsun?”

“...Ha?”

Ben Riko Asami’yim. O yüzden, ben kendime aitim. Bu doğal değil mi?

“Neden bu kadar hayrete düştün ki? Sırf kendine mi aitsin? Yok daha neler!”

Dedi ağabeyim, bana hayret etmişti.

“Sen bana da aitsin! Ve sırf onunla bitmiyor. Aynı zamanda Maria Otonaşi’ye aitsin, ve Kazuki Hoşino’ya aitsin. O yüzden, yani,”

Bana sert sert baktı.

Senin kendi isteğinle ölmene izin vermeyeceğim!”

Anlamamıştım.

Ağabeyim bana böyle şeyleri neden bu kadar nazik bir yüz ile söylediğini anlamamıştım.

“Öyleyse günahım nasıl affedildi…? Ölmeye bile mi iznim yok?! Benim yüzümden iki insan öldü! Benimde—”

“Riko.”

O benim devam etmemi engelledi.

“Bu sana kutumu kullandırtmamaya karar vermemin temel sebebi. Yanlış anladım. Yani, Miyazaki belki de bilerek bu konudan konuşmadı, ama ben gerçeği yanlış anladım.”

Maria Otonaşi devam etti.

Ryuu Miyazaki’ydi o ikisini öldüren kişi, değil mi?”

...Hayır. Elbet, bunun önderliğini yapan ağabeyimdi. Ama ondan yardım istediğimde bunun olacağını biliyordum. Ağabeyim sadece zamanındaki dileğimi fark etti ve yerine getirdi.

O yüzden, bu benim günahımdı.

“Yanlış anlama Riko! Onları senin yerine öldürmedim. Onlardan nefret ediyordum. Onlardan tiksiniyordum. Ben sadece benim bu şiddetli hislerimi kontrol edemedim.”

Bu bir yalandı.

Tabi, o da onlardan nefret etmiş olabilirdi. Ama sırf o hislerle, bunu yerine getiremezdi. O son sınırı beni kurtarmak istediği için aştı. Ona tetiği çektiren kişi bendim.

“Seninle kaçmayı düşündüm. Ama bu gerçekci değil. Biz daha reşit değiliz ve kaçak olarak yaşayamazdık. Yaşayabilsek bile, kovalandığımız bir hayatta mutluluk bulabileceğimizi düşünmüyorum.”

Ağabeyim alaycı bir şekilde gülümsedi ve konuştu.

“Bu yüzden, kendimi teslim edeceğim. Senin masumiyetini kanıtlayacağım. Bu benim alabileceğim en iyi karar.”

Ağabeyim benden bütün günahımı almaya ve kendisiyle birlikte hapise götürmeye çalışıyordu.

“......Neden öyle bir şey, benim uğruma, öyle—”

“Bana öyle bir şey dedirtme!”

Hiç anlayamamıştım. Neden? Biz kardeş olabiliriz, ama biz farklı insanlardık. Benim için bir şey yaparak hiçbir şey kazanmıyordu.

Ağabeyim çantasından bir şey çıkartıp bana verdi.

Sessizce kabul ettim. Hissi bana tanıdık gelmişti. Kabul ettiğim bu ‘şeye’ baktım.

“—Ah.”

Ağzımdan bir ses çıktı.

Yani, bu yok olmamış mıydı? Benim için önemli olan her şey olmamış mıydı?

“Onu yıkadım, pamukla doldurdum, ve bir araya dikerek getirdim. O kadar. Yani, elbette yeni gibi değil, ama en azından onarıldı diyebiliriz, değil mi?”

Bu bir tavşan peluştu.

Ağabeyim vinç yakalama oyunundan benim için kazanıp bana verdiği doldurulmuş peluştu.

“A, ah—”

Dizlerimin üstüne çöktüm. Farkında olmadan ağzımdan ağlama sesi çıktı ve gözyaşı dökmeye başladım. O gözyaşları içimdeki balçığın birazını aldı götürdü. ...Tabi, hepsini değil. Bu balçıktan kurtulamayacaktım. —Ama birazı şimdi gerçektende gitmişti.

Belki,

Belki—

“.......Ağabey.”

Belki daha baştan beri kutudan bir dilekte bulunmam gerekmiyordu. Belki de ben sadece fark etmemiştim.

Çünkü emindim—

—dileğim zaten çok uzun zaman önce yerine getirilmişti.

“Özür dilerim ağabey. Hepsi benim suçumdu, özür dilerim.”

Bunu fark etmediğimden dolayı, ağabeyim benim uğruma yerime geçmek zorunda kalmıştı. Eğer kendime değer verseydim, sonuç farklı olurdu.

“Bu sefer seni kurtarma sırası bende, ağabey.”

Gözyaşlarımı sildim ve ayağa kalktım. Ağabeyim bana biraz şaşkın bir şekilde bakıyordu.

“Seni ıstıraptan kurtaracağım… Seni bekleyeceğim. Tekrar beraber olabileceğimiz zamana kadar, seni bekleyeceğim.”

Sesim hala titriyordu ve gülümsememde biraz zorlamaydı, ama buna rağmen, belirgin bir şekilde:

“Seni Riko Asami olarak bekleyeceğim.” Dedim.

Gözleri sonuna kadar açık, ağabeyim bir süre donakalmıştı, ama ardından ifadesi yavaşça rahatladı.

Dünün tersine, onun gözlerinde canlılık bulunuyordu.

“Bak ne diyeceğim.”

Ağabeyim gülümseyerek ağzını açtı.

“‘Zamanında yetişemedim.’ Ben hep böyle düşündüm. Ama belki—belki son anda yetiştim.”

Bu sonuçla tamamen tatmin olduğumu kesinlikle söyleyemem. Ağabeyim ile, şüphesiz, son nefesimize kadar geçmişimizden nefret edecektik.

Her şeye rağmen, bir şekilde tahammül etmemizi sağlayan bir şey elde ettik.

Hiç kuşkusuz, sıkı sıkı kavramıştık.


Bizi sessizce izleyen Maria Otonaşi, bir gülümseme ile başını salladı.

“Demek Kazuki ile olan sözümü yerine getirebileceğim.”

Bunu dedikten sonra, gülümsemesi “O”’ya dik dik bakmakla kayboldu.

“Şimdi ver kutuyu!”

“O” gülümsemek için durmadan başını salladı.

Benim “kutum,” “Balçıkta Yedi Gece,” bununla bitecekti. “O” elini onun, Riko Asami’nin, gözüne tuttu. Göz yuvarlağım dokunuldu. Dokunulan kişi benim olmamama rağmen, hissediyordum.

“O” gözü çıkartmak istercesine içine uzandı. Acıya dayanamadan, kısık sesle çığlık attım ve gözlerimi kapattım. Acıyor! ...Ama çok acımasına rağmen, bunun doğru olduğunu düşündüm. Doğru olduğunu hissettim. O yüzden, göz yuvarlaklarımın ezilmesinin acısına dayandım.

Acı durdu. Tekrar “O”’ya baktım.

İşini bitirmişti. Göz yuvarlağım sağ salimdi ve “O” elinde kurşuna benzeyen küçük, siyah bir “kutu” tutuyordu.

“Öyleyse bu Kazuki Hoşino’nun ‘günlük hayat tarafından çözülemeyecek ümitsizlik yoktur’ sözünün kanıtı mı acaba?”

“.......Bu defa, belki.”

“Huhu… Anladım. Öyle demekten başka bir çaren yok. Bu, ne de olsa, senin kutu olarak varlığının inkarı. Kazuki gerçekten çok acımasız şeyler söyleyebiliyor.”

Maria Otonaşi “O”’ya kaşlarını çattı ve kabaca onun ellerinden “kutuyu” çaldı.

“Bununla Kazuki’yle birlikte olabilirim. Şu anda tek isteğim o.”

“Sonucunu hala erteliyor musun? Hala [Maria Otonaşi] olmaya devam etmek mi, veya [Aya Otonaşi] olmaya devam etmeye karar vermedin mi?”

“Ne kadar saçma bir soru.”

Maria Otonaşi kendi ellerindeki Balçıkta Yedi Gece’ye baktı. Bu kutudan nefret edermiş gibi dudaklarını ısırdı.

“Cevap uzun zaman önce karar verildi.”

“Sanırım öyle.”

“O” gönülsüzce cevap verdi, ilgisiz gözüküyordu.

“Ben bir kutuyum.”

Dudaklarını ısırmaktan vazgeçti ve konuştu.

Henüz kutu olmadığım zamanlarki kendime geri dönemem.

Onun güçlü bakışı.

Bu, bunca zaman boyunca bayıldığım varlığın ifadesiydi.

“O yüzden şu anki bireyselliğimi devam ettirmek en iyisi. Bunu ‘[Aya Otonaşi] olarak kalmaya karar vermek’ olarak algılayabilirsin.”

Öyleyse neden Kazuki Hoşino’ya hala eşlik ediyorsun?

“——”

O sessiz kaldı.

“Bu senin için oldukca zahmetli değil mi? Sen de böyle düşündüğünden dolayı Riko Asami’ye kutunu kullanmanı teklif etmedin mi?”

“...Ne demek istediğine dair en ufak fikrim yok.”

“Huhu, sen hala tekrarlar dünyasının lanetinden büyülenmiş vaziyettesin galiba. Bu Kasumi Mogi senin güçlü bir düşmanın olabilir, değil mi?”

“..........Hımf.”

O tekrar “kutuya” baktı ve elleri arasında yuvarladı.

“.......Ben karar vermiştim. Uzun bir zaman önce. Ama buna rağmen bu Kazuki ‘bunu istemiyorum’ dedi…!”

Küçük bir sesle mırıldadı ve, sadece bir anlığına, acı bir surat ortaya çıkardı.

Ama, bu ifadeyi hemen sildi. O tekrar kusursuz bir varlığın ifadesine kavuştu, bende bunu çok güzel buldum.

Ama bu varlığın yaratıcısı onu yaratırken çok büyük acılar ve kederlerden geçtiğinden emindim.

“Balçıkta Yedi Gece dileğini” tek iradesi ile yerine getiren o, beni ve “kutuyu” nasıl incelediğini merak ettim.

Sonunda, dudaklarını ısırdı, kurşun gibi “kutuya” baktı ve—


—”Balçıkta Yedi Gece’yi” birazcık hüzünle ezdi.

5 Mayıs (Salı) 23:56[edit]

Bu uyanışın diğerlerinden farklı olduğu besbelliydi. Garip bir dinçleşme hissediyordum. Şimdi vücudumun [Riko Asami] tarafından gerçekten çalındığını hissettim.

Cep telefonumu açtım ve saate baktım.

‘23:57’

[Ben], [Riko Asami]’nin benden ilk gün çaldığı zaman dilimindeydim.

Bitti.

Ama iliğimin sızlanmasına fırsat duyurmadan, vücudum birden sıkıca kavranmıştı.

“He?! Ah… M-Maria…?”

Beni kucaklıyor muydu?

Ama bu hiç de nazik bir sarılma değildi. Sanki bana yapışmaya çalışıyormuş gibi sıkı bir baskıydı.

“N-Ne oldu?”

Soruma cevap vermedi.

Ama elimde olmadığı için, onun bana istediği gibi kucaklamaya devam etmesine izin verdim. Onun ifadesini göremiyordum.

“......Bir defa daha söyle.”

“He?”

“Sana bir daha ‘Maria’ demeni söylüyorum.”

“......ehm, M-Maria.”

“.........bir defa daha söyle.”

“Maria.”

“......”

Sessiz kaldı.

“Bu senin suçun.”

Dedi Maria birdenbire.

“Kendini kaptırma. Her şeyden önce, sırf O ile görüşebildiğim için seninle bu şekilde birlikteyim. Bunun daha derin bir anlamı yok. Ama buna rağmen hep kendini kaptırıyorsun ve tamamen gereksiz şeyler yapıyorsun. Bu sefer bütün ıstırabım senin yüzünden.”

“......Tam anlamıyorum, ama bu biraz acımasız değil mi?”

“Gerçek bu, seni aptal.”

Konuşması bittiğinde, beni iterek uzaklaştırdı.

Bu sefer, şiddet mi?!

Ama buna rağmen, nihayetinde mutlulukla gülümsüyordu.

“Ee, gidelim mi o zaman?”

“He? Nereye?”

“Ne diyorsun sen? Bana dün söz vermedin mi, yarın gidip çilekli turta yiyeceğimizi?”

“...Yani, tabi bunu söyledim. Ama bugün hala Mayıs’ın—”

“Saate bak.”

Söylenildiği gibi cep telefonumu çıkarttım.

‘00:00’

Tarih tamamen değişmişti esasında.

“Gece açık olan ve çilekli turta satan bir aile lokantası biliyorum. Oraya gidelim.”

“E, hee? S-Sorun bu değil… ‘yarın’ genellikle uyuyup uyandıktan son—”

Utsuro no Hako vol2 clock7.jpg

“Ufak kusurlar arama. Çabuk gidelim.”

Maria ardından elimi çekti.

Yani… belki de öyle bir söz vermemeliydim? Yarın bütün gün sürükleneceğime dair bir içgüdüm vardı.

...Yani, bana hava hoş, sanırım?

Çünkü hiç de kötü değildi.

Maria tarafından sürüklenirken, okul bahçesinin ortasında kalan ikiliye baktım.

İki samimi kardeş birbirlerinin elini tutarak gülümsüyorlardı.




Geri Git - 4 Mayıs (Pazartesi) Yeşil Günü Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 18 Mayıs (Pazartesi)