Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27753. Defa

From Baka-Tsuki
Revision as of 12:08, 24 September 2016 by LoyalBlue (talk | contribs)
Jump to navigation Jump to search

Sınıfımız beden eğitimi dersinde futbol oynuyor.

Burun kanaması geçirdiğim için, Mogi'nin kucağında dinleniyordum.

Birden onun duygularını merak etmeye başladım. Acaba kucağında dinlenmeme izin vererek, birazcık da olsa, beni cezbetmeye mi çalışıyordu?

En ufak fikrim yok—gizlice ona baktığımda her zamanki gibi ifadesizdi.

“...Mogi.”

“Ne oldu?”

“Şu an ne düşünüyorsun?”

“He?”

Mogi başını yana eğdi, ama cevabı varmış gibi gözükmüyordu. Soruma tek tepkisi şaşkın bir bakıştı.

Bunun üzerine düşünmeye başladım—partnerimin duygularını anlamak bu kadar zor ise, sevgi gerçekten ilerleyebilir miydi?

Neden bu kadar zor bir kıza âşık oldum?

Hakikaten—ben ne ara ona âşık oldum?

Hatırlamaya çalıştım.

“...........Ha?”

“...Ne oldu?” Birden ses çıkartınca Mogi sordu.

“Y-Yok… yok bir şey!”

Suratım muhtemelen ‘bir şey yok’ düşüncesini iletmiyordu. Mogi bunun farkında. Fakat beni bu konuda sorgulayacak sosyal becerisi olmadığı için, sessiz kalıp bir şey demekten kendini alıkoydu.

Mogi'yi uyarmadan kalktım.

“Ehm… sanırım burun kanamam durdu.”

“...hım.”

Konuşmamız bu basit sözcüklerle bitti.

Neden gönüllü olarak böylesine güzel bir durumdan vazgeçtim ki? Böylesine bir mutluluğu bir daha nerede bulacaktım?

Ama—bu imkansızdı.

Çünkü ne kadar çabalasam bile—hatırlayamıyordum.

Hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum!.. Ona ne zaman âşık olduğumu hatırlayamıyorum!

Neden âşık oldum? Bunu ne tetikledi? Veya farkında olmadan, ondan hoşlanıyor muydum, hiç özel bir durum olmadan?

Bunu bimem gerekir; nasıl unutmuş olabilirim, ama… ne kadar çabalasam da nafile, hatırlayamıyorum.

İlk görüşte aşk değildi, ve sınıf arkadaşı olmamız dışında hiçbir ortak yönümüz yok.

Ama buna rağmen, niye birden bire âşık oldum ki? Tamamen spontane gelişmiş bir aşk olamaz, değil m—

“—hadi canım…”

İnanması güç olsa bile, aklıma gelen tek şey buydu. Tamamen spontane gelişmiş bir aşktı.

“Ne oldu? İyi misin?.. Hemşirenin yanına gidelim mi?”

Mogi teklifini her zamanki gibi sakince verdi. Benim için endişelendiği için gerçekten çok mutluydum. Sadece mutluydum. Bu his sahte değildi.

“...Ben iyiyim. Sadece bir şey hakkında düşünüyordum.”

Kendime bunun bir hata mı olduğunu tekrar tekrar sordum. Ama ne kadar üstünde dursam da bir o kadar doğru geliyordu.

Ben Mogi'den hoşlanmıyordum.

Ne zamana kadar? Doğru—

Düne kadar ondan hoşlanmıyordum.

“—Ha, anladım.”

Bahçenin ortasında öylece dikilen transfer öğrenci, Aya Otonaşi’ye baktım.

Benim Mogi'den hoşlanmamı sağlayan olay ne zamandı?

—Ah, bu çok basitti. Dün değildi. Ama bugün çoktan âşık oldum. Öyleyse ne zamandı?

Tek mümkün olduğu zaman—dün ile bugün arasındaki zamandı.

Reddeden Sınıf içerisindeki 20,000’den fazla tekrar esnasında.

Ah, hatırladım. Sadece bir kısım, ama her zamankinden daha fazla hatırladım. Yine de, bu sadece bir kısım, o yüzden anılarımın çoğu hala kayıp.

En değerli anımı kaybettim — Mogi'ye nasıl âşık olduğumun anısı. Ve bu anıyı kesinlikle hatırlamayacaktım. Mogi ile hiçbir şey paylaşamam. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hakkında hiçbir şey yapamayacağım karşılıksız bir aşk; bu duygularım sadece daha da güçlü olacaktı.

Hayır, bundan da öte. Reddeden Sınıf biter bitmez bu aşk da kaybolabilir. Demeye calıştığım, bu aşk Reddeden Sınıf’ın varlığı olmadan var olmamalı.

Garip. Gerçekten garip. Bu aşk yalan değil.

Ama yine de, bu aşk kutunun eksikliğinde var olamayacak bir yalan mı?

Ani bir rüzgar esti. Mogi'nin eteğini kaldırdı. Acaba neden bu açık mavi külotu daha önce görmüşüm gibi belirsiz bir hisse kapıldım?

Hayır, onu zaten gördüm.

Mogi'nin bugün açık mavi külot giyindiğini biliyordum.

Aya Otonaşi’nin anılarını hatırlaması için en çok Kasumi Mogi’yi kurban ettiğini bildiğim gibi.

Bu sebepten dolayı, karar verdim—


Bu Reddeden Sınıf’ı korumaya.



Bu sefer, Aya Otonaşi bana yaklaşmadı.

Doğrusu, geçen tekrarda aynı durum olmuş olabilirdi. Anılarım biraz karışık, ama galiba bu durum bir süredir devam ediyordu.

Aya Otonaşi öğle arasında tek başına yemek yiyor, elindeki sandviçi bıkkın bir şekilde çiğniyordu.

Bu sefer ben ona yaklaştım.

Sadece bununla birlikte, kalbim hızlandı ve vücudum gerildi. Otonaşi'nin başkalarına koyduğu set devasa bir bariyer haline gelmişti, tek başına bile baskı yaratacak kadar güçlü bir bariyer.

“...Otonaşi.”

Kendimi hazırladım ve ona seslendim. Ama, Otonaşi bana dönüp bakmadı. Bu kadar yakındayken, beni duymamış olması imkansızdı, o yüzden devam ettim.

“Seninle konuşacak bir şeyim var.”

“Benim yok.”

Gözünü kırpmadan beni geri çevirdi.

“Otonaşi.”

Tepki vermedi. Gönülsüzce sandviçini çiğnemeye devam etti.

Ne dersem diyeyim beni görmezden gelmeye kararlı gözüküyordu. Öyleyse sadece beni görmezden gelmesini imkansız kılarım.

Biraz düşününce doğru tetik bir anda aklıma geldi.

“...Maria.”

Ağzından gelen çiğneme sesleri kesildi.

“Seninle konuşacak bir şeyim var.”

Hala bana bakmadı. Ama bir şey de söylemedi.

Sınıfın sesi kesildi. Sınıf arkadaşlarımız gözlerini kırpmadan bizi izliyorlardı.

Otonaşi daha fazla dayanamadı ve iç çekti.

“O ismi söyleyeceğini hiç düşünmemiştim. Anlaşılan bu defa birçok şey hatırladın.”

“Evet, o yüzden—”

“Ama buna rağmen, seninle konuşacak bir şeyim yok.”

Tekrar sandviçini ilgisizce çiğnemeye başladı.

“Neden!”

Birden bağırmaya başlayınca sınıf arkadaşlarımın dikkati benim üstümde toplandı.

“Neden?! Halletmen gereken insan ben değil miyim?! Öyleyse neden beni dinlemeye çalışmıyorsun?!”

“Neden diye mi soruyorsun?” benimle alay etti. “Gerçekten bilmiyor musun? Ha! Bir kez daha ne kadar aptalca davrandığına baksana. Asla kendin düşünmüyorsun. Neden böyle bir insanla muhatap olayım ki?”

“...Daha önce nasıl davrandığımı bilmiyorum.”

“Daha önce mi? Ne kadar aptalca bir düşünce. Şu an ne farkın var ki? Tıpkı eskisi gibisin!”

“Nasıl emin olabiliyorsun? Belki sana yardımımı teklif edeceğim. O durumda—”

“Doğrusu, fark etmiyor.”

Otonaşi sözümü bitirmeme izin vermeden bu sözleri söyledi.

Doğal olarak itiraz etmek üzereydim. Ama bu itiraz Otonaşi'nin sonraki cümlesinden sonra kayboldu.

“Çünkü bu teklifi sadece iki üç kere yapmadın.”

“He—?”

O kadar şaşırdım ki ağzım bir karış açık kaldı. Ağzını biraz bükerek, Otonaşi yarım kalmış sandviçini sardı ve konuşmaya başladı:

“Pekâlâ. Zamanı birçok kez anlamsız şeylere harcamak zorundayım zaten. Bu açıklamayı sana ikinci veya üçüncü sefer anlatmıyorum, ama yine de sana tekrar anlatacağım.”

Otonaşi kalktı ve alıp başını yürümeye başladı.

Onu sessizce takip etmek dışında bir seçeneğim yok.



Her zamanki gibi, beni okul binasının arka tarafına götürdü. Ve her zamanki gibi, Otonaşi duvara yaslandı.

“Bunu baştan söyleyeceğim. Seninle muhabbet etmeyeceğim. Sen sadece salak gibi beni dinleyeceksin.”

“...Ona kendim karar verebilirim.”

Biraz isyan etmek için böyle söyledim, ama Otonaşi bana sadece ters bir bakış attı.

“Hoşino, bunun kaçıncı tekrar olduğunu biliyor musun? Hayır, bilmiyorsun. Bu 27,753. tekrar.”

O sayı çok fazla acayip.

“...özellike her tekrarı saydın mı?”

“Evet, çünkü tek bir sefer saymazsam, sayıyı doğrulamanın yolu olmaz. Bunu yapmayı unutursam, kendimi kaybederim. Bundan dolayı, hep sayı tutuyorum.”

Bilmediğin bir yere giderken ne kadar ilerlediğinin farkında olmanın biraz rahatlatıcı olduğu doğru.

“Her şeyi defalarca tekrar ettim. Sana yaklaşmanın her türlü yolunu denedim. Henüz denemediğim bir şey hayal edemiyorum.”

“Bu yüzden mi benimle konuşmanın anlamsız olduğunu düşünüyorsun?”

“Evet.”

“Sana kutuyu vermeme ikna bile etmeye çalışmıyor musun?”

“Ondan çoktan vazgeçtim.”

“Niye ki? Bu tekrarların bir noktasında, seninle en az bir kere işbirliği yapmış olmalıyım.”

“Tabi ki de. Bana nefretle davrandığın tekrarlar da, benimle işbirliği yaptığın tekrarlar da oldu. Ama ne oldu biliyor musun? Fark etmiyor. Öyle ya da böyle, bana kutuyu asla vermedin.”

İşbirliği yaparken bile kutuyu vermedim mi?.. yani, belli ki öyle. Otonaşi kutuyu elde etseydi ‘şimdi’ burada olmazdım.

“Sadece doğrulamak için soruyorum: kutunun sahibinin ben olduğumdan eminsin, değil mi?”

“Sürekli içimde çekip çekiştirdiğim bir konu oldu bu. Ama vardığım sonuç hep aynı. Kazuki Hoşino, şüphesiz, kutunun sahibidir.”

“Neden öyle düşünüyorsun?”

“Bekleyeceğin kadar şüpheli yok. Açıklamanın tamamını söylemek çok uzun sürer, o yüzden kısa keseceğim: var olan birkaç olası şüphelinin beni 27,753 tekrar boyunca kandırması imkansız. Dolayısıyla, bir tek sen kutunun sahibi olabilirsin. Ayrıca, Reddeden Sınıf ile ilgisi olmayan tartışılmaz ikinci derece kanıt var, değil mi?”

O haklıydı—daha önceden kutunun dağıtımcısıyla—’*’ ile tanışmıştım.

“Her şeye rağmen kutuyu asla çıkartmıyorsun. Daha doğrusu, çıkartamıyorsun. Seni daha 20.000 tekrar öncesinden sahip olarak gözüme kestirmiştim.”

“Yani vaz mı geçtin?”

Kutu'yu elde etmek için elinden geleni yapan Otonaşi mi vazgeçti?

“Vazgeçmedim. Sadece kutuyu elde edemiyorum. Cüzdanında olan bir bozuk para aradığını varsayalım, ama ne kadar evirip çevirsen de bulamıyorsun. Cüzdanın her yanına bakmak kolay. Yine de bozuk parayı bulamıyorsun. O durumda bozuk paranın olmadığını düşünmen gerekir. Aynen o şekilde, bu 27,753 tekrar içerisinde ‘Kazuki Hoşino’dan kutuyu elde edemem’ sonucuna vardım.”

Otonaşi bir anlığına kaşlarını çattı ve ardından bana arkasını döndü.

“Pekâlâ, gösteri bitti. Hala bir şeyler söylemek istiyor musun?”

“...Evet! Başından beri o yüzden seninle konuşmak istiyordum.”

Söylemem gerekiyor.

Karar verdim. Reddeden Sınıf’ı korumaya karar verdim.

Mogi'yi defalarca öldüren Otonaşi'yi, kendime—

“ Otonaşi seni, hayır, Aya Otonaşi, seni kendime—”

“—düşman mı edeceksin?”

“—Ha?!”

Ona karşı koymak amacıyla yapılan cesur hareketimi öngördü ve hala, aldırışsız bir şekilde beni görmezden gelmek istiyor.

Suskun ve yürekten şaşırdığımı görünce, Otonaşi derin bir iç çekti. Bana doğru isteksizce döndü.

“Hoşino, hala anlamıyor musun? Seninle ne kadar zaman geçirdiğimi düşünüyorsun, aptal çocuk? Bu sadece sıkılacak kadar çok tekrarladığım başka bir versiyon. İşin özünü görmem imkansız değil, değil mi?”

“N-Ne—”

Böyle cesur bir hareketi zaten defalarca yapmış mıydım?

Neden her seferinde tamamen etkisizdi?

“Bu arada, sana bir şey daha söyleyeceğim. İnançların bana karşı çıkma kararına sebep olsa bile, ve her tekrar o anılarını hatırlamaya kalkışsan bile: eninde sonunda bana karşı koymaktan vazgeçeceğinden adım gibi eminim.”

“Ö-Öyle olması—”

Sonuçta, onun Mogi'yi öldürmesini kabullenmem; Mogi için hislerimi unutma kararı aldığım anlamına gelirdi.

“Bana inanmıyor musun? Bana defalarca belirttiğin sebebi söylememi ister misin?”

Dudağımı ısırdım.

Otonaşi konuşmamızı bitmiş olarak kabul edip bana sırtını döndü.

“Değerlerin 20,000’den fazla tekrara sorunsuz olarak dayandı. Bunun için hakkını vermeliyim.”

Anında kafamı kaldırdım.

Az önce beni ‘takdir’ mi etti? Otonaşi mi?

“Bir dakika bekle.”

Ne olursa olsun, sormam gereken tek bir tane daha şey var.

Otonaşi kafasını bana doğru çevirdi.

“Kutuyu benden almaktan artık vazgeçtin, öyle değil mi?”

“Evet. Öyle dememiş miydim?”

“O zaman… bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?”

Otonaşi'nin ifadesinde hiç değişiklik yok. Gözlerini benden ayırmadan dümdüz bana bakmaya devam etti.

Dosdoğru bakışı, gözlerimi onun gözlerinden ayırmaya zorladı.

“Ah—”

O anda… Otonaşi bir şey söylemeden başını alıp gitti.

Soruma cevap vermiş olmadan.



Otonaşi sınıfa geri dönmedi—belki eve gitti.

Beşinci dersim matematik. Formülleri muhtemelen defalarca görmeme rağmen hemen anlayamıyorum. Bunun yerine, ders boyunca Mogi'yi izledim.

Gerçekten Mogi'yi terk edecek miydim? Gerçekten ona olan hislerimi içimden söküp atacak mıydım?

Hayır. Öyle bir şeyin olma ihtimali yok. Geçmişteki benin ne düşündüğü önemli değil.

Şu andaki ben Mogi'den vazgeçmeyecekti. Tek önemi olan şey buydu.

Beşinci ders bitti.

Hemen Mogi'nin yanına gittim. Beni fark etti ve badem gözleriyle bana doğru baktı. Vücudum anında gerildi. Kalbim her zamanki ahengini kaybetti.

Sırf ona bakmaktan. Ona söylemek üzere olduğum şeyin gerçekten özel olduğunu kanıtlıyor bu.

Günlük hayatımda asla bulunmayacağım bir hareket bu.

Ama elimde değil. Anılarımı hatırlamanın başka bir yolu aklıma gelmiyor.

Mogi'ye hislerimi itiraf etmekten başka bir yol aklıma gelmiyor.

“...Mogi.”

Sanırım şu an suratımda oldukça tuhaf bir ifade var. Mogi bana merakla baktı ve kafasını yana eğdi.

“Ehm, sana söylemek istediğim bir—”


‘Lütfen yarına kadar bekle.’


“—Ah”

Zihnimden bir görüntü geçti. Kafamda bir ses gelişigüzel tekrarlandı. O kadar açık ve net bir hisse kapıldım ki, gözlerime, kulaklarıma ve beynime biri sanki cam saplıyordu.

Göğsüm şiddetle zonkluyordu, sanki çekiçle biri vuruyormuş gibi.

H-Hayır—

Hatırlamak istemiyordum. Hatırlamak istememe rağmen. O anıyı tekrar tekrar silip unutmak istesem bile, kaybolmuyordu. Başka herhangi bir anıyı, ne kadar önemli olursa olsun, unutabilmeme rağmen, unutamayacağım anı buydu.

Evet, doğru ya—

Çok uzun zaman önce—Mogi'ye olan duygularımı itiraf etmiştim.

“...Ne oldu?”

“.......Özür dilerim, yok bir şey.”

Aramıza biraz mesafe koydum. Mogi şüpheci bir tavırla kaşlarını kaldırdı ama bana daha başka soru sormadı.

Yerime döndüm ve sıramın üstüne attım kendimi.

“.......Anladım.”

Şimdi düşününce, barizdi. Ne de olsa, bu günü 20,000 defadan fazla tekrarladım.

Mogi'ye duygularımı itiraf ediyorum. Ama unutuyorum. O yüzden tekrar itiraf ediyorum. Ve tekrar unutuyorum. Reddeden Sınıf’a karşı koymak için yapmak istemediğim şeyi, duygularımı ilan etmeyi, yaptım. Tekrar tekrar, tekrar tekrar yapıp, yaptığım kadar da unuttum.

Ve her defasında duymaktan en çok kaçındığım cevabı aldım.

Hep aynısı. Hep aynı cevap. Yani, değişmesinin imkanı yok. Mogi anılarını hatırlayamıyor, dolayısıyla cevabı da değişemez.

O cevap—

“Lütfen yarına kadar bekle.”

Berbat. O bahsettiğin yarın asla gelmeyecek.

Eşi benzeri olmayan bir azimle, normalde toparlayamayacağım cesaretimi toparladım, sinirlerimi sınırına kadar gerdim—ama sonunda, samimi sözlerim tamamıyla uçup gitti. Ve ardından, sayısız defa itiraflarımı unutmuş olan Mogi ile iletişime geçmeye mahkumum.

...Anladım. Sadece geçersiz kılınmıyorlar.

Baştan beri hiçbir şey yok.

Bu dünya başından beri bomboştu. İçerisindeki her şeyin geçersiz kılındığı bir dünyada değeri olan hiçbir şey yok. Güzel şeylerde, çirkin şeylerde, kıymetli şeylerde, yırtık pırtık şeylerde, sevilen şeylerde, nefret edilen şeylerde de aynı miktarda değer var.

Bu sebepten dolayı hiçbir şeyin varlığı yok. Sadece boşluk var.

Reddeden Sınıf’ın anlaşılmaz boşluğu.

Midem bulandı. Tiksinç bir ortamda nefes almaya mecbur bırakıldım. Ciğerlerimdeki havadan kurtulma isteğine kapılmama rağmen, yapamıyorum, çünkü o durumda burada yaşamaya devam edemem. Nefes alıp vermeden yaşayamam. Ama bu boşluğu solumaya devam edersem, vücudum da boş olur. Bir boru gibi içim de boş olur.

Ya da—benim için çoktan zaman geçmiş miydi? İçim çoktan boş mu olmuştu?

“Ne oldu Kazu? Kötü mü hissediyorsun?”

Tanıdık bir ses duyunca,vücudum hala sıra üstünde yığılmış şekildeyken kafamı kaldırdım. Kokone önümde duruyordu, yüzü asıktı.

“Beden eğitimi dersinde burun kanaması geçirdin, değil mi? Belki o yüzdendir? İyi hissetmiyorsan, belki de hemşirenin yanına gitmeliyiz?”

“Onun için endişelenmeye gerek yok Kiri. Kötü hissetmesinin sebebinin burun kanamasından ziyade, üstünde yattığı kucaktan dolayı olduğuna bahse varım,” dedi Daiya. Onu fark etmemiştim, ama herhâlde yakınlarda duruyordu.

“Kucak mı..?..He! Demek öyle! Ne yaaa, sadece sevdalıymış…”

Dedikten sonra sırıttı ve destekleyici bir tavırla sırtıma vurdu.

“Se-n! Sen sen! Bu senin için biraz sırnaşık değil mi? Lütfen aaaşk gibi olgun bir şeye girme.”

“O kadar basit bir cazibeden etkilenmek—gülünç.”

“H-Hayır! Ben hep sevd—”

Cümlemin ortasında kendimi durdurdum. Bu birkaç yönden hatalı bir cümle olurdu. Bir kere, Mogi- san’a olan hislerimi itiraf etmiş olurdum, ama ondan da öte—

“Efendim? Daha düne kadar Mogi için özel hislerin yoktu, öyle değil mi?”

—doğru olmazdı.

Aslına bakarsan, ben ona bugün âşık oldum. Hislerim bir anda ortaya çıktı, en azından Daiya ve diğerleri açısından böyle gözüküyordu. Ve bu yüzden kimse ona olan düşkünlüğümü bilmiyordu, davranışlarım bunu belli etmesine rağmen.

“Hey hey, Daiya, anlaşılan bu herif Kasumi’ye olan karşılıksız aşkını ilan etti. Uhihi.”

Kokone sırıttı ve Daiya’yı dirseği ile dürttü.

“Evet. En iyi durumda bu bana biraz fazladan eğlence sağlar.”

“Uhehe… başkalarının aşkı gerçekten de eğlenceliymiş! Mm, mm. Merak etme, Ablan senin yanında. Sana tavsiye verir, yardım ederim! Hatta terk edilirsen seni teselli bile ederim! Ama başarılı olursan, seni öldürürüm, çünkü asabım bozulur.”

“Merak etme. İkisi çıkmaya başladığında ben onun kalbini çalarım.”

“Ohaa, bu hoşuma gitti! Başkalarının talihsizliği ve karışık aşk ilişkileri! Muhteşem!”

O ikisi gerçekten çok acımasız, keyifsiz olduğumu görmezden geldiler.

Neyse ki XX burada değil. O olsaydı, fırsatı değerlendirip konuşmayı öyle bir yere—

“—Ha?”

“Hmm? Neyin var yine Kazu?”

“Hayır, sadece… Onun nerede olduğunu merak ediyordum. Bugün izinli mi?”

“Kimin hakkında konuşuyorsun?” diye sordu Daiya, gözünde şüphe.

Tuhaf. Öyle dediğimde Daiya’nın benim kimden bahsettiğimi anlamasını beklerdim.

“Bilmiyor musun? Tabi ki de—”

—ehm, kim?

Ha? Bir dakika ya! Ben… Ben bu belirli kişinin ismini söylemek üzereydim. Öyleyse neden sırf ismini değil, yüzünü de unuttum?

“...Kazu? Bir şeyin mi var? Kimden bahsediyorsun?”

Kendimi kötü hissediyorum, sanki ümüğümü yırtma isteği yaratan yarı sıvı ve sümüksü bir şey yutmuştum. Ama bu iğrenme hissine sahip olduğum için şanslıydım. Eğer tamamen yutup vücudumdan arındırsaydım, XX kaybolurdu.

“H-Hey… Kazu!”

Önemli değil. Hepsini hatırlayabiliyorum. O iğrenme hissi sayesinde hatırlayabiliyorum.

“—Haruaki.”

Değerli arkadaşımın ismi. Sonsuza kadar yanımda durmaya yemin eden dostum.

...Uçan kuştan medet umuyorum belki, ama yine de ümit ediyorum. Umuyorum ki, bir sebepten dolayı Haruaki'yi unutan tek kişi benimdir. Ama ben gerçekten de aptalım. O ümit—

“Hey Kazu. O ‘Haruaki’ de kimin nesi?”

—asla gerçekleşemezdi.

Bu sinir bozucu durum üzerine dişlerimi sıktım. Daiya ve Kokone garip davranışlarıma yanıt olarak kaşlarını çattılar.

İkisi onu unutmuştu—oysa onun çocukluk arkadaşları olarak, onu benden çok daha uzun bir süredir tanıyorlardı.

Gerçeğin, "Haruaki'nin" burada var olmadığı düşüncesi bana saplandı, ve—

“Eve gideceğim.”

—ölümcül bir yaraya sebep oldu.

Kalktım, çantamı aldım, ve onlara sırtımı dönüp sınıftan çıkmaya başladım.

Burada daha fazla kalmaya dayanamam.

Haruaki neden burada değil?

Nedenini biliyorum. Haruaki’nin ‘reddedildiğini’ biliyorum.

Kim tarafından? Bu gayet belliydi. O kesinlikle Reddeden Sınıf’ın kahramanı tarafından ‘reddedildi’.

Tamamen yanılmışım. Reddeden Sınıf’ın günlük hayatın akışını koruyacağını düşünmüştüm. Saçmalık. İşlerin öyle gelişmesinin imkanı yoktu. Günlük hayata günlük hayat denir çünkü aralıksız devam eder. Bir nehrin akışını durdurursan, çamur birikir ve nehri siyah rengine boyar. Aynen öyleydi. Burada da tortu birikmişti.

Ah, anladım. Muhtemelen bu fenomene defalarca şahit olmuştum. Ne kadar tekrara dayansam da, hep bu gerçeğin tekrar farkına varıyorum. Ve ardından Aya Otonaşi’ye karşı koymamaya başlıyorum.

Aya Otonaşi Reddeden Sınıf’ı yok edecek.

Ve şu an bildiklerimle, neden onu durdurayım ki?

Zil çaldı. Sınıf arkadaşlarımın çoğu yerlerine dönmüş olmalı.

O yüzden sınıftan daha çıkmadan dönüp arkama baktım.

Boş bir sıra. Bir tane daha boş sıra. Bir tane daha boş sıra. Ve orada da bir tane daha var. Ah… Ben zaten bunun farkına varmıştım, ama benden başka kimse bu kadar boş yeri sıra dışı bulmuyor.



Muhtemelen çözebilirdim, ama kabullenmek istemediğim için bunu yapmadım.

Aya Otonaşi benden kutuyu almanın imkansız olduğu sonucuna vardı.

Suçlunun kim olduğunu tespit edince Reddeden Sınıf’ı sonlandırmak kolay olmalıydı. O, kutuyu elde etmek için 20,000’den fazla tekrardan geçti.


Öyleyse… ne yapmalı?


Belli değil mi?


Kamyon bana çarpınca kol ve bacaklarım etrafımda fırıl fırıl döndü. Kendi sağ bacağımın benden uzakta olması biraz gülünç bir durum.


“Demek ki burada bitiyor…”

‘Öldürüldüm’. Öldürülmeme izin verdim.

“27,753 anlamsız tekrar. Yani bu kadar zaman tamamen boş bir çabayla mı bitiyor? Kabul… Kabul etmeliyim ki ben bile yorulmaya başladım.”

Kesin konuşmak gerekirse, henüz ölmedim. Ama kanlar içinde yatarken, biliyorum: öleceğim. Kurtulamayacağım. Ve gerçekten onun tarafından öldürüldüm.

“Off..! Böylesine saçma miktarda zaman harcadım ve sonuca bak. Şu anki kadar hiç acizliğimden bu kadar nefret etmemiştim..!” sesinde pişmanlık ile mırıldandı.

“...devam edelim. Kutuyu burada bulamadığıma göre, bir dahakini ararım artık.”

Aya Otonaşi’nin gözleri artık beni algılamıyor. Hayır, elbet o gözler beni baştan beri doğru düzgün algılamamıştı.

Baştan sona kadar Aya Otonaşi sadece içimdeki kutuya bakıyordu.

Bu gün de ‘geçersiz’ ilan edilecek mi acaba? Hayır, edilmeyecek. Reddeden Sınıf denilen kutu benim vücudumda ise, öldüğümde o da parçalanır. Ve vücudum kamyon tarafından parçalandığı gibi, bu kutu da artık parçalandı.

Bu gün artık tekrarlanmayacak.

Ah, ne kadar gülünç. Reddeden Sınıf’ın sonunu getirecek tek şey buysa, o zaman bir tek ölüm önceden belirtilmişti. Yani, tabi ki bu boş. Bu dünya elbette—benim ölümümden sonraki hayatımdı.

Ama bununla birlikte, savaşımız artık sona erdi.

Hiç sürprizi olmayan tek taraflı bir savaştı, ama böylece burada sona erdi.

Evet… buna inanıyorsun, öyle değil mi? Otonaşi?

Sana acıyorum. Gerçekten acıyorum, Otonaşi!

Muhtemelen beni görmezden gelmeye devam ettiğinden kaynaklandı. Başka türlü böyle bir hata yapmazdın.

O yüzden bu kadar zamanı boşa harcadın.

Dinle, Otonaşi. Biraz düşünsen anlaması kolay. Benim gibi sıradan bir insanın kahraman olmasının imkanı yok.

Bunu ona söylemek istedim, ama artık bunu yapamıyorum. Ağzımı bile hareket ettiremiyorum.

Bilincim ortadan kayboldu. Öldüm.

Bu—hiçbir şeyi sonlandırmadı.





Geri Git - 5232. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - Ara