Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 0. Defa

From Baka-Tsuki
Revision as of 12:56, 5 February 2016 by LoyalBlue (talk | contribs)
Jump to navigation Jump to search

Ancak on-altı yaşıma geldiğimde ‘aşk dünyayı değiştirebilir’ sözünü kelimesi kelimesine anlayabilmiştim. Kaç defa hayatın sadece aşırı usandırıcı olduğunu düşünmüştüm, sonu gelmeyen alışkanlıkların, alışkanlıkların, alışkanlıkların tekrarlarıyla? Kendi hayatımı sonlandırmayı defalarca cidden düşündüm—iki elimdeki parmakları, hatta ayağımdaki parmakları kullansam bile sayamazdım.

Fena halde sıkılmıştım.

Ama hiçbir zaman hislerimi dile getirmedim, ve hep neşeli davrandım. Ne de olsa, açık açık olumsuz tutumlulukla davranmanın sana hiçbir yararı dokunmazdı. Herkesle aramı iyi tutmaya çalıştım, ki bu çok da zor değildi. İyi ve kötü yönleri, sevilip sevilmeyen şeylerin üstünde çok durmazsan, herkesle geçinebilirsin.

Etrafımda birçok sayıda insan birikti, ve hepsi bana aynı şeyi söyledi.

“Sen hep çok neşelisin. Amma kaygısızsın, değil mi?”

Aa, evet. Tamamen aldığınızdan dolayı herkese çok teşekkür ederim. Çirkinliğimden habersiz olduğunuz için çok teşekkür ederim. Sayenizde, her şeyi bir kenara atmak istedim.

Sanırım bu sıkıntının ne zaman başladığını biliyordum.

Her bir insan fazla bencildi.

Bir çocukla e-posta adresi takas edip düzenli olarak e-mail’lerine düzenli olarak cevap verince, benden teşvik almadan heyecanlanıp bana aşkını ilan etti. Diğer kızlar tarafından hor görülen bir çocuğu görmemezlikten gelmemeye başlayınca, bunun ona karşı ilgi duyduğum anlamına geldiğini düşünüp bana aşkını ilan etti. Birisi beni bir film izlemeye çağırdığında, ve reddetmek ayıp olacağı için kabul edince, bana aşkını ilan etti. Evimiz aynı yönde olduğu için biriyle birkaç defa birlikte eve döndüğüm için bana aşkını ilan etti.

Sonrasında, hepsi onlara ihanet ediyormuşum gibi surat yaptılar, oysa suçlu sadece kendileri vardı, ve sonunda bana içerlendiler. O erkekleri seven kızlar tarafından da içerlendim. Bencil. Egoist. Her defasında incitildim ve izler içerisinde kaldım. Zamanla incitildiğimde oluşan yeni izleri fark etmemeye başlamıştım. O zaman sonunda fark etmiştim—

Her bir insanla sadece gönülsüzce, fazla bağlanmadan ilişki oluşturmam gerekiyordu. Sadece ortama ayak uydurup üstünkörü konuşmam gerekiyordu. Onlara gerçek kendimi göstermeyecektim. Hassas duygularımı korumak adına sadece kabuğuma çekilmem gerekiyordu.

Ve ardından sıkılmıştım.

Onlara sadece dış kabuğumu gösterdiğimde bile, kimse değişikliği fark etmemişti.

Hepsi bana aynı şeyi söyledi.

“Sen hep çok neşelisin. Amma kaygısızsın, değil mi?”

Ne kadar da harika bir başarıydı.

Hepiniz kaybolmalısınız.

Okuldan sonra sıradan bir gündü. Her zamanki gibi, gülümseyerek etrafımda arkadaşımmış gibi davranan yabancılarla muhabbet ediyordum. Ardından, birden bire, özel bir teşvik olmaksızın—

Birden şekil alan bir kavram oluştu zihnimde, ve bana belli bir kelimeyi düşündürdü.

‘Issızlık’

Ah, ben—yapayalnızdım.

Yalnız. Anladım, demek yalnızdım. Etrafımda insanlarla çevrili olmama rağmen yapayalnızdım. Tuhaf bir memnuniyete kapılmıştım. Bu kelime cuk oturmuştu.

Ama bu kelime hemen dişlerini gösterdi ve bana saldırdı. Mutlak yalnızlığın eşliğinde ızdırabın da olduğunu ilk defa fark etmiştim. Göğüsüm ağırdı, nefes alamıyordum. Ve sonunda nefes alabildiğimde bile, hava sanki iğneler ile doluydu. Izdırap ciğerlerimi delip geçti. Gözlerim bir anlığına karardı, ve hayatım sona ermiş kadar olduğunu düşündüm. Ama gözlerim hemen kendilerine geldiler ve hayat o kadar kolay sona ermedi. Ne yapacağımı bilemedim. Bilmiyordum. Yardım edin. Biri, bana yardım etsin.

“Ne oldu?”

Biri zorlandığımın farkına varmıştı ve bana dedi ki:

“Öyle gülümseyince çok mutlu gözüküyorsun.”

He?

Gülümsüyor muydum—?

Onun sözlerini anlayamadığım için ellerimi yanaklarıma getirdim.

Dudaklarımın kenarları gerçekten de kalkmıştı.

“Sen hep çok neşelisin. Amma kaygısızsın, değil mi?”

Kahkaha attım. “Evet, mutluyum!” Güldüm. Nedenini bilmeden gülmeye devam ettim.

O anda etrafımdaki insanlar yavaş yavaş şeffaflaştı. Bir bir şeffaf oldular. Şeffaf olup kayboldular, artık onları göremiyordum. Bazı sesler bana hala hitap etmeye devam etti, ama artık onları duyamıyordum. Ama her nasılsa düzgün yanıt verebiliyordum. Anlayamamıştım.

Ne olduğunu anlayana kadar, sınıf bomboştu. Geriye tek kalan bendim.

Ama eminim ki sınıfı boş yapan kişi bendim.

Herkesi reddettim.

“Bir randevum var, ben artık gideyim.”

Kimseyi görememe rağmen, yüzümde bir gülümseme ile konuşup çantamı aldım. Herkes ile olan ilişkim herhangi birine özel olarak hitap etmemi muhtemelen gerektirmiyordu. Durum öyleyse eğer baştan beri duvarla konuşsaymışım ya.

Ama buna rağmen, neden?

“...Affedersin, iyi misin?”

Orada kimselerin olmaması gerekiyordu, ama her nedense o sözleri açık ve net duyabiliyordum. Tam okul kapılarından çıkmıştım ki bir anda geri getirilmiştim, ve her şey tekrar gözükmeye başlamıştı.

Arkama döndüğümde, orada sınıfımdan bir çocuk gördüm, nefes nefese kalmıştı. Görünen o ki peşimden koşuyordu.

Adı kesinlikle Kazuki Hoşino’ydu. Ne samimiydik, ne de o herhangi bir şekilde özel değildi - onun hakkında tek bildiğim şey ismiydi.

“Ne demek istiyorsun?”

O soruyu sorarken, beni tuhaf bir beklenti içinde olduğumu fark ettim.

Ne de olsa, bir şeylerin ters olduğunu fark etmese, ‘iyi misin’ gibi bir şey sormazdı. Bu demek oluyordu ki değişikliğimi fark etmişti—bana yakın olan ve benimle iletişimde olan kişiler için imkansız olan bir şey.

“Ehm… nasıl desem? Çok ‘uzak’ veya… emin değilim, ama sanki günlük hayatın bir parçası değilmişsin gibi…”

Çok zorlanarak konuşuyordu ve bir türlü sadede gelemiyordu.

“Ehm… boş ver olan bitene farklı anlam yüklüyordum. Garip şeyler söylediğim için özür dilerim.”

Kendini garip hissetmişti galiba, ve ayrılmak üzereydi.

“...bir dakika bekle.”

Ayrılmasına izin vermedim. O başını biraz yana eğdi ve bana baktı.

“E-Ehm…”

Onu durdurmuş olabilirdim, ama şimdi ne demeliydim?

Ama yani—o beni ‘uzak’ olarak betimleyebildi, o ıssız sınıfta gülümsememe rağmen.

“...ben hep neşeli mi gözükürüm?”

Herkes gibi yanıt verirse, o da herkes gibiydi.

Ah, onun için çok beklentilerim vardı. Sözümü reddedip beni gerçekten anlayacağına dair muazzam beklentilerim vardı.

“Evet. Yani… öyle gözüküyorsun,” tereddüt ile yanıt verdi.

Bu sözleri duyar duymaz, o tamamen gözümden düşmüştü, ona karşı olan bütün ilgimi kaybettim ve ondan hemen nefret etmeye başladım. Duygularımın ani ve güçlü değişikliğine şaşırmıştım, ama muhtemelen beklentilerim fazla yüksekti.

Ama şu an nefret ettiğim o çocuk şu sözleri ekledi:

“Çok çabalıyorsun, değil mi?”

Duygularım tekrar değişti ve nefretim hemen tersine döndü. Suratım bu ani değişikliklere ayak uyduramadı—ama kalbimi tuhaf bir sıcaklık kaplamıştı.

Çok çabalamak. Neşeli gözükmek için çok çabalamak.

Bu doğruydu. Neşeli gözüktüğümü inkar etmekten daha doğruydu.

Ve böylece—âşık oldum.


Uygun bir varsayımda bulunduğumun farkındayım. Sırf çok çabalıyorum dediği için beni gerçekten anladığı anlamına gelmezdi. Bunun farkındaydım. Ama buna rağmen - o varsayım sürekli aklımda.

İlk başta, bunun sadece geçici bir his olacağını düşünmüştüm. Ama geri alınamayacak hale gelmesi çok uzun sürmedi. Ona olan hislerim birikiyordu, asla erimeyen bir kar yığıntısı gibi, kalbimi tamamen kaplayana kadar. İşler bu yönde ilerlerse onun benim için çok değerli olacağının farkında olmama rağmen, bana göre hava hoştu.

Ne de olsa, Kazuki Hoşino beni o ıssız sınıftan kurtardı ve can sıkıntımı yok etti.

Eğer o kalbimden olmasaydı, o ıssızlığa beyabana geri döneceğimden emindim.

Yapayalnız olduğum o ıssız sınıfa geri dönerdim.

Dünyam çok kolay bir şekilde değişmişti. Sıkılmış olmam sanki bir yalandı. Duygularım sanki güçlü bir yükselticiye takılmıştı. Artık onunla selamlaşmak bile beni mutlu ediyordu. Aynı zamanda, onunla sadece biraz konuşabildiğim için üzülüyordum. Kalbim biraz uyuz ve kırık gibiydi—ama yine de buna razıydım.

Evet! Mutlaka onunla iyi anlaşacağım!

İlk önce, birbirimize ilk isimlerimizle hitap ederek başlamak isterim. [1]


—————-......


“Bir dileğin var mı?”

O sanki her yerdeydi, ama hiçbir yerde yoktu. O sanki herkesi andırıyordu, ama kimseyi andırmıyordu. Benimle konuşan kişinin erkek veya bayan olduğunu bile çıkartamıyorum.

Bir dilek mi?

Tabi ki de var.

“Bu herhangi bir dileği gerçekleştiren bir ‘kutu’.”

Kanlı ellerimle kutuyu kabul ettim.

Bunun gerçek olduğunu hemen anladım. O yüzden, bu kutudan vazgeçmemeye kararlıyım.

Herhangi biri benimle aynı şekilde davranırdı, değil mi? Böyle bir hazineden vazgeçecek kimse olduğunu düşünmüyorum.

O yüzden bir dilekte bulundum.

İmkansız olduğunu bile bile, bütün kalbimle bir dilekte bulundum.

“—Ben hiçbir pişmanlık yaşamak—istemiyorum.”



  1. Japon kültüründe, birisine normalde soy ismi ile hitap edilir.


Geri Git - 27,754. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa