Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27755. Defa (3)

From Baka-Tsuki
Revision as of 09:58, 19 September 2015 by LoyalBlue (talk | contribs)
Jump to navigation Jump to search

Maria bahsedince, bende Mogi-san’ın makyaj sürmediğini fark ettim. Erkek olarak, makyaj konusunda habersiz olduğum açık—o yüzden Maria’nın değişikliği fark etmesi çok daha kolaydı.

Ama Mogi-san hala bir makyaj çantasına sahipti.

Bunun nedeni neydi?

Maria’nın mantığı şuydu:

—Kullanmaktan sıkılmıştı.

Zayıflamış anılarıma güvenemiyordum, ama Mogi-san muhtemelen ilk başta görünüşüne çok önem veriyordu. Fakat, Reddeden Sınıf içerisinde yapmanın anlamı olmadığı için uğraşmaktan vazgeçmişti. 1 Mart’tan beri çantasında hiç dokunmadan bırakmıştı—Reddeden Sınıf başlamadan önce.

Mogi-san okul çantasından makyaj çantasını çıkartıp kullanmaktan yorulmuştu.

Bu sadece 20,000’den fazla tekrarı hatırlayan birine olabilirdi.

Ve bu kişi—sahipti.

Böylece, benim sevdiğim, ve beni seven Kasumi Mogi—sahip olmalıydı.

“Sana söylemem gereken bir şey var, Kazu-kun.”

Geçmiş tekrarda beni aradığında Kokone’nin söylediği şey buydu. Bana dedi ki:

“Kasumi seni seviyor!”

Kokone Mogi-san’ın bana olan sevgisinden haberdardı. Eminim Kokone bunun hakkında Mogi-san ile konuşmuştu, ne de olsa onlar düne kadar çok yakın arkadaştı.

Maria ve ben Mogi-san’ı tuzağa düşürmek istedik.

Ama bunu yapanlar biz olsaydık, doğal olarak dikkatli olurdu. Mümkünse, Mogi-san’a kendini hazırlama fırsatı vermek istemedik, ne de olsa Maria’yı defalarca yenmişti.

Onun yerine, Kokone’yi vekil olarak kullanmaya karar verdik. Mogi-san’a itiraf edeceğimi düşündürebilseydi, Mogi-san’ın tuzağımızın içine düşeceğinin sonucuna varmıştık.

Planımız sonucunda—Kokone ölmüştü.

Mogi-san’ın sözlerini hatırladım.

“...yani, benimle çıkar mısın?”

Bana kaç defa itiraf etmişti? Bana ne zamandan beri âşıktı? Madem aşkımız karşılıklıydı, o zaman neden—

“Lütfen yarına kadar bekle.”

Neden onu söylemişti?

Mogi-san sanki giysilerini ve vücudunu kaplayan kanın farkında değildi. İfadesizdi.

—her zamanki gibi.

Hep bu kadar ifadesiz miydi? Hayır, bölük pörçük anılarımdan onun parlak bir gülüşü olan bir an hatırlayabiliyordum. Ama gülümseyen Mogi-san bana hiç gerçekmiş gibi gelmedi. Zihnimdeki Mogi-san ifadesiz ve suskun bir kızdı.

Ama ya o gözükürde sahte, parlak parlak gülümseyen Mogi-san, orijinal olanı ise?

Kasumi Mogi denilen kıza ne olmuştu?

“Yenildi,” diye söylendi Maria, sanki dile getirmediğim soruya cevap veriyordu. “Bu sonsuz tekrar içerisinde kendini tamamen kaybetmiş,” diye ilan etti, Mogi-san’a küçümseyen bir bakış ile.

Bu düşünce zaten aklıma gelmişti: İnsan aklı bu kadar muazzam miktarda tekrara dayanamazdı.

Ama Mogi-san aynı günü 27,755 defa tekrarlamıştı.

Ve bunca defa tekrarladıktan sonra, Mogi-san kanlar içinde kalmıştı.

“...Senin suçun, Kazu-kun,” dedi Mogi-san, bana bakarak. “Beni köşeye sıkıştırdığın için böyle oldu!”

“...Mogi-san, ne yaptım ben?”

“‘Mogi-san’.” Mogi-san dudaklarını bükerek ismini tekrarladı. “Sana söyledim. Sana kesinlikle söyledim. Sana yüzlerce defa söyledim, söylemedim mi?”

“N-Neyden bahsediyorsun sen…?”

“Bana ‘Kasumi’ demeni söylemedim, söylemedim mi…?!”

...Bilmiyordum. Bunu hiç hatırlamıyordum…

“Bunu yüzlerce defa söyledim ve sen bunu yüzlerce defa kabul ettin, etmedin mi? Öyleyse neden? Neden hep hemen ardından unutuyorsun?”

“Çaresi… yok…”

“Çaresi mi yok?! Söyle bana, neden çaresi yok?!” Mogi-san deli gibi bağırmaya başlamıştı. Her şeye rağmen, <!- -All the while - boyunca anlamı var ama onu nasıl kullanmalı acaba?-->suratı neredeyse ifadesiz kaldı.

Muhtemelen, bu binlerce tekrar üzerinde ifadesini nasıl değiştirebileceğini unutmuştu, çünkü değiştirmesi için hiçbir sebep yoktu. Artık doğru düzgün ne gülebiliyordu, ne ağlayabiliyordu, ne de kızabiliyordu.

“Kazuki, dinleme onu.”

Mogi-san gözlerini benden ayırıp Maria’ya sert sert baktı.

“Kazu-kun’a o kadar samimi bir şekilde hitap etme!”

“Ona istediğim gibi hitap edebilirim.”

“Edemezsin! ...Kazu-kun neden seni hatırlıyor da, beni hatırlamıyor…?”

“Mogi, her şeyin böyle çalışmasını sen ayarladın, çünkü aynı şeyleri tekrar tekrar yapmayı kolaylaştırıyor.”

“Kes sesini! Niyetim o değildi!”

Şimdi düşününce, 27,754. tekrarda, Maria’yı hatırladığımda Mogi-san korkmuşa benziyordu.

O zamanda, Mogi-san benim garip davranışlarımdan dehşete kapıldığından emindim. Ama artık onun sahip olduğunu bildiğimden, bakış açım değişmişti: esasında, Maria’yı hatırlayıp onu hatırlamadığım için içine attığı memnuniyetsizliğini sonunda dışarı çıkmıştı.

“Kazu-kun…”

Onun tarafından böyle hitap edilmeye de alışmamıştım.

Belki bir defasında bana ‘Kazu-kun’ diye hitap etmek için izin istemişti, aynen benim de ona ‘Kasumi’ diye hitap etmemi istediği gibi.

Ben unutmuş olabilirdim, ama Mogi-san bu tekrarlar içerisinde olan biten her şeyi hatırlıyordu.

“Kazu-kun, beni sevdiğini söyledin.”

“...Evet. Muhtemelen söyledim.”

“Bende memnuniyetle kabul ettim! Ben de seni sevdiğimi söyledim!”

“........”

Sadece onun ‘Lütfen yarına kadar bekle’ dediğini hatırlıyordum. O kadar. Onun dışında hiçbir şey hatırlamıyordum.

“Demek hatırlamıyorsun, he?”

Ona bir cevap veremedim.

“Ne kadar mutlu olduğumu hayal edebilir misin? Bu tekrarlar esnasında bana dikkat etmen için elimden geleni yaptım. Saçımı yaptım, rimel sürmeye çalıştım, senin ilgini çekmeye çalıştım, hobilerini araştırdım, ne hakkında konuşmayı sevdiğini öğrendim… ve ne oldu biliyor musun? Bir mucize oldu! Tavrın açık açık değişmişti. Benden hoşlandığını fark ettim. Daha önceden beni reddetmene rağmen, itirafımı kabul etmeye başlamıştın. Hatta sen bana itiraf ettin. Bunu her yaptığında, beni umutlandırmıştın. Her defasında, mutlu bir ‘devam’ beni beklediğini

düşünmüştüm. Bu tekrarın sonunda sona ereceğini düşünmüştüm. Ama ne oldu biliyor musun? ...Kazu-kun—”

Mogi-san bana ifadesiz bir şekilde baktı.

“—her defasında unuttun.”

Bakışına dayanamadım, ve yere doğru baktım.

“Unuttuğunda bile, bir dahaki sefere hatırlayacağına dair çok umutluydum. İtirafımı her kabul edişinde, bana her itiraf edişinde, sana olan umudumu tekrar tekrar yükselttin. Ama sonunda, hiçbir şey hatırlamadın. Çabucak senden ümidimi kestim. Ama biliyor musun, biri sana itiraf ederse, umut etmekten kendini alıkoyamıyorsun! Ne de olsa, bir mucize olabilir. O yüzden her defasında itiraf ettiğinde, yeniden incitildim.”

Onunla çıkmayı hayal edemiyordum. Ama Mogi-san benim hayal bile edemeyeceğim bir şeyi gerçek yapmıştı. Ona âşık olmamı sağlamıştı. Belki bu yüzden anılarımın bazılarını hayal meyal hatırlayabiliyordum.

Ama işin sonunda, sevgimi o şekilde kazanmak anlamsızdı.

Dört gözle beklenecek hiçbir şey yoktu.

Sevgimi kazandıktan sonra, oracıkta sonlanıyordu.

Onu bekleyen şey kusursuz bir tek-taraflı aşktı.

Sevgimi kazandıktan sonra bile tamamen karşılıksız kalan tek taraflı bir aşk.

“Öyleyse artık bana itiraf etmeni istemiyordum. Ama yine de geldin. Hala beni sevdiğini söyledin. Ve mutlu olmama rağmen, çektiğim ızdırap çok daha kötüydü… o yüzden sana her defasında bunu söylemekten başka bir çarem yoktu:”

Mogi-san kesinlikle defalarca duyduğum o kelimeleri söyledi.

“‘Lütfen yarına kadar bekle’.”

Kalbim ağrıyordu.

Bunca süre boyunca, o sözler tarafından en çok incitilen oydu—benden çok daha fazla.

Ama öyleyse Reddeden Sınıfı neden sonlandırmıyordu? Aksi takdirde, tek taraflı aşkı karşılıksız kalırdı. Kutusunu muhafaza etmenin başka sebepleri olsa bile, kesinlikle çok ızdırap çekiyordu.

“Kazu-kun… anlıyor musun? Senin yüzünden ızdırap çekiyorum. Hepsi, hepsi, hepsi senin suçun.”

“O ağzından çıkan saçmalık da neyin nesi öyle?” Maria, somurtgan bir ifade ile onun lafını bölmüştü. “Ne kadar da sorumsuzsun. Sen sadece kendi Reddeden Sınıf’ının ıstırabına dayanamadığın için bütün suçu Kazuki’nin üstüne atıyorsun.”

“...Hayır! Izdırap çekmemin tamamen Kazu-kun’un kabahatı!”

“İstediğini düşün, ama bu durumun sorumlusu Kazuki değil. Seni hatırlayamıyor bile. Kazuki sadece kendi amacı uğruna anılarını koruyor, senin çürük kalbin için değil.”

“Neden… neden öyle bir şey biliyorsun?”

“Neden mi diye soruyorsun?” Maria dimdik durup ona dudağını büktü. “Cevap basit,” dedi lakayt bir şekilde. “Çünkü bu dünyadaki herkesten çok ben Kazuki Hoshino’yu gözlemledim.”

“N—”

Bu acı sözleri duyduktan sonra, Mogi-san söyleyeceklerini unuttu.

İtiraz etmeye çalıştı, ama ağzı ses çıkartmadan açılıp kapandı.

Ben ağzımı başka bir sebepten dolayı kapattım. Yani, biri öyle bir şey söyleyince utandırıcı oluyordu! Cidden.

“H-Hayır, onu aynı süre boyunca izle—”

“Senin zamanın değersiz.” Maria onun iddiasını rahatlıkla reddetti. “Neler başardığına bakınca, zamanının ne kadar değersiz olduğunu anlamıyor musun? Kendine aynada bir bak. Ellerine bak. Ayaklarına bak.”

Mogi-san’ın suratı siyahlaşan pıhtılaşmış kan ile kaplıydı.

Mogi-san’ın elleri bir mutfak bıçağı tutuyordu.

Mogi-san’ın ayakları Kokone’nin cesedinin yanında duruyordu.

“Lütfen, itiraz etmekten çekinme. Kazuki’yi benim kadar izlediğini ısrar et—sözlerinin hiçbir anlamı olduğuna gerçekten inanıyorsan.”

Mogi-san suçluluğa kapılmış gibiydi, ve yere doğru baktı.

Ona hiçbir şey söyleyemedim.

“........heh, hıhıhı. Sen Kazu-kun’u dünyadaki herkesten çok mu izledin? Sanırım öyle. Belki de tam söylediğin gibidir. Hıhıhıhı, ama bunun önemi yok! Neden olsun ki?”

Yere bakarken kıkırdamaya devam etti.

“Hımf, sana acıyorum. Demek sonunda kırıldın.”

“Sonunda mı…? Hıhıhı… sen ne diyorsun?”

Hiç yukarı bakmadan, mutfak bıçağını Maria’ya doğrulttu.

“En başta aklımın yerinde olduğunu mu düşünüyordun?”

Kafasını kaldırdı.

“Sana güzel bir şey öğretiyim, Otonashi-san! Öldürdüğüm herkes bu dünyadan kayboluyor!”

Her zamanki gibi, yüzü ifadesiz kaldı.

“O yüzden hiçbir önemi yok! Zaten kaybolacaksan Kazu-kun’u ne kadar izlediğinin önemi yok!!”

Mogi-san Maria’ya mutfak bıçağıyla hücüm etti. Tepki olarak Maria’nın ismini haykırdım. Ama Maria Mogi-san’a sıkılmış gibi baktı, tamamen umursamazmış gibi. Maria adece Mogi-san’ın kolunu tutarak onu hareketsiz kılmıştı.

“Off…”

Güçleri arasındaki fark o kadar belli ki, Maria’nın ismini haykırdığım için utanmıştım.

“Özür dilerim, ama bütün dövüş sanatlarında ustalaştım. Basit hamlelerine karşı koymak bir bebeğin kolunu bükmek kadar kolay.”

Mogi-san’ın elindeki mutfak bıçağı yere düşüp gürültü yaptı.

Silahsız, Mogi-san mutfak bıçağına hayretler içerisinde baktı.

“...bir bebeğin kolunu bükmek kadar kolay mı…?” Mogi-san ızdırap içinde fısıldadı, gözleri hala bıçağın üzerindeydi.

“.......hıhıhı”

Ama buna rağmen, acı çekiyor olması gerekiyorken, Mogi-san gülümsedi.

“Komik olan ne?”

Komik olan ne, mi? Hıh.. haha,

HAHAHAHAHAHAHA!”

Ağzı sonuna kadar açık bir şekilde güldü. Fakat kanlar içindeki suratında gülümseme yoktu. Gülmesine rağmen, ağzının kenarları kalkmamıştı. Gözleri hafifce daralmış olması yerine, sonuna kadar açıktı.

Maria bu kahkahaları duyduktan sonra yüzünü buruşturdu.

“Tabi ki de komik!! Ne de olsa, sen benim kolumu tutmayı bir bebeğin kolunu bükmeye benzettin! Tüm insanların arasında, sen! Sen, Aya Otonashi, bunu söyledin! Muhteşem! Kesinlikle MUHTEŞEM!”

“Neyi bu kadar komik bulduğunu hala anlamış değilim.”

“Gerçekten mi? Öyleyse, söyle, bir bebeğin kolunu gerçekten bükebilir misin?”

Hala neden güldüğünü anlayamamıştım, ama Maria diyecek sözden yoksundu.

“Neyse artık, yakaladın beni. Afferin sana. Tebrikler. Ee? Amacın neydi tekrar duyabilir miyim?”

“......”

“Biliyorum. Ne de olsa, defalarca duydum. Bu tekrarlayan dünyayı sonlandırmak, değil mi? Öyleyse ne yapacaksın? Sonlandırmak için beni sadece öldürmen gerekiyor, değil mi?”

“...doğru.”

“O dövüş sanatların hepsinde ustalaştığını biliyorum Aya Otonashi! Bana kendin söyledin! Sen neden… sen neden beni altettiğini düşünüyorsun ki? Bu saçmalık değil mi? Bunu fark etmediğimi mi düşündün? Ne kadar da utandırıcı! Utandırıcı, değil mi? Dinle… senin kadar geçmişe geri döndüm, biliyor musun? Seni çok iyi tanıyorum! Beni zararsız hale getirdin. Kolumu tutuyorsun. Ee sonra—?

Mogi-san tekrar ciddileşti ve sakin bir sesle konuşmaya başladı.

Şimdi bana ne yapacaksın?”

“......”

Maria cevap vermedi.

“Ah seni hassas, hassas Otonashi-san. Beni öldüremeyen sen. Bana işkence yapamayan sen. Vücudumun tek bir kemiğini bile kıramayan sen. Öylesine zayıf bir bebeğin kolunu büküp şiddeti reddedecek kadar zarif kalabiliyor musun? Hayır. Yapamıyorsun. Tabi ki de yapamıyorsun.”

Anladım. Maria’nın kaybetmeye devam etmesinin ana sebebi buydu.

Tek seçeneğin şiddet olduğu anda, Maria hiçbir şey yapamazdı. Ve Mogi-san bunun farkındaydı.

“Bir kere olsun düşün. Bütün bu zaman boyunca seni öldürüp ‘reddetme’ fırsatım olduğunun farkına varmadın mı? Sadece bir baş ağrısı olmana rağmen niye bundan sakındığımı biliyor musun? Bir kere, beni o kazadan kurtaracak kadar naziksin! Ama bununla kalmıyor. Benim sahip olduğumu öğrenip bana karşı ilk defa kaybettiğinde fark ettim.”

Maria dişlerini sıktı.

“Sen benim düşmanım olmaya—laik bile değilsin.”

Uzun zaman önce, Daiya bana kahramanın, transfer öğrencisine göre daha az bilgiye sahip olduğunu ve bu yüzden dezavantajda olduğunu söylemişti.

Ama Kasumi Mogikahraman Aya Otonashitransfer öğrencisinden daha fazla bilgiye sahipti.

“Bu düzen yetti artık,” dedi Mogi-san, abartılı bir sıkılmış ses tonuyla. “...Ama önceki seferlerin aksine, Kazuki şu an burada.”

“Yani evet. Öyleyse yeni bir şey denesek mi?”

Mogi-san mutfak bıçağının sapına tekme attı. Bıçak kanlı zeminin üzerinde dönerek ilerledi ve ayaklarımın yanında durdu.

“Al onu yerden Kazu-kun.”

Neyi yerden alayim? Mutfak bıçağını mı?

Tekrar mutfak bıçağına baktım.

Şimdi üzerinde daha da fazla kan vardı. Derin, yakut kırmızı bir parıltı saçıyordu.

“Hey, Kazu-kun? Beni seviyor musun? Eğer öyleyse—”

Başımı kaldırıp onun dudaklarına baktım.

“—Bana o bıçağı ver ve seni öldürmeme izin ver.”

—-Ne?

Anlamamıştım. Söylediği kelimelerin anlamını biliyorum, ama bana şimdi söylediğini anlayamıyordum.

“Beni duymadın mı? Seni öldürebilmem için bana o bıçağı vermeni söyledim.”

Kendini tekrarladı. Herhalde onu doğru duymuştum.

“Mogi, sen çıldırdın mı?! Kazuki’yi sevmiyor musun?! Neden öyle bir şey yapmak istersin ki?!”

“Haklısın. Onu seviyorum! Ama aynen bu sebepten onun ölmesini istiyorum. Izdırap çekmemin suçlusu Kazu-kun olduğunu söylememiş miydim? Bu yüzden, onu gözümün önünden uzaklaştırmak istiyorum. En mantıklı sonuç o değil mi?” dedi Mogi-san, düşünce dizisi tamamen sıradanmış gibi. “İlk başta, sence niye Kazu-kun’un geleceğini bildiğim halde, yeminizi yuttum? Doğrusu, benim de düzgün bir amacım var! Karar verdim—onu öldürme kararı,” gözünün kenarından bana bakarak bu sözleri söyledi. “Kazu-kun’u öldürerek onu ‘reddedebilirim’. Gözümün önünden uzaklaşmış olacak. Eğer olursa, artık ızdırap çekmeyeceğime eminim. Burada sonsuza dek kalabilirim.”

“Mogi, o saçmalık da neyin nesi—agh! Ah—”

Maria birden inledi ve dizlerinin üstüne çöktü. Sol tarafını tutuyordu.

“...? Maria?”

Sol tarafından bir şey çıkıyordu.

...he? Bıçaklandı mı?

“Ah—Ma-Maria!”

Maria sol tarafından çıkan nesneye baktı. Dişlerini sıkarak, tereddüt etmeden yabancı cismi çıkarttı. Tekrar ağrı içerisinde inledi. Mogi-san’a kaşlarını çatarak, çıkarttığı cismi kenara attı.

Yerde yuvarlanan nesneye baktım. Katlanan bıçaktı.

“Kendini açık bıraktın. Her dövüş sanat türünde ustalaşmış olabilirsin, ama hala ani saldıralara karşı açıksın. Bu ucuz bıçak erkeklere karşı hiç etkili değil, ama senin ince vücudun için yeter de artar, değil mi? Özür dilerim, ama bu dünyada ne kadar çalışırsan çalış, bünyen her zaman aynı kalır!”

Maria ayağa kalkmaya çalıştı ama başarısızdı—anlaşılan yarası oldukça ciddiydi. Sol tarafından durmaksızın kan akıyordu.

“Bende çok şey yaşadım, biliyor musun? O yüzden yanımda onu taşımanın daha iyi olabileceğini düşündüm. O bıçak her zaman üzerimde saklıdır.”

Mogi-san yanıma yürüdü. Eğilip yerdeki mutfak bıçağını aldı.

“Aa—”

Eğlirken tamamen savunmasız olmasına rağmen, küçük bir ses çıkartmaktan öte hiçbir şey yapamadım. Hareket edemiyordum; adeta donakalmıştım. Ağaç gibi orada dikilmekten dışında hiçbir şey yapamıyordum.

Vücudum geride kalmıştı. Zihnim gözlerimin önündeki olan biteni kabul edemediği için donakalmıştı.

“Dememiş miydim, Aya Otonashi? Zaten kaybolacak olan insanlar önemli değil.”

Mogi-san Maria’nın üstüne oturdu ve mutfak bıçağını kaldırdı.

Tereddüt etmeden bıçağı aşağı indirdi. Tekrar tekrar. Tekrar tekrar. Maria’nın nefes alış verişi kesilene kadar.

Bütün süreç boyunca, Maria tek bir ses bile çıkarmadı.

“Bokun etrafında uçuşan sinekler gibi sadece gözüme batmakla yetinseydin, canını bağışlardım. Ama hayır, Kazu- kun’uma asılmak zorundaydın!” Mogi-san sızlanıp ayağa kalktı.

Maria artık hareket etmiyordu.

Mogi-san Maria’yı tekrar tekrar bıçaklamak için kullandığı mutfak bıçağına baktı. Ardından, bıçağı ayağımın yanına attı.

Kokone ve Maria’nın kanı içinde kalmış bıçağa tepki olarak baktım.

“Pekala, sıra sende, Kazu-kun.”

Eğilip isteksizce mutfak bıçağına uzandım. Üzerindeki kanın sümüksü hissini alınca elimi hemen geri çektim. Yutkunup tekrar uzandım. Elim titredi. Bıçağı doğru düzgün tutamıyordum. Gözlerimi kapatıp kendimi bıçağı tutmaya zorladım. Gözlerimi tekrar açtım. Elimde Kokone ve Maria’yı öldüren bıçağı tuttuğum için, elim daha da çok titremeye başladı. Neredeyse elimden bırakıyordum. Titremeyi bastırmak için bıçağı iki elimle tuttum.

Aa, yapamazdım.

Bu bıçakla kesinlikle hiçbir şey yapamazdım.

“Ne yapıyorsun Kazu-kun? Hadi… bana bıçağı ver!”

Hayır, sırf ben değildim. Bu bıçakla kimse bir şey yapamazdı.

Bu demek olur ki—

“...Sana bunları yaptıran kimdi, Mogi-san?

Mogi-san da bu mezalimleri işleyememeliydi. Bunu tek başına yapmış olamazdı.

Tabi eğer biri onu kendi çıkarları için kullanmadıysa.

Bana şaşkınlıkla baktı.

“...Neyden bahsediyorsun sen? Bana bunları yaptıran biri olduğunu mu ima etmeye çalışıyorsun? Kafan doğru çalışıyor mu Kazu-kun? Bu imkansız!”

“Ama ben sana âşık oldum.”

“.....Nereye varmaya çalışıyorsun?”

“20,000 tekrar yaşadıktan sonra bile, kenara sıkıştırıldıktan sonra bile, böyle bir şey asla yapmazsın Mogi- san!”

Bir anlığına Mogi-san sözlerimden oldukça etkilenmiş gibi gözüktü, ama ardından bana kaşlarını çatıp cevap verdi. “...Anladım. Demek duygularıma oynayarak seni bağışlamamı istiyorsun, he? Hayal kırıklığına uğradım. Senin hiç bu kadar korkak olacağını düşünmemiştim. Demek gerçekten benim için ölmek istemiyorsun, he?”

İstememin imkanı yoktu. Ölmek istemiyordum, ve ölümümün onun kurtuluşu olacağına da inanmıyordum.

“.......Kazu-kun, sence cinayet kayıtsız şartsız tabu mu?”

“...Evet.”

“Hıhıh, ne kadar da namuslu. Evet, haklısın. Kesinlikle haklısın!” dedi ve gözlerimin içine baktı.

“—Pekala, hayatının sonuna kadar… hayır, ebediyen burada kaldığın sürenin tadını çıkar,” dedi soğukkanlılıkla—muhtemelen bu durumun istediğim durumun tam tersi olduğunu bildiği için öyle demişti. “Ne de olsa—kutumu teslim edersem ölürüm.

Başka bir deyişle, Reddeden Sınıf sona ererse, o ölecek miydi? Maria hiç bundan bahsetmemişti.

“Anlıyor musun? Bu kutudan kaçarsan beni öldürmüş olursun. Yalan söylediğimi mi düşünüyorsun? Kutuyu korumak adına saçma sapan mazeret uydurduğumu mu düşünüyorsun? Uydurmuyorum! Biraz düşünürsen anlarsın! Yani, sence neden dileğim geriye dönmekti?”

Biri neden zamanın akışını tersine çevirmek ister? Çünkü belki bir felaket olmuştu…?

“O kamyon tarafından neden sürekli ezildiğimi hiç merak etmedin mi? Ama kabul etmeliyim, benim için Aya Otonashi’nin kendini feda ettiği zamanlar da vardı… ah, bu arada, sen de kendini feda ettiğin zamanlar da vardı. Ama çoğunlukla ölen kişi bendim, değil mi?”

“Ah—”

Sakın söyleme—

Sonunda mantıklı bir açıklama buldum.

Mogi-san neden Reddeden Sınıf’ı sonlandırmıyordu?

O trafik kazası Redden Sınıf içerisinde kaçınılmaz bir fenomendi. Biri, genellikle Mogi-san, bu kazaya kurban oluyordu. Nedenini bilmiyorum, ama daima oluyordu.

‘Bence—bir şey bir kere oldu mu, bir daha geri alınamaz.’

Bir zamanlar bu sözleri söylemiştim. Maria’nın cevabı da, ‘Düşüncen gayet normal. Ve anlaşılan, Reddeden Sınıf’ın yaratıcısı seninle aynı şekilde düşünüyor.’

Öyleyse, kutuyu yok etme şansına sahip olduğumu varsayalım. Bunu yapmak aynı zamanda—

Beni bir kazanın kurbanı yapmaya hazır mısın?”

—sevdiğim kızı öldürmek anlamına mı geliyordu?

Sağır bir çınlama duydum. İlk başta sesi tanıyamamıştım, ama sonra bıçağın yere düştüğünü fark ettim.

“Bana bıcağı bile veremiyor musun? Ne kadar acınası…”

Mogi-san bana doğru yürüdü. Mutfak bıçağını yerden aldı.

Şimdi beni muhtemelen öldürecekti.

Bunca günah işlediği için, ancak devam ederek kendini haklı çıkartabilirdi. Eğer yapmazsa, o vicdan azabının altında gömülürdü. O artık kontrolünü kaybetmişti, o yüzden deliye dönüp beni öldürecekti.

Muhtemelen—’Kasumi Mogi’ ilk kurbanını öldürdükten sonra ‘Kasumi Mogi’ olmaktan çıkmıştı.

Onun ifadesiz suratına iki kızın kanı sıçramıştı.

Ayakta duramadığım için benim düzeyime çömelmişti.

Bıçağı tutarak kollarını etrafımda doladı. Kollarını boynumun arkasında kesiştirdi ve bıçağı boynuma, şahdamarıma değdirdi.

Mogi-san’ın yüzünü benimkine yaklaştırdı ve ağzını açtı.

“Lütfen, gözlerini kapalı tut.”

Emredildiğim gibi yaptım.


Dudaklarıma yumuşak bir şey dokundu.


Ne olduğunun hemen farkına vardım.

Sonunda, derinlerimde bir yerde belirgin bir duygu belirdi. Kokone’nin cesedini, veya Maria’nın bıçaklandığını gördüğümde bile belirmeyen bir duygu.

Kızgınlıktı.

Bunu—affedemezdim.

“Biliyor musun, bu seni ilk defa öpüşüm değil. Ama hep bu kadar sakar olduğu için özür dilerim.”

Bunu affedemezdim. Yani, ne hakkında konuştuğunu bile hatırlayamıyordum. Ve eminim bu tekrarı da hatırlamayacaktım.

“Elveda, Kazu-kun. Seni sevmiştim!”

Mogi-san gerçekten kimselerle paylaşamayacağı anılarla memnun muydu? Yani, ıssızlığa ne kadar alıştığını düşününce, memnun olabilirdi.


Boyunumun yanından keskin bir acı hissettim.

Mogi-san’ın ricasına ihanet edip gözlerimi açtım.

Mogi-san bu duruma üzülmüştü, ama zamanında gözlerini ayıramamıştı. Aa, sonunda gözlerimiz doğru düzgün buluşmuştu.

Onu elinden tuttum.

Gözümün kenarından, boynumdan gelen kırmızı sıvının aşağıya, onun ellerine akışını, ve oradan da yere nasıl aktığını gördüm.

“...Ne yapıyorsun?”

“Af… edemem…”

“Beni affedemez misin? Hıhı… pek umurumda değil. Bunun farkındayım. Ama önemli değil! Artık vedalaşma zamanı zaten.”

“Öyle değil.”

“...O zaman, ne?”

“Seni değil—günlük hayattan bu kadar ayrı olan Reddeden Sınıf’ı asla affedemem!”

Onun bileğini daha sıkı tuttum. Onun narin eli benimki tarafından hareketsiz kalmıştı. Gözlerim bir anlığına karardı. Boyun yaram ölümcül olabilirdi.

“Bı-bırak beni—!”

“Bırakmam!”

Hala ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Onu öldüremeyeceğimden emindim. Ama bir konuyu kesinlikle fark etmiştim: bu Reddeden Sınıf affedilemezdi. O yüzden, katiyen kaybolmamalıyım.

“Seni öldürmeme izin ver! Lütfen, seni öldürmeme izin ver!” diye bağırdı. Bu sözlerin bir reddediş olması gerekiyorken, bana daha çok acılar içerisinde bir haykırış gibi, bir ağıt gibi gelmişti.

...ah, anladım. Sonunda fark ettim.

O ağlıyordu.

Yüzeyinde, her zamanki gibi ifadesizdi. O gözyaşı dökmemişti. Doğrudan ona baktım. Hemen gözlerini

Sonunda onu ikna etmenin yolunu bulduğuma emin olmama rağmen, artık hareket edemiyordum. Ağzımı hareket ettirmekte bile sorun yaşıyordum.

“Ben aptalım.”

Sadece onun sesini duydum.

“Sırf bunun yüzünden, sırf böyle bir söz yüzünden, ben—”

Kafamı kaldıramadığım için, o, yüzünde hangi ifadeyle konuştuğunu bilmiyordum.

“..........Öldür… meliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim. Öldürmeliyim.”

Sanki kendisine talimat verir gibi, aynı sözü tekrar tekrar söyledi.

Onun terlikleri kımıldadı. Birinin kanı suratıma sıçradı. Mutfak bıçağından ışık gözlerime yansımıştı.—ah, kullanmayı düşünüyordu.

“Artık gerçekten de elveda, Kazu-kun.”

Çömelip nazikçe sırtımı okşadı.

“—Öldürmeliyim…”

Ve bıçağı—

“—Kendimi öldürmeliyim.”

—kendi vücuduna sapladı.



Geri Git - 27,755. Defa Geri Dön - Ana Sayfa (Main Page) Devam Et - 27,755. Defa