Difference between revisions of "Utsuro no Hako - Türkçe: 3. Cilt 1. Raund"

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search
m
Line 1,403: Line 1,403:
   
 
Ama bu yanlıştı.
 
Ama bu yanlıştı.
  +
  +
Birinin tek bir düğmeye basmasıyla ölürsem veya birini öldürürsem; bu «ölüm» bir oyundaki gibi geri alınamazdı.
  +
  +
“...çok zamanımız yok. İlk önce Oomine ile olan [Gizli Buluşma]’da ne yapman gerektiğini düşünelim.”
  +
  +
“Tamam.”
  +
  +
Şu anki durumda bir çözümün belirtisini bile göremiyorken, ilk önce şimdi elimizden geleni yapmalıydık.
  +
  +
“Ehm, sanırım Daiya ilk önce [Sınıf]’ımı soracak. Sen ne düşünüyorsun?”
  +
  +
“Sanırım öyle. ...aah, ne olur ne olmaz, iyi bir sebebin olmadan kimseye [Sınıf]’ını söylememelisin.”
  +
  +
“Tamam.”
  +
  +
Şimdiye bunu yapmaktaki tehlikenin ben de farkına varmıştım. Ama---
  +
  +
“Ama sana söyleyeceğim Maria. Ben [Büyücü]’yüm.”
  +
  +
“...Benim [Sınıf]’ım seninkine karşı olsaydı ne yapardın?”
  +
  +
“Hiç. Yine de söylerdim.”
  +
  +
“...Anladım. Haklısın. Böylesine önemsiz bir meseleyi birbirimizden saklayacağımız bir şey değil.”
  +
  +
Dedi Maria ve gülümsedi. Bu gülümsemeyi görünce yanaklarım farkında olmadan rahatladı.
  +
  +
Maria az önce, eğer diğerleri tarafından bilinir ise hayati tehlikeye yol açacak bu meseleye ‘önemsiz’ demişti.
  +
  +
“Bu arada, benim [Sınıf]’ım [Prens]. [Devrimci]’yi tercih ederdim ama.”
  +
  +
Gayet makul. Tek başına öldürebildiği için birini öldürme ihtimali en yüksek olan [Devrimci]’ydi. Ama zaman
  +
sınırı yaklaşsa bile Maria bu hatayı asla yapmazdı.
  +
  +
Maria kesinlikle kimseyi öldürmeyecekti.
  +
  +
“.......Ah”
  +
  +
Bunu düşünürken bir şeyin farkına vardım.
  +
  +
“Ne oldu?”
  +
  +
“E-Ehm……”
  +
  +
Bana kuşkuyla bakan Maria’ya yan yan bakarak düşündüm:
  +
  +
---<u>Maria bu ‘kutu’ içerisinde acizdi.</u>
  +
  +
Ne de olsa, bu [Asil Krallık] aldatmak ve öldürmekten ibaret bir oyundu. Bu ikisini başaramayan Maria’nın
  +
kazanma ihtimali hiç yoktu.
  +
  +
Şimdiye kadar ‘kutu’lar ile ilgili tüm savaşlarda Maria’ya dayanmıştım. Ve bu sefer de muhtemelen ona tekrar
  +
dayanacaktım.
  +
  +
Fakat---kendi gücüm ile bir şey yapmak zorunda olacağım zaman kesinlikle gelecekti.
  +
  +
“......Yok bir şey!”
  +
  +
Bu yanıttan sonra Maria bana asık suratla bakmaya devam etti.
  +
  +
O benim kimseyi asla öldürmeyeceğime güveniyordu. Ama eğer Maria’nın öleceğini fark edersem, ve bunu birisini
  +
öldürerek önleyebileceğimi biliyorsam,---
  +
  +
---O zaman ne yapmalıydım?
  +
  +
  +
===▶İlk Gün &lt;C&gt; [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoshino]'nun Odası===
  +
  +
Daiya’ya karşı koymak için ne yapmalıydım; Nihayetinde, sadece sessiz kalmam gerektiğimin sonucuna varmıştık.
  +
  +
Daiya kuşkusuz kafamı karıştırmaya çalışacaktı, o yüzden ona tepki bile göstermek tehlikeliydi. Onun planından
  +
kaçınma konusunda kendime hiç güvenmediğim için, kulaklarımı tıkamaktan başka bir çarem yoktu.
  +
  +
Yatakta oturarak, Daiya odaya adım attığında ona bir elimi kaldırarak selam verdim. Daiya etrafa hızla baktı ve
  +
masaya oturdu.
  +
  +
“Kazu, sana bir şey sor---”
  +
  +
“Daiya,”
  +
  +
Onun lafıın hemen kestim.
  +
  +
“Senin ‘kutu’n içerisinde olduğumuzu biliyorum. Tek varabildiğim sonuç senin beni kolay elde edilebilecek bir
  +
dost olarak görmen, ve bundan dolayı da beni kandırma amacıyla bana yaklaşman. O yüzden, şu andan itibaren,
  +
seninle artık konuşmayacağım.”
  +
  +
Daiya ağzım ile ince bir çizgi oluşturduğuma gördüğüne şaşırmış gibiydi, ama ifadesi hemen bir sırıtışa
  +
dönüştü.
  +
  +
“Ne hakkında konuşuyorsun sen Kazu?”
  +
  +
“.......”
  +
  +
“Sessiz kalmanın anlamı ne? Bana ‘kutu’ hakkında soru sormaya hevesli değil misin? Bu ‘kutu’ hakkında bir şey
  +
yapman gerekiyor, değil mi!”
  +
  +
“.......”
  +
  +
Bir kelime daha etmeyecektim. Buna karar vermiştik. Ona kendi yargımla, ‘bu kadarı sorun olmamalı’ şeklinde
  +
yanıt versem, bu açıktan faydalanacaktı. Kurnazca ‘konuşmakta sorun olmadığını’ ima eder ve eninde sonunda
  +
konuşmamı sağlayacaktı.
  +
  +
O yüzden konuşmayacaktım.
  +
  +
“...aah, demek bütün yükü Otonashi’ye veriyorsun he. Zaten sana sessiz kalmanı söyleyen de oydu, değil mi?
  +
Kuşlar için bile uygun değilsin. Sadece sessiz kalıyorsan, böcekler bile senden üstün olur çünkü onlar asla
  +
konuşamaz.”<!--Bir Göz Atmak Lazım-->
  +
  +
Ellerimle kulaklarımı kapattım.
  +
  +
“Beni zaten duyabiliyorsun. Hımf, sana güzel bir şey söyleyeceğim Kazu!”
  +
  +
Daiya ayağa kalktı, bana yaklaştı ve kulağıma fısıldadı.
  +
  +
“<u>Bu ‘kutu’nun kaynağı benim ‘dilek’im değil.</u>”
  +
  +
Bunu duyduktan sonra içgüdüsel olarak gözlerimi sonuna kadar açtım ve Daiya’ya baktım.
  +
  +
Daiya içten bir kahkaha attı.
  +
  +
“Bak işte! Böceklere kaybettin.”
  +
  +
“Aa…”
  +
  +
Şaşırmaktan alıkoy kendini ben! Yoksa sessiz kalamayacaktım.
  +
  +
Bir süreden sonra kahkahaları sonlanınca, Daiya masaya geri döndü. Ardından bana odaklandı ve ilan etti:
  +
  +
“Ama az önce söylediğim şey gerçekti.”
  +
  +
...Aldanmayacaktım. Ona inanmamın imkanı yoktu. Ben bile bu kadar yufka yürekli değildim.
  +
  +
“Tabi, zorla bana inanmanı sağlamak imkansız herhalde. Kafanın içi çiçek böcek olabilir, ama sen her şeye aptal
  +
gibi inanan biri olmanın imkanı yok. Ama neden özellikle bunu iddia ettiğimi düşünüyorsun?”
  +
  +
Daiya’nın ağzının kenarı kalktı.
  +
  +
“Çünkü gerçek bu.”
  +
  +
...Sana inanmayacağım. Sana kesinlikle inanmayacağım.
  +
  +
“‘Kutu’yu elde ettikten sonra bir süre hiçbir şey yapmadığımı biliyor olmalısın. Yani, <u>kullanmadım, sadece
  +
‘kutu’ya sahiptim.</u> Bir söyler misin bana Kazu, </u>şu an bile öyle olmaya devam etmediğimden</u> nasıl emin
  +
olabiliyorsun?”
  +
  +
...olmazdı. ...olamayacağından emindim.
  +
  +
“Bana inanmak zorunda değilsin. Ne de olsa daha baştan beri bana inanmak imkansızdı. Ama yine de Kazu, az önce
  +
aynen o şekilde düşünmedin mi? Muhtemelen yalan söylüyorum, ama ya gerçeği söylüyorsam? Eğer öyleyse, gerçeği
  +
söylüyor olsam da olmasam da, başka bir ‘sahip’in varlığını ihtimalini düşünmek gerekmez mi? ...hö, bunu bana
  +
söylemek düşmez, değil mi.”
  +
  +
...Lanet olsun. Tam da söylediği gibiydi.
  +
  +
Tamamen zırvalık olarak düşünemiyordum. Hatta, Daiya’nın bir ‘kutu’ya hakim olması bana garip gelmişti. Eğer o
  +
‘sahip’ değil ise, bu kuşku da ortadan kalkmış olurdu.
  +
  +
Eğer Daiya dışında başka bir ‘sahip’ varsa, o zaman hepimizi kolaylıkla öldürebilirdi.
  +
  +
Daiya hiç çaba sarf etmeden beni böylece sarsabildi.
  +
  +
Tabi, o içimdeki bu kargaşayı gözünden kaçırmamıştı, kalbimdeki bu hafif açığı.
  +
  +
  +
“Kazu, sen [Büyücü]’sün, değil mi?”
  +
  +
  +
“.......He?”
  +
  +
Sesim kendiliğinden çıktı.
  +
  +
“S-Sen n-nasıl---?”
  +
  +
O bunu nasıl keşfetmişti? Açık verecek hiçbir hata yapma---
  +
  +
Buraya kadar düşününce, bir şey fark ettim.
  +
  +
Hata yapmıştım---<u>az önce</u>.
  +
  +
Daiya memnuniyetle güldü, muhtemelen yüzümü şaşkınlıktan buruşturduğumdan dolayıydı.
  +
  +
“Hahaha! Baştan beri biliyordum, ama sen bu oyunda gerçekten fazla önemsizsin, değil mi!”
  +
  +
Onun gülüşlerini dinlerken, dudaklarımı ısırdım.
  +
  +
Maria bana o kadar nazikce öğüt vermesine rağmen, hepsini boşa çıkartmıştım. Ben tamamıyla Daiya’nın köpeğidim.
  +
  +
“......Şanslısın, öyle değil mi Daiya.”
  +
  +
Daiya sadece şans eseri [Büyücü] demişti. İhtimal 1:6---hayır, kendi [Sınıf]’ını bildiği için 1:5’ti. O sadece
  +
kafasından [Büyücü]’yü atmıştı ve bu da bir şans eseri benim gerçek [Sınıf]’ımdı. ...Keşke başka bir [Sınıf]
  +
olsaydım, o zaman sadece [Büyücü] olmadığım gerçeği ortaya çıkardı…
  +
  +
“Şanslı mıyım? Sana özellike [Büyücü] olup olmadığını sormamın sebebini anlamadın mı?”
  +
  +
“...Ne demek istiyorsun?”
  +
  +
Daiya bir süre sessiz kaldı ve kafasını kaşıdı, ardından.
  +
  +
“Yani, şimdilik bu ‘kutu’nun ‘sahip’i benim olmadığımı varsayalım.”
  +
  +
“Sanmıyorum.”
  +
  +
“Kapa çeneni ve dinle. Eğer benim değilse, o zaman bu ayrıca bu «ölüm oyunu»’nu dilemediğim anlamına gelir.
  +
Ayrıca, senin, benim tanıdığımın, ölmesini de istemem.”
  +
  +
“...Evet.”
  +
  +
“O sebepten dolayı, senin [Sınıf]’ın [Büyücü] olup olmadığını sormak istedim.”
  +
  +
“.......O iki ifade biraz alakasız değil mi?”
  +
  +
Daiya bana son derece aşağılayıcı gözlerle baktı.
  +
  +
“[Büyücü]’nün hiçbir düşmanı olmadığı için en güvende olan kişinin kendin olduğunu düşündüğünü söyleme sakın?
  +
Eğer gerçekten öyle düşünüyorsan, senin şu kafanın içinde beyin değil, bok var.”
  +
  +
Doğru tahmin ettiği için sesim çıkmadı.
  +
  +
“Sana o kadar kibar anlatacağım ki maymun bile anlar! Öncelikle, hayatta kalması en zor olan kesinlikle
  +
[Büyücü]’dür.”
  +
  +
“...Neden? [Büyücü]’nün ölüm kalımı diğer [Sınıf]’ların kazanım koşullarıyla alakasız.”
  +
  +
“Sen bile [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu anlıyorsun, değil mi?”
  +
  +
Başımı salladım. Tek başına öldürme kabiliyeti olan [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu bahsetmeye gerek bile
  +
yoktu.
  +
  +
“[Devrimci]’nin en çok ortadan kaldırmak istediği kişi [Büyücü]’dür. Anlıyor musun? [Büyücü] dışında sadece
  +
[Şovalye] gerçekten öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Fakat, [Şovalye] ve [Devrimci]’nin kazanma
  +
koşulları oldukca benzer, o yüzden ikisinin birlik olması muhtemel. Eğer [Büyücü] ölürse, [Devrimci]’ye olan
  +
tehlike önemli ölçüde azalır.”
  +
  +
Masadaki taşınabilir cihazı aldım ve [Sınıf]’ların açıklamalarını tekrar okudum.
  +
  +
...Doğru. [Devrimci] ona doğrudan karşı gelen [Kral]’ı öldürse bile, [Prens] ve [Dublör] sadece onun yerini
  +
alırlar; Öyleyse durumu pek değişmez. Fakat, [Büyücü] ortadan kalkarsa, [Devrimci] anında üstün bir konum elde
  +
eder.
  +
  +
“Hey, ama bu… bunun anlamı [Büyücü] ölürse [Devrimci]’nin neredeyse kesinlikle kazanacağı olmaz mi…?”
  +
  +
“O kadar da basit değil. Öncelikle, bazıları diğerlerinin [Sınıf]’larını yanlış tahmin eder, ve kimse
  +
rahatlıkla [Devrimci] ile birlik olmaz. Ve ayrıca,---”
  +
  +
Daiya hintkeneviri torbacığımı karıştırdı ve o kaba bıçağı çıkarttı.
  +
  +
“Bu oyun içerisinde ne kadar üstün veya sakıncalı bir konumda olsan da, en kötü ihtimal bu var. Ha, [Asil
  +
Krallık]’tan her an sağ salim çıkabilirsin, sadece başkalarını doğrudan öldürmeye cesaretin olması gerekiyor!”
  +
  +
Nefesim kesildi.
  +
  +
...Şimdi ikna olmuştum. ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i çılgındı.
  +
  +
“...Kazu, şu kadarını söylememe izin ver.”
  +
  +
Dedi Daiya bıçağı saklayarak.
  +
  +
“‘Sahip’i ölümler başlamadan önce ikna edemezsin. Zararı en az bırakmak istiyorsan eğer, ‘sahip’i öldürmek
  +
zorundasın. O yüzden---”
  +
  +
Daiya bana baktı. Hiçbir sahtelik olmayan dürüst bir surat ile ilan etti:
  +
  +
“Ne kadar çabalarsan çabala, bu ‘kutu’ yüzünden en az bir kişinin öleceğine çoktan karar verildi.”
  +
  +
Başımı hafifçe yandan yana salladım ve mırıldadım,
  +
  +
“Bu doğru, değil---”
  +
  +
Daiya hiçbir şey demedi.
  +
  +
Doğrusu, ben bile uzun zaman önce fark etmiştim.
  +
  +
Bunun gerçek olduğunu. Çok uzun zaman önce.
  +
  +
  +
===▶İlk Gün &lt;D&gt; Büyük Oda===
  +
  +
  +
Büyük odaya vardığımda henüz kimse yoktu.
  +
  +
Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’yı düşündüm. Nihayetinde, ona [Büyücü] olduğumu belirtmiştim, ve onun ‘sahip’
  +
olduğuna olan güvenimi bile kaybetmiştim.
  +
  +
Maria ile birlikte buna göre nasıl ilerlememiz gerektiğini düşünmeye ihtiyaç vardı. Esasında onunla en kısa
  +
zamanda görüşmek için acele ettim, ama---tam da böyle düşündüğümde, kapısından çıktı.
  +
  +
“Maria!”
  +
  +
Ona seslendiğimde bana ciddi bir surat ifadesiyle baktı ve önüme oturdu.
  +
  +
Benimle olan [Gizli Buluşma]’dan sonra, Daiya’nın Maria ile bir [Gizli Buluşma]’sı vardı. Onun surat ifadesine
  +
bakılınca, anlaşılan o da benim gibi sarsılmıştı galiba.
  +
  +
“...Daiya ile bir şey mi oldu?”
  +
  +
“......Muhtemelen seninle aynı şey. Daiya’yı esas olarak ‘sahip’ olarak düşünüyorum, ama şimdi başka birinin
  +
‘sahip’ olabilme ihtimalini, hafif de olsa, göz önünde bulundurmaya başladım. O yüzden diğerlerine rahatlıkla
  +
‘kutu’dan bahsetmek daha da az makul oldu.”
  +
  +
“Hiç zamanımızın olmamasına rağmen…”
  +
  +
“Evet, beni rahatsız eden şey tam da bu. Bu zamanı onların kişiliklerini algılamak amacıyla kendileri hakkında
  +
konuşmak için kullanmak isterdim, ama… ben kendim hakkında konuşamam. Ne de olsa ‘kutu’lardan bahsetmeden
  +
çevremden bahsedemem.”
  +
  +
Maria’nın çevresi he.
  +
  +
Ben bile hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Kendisinden hiç bahsetmiyor ve onun ‘Kusurlu Mutluluk’unu
  +
gördükten sonra ona sorabilmeye uzaktan yakından ihtimalim yoktu.
  +
  +
“Maria, söylesene bana---”
  +
  +
“Merhabalar!”
  +
  +
Kamiuchi-kun büyük odaya girdi ve bize doğru elini kaldırdı. Hantal bir gülücük attım ve elimi ona geri
  +
salladım.
  +
  +
Sıradaki sözlerimi duymaması için Maria’nın kulağını elimle örttüm.
  +
  +
“Kazuki, fısıldamamalısın. Şu anki vaziyette onlardan sır sakladığımızı belirtmek onlarda güvensizlik duygusu
  +
uyandırır.”
  +
  +
“Ah, anladım…”
  +
  +
“Bununla kafanı çok yorma Maricchi. Sevgilisiniz ne de olsa, birkaç sırra sahip olmanız doğal, öyle değil mi?”
  +
  +
“Sen öyle diyor olabilirsin, ama bu diğerlerinin de aynı şekilde düşündüğünün anlamına gelmez.”
  +
  +
“Öyle mi diyorsun? Şimdi sözünü edince, onlar oldukca korkunç değiller mi? Özellikle Kaichou ve Oomine-senpai.”
  +
  +
“...Maria, sen acaba daha önceden Kamiuchi-kun ile tanışıyor muydun?”
  +
  +
“Hayır, hiç de bile.”
  +
  +
“Hop, ‘hiç de bile’ biraz ağır değil mi? Bundan önce birkaç defa konuşmuşluğumuz yok mu?”
  +
  +
“Sen bana birkaç defa gelişigüzel konuştun evet, ama hiçbir zaman sohbetimiz olmadı.”
  +
  +
Kamiuchi-kun şaşkın bir ifade ile omuzlarını silkti.
  +
  +
“Aşırı güzel bir kız ile konuşarak iyileşmek istiyordum sadece, o yüzden tetikte olmaya gerek yoktu ama… Seni
  +
Hoshino-senpai’dan çalmaya çalışıyorum gibi bir niyetim yok, gerçekten!”
  +
  +
“...Dinle, Kamiuchi-kun. Sırf bilgin olsun diye söylüyorum, Maria ile birlikte değiliz yani.”
  +
  +
“Hayır, artık çekingenlik veya ağırbaşlılık ya da her neyse için artık çok geç.”
  +
  +
Beklenildiği gibi, bana inanmamıştı.
  +
  +
Biz bu konuşmayı yaparken, herkes büyük odada toplanmıştı. Kaichou’nun talimatları üzerine yerlerimize oturduk.
  +
  +
“Peki ala, biri [Asil Krallık]’tan kaçmak için bir yol düşündü mü?”
  +
  +
Bunu başta dedikten sonra, Kaichou kollarını kavuşturdu ve yüzünde bir gülümseme ile bir fikir bekledi.
  +
  +
Gözümün kenarından Daiya’ya baktım; Muhabbetimizi dinlemiyormuş gibi başka bir yöne doğru bakıyordu.
  +
  +
‘Kutu’ hakkında bilgisi olan üç kişi hiçbir şey demez ise, kimse bir şey söylemeyecekti. ---bundan emindim, ama
  +
beklenmedik biri çekinerek elini kaldırdı.
  +
  +
“Ah, Yuuri, herhangi bir şey biliyor musun?”
  +
  +
“Ehm, kaçma yolu değil, ama kısıtlama yolu… eğer, sıkıntı olmazsa?”
  +
  +
“Ooo, güzel! Hiç çekinmeden söyle bize fikrini!”
  +
  +
Kaichou tarafından teşvik edildikten sonra, Yuuri-san başını hafifçe salladı.
  +
  +
“Ehmmm… Sanırım hepimiz şüphenin durumumuzu daha da kötü kılacağını kabul ediyor. Böyle tahmin etmem yanlış
  +
değil sanırım?”
  +
  +
Başımızı salladığımızı onayladıktan sonra, Yuuri-san devam etti.
  +
  +
“Kimin hangi [Sınıf]’a sahip olduğunu bilmiyoruz. Oyundaki düşmanlarımızın kim olduğunu bilmiyoruz. Endişeye yol açan şeyin bunun olduğuna inanıyorum. Kimse oyunun devam etmesine izin vermek istemiyor, siz de öyle düşünmüyor musunuz? Öyleyse, neden üçe kadar sayıp hepimizin [Sınıf]’larını ortaya atmıyoruz?”
  +
  +
Herkes onun ses tonunda bulunan korkaklığın tam zıttı olan bu cesur tekliften dolayı oldukça şaşkın kalmıştı.
  +
  +
Yuuri-san bizim bu tepkimizi gördükten sonra biraz bocalandı, ama ağzını tekrar cesaret ile açtı.
  +
  +
“Eğer öyle yaparsak, kimse artık aceleci davranamaz. Bence herkese güvenebileceğiz. Hepimiz aynı anda
  +
söyleyeceğimiz için yalan söylemek de imkansız olacak. O yüzden iki kişi aynı [Sınıf]’ı söylerse, ikisinden
  +
birinin yalan söylediğini anlarız. Ne… düşünüyorsunuz?”
  +
  +
“Aah, Yuuri-chan harikasın! Kesinlikle bu şekilde ilerlemeliyiz!”
  +
  +
Kamiuchi-kun tarafından övüldükten sonra, Yuuri-san utangaç bir şekilde gülümsedi ve kızardı.
  +
  +
“Dahası, bunu sadece altı kişinin hepsi de mevcut olduğunda yapabiliriz. Çünkü eğer sadece bir kişi bile kayıp
  +
ise yalan söylemek mümkün olur. ...ah, ‘kayıp’ kulağa biraz uğursuz geliyor, değil mi, özür dilerim.”
  +
  +
Evet, denemeye değer… diye düşünüyordum. Ama düşünmeden onaylayamazdım. Gözümden kaçırdığım bir şey olabilirdi.
  +
  +
Maria da aynı şekilde düşünüyor olmalıydı. Bir süre kolları kavuşmuş bir şekilde düşündükten sonra, ağzını açtı
  +
ve,
  +
  +
“Ben varım.”
  +
  +
Maria bile mi bir bityeniği bulamamıştı? Öyleyse sorun yoktu.
  +
  +
Hemen kabul etmek üzereydim ki---
  +
  +
“Hımf”
  +
  +
Daiya küçümseyici bir tavırla homurdandı.
  +
  +
Yuuri-san onun bu tepkisini görünce rahatsızlık ve korku ile karışık bir ifade gösterdi.
  +
  +
“...hoşuna gitmedi mi Daiya-san?”
  +
  +
“Hiç hoşuma gitmedi.”
  +
  +
“Eğer yeterince kadar düşünmediysem beni lütfen bağışla… ama, sebebini sorabilir miyim?”
  +
  +
“Senin şu iyi kız rolü yapman hoşuma gitmiyor.”
  +
  +
Yuuri-san bu beklenmedik sözlere karşılık gözlerini sonuna kadar açtı ve gerildi.
  +
  +
“O ekşimiş surat da neyin nesi? Kulakların sadece işine gelenleri duymak için mi ne? Az önce senden nefret
  +
ettiğim için emirlerine itaat etmeyeceğimi söyledim, seni orospu.”
  +
  +
Yuuri-san’ın gözleri sulanmaya başladı.
  +
  +
“Oomine-senpai. Biraz aşırıya kaçmıyor musun? Lütfen Yuuri-chan’a özür dile.”
  +
  +
“Ha? Özür mi dilemeliyim? Diğerlerinin bana teşekkür etmesini beklerdim oysa! Millet, size onun bir korkak
  +
olduğunu ifşa ediyorum. Değil mi Yanagi?”
  +
  +
Yuuri-san’ın omuzları seğirdi; çoktan ağlamak üzereydi.
  +
  +
“K-Korkak mı? Ben mi? Neden…?”
  +
  +
“Öyleyse sana sorayım: sen [Devrimci] veya [Büyücü]’den biri misin?”
  +
  +
Yuuri-san bir anda sarardı.
  +
  +
“Hayır, değilsin, öyle değil mi?”
  +
  +
“...N-Nereden, biliyorsun---”
  +
  +
“Esasında biliyorsun. Bir kargaşanın<!--Coming out : ? - Hangi anlamda kullandı emin değilim, Bir Göz Atmak
  +
Lazım--> çıkmasının tehlikesi her bir [Sınıf] arasında büyük değişiklikler gösterdiğini biliyorsun. Öyleyse,
  +
sen kıyasla tehlikede olan [Sınıf]’lardan biri değilsin. Senin oldukca güvende olan bir [Sınıf] olduğun
  +
kararına vardım. Nasıl?”
  +
  +
O zaten acınası gözüküyordu, ama suratı daha da sararmaya devam ediyordu.
  +
  +
“Senin gibi aşağılık bir kız durumu düzeltmekten ziyade kendi uğrun için böyle bir şey teklif ettin zaten değil
  +
mi?”
  +
  +
Bu kötü niyetliliği duyduktan sonra sonunda göz yaşlarını dökmeye başladı.
  +
  +
“Hop hop, ağladığında üçkağıtçılığını affedeceğimizi mi düşünüyorsun? Vay be, kızların göz yaşları gerçekten
  +
çok kullanışkı değil mi? Öylesine bir orospu olunca, çeşme gibi göz yaşı dökebiliyorsun zaten, öyle değil mi?”
  +
  +
“Acımasız… bu yaptığın çok acımasızca…”
  +
  +
“Sen sadece hızla tehlikeli [Sınıf]’ların kim olduğunu öğrenmek istedin - hayatta kalmak uğruna.”
  +
  +
“Hayır… bu… Ben sadece öldürmelerin başlamasını istemedim, o yüzden, üüüüü…”
  +
  +
Yuuri-san sürekli akan göz yaşlarını durduramadı ve gözlerini yere doğru çevirdi.
  +
  +
...doğru, Yuuri-san ürkek gözüküyordu, o yüzden [Devrimci] veya [Büyücü] olsaydı böyle tehlikeli bir teklifte
  +
bulunmazdı muhtemelen.
  +
  +
Ama yine de, durumu düzeltmek için o bütün gücüyle düşündükten sonra bu teklifte bulunmuştu. O yorumlar
  +
gerçekten de fazla acımasızdı. Anlaşılan Kamiuchi-kun da benzer düşüncelere sahipti; Daiya’ya öyle bir güç ile
  +
bakıyordu ki ona hemen saldırması şaşırtıcı olmazdı.
  +
  +
“Sırf sen [Devrimci] olduğun için söylemek istemediğinden değil mi? Özür dilerim Senpai, ama eğer sen gerçekten
  +
de [Devrimci] isen, açıkcası istediğin gibi davranmana izin vermeyi düşünmüyorum yani.”
  +
  +
“Anladım, demek ben [Devrimci]’yim he. Sana sıradaki &lt;E&gt; kısmında [suikast] düzenleyeceğim öyleyse.”
  +
  +
Kamiuchi-kun kendisinden daha kötü niyetli sözler eden Daiya tarafından gark olmuşa benziyordu, ve sadece
  +
sessiz kalabildi. Karşı gelme iradesini kaybetti ve sadece ağzını buruşturdu.
  +
  +
“Her şeyden önce, itiraz etmeye ihtiyacım olmaz zaten! Değil mi Kaichou-san?”
  +
  +
Yuuri-san Kaichou’ya bakmak için yaşlı yüzünü kaldırdı. Kaichou eğri bir şekilde gülümsedi ve belirtti,
  +
  +
“...Yani, evet. Özür dilerim Yuuri, ama kısacası bende buna karşıyım.”
  +
  +
“Ne…den…?”
  +
  +
“Elbette, senin bahsettiğin gibi kazanç var. Fakat, tehlikesi daha çok. Örneğin, şimdiye kadar hıyar gibi
  +
davranan Oomine-kun’un [Devrimci] olduğunu öğrensek sakin kalabilir miyiz? En kötü ihtimalde, şüphelerimiz daha
  +
da artmaz mı?”
  +
  +
“Yani…”
  +
  +
“Ayrıca o durumda Oomine-kun’un da harekete geçeceğinden eminim. Kendi gücünü vurgulayarak bizi kontrolü altına
  +
almaya çalışabilir… Aklıma gelen birkaç tane daha dezavantaj var. O yüzden, buna ahlak olarak karşıyım.”
  +
  +
“......anladım.”
  +
  +
Yuuri-san teklifi arkadaşı tarafından bile reddedildiğinde hüzünlü oldu.
  +
  +
“Doğru, benim gibi bir aptal sessiz kalırsa iyi olur… herkesi üzdüğüm için özür dilerim.”
  +
  +
Onun gözünden bir göz yaşı daha aktı.
  +
  +
“Y-Yuuri-san, lütfen öyle deme! Biliyor musun, bence harika bir fikir. Baksana; Maria bile bunu onaylamadı mı?”
  +
  +
“...Hoshino-san.”
  +
  +
Bunun oldukca hantal bir teşvik olduğunu kabul etmeliydim, ama Yuuri-san yine de bana hafifçe gülümsedi.
  +
  +
“Şimdi durup düşününce, sen neden bu teklifi kabul ettin Otonashi-san?”
  +
  +
Sordu Kaichou Maria’ya.
  +
  +
“Çünkü karşılıklı anlayışın her şeyden daha önemli olduğuna inanıyorum. Kendi [Sınıf]’larımızı birbirimize
  +
açıklayamadığımız sürece kimse kimse ile dürüst olmayacak, haksız mıyım? Bir kere ben bu boyutta bir şeyin
  +
birbirimize saldırmaya sebep olacağını düşünmüyorum. Bunun hakkındaki düşüncen ne?”
  +
  +
“Bunun sebebi sende korku duygusunun olmaması değil mi? Biliyor musun, hepimiz senin kadar güçlü değiliz.
  +
Açıkcası ben korkuyorum.”
  +
  +
“Hiç de öyle gözükmüyor.”
  +
  +
“Çünkü öyle gözükmemesini sağlıyorum. Çünkü herkes gösterdiğim herhangi bir zayıf noktamdan yararlanacaktır…
  +
ah, bunları ağzımdan kaçırıverirsem havalı davranmanın anlamı kalmaz, değil mi?”
  +
  +
Dedi sakince. ...evet, ben de onun korktuğunun bir yalan olduğuna inanıyordum.
  +
  +
“Birbirimizi anlamak için [Sınıf]’larımızı açığa vurmamız gerektiğini iddia etme konusunda haklısın. Ama durum
  +
şu anda fazla belirsiz olduğu için bunun fazla erken olduğu da belli.”
  +
  +
“Ama ilk ceset ortaya çıktığında artık çok geç olacak.”
  +
  +
“Doğru. Meseleyi bir an önce aydınlığa kavuşturmalıyız…”
  +
  +
Diye mırıldandı ve dudaklarını büktü. Kaichou’nun düşünürken yaptığı huy.
  +
  +
“Yani, en azından bugünlük bundan geri duralım. Ne de olsa ilk gün kimsenin ölmez diye düşünüyorum.”
  +
  +
  +
Nihayetinde kimsede Yuuri-san’dan daha iyi bir teklif yoktu.
  +
  +
Tabi daha iyi karşılıklı anlayış için birbirimizle muhabbet etmeye devam ettik, ama durumu geliştirecek bir şey bulamadan zaman geçti.
  +
  +
«Zaman - gelDi! - EğEr - oDalarıNıza geri - dönMezseNiz - öleCeksiniz!»
  +
  +
Noitan’ın duyurusunu duyup saatime baktığımda saat tam «20:00»’dı. &lt;D&gt; kısmının sonu.
  +
  +
Daiya odasına hızla geri dönmüştü, ve Kaichou ve Kamiuchi-kun kendi kapılarına geri dönme aşamalarındaydılar.
  +
  +
Peki o zaman, bende hızla geri dönsem iyi olurdu.
  +
  +
Kapıdan geçmek üzereyken, biri giysimin kolunu tuttu.
  +
  +
“Ne oldu, Maria?”
  +
  +
Geri döndüm.
  +
  +
Maria değil, ama orada duran ve gözleri sonuna kadar açık olan kişi Yuuri-san’dı. Bulunduğum hatayı fark ettim
  +
ve kızardım. Beni böyle görünce, o gözlerini kıstı ve hassas bir şekilde gülümsedi.
  +
  +
“E-Ehm… hayrola, Yuuri-san?”
  +
  +
“Mm. Sana teşekkür etmek istedim.”
  +
  +
“...? Ne için teşekkür…?”
  +
  +
Başımı meraklar içerisinde yana doğru eğdiğimde Yuuri-san daha da memnun gözüktü.
  +
  +
“Hemen anlamadın, bu da demek oluyor ki… benimle birlik kurmak için bana bilerek iyi davranmıyordun…”
  +
  +
“...He?”
  +
  +
“Ah, hayır, yok bir şey. ...gerçekten anlamıyor musun? Bak, ben ağladığımda beni teselli etmedin mi?”
  +
  +
“...He… o.”
  +
  +
“O yüzden tekrar, teşekkür ederim.”
  +
  +
Yuuri-san derince başını eğdi, bunun üzerine de ben hızla,
  +
  +
“Y-Yapma… büyük bir şey yapmadım ne de olsa.”
  +
  +
“Ama biliyor musun, bana çok yardımı dokundu.”
  +
  +
“Ö-Öyleyse… ne güzel…”
  +
  +
Böyle resmi bir şekilde teşekkür edilmek oldukca utandırıcıydı.
  +
  +
Yuuri-san her nedense kızarık suratıma gülümsüyordu.
  +
  +
“...Bu oyunda bile sana inanmanın sorun olmayacağı hissine kapılıyorum.”
  +
  +
“He?”
  +
  +
Biraz tereddüt ediyormuş gibi gözüktü, ama nihayetinde kendi hazırladı ve gözlerimin içine baktı.
  +
  +
“Eğer birbirimize güvenirsek, kimse kimseyi öldürmez. Ben buna inanıyorum. ...Hoshino-san. Çok saf davrandığımı
  +
düşünüyor musun?”
  +
  +
Onun ısrarcı bakışına cevap vermek için başımı güçlü bir şekilde iki yana salladım.
  +
  +
“Hiç de bile! Ben de buna inanıyorum.”
  +
  +
“Gerçekten mi?”
  +
  +
O farkında olmadan ve aşırı bir neşe ile sağ elimi iki eliyle tuttu, ya da en azından bana öyle gelmişti. Bu
  +
sıcak, yumuşak histen dolayı suratım daha da kızardı.
  +
  +
“Hepimiz el ele verip birbirimize güvensek böyle bir oyuna kesinlikle kaybetmeyeceğimizi düşünüyorum. O yüzden,
  +
ilk önce kendi aramızda ortak bir güvene sahip olalım.”
  +
  +
“T-Tamam…”
  +
  +
Onun kaygısız gülümsemesine doğrudan bakamadım ve içgüdüsel olarak yere doğru baktım.
  +
  +
Yuuri-san, üst sınıf öğrencisi olmasına rağmen… ehm, çok tatlıydı.
  +
  +
“Kazuki.”
  +
  +
Biri bana seslendiğinde yukarı baktım. Maria bizi ifadesiz bir şekilde seyrediyordu. ...Bu suratı keyifsiz
  +
olduğunda yaptığını yakın geçmişte farkına varmıştım.
  +
  +
“Zaman tehlikeli olmaya başladı. Çabuk geri dön.”
  +
  +
“Ah, evet…”
  +
  +
Yuuri-san ona baktığımda ne demek istediğimi anladı ve elimi bıraktı. İfadesi bana biraz yalnız gibi gelmişti.
  +
  +
“Yanagi, sen de zamanı düşünmelisin.”
  +
  +
“D-Doğru…”
  +
  +
Yuuri-san hala Maria’dan korkuyordu.
  +
  +
“...Ehm, Yuuri-san. Merak etme, Maria’ya güvenebilirsin!”
  +
  +
“Aa, peki. Eğer öyle diyorsan Hoshino-san…”
  +
  +
“Öyleyse, kendi odalarımıza geri dönmeliyiz.”
  +
  +
“Evet, haklısın. ...Ah, bir şey daha.”
  +
  +
Bu sözlerle birlikte, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.
  +
  +
  +
“Yarın senin odana bir [Gizli Buluşma] için geleceğim.”
  +
  +
Bunu kulağıma fısıldadı. Nefesi kulağımı gıdıkladı.
  +
  +
Yuuri-san küçük adımlarla hoplaya zıplaya gitti ve haylaz bir gülümseme ile kapısının ötesine kayboldu.
  +
  +
“...hımf.”
  +
  +
Maria huysuz bir şekilde homurdandı ve o da kendi kapısının ötesine kayboldu.
  +
  +
Büyük odada yalnız başıma kalmıştım, onun ismini hatırladım.
  +
  +
  +
«Yuuri Yanagi»
  +
  +
«Yanagi-san»
  +
  +
  +
“......birbirlerini andırıyorlar, bence.”
  +
  +
Yüzleri benzemiyordu. Ama içimde bir his o sondaki gülümsemenin andırdığı kişi---oydu.
  +
  +
Bildiğim diğer «Yanagi»’yi andırıyordu.
  +
  +
Bir daha tekrar buluşmam olası olmayan o.
  +
  +
  +
===▶İlk Gün &lt;E&gt; [Kazuki Hoshino]’nin Odası===
  +
  +
  +
  +
  +
  +
  +
  +
<references/>

Revision as of 11:55, 8 October 2015

HakoMari3-OyunB.jpg


▶Birinci Gün <A> [Kazuki Hoshino]’nun Odası

İlk gördüğüm şey sade çimento bir tavandan sarkan çıplak bir ampuldü. Nerede olduğuma dair en ufak fikrim yoktu, ve şaşkınlık içerisinde zıpladım.

“...Hangi odadayım ben?”

Artan şaşkınlığımı engellemeye çalışırken bile, buraya nasıl vardığımı hatırlamaya çalışıyordum.

Her zamanki gibi alt ranzada uyudum. Ondan sonra herhangi bir yere gittiğimi hatırlamıyordum. Ne yeri değiştirdiğimi, ne de birisiyle buluştuğumu hatırlamıyordum.

Altı tatami boyutundaki odanın etrafına baktım. Bir tuvalet ve bir lavabo gördüm. Odanın ortasında bir masa vardı, ve masanın üzerinde de hintkenevirinden yapılmış bir torbacık vardı.

Ama en çok göze çarpan şey duvara gömülü olan 20 inçlik modern ekrandı. Bu hapis gibi odada tamamen abes kaçmıştı.

Dikkatimi kendime odakladım. Üzerimde okul üniformam vardı ve tüm ceplerim boştu.

Hintkenevir torbacığına uzandım ve biri ardından diğerine nesneler çıkarttım.

Bir tükenmez kalem.

Bir günlük.

Bir mavi dijital saat.

Yedi porsiyon katı yemek.

Ayrıca tıpatıp «iPod touch»’a benzeyen bir taşınabilir cihaz vardı.

Sonunda da---

“------”

Bir ağır iş bıçak.

Dikkatli bir şekilde kılıfını çıkarttım. Dişli bir kenarı olan sağlam bir bıçaktı. Bir filmdeki askerin ellerinde bulunabilecek bir savaş bıçağı gibiydi.

“...Bu da neyin nesi…? Neden ihtiyacım…”

Bunun bir silah olduğu belliydi. Öldürmek için üretilmiş bir aletti.

Biri beni dövüştürmeye mi çalışıyordu? Tek seçeneğim dövüşmek miydi?

Başımı iki yana salladım ve bıçağı torbacığın içine geri attım. Titriyordum, o yüzden derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

Odanın etrafına tekrar baktım. Cam yoktu, ve hiçbir havalık görmüyordum. Tek bir kapı vardı, ve oldukca ağır gözüküyordu. Açmayı düşündüm, ama ardından tokmağı olmadığını fark ettim. Ne olur ne olmaz, kapıyı hafifçe ittim, ama hiç kıpraşmadı.

Yatağıma doğru sendelendim ve üzerine küt diye oturdum.

“Burada neler oluyor…?”

Anlamıyordum. Anlamıyordum… ama bu anormal bir durumdu.

---Anormal - günlük hayatımın sınırlarının tamamen dışındaydı.

Aa, belki de bu---


«Günay - dın»


Tamamen beklenmedik bir ses duymak neredeyse kalbimi durdurmuştu.

Başımı döndürdüm. ---Neler oluyordu?--- Az önce boş ekranda tuhaf gözüken bir yaratık çıkmıştı.

«HaHaHa - Günay - dın - Kazuki-kun»

Samimi hitap edilişimin aksine, ses son derece makine gibiydi ve tonlamadan tamamen yoksundu. Ekrandaki cafcaflı bir şekilde yeşil olan şey ayı temsil ediyor olmalıydı… herhalde. Muhtemelen. Kısık gözleri ve bozuk yapılı vücudundan dolayı, hiç tatlı gözükmüyordu. Açık söylemek gerekirse, tiksinç gözüküyordu.

«YaaYaaYaa - İyi - His - sediyor - musun? Adım - Noitan - maskotum! TanıŞtığı - mıza memnun - oldum»

Ayının ---Noitan’ın?--- ağzı yukarı aşağı oynuyordu. Çok kötü bir şekilde canlandırılmıştı, sırf çenenin yukarı aşağı hareket etmesiyle, aynı hissi vurguluyordu: tamamen tiksinç.

“...Ne berbat bir maskot. Çocukları ağlatır bu…”

«Kim berbat, seni lanet domuz! Hayalarını ezerek seni sakatlayım mi? Hak ettiğini bulursun!»

“......Oha!”

O d-dediklerime karşılık vermişti! Bununla kalmayıp, son derece bozuk bir ağıza sahipti! Ve neden birden bire bu kadar doğal konuşuyordu!? Ayrıca, o kanlı gözleri gösteren grafikler fazla korkunç!

“...E-ehm… benimle konuşabiliyor musun?”

«Evet - konuşa - biliyorum!»

Asıl ses tonu geri dönmüştü.

Anlaşılan sadece kızdığında doğal konuşmaya ayarlanmıştı.

“Noitan,”

«Seni aşırı samimi şerefsiz, isimime niye “san” eklemiyorsun!? Ayrıca, daha fazla saygıyla konuş!»

“.......Noitan-san. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, o yüzden nerede olduğumu merak ediyorum?”

«Sen - [Asil Krallık] - aDında - bir oyunun - içindesin! Daha sonRa - herkeSin gittiği yerde - açıklayacağım, ama ---»

“Herkes mi…? Öyleyse buradaki tek kişi ben değil miyim?!”

«Ben konuşurken kapa şu lanet çeneni yoksa dilini koparmamı mı istiyorsun?!»

“.......Özür dilerim.”

«Kapı şimdi - açılacak! Sen - bu oyuNun - katılımcılarının - toplandığı yere gideceksin! Sana orada - aÇıklayacağım - o yüzden lütfen - bir saniye bekle»


Noitan’ın konuşması bittikten sonra, ağır kapı yavaş yavaş açılmaya başladı.

“...Çıkabilir miyim?”

«Eğer kenDini - hazırladıysan - lütfen»

“Kendimi hazırladıysam mı…?”

«Bu kapıNın ötesinde - büyük oda var - Seninle aynı durumda - olan inSanlarla - tanışmaYa hazır mısın?»

“Ne yapacağız?”

Noitan ürkütücü suratını buruşturdu ve,

«Ölümüne savaşmak!»

“........He? Bunun an---”

Cümlemi bitiremeden ekran kapandı. Aynı zamanda da, kapı tamamen açılmıştı.

---Bu da neyin nesiydi?

Kapı boşluğunun diğer tarafında ne varsa karanlık örtüyordu.

Oralarda gerçekten bir oda var mıydı? ...İnanamıyordum.

Ama gitmeyi reddedemeyeceğimden emindim.

Masada olan mavi kol saatini taktım ve kapı boşluğunun önünde durdum. Zihnime hücum eden kuşkulara rağmen, doğru kararı verdiğim konusunda kendimi rahatlattım:

...Sorun yoktu. Sorun olmamalıydı.

Oralarda beni iyi olan hiçbir şey beklemiyordu. Ama, ben bir ‘kutunun’ içerisindeydim, öyleyse o da burada olmalıydı.

---Maria buradaydı.

Öyleyse sorun yoktu.

Karanlığa atıldığımda bunu düşünüyordum.

▶Birinci Gün <B> Büyük Oda

Anında etrafımdaki her şey değişti.

Tek görebildiğim şey beyazdı; yeni inşa edilmiş, doktor, hemşire veya hastası olmayan bir hastanedeymişim gibi bir his veren tuhaf bir beyaz.

Sonunda bu kadarını fark edebildiğimde---

“Uee…?”

---Yere devrildim.

Merak etmeye veya sırtımın sert zemine çarpmasının acısını hissetmeye zaman olmadan, bir bıçağın ucu gözlerimin önüne itildi.

“Adın?”

Önümde omuzlarına kadar uzanan saçları ve elinde bıçak tutan kızı görünce, sonunda bana ne olduğunu fark ettim.

“H-Hİİ…!!”

“Adın «Hİİ» mi? Bu doğru değil, değil mi? Sana adını sormadım mı?”

B-Bu da kimdi?

“K-Kazuki Hoshino.”

Okulumuzun üniformasını giyindiğini ve sol elinde de turuncu bir dijital saat taktığını fark ettim. Doğal olarak renk benimkinden farklıydı.

Öyleyse bu oyunun bir katılımcısı mıydı? ...he? Belki de bu ölüm kalım savaşı çoktan başlamıştı ve ben az önce mat olmuştum? D-Dur bir dakika! Bu fazla acımasız değil mi?!

Durumum umutsuz gibi gözükmesine rağmen---

“Kazuki!”

---Aa, sırf bu sesi duyarak sakinleşebildim.

“Hm, Otonashi-san, bu senin bir tanıdığın mı?”

“Evet, öyle.”

Bakışını bana geri döndürerek, omuzlarına kadar uzanan saçları olan kız bana gözlemleyen gözlerle baktı.

“...Haa.”

Bunu demekle birlikte, ifadesini değiştirmeden kalktı ve geri adım attı. Pek anlamamıştım, ama anlaşılan serbest bırakılmıştım.

“İyi misin Kazuki?”

“E-Evet…”

Maria bana hızla geldi ve onun elini tutarak kalkarken cevap verdim.

“A-Ama o neden öyle bir şey---”

“---Oha!”

Başka bir ses yayıldığında sözümü kestim, ve merak içinde döndüm. Az önceki kız dik duran kahverengi saçlı bir çocuğa bıçak tutuyordu.

“...ehm, ne oluyor, birden bire?”

Sadece gözleriyle etrafa bakınırken bunu sordu. Ödü kopmuştu, ama bizi inceleyecek kadar sakindi anlaşılan.

“...Sen amma da rahatsın, değil mi?”

O da bunun farkına varınca, kahverengi saçlı çocuğa böyle dedi.

“Hiç de bile… yani, ama şunu fark ettim, ‘Aa, ciddi değilsin,’ o yüzden bir şekilde sakin kalabildim.

Çocuğun sözlerine o anlamlı bir “Hıhmm” ile yanıt verdi, bıçağı uzaklaştırdı ve onu serbest bıraktı.

“...Ah, beni şimdiden serbest mi bırakıyorsun?”

“İstediğini yap.”

...O kahverengi saçlı çocuğu da kolaylıkla bıraktı demek, he. Bunu neden yaptığını gerçekten merak ettim.

Serbest bırakılan kahverengi saçlı çocuk bir gülümseme attı ona az önce olanları unutmuş gibi ve,

“Ah, tam üç tane güzellik var! Ne mutlu bana!”

Üç mü…? Ehm, Maria, bana bıçakla saldıran kız, ve---

Bu odadaki büyük ekranın yanında tortop olmuş bir kızın farkına vardım. Beyaz cildi ve bununla çelişen simsiyah saçlarıyla, kız bende düzgün bir izlenim bıraktı.

Ayrıca, sol bileğinde bej rengi bir dijital saat takıyordu.

“Merak etme Yuuri!”

Bıçaklı kız siyah saçlı kızın kafasını okşadı, bize göstermediği bir şefkat sergiledi. Siyah saçlı kızın korkudan buruşan suratı hafifçe rahatladı, ama bu sadece kısa bir an için sürdü.

“...Bize ne olacak…?”

“İyi olacağız!”

...Anlaşılan ikisi birbirlerini tanıyorlardı.

“Sen Hoshino-Üst sınıfsenpai’sın, değil mi?”

Hitap edilince, gözlerimi o ikisinden ayırdım. Önceki kahverengi saçlı çocuktu.

“Beni tanıyor musun?”

“Tabi ki de! Senpai, sen ünlü değil misin, oradaki Maricchi ile birlikte? Bana o efsanevi giriş törenini unuttuğunu söyleme sakın!”

Üzerinde kırışık bir üniforma, gümüş bir kolye ve bileğinde de yeşil bir dijital saat vardı. ...Şimdi durup düşününce, buradaki herkes bizim okul üniformasını giyinmişti.

“Ehm, senin adın ne?”

“Adım --- ah! Kaichou, hepimizin burada olduğuna göre, bir tanışmaya ne dersin?”

Dedi bıçaklı kıza.

«Konsey BaşkanıKaichou» mu? Bu onun öğrenci konsey başkanı olduğu anlamına mı geliyordu? Kokone’nin bana bahsettiği üç süpermen’den biri mi?

“Mm, doğru. Fena olmayabilir.”

Şimdi o sözünü edince, bu kendinden emin sesi sık sık mikrofon üzerinden yapılan duyurularda duymuştum. Bu kendinden emin bir şekilde gülen kız… doğru, şüphesiz okul konsey başkanıydı.

Öyleyse---

Bu ölüm kalım savaşında o süpermen’lere karşı savaşmam mı gerekecekti?

“Bu herkesin olduğunu mu düşünüyorsun?”

Okul konsey başkanı bunu ona sordu.

“Yani, evet.”

...he? Altı mı?

“Dur bir dakika! Biz sadece beş---”


“Kazu, gözlerin cam mı senin?”


O sözleri duyunca nefesim kesildi.

Odanın ortasında oblong bir masa, ve etrafında da eşit aralıklarla yerleşitirilmiş altı sandalye vardı. Benden en uzak sandalyede, o vardı.

“...Daiya.” Üniformalı Daiya ağzını hafifçe buruşturdu, ve siyah bir dijital saati olan elini kaldırdı, bana

ufak bir selam verirmiş gibi.

Bunun neredeyse iki ay boyunca ilk buluşmamız olmasına rağmen, böyle bir yerde olmasına rağmen,

selamı sanki yakın geçmişte buluşmuş gibi ufaktı.

“Ne? Birbirinizi tanıyor musunuz? …...Anladım.”

“Kaichou. Bunu sana karşı birlik olabilmemizin tehlikesi hakkındaki değerlendirmen olarak kabul edebilir miyim?”

Başkan bir anlığına sakinliğini kaybetti, ama ardından burnundan soludu. O devam etti,

“Bunu senin kendi yargılarına bırakıyorum.”

Bu sefer onun sözlerine sırıtan Daiya’ydı.

O ikisi nasıl bir alış verişte bulunuyorlardı öyle…? Onlar çoktan savaş için hazırlık yapıyorlarmış gibiydi.

...Hayır, yoksa çoktan başlamış mıydı? Bana bıçak tutmasının sebebi bu muydu?

“Tanıdığı olmayan bir tek ben miyim o zaman? Çok yalnız hissediyorum~”

Kahverengi saçlı olan kişi ikisinin arasındaki gerginliği hiç fark etmemiş gibi abartılı bir şekilde başını tuttu. ...Acaba o çocuk bulunduğu durumun farkında mıydı…?

“Peki, kendimizi tanıtacaktık. Başlayalım mı o zaman? Şimdilik oturalım, ne de olsa sandalyeler var.”

Daiya’nın önündeki yere oturdum ve Maria da benim yanımdaki yere geçti. Maria da bileğine bir cep saati takmıştı. Rengi kırmızıydı.

“Tamam, çoğunuz beni zaten biliyor olmalısınız, ama kendi tanıtımımla başlayacağım. Adım---”

“Ondan önce, bir soru sorabilir miyim?”

Maria önünde duran başkana dik dik baktı ve sordu.

“Ne?”

“Kimseye zarar verme arzusu hissetmediğim için müdahale etmedim… ama o bıçakla olan tehdit de neyin nesiydi?”

“Aa, o mu?”

Maria’nın bakışlarını aldırmıyormuş gibi gözüken başkan açıklamaya başladı.

“O saçma ayıdan aynı açıklamayı sende aldıysan, burada bir «kan davası» meydana geleceğini sende biliyor olmalısın, değil mi? O yüzden, herkes halihazırda şaşkınken birinin bir girişimde bulunabileceğini düşündüm. Bundan dolayı böyle yaparak bunu engelleyebileceğimi düşündüm. Kısacası; kriz yönetimi.”

“Ha!”

Daiya bu açıklamaya tepki olarak burnundan soludu. Başkan buna açık açık alınmışa benziyordu.

“Eehmm… Daiya Oomine-kun’du, değil mi? Seni söylentilerden duymuşluğum var. Ee, o alaycı gülüş de ne demek oluyor?”

“Sadece bunun acınası bir yalan olduğunu düşündüm. Kriz yönetimi mi? Sırf o ayının açıklamasıyla bir katliama sebep olacak bir militanın olduğuna gerçekten inanıyor musun? Sen yalnızca psikolojik üstünlüğe sahip olmak uğruna ilk hamlede bulunmaya çalıştın, yoksa haksız mıyım? İçin rahat olsun, böyle bir şeyi ancak sen, bu düşünceye varan kişi, yapabilirsin!”

“Psikolojik üstünlüğe sahip olmak için bir strateji, he. Beni yanlış anlıyorsun, tamamen yanlış. Bu şekilde zararın yarardan fazla olduğu yöntemler kullanmazdım. Eğer acemice davranıp birinin düşmanlığına sebep olsam, tehlikede olan ben olurdum, değil mi?”

“Öyleyse ipleri tutan kişi için bir tuzaktı? Şüpheli insanları tepkilerinden mi bulmaya çalıştın?”

“O kadar ileri düşünmedim. Ne ayıp.”

Onun yanıtları rahattı. Fakat, havadaki gerginlik onunla gizlenemezdi.

“Oha, sakinleşin Senpai’lar! Çok korkunçsunuz!”

Kahverengi saçlı çocuk onların arasına girdi.

“...Tamam. Ama sen amma da sakinsin, değil mi? Sen oldukca garip bir adamsın.”

“Uzatma artık lütfen! Sırf sakin olamadığım için böyleyim. Genellikle daha olgun davranırım ama, nasıl desem, şu an havada tuhaf bir gerginlik var… Yani, ama sanırım oradaki arkadaşın kadar gergin değilim Kaichou.”

Muhabbet ona doğru yönelince, uysal gözüken kız omuzlarını çekti.

“Ö-Özür dilerim…”

“Hayır Yuuri. Özür dilemek için hiçbir sebebin yok.”

“Ö-Özür dilerim İroha.”

Başkan onun hemen nasıl özür dilediğini görünce güldü ve omuzlarını silkti.

“Aa~ ...nasıl olduysa gerginliğimi kaybettim.”

“Yuuri-chan, helal!”

Kahverengi saçlı çocuk ona doğru baş parmağını kaldırdı.

“He? He? Bir şey mi yaptım…?”

Kafası karışık şekilde gözlerini kırpıştırdı, bu da başkanın tekrar kıkırdamasına sebep oldu.

“Esas konumuza dönüp tanıtımlara başlamaya ne dersiniz? Ben üçüncü sınıf Iroha Shinou’yum ve, sizlerin de belki bildiğiniz gibi, öğrenci konseyinin başkanıyım. Özel yeteneğim herhangi bir yerde uyuyabilmemdir. Hobim ise atletizm.”

“Vatanın herbir yerinde yarışmalara katılabilmene rağmen, atletizm senin için sadece bir hobi he? Pek tutulmadığından eminim, öyle değil mi?”

Daiya lafa girdi.

“Senin sivri bir dilin var he? Ama benim için bir hobi olduğu basit bir gerçek. Ne de olsa atletizm için uygun değilim. O yarışmalarda fiziksel doğana güvenmekten başka bir çaren yok. Ve o konuda da pek yetenekli değilim. Bu yüzden, uymuyorum. Bu sadece bir hobi.”

“‘Dokunaklı alay’ deniliyor buna!”

“‘-Dedi genç alayvari bir biçimde.”

Diye yanıt verdi başkan sakin bir şekilde. Daiya ile ayak uydurabilmek, o gerçekten de insanüstüydü.

Yanındaki kızı dirseği ile dürterek onun devam etmesi için teşvik etti.

“Ah, a-adım, ehm, üçüncü sınıf ve, ehm, İroha ile ilk senemizde aynı sınıftayken aramız iyidi… ehm, özel yetenekler filan da mı İroha? Eeehmmm… herhangi bir özel yeteneğimi bilmiyorum… ama hobim okumak. Adım Yuuri --- Yuuri Yanagi.”

“He?”

Farkında olmadan mırıldandım.

O az önce «Yanagi» mi demişti?

“......He? Ehm, g-garip bir şey mi dedim?”

Kendisini «Yuuri Yanagi» diye tanıtan kızın kafası davranışlarımdan dolayı karışmıştı.

“Ah”

Aklımı başıma toparladım ve çılgın bir şekilde ellerimi salladım.

“B-Boşver! Sadece aynı soy isime sahip birini tanıyorum da.”

“A-Anladım…”

Yanagi-san---karışık olurdu, öyleyse Yuuri-san kullanmaya karar verdim---bana hala merak içinde bakıyordu, ama ardından,

“Yuuri, bitti mi?”

“Ah, ehm…”

Başkan tarafından bu soru geldi ve o gözlerini benden ayırdı.

“T-Tanıştığımıza memnun oldum.”

...Eyvah, belki de benim hakkımda garip bir izlenime kapılmıştı.

Bana sırıtan kahvrerengi saçlı çocuk ağzını açtı.

“Yuuri-chan çok tatlı. Benim tipim.”

“Fhüe!”

“Hey, birinci sınıf, Yuuri’ye asılma! Ayrıca, ‘chan’ ekleyerek fazla samimi davranıyorsun.”

“Bu arada, sen fazla iradelisin, o yüzden benim tipim değilsin Kaichou.”

“Umurumda değil. Hadi tanıtımına başla artık.”

“Tama~m. Ben birinci sınıf Koudai Kamiuchi’yim, tanıştığımıza memnun oldum. Ah, özellike seninle tanıştığıma memnun oldum, Yuuri-chan. Ondan sonra da, hobim slot makinesinde oynamak. ...ah, yanlış anlaşılma olmasın, oyun merkezlerindekilerden bahsediyorum.”

Şaşırtıcı bir şekilde, kahverengi saçlı çocuğun, Koudai Kamiuchi’nin tanıtımını Daiya böldü.

“Aa, demek o Kamiuchi sensin he. Senin hakkında sık sık söylentiler duyuyorum. Söylenenlere göre Pachinko makinesinde[1] hiç kaybetmemişsin?”

“Bu doğru değil ama. Yani, ama genel olarak kesinlikle kazanıyorum. Kısacası, iyi gözlerim var.”

“Haruaki Usui adlı herif senin beyzbol kulübüne girmen için seni keşfetmişti, değil mi? Çünkü sen orta okulda spor turnavalarında fırtına gibi esmekle ünlüydün.”

“Keşfetmek mi? Pek hatırlayamıyorum… ama hayır, hayır, lise beyzbolu benim için cidden imkansız! Ve benim gibi narin birisinin o merhametsiz antrenmanlara ayak uydurabilmesinin imkanı yok, değil mi? Bana en iyi eve gitme kulübü yakışıyor.”[2]

Yoksa Kamiuchi-kun, «Üç Süpermen»’in seviyesinde olmamasına rağmen, harika bir insan mıydı...?

“...ehm, Yuuri-san.”

“E-Evet?”

“Sen de acaba, bir ihtimal, aşırı zeki misin?”

“He? B-Ben, ehm… pek değilim.”

“Yuuri her zaman 1. sınıfın birincisi.”

Dedi başkan açıkca.

Üçüncü sene, birinci sınıf mı? O Tokyo ve Kyoto üniversitelerini hedefleyen seçkin bir sosyal bilimler sınıfıydı. Orada birinci miydi…?

“O-Onun sebebi senin fen sınıfında olman İroha. Sosyal bilimler sınıfında olsaydın, şüphesiz sana kaybederdim…”

“Aa, bu arada, anlaşılan giriş sınavındaki sonucum ikinciydi. Yuuri-chan, ikimiz de aşırı yetenekli birincilerimize rakip olamayan ikincileriz, öyle değil mi?

“H-Haa…”

Demek Kamiuchi-kun da sıradan bir insan değildi.

“Hımm. Sanırım hepimizin ortak noktasını çözdüm. Üst düzey öğrenciler… yani, fen ve sosyal bilimler oldukca farklı olduğu için kesin bir şey diyemem, ama anlaşılan hepimiz her senenin birinci ve ikincilerinden oluşan bir topluluğuz. Kişi sayısı da tam uyar.”

“Ah, ama benim sonuçlarım ortanın kıtı kıtına üzerinde? Son sınavlardaki sonuçlarım nispeten iyidi, ama ben yine daha dü---”

Başladığım sözümü yuttum.

Çünkü başkan, Yuuri-san ve Kamiuchi bana dik dik bakıyorlardı.

...Niye ki? Garip bir şey mi dedim az önce?

“Sadece doğruluyorum: Otonashi-san ve Oomine-kun da üst düzey öğrenciler, değil mi?”

Dedi başkan bakışını bana sabitleyerek. Sessizce başımı salladım.

“Anladım.”

Ardından sadece gözlerin gülümsemediği bir gülümseme ile sordu:

Öyleyse tek istisna niye sensin acaba?”

Gizlemeye bile uğraşmadığı baskıdan dolayı irkildim.

Bu da neydi böyle? Bana neden o şekilde bakıyorlardı?

“Düşüncesizliğin de bir sınırı var.”

Bu sözleri duyunca, başkan gözlerini benden ayırdı. Benden --- Maria’ya.

“Bunun ne tür bir oyun olduğunu bilmememize rağmen niye bu kadar gerginsin? Bu «kan davasını» desteklediğin ve katılmaya hevesli olduğun anlamına mı geliyor? Eğer öyleyse, tedbirli olmamız gereken kişi sensin.”

“K-Katılıyorum. Ne de olsa henüz bir şey başlamadı…”

Maria’yı sonuna kadar dinledikten sonra, Yuuri-san başkana gözünün kenarından bakarak bunu söyledi.

Başkana gelince, bir süreliğine dudaklarını büktü. Surat filan asmıyordu - bu sadece onun düşünürken yaptığı bir alışkanlıktı.

Ağzını ince bir çizgi haline getirdi ve iç çekerek,

“O da doğru. Bir grup üst düzey öğrenci olmamız sadece bir hipotez olduğundan dolayı, sırf biri uymuyor diye ona karşı tedbirli davranmak garip olur, değil mi. Ayrıca, hiçbir temel olmadan herkesten şüphe duyarsam birinin yalanına yakalanırım herhalde.”

“Yani, birde benim durduğum yerden eylemlerinin aşırı hızlı olmasıyla aramızda en şüpheli sensin Kaichou.”

“Hahaha, ben mi şüpheliyim? Bir ara bir aynaya bak.”

Daiya onun bu sözlerini duyduktan sonra memnun bir gülücük attı.

“...Ehm, ne yapıyorsun? Daha şimdiden suçluyu mu arıyorsun?”

Onların muhabbetini takip edemediğimden sorduğum bu soruya tepki olarak başkanın ağzının kenarları hafifçe kalktı.

“Suçluyu aramaktansa, ben sadece dikkatli olmam gereken insanları arıyorum. Bu oyunu düzenleyen ve ipleri elinde tutan kişi burada olabilir veya onun bir destekleyicisi bu «kan davasını» başlamasına sebep olabilir. Bir şey keşfedersem bir an önce bunu açığa vurmak istiyorum - çok geç olmadan.

İpleri elinde tutan kişi he.

İpleri elinde tutan kişiymiş --- buna sebep olanın kim olduğunu biliyordum.

---Daiya Oomine. Suçlu bir tek o olabilirdi.

...Ama onları bu gerçeği gidip söyleyemeyeceğimi fark ettim.

Burada dikkatsiz ifadelere izin verilmiyordu. Sırf üst düzey öğrenci olmadığım için kuşkulanıyordum. Diğerlerinin akışına ters giden eylemler anında şüpheye yer veriyordu.

«Bu Daiya’nın kullandığı bir ‘kutu’nun’ işi» desem ne olurdu?

Onlara şu an olduğundan daha da saçma gelecekti. En çok Daiya’yı düşman belirlemeye çalıştığımı düşünürlerdi.

O yüzden, ne kadar doğru olursa olsun, onlara ‘kutu’ hakkında söz edemezdim.

Bu da muhtemelen Maria’nın sert bir ifadeyle sessiz kalmasının sebebiydi.


«HıM, hım, hım - anlaŞılan - birbiriniZden kuşkulan - ma eğLencesine - uMut edildiği gibi - başlamıŞsınız - Çok güZel»

Hepimiz aynı anda odanın ortasındaki büyük ekrana baktık.

Ekranda önceki kesinlikle tatlı olmayan ayı vardı. İticiliği büyük ekranda daha da göze batıyordu.

Başkan ekrana bakarken alaycı bir gülücük attı.

“BetYogi çıktı yine.”

«Doğru konuş ve bana “Noitan-san” diye hitap et! Sırf bir okulun lanet konsey başkanı olduğu için kendinden gurur duyma!»

“Hop, Kaichou-sama! Lütfen susar mısın? Bu şekilde hiçbir yere varamayız.”

“Hayhay.”

Başkan Daiya’nın alaylı sözlerine sadece omuzlarını silkti ve uysalca ağzını kapattı. Biraz sessizlikten sonra Noitan tekrar neşelendi, görüntüsü normal görüntüsüne geri döndü ve garip sesiyle konuşmaya başladı.

«ŞimDi - [Asil Krallık]’ın - ne hakKında - olduğUnu - açıklayacağım!»

Ekranı sessizce izledim.

«Bu teMel olarak - bir ölDürme oyunu - ama tam oLarak - söyleMek gerekirse - herkeSin kraL’ın tahTını - çalmaYa çalıştığı - bir oyun Bu!»

Noitan’ın açıklamasını duyduğumuzda birbirimize baktık.

«Siz kaTılımcıLarın - herbiRine bir [sınıf] - veRildi - [Sınıf]’lar [Kral], [Prens], [Dublör], [Büyücü], [Şovalye] ve [Devrimci] olaBilir! HepSinin - kenDine özGü - özelLikleri var»


“Kendi [sınıf]’ımızı nasıl öğrenebiliriz?”

«[Sınıf]’laRınızı - odaNızdaki ekranlarDan - kontrol eDebilirsiniz! Bu araDa - doKunmatiKler ve - [sınıf]’ınıZa göre - kOntrol edilebiLirler»

Başkan kaşlarını çattı ve devam etmesini bekledi.

«Tamam, siZe [sınıf]’ları - aÇıklamadan önCe - bu [Asil Krallık]’ın sahNesi - hakkında biRaz - bilGi vereceğim! BiliyOr musun - bu ülKe - birÇok diğer ülKe - işGal eden - bir dikTatörlük - ve---»

“Noitan.”

Eğer oyun olsaydı muhtemelen birçok oyuncunun atlayacağı bir konuşma yapmak üzere olan Noitan’nın sözünü Maria böldü.

«Ne - olDu - Maria-chan - ?»

“Buna ihtiyacımız yok. Sadece bu oyun hakkında bilmemiz gerekenleri söyle artık.”

«Sana her şeyi güzel güzel anlatmak üzereyken böyle bir tavır alacak kadar yüzsüzsün demek! Çok kibirlisin seni lanet velet!»

Görüntü tekrar alışıldık kanlı gözlere değişti.

“Shindou için zaten az önce ‘lanet’ kullanmamış mıydın? Ne kadar zavallı bir kelime hazinesi.”

«Hata bulmak için vaktin varsa hayatta kalmanın bir yolunu bulsan iyi edersin seni zavallı kafes kuşu!»

Memnun, görüntüsü normale döndü.

«YapaCak bir - şEy yok - size sadeCe - öNemli kısımLardan - bahSedeceğim! ÖnceLikle - zaMan çizelGesine - iTaat etmeniz - geRekiyor yokSa - oTomatikMan [kaybedersiniz] - o yüzDen - dikKatli olun»

“...[kaybettiğimizde] ne oluyor?”

«İdam»

Hava dondu.

«KelleSini vurDurmak - doğruSu! GAyet makul - değil Mi? - ZamaNa bile - aYak uydurAmayan - biriNin ölMesi - daHa iyi - ne De olSa»

Yuuri-san gözlerini bile kırpmadı. Ve «İdam»’ın ciddiye alınması gerektiğini fark ettiği an, suratı daha da sarardı.

Noitan onun tepkisini tamamen görmezden geldi ve devam etti.

«Ayrıca, - evRensel bir - zamAn sınıRı var! BeSininiz - yeDi porsiyon - kaTı yemektEn - oluŞuyor - Bu tAm - bir hafTa için - yeterLi - Her güN - bu siHirli porSiyonlarDan - bir taNe - yerseNiz - acıkMazsınız! FaKat - hEr gün - bir taNe - yiYemezsiniz - açLıktan - mumYa olurSunuz!»

“Mumya… he.”

Başkan bükülü dudaklarla başını kaşıdı.

“Öyleyse bu oyunu nasıl kazanabilirim? Doğrusu, ne yapmam gerektiğine dair en ufak fikrim yok.”

«Peki - kazanma koşulları - [sınıf]’ınıza göre - değişiyor - Örneğin - eğer siz - [Kral]’sanız - tahtı hedefleyen - bütün oyuncuları - eleyerek kazanabilirsin! ŞimDi - her biRi için - deTaylaRı - göRünteleYeceğim»

Noitan ekrandan kayboldu, onun yerini harfler aldı.


[Kral]
O önceki hükümdara suikast yaparak tahta geçen kral ve birçok istilada yürüttü. Şüpheci bir kişiliğe sahip olmaklar birlikte, onun tahtını tehdit eden kişileri öldürmeyi planlıyor. Şüphesinin başkalarının ona olan sadıklığını kaybetmelerine sebep olduğunu fark etmiyor.
Kendi emrinin altındakilere [cinayet işlemelerini] isteyebilir, ama onları buna zorlayamaz çünkü o durumda onların düşmanlığının kendisine yöneleceğinden korkar.
Başkalarına güvenemeyen bir adam tarafından yönetilen bir vatanın geleceğinin iyi olması olası değildir.
[Kral]’ın Yetenekleri
  • [Cinayet]
    Öldürmek istediği bir oyuncuyu seçebilir ve ya [Büyücü]’den ya da [Şovalye]’den bu eylemi yapmalarını rica edebilir. Seçmesine gerek yoktur.
  • [İkame]
    Tek bir günlüğüne [Dublör] ile yer değiştirerek [Suikast]’ın hedefi olmaktan kurtulabilir. Eğer o günde hedef olarak seçildiyse, [Kral]’ın yerine [Dublör] ölür.
[Kral] için Kazanma Koşulları Tahtını korumak. (Kralın tahtını tehdit edenleri Elemek - [Prens] [Devrimci])
[Prens]
Hırslı bir insan. O aslında kral’ın konumunun varisi için üçüncü sıradaydı. Ama kralın şüpheciliğinden yararlanarak, diğer prensleri öldürttü ve birinci sıraya çıktı. Bu güvensizliğe karşı korunmak için karşı-büyü elde etti.
Eğer tahta çıkarsa, bu vatan muhtemelen öncekinden daha kötü bir diktatörlüğe dönüşecek.
[Prens]’in Yetenekleri
  • [Taht Varisi]
    [Kral] ve [Dublör] öldüğünde [Cinayet] yeteneğini kullanabilir.
  • [Karşı Büyü]
    [Büyü] tarafından öldürülemez.
[Prens] için Kazanma Koşulları Kral olmak. ([Kral], [Dublör] ve [Devrimci]’nin Elenmeleri)
[Dublör]
[Kral] ile tıpatıp aynı gözüken eski bir çiftçi. O pek hırslı değildir, ama [Prens]’in kazanmasına kesinlikle izin veremez, çünkü onun tarafından hep rezil edilmişti.
Eğer hiçbir ideale sahip olmayan o, kral olursa, bu vatan kaşla göz arasında haraplaşır.
[Dublör]’ün Yetenekleri
  • [Miras]
    Eğer [Kral] ölürse veya [İkame] kullanılırsa, [Cinayet]’i kullanabilir.
[Dublör] için Kazanma Koşulları Onu öldürmeye çalışanların ölümü. ([Prens] ve [Devrimci]’nin Ölümü)
[Büyücü]
[Kral]’ın bir astı. [Prens]’in büyü öğretmeni ve [Prens] ile iyi anlaşır. Büyü araştırmalarını sürdürebildiği sürece memnundur ve kralın tahtına hiçbir ilgisi yoktur.
Büyü yeteneklerini ne kadar geliştirirse geliştirsin, kimse kendi kabuğuna çekilen bir kişiye değer vermez..
[Büyücü]’nün Yetenekleri
  • [Büyücülük]
    [Cinayet] ile seçilen kişiyi başarıyla öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Hedeflenen karakter yanık bir ceset olur.
[Büyücü] için Kazanma Koşulları Hayatta kalmak.
[Şovalye]
[Kral]’ın bir astı. Ast olmakla birlikte, kendi topraklarını harabe ettikleri için kraliyet hanedanına karşı intikam almayı planlıyor. Sırf kraliyet hanedanını öldürerek mutlu olabileceğine gerçekten inanır.
Elbette ki, kendi hislerine boğulmuş bir adam sadece talihsizliğin karanlığına kapılır.
[Şovalye]’nin Yetenekleri
  • [Öldürücü Darbe]
    [Cinayet] ile hedeflenen kişiyi öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Sadece [Büyücü] öldüğünde kullanılabilir. Hedeflenen karakter kafasının kesilmesinden ölür.
[Şovalye] için Kazanma Koşulları İntikam almak. ([Kral] ve [Prens]’in Ölümü)
[Devrimci]
O [Kral]’ın sağ koludur. Kabiliyetliğinden dolayı, eğer bu vatan böyle devam ederse harap olacağını fark etti. O yüzden, kendisini vatanı ele geçirmek için hazırladı.
Suikastlardan dolayı karamsarlık duyguları yoğunlaşmış bir hükümdar bir krallığı yönetmekten acizdir. En çok kendisine suikast düzenlenecektir.
[Devrimci]’nin Yetenekleri
  • [Suikast]
    Hedeflenen bir karaktere suikast yapabilir. Seçmesi gerekmez. Hedeflenen karakter boğazı sıkılmış bir ceset olur.
[Devrimci] için Kazanma Koşulları Kral olmak. ([Kral], [Prens] ve [Dublör]’ün Cinayeti)
* Oyun kalan oyuncular için kazanma koşulları yerine getirildiğinde biter.

Herkes sessizce metini okuyor ve anlamını çıkarmaya çalışıyordu.

Ben de bütün gücümle ekrana bakıyordum, fakat ne yapacağımı şaşırmıştım. Sadece [Cinayet] ve [Suikast] gibi kelimelerin [Asil Krallık]’ın bir ölüm oyunu olduğuna dair kanıt olduğunu anlamıştım.

“Hey, BetYogi.O [Büyü] ve [Suikast] eylemlerinde nasıl bulunabiliriz?”

Diye sordu başkan.

«KoMuta ilgili - oYuncunun odasının - ekRanında çıkar - GerÇekleştirmek için - saDece ekrandaki - düğmeYe basman geRek! O yüZden - biLet almak kadar - koLay birini öldürmek»

Benim haricimde herkes bunu duyduktan sonra sarılaştı. Herkesin neden böyle bir tepki verdiğini pek anlamadım ve Maria’ya baktım.

“...Maria, ehm.”

“Bu durumdaki tehlikeyi anlamıyor musun?”

Başımı yavaş bir şekilde iki yana salladım. Bunu görünce, Daiya hayretle güldü. ...Bilmiyorum, o yüzden yapacak bir şey yok, değil mi!

“Tamam, kendini tehdit altında hissettiğini varsayalım. ...hayır, bu yine yetersiz kalır. Diyelim ki kesinlikle öleceğini fark ettin. Bu açmazdan kurtulmak için belirli birini öldürmen gerekiyor. Bu kişiyi bıçakla öldürebilir misin Kazuki?”

“Ö-Öldürebilmemin imkanı yok!”

“Öyleyse sadece bir düğmeye basman gerekse?”

“He…?”

Tek bir düğmeye basarak kendi hayatımı güvenceye alabilirdim. Başkasının canını alarak.

“.......Y-Yine de yapamazdım! Öldürmek gibi bir şey…”

“Yani, senin için sanırım öyledir. Fakat, buradaki diğer kişilerin aynı sonuca vardığını düşünüyor musun?”

Anında etrafa baktım.

Etkin öğrenci konsey başkanı. Endişeli gibi gözüken Yuuri-san. Garip bir kaygısızlığa sahip olan Kamiuchi-kun. Sonunda da, ‘sahip’ - Daiya.

“Sen dahil buradaki altı katılımcının hayatı tehlike altında olduğu durumda başkasının canına kıymayacağına dair kesin kanıtın var mı? ...Açık açık söylemek gerekirse, bende yok.”

Diğerleri için de muhtemelen aynı şekildeydi.

“Buradaki herkes muhtemelen başkasının onları öldürebileceğini göz önünde tutuyor. Ve bu kuşkunun durumumuzu daha da kötü yapacağını söylememe gerek bile yok, değil mi?”

“A-Ama sırf başkasını bir düğmeye basarak öldürebilmek bunu rahatlıkla yapabilmek anlamına gelmez!”

“Ama ya süre sınırı yaklaşırsa?”

“...Süre sınırı mı?”

“Yeşil ayı dememiş miydi? Evrensel bir süre sınırı var; başka bir diyişle, mevcut yemeğimiz biter bitmez ölürüz. Bunun anlamı da hiçbir galip olmadan herkes kaybeder… başka bir hitapla, hepimiz ölürüz.”

Nefesim kesildi.

“Amacımız galip olmak değil. Amacımız bu oyundan kurtulmak. Ama süre dolunca, bu amaç sarsılacak. Bu amacı elde etmekten vazgeçen kişiler olacak. Hayatta kalmaya öncelik verebilirler. Herkesle birlikte ölmektense, kendi kazanma koşullarını yerine getirmenin daha iyi olacağını düşünmeye başlayabilirler. Ve ilk ceset ortaya çıktığında---biter.”

“.......Niye?”

“Ceset vardı. Diğer oyuncular bu oyunu etkin olarak oynayan biri olduğunu keşfetti. Hiçbir şey yapmazlarsa, onlar da ölürler. O yüzden, diğer oyuncuların da oyuna katılmaktan başka çareleri olmaz. O durumda da, bir galip olana kadar oyun devam eder.”

Maria açıkca açıkladı - kimse itiraz etmedi. Diğerleri muhtemelen ona katılıyorlardı.

“İlk ceset ortaya çıktığında, biter…”

Kısacası, biri o hatayı yapmadan önce bu oyundan bir kaçış yolu bulmamız gerekiyordu.

«Peki peki PeKi - bu oyuNun - nasıl işLediğini - anlaDınız mı? Şimdi ben - zaman çizelgeSini görünTüleyeceğim! - Bu zaman çiZelgesine - saDık kalın ve - 5 dakiKalık müsamaHa - ile haReket edin - taMam mı?»

Ekrandakiler temizlendi ve yerine bir zaman çizelgesi gösterildi.

~12 <A>
- Ara, kendi odanızda hazırda bekle
12~14 <B>
- Büyük odada toplanma
14~18 <C>
- 14:40’a kadar [Gizli Buluşma] eşinin seçimi. Seçilen karakterin odasında 30 dakika geçir.
- [Kral], [Cinayet] cinayet için bir hedef seçebilir.
- [Büyücü] [Büyü] kullanabilir ([Şovalye] [Öldürücü Darbe] kullanabilir).
([Büyü] veya [Öldürücü Darbe] ile hedeflenen karakter saat 17:55’te ölür)
18~20 <D>
- Büyük odada toplanma.
20~22 <E>
- Kendi odanızda yemek.
(Eğer yemek yok ise mumya’ya dönüşerek ölüm)
- [Devrimci] [Suikast] kullanabilir.
([Suikast] ile hedeflenen karakter anında ölür)
22~ <F>
- Ara, uyu

«Not alManıza - geRek yok! SınıfLar ve - zamAn çizelgesi - hakKında detayLı bilgi - taŞınabilir ciHazlarınızın - içinde var - KoNuşmaLar da bu - cihazDa bulunur - o yüzDen - uMarım işiniZe yarar»

“Ühe, bunda şu anki konuşmamız mı kaydediliyor?”

“Kayıt edilmemesi gereken bir şey filan mı söyledin?”

Başkan Kamiuchi-kun’un nidasının hemen ardından ona baskı yaptı.

“Doğrusu, hayır. Ne ima etmeye çalışıyorsun…?”

“Başkalarına senin [sınıf]’ını belli edecek şeyler söylememeye dikkat etmen gerekeceğini düşünmedin mi? Oyuna katılmaya da ne kadar sabırsızsın öyle!”

Kamiuchi-kun alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Haha, yani, bu gidişatta kendi zaafını belli etmek isteyecek kimse yoktur.”

Kamiuchi-kun’un tetikte olması anlaşılır bir durumdu. Bu oyuna katılmayı düşünmememe rağmen, diğerlerinin [sınıf]’larını ben bile öğrenmek istiyordum. Özellike bana ve tehlikeli olan [Devrimci]’ye karşı gelenleri.

Bu sebep uğruna biz büyük bir ihtimal kayıtları okuyacaktık.

Ama bu eylemin kendi içerisinde tehlikesi olabilirdi. Eğer endişelenip kuşkudan deliye dönmüş bir şekilde kayıtları incelersek, ıvır zıvırın bile gözümüze takılıp şüphemizi daha da kötü yapacağı içime doğmuştu.

Sonunda da, bu şüpheye dayanamayıp, birisi düğmeye basacaktı ve---

...Doğru. Bu kayıtın da oyuna katılmamız için bir vesile olduğundan emindim.

«TaMam o zaMan - hePinize iyi bir - saVaş dilerim! - SadeCe oyuNu - herKesin mumYa’ya döNüşmesi - gibi sıKıcı bir - şekilDe sOnlandırmayın - taMam mı?»

Ondan sonra, Noitan ekrandan kayboldu.

“O lanet BetYogi…”

Başkan küfretti.

Can yakıcı mekanik ses kayboldu ve oda sessizliğe büründü. Herkes sessiz kaldı ve kimse ağzını açmadı. Belki de bunun sebebi ayrıca konuşmalarımızın kayıt olduğunu bildiğindendi, bu da konuşmayı sinir bozucu derecede zor yapıyordu.

Sessizliği bozan kişi başkandı.

“Otonashi-san.”

“Ne?”

“Daha önceden laf arasında amacımızın «bu oyundan kaçmak olduğunu» söyledin. Ama bunun mümkün olduğunu düşünüyor musun?”

“Tabi ki de düşünüyorum. Sen öyle düşünmüyor musun?”

“Ben… doğrusu, çok zor olabileceğini düşünüyorum. Ne de olsa ben mantık ile idrak ederim, ve buradaki ortamın «anormal» olduğunu hissediyorum. Bunun sadece benim değil, ama herkesin fikri olarak varsayıyorum, haksız mıyım?”

Yuuri-san ve Kamiuchi-kun başlarını salladılar. Ben de aceleyle başımı salladım.

“Böylesine [saçma] bir yerde bizim için bir kaçış yolu olduğunu mu düşünüyorsun? Eğer öyle düşünüyorsan, lütfen bana bunun sebebini söyle.”

Hafif tonuna rağmen, sesi bir sorguya çekmiş gibi katıydı.

Diğerleri bile Maria’ya jüri üyeleri gibi bakıyorlardı.

...Maria’nın iddiasının bir sebebi vardı. Maria bir insanın ne kadar saçma bir yer olursa olsun, bu ‘kutu’dan kurtulabileceğini biliyordu.

Bana sadece bir anlığına gözünün kenarından baktı ve,

“...gerçekten de zor olabilir. Ama tek sahip olduğumuz amaç bu. O yüzden ne kadar ümitsiz gözükse de, ona inanmaktan başka bir çaremiz yok… yoksa haksız mıyım?”

Beklenildiği gibi, ‘kutu’nun niteliğini gizledi.

“Sanırım öyle. Dediğin gibi.”

Anlaşılan başkan Maria’nın tereddütsüz gerekçesini kabul etmişti.

“Kaichou. Senin şu az önceki «bu oyundan kaçmak zor» şeklindeki ifaden bu ölüm oyununa katılımının ilanıydı, değil mi?”

Sordu Daiya alaycı bir şekilde, yüzünde tekrar kazanmışcasına bir ifadeyle.

“Tekrar hata mı bulmaya çalışıyorsun? Yanılıyorsun! Ben asla kimseyi öldürmem. Diyelim ki burada cinayet günah olmasa ve tek bir tuşa basarak cinayet işlenebilse bile, kişinin cinayet işlediği gerçeği değişmez. Eninde sonunda bu günahı daha fazla kaldıramayıp hayatımı yok ederim. Bu kadarını hayal edebildiğim için, asla yapmam.”

Daiya bu mükemmel gibi gözüken cevaba karşılık cık sesi çıkarttı.

“Benim için de… aynı şekilde.”

“Hepimiz senin yapamayacağını biliyoruz Yuuri-chan~! Ah, bu arada, ben de bu cevabı vereceğim.”

“Bak bak nasıl da sürüye uyuyor… Yuuri bir yana, senin ifadene hiç güvenemiyorum Kamiuchi-kun.”

“Ühe… böyle olma ama Kaichou!”

“Gerçi, en az güvenebileceğim kişi Daiya ama.”

Daiya onun az önceki alaylarına tepki veren başkana müstehzi bir gülümseme ile yanıt verdi.

Ardından da,

“Evet. Çünkü kendi iyiliğim için öldürürüm.”

Soğukkanlılıkla herkesi kendine düşman eden bir ifadede bulundu.

▶İlk Gün <C> [Kazuki Hoshino]'nun Odası

«Senin [sınıf]’ın [Büyücü].»

Odama döner dönmez ekrandaki bu iletiyi fark ettim.

Öyle ya, altı [sınıf] arasında düşmanı olmayan bir tek [Büyücü] vardı.

“...aah”

İçimin rahatlamasıyla birlikte nefes verdim.

Amacımız [Asil Krallık]’ın başlamasını engellemekti. Ama gerçek bir düşmanımın olmamasını bilmek yine de çok rahatlatıcıydı.

“...hım?”

Ekranın en alt tarafında bir ileti bulunuyordu.

«[Cinayet] için henüz hiçbir hedef seçilmedi.»

---[Cinayet]. [Kral] bu komuta ile öldürmek istediği kişiyi seçebilir.

Sanırım [Kral] [Cinayet] için bir hedef seçerse, [Büyü] kullanma komutası---başka bir hitapla birini öldürme komutası---orada bulunacaktı.

Bunu düşünmek istemiyordum. Ne birinin başkasını öldürmeyi isteyeceği bir durum hakkında, ne de bu düğmeye basmamı gerektirecek bir durum hakkında düşünmek istemiyordum.

“......İyiyim, her şey yolunda olacak.”

Bu şekilde mırıldanarak kendimi rahatlattım. Birbirimizi öldürmeye başlayacak değildik ya. Çünkü diğerleri de bunun olmasını dilemiyor olmalıydı.

En azından zaman sınırı ile sorunumuz olmadığı erken aşamalarda, bir şeyin meydana gelmesinin imkanı yoktu.

“......”

Gerçekten mi?

Altımız arasında Daiya’nın da bulunduğunu unutmamalıydım.

«Yah yah yah - Kazuki-kun - [Gizli Buluşma] - vakTi geldi!»

Noitan her zamanki gibi çatkapı ortaya çıktı.

Buna alıştığım için, o kadar korkmamıştım ve ekrana bakmak için başımı kaldırdım. Her zamanki gibi, ağzını açıp kapatan çirkin yeşil bir ayıydı.

«Lütfen - konuşMak isteDiğin - bir oYuncu seç - ArdınDan bu - oyunCunun odasıNa - sadece yaRım saatliğiNe - giDebilirsin! Eğer ki - birDen çok - kiŞi belirli - bir oyuncuYu - seÇerse buLuşmalar - en hızLıdan - en yavaŞa - şeklinDe yer aLır!»

Noitan ekrandan kayboldu ve ortaya altı tane isim ve bu isimlerle uyan resimler çıktı.

“...Seçtiğim kişi beni de seçerse ne olur?”

«Hiç! SadeCE - konuşMak için - iki kat daHa - çok zaManınız oLur»

Noitan cevabıma sadece sesi ile cevap verdi.

Masadaki taşınabilir cihaza bakarken, sordum,

“...ehm, diğerleri de [Gizli Buluşma]’daki konuşmamızın kayıtını görebilirler mi?”

«GöRemezLer! - SadeCe - taŞınabilir cihaZın - sahiBinin kenDi - duyDuğu şeyler - kayıt ediLir - Örneğin - biRi seninLe - ayNı yerde - olSa bile - duyMazsa konuşMa - oNun için - kayDolmaz - Ama [Gizli Buluşma]’da - kiminLe görüşTüğünün bilgisi - diğerleRinin kayıtLarında - bulunAcak - o yüzDen - dikKatli ol»

Kimi seçmeliydim… yani, tek bir kişi vardı.

Tabi ki de, «Maria Otonashi»’nin düğmesine bastım.

«TaMam - Lütfen herKes - bir eş - seÇene kadar - bekLe»

Acaba diğerleri kimi seçeceklerdi…?

...bu sadece bir önseziydi, ama bence Maria beni seçmeyecekti. O, benim onu seçeceğimi tahmin ettiğinden emindim.

O yüzden, onun seçeceği kişi---Daiya’ydı.


«TaMam - anlaŞılan herkes - kaRar verdi - ŞimDi kimin - kiMi seçTiğini - gösTereceğim»

Noitan tekrar kayboldu ve ekranda isimler ortaya çıktı.

[Iroha Shindou] -> [Koudai Kamiuchi] 16:20~16:50
[Yuuri Yanagi] -> [Iroha Shindou] 15:40~16:10
[Daiya Oomine] -> [Kazuki Hoshino] 15:40~16:10
[Kazuki Hoshino] -> [Maria Otonashi] 15:00~15:30
[Koudai Kamiuchi] -> [Yuuri Yanagi] 15:00~15:30
[Maria Otonashi] -> [Daiya Oomine] 16:20~16:50

Beklediğim gibiydi, Maria Daiya’yı seçmişti. Ve Daiya da---

“...Ah!”

Daiya… beni mi seçmişti?

“Neden…?”

Onun amacını algılayamıyordum. ...Öncelikle ne işler karıştırdığını bilmiyordum, o yüzden bunun sebebini bilebilmemin imkanı yoktu.

Ama neyse ki Maria ile buluşmam daha önceydi.

Diğer türlü olmadığını sevinmiştim. Eğer Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’m Maria ile olan [Gizli Buluşma]’dan önce olsaydı, tam da onun istediği gibi davranmış olurdum. Ama şimdi Maria ile birlikte bir strateji düşünebilirdim.

Diğerlerinin kimi seçtiğini doğruladım. Yuuri-san’ın ve Kamiuchi-kun’un seçtiği oyuncular makul, ama Kaichou’nun Kamiuchi-kun’u seçmesi biraz şaşırtıcıydı.

«ZaMan gelinCe - kaPı açılacak! Eğer kapıDan - girerSen - otomaTikman doğru - kiŞinin odasına - vaRacaksın - o yüzden lütFen - iÇiniz rahat olSun»

▶İlk Gün <C> [Maria Otonashi] ile [Gizli Buluşma], [Maria Otonashi]'nin Odası

Karanlığın içine adım attığımda hiçliğin içine düşmekten korkuyordum, ama kendimi benimkine benzer bir odada buldum. O kadar benzerdi ki odamın sadece tersine döndüğünü hissetmiştim.

“Geldin mi?”

Maria yatağın üzerinde oturuyordu, gözleri benim üzeremdeydi ve yatağa hafifce vurarak onun yanında oturmam için beni teşvik etti.

“Gevezelik etmek için yeterince zamanımız yok, o yüzden doğrudan ana konuya gireceğim.”

“...ehm, ana konumuz neydi…?”

“Oomine’den ‘kutu’yu nasıl çalabiliriz tabi ki de. [Asil Krallık]’ta yer almayı düşündüğünü söyleme sakın?”

Onun yanında otururken başımı iki yana şiddetle salladım.

“Amacımız her zamanki ile aynı: ‘Asılsızlık Oyunu’nu sonlandırmak. Gerçi, bu sefer sahibin kim olduğunu bildiğimiz için kolay olduğu söylenebilir.”

“...Ama acaba Daiya kendi özgür iradesiyle bize ‘kutu’sunu verir mi acaba…”

Maria benim söylediklerimi duyduktan sonra kaşlarını çattı.

“...doğru. Onu ikna etmekten başka bir çaremiz yok, ama…”

“...bu kolay bir görev olmayacak mı?”

“Kolay olduğunu mu düşünüyorsun?”

Tekrar başımı iki yana salladım.

Onu ikna etmekte başarısız olmak aynı zamanda onun ‘kutu’suna erişemediğimiz ve alamadığımız anlamına gelirdi.

Eğer o durum meydana gelirse, onun ‘kutu’sunu ezmemiz gerekecekti---Daiya ile birlikte.

“...Hey, Maria. Eğer Daiya [Asil Krallık]’ta kaybederse, bunun otomatikman ‘Asılsızlık Oyunu’nun sonu da olacağını düşünüyor musun?”

“Bu ‘Asılsızlık Oyunu’nun doğasına bağlı, o yüzden henüz kesin bir şey söyleyemem… ama ‘Reddeden Sınıf’ sayesinde Oomine’nin kişiliği hakkında bilgi edinmek için birçok fırsatım oldu. Onu orada uzun bir süre izlemiş olmakla, bence, herkes için kaybetmenin anlamı ölüm olduğuna göre, Oomine’nin kendi oyununda kaybedişi de aynı sonucu verir. Sen de öyle düşünmüyor musun?”

Başımı salladım. Onun amacı ne olduğunu bilmiyorken kesin bir şey söyleyemezdik… ama Daiya kadar gururlu birisinin kurallara uymaması da hiç de akla yatkın değildi.

“......Hey,”

Ben düşüncelerime kapılmışken Maria gözlerimin içine baktı.

“Sen… Daiya’nın ölümünü istiyor musun?”

“Ha?”

Maria bana her zamanki gibi sakin bir ifadeyle baktı, ama içerisine hafif bir endişe karışmıştı.

...Tabi, az önceki sorum Daiya’yı öldürme teklifi gibi gelmiş olabilirdi.

“Ben istemiyorum! Ben asla Daiya’nın ölümünü istemem!”

“...Anladım.”

Bu kelimelere eşlik eden gülümsemenin kaynağının rahatlama olduğu belliydi.

...doğru. Maria’nın öyle bir yöntemi kullanmayı istemesinin imkanı yoktu.

“Daiya’nın ölümü ile buradan kurtulmak; bu bir çare değil ki!”

“Doğru. Tam da söylediğin gibi.”

“Yani, öyle söylüyor olabilirim, ama ne yapacağımı hala bilmiyorum…”

Bunu mırıldadığımda, Maria asık suratla konuşmaya başladı.

“......Bunu teklif etmekten çekiniyorum, ama dinle. Oomine hariç, diğerlerinden... yardım istememiz gerekebilir, özellikle Shindou. Eğer hepimiz aynı düşünceye varabilirsek, [Asil Krallık]’tan korkacak hiçbir şey kalmaz.”

“...Nasıl yani?”

“Eğer onların ‘kutu’ları kavrayabilmelerini ve Oomine’nin ‘sahip’ olduğu gerçeğine inandırabilirsek, herkesin düşmanının kim olduğunu belirtebiliriz. Kimin kimi öldürüceği belli olmayan en kötü durumu da engelleyebiliriz. [Asil Krallık] birbirimizden kuşkulanmadığımız sürece başlamayan bir oyun.”

“...Ama onlara ‘kutu’ hakkında bilgilendirmek zor, öyle değil mi?”

“Evet, aynen öyle. Herhangi bir göze çarpan eylemin doğrudan tehlike ile eş olduğu şu anki durumda onlara sırf ‘kutu’dan bahsetmek bile son derece zor.”

“Evet… neden tereddütlü olduğunu çok iyi anlayabiliyorum!”

“...Uygulaması zor olduğu için tereddütlü değilim.”

“He?”

“Anlamıyor musun? Onlara ‘sahip’in kim olduğumu söyle; Onlara düşmanlarının Daiya Oomine olduğunu söyle. Ama eğer öyle yaparsan, herkes Oomine öldüğünde kurtulacaklarını öğreniş olur. Ve unutma ki burada başkalarını sadece bir düğmeye basarak öldürebiliriz.

Nefesim kesildi.

“Oomine kolay kolay ikna edilebilecek biri değil. Shindou ve diğerleri gerçeği öğrense bile ‘Asılsızlık Oyunu’nu durduracağını düşünmüyorum. Ama diğerleri bu tavıra nasıl tepki verir? Herkes sınırlı bir zamanı olan, ve her an ölebilecekleri bir ortamda sabırlıkla onun fikrini değiştirmesini bekleyecek midirler? Bence beklemezler. Eğer duraklarsak---”

Maria keyifsizce tısladı.

“---Shindou muhtemelen Oomine’yi öldürür.”

“Yok ar---”

Derin bir nefes aldım ve devam ettim.

“Yok artık… K-Kaichou kendisi demedi mi? Birini öldüremeyeceğini.”

“Bu ifade içini rahatlattı mı?”

“...Bunun bir yalan olduğunu mu düşünüyorsun Maria?”

“Yalan mı değil mi bilmiyorum. Fakat, Shindou gerçeği söylüyorsa eğer, o kadar daha fazla tehlikeli olur.”

“N-Niye ki…?”

Maria sessizce ayağa kalktı, masadaki taşınabilir cihazı aldı ve kurcalamaya başladı. Ardından kayıtlı bir ses dosyasını oynattı.

«Eninde sonunda bu günahı daha fazla kaldıramayıp hayatımı yok ederim. Bu kadarını hayal edebildiğim için, asla yapmam.»

“Bu ifadedeki tehlikeyi görüyor musun?”

Başımı iki yana salladım.

“Shindou diyor ki---kendi hayatını mahvetmeye hazır ise öldürebilir.”

Bu biraz abartılı bir yorum gibi gelmişti, ama… bu şekilde algılamak gerçekten de mümkündü sanırım?

“A-Ama çok iyi bir sebep olamdan kendi hayatını kolaylıkla mahvetmeye hazır olamazsın ki!”

“Gerçekten öyle bir sebep olmadığını mı düşünüyorsun? Kafadan bir kaç tane sayabilirim. Düşüneyim… örneğin, onun için Yanagi’yi kurtarmak çok iyi bir sebep olmaz mı?”

Dedi sakince, beni de bununla susturarak. Bu hakikaten de Kaichou’ya o son sınırı aşması için iyi bir sebepti.

Doğru, ne de olsa bu günlük hayat değildi. Bu ‘kutu’ tarafından bükülen bir olağandışılıktı. Herhangi bir miktarda çok iyi sebep olabilirdi.

“Kazuki, bunu zaten biliyor olman gerekir, ama ne sebep olursa olsun, ben kimseyi öldüremem.”

“Evet, biliyorum.”

“Senin için de aynı şekilde olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebini Shindou gibi anında söyleyebilir misin?”

Böyle sorduğunda düşünmeye başladım.

Neden öldüremezdim?

---Başkalarını öldürmekte sorun olmadığını düşünmenin mağrur olduğu için miydi?

---Diğer kişiye acıdığımdan dolayı mıydı?

---Ahlakım izin vermediği için miydi?

Birkaç tane düşünebildim, ama hiçbiri tam doğru gelmemişti. Hiçbirinin yanlış olduğunu düşünmüyordum, ama doğru gibi de gelmemişlerdi. Bunların hepsi öldüremediğimin gerçeğinden sonra gelen sebepler.

“Aklına hiçbir şey gelmiyor mu...?”

“...evet.”

Yere bakarken cevap verdim.

“Öyle olması gerekir.”

“He?”

“Shindou’nun hayal gücü filan ile hakkında söyledikleri doğru değildi. Başkalarını gerçekten öldüremeyecek birinin hiçbir sebebi yoktur. Sen ve ben---biz sadece öldüremeyiz.

...Doğru. Aynen öyleydi. En doğal gelen de buydu.

“Öldürememek için bir sebep düşünebilmek ve bunu başkalarına rahatça söyleyebilmek doğal değil. Shindou sadece bize kendisinin tehlikeli olmadığını inandırmaya çalıştı. Yani, bu yine de Oomine’nin düşmanlığını sergilemesinden daha faziletli.”

“Acaba Daiya’nın tehlikeli bir konumda bulunmasına rağmen, bu şekilde davranmasının sebebi ne…”

“Yani, her zamanki tavrını göz önünde bulundurursak, Shindou ve diğerleri gibi «Ben karıncayı bile incitmem» pek de inandırıcı olmaz. Böyle bir açıdan bakılmasyıla, kişiliği [Asil Krallık] için şaşırtıcı derecede aleyhine olabilir.”

...doğru, şu an bakılırsa, hayatı en çok tehlikede olan oydu.

Diğer bir yandan, Yuuri-san şaşırtıcı bir şekilde en güvenli konumda olabilir.

“Ah, doğru. Merak ediyordum da: bu ‘Asılsızlık Oyunu’ iç kutu mu dış ‘kutu’ mu?”

Maria’nın bakışı bu soruyu duyduktan sonra daha da delici oldu.

“Ö-Özür dilerim. Düşünmüyordum. D-Doğru ya, böylesine çılgın bir ‘kutu’ mutlaka iç---”

“Bu bir dış ‘kutu’.”

“...Ha?”

“‘Asılsızlık Oyunu’ bir dış ‘kutu’dur. Seviyesi de 5 civarında olmalı.”

Yanlış hatırlamıyorsam eğer ‘Balçıkta Yedi Gece’nin iç değer seviyesi 4’dü. Sırf rol değiştirmekten ibaret bu ‘kutu’dan çok daha yüksek.

Ama eğer dış ‘kutu’ ise---

“Bu demek olur ki bu duruma belirli bir noktaya kadar inanıyor. ...belki de, ‘sahip’ ‘kutu’ya hakim olabildi.”

Nefesim kesildi. Bu… oldukça muazzam olurdu, değil mi?

“Bu durumdan dolayı onu ikna etmek zor. Şimdiye kadarki ‘sahip’lerin hepsi ‘kutu’larını kullanırken az çok mantıklıydılar. Bu hataları kullanarak onlara ‘kutu’larını bize vermelerini sağlayabildik.”

“...ama bu sefer hiç yok.”

Açık konuşmak gerekirse, Daiya’nın ‘kutu’ya hakim olabildiğine inanamıyordum. Ne de olsa Daiya ihtimamlı bir gerçekçiydi. ‘Dilek’leri kendileriyle birlikte gelen kuşkularla gerçekleştiren bir ‘kutu’ya uygun değildi.

“Her neyse, bunun anlamı gerçekliği etkilemesi kaçınılmaz. O yüzden bu [Asil Krallık]’ta yaşadıklarımızın anıları büyük bir olasılıkla kalacak ve sonucu da gerçekliği de etkileyecektir.”

“Dolayısıyla, oyun içerisinde ölürsek, gerçek hayatta da mı ölüyoruz…?”

“Evet, bu şekilde düşün. ...haberin olsun; sırf dış değil, ama iç ‘kutu’larda da «ölüm»’ün etkisi büyük bir şey! ‘Reddeden Sınıf’ içerisinde defalarca ölmeme rağmen burada sağ salim durabilmemin tek sebebi sadece «ölüm»’ün kendisini geçersiz kılan o ‘kutu’nun kendine özgü bir özellikten dolayıydı. Eğer son ‘Okul Transfer’inde, 27,756. defa’da ölseydim, ya gerçekten ölürdüm ya da en azından ölüme eşdeğer olan gecikmiş etkiler yaşardım.”

“...Anladım.”

Her neyse, kısacası:

Burada «ölüm» gerçek hayatta «ölüm»’e eşitti.

“O yüzden, [Asil Krallık]’ın başlamasına kesinlikle izin veremeyiz.”

Açık konuşmak gerekirse, belki de yeterince tehlike hissine sahip değildim. ‘Oyun’ kelimesinin hafif sesi ve tek bir düğmeye basmak ile gelen «ölüm»---sonuç olarak bu gerçekdışı gibi gözüken ‘kutu’yu bir tür oyun olarak düşünmüştüm.

Ama bu yanlıştı.

Birinin tek bir düğmeye basmasıyla ölürsem veya birini öldürürsem; bu «ölüm» bir oyundaki gibi geri alınamazdı.

“...çok zamanımız yok. İlk önce Oomine ile olan [Gizli Buluşma]’da ne yapman gerektiğini düşünelim.”

“Tamam.”

Şu anki durumda bir çözümün belirtisini bile göremiyorken, ilk önce şimdi elimizden geleni yapmalıydık.

“Ehm, sanırım Daiya ilk önce [Sınıf]’ımı soracak. Sen ne düşünüyorsun?”

“Sanırım öyle. ...aah, ne olur ne olmaz, iyi bir sebebin olmadan kimseye [Sınıf]’ını söylememelisin.”

“Tamam.”

Şimdiye bunu yapmaktaki tehlikenin ben de farkına varmıştım. Ama---

“Ama sana söyleyeceğim Maria. Ben [Büyücü]’yüm.”

“...Benim [Sınıf]’ım seninkine karşı olsaydı ne yapardın?”

“Hiç. Yine de söylerdim.”

“...Anladım. Haklısın. Böylesine önemsiz bir meseleyi birbirimizden saklayacağımız bir şey değil.”

Dedi Maria ve gülümsedi. Bu gülümsemeyi görünce yanaklarım farkında olmadan rahatladı.

Maria az önce, eğer diğerleri tarafından bilinir ise hayati tehlikeye yol açacak bu meseleye ‘önemsiz’ demişti.

“Bu arada, benim [Sınıf]’ım [Prens]. [Devrimci]’yi tercih ederdim ama.”

Gayet makul. Tek başına öldürebildiği için birini öldürme ihtimali en yüksek olan [Devrimci]’ydi. Ama zaman sınırı yaklaşsa bile Maria bu hatayı asla yapmazdı.

Maria kesinlikle kimseyi öldürmeyecekti.

“.......Ah”

Bunu düşünürken bir şeyin farkına vardım.

“Ne oldu?”

“E-Ehm……”

Bana kuşkuyla bakan Maria’ya yan yan bakarak düşündüm:

---Maria bu ‘kutu’ içerisinde acizdi.

Ne de olsa, bu [Asil Krallık] aldatmak ve öldürmekten ibaret bir oyundu. Bu ikisini başaramayan Maria’nın kazanma ihtimali hiç yoktu.

Şimdiye kadar ‘kutu’lar ile ilgili tüm savaşlarda Maria’ya dayanmıştım. Ve bu sefer de muhtemelen ona tekrar dayanacaktım.

Fakat---kendi gücüm ile bir şey yapmak zorunda olacağım zaman kesinlikle gelecekti.

“......Yok bir şey!”

Bu yanıttan sonra Maria bana asık suratla bakmaya devam etti.

O benim kimseyi asla öldürmeyeceğime güveniyordu. Ama eğer Maria’nın öleceğini fark edersem, ve bunu birisini öldürerek önleyebileceğimi biliyorsam,---

---O zaman ne yapmalıydım?


▶İlk Gün <C> [Daiya Oomine] ile [Gizli Buluşma], [Kazuki Hoshino]'nun Odası

Daiya’ya karşı koymak için ne yapmalıydım; Nihayetinde, sadece sessiz kalmam gerektiğimin sonucuna varmıştık.

Daiya kuşkusuz kafamı karıştırmaya çalışacaktı, o yüzden ona tepki bile göstermek tehlikeliydi. Onun planından kaçınma konusunda kendime hiç güvenmediğim için, kulaklarımı tıkamaktan başka bir çarem yoktu.

Yatakta oturarak, Daiya odaya adım attığında ona bir elimi kaldırarak selam verdim. Daiya etrafa hızla baktı ve masaya oturdu.

“Kazu, sana bir şey sor---”

“Daiya,”

Onun lafıın hemen kestim.

“Senin ‘kutu’n içerisinde olduğumuzu biliyorum. Tek varabildiğim sonuç senin beni kolay elde edilebilecek bir dost olarak görmen, ve bundan dolayı da beni kandırma amacıyla bana yaklaşman. O yüzden, şu andan itibaren, seninle artık konuşmayacağım.”

Daiya ağzım ile ince bir çizgi oluşturduğuma gördüğüne şaşırmış gibiydi, ama ifadesi hemen bir sırıtışa dönüştü.

“Ne hakkında konuşuyorsun sen Kazu?”

“.......”

“Sessiz kalmanın anlamı ne? Bana ‘kutu’ hakkında soru sormaya hevesli değil misin? Bu ‘kutu’ hakkında bir şey yapman gerekiyor, değil mi!”

“.......”

Bir kelime daha etmeyecektim. Buna karar vermiştik. Ona kendi yargımla, ‘bu kadarı sorun olmamalı’ şeklinde yanıt versem, bu açıktan faydalanacaktı. Kurnazca ‘konuşmakta sorun olmadığını’ ima eder ve eninde sonunda konuşmamı sağlayacaktı.

O yüzden konuşmayacaktım.

“...aah, demek bütün yükü Otonashi’ye veriyorsun he. Zaten sana sessiz kalmanı söyleyen de oydu, değil mi? Kuşlar için bile uygun değilsin. Sadece sessiz kalıyorsan, böcekler bile senden üstün olur çünkü onlar asla konuşamaz.”

Ellerimle kulaklarımı kapattım.

“Beni zaten duyabiliyorsun. Hımf, sana güzel bir şey söyleyeceğim Kazu!”

Daiya ayağa kalktı, bana yaklaştı ve kulağıma fısıldadı.

Bu ‘kutu’nun kaynağı benim ‘dilek’im değil.

Bunu duyduktan sonra içgüdüsel olarak gözlerimi sonuna kadar açtım ve Daiya’ya baktım.

Daiya içten bir kahkaha attı.

“Bak işte! Böceklere kaybettin.”

“Aa…”

Şaşırmaktan alıkoy kendini ben! Yoksa sessiz kalamayacaktım.

Bir süreden sonra kahkahaları sonlanınca, Daiya masaya geri döndü. Ardından bana odaklandı ve ilan etti:

“Ama az önce söylediğim şey gerçekti.”

...Aldanmayacaktım. Ona inanmamın imkanı yoktu. Ben bile bu kadar yufka yürekli değildim.

“Tabi, zorla bana inanmanı sağlamak imkansız herhalde. Kafanın içi çiçek böcek olabilir, ama sen her şeye aptal gibi inanan biri olmanın imkanı yok. Ama neden özellikle bunu iddia ettiğimi düşünüyorsun?”

Daiya’nın ağzının kenarı kalktı.

“Çünkü gerçek bu.”

...Sana inanmayacağım. Sana kesinlikle inanmayacağım.

“‘Kutu’yu elde ettikten sonra bir süre hiçbir şey yapmadığımı biliyor olmalısın. Yani, kullanmadım, sadece ‘kutu’ya sahiptim. Bir söyler misin bana Kazu, şu an bile öyle olmaya devam etmediğimden nasıl emin olabiliyorsun?”

...olmazdı. ...olamayacağından emindim.

“Bana inanmak zorunda değilsin. Ne de olsa daha baştan beri bana inanmak imkansızdı. Ama yine de Kazu, az önce aynen o şekilde düşünmedin mi? Muhtemelen yalan söylüyorum, ama ya gerçeği söylüyorsam? Eğer öyleyse, gerçeği söylüyor olsam da olmasam da, başka bir ‘sahip’in varlığını ihtimalini düşünmek gerekmez mi? ...hö, bunu bana söylemek düşmez, değil mi.”

...Lanet olsun. Tam da söylediği gibiydi.

Tamamen zırvalık olarak düşünemiyordum. Hatta, Daiya’nın bir ‘kutu’ya hakim olması bana garip gelmişti. Eğer o ‘sahip’ değil ise, bu kuşku da ortadan kalkmış olurdu.

Eğer Daiya dışında başka bir ‘sahip’ varsa, o zaman hepimizi kolaylıkla öldürebilirdi.

Daiya hiç çaba sarf etmeden beni böylece sarsabildi.

Tabi, o içimdeki bu kargaşayı gözünden kaçırmamıştı, kalbimdeki bu hafif açığı.


“Kazu, sen [Büyücü]’sün, değil mi?”


“.......He?”

Sesim kendiliğinden çıktı.

“S-Sen n-nasıl---?”

O bunu nasıl keşfetmişti? Açık verecek hiçbir hata yapma---

Buraya kadar düşününce, bir şey fark ettim.

Hata yapmıştım---az önce.

Daiya memnuniyetle güldü, muhtemelen yüzümü şaşkınlıktan buruşturduğumdan dolayıydı.

“Hahaha! Baştan beri biliyordum, ama sen bu oyunda gerçekten fazla önemsizsin, değil mi!”

Onun gülüşlerini dinlerken, dudaklarımı ısırdım.

Maria bana o kadar nazikce öğüt vermesine rağmen, hepsini boşa çıkartmıştım. Ben tamamıyla Daiya’nın köpeğidim.

“......Şanslısın, öyle değil mi Daiya.”

Daiya sadece şans eseri [Büyücü] demişti. İhtimal 1:6---hayır, kendi [Sınıf]’ını bildiği için 1:5’ti. O sadece kafasından [Büyücü]’yü atmıştı ve bu da bir şans eseri benim gerçek [Sınıf]’ımdı. ...Keşke başka bir [Sınıf] olsaydım, o zaman sadece [Büyücü] olmadığım gerçeği ortaya çıkardı…

“Şanslı mıyım? Sana özellike [Büyücü] olup olmadığını sormamın sebebini anlamadın mı?”

“...Ne demek istiyorsun?”

Daiya bir süre sessiz kaldı ve kafasını kaşıdı, ardından.

“Yani, şimdilik bu ‘kutu’nun ‘sahip’i benim olmadığımı varsayalım.”

“Sanmıyorum.”

“Kapa çeneni ve dinle. Eğer benim değilse, o zaman bu ayrıca bu «ölüm oyunu»’nu dilemediğim anlamına gelir. Ayrıca, senin, benim tanıdığımın, ölmesini de istemem.”

“...Evet.”

“O sebepten dolayı, senin [Sınıf]’ın [Büyücü] olup olmadığını sormak istedim.”

“.......O iki ifade biraz alakasız değil mi?”

Daiya bana son derece aşağılayıcı gözlerle baktı.

“[Büyücü]’nün hiçbir düşmanı olmadığı için en güvende olan kişinin kendin olduğunu düşündüğünü söyleme sakın? Eğer gerçekten öyle düşünüyorsan, senin şu kafanın içinde beyin değil, bok var.”

Doğru tahmin ettiği için sesim çıkmadı.

“Sana o kadar kibar anlatacağım ki maymun bile anlar! Öncelikle, hayatta kalması en zor olan kesinlikle [Büyücü]’dür.”

“...Neden? [Büyücü]’nün ölüm kalımı diğer [Sınıf]’ların kazanım koşullarıyla alakasız.”

“Sen bile [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu anlıyorsun, değil mi?”

Başımı salladım. Tek başına öldürme kabiliyeti olan [Devrimci]’nin en tehlikeli olduğunu bahsetmeye gerek bile yoktu.

“[Devrimci]’nin en çok ortadan kaldırmak istediği kişi [Büyücü]’dür. Anlıyor musun? [Büyücü] dışında sadece [Şovalye] gerçekten öldürüp öldürmeyeceğine karar verebilir. Fakat, [Şovalye] ve [Devrimci]’nin kazanma koşulları oldukca benzer, o yüzden ikisinin birlik olması muhtemel. Eğer [Büyücü] ölürse, [Devrimci]’ye olan tehlike önemli ölçüde azalır.”

Masadaki taşınabilir cihazı aldım ve [Sınıf]’ların açıklamalarını tekrar okudum.

...Doğru. [Devrimci] ona doğrudan karşı gelen [Kral]’ı öldürse bile, [Prens] ve [Dublör] sadece onun yerini alırlar; Öyleyse durumu pek değişmez. Fakat, [Büyücü] ortadan kalkarsa, [Devrimci] anında üstün bir konum elde eder.

“Hey, ama bu… bunun anlamı [Büyücü] ölürse [Devrimci]’nin neredeyse kesinlikle kazanacağı olmaz mi…?”

“O kadar da basit değil. Öncelikle, bazıları diğerlerinin [Sınıf]’larını yanlış tahmin eder, ve kimse rahatlıkla [Devrimci] ile birlik olmaz. Ve ayrıca,---”

Daiya hintkeneviri torbacığımı karıştırdı ve o kaba bıçağı çıkarttı.

“Bu oyun içerisinde ne kadar üstün veya sakıncalı bir konumda olsan da, en kötü ihtimal bu var. Ha, [Asil Krallık]’tan her an sağ salim çıkabilirsin, sadece başkalarını doğrudan öldürmeye cesaretin olması gerekiyor!”

Nefesim kesildi.

...Şimdi ikna olmuştum. ‘Asılsızlık Oyunu’nun ‘sahip’i çılgındı.

“...Kazu, şu kadarını söylememe izin ver.”

Dedi Daiya bıçağı saklayarak.

“‘Sahip’i ölümler başlamadan önce ikna edemezsin. Zararı en az bırakmak istiyorsan eğer, ‘sahip’i öldürmek zorundasın. O yüzden---”

Daiya bana baktı. Hiçbir sahtelik olmayan dürüst bir surat ile ilan etti:

“Ne kadar çabalarsan çabala, bu ‘kutu’ yüzünden en az bir kişinin öleceğine çoktan karar verildi.”

Başımı hafifçe yandan yana salladım ve mırıldadım,

“Bu doğru, değil---”

Daiya hiçbir şey demedi.

Doğrusu, ben bile uzun zaman önce fark etmiştim.

Bunun gerçek olduğunu. Çok uzun zaman önce.


▶İlk Gün <D> Büyük Oda

Büyük odaya vardığımda henüz kimse yoktu.

Daiya ile olan [Gizli Buluşma]’yı düşündüm. Nihayetinde, ona [Büyücü] olduğumu belirtmiştim, ve onun ‘sahip’ olduğuna olan güvenimi bile kaybetmiştim.

Maria ile birlikte buna göre nasıl ilerlememiz gerektiğini düşünmeye ihtiyaç vardı. Esasında onunla en kısa zamanda görüşmek için acele ettim, ama---tam da böyle düşündüğümde, kapısından çıktı.

“Maria!”

Ona seslendiğimde bana ciddi bir surat ifadesiyle baktı ve önüme oturdu.

Benimle olan [Gizli Buluşma]’dan sonra, Daiya’nın Maria ile bir [Gizli Buluşma]’sı vardı. Onun surat ifadesine bakılınca, anlaşılan o da benim gibi sarsılmıştı galiba.

“...Daiya ile bir şey mi oldu?”

“......Muhtemelen seninle aynı şey. Daiya’yı esas olarak ‘sahip’ olarak düşünüyorum, ama şimdi başka birinin ‘sahip’ olabilme ihtimalini, hafif de olsa, göz önünde bulundurmaya başladım. O yüzden diğerlerine rahatlıkla ‘kutu’dan bahsetmek daha da az makul oldu.”

“Hiç zamanımızın olmamasına rağmen…”

“Evet, beni rahatsız eden şey tam da bu. Bu zamanı onların kişiliklerini algılamak amacıyla kendileri hakkında konuşmak için kullanmak isterdim, ama… ben kendim hakkında konuşamam. Ne de olsa ‘kutu’lardan bahsetmeden çevremden bahsedemem.”

Maria’nın çevresi he.

Ben bile hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordum. Kendisinden hiç bahsetmiyor ve onun ‘Kusurlu Mutluluk’unu gördükten sonra ona sorabilmeye uzaktan yakından ihtimalim yoktu.

“Maria, söylesene bana---”

“Merhabalar!”

Kamiuchi-kun büyük odaya girdi ve bize doğru elini kaldırdı. Hantal bir gülücük attım ve elimi ona geri salladım.

Sıradaki sözlerimi duymaması için Maria’nın kulağını elimle örttüm.

“Kazuki, fısıldamamalısın. Şu anki vaziyette onlardan sır sakladığımızı belirtmek onlarda güvensizlik duygusu uyandırır.”

“Ah, anladım…”

“Bununla kafanı çok yorma Maricchi. Sevgilisiniz ne de olsa, birkaç sırra sahip olmanız doğal, öyle değil mi?”

“Sen öyle diyor olabilirsin, ama bu diğerlerinin de aynı şekilde düşündüğünün anlamına gelmez.”

“Öyle mi diyorsun? Şimdi sözünü edince, onlar oldukca korkunç değiller mi? Özellikle Kaichou ve Oomine-senpai.”

“...Maria, sen acaba daha önceden Kamiuchi-kun ile tanışıyor muydun?”

“Hayır, hiç de bile.”

“Hop, ‘hiç de bile’ biraz ağır değil mi? Bundan önce birkaç defa konuşmuşluğumuz yok mu?”

“Sen bana birkaç defa gelişigüzel konuştun evet, ama hiçbir zaman sohbetimiz olmadı.”

Kamiuchi-kun şaşkın bir ifade ile omuzlarını silkti.

“Aşırı güzel bir kız ile konuşarak iyileşmek istiyordum sadece, o yüzden tetikte olmaya gerek yoktu ama… Seni Hoshino-senpai’dan çalmaya çalışıyorum gibi bir niyetim yok, gerçekten!”

“...Dinle, Kamiuchi-kun. Sırf bilgin olsun diye söylüyorum, Maria ile birlikte değiliz yani.”

“Hayır, artık çekingenlik veya ağırbaşlılık ya da her neyse için artık çok geç.”

Beklenildiği gibi, bana inanmamıştı.

Biz bu konuşmayı yaparken, herkes büyük odada toplanmıştı. Kaichou’nun talimatları üzerine yerlerimize oturduk.

“Peki ala, biri [Asil Krallık]’tan kaçmak için bir yol düşündü mü?”

Bunu başta dedikten sonra, Kaichou kollarını kavuşturdu ve yüzünde bir gülümseme ile bir fikir bekledi.

Gözümün kenarından Daiya’ya baktım; Muhabbetimizi dinlemiyormuş gibi başka bir yöne doğru bakıyordu.

‘Kutu’ hakkında bilgisi olan üç kişi hiçbir şey demez ise, kimse bir şey söylemeyecekti. ---bundan emindim, ama beklenmedik biri çekinerek elini kaldırdı.

“Ah, Yuuri, herhangi bir şey biliyor musun?”

“Ehm, kaçma yolu değil, ama kısıtlama yolu… eğer, sıkıntı olmazsa?”

“Ooo, güzel! Hiç çekinmeden söyle bize fikrini!”

Kaichou tarafından teşvik edildikten sonra, Yuuri-san başını hafifçe salladı.

“Ehmmm… Sanırım hepimiz şüphenin durumumuzu daha da kötü kılacağını kabul ediyor. Böyle tahmin etmem yanlış değil sanırım?”

Başımızı salladığımızı onayladıktan sonra, Yuuri-san devam etti.

“Kimin hangi [Sınıf]’a sahip olduğunu bilmiyoruz. Oyundaki düşmanlarımızın kim olduğunu bilmiyoruz. Endişeye yol açan şeyin bunun olduğuna inanıyorum. Kimse oyunun devam etmesine izin vermek istemiyor, siz de öyle düşünmüyor musunuz? Öyleyse, neden üçe kadar sayıp hepimizin [Sınıf]’larını ortaya atmıyoruz?”

Herkes onun ses tonunda bulunan korkaklığın tam zıttı olan bu cesur tekliften dolayı oldukça şaşkın kalmıştı.

Yuuri-san bizim bu tepkimizi gördükten sonra biraz bocalandı, ama ağzını tekrar cesaret ile açtı.

“Eğer öyle yaparsak, kimse artık aceleci davranamaz. Bence herkese güvenebileceğiz. Hepimiz aynı anda söyleyeceğimiz için yalan söylemek de imkansız olacak. O yüzden iki kişi aynı [Sınıf]’ı söylerse, ikisinden birinin yalan söylediğini anlarız. Ne… düşünüyorsunuz?”

“Aah, Yuuri-chan harikasın! Kesinlikle bu şekilde ilerlemeliyiz!”

Kamiuchi-kun tarafından övüldükten sonra, Yuuri-san utangaç bir şekilde gülümsedi ve kızardı.

“Dahası, bunu sadece altı kişinin hepsi de mevcut olduğunda yapabiliriz. Çünkü eğer sadece bir kişi bile kayıp ise yalan söylemek mümkün olur. ...ah, ‘kayıp’ kulağa biraz uğursuz geliyor, değil mi, özür dilerim.”

Evet, denemeye değer… diye düşünüyordum. Ama düşünmeden onaylayamazdım. Gözümden kaçırdığım bir şey olabilirdi.

Maria da aynı şekilde düşünüyor olmalıydı. Bir süre kolları kavuşmuş bir şekilde düşündükten sonra, ağzını açtı ve,

“Ben varım.”

Maria bile mi bir bityeniği bulamamıştı? Öyleyse sorun yoktu.

Hemen kabul etmek üzereydim ki---

“Hımf”

Daiya küçümseyici bir tavırla homurdandı.

Yuuri-san onun bu tepkisini görünce rahatsızlık ve korku ile karışık bir ifade gösterdi.

“...hoşuna gitmedi mi Daiya-san?”

“Hiç hoşuma gitmedi.”

“Eğer yeterince kadar düşünmediysem beni lütfen bağışla… ama, sebebini sorabilir miyim?”

“Senin şu iyi kız rolü yapman hoşuma gitmiyor.”

Yuuri-san bu beklenmedik sözlere karşılık gözlerini sonuna kadar açtı ve gerildi.

“O ekşimiş surat da neyin nesi? Kulakların sadece işine gelenleri duymak için mi ne? Az önce senden nefret ettiğim için emirlerine itaat etmeyeceğimi söyledim, seni orospu.”

Yuuri-san’ın gözleri sulanmaya başladı.

“Oomine-senpai. Biraz aşırıya kaçmıyor musun? Lütfen Yuuri-chan’a özür dile.”

“Ha? Özür mi dilemeliyim? Diğerlerinin bana teşekkür etmesini beklerdim oysa! Millet, size onun bir korkak olduğunu ifşa ediyorum. Değil mi Yanagi?”

Yuuri-san’ın omuzları seğirdi; çoktan ağlamak üzereydi.

“K-Korkak mı? Ben mi? Neden…?”

“Öyleyse sana sorayım: sen [Devrimci] veya [Büyücü]’den biri misin?”

Yuuri-san bir anda sarardı.

“Hayır, değilsin, öyle değil mi?”

“...N-Nereden, biliyorsun---”

“Esasında biliyorsun. Bir kargaşanın çıkmasının tehlikesi her bir [Sınıf] arasında büyük değişiklikler gösterdiğini biliyorsun. Öyleyse, sen kıyasla tehlikede olan [Sınıf]’lardan biri değilsin. Senin oldukca güvende olan bir [Sınıf] olduğun kararına vardım. Nasıl?”

O zaten acınası gözüküyordu, ama suratı daha da sararmaya devam ediyordu.

“Senin gibi aşağılık bir kız durumu düzeltmekten ziyade kendi uğrun için böyle bir şey teklif ettin zaten değil mi?”

Bu kötü niyetliliği duyduktan sonra sonunda göz yaşlarını dökmeye başladı.

“Hop hop, ağladığında üçkağıtçılığını affedeceğimizi mi düşünüyorsun? Vay be, kızların göz yaşları gerçekten çok kullanışkı değil mi? Öylesine bir orospu olunca, çeşme gibi göz yaşı dökebiliyorsun zaten, öyle değil mi?”

“Acımasız… bu yaptığın çok acımasızca…”

“Sen sadece hızla tehlikeli [Sınıf]’ların kim olduğunu öğrenmek istedin - hayatta kalmak uğruna.”

“Hayır… bu… Ben sadece öldürmelerin başlamasını istemedim, o yüzden, üüüüü…”

Yuuri-san sürekli akan göz yaşlarını durduramadı ve gözlerini yere doğru çevirdi.

...doğru, Yuuri-san ürkek gözüküyordu, o yüzden [Devrimci] veya [Büyücü] olsaydı böyle tehlikeli bir teklifte bulunmazdı muhtemelen.

Ama yine de, durumu düzeltmek için o bütün gücüyle düşündükten sonra bu teklifte bulunmuştu. O yorumlar gerçekten de fazla acımasızdı. Anlaşılan Kamiuchi-kun da benzer düşüncelere sahipti; Daiya’ya öyle bir güç ile bakıyordu ki ona hemen saldırması şaşırtıcı olmazdı.

“Sırf sen [Devrimci] olduğun için söylemek istemediğinden değil mi? Özür dilerim Senpai, ama eğer sen gerçekten de [Devrimci] isen, açıkcası istediğin gibi davranmana izin vermeyi düşünmüyorum yani.”

“Anladım, demek ben [Devrimci]’yim he. Sana sıradaki <E> kısmında [suikast] düzenleyeceğim öyleyse.”

Kamiuchi-kun kendisinden daha kötü niyetli sözler eden Daiya tarafından gark olmuşa benziyordu, ve sadece sessiz kalabildi. Karşı gelme iradesini kaybetti ve sadece ağzını buruşturdu.

“Her şeyden önce, itiraz etmeye ihtiyacım olmaz zaten! Değil mi Kaichou-san?”

Yuuri-san Kaichou’ya bakmak için yaşlı yüzünü kaldırdı. Kaichou eğri bir şekilde gülümsedi ve belirtti,

“...Yani, evet. Özür dilerim Yuuri, ama kısacası bende buna karşıyım.”

“Ne…den…?”

“Elbette, senin bahsettiğin gibi kazanç var. Fakat, tehlikesi daha çok. Örneğin, şimdiye kadar hıyar gibi davranan Oomine-kun’un [Devrimci] olduğunu öğrensek sakin kalabilir miyiz? En kötü ihtimalde, şüphelerimiz daha da artmaz mı?”

“Yani…”

“Ayrıca o durumda Oomine-kun’un da harekete geçeceğinden eminim. Kendi gücünü vurgulayarak bizi kontrolü altına almaya çalışabilir… Aklıma gelen birkaç tane daha dezavantaj var. O yüzden, buna ahlak olarak karşıyım.”

“......anladım.”

Yuuri-san teklifi arkadaşı tarafından bile reddedildiğinde hüzünlü oldu.

“Doğru, benim gibi bir aptal sessiz kalırsa iyi olur… herkesi üzdüğüm için özür dilerim.”

Onun gözünden bir göz yaşı daha aktı.

“Y-Yuuri-san, lütfen öyle deme! Biliyor musun, bence harika bir fikir. Baksana; Maria bile bunu onaylamadı mı?”

“...Hoshino-san.”

Bunun oldukca hantal bir teşvik olduğunu kabul etmeliydim, ama Yuuri-san yine de bana hafifçe gülümsedi.

“Şimdi durup düşününce, sen neden bu teklifi kabul ettin Otonashi-san?”

Sordu Kaichou Maria’ya.

“Çünkü karşılıklı anlayışın her şeyden daha önemli olduğuna inanıyorum. Kendi [Sınıf]’larımızı birbirimize açıklayamadığımız sürece kimse kimse ile dürüst olmayacak, haksız mıyım? Bir kere ben bu boyutta bir şeyin birbirimize saldırmaya sebep olacağını düşünmüyorum. Bunun hakkındaki düşüncen ne?”

“Bunun sebebi sende korku duygusunun olmaması değil mi? Biliyor musun, hepimiz senin kadar güçlü değiliz. Açıkcası ben korkuyorum.”

“Hiç de öyle gözükmüyor.”

“Çünkü öyle gözükmemesini sağlıyorum. Çünkü herkes gösterdiğim herhangi bir zayıf noktamdan yararlanacaktır… ah, bunları ağzımdan kaçırıverirsem havalı davranmanın anlamı kalmaz, değil mi?”

Dedi sakince. ...evet, ben de onun korktuğunun bir yalan olduğuna inanıyordum.

“Birbirimizi anlamak için [Sınıf]’larımızı açığa vurmamız gerektiğini iddia etme konusunda haklısın. Ama durum şu anda fazla belirsiz olduğu için bunun fazla erken olduğu da belli.”

“Ama ilk ceset ortaya çıktığında artık çok geç olacak.”

“Doğru. Meseleyi bir an önce aydınlığa kavuşturmalıyız…”

Diye mırıldandı ve dudaklarını büktü. Kaichou’nun düşünürken yaptığı huy.

“Yani, en azından bugünlük bundan geri duralım. Ne de olsa ilk gün kimsenin ölmez diye düşünüyorum.”


Nihayetinde kimsede Yuuri-san’dan daha iyi bir teklif yoktu.

Tabi daha iyi karşılıklı anlayış için birbirimizle muhabbet etmeye devam ettik, ama durumu geliştirecek bir şey bulamadan zaman geçti.

«Zaman - gelDi! - EğEr - oDalarıNıza geri - dönMezseNiz - öleCeksiniz!»

Noitan’ın duyurusunu duyup saatime baktığımda saat tam «20:00»’dı. <D> kısmının sonu.

Daiya odasına hızla geri dönmüştü, ve Kaichou ve Kamiuchi-kun kendi kapılarına geri dönme aşamalarındaydılar.

Peki o zaman, bende hızla geri dönsem iyi olurdu.

Kapıdan geçmek üzereyken, biri giysimin kolunu tuttu.

“Ne oldu, Maria?”

Geri döndüm.

Maria değil, ama orada duran ve gözleri sonuna kadar açık olan kişi Yuuri-san’dı. Bulunduğum hatayı fark ettim ve kızardım. Beni böyle görünce, o gözlerini kıstı ve hassas bir şekilde gülümsedi.

“E-Ehm… hayrola, Yuuri-san?”

“Mm. Sana teşekkür etmek istedim.”

“...? Ne için teşekkür…?”

Başımı meraklar içerisinde yana doğru eğdiğimde Yuuri-san daha da memnun gözüktü.

“Hemen anlamadın, bu da demek oluyor ki… benimle birlik kurmak için bana bilerek iyi davranmıyordun…”

“...He?”

“Ah, hayır, yok bir şey. ...gerçekten anlamıyor musun? Bak, ben ağladığımda beni teselli etmedin mi?”

“...He… o.”

“O yüzden tekrar, teşekkür ederim.”

Yuuri-san derince başını eğdi, bunun üzerine de ben hızla,

“Y-Yapma… büyük bir şey yapmadım ne de olsa.”

“Ama biliyor musun, bana çok yardımı dokundu.”

“Ö-Öyleyse… ne güzel…”

Böyle resmi bir şekilde teşekkür edilmek oldukca utandırıcıydı.

Yuuri-san her nedense kızarık suratıma gülümsüyordu.

“...Bu oyunda bile sana inanmanın sorun olmayacağı hissine kapılıyorum.”

“He?”

Biraz tereddüt ediyormuş gibi gözüktü, ama nihayetinde kendi hazırladı ve gözlerimin içine baktı.

“Eğer birbirimize güvenirsek, kimse kimseyi öldürmez. Ben buna inanıyorum. ...Hoshino-san. Çok saf davrandığımı düşünüyor musun?”

Onun ısrarcı bakışına cevap vermek için başımı güçlü bir şekilde iki yana salladım.

“Hiç de bile! Ben de buna inanıyorum.”

“Gerçekten mi?”

O farkında olmadan ve aşırı bir neşe ile sağ elimi iki eliyle tuttu, ya da en azından bana öyle gelmişti. Bu sıcak, yumuşak histen dolayı suratım daha da kızardı.

“Hepimiz el ele verip birbirimize güvensek böyle bir oyuna kesinlikle kaybetmeyeceğimizi düşünüyorum. O yüzden, ilk önce kendi aramızda ortak bir güvene sahip olalım.”

“T-Tamam…”

Onun kaygısız gülümsemesine doğrudan bakamadım ve içgüdüsel olarak yere doğru baktım.

Yuuri-san, üst sınıf öğrencisi olmasına rağmen… ehm, çok tatlıydı.

“Kazuki.”

Biri bana seslendiğinde yukarı baktım. Maria bizi ifadesiz bir şekilde seyrediyordu. ...Bu suratı keyifsiz olduğunda yaptığını yakın geçmişte farkına varmıştım.

“Zaman tehlikeli olmaya başladı. Çabuk geri dön.”

“Ah, evet…”

Yuuri-san ona baktığımda ne demek istediğimi anladı ve elimi bıraktı. İfadesi bana biraz yalnız gibi gelmişti.

“Yanagi, sen de zamanı düşünmelisin.”

“D-Doğru…”

Yuuri-san hala Maria’dan korkuyordu.

“...Ehm, Yuuri-san. Merak etme, Maria’ya güvenebilirsin!”

“Aa, peki. Eğer öyle diyorsan Hoshino-san…”

“Öyleyse, kendi odalarımıza geri dönmeliyiz.”

“Evet, haklısın. ...Ah, bir şey daha.”

Bu sözlerle birlikte, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.


“Yarın senin odana bir [Gizli Buluşma] için geleceğim.”

Bunu kulağıma fısıldadı. Nefesi kulağımı gıdıkladı.

Yuuri-san küçük adımlarla hoplaya zıplaya gitti ve haylaz bir gülümseme ile kapısının ötesine kayboldu.

“...hımf.”

Maria huysuz bir şekilde homurdandı ve o da kendi kapısının ötesine kayboldu.

Büyük odada yalnız başıma kalmıştım, onun ismini hatırladım.


«Yuuri Yanagi»

«Yanagi-san»


“......birbirlerini andırıyorlar, bence.”

Yüzleri benzemiyordu. Ama içimde bir his o sondaki gülümsemenin andırdığı kişi---oydu.

Bildiğim diğer «Yanagi»’yi andırıyordu.

Bir daha tekrar buluşmam olası olmayan o.


▶İlk Gün <E> [Kazuki Hoshino]’nin Odası

  1. https://eksisozluk.com/pachinko--127334 - http://i.ytimg.com/vi/FXLvbWy9zqY/maxresdefault.jpg
  2. Japonya’daki okullarda kulüplerin okul hayatında büyük bir parçası var. Herhangi bir kulübe ait olmayan lise öğrencilerine genellike eve gitme kulübü üyesi denilir.