Difference between revisions of "Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27753. Defa"

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search
m
m
Line 55: Line 55:
 
hatırlayamıyorum.
 
hatırlayamıyorum.
   
İlk görüşte âşk değildi, ve sınıf arkadaşı olmamız dışında hiçbir ortak yönümüz yok.
+
İlk görüşte aşk değildi, ve sınıf arkadaşı olmamız dışında hiçbir ortak yönümüz yok.
   
Ama buna rağmen, niye çat kapı âşık oldum ki? Tamamen kendiliğinden meydana gelen bir âşk olamaz, değil m—
+
Ama buna rağmen, niye çat kapı âşık oldum ki? Tamamen kendiliğinden meydana gelen bir aşk olamaz, değil m—
   
 
“—hadi canım…”
 
“—hadi canım…”
   
İnanması güç olsa bile, aklıma gelen tek şey bu. <u>Tamamen kendiliğinden meydana gelen bir âşk.</u>
+
İnanması güç olsa bile, aklıma gelen tek şey bu. <u>Tamamen kendiliğinden meydana gelen bir aşk.</u>
   
 
“Ne oldu? İyi misin?.. Hemşirenin yanına gidelim mi?”
 
“Ne oldu? İyi misin?.. Hemşirenin yanına gidelim mi?”
Line 93: Line 93:
 
En değerli anımı kaybettim—Mogi-san’a nasıl âşık olduğumun anısı. Ve bu anıyı kesinlikle
 
En değerli anımı kaybettim—Mogi-san’a nasıl âşık olduğumun anısı. Ve bu anıyı kesinlikle
 
hatırlayamayacağım. Mogi-san ile hiçbir şey paylaşamam. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hakkında hiçbir
 
hatırlayamayacağım. Mogi-san ile hiçbir şey paylaşamam. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hakkında hiçbir
şey yapamayacağım karşılıksız bir âşk; bu duygularım sadece daha da güçlü olacak.
+
şey yapamayacağım karşılıksız bir aşk; bu duygularım sadece daha da güçlü olacak.
   
Hayır, bundan da öte. Reddeden Sınıf biter bitmez bu âşk da kaybolabilir. Demeye calıştığım, bu âşk Reddeden Sınıf’ın varlığı olmadan var olmamalı.
+
Hayır, bundan da öte. Reddeden Sınıf biter bitmez bu aşk da kaybolabilir. Demeye calıştığım, bu aşk Reddeden Sınıf’ın varlığı olmadan var olmamalı.
   
Garip. Gerçekten garip. Bu âşk yalan değil.
+
Garip. Gerçekten garip. Bu aşk yalan değil.
   
Ama yine de, bu âşk kutunun eksikliğinde var olamayacak bir yalan mı?
+
Ama yine de, bu aşk kutunun eksikliğinde var olamayacak bir yalan mı?
   
 
Ani bir rüzgar esti. Mogi-san’ın eteğini kaldırdı. Acaba neden bu açık mavi külotu daha önce
 
Ani bir rüzgar esti. Mogi-san’ın eteğini kaldırdı. Acaba neden bu açık mavi külotu daha önce
Line 448: Line 448:
 
Dedikten sonra sırıttı ve destekleyici tavırla sırtımdan vurdu.
 
Dedikten sonra sırıttı ve destekleyici tavırla sırtımdan vurdu.
   
“Se-n! Sen sen! Bu senin için biraz sırnaşık değil mi? Lütfen âââşk gibi olgun bir şeye girme.”
+
“Se-n! Sen sen! Bu senin için biraz sırnaşık değil mi? Lütfen aaaşk gibi olgun bir şeye girme.”
   
 
“O kadar basit bir cazibeden etkilenmek—gülünç.”
 
“O kadar basit bir cazibeden etkilenmek—gülünç.”
Line 464: Line 464:
 
davranışlarımın bunu besbelli etmesine rağmen.
 
davranışlarımın bunu besbelli etmesine rağmen.
   
“Hey hey, Daiya, anlaşılan bu herif Kasumi’ye olan karşılıksız âşkını ilan etti. Uhihi.”
+
“Hey hey, Daiya, anlaşılan bu herif Kasumi’ye olan karşılıksız aşkını ilan etti. Uhihi.”
   
 
Kokone sırıttı ve Daiya’yı dirseği ile dürttü.
 
Kokone sırıttı ve Daiya’yı dirseği ile dürttü.
Line 470: Line 470:
 
“Evet. En iyi durumda bu bana biraz fazladan eğlence sağlar.”
 
“Evet. En iyi durumda bu bana biraz fazladan eğlence sağlar.”
   
“Uhehe… başkaların âşkı gerçekten de eğlenceliymiş! Mm, mm. Merak etme, Onee-chan<ref name="Onee-chan">Japonca’da ‘abla’ anlamına gelir.</ref> seni destekliyor. Sana tavsiye verir, yardım ederim! Hatta terk edilirsen seni teselli bile ederim! Ama başarılı olursan, seni öldürürüm, çünkü asabım bozulur.”
+
“Uhehe… başkaların aşkı gerçekten de eğlenceliymiş! Mm, mm. Merak etme, Onee-chan<ref name="Onee-chan">Japonca’da ‘abla’ anlamına gelir.</ref> seni destekliyor. Sana tavsiye verir, yardım ederim! Hatta terk edilirsen seni teselli bile ederim! Ama başarılı olursan, seni öldürürüm, çünkü asabım bozulur.”
   
 
“Merak etme. İkisi çıkmaya başladığında ben onun kalbini çalarım.”
 
“Merak etme. İkisi çıkmaya başladığında ben onun kalbini çalarım.”
   
“Ohaa, bu hoşuma gitti! Başkaların talihsizliği ve karışık âşk üçgenleri! Muhteşem!”
+
“Ohaa, bu hoşuma gitti! Başkaların talihsizliği ve karışık aşk üçgenleri! Muhteşem!”
   
 
O ikisi gerçekten çok acımasız, keyifsizliğimi görmezden geldiler.
 
O ikisi gerçekten çok acımasız, keyifsizliğimi görmezden geldiler.

Revision as of 13:37, 18 August 2015

Sınıfımız beden eğitimi dersinde futbol oynuyor.

Burun kanaması geçirdiğim için, Mogi-san’ın kucağında dinleniyorum.

Birden onun duygularını merak etmeye başladım. Acaba kucağında dinlenmeme izin vererek, birazcık da olsa, ilgimi çekmeye mi çalışıyor?

En ufak fikrim yok—gizlice ona baktığımda her zamanki gibi ifadesiz.

“...Mogi-san”

“Ne oldu?”

“Şu an ne düşünüyorsun?”

“He?”

Mogi-san başını yana eğdi, ama cevabı varmış gibi gözükmüyor. Soruma tek tepkisi şaşkın bir bakış.

Bunun üzerine düşünmeye başladım—eşimin duygularını anlamak bu kadar zor ise, sevgi gerçekten ilerleyebilir mi?

Neden bu kadar zor bir kıza âşık oldum?

Hakikaten—ben ne ara ona âşık oldum?

Hatırlamaya çalıştım.

“...........Ha?”

“...Ne oldu?” Birden ses çıkartınca Mogi-san sordu.

“Y-Yok… yok bir şey!”

Suratım muhtemelen ‘bir şey yok’ düşüncesini iletmiyor. Mogi-san bunun farkında. Fakat beni bu konuda sorgulayacak sosyal beceriliği olmadığı için, sessiz kalıp bir şey demekten kendini alıkoydu.

Mogi-san’ı uyarmadan kalktım.

“Ehm… sanırım burun kanamam durdu.”

“...hım.”

Konuşmamız bu basit sözcüklerle bitti.

Neden gönüllü olarak böylesine güzel bir durumdan vazgeçtim ki? Böylesine bir mutluluğu bir daha nerede bulacağım.

Ama—bu imkansız.

Çünkü ne kadar çabalasam bile—hatırlayamıyorum.

Hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum. Hatırlayamıyorum!.. Ona ne zaman âşık olduğumu hatırlayamıyorum!

Neden âşık oldum? Bunu ne tetikledi? Veya farkında olmadan, ondan hoşlanıyor muydum, hiç özel bir durum olmadan?

Bunu bilmem gerekir; nasıl unutmuş olabilirim, ama… ne kadar çabalasam da nafile, hatırlayamıyorum.

İlk görüşte aşk değildi, ve sınıf arkadaşı olmamız dışında hiçbir ortak yönümüz yok.

Ama buna rağmen, niye çat kapı âşık oldum ki? Tamamen kendiliğinden meydana gelen bir aşk olamaz, değil m—

“—hadi canım…”

İnanması güç olsa bile, aklıma gelen tek şey bu. Tamamen kendiliğinden meydana gelen bir aşk.

“Ne oldu? İyi misin?.. Hemşirenin yanına gidelim mi?”

Mogi-san teklifini her zamanki gibi sakince verdi. Benim için endişelendiği için gerçekten çok mutluyum. Sadece mutlu. Bu his sahte değil.

“...Ben iyiyim. Sadece bir şey hakkında düşünüyordum.”

Kendime bunun bir hata mı olduğunu tekrar tekrar sordum. Ama ne kadar üstünde dursam, o kadar doğru geliyor.

Ben Mogi-san’dan hoşlanmıyordum.

Ne zamana kadar? Doğru—

Düne kadar ondan hoşlanmıyordum.

“—Ha, anladım.”

Bahçenin ortasında öylece dikilen transfer öğrencisi, Aya Otonashi’ye baktım.

Benim Mogi-san’dan hoşlanmamı sağlayan olay ne zamandı?

—Ah, bu çok basit. Dün değildi. Ama bugün çoktan âşık oldum. Öyleyse ne zamandı?

Tek mümkün olduğu zaman—dün ile bugün arasındaki zamanda.

Reddeden Sınıf içerisindeki 20,000’den fazla tekrar esnasında.

Ah, hatırladım. Sadece bir kısım, ama her zamankinden daha fazla hatırladım. Yine de, bu sadece bir kısım, o yüzden anılarımın çoğu hala kayıp.

En değerli anımı kaybettim—Mogi-san’a nasıl âşık olduğumun anısı. Ve bu anıyı kesinlikle hatırlayamayacağım. Mogi-san ile hiçbir şey paylaşamam. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hakkında hiçbir şey yapamayacağım karşılıksız bir aşk; bu duygularım sadece daha da güçlü olacak.

Hayır, bundan da öte. Reddeden Sınıf biter bitmez bu aşk da kaybolabilir. Demeye calıştığım, bu aşk Reddeden Sınıf’ın varlığı olmadan var olmamalı.

Garip. Gerçekten garip. Bu aşk yalan değil.

Ama yine de, bu aşk kutunun eksikliğinde var olamayacak bir yalan mı?

Ani bir rüzgar esti. Mogi-san’ın eteğini kaldırdı. Acaba neden bu açık mavi külotu daha önce görmüşüm gibi belirsiz bir hisse sahibim?

Hayır, onu zaten gördüm.

       Mogi-san bugün açık mavi külot giyindiğini biliyordum.

Aya Otonashi’nin anılarını hatırlaması için en çok Kasumi Mogi’yi kurban ettiğini bildiğim gibi.

       Bu sebepten dolayı, karar verdim—

Bu Reddeden Sınıf’ı korumaya.



Bu sefer, Aya Otonashi bana yaklaşmadı.

Doğrusu, geçen tekrarda aynı durum olmuş olabilirdi. Anılarım biraz karışık, ama galiba bu durum bir süredir devam ediyordu.

Aya Otonashi öğle arasında tek başına yemek yiyor, elindeki sandviçi bitkin bitkin çiğniyordu.

Bu sefer ben ona yaklaştım.

Sadece bununla birlikte, kalbim hızlandı ve vücudum gerildi. Otonashi-san’ın başkalarına hissettiği ret devasa bir bariyer haline gelmişti, tek başına başkalarına baskı hissettirecek kadar güçlü bir bariyer.

“...Otonashi-san.”

Kendimi hazırladım ve ona seslendim. Ama, Otonashi-san bana dönüp bakmadı. Bu kadar yakındayken, beni duymamış olması imkansızdı, o yüzden devam ettim.

“Seninle konuşacak bir şeyim var.”

“Benim yok.”

Gözünü kırpmadan beni geri çevirdi.

“Otonashi-san.”

Tepki vermedi. Gönülsüzce sandviçini çiğnemeye devam etti.

Ne dersem diyeyim beni görmezden gelmeye kararlı gözüküyordu. Öyleyse sadece beni görmezden gelmesini imkansız kılarım.

Biraz düşününce doğru tetik bir anda aklıma geldi.

“...Maria.”

Ağzından gelen çiğneme sesleri durdu.

“Seninle konuşacak bir şeyim var.”

Hala bana bakmadı. Ama bir şey de söylemedi.

Sınıfın sesi kesildi. Sınıf arkadaşlarımız gözlerini kırpmadan bizi izliyorlardı.

Otonashi-san daha fazla dayanamadı ve iç çekti.

“O ismi söyleyeceğini hiç düşünmemiştim. Anlaşılan bu defa birçok şey hatırladın.”

“Evet, o yüzden—”

“Ama buna rağmen, seninle konuşacak bir şey yok.”

Tekrar sandviçini ilgisizce çiğnemeye başladı.

“Neden!”

Birden bağırmaya başlayınca sınıf arkadaşlarımın dikkati benim üstümde toplandı.

“Neden?! Halletmen gereken insan ben değil miyim?! Öyleyse neden beni dinlemeye çalışmıyorsun?!”

“Neden mi diye soruyorsun?” benimle alay etti. “Gerçekten bilmiyor musun? Ha! Bak tekrar ne kadar da aptal gibi davranıyorsun. Asla kendin düşünmüyorsun. Neden öyle bir insanla muhatap olayım ki?”

“...Daha önce nasıl davrandığımı bilmiyorum.”

“Daha önce mi? Ne kadar aptalca bir düşünce. Şu an ne farkın var ki? Tıpkı eskisi gibisin!”

“Nasıl emin olabiliyorsun? Belki sana yardımımı teklif edeceğim. O durumda—”

“Doğrusu fark etmiyor.”

Otonashi-san sözümü bitirmeme izin vermeden bu sözleri söyledi.

Doğal olarak itiraz etmek üzereydim. Ama bu itiraz Otonashi-san’ın sonraki cümlesinden sonra kayboldu.

“Çünkü bu teklifi sadece iki üç kere yapmadın.”

“He—?”

O kadar şaşırdım ki ağzım bir karış açık kaldı. Ağzını biraz bükerek, Otonashi-san yarım kalmış sandviçini sardı ve konuşmaya başladı:

“Peki ala. Zamanı bir çok anlamsız şeylere harcamak zorundayım zaten. Bu açıklamayı sana ikinci veya üçüncü anlatmıyorum, ama yine de sana tekrar anlatacağım.”

Otonashi-san kalktı ve başını alıp yürümeye başladı.

Onu sessizce takip etmek dışında bir seçeneğim yok.



Her zamanki gibi, beni okul binasının arka tarafına götürdü. Ve her zamanki gibi, Otonashi-san duvara yaslandı.

“Bunu baştan söyleyeceğim. Seninle muhabbet etmeyeceğim. Sen sadece salak gibi beni dinleyeceksin.”

“...Ona kendim karar verebilirim.”

Biraz isyan etmek için böyle söyledim, ama Otonashi-san bana sadece ters bir bakış attı.

“Hoshino, bunun kaçıncı tekrar olduğunu biliyor musun? Hayır, bilmiyorsun. Bu 27,753. tekrar.”

O sayı çok fazla acayip.

“...özellike her tekrarı saydın mı?”

“Evet, çünkü tek bir sefer saymazsam, sayıyı doğrulamanın yolu olmaz. Bunu yapmayı unutursam, kendimi kaybederim. Bundan dolayı, hep sayı tutuyorum.”

Bilmediğin bir yere giderken ne kadar ilerlediğini bilmek biraz rahatlatıcı olduğu doğru.

“Her şeyi defalarca tekrar ettim. Sana yaklaşmanın her türlü yolunu denedim. Henüz denemediğim bir şey hayal edemiyorum.”

“Bu yüzden mi benimle konuşmanın anlamsız olduğunu düşünüyorsun?”

“Evet.”

“Sana kutuyu vermeme ikna bile etmeye çalışmıyor musun?”

“Ondan çoktan vazgeçtim.”

“Niye ki? Bu tekrarların bir noktasında, seninle en az bir kere işbirliği yapmış olmalıyım.”

“Tabi ki de. Bana nefretle davrandığın tekrarlar da, benimle işbirliği yaptığın tekrarlar da oldu. Ama ne oldu biliyor musun? Fark etmiyor. Öyle ya da böyle, bana kutuyu asla vermedin.”

İşbirliği yaparken bile kutuyu vermedim mi?.. yani, belli ki öyle. Otonashi-san kutuyu elde etseydi ‘şimdi’ burada olmazdım.

“Sadece doğrulamak için soruyorum: kutunun sahibi ben olduğumdan eminsin, değil mi?”

“Sürekli içimde çekip çekiştirdiğim bir konu oldu bu. Ama vardığım sonuç hep aynı. Kazuki Hoshino, şüphesiz, kutunun sahibidir.”

“Neden öyle düşünüyorsun?”

“Bekleyeceğin kadar şüpheli yok. Açıklamanın tamamını söylemek çok uzun sürer, o yüzden kısa keseceğim: var olan birkaç olası şüphelinin beni 27,753 tekrar boyunca kandırması imkansız. Dolayısıyla, bir tek sen kutunun sahibi olabilirsin. Ayrıca, Reddeden Sınıf ile ilgisi olmayan tartışılmaz dolaylı kanıt var, değil mi?”

O haklıydı—daha önceden kutunun dağıtımcısıyla—’*’ ile tanışmıştım.

“Her şeye rağmen kutuyu asla çıkartmıyorsun. Daha doğrusu, çıkartamıyorsun. Sahip olarak seni daha 20,000 tekrardan önce belirlemiştim.”

“Yani vaz mı geçtin?”

Kutu elde etmek için elinden geleni yapan Otonashi-san mı vazgeçti?

“Vazgeçmedim. Sadece kutuyu elde edemiyorum. Cüzdanında olan bir bozuk para aradığını varsayalım, ama ne kadar evirip çevirsen de bulamıyorsun. Cüzdanın her yanına bakmak kolay. Yine de bozuk parayı bulamıyorsun. O durumda bozuk paranın olmadığını düşünmen gerekir. Aynen o şekilde, bu 27,753 tekrar içerisinde ‘Kazuki Hoshino’dan kutuyu elde edemem’ sonucuna vardım.”

Otonashi-san bana bir anlığına kaşlarını kaşlarını çattı ve ardından bana arkasını döndü.

“Peki ala, gösteri bitti. Hala bir şeyler söylemek istiyormusun?”

“...Evet! Baştan beri o yüzden seninle konuşmak istiyordum.”

Söylemem gerekiyor.

Karar verdim. Reddeden Sınıf’ı korumaya karar verdim.

Mogi-san’ı defalarca öldüren Otonashi-san’ı, kendime—

“Seni, Otonashi-san, hayır, Aya Otonashi, kendime—”

“—düşman mı edeceksin?”

“—Ha?!”

Ona karşı koymak amacıyla yapılan cesur hareketimi öngördü. Ve hala aldırışsız ve beni görmezden gelmek istiyor.

Suskun ve yürekten şaşırdığımı görünce, Otonashi-san derin bir iç çekti. Bana doğru isteksizce döndü.

“Hoshino, hala anlamıyor musun? Seninle ne kadar zaman geçirdiğimi düşünüyorsun, aptal çocuk? Bu sadece sıkılacak kadar çok tekrarladığım bir tane daha düzen. İşin özünü görmem imkansız değil miydi?”

“N-Ne—”

Böyle cesur bir hareketi zaten defalarca yapmış mıydım?

Neden her seferinde tamamen etkisizdi?

“Bu arada, sana bir şey daha söyleyeceğim. İnançların bana karşı çıkma kararına sebep olsa bile, ve her tekrar o anılarını hatırlamaya kalkışsan bile: eninde sonunda bana karşı koymaktan vazgeçeceğinden adım gibi eminim.”

“Ö-Öyle olması—”

Sonuçta, onun Mogi-san’ı öldürmesini kabullendiğim; Mogi-san için hislerimi unutma kararı aldığıma karar verdiğim anlamına gelirdi bu.

“Bana inanmıyor musun? Bana defalarca belirttiğin sebebi söylememi ister misin?”

Dudağımı ısırdım.

Otonashi-san konuşmamızı bitmiş olarak kabul edip bana sırtını döndü.

“Değerlerin 20,000’den fazla tekrara sorunsuz olarak dayandı. Bunun için hakkını vermeliyim.”

Anında kafamı kaldırdım.

Az önce beni ‘takdir’ mi etti? Otonashi-san mı?

“Bir dakika bekle.”

Ne olursa olsun, sormam gereken tek bir tane daha şey var.

Otonashi-san kafasını bana doğru çevirdi.

“Kutuyu benden almaktan artık vazgeçtin, öyle değil mi?”

“Evet. Öyle dememiş miydim?”

“O zaman… bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?”

Otonashi-san’ın ifadesinde hiç değişiklik yok. Gözlerini benden ayırmadan dümdüz bana bakmaya devam etti.

Dosdoğru bakışı gözlerimi onun gözlerinden ayırmaya zorladı.

“Ah—”

O anda… Otonashi-san bir şey söylemeden başını alıp gitti.

Soruma cevap vermiş olmadan.



Otonashi-san sınıfa geri dönmedi—belki eve gitti.

Beşinci dersim matematik. Formülleri muhtemelen defalarca görmeme rağmen hemen anlayamıyorum. Bunun yerine, ders boyunca Mogi-san’ı izledim.

Gerçekten Mogi-san’ı terk edecek miyim? Gerçekten ona olan hislerimi kendiliğimden kesecek miyim?

Hayır. Öyle bir şeyin olma ihtimali yok. Geçmişteki ben ne düşündüğü önemli değil.

Şu andaki ben Mogi-san’dan vazgeçmeyecek. Tek önemli olan bu.

Beşinci ders bitti.

Hemen Mogi-san’ın yanına gittim. Beni fark etti ve badem gözleriyle bana doğru baktı. Vücudum anında gerildi. Kalbim her zamanki ahengini kaybetti.

Sırf ona bakmaktan. Ona söylemek üzere olduğum şeyin gerçekten özel olduğunu kanıtlıyor bu.

Günlük hayatımda asla bulunmayacağım bir hareket bu.

Ama elimde değil. Anılarımı hatırlamanın başka bir yolu aklıma gelmiyor.

Mogi-san’a hislerimi itiraf etmekten başka bir yol aklıma gelmiyor.

“...Mogi-san.”

Sanırım şu an suratımda oldukça tuhaf bir ifade var. Mogi-san bana merakla baktı ve kafasını yana eğdi.

“Ehm, sana söylemek istediğim bir—”


‘Lütfen yarına kadar bekle.’


“—Ah”

Zihnimden bir görüntü geçti. Kafamda bir ses gelişigüzel tekrarlandı. O kadar açık ve net bir hisse kapıldım ki, gözlerime, kulaklarıma ve beynime biri sanki cam saplıyordu.

Göğüsüm şiddetle zonkluyordu, sanki çekiçle biri vuruyormuş gibi.

H-Hayır—

Hatırlamak istemiyordum. Hatırlamak istememe rağmen. O anıyı tekrar tekrar silip unutmak istesem bile, kaybolmuyordu. Başka herhangi anıyı, ne kadar önemi olursa olsun, unutabilmeme rağmen, unutamayacağım anı buydu.

Evet, doğru ya—

Çok uzun zaman önce—Mogi-san’a olan duygularımı itiraf etmiştim.

“...Ne oldu?”

“.......Özür dilerim, yok bir şey.”

Aramıza biraz mesafe koydum. Mogi-san şüpheci bir tavırla kaşlarını kaldırdı ama bana daha başka soru sormadı.

Yerime döndüm ve sıramın üstüne kendimi attım.

“.......Anladım.”

Şimdi düşününce, barizdi. Ne de olsa, bu günü 20,000 defadan fazla tekrarladım.

Mogi-san’a duygularımı itiraf ediyorum. Ama unutuyorum. O yüzden tekrar itiraf ediyorum. Ve tekrar unutuyorum. Reddeden Sınıf’a karşı koymak için yapmak istemediğim şeyi, duygularımı ilan etmeyi, yaptım. Tekrar tekrar, tekrar tekrar yapıp, yaptığım kadar da unuttum.

Ve her defasında duymaktan en çok kaçındığım cevabı aldım.

Hep aynısı. Hep aynı cevap. Yani, değişmesinin imkanı yok. Mogi-san anılarını hatırlayamıyor, dolayısıyla cevabı da değişemez.

O cevap—

“Lütfen yarına kadar bekle.”

Berbat. O bahsettiğin yarın asla gelmeyecek.

Eşi benzeri olmayan bir azimle, normalde toparlayamayacağım cesaretimi toparladım, sinirlerimi sınırına kadar gerdim—ama sonunda, samimi sözlerim tamamıyla uçup gitti. Ve ardından, sayısız defa itiraflarımı unutmuş olan Mogi-san ile iletişime geçmeye mahkumum.

...Anladım. Sadece geçersiz kılınmıyorlar.

Baştan beri hiçbir şey yok.

Bu dünya başından beri bomboştu. İçerisinde her şeyin geçersiz kılındığı bir dünyada değeri olan hiçbir şey yok. Güzel şeylerde, çirkin şeylerde, kıymetli şeylerde, yırtık pırtık şeylerde, sevilen şeylerde, nefret edilen şeylerde de aynı miktarda değer var.

Bu sebepten dolayı hiçbir şeyin varlığı yok. Sadece boşluk var.

Reddeden Sınıf’ın anlaşılmaz boşluğu.

Midem bulandı. Tiksinç bir ortamda nefes almaya zorlatıldım. Ciğerlerimdeki havadan kurtulma isteğine kapılmama rağmen, yapamıyorum, çünkü o durumda burada yaşamaya devam edemem. Nefes alıp vermeden yaşayamam. Ama bu boşluğu solumaya devam edersem, vücudum da boş olur. Boru gibi içim boş olur.

Ya da—benim için çoktan zaman geçmiş miydi? İçim çoktan boş mu olmuştu?

“Ne oldu Kazu-kun? Kötü mü hissediyorsun?”

Tanıdık bir ses duyunca, vücudum hala sıra üstünde yığılmış şekilde kafamı kaldırdım. Kokone önümde duruyordu, yüzü asıktı.

“Beden eğitimi dersinde burun kanaması geçirdin, değil mi? Belki o yüzdendir? İyi hissetmiyorsan, belki hemşirenin yanına gitmeliyiz?”

“Onun için endişelenmeye gerek yok Kiri. Kötü hissetmesinin sebebi burun kanamasından ziyade, üstünde yattığı kucaktan dolayı olduğunun iddiasına girerim,” dedi Daiya. Onu fark etmemiştim, ama herhâlde yakınlarda duruyordu.

“Kucak mı..?..He! Demek öyle! Ne yaaa, sadece sevdalıymış…”

Dedikten sonra sırıttı ve destekleyici tavırla sırtımdan vurdu.

“Se-n! Sen sen! Bu senin için biraz sırnaşık değil mi? Lütfen aaaşk gibi olgun bir şeye girme.”

“O kadar basit bir cazibeden etkilenmek—gülünç.”

“H-Hayır! Ben hep sevd—”

Cümlemin ortasında kendimi durdurdum. Bu birkaç yönden hatalı bir cümle olurdu. Bir kere, Mogi- san’a olan hislerimi itiraf etmiş olurdum, ama ondan da öte—

“Efendim? Daha düne kadar Mogi için özel hislerin yoktu, öyle değil mi?”

—doğru olmazdı.

Aslına bakarsan, ben ona bugün âşık oldum. Hislerim bir anda ortaya çıktı, en azından Daiya ve diğerleri açısından böyle gözüküyordu. Ve bu yüzden kimse ona olan düşkünlüğümü bilmiyordu, davranışlarımın bunu besbelli etmesine rağmen.

“Hey hey, Daiya, anlaşılan bu herif Kasumi’ye olan karşılıksız aşkını ilan etti. Uhihi.”

Kokone sırıttı ve Daiya’yı dirseği ile dürttü.

“Evet. En iyi durumda bu bana biraz fazladan eğlence sağlar.”

“Uhehe… başkaların aşkı gerçekten de eğlenceliymiş! Mm, mm. Merak etme, Onee-chan[1] seni destekliyor. Sana tavsiye verir, yardım ederim! Hatta terk edilirsen seni teselli bile ederim! Ama başarılı olursan, seni öldürürüm, çünkü asabım bozulur.”

“Merak etme. İkisi çıkmaya başladığında ben onun kalbini çalarım.”

“Ohaa, bu hoşuma gitti! Başkaların talihsizliği ve karışık aşk üçgenleri! Muhteşem!”

O ikisi gerçekten çok acımasız, keyifsizliğimi görmezden geldiler.

Neyse ki XX burada değil. O olsaydı, fırsatı değerlendirip konuşmayı öyle bir yere—

“—Ha?”

“Hmm? Neyin var yine Kazu-kun?”

“Hayır, sadece… Onun nerede olduğunu merak ediyordum. Bugün izinli mi?”

“Kimin hakkında konuşuyorsun?” diye sordu Daiya, gözünde şüphe.

Tuhaf. Öyle dediğimde Daiya’nın benim kimden bahsettiğimi anlamasını beklerdim.

“Bilmiyor musun? Tabi ki de—”

—ehm, kim?

Ha? Bir dakika ya! Ben… Ben bu belirli kişinin ismini söylemek üzereydim. Öyleyse neden sırf ismi değil, yüzünü de unuttum?

“...Kazu-kun? Bir şeyin mi var? Kimden bahsediyorsun?”

Kendimi kötü hissediyorum, sanki ümüğümü yırtma isteği yaratan yarı sıvı ve sümüksü bir şey yutmuştum. Ama bu iğrenme hissine sahip olduğum için şanslıydım. Eğer tamamen yutup vücudumdan arındırsaydım, XX kaybolurdu.

“H-Hey… Kazu-kun!”

Önemli değil. Hepsini hatırlayabiliyorum. O iğrenme hissi sayesinde hatırlayabiliyorum.

“—Haruaki.”

Değerli arkadaşımın ismi. Sonsuza kadar yanımda durmaya yemin eden dostum.

...Uçan kuştan medet umuyorum belki, ama yine de ümit ediyorum. Her nedenden dolayı bir tek benim Haruaki’nin ismini unutmuş olmamın ümidi. Ama ben gerçekten de aptalım. O ümit—

“Hey Kazu. O ‘Haruaki’ de kimin nesi?”

—asla gerçekleşemezdi.

Bu sinirlendirici his üzerine dişlerimi sıktım. Daiya ve Kokone garip davranışlarıma yanıt olarak kaşlarını çattılar.

İkisi onu unutmuştu—oysa onun çocukluk arkadaşları olarak, onu benden çok daha uzun süre boyunca tanıyorlardı.

Gerçeğin, ‘Haruaki’’nin burada var olmadığı, düşüncesi bana saplandı, ve—

“Eve gideceğim.”

—ölümcül bir yaraya sebep oldu.

Kalktım, çantamı aldım, ve onlara sırtımı dönüp sınıftan çıkmaya başladım.

Burada daha fazla kalmaya dayanamam.

Haruaki neden burada değil?

Nedenini biliyorum. Haruaki’nin ‘reddedildiğini’ biliyorum.

Kim tarafından? Bu gayet belliydi. O kesinlikle Reddeden Sınıf’ın kahramanı tarafından ‘reddedildi’.

Tamamen yanılmışım. Reddeden Sınıf’ın günlük hayatın akışını koruyacağını düşünmüştüm. Saçmalık. İşlerin öyle gelişmesinin imkanı yoktu. Günlük hayat’a günlük hayat denilir çünkü aralıksız devam eder. Bir nehrin akışını durdurursan, çamur birikir ve nehri siyah rengine boyar. Aynen öyleydi. Burada da tortu birikmişti.

Ah, anladım. Muhtemelen bu fenomene defalarca şahit olmuştum. Ne kadar tekrara dayansam da, hep bu gerçeğin tekrar farkına varıyorum. Ve ardından Aya Otonashi’ye karşı koymamaya başlıyorum.

Aya Otonashi Reddeden Sınıf’ı yok edecek.

Ve şu an bildiklerimle, neden onu durdurayım ki?

Zil çaldı. Sınıf arkadaşlarımın çoğu yerlerine dönmüş olmalı.

O yüzden sınıftan daha çıkmadan dönüp arkama baktım.

Boş bir sıra. Bir tane daha boş sıra. Bir tane daha boş sıra. Ve orada da bir tane daha var. Ah… Ben zaten bunun farkına varmıştım, ama benden başka kimse bu kadar boş yeri sıra dışı bulmuyor.



Muhtemelen çözebilirdim, ama kabullenmek istemediğim için bunu yapmadım.

Aya Otonashi benden kutuyu almanın imkansız olduğu sonucuna vardı.

Suçlunun kim olduğunu tespit edince Reddeden Sınıf’ı sonlandırmak kolay olmalıydı. O, kutuyu elde etmek için 20,000’den fazla tekrardan geçti.


Öyleyse… ne yapmalı?


Belli değil mi?


Kamyon bana çarpınca kol ve bacaklarım etrafımda fırıl fırıl döndü. Kendi sağ bacağımın benden uzakta olması biraz gülünç bir durum.


“Demek ki burada bitiyor…”

‘Öldürüldüm’. Öldürülmeme izin verdim.

“27,753 anlamsız tekrar. Yani bu kadar zaman tamamen boş çaba ile mi bitiyor? Kabul… Kabul etmeliyim ki ben bile yorulmaya başladım.”

Kesin konuşmak gerekirse, henüz ölmedim. Ama kanlar içinde yatarken, biliyorum: öleceğim. Kurtulamayacağım. Ve gerçekten onun tarafından öldürüldüm.

“Off..! Böylesine saçma miktarda zaman harcadım ve sonuca bak. Şu anki kadar hiç acizliğimden bu kadar nefret etmemiştim..!” sesinde pişmanlık ile mırıldandı.

“...devam edelim. Kutuyu burada bulamadığıma göre, bir dahakini ararım artık.”

Aya Otonashi’nin gözleri artık beni algılamıyor. Hayır, elbet o gözler beni baştan beri doğru düzgün algılamamıştı.

Baştan sona kadar Aya Otonashi sadece içimdeki kutuya bakıyordu.

Bu gün de ‘geçersiz’ ilan edilecek mi acaba? Hayır, edilmeyecek. Reddeden Sınıf denilen kutu benim vücudumda ise, öldüğümde o da parçalanır. Ve vücudum kamyon tarafından parçalandığı gibi, bu kutu da artık parçalandı.

Bu gün artık tekrarlanmayacak.

Ah, ne kadar istihzalı. Reddeden Sınıf’ın sonunu getirecek tek şey buysa, o zaman bir tek ölüm önceden belirtilmişti. Yani, tabi ki bu boş. Bu dünya elbette—benim ölümümden sonraki hayatımdı.

Ama bununla birlikte, savaşımız artık sona geldi.

Hiç sürprizi olmayan tek taraflı bir savaştı, ama böylece burada sona geldi.

Evet… buna inanıyorsun, öyle değil mi? Otonashi-san?

Sana acıyorum. Gerçekten acıyorum, Otonashi-san!

Muhtemelen beni görmezden gelmeye devam ettiğinden kaynaklandı. Başka türlü böyle bir hata yapmazdın.

O yüzden bu kadar zamanı boşa harcadın.

Dinle, Otonashi-san. Biraz düşünsen anlaması kolay. Benim gibi sıradan bir insanın kahraman olmasının imkanı yok.

Bunu ona söylemek istedim, ama artık bunu yapamıyorum. Ağzımı bile hareket ettiremiyorum.

Bilincim ortadan kayboldu. Öldüm.

Bu—hiçbir şeyi sonlandırmadı.



  1. Japonca’da ‘abla’ anlamına gelir.


Back to 5232. Defa Return to Ana Sayfa (Main Page) Forward to Ara